Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20.Bölüm

@jeonsexual97

Yeni bölümle hepinize merhabalarrr

Satır arası yorumlarınızı bekliyorummmm

Yıldızı doldurup öyle başlasak bölüme=)

O zaman ne yapıyoruz? Sağ ayakla bölüme başlıyoruz👌👌👌👌

Keyifli Okumalarrr ❤️

Suga ile, sevgililiğimizin ilk haftasındaydım.

Jungkook ve Minsu bir olup gece deli gibi dans etmişlerdi, geçen gece kutlamamızın olduğu gün.

Yani ben bu kadar mutlu olduğumu belli etmiş miydim...hiç sanmıyordum. O ikili sevgili olmuş gibi bir kutlama olmuştu neredeyse diyebilirim.

Bu arada...

Benim sevgilim olduğundan mıdır artık nedir, çöpçatanlık kanıma karışmıştı sanki ve ben uyumlarını baya beğenmiştim.

Bu sefer ben de her an Jimin ile bir olup o ikiliyi yanaştırabilirdim. Deli eğlenirdim bu durumdan hatta.

Nihahaha!

Aynı zamanda baya para kazanmaya başlamıştım, bankamda birikim hesabımda ki rakam, istediğimden daha hızlı artacaktı çünkü yazın ikinci bir işte çalışma ihtimalim mevcuttu.

Hem de stajyer olarak.

İkinci sınıfın sonu gibi, sevdiğim bir hocam bana bir şirket önermişti. Hem stajyer olup hem de para kazanabileceğimi de belirtmişti.


Hemen balıklama atladığımdaysa bana ayarlayacağını söylemişti.

Hem hayat hem de okul konusunda her şey harika ilerliyordu kısaca.

Özellikle sevgili olmamızı, hayatımda ki herkes destekliyordu. Ayrıca yeni arkadaş grubumdakiler bana değer veriyordu.

Şimdiyse stajyerlik yapacağım şirkete gitmek için Suga'yı hazırlanmış bekliyordum. Beni o bırakacaktı.

Kapı zili çaldığında oturduğum koltuktan heyecanla kalktım ve dış kapıya yürüdüm. Minsu neyse ki evde değildi, yoksa koşarak kapıyı açar ve bize maydanoz olurdu.

Bu tavırları beni rahatsız etmiyordu tabi, ama işte..sevgilimle yalnız kalmakta hoşuma gitmiyor değildi canım! Ben de insandım en sonunda, duygularım vardı.

Kapıyı, aynada hızlıca kendime bakıp, saçlarımı düzelttikten sonra açmıştım. Yüzümde devasa bir gülümseme vardı.

Açtığım kapıda bana bakan insanın yüzünde ki ifadeyle aynıydı yani.

"Güzelim, günaydın. Hazırsan gidelim."

Ay.. bana güzelim demesi bile çok kızarmayan yüzümü mangala çevirebilirdi.

"Günaydın, evet gidebiliriz hemen. Hazırım."

Kafasını salladığında çıkarttığım ayakkabılarımı giydim. Eğildiğim yerden kalktığımda Suga bana elini uzatmıştı.

Elini tuttuğumda birlikte merdivenden inmeye başlamıştık.

"Heyecanlı mısın? Görüşme için?"

Kafamı sağ sola salladım.

"Hayır."

Kaşları kalktı. "Bak sen? Neden heyecanlı değilsin? Bu iş senin için çok önemli.."

"İşte tam bu yüzden heyecanlı değilim sevgilim. Bu işi hep bekliyordum, stajyerlik kısmıysa bir başlangıç. Hata yapmam ihtimal dahilinde bile olmamalı. O yüzden sıkı çalışıyorum."

Keyifli bir ifadeyle güldü. "Böyle kendinden emin olman gurur verici. Zaten aksi söyleyen bir insan olursa, haddini bildir, sorun olursa ben hallederim."

