Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm

@jeonsexual97

O zaman başlangıç tarihi şöyle alayım lütfen^_^

Psikoljik, dram ve aile kurgusu. Merak etmeyın ama psikoljik diye psikolojinizi bozacak bir kitap değil aksine kitap aklınıza geldiğinde ohaaa şöyle bir şey olmuştu diyeceğiniz olayları barındıracak bence eheheheh

Yıldızı doldurup başlasak bölüme=)

Satır arası yorum yaparsanız çok mutlu olurum =)

Not: Bu kitap uzun olmayacak.. 20, max 25 bölüm olur. Kısa ama doyurucu olacak💋

Keyifli Okumalar ♡

Gene aynı yerde aynı kişiyle karşı karşıya oturmuş bir haldeydim.

Ağzından çıkacak olan şeyleri merak dolu gözlerimle beklerken ellerimi birbirine kenetlemiş gizlice dua ediyordum.

Lütfen diyordum beni duyduğuna inandığım Tanrı'ya, lütfen sonuçlar yanlış olsun. Beni bu zor hayatımda daha fazla bununla imtihan etme.

Uzun süre kullandığı için olacak ki sararıp solan önlüğünün göğüs cebine, gözünden şimdi çıkarttığı 90'ları andıran büyük yuvarlak camlı gözlüklerini yerleştiren Min Ho doktor istediğimin aksine pusulu gözlerini bana çevirdi.

Artık söylemesine gerek yoktu. Çünkü anlamıştım.

Annemin hastalığının geri gideceğine ileriye gittiğini ben, anlamıştım.

"Üzgünüm Hye su." dedi 3 yıldır tanıdığım Min Ho doktor. "Ama annene sadece 10 ay ömür biçebiliriz."

Korkuyla titrek bir nefes almıştım. Gözümden akan yaşlar yıllardır alıştığım haftalık alıştığım rutinimdi artık. "Hiç mi bir yolu yok? Ne olursa? Annemi kurtarmam için her şeyi yaparım."

Bir süre sessiz kaldığı için umutsuzca ayaklandığımda sırada aniden, "Bir çözümü olabilir." dedi eminsizlik dolu sesiyle. Sanki bana boş yere umut vermek istemiyor gibiydi ancak yıllardır bu söze hasret kalan kulaklarım açılmış ve, "Nedir?" diye atılmıştım.

"25.000 euroya anneni tamamen kurtaracak biri var Fransa'da." Duyduğum devasa rakamla omuzlarım düştüğünde Min Ho doktor elime uzandı. "Bak Hye Su, seni yıllardır tanıyorum ve kardeşim yerine koydum. Bu fiyatı ailem olmasa ben öderdim ama yapamam ve bence sen de annenle vedalaşmalısın artık-"

"Ne saçmalıyorsunuz siz!?" dedim hızla elimi geri çekip dökülen gözyaşlarımı silerken. "Annemden vazgeçemem ben tamam mı?" Saçlarımı arkaya atarken başımı yukarı kaldırmıştım. Bu fiyatı okulun bana verdiği burs parasıyla ödemem imkansızdı. Özellikle anneme 10 ay ömür biçildikten sonra.

Gene de hayatta kalan tek aile ferdimi ölüme terk etmeyecektim.

Min Ho doktora döndüm. "O parayı bulacağım. Ne pahasına olursa olsun. Siz sadece annemi 10 ay daha yaşatmaya çalışın."

Arkamdan seslenmesini umursamadan kendimi dışarı attığımda içimde yükselen acıyla hıçkırıklarımı tutmayıp yere çökerken bir sürü insan bana acıyarak bakıp beyaz ve ilaç kokulu koridorlardan geçip gitmişti.

İyi misin bile dememişlerdi. 

İşte bu kadar da yalnız birisin Hye su, dedi iç sesim dobraca. Kimse seni umursamıyor.

Onu duymazdan gelip uzun denecek bir süre ağladıktan sonra böyle bir yere varamayacağımı fark edip yerimde ayaklandım ve annemin kaldığı odaya ilerledim. Üçüncü kata çıktığımda 367 numaralı odanın kapısını hafifçe tıklatıp sahte bir gülümsemeyle içeri girmiştim.

Her zaman ki gibi pencereden dışarıyı izliyordu.

"Annecim?" dedim sakin sesimle. "Ben geldim."

Bakışları bana çevrildiğinde minik gözlerini kısarak gülümsedi ve damar yolu açılan elini bana doğru uzattı. Hızla yanına yaklaştığımda sıcak eline öpücük kondurup yatağının kenarına oturdum.

