Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm

@jeonsexual97

Yeni bölümle hepinize merhabalarrr

ve beni takip etmeyi, kitabımı da arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın pls:')

Satır arası yorumlarınızı bekliyorummmm

Yıldızı doldurup öyle başlasak bölüme=)

O zaman ne yapıyoruz? Sağ ayakla bölüme başlıyoruz👌👌👌👌

Keyifli Okumalarr ❤️

"Hayır yani seni anlayamıyorum Hye Su, eğer sana bahsettiğim işi kabul etsen hayatın çok daha kolay olacak. Ama sen şimdi bunu elininin tersiyle itip garson mu olacaksın?"

Minsu elindeki yastığı patpatlayıp dolgun şekline geri döndürürken homurdandığında, sildiğim camdaki bakışlarımı ona çevirmiştim.

Hafta sonuydu ve biz genel bir temizlik yapmaya karar vermiştik. İki meşgul üniversite öğrencisi olarak sınav dönemlerimiz yaklaşıyordu ve zaten temizlikten çok anlamayan kişiler olduğumuz için temizlik zamanlarını çok aralıklı yapmamaya çalışıyorduk ki ortalık bok götürmesin. Aynı zamanda proje ve ödev arkadaşlarımız sınav dönemlerinden buraya geleceklerdi. Onlara kötü bir imaj sergilersem annem hasta haliyle gelir kulağıma çekerdi.

"Bahsettiğin işi kabul edemem demiştin sana daha önce Minsu neden ısrar ediyorsun anlamıyorum?"

Minsu gözlerini devirdi ve kenarda ki süpürügeyi toplamaya başladı. "Çünkü senin o kafede kazanacağın 10 aylık maaaşı sana o barda 2 ayda eline sayacaklarını biliyorum güzelim. Yani bak sesin çok güzel ve videonu dinlettiğimde sahibi de çok beğendi-"

"Benden habersiz, rızam olmadan dinlettiğin videomdan bahsediyorsun?" dedim kinayeli sesimle.

Bunu takmadan kafasını salladı. "Evet her neyse ondan işte! Ama bak noktayı kaçırıyorsun! Sesin çok özel ve güzel, rap bile yapabiliyorsun ve üstüne üstlük gitar çalmayı da biliyorsun! Söz yazarlığından bahsetmiyorum bile! Seni havada karada kapacak şirketler var ama sen ünlü olmak istemediğini söylüyorsun. E bende sana diyorum ki Death End barda kendi yazdığın şarkılarını söyle. Paraya para demezsin-"

"Minsu," dedim yorgunca. Israrı beni çok yoruyordu ama asla vazgeçmemişti bu inadından. Ayrıca barın isminde meymenet yoktu, birde orada şarkı mı söyleyecektim? Daha neler! "iyiliğimi istediğini biliyorum arkadaşım ama o bar, ünlü bir bar. Her türlü insan, mafya, ceo, eli uzun ne varsa gidiyor. Sıradan ama parası olan insanlarda da dahil."

"Eee?" dedi tek kaşını kaldırıp. "Yani?"

"Yanisi şu," Dudaklarımı yaladım ve nefesimi seslice verdim. "orada bir sapık bana kafayı takabilir ve zengin bir insan olursa benim gibi fakir bir öğrenciyi canı sıkıldığı için bile alt etmesi çantada keklik olur. Ki ben böyle bir derdi alacak ne vakite ne de enerjiye sahibim."

Ki doğruları söylüyordum. Tamam dizilerde ya da kitaplarda o barlarda hayatının aşkını bulan kız çoktu.

Ama gerçek hayat öyle değildi.

Sapık adam etrafı geniş diye sana kafayı takarsa taciz, alıkonulma ve tecavüzün kölesi olurdun. Ben bunları zaten yorgun ruhumla kaldırmazdım ki düşünmem gereken bedenimden önce annem vardı. Eğer başıma bir şey gelirse kim annemi kurtarırdı?

Cevap basitti; Kimse.