Aslında bir kadın olarak 'hiç bir zaman bir erkeğin yardımına muhtaç kalmama' konusunda feminist bir yanım vardı. Sonuçta her insan, bir birey olarak işini halledebilirdi.

Ama Suga bunu şöyle bir insan olarak söylüyordu; Ben ne olursa olsun arkandayım, biri laf ederse veya sana sorun çıkartırsa senin yanındayım.

Ben hallederim insanı, en sevdiğim insan tipiydi.

Ne olursa olsun çözümcül ve hakkımı aramamı söylemesi ona daha fazla düşmem için büyük bir etkendi.

Açıkçası bir baba figürüne sahip olmadığımdan sevgililik konusunda iyi kötü ayırımını yapamayacağımı düşündüğüm anlar olmuştu eskiden.

Ama Suga tabi bu tabuların hepsini yıkmıştı.

Bunun sonu gelsin istemiyordum, bu hissettiğim mutluluğun sona ermesini istemiyordum.

Ama dualarım yerine ulaşmadı ve ben bununla ne yazık ki çok kısa bir süre sonra yüzleştim.

•••

1 hafta sonra..

"Kahretsin gene geç kaldım!"

Annemin ziyaret günü gelip çatmıştı ama benim gene aklımdan çıktığı için gitmemiştim ve şimdi hastaneye koşturuyordum.


Bugün yaz yağmurları başlamıştı ve benim yanımda şemsiye olmadığı için ıslanmıştım baya. Neyse ki hava sıcaktı, hızlı kuruyacaktım.


Hastane kapısından nihayet içeri girdiğimde hızlıca annemin olduğu odaya çıkmak için asansöre bindim. Minho doktor beni bugün arayıp özellikle beklediğini bile söylemişti. Son 2 aydır kendisiyle daha pozitif konuşabiliyordum ve terapistim gibi benimle konuşmalarını 40 dakika kadar uzun tutmakta sorun görmüyordu.


İçimde dolan bazı şeyleri ona anlatıp derin bir rahatlama yaşadığım bile olmuştu.

5.kata geldiğimde asansörden indim ve annemin olduğu odaya ilerledim.

"Anne çok özür dilerim-"

Girdiğim odanın boş oluşu yerimde kalıp cümlemi yarıda kesmeme ve kaşlarımı çatmama sebep olmuştu.

Annemin yerini mi değiştirmişlerdi?

Minho doktor böyle bir konuda beni mutlaka haberdar ederdi. Telefonumu çıkardığımda sessizde olduğunu fark ettim. Ayrıca Suga dahil Minsu, Jungkook, Jimin ve Namjoon'dan bir sürü arama vardı.

Kaşlarım iyice çatılırken odadan dışarı çıktım ve Suga'yı aramaya koyuldum. Daha dün birlikteydik ve her şey yolundaydı. Şimdi sorun neydi?-

"Alo? Hye su! Nerdesin?" Koşma sesleri dışında nefese nefese kalmış haliyle telefonu açtığında kalbim sıkıştı.

"Suga neler oluyor, iyi misin?-"

"Beni boş ver! Sen neredesin? Hastaneye gitmedin değil mi?"

Neden bunu sorduğunu anlayamazken koridorda bana doğru gelen Minho doktoru gördüm. "Hastaneye geldim, annemi ziyrate, ne oldu söyleyecek misin sen asıl?-"

"Çık oradan ve beni bekle-"

Birden sesi kesildiğinde telefonu kulağımdan çektim. Telefonum kapanmıştı. Başlarına bir şey mi geldi korkusu bedenimi sararken dediğini yapıp hastanenin önünde onu beklemeye gidecektim. Ama ondan önce Minho doktora annemi hangi odaya koyduklarını sormam lazımdı.

"Hye su.." Yanıma geldiğinde ılımlı sesiyle adımı söyleyen Minho doktora karşı zorakice gülümsedim. Suga beni strese soktuğundan yüz ifademi koruyamuyordum.