"Nasılsın?"

Yüzünde ki yorgun gülümsemeyi silmeden omuz silkti. "Aynı kızım. Sen?" En son geldiğim güne binaen daha sıkılmış sesine karşı dudaklarımı bastırıp onun gibi omuz silktim. "Ben de aynı. Üniversite-ev arasında gidiyor hayatım."

Kafasını salladı ağırca. "Doktorla konuştun mu bugün?" Donuklaşmamak için yumruk yaptığım elimi gizlice sıktım. "Evet konuştum. Ve çok iyiye gidiyormuşsun anne." dedim yalancı bir heyecanla. "Bir kaç aya kurtulacaksın buradan."

Gözlerinde bir tane bile ışıldama olmadı ve tutmaya devam ettiği elimin üstüne ikinci elini koydu. "Yalan söylediğini biliyorum Hye Su...." Draksadı ve gözlerini etrafta gezdirdi. "Zamanımın azaldığını da." Yeniden dolmasını izin vermemeye çalıştığım gözlerimi kırpıştırıp açıklama yapacakken beni durdurdu. Böyle sakin kalabilmesi beni çıldırtıyordu.

Ölüme hazır olmasındı! İstemiyordum!

"Bırak gideyim Hye Su." dedi sesi artık titrerken. "Yıllardır bana bakmaktan dolayı telef oldun güzelim. Artık bu boş çabaya bir son ver. Lütfen..."

Boğukça konuşmasıyla dayanamadığımda için gözyaşlarım yeniden intihar ederek yere düşerken sıkıca anneme sarıldım. "Nasıl böyle diyebilirsin anne?" dedim mızmız ama yüksek çıkan sesimle. "Babam diye biri hiç olmadan gitti zaten, şimdi de sen benden gidersen ben- ben ne yaparım?" Ağladığım için kesik kesik konuşmuştum.

Annemin ince kollarını belimde hissettim. Daha sonra da kısık bir nefes verdi. "Şimdi olmasa bile bir gün ben senden gideceğim Hye Su. Bunu şimdiden kabullenmeni istiyorum sadece."

Ondan ayrıldım ve hızla ayağa kalktım. Neden doktorumla aynı şeyleri söylüyordu? Görmüyor muydu ne kadar acı çektiğimi?

"Hayır," dedim kafamı deli gibi olumsuzca sallarken. "sen kurtulacaksın ve biz eski mutlu günlerimize döneceğiz."

Hiç bir şey demeden bana bakarken, "Şu anda gidiyorum, pazartesi yeniden geleceğim. İlaçlarını içmeyi ve yemeğini bitirmeyi unutma anne." diyerek kısaca yanağını öptüm ve dışarıya ilerledim.

Başım ağrıyordu ve ağladığım için burnum tıkanmıştı. Muhtemelen bugün öylesine sürdüğüm rimelde göz yaşlarımla akıp beni cadıya benzetmişti ama hastanenin lavabosuna gidip yüzümü yıkamak istemedim.

Dışar çıktığımda yüzüme çarpan sonbahar havasıyla irkilirken ucuz bir dükkandan aldığım, pekte kaliteli olmayan kabanıma sarılıp otobüs durağına ilerlemeye başlamıştım.

Umutsuzluk hayatım boyunca uğramadığım bir adresti benim. Küçüklüğümden beri o kadar çok zorlukla karşılaşmıştım ki artık bağışıklık kazanmıştım dertlere. Fakat babamı kaybetmemin üstüne birde annemi kaybedersem kafayı yiyeceğimden oldukça emindim.

Durağa vardığıma titrek bir nefes verip şansıma boş olan oturağa geçmiştim. Hava kararmak üzereydi ve benim otobüsüm 10 dakika içinde burada olmalıydı. Aslında gördüğüm haberlerden sonra bu saatte otobüse binmek istemesemde mecburdum.

Öyle korkak bir kız değildim. Çantamda biber gazı ve elektro şok bulunuyordu. Lisede spor klüp seçimlerinde Judo'yu seçmemden kaynaklı da bir kaç insanların deyimiyle havalı savunma hareketi biliyordum.

Ama hala bir kadındım. Fiziki gücüm ne yazık ki yetersiz kalırdı.

Ayaklarıma bakarak bunları düşünürken birden yere savrulan kağıtlar dikkatimi çekmişti. Kaşlarımı çatıp elime aldığım kağıdın ilan olduğunu görmemle hızla okumaya başladım.

Gangnam'da bulunan Pearl Kafesinde part time garson aranıyor. İletişim için aşağıda ki adrese gelebilir veya sağ alt köşede ki numarayı arayabilirsiniz.