Ayrıca Minho doktorun da çehresi neden böyle beyazdı? Bir kaç yıldır benim üzerimde sırdaş ve dinleyici olarak çok emeği geçtiğini hissettiğim doktorun, bu tavırları, az önce Suga'nın endişeli haline benzediğinden kaslarıma bir kramp girmişti bile.

"Minho doktor merhaba, ben annemi odasına bulamadım. Hangi odaya koydunuz?" dedim düşücelerimi sessize almaya çalışarak.

"Hye su.. 2 yıl geçti artık. Buna daha fazla devam edemeyiz. Çok üzgünüm."

Ilımlı sesi hali aynı tonla ilerlerken dediğinden bir gram anlamadığım için düzelen kaşlarım gene çatıldı. "Anlamadım, neye devam edemeyiz? Ve annem nerede?"

Dediklerimi umursamadı. "Şimdi diyeceğim şeye seni hazırlamak için 2 yıl bekledik Hye su. Lütfen sakin kalarak beni bir dinle."

Gözlerim sinirden dolmaya başlıyordu. Neden böyle hızlı yükseldiğimi bilmiyordum ama kendimi tutamıyordum. "Ne saçmalıyorsunuz siz şu an? Ne için beklediniz 2 yıl?! Annem nerede dedim ayrıca?! Hangi odaya koydunuz onu-"

"Annen," dedi Minho doktor lafımı kesip koluma uzanırken. "artık yok Hye su."

Kesilen nefesimle birlikte gözümden hızlıca yaşlar akarken, "N-ne?" dedim ve deli gibi gülerek devam ettim. "Daha 3 hafta önce yanına geldiğimde buradaydı nasıl yok? Transfer mi ettini-"

"Öldü," dedi Minho doktor, kalbime paslı bir hançer sapladı ama bunu görmeden devam etti. "annen çoktan öldü Hye su. Artık kabullenmen gereken aşamaya gelmek zorundasın."

Bütün güç bedenimden çekildiğinde yere düştüm, çıplak dizlerimin üstüne. Nefes alamadım. Sesler kesildi, görüntüler buğulu kaldı.

Kalbimde ki hançer çevrildi çevrildi ve derine girerek ruhuma ulaştı. Ulaştığı gibi, o an ruhumu benden aldı götürdü.

Ama beynimde ki yankılanarak bana eziyet eden o ses, olduğu yerde kalakaldı.

Öldü, benim annem öldü.

...

Bir yerim çok acıyordu.

Neresi olduğunu beynim bana komut vererek bile söyleyemezken, vücudumda bir yerim cayır cayır yanıyor ve bu yangında ben çok acı çekiyordum.

Odamdaydım.

Yerde oturuyordum. 

Saat kaçtı bilmiyordum, eve nasıl gelmiştim bilmiyordum. Üstümü ne ara değiştirmiş ve beyaz bir gecelik giymiştim onu bile hatırlamıyordum.

Sadece tek bir şey önümde aşırı net ve her detayıyla karşımda dikilmiş duruyordu.

Annen öldü Hye su, annen öldü. O çoktan gitti.

Yeniden yerimde titredim ve gözümden bir yaşın daha düşmesine izin verdim. Ağlamaktan artık burnumdan nefes bile alamayacak hale gelmiştim, hoş zaten artık nefes almak aşırı boş ve gereksiz geliyordu.

Uğruna ne savaşlar verdiğiniz insanın bir gün yok olup gitmesi ardından, hala yaşayan birinin de ruhen ölmesi, nasıl tanımlanırsa ben o tanımın beden bulmuş haliydim. İkinci emin olduğum şey şu an buydu.

Mesela artık yaşamak istemiyordum. Ama annemi görmek, ona sarılmak, 3 haftadır onu ziyaret etmediğim için özürler dilemek, ayağına kapanarak nankörlüğümü affetmesini istiyordum.

Minho doktorun daha fazla buna devam edemeyiz lafından ne dediğini bile anlayamamıştım daha ama, annemin cenazesini bile bana göstermeyi çok gördüklerini öğrendiğimden beri kafayı yemek üzereydim.

Belki de yemiştim.

Hastananede kriz geçirerek annemi görmek istediğimde cenazesinin çoktan yakıldığını söylemişlerdi bana. Tozlarla dolu kavanozu verebileceklerini belirtmişlerdi sadece. Komaya girecek kadar büyük bir şok yaşamıştım. Benden habersiz, ona veda bile etmeme izin vermeden annemi yakmışlar mıydı?

Kıyamadığım her ince saç teli, bir küle mi dönmüştü?

Bunun hesabını bana veremeden ben, kriz sonrası bir bayılma geçirmiştim. Hesabım yarım kalmıştı. Benim gibi.

Kabullenemiyordum. Annemin artık olmadığını kabullenemiyordum.

Aynı zamanda pişmanlıktan bileklerimi kesmek üzereydim. Annemi 3 haftadır aksatmıştım. Onun yanına gitmemiştim. Şimdi o artık tamamen benden gitmişti ve bu iğrenç dünyada yapayalnızdım.

"Hye su.."

Yalnızlık düşüncemin üstüne birden kapı arkasından Suga'nın sesini duyduğumda histerikçe güldüm. Doğru ya, benim sevgilim ve arkadaşlarım vardı.

Ama öyleyse neden hala böyle hissediyordum?

Belki de hiç biri gerçekten yanında olmadıklarından?

Bu iğrenç ses benim iç sesim değildi. Tavrı farklıydı, sesi farklıydı ama haksızsız diyecek gücüm bile yoktu.

"Hye su, güzelim...Lütfen kapıyı açar mısın? Beni, bizi çok endişelendiriyorsun.."

Bir pamuk kadar dikkatli ve zararsız sesi artık kulağımı tırmalıyor gibiydi. Kimseyi duymak istemiyordum zaten.

"Çık git," dedim yorgunca, parkeyle ifadesiz bir yüzle bakışırken, "seni ve diğerlerini artık istemiyorum. Hayatımdan defolun hemen."

Sesim kaba değildi hatta bir duygu bile yoktu. Düzdü. Ruhum gitmişti benim, hislerim artık ulaşamayacağım bir yerdeydi.

Kapının önünde ki gölge dediklerimi umursamadan daha da büyüdü. Yere oturmuştu, kapının diğer tarafından.

"Bu dediklerinin acı çektiğinden dolayı istemsizce ağzından çıktığını biliyorum Hye su, o yüzden sen çıkana kadar buradayım. Yanında ayrılmaya niyetim yok. Duydun mu beni?"

Benim aksime tamamen duygu cümbüşüyle dolu sesi kulağıma ulaştığında sessiz kaldım. Ona cevap vermeye mecalim yoktu artık.

"Ayrıca, ne olursa olsun, ne düşünürsen veya yapmak istersen kendini durdur ve de ki; Yalnız değilim, benim bir sevgilim var, beni her şeyden koruyacak. Arkadaşlarım var, her zaman yanımda olacak."

Kaşlarım bu garip cümlesine karşı çatıldı ama gene sustum, Suga ise devam etti.

"Ama Hye su," dedi, ve birden burnunu çekti. Ağlıyor muydu? "seni senden koruyamam. O yüzden lütfen bir daha o şeyi yapmayı düşünme bile. Yalvarıyorum sadece bana geri dön artık. Yemin ederim, geri kalan her şeyi ben halledicem."

Ne saçmalıyorsunuz siz hala ya!? diye bağırmak istedim.

Önce Minho doktor garipçe konuşmuştu, şimdi de Suga. Çektiğim bu ızdırap yetmezmiş gibi birde bunların bulmaca dolu laflarına karşın kanım kaynamaya başlamıştı.

"Defol!" dedim bu sefer bağırarak. "Sesini duymak istemiyorum, diğerlerine de söyle gidin bu evden! Sizin yüzünüzden annemin son anlarında yanına bile olamadım!"