Okuduklarımla aklımda bir ampul yanarken çoktan gelen otobüsümü es geçip hızla yola atıldım.

Bu işi kesinlikle almam gerekiyordu!

Tekrar kendini belli eden umuduma tutunurken, arabaların bana çarpmaması için kıvrakça aralarından geçmeye çalışıyordum.

En nihayetinde bir kaç insanın küfrüne ve korna sesine maruz kalmam bittiğinde Pearl kafesi karşımdaydı. Adımlarım yavaşladığında dağılan vizon rengi saçlarımı tepeden at kuyruğu yaptım hızlıca. Telefonumun yansımasından yüzümü hızlıca ıslak mendille sildim ve donuk suratımı kamufle etmek için kendime bir iki tokat çarptım.

Beni işe alacaklarsa düzgün gözükmeliydim, pasaklı değil.

İçeri girdiğimde şirin görünümlü minyon bir kız yanıma yaklaştı. Yaka kartının üstünde yazan Keyla yazısıyla yabancı olduğunu anlamıştım. Belki de çinliydi.

"Merhaba! Hangi masaya geçmek isterdiniz?" diyerek oldukça ince sesiyle konuştuğunda dudaklarımı iki yana kıvırıp elimde buruş buruş ettiğim ilanı gösterdim. "Şey...ben garsonluk işi için gelmiştim de."

"Ah, öyle mi? Beni takip et o zaman."

Arkasından etrafa göz ata ata giderken aldığım kahve kokusu bana çok tanıdık gelmişti. Gerçi bu normaldi, hayatımın her yerinde farkı kafelere gidip kahve almışlığım vardı. Belki de lise de buraya gelmiştim.

Keyla beni kahverengi kapının önüne getirdiğinde bana dönmüştü. "Patron içeride. Bu iş için acilen biri lazım olduğu için muhtemelen girersin. Bu arada adın ne?"

"Kang Hye Su. Ya senin?" dedim adını bilsem de.

Gözlerini kısıp gülümsedi. "Wang Keyla. Tanıştığımıza memnun oldum Hye su. Fighting!"

Güldüm. "Ben de tanıştığımıza memnun oldum. Teşekkür ederim."

Görünümü kadar tatlın biriydi sanırım. Benim içimden sömürülmüş olan yaşam enerjisinin aksine onun yaşam enerjisi olduğu gibi yerindeydi anlaşılan. Bu onu kısa an bir an kıskanmama neden olmuştu.

Keyla kapıyı tıklatıp içeriye girdi ve, "Efendim, iş ilanı için biri geldi. Müsait miydiniz?" dediğinde yaşlı denecek bir ses yükseldi odadan.

"Evet müsaitim. Gelebilir.."

Keyla beni içeriya davet ettiğinde daha fazla kapıda durmadım ve boğazımı temizleyip içeri girdim. 40 yaşlarının başındaki, iyi giyinimli bir adam gazete okuyordu. Hızlıca eğlip kendimi tanıttım.

"Merhaba efendim, ben Kang Hye Su. İlanınızı görüp geldim. Bu işe gerçekten ihtiyacım var, eğer beni alırsanız pişman olmazsanız." Aceleyle konuştuğumda adam güldü ve elini durmam için kaldırdı.

"Dur, dur. Sakin ol kızım. Öncelikle yaşın kaç?"

"23 yaşındayım efendim. Üniversite ikinci sınıftayım."

Yüzü biraz durulur gibi olduğunda ellerimi iki yana salladım. "Ama 2 dersim hariç bütün derslerim, dersim akşam 4'te başlayıp 8'de bitiyor. Yani erkenden gelip akşam üstüne kadar çalışırım."

Sesizce düşünürken ben stresle dudaklarımı ısırıyordum. Hayatımda bir kaç kez çalışmışlığım olmuştu ama o da yazın boş durmamak içindi. Şimdiyse baya bir işe girecektim ve hukuk okuyan biri olarak normalde ikna edici bir çok söz söylemem lazımdı. Ancak heyecanlanmıştım.

"Maaşın konusunda ne düşünüyorsun peki?" diyerek ani bir soru soran kafe sahibiyle omuz silktim. "Asgari ücret yeterli. Ama hakkım daha fazlası olursa, bunu söylerim ileride efendim."

Bu sözümü beğenmiş olmalı ki güldü ve kafasını salladı. "Pekala tamam Hye su. İşe alındın." Heyecanla kafe sahibine yaklaşıp elini sıktım. "Çok teşekkür ederim efendim! Söz veriyorum pişman olmayacksınız."