Umursamadı beni, dinlemedi. İlk defa benim laflarıma karşı ilgisiz kaldı.

İstediğim şey onun için bu kadar büyük ve imkansız mıydı? Bu aciz isteğimi yapamayacak kadar düşüncesiz miydi ya da?

"Sen. Çıkana. Kadar. Buradayım."

Sesi netti. O yüzden ona karşı savaşmaya hızlı bir son verdim. Artık ben bitmiştim. Biten biri için bir şeyler yapmak ne kadar anlamsız, o da görecekti.

Orada geçen sessiz dakikalarım, saatler olduğunda zaten açık olan penceremle birlikte parkeden gelen soğukluk ince beyaz elbise türü geceliğimle kalan beni uyuşturdu ve gözlerim giderek kapandı.

Kafam yana düştüğünde artık acım dinmişti.

Ya da sadece ben öyle sanmıştım.

...

Yosun kokusu, deniz dalgası ve..uçurum kenarı.

Gene o lanet olası rüyaya düştüğümü anladığımda, bu sefer hiç uğraş göstermeyip, ağlayan kendimi, gözlerimle etrafa bakarak aramaya koyuldum.

Artık rüyadan çıkmak için bir çaba bile sergilemeyecektim, sadece otomatik olarak burada görmeye alıştığım kendimi aramıştı gözlerim.

Ama yoktu.

Bir kaç saniye içinde karşımda bir adam belirdiğinde bakışlarım oraya döndü ve bu sefer o yüzü net bir şekilde görebildim.

Suga'ydı. Bana bir şeyler anlatıyordu ve o da ağlıyordu ama yüzü gözlerimin önünde olsa da sesi yoktu.

Onun burada ne işi vardı bilmiyordum. Ama sorgulamadım.

Hala bana doğru konuşan ama bir adım dahi atamayan Suga'ya bakarken yüzüme birden güçlü bir rüzgar çarptı. Islak yüzüm bundan dolayı üşümüştü.

Bir dakika...

Islak yüzüm mü?

Ellerimle yüzüme dokunduğumda sırılsıklam olduğunu anladığımda kaşlarım çatıldı.

Ben rüyamda da mı ağlıyor muydum?

Suga'yı es geçerek ileride gözüme kestirdiğim su birikintisine doğru yürüdüm. Beni nedesizce oraya çağırıyormuş gibi hissediyordum.

Vardığım su birikintisiyle oraya eğildim. Ama eğildiğim gibi korkuyla geriye çekilmem bir olmuştu.

Rüyalarımda hep gördüğüm ağlayan kendim, az önce su birikintisinde gördüğüm kişiydi.

Geriye kaçtığım için yere düşen bedenimi kaldırdım ve yeniden su birikintisine eğildim. Ben gerçekten o'ydum. Bakışlarım bedenime döndü. O beyaz elbise üzerimdeydi.

Aklıma bu salise, anında, hep bakmak istediğim ama ne zaman bakmaya çalışsam uyandığım yere döndüm.

Şaşırtıcı şekilde oraya dönmek bana acı vermedi ya da uyanmadım.

Gördüğüm şey bir tabelaydı.

Cheon Uçurumu. Dikkat! Yükseklik 100 metre!

Bana, buradaki kendimin, hep göstermek istediği şey aslında buranın adresiydi...

Kafamda her şey daha net oturduğunda uçuruma doğru döndüm ve histerikçe gülerek karşıya baktım.

"Aylardır," dedim ve ıslak yüzümü sertçe silerek devam ettim. "sonumun bura olacağını bilerek ruhum beni buraya çağırmış."

Kafamı salladım. "Eğer çok istediğin buysa, sana istediğini vereceğim."

Yeniden deli gibi gülmeye devam ettiğimde birden etraf kararmıştı.

...

Sakince gözlerim aralanadı.

Rüyamın aksine burada ki ben ağlamayı çoktan kesmiştim ve yüzüm kuruydu.

Hemen oraya git ve bu işi bitir. Sende kurtul bende.

Yine o ses beynimde yankılandığında itaatkar olmayı seçerek ayaklandım. Artık kendimi yöneten ben değildim. Rüyam benim kaderim için son noktayı koymuştu.

Bu son, benim kaderimdi.

Yerimde ayaklandığım sırada gözlerim karşımda ki daha önce zevkle süslediğim aynaya gitti. Ben farkında bile olmadan rüyamda ki elbiseyi giyiyordum.

Böyle bir elbisem olduğunu bile bilmezken, rüyamda hep görüşüm, bir kere daha duygusuzca gülmeme sebep oldu.

Aynadan gözümü çektim ve saate baktım.

4:47 am.

Hava birazdan aydınlanırdı ve ben annemsiz bir güne daha merhaba demek istemediğim için acele etmeliydim.

Aynen öyle Hye su, Cheon uçurumuna git. Kurtar bizi.

Kafamı salladım. Öyle yapacaktım.

Bir süre sessizce kapıdan dışarıyı dinledim. Ses yoktu, en azından kapımın önünde.

Kapıyı sessizce araladığımda Suga'nın başı önüne düşmüş şekliyle uyuyakaldığını gördüm. Uyuyor olması işime gelirdi, zira beni durdurmaya çalışsaydı sonucu iyi olmazdı.

Kaçmak için ona zarar vermek aklımın hiç uçuk bir köşesinde değildi artık.

Sessizce ve hipnoz olmuşçasına dış kapıya ilerlerken salondan sesler geldiğinde yerimde sindim.

"O siktiğimin doktoruna biraz daha beklemesini demiştik değil mi?! Her şeyi düzeltip, onun ruhunu iyileştirdikten sonra gerçekten olanları ona anlatacaktık. Daha sağlıklı bir şekilde hatırlamasına yardımcı olabilirdik! Ama o ne yaptı? Tam 2 yıllık verdiğim süre bitti, artık buna devam edemeyiz dedi!"

"Jungkook sessiz ol! Hepimiz acı çekiyoruz ama birde bağırmalarınla Hye su'yu iyice tedirgin edeceksin!"

"Bu saatten sonra artık sence bir şey düzelir mi ki böyle diyorsun Jimin? Kurduğumuz bütün sistemin içine, bize bu fikri veren o doktor sıçtı! Ben o adamı gördüğüm ilk yerde mahvedeceğim-"

Daha fazla bu saçma ve anlamadığım sözcüklerle dolu kavgalarına kayıtlı kalmak istemediğimden adımlarımı yeniden harekete geçirdim. Tam kapıyı sessizce açmıştım ki, gözüme kenardaki arabanın anahtarı ilişti. Onu da kapıdan çıkmadan önce almayı es geçmemiştim.

Ayakkabı bile giymeden dışarı çıktığımda kapıyı kapatma ihtiyacı duymadım, umurumda değildi çünkü benim acelem vardı.

Anneme yetişmem lazımdı. Acımı dindirmem lazımdı.

Aşağıya sıralanmış arabalardan hangisinin bu anahtarın sahibi olduğunu bilmediğim için aç tuşuna bastım ve kafamı kaldırıp hangi arabanın yandığına baktım.

Jungkook'un arabasıydı.

Arabam olmasa dahi ehliyetim olduğundan ve Tesla kullandıkları sırada bir çok kez yanların oturduğumdan, nasıl kullanacağıma bildiğim bu araç, beni rüyalarımın ana mekanına götürecekti.

Hiç vakit kaybetmeden haritaya Cheon uçurumunu girdim ve yola koyuldum.

Gaza bas Hye su, sabah olmadan bitirelim bu işi.

Gene itaatkar davranarak gaza bastım. Hız 100'e ulaşmış olsa da durmadım ve boş yollardan geçtim.