"Göreceğiz" dedikten sonra bana bir kağıt uzattı. "Bu formu doldur içeride ve Keyla'ya ver. İş mesain özel ayarlamalar -örneğin doğum günü gibi- olmadığı sürece sadece hafta içi sabah derslerinin olmadığı günler. Sabah 10:30, akşam üstü 16:30. Maaşın ise 650 dolar, bahşiş hariç."

Bu para iyi miydi kötü müydü bilmiyordum ama onayladım. İlk ciddi işim olduğu için biraz heyecanlanmıştım.

Keyla ile dışarı çıktığımda ellerimi birleştirip Tanrı'ya teşekkürlerimi sunmam bitiğinde Keyla ile kafenin ön kısmına geçip formu doldurmuştum.

Biraz olsun modum yükseldiğinde yüzüme hafifçe yerleşen gülüsemeyle Keyla'ya veda edip dışarı çıktım ve otobüs durağına yürümeye başladım.

Ben sadece bursta verilen parayla idare etsem ve 650 doları 10 ay biriktirsem bile ameliyat parası çıkmıyordu hala fakat bir yerden başlamış mıydım? Evet.

Belki bir iki ay sonra avans alırdım?

25.000 euro biraz fazla bir miktardı elbette. Adını öğrenemediğim patronum bunu kabul etmeyebilirdi pek tabi. Gene de denemekte fayda vardı.

Ya da işimi öne sürüp bankadan artık kredi çekecektim.

Kafamda bunların planını yaparken arkamdan duyduğum teneke sesiyle irkilip durdum ve yavaşça arkamı döndüm.

Bir şey gözükmüyordu.

Kanıma karışan korkuyu hissetsem ve bütün korku filmlerinin böyle başladığını bilsem de yavaşça sesin geldiğini düşündüğüm sokağa girdim. Ve girdiğim gibi gördüğüm beyaz kediyle gözlerimi rahatça kapatıp nefesimi seslice verdim.

Bu minik şey yuvarlamış olmalıydı tenekeyi.

Bir kaç saniye içinde geri açtığım gözlerimi kısıp, kediye, "Ödümü kopardın kedi!" diyip gereksiz bir atarlanmaya girdiğimde beyaz şeytan miyavlayıp kendini yalamaya devam etmişti. İşte bu yüzden kedileri değil köpekleri daha çok seviyordum. Toy Poodle türü özellikle favorimdi. Gerçi...hayatımda değil Toy Poodle türü, bir köpek bile sahiplenmemiştim ama bana en çok o tür hitap ediyor gibi hissediyordum.

Otobüs durağına yeniden adımlarımı döndürdüğümde bu sefer hızlanmıştım.

Otobüsü kaçırmak istemiyordum, hem beni aramasa da ev arkadaşım beni merak etmiş olmalıydı.

Öyle çok yakın değildik tabii, ama üniveriste de tanışıp kaynaştığımız dönemdi. Annem hasta olduğu için evimizi zaten ben lisedeyken kaybetmiştik ve yurtta kaldığım sırada bir kaç kızla sorun yaşamıştım. Minsu yani ev arkadaşımın bana yaptığı teklif üstüne ayrı eve çıkmaya karar vermiştik.

İyi bir kızdı ve benimle anlaştığı içinde ona alışmıştım açıkçası.

Durağa vardığımda mavi otobüsüm de gelmişti. İçersi neyse ki az da olsa doluydu. Kartımı basıp boş bir yere geçtim. Kulaklıklarımı takıp müzik dinlemeye başladığımda kafamı cama yaslayıp gelip geçen yoları izlemeye başladım.

Bugün diğer günlerim gibi zor geçmiş olabilirdi. Fakat sonunda iyi bir şey olmuştu; iş bulmuştum! Hem de sandığımdan da kolay olmuştu.

Bu devirde şaşılacak olsa da annemin 'Gün doğmadan neler doğar kızım, sen önüne gelen şansları hiç gocunmadan değerlendir yeter...' sözü aklımda yankılandığı için çokta umursamadım ve hızlı giden otobüs yüzünden geçip giden evleri izlemeye devam ettim.

BÖLÜM SONU

Aranızda patronu yoongi sanan var mı? Ona göre SİKEEE(kandırdım) diyeceğim uhfluıegıubgıyrkugrt

Diss king 3. bölüm giriyor sahneye, don't worry

Bu bölümde kızın anında hayatının içinden başladık ama bu gerekliydi, nys

Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir.

İlk bölüm hakkında ki düşüncelerinizi alabilir miyim?

Vote💜

Loading...
0%