Sadece 10 dakika içinde vardığım Cheon Uçurumuna bilmediğim bir hasretle giderken, tam olarak rüyamda gördüğüm yeri bulmaya çalışıyordum.

5 dakika ruhsuzca ayaklarımı sürte sürte yürürken, ayağıma batan taşlar benim canlı olduğumu hissettiren tek şeydi.

En sonunda karşımda ki yüksek yer, yüksek gelen dalga sesi ve yosun kokusuyla, gene biri görse, belki ruh hastası diyeceği şekilde gülümsedim.

Hiç vakit kaybetmeden oraya ilerlerken yanından geçtiğim tanıdık ağacın alt kısmına gözlerim gitmişti. Orada gerçekten J-H-S yazısı var mı diye bakmak istedim.

Vardı. 

Ben buraya daha önce gelmiş miydim yani?

Belki de..hatırlamıyordum sadece. Buranın bana olan hasreti bu yüzdendi sanki. Ne var ki ben bugün bu hasreti, sonsuza kadar burada kalarak bitirmeye gelmiştim.

Adımlarım kimsenin olmadığı çurumun dibine ilerledi.

Dikkatsiz ve korkusuzdu adımlarım. Sona ulaşmak ve bu hayat kabusundan uyanmak için elimi çabuk tutmalıydım.

Durma, adımların durmasın. Hemen kavuş annene hadi!

"Evet, öyle yapmalıyım. Anneme gitmeliyim-"

Arkamdan lastiğin çığlık atarak durduğu bir araba sesi yükseldi. Sonraysa can havliyle koşma sesleri.

"Hye su, dur!"

Kulağıma ulaşan acı dolu ton Suga'dan geliyordu ama ben demiştim ona. Hayatımdan defolun demiştim. Ona bittiğimi belli etmiştim. O kendisi bunu anlamıyorsa bu umurum dışıydı. O yüzden arkaya dönme ihtiyacı bile hissetmedim.. Yürüdüm sadece.

"Hye su!" 

Bu sefer gelen ses Jimin'e aitti. Ağlıyordu. İçinde bulunduğum hemen sona kavuşma arzusu zedelendi ve adımlarım yavaşladı. Neden onun sesiyle böyle oldum bilmiyordum ama kaşlarım çatılmıştı bile..

"Hye su lütfen bunu bize yeniden yapma!"

Kendime engel olamayıp en sonunda arkamı döndüğümde Jimin'le göz göze gelmiştim. Delirmiş gibi, hıçkırarak ağlıyordu. Diğerleriyse onun arkasında durmuş bana bakıyordu.

"Ne diyorsun sen? Neyi yeniden yapmayayım? Bu bulmaca dolu laflarınızdan bıktık usandım artık!"

Aslında arkamı bile dönmeden bu işe bir son vermeliydim ama içimde ki merak bedenimin kontrolünü az çok elime almamı sağlamıştı.

"Bak her şeyi anlatıcaz sana," dedi hıçkırıkları arasından, bana bir adım daha atarak. "ama lütfen gel yanımıza önce."

Kafamı sağ sola salladım ve parmağımı ona doğrulttum. "Bana yaklaşma bu bir! İkincisi...annem gitti benim annem! Bittim ben artık. O yüzden defolun buradan!"

Yeniden arkamı döndüm ve geriye kalan 4-5 adımı tamamlamak için ayağımı öne doğru attım.

O ana kadar çok kararlıydım.

Jimin'in bir kez daha bağırmasına kadar ben, çok kararlıydım.

"Abla!" diye bağırdı bana. "Lütfen beni bir kere daha bırakıp gitme, kardeşin olarak çok pişmanım seni yalnız bıraktığım için. Lütfen...yine gitmeye çalışma!"

BÖLÜM SONU

Beni takip etmeyi unutmayınnnn

OLAYLAR OLAYLAR

Anne acısı er ya da geç dokundu Hye su'muza...

Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir bebelerim

Vote👀🖤


Loading...
0%