"Bak endişeni anlıyorum Hye su ama barın sahibi otoriter sahibi ve dikkatli bir adam. Çalıştırdığı her kadına özel koruma veriyormuş çalışma saatlerinde. Ayrıca güvenlik butonu da veriyor, dışarıda başına müşterileri musallat olursa yardım çağrılarını görmek için. Yani seni geneleve kapatacak bir canavar yok ortada. Biraz rahatlayamaz mısın?"

"Hayır rahatlayamam." dedim konuyu kapatmak istercesine. "Ben o bara gitmiyorum, şarkı da söylemiyorum. Mis gibi güvenli ve gündüz(!) saatlerde çalışabileceğim kafe var. Zaten ilerleryen zamanlarda avansta isteyeceğim. Annemin para sorunu böylelikle kalkacak."

Kafasını sağa sola salladı. "Hata yapıyorsun ama karar senin. Sadece fikrini değiştirdiğinde haber ver sana barın sahibinin numarasını atayım."

"Hala reddetmedin mi?" dedim şokla. Teklif geleli 2 ay oluyordu. Adam beni beklemiyordu değil mi?

"Yani.." dedi ağzında lafı geveleyerek. "Ne hayır dedim ne evet dedim. Zaten şu an şarkıcı eksiği yok ama saat 9-11 arası çok boş kalıyormuş sahne. Seni o yüzden istemişti."

"Adama hemen hayır de Minsu. Birde beni beklettiniz diyip onu başımıza bela mı edelim?" dedim endişeyle. Hala nasıl reddetmezdi? Ben hayır demiştim bir kere!

"Yahu senin içine anneanne mi kaçtı kızım? Ne bu evham? Dünyada ki bütün kötülükler bizi mi bulacak sanki?"

Onun aksine ben böyle konularda rahat olmayı başramıyordum. Ne zaman bu tür şeylerin ihtimali olsa kalbim sıkışıyordu nedensizce. Belki de izlediğim haberlerden dolayıydı ya da annemin durumu..Bilmiyordum ama böyle şeylerin radarına girmek istemiyordum hiç bir zaman.

"Reddet Minsu," Gözlerini kaçırdı ama ben devam ettim. "adamı boş yere bekletme. Benim kararım net ve değişmeyecek."

"Tamam..bakarız."

Mırıldanarak beni onayladığından elimde ki bezle camları silmeye geri döndüm. Kafamda tonlarca hesap dönüyordu ve her şeyi nasıl bir arada idare edeceğim diye dlei gibi planlama yapmaya çalışıyordum.

Elbet tökezleyecektim ve elbet zorluk üstüne zorluk gelecekti. Ancak benim bir hedefim vardı, ulaşmam gereken.

Kurtarmam gereken bir insan vardı.

Annem hatrına hem böyle evhamlı hem de güçlü durmak zorundaydım. Yoksa harabeden farksız olacaktım.

...

Pazartesi günü nihayet gelip çattığında yataktan saat 7'de kalkmıştım.

Öncelikle banyomu yapmış daha sonra yüksek bel gri, yırtık pantalon ve askılı beyaz bir top giydikten sonra üstüme siyah kısa bir kardigan almıştım.

Havalar çok soğuk değildi ama sıcakta değildi. Birde askılı beyaz top giymem kafede uygun olur muydu emin değildim ama önlük giyecektim? Bence bu sorunu çözerdi.

Kahvaltımı da yapmam bittiğinde odama geri dönmüş ve şeftali makyajı yapıp saçıma oldukça düzgün bir topuz haline getirmiş, gün içinde bozulmasın diye saç köpüğü sıkımştım.

Aynada kendime baktığımda abartı veya özensiz bir yanım olmadığına karar verdiğimde saat 9:45 olmuştu bile. Hızlıca çantamı aldım ve içinde ihtiyacım olan her şeyi koyduğuma emin olduktan sonra evden çıktım.

Minsu evde yoktu, onun dersleri gündüz oluyordu benimkilerin aksine, o nedenle ben sonradan çıktığım için kapıyı iki kez kilitlemeyi es geçmemiştim.

Mütevazi olan apartmanımızdan nihayet kendimi dışarı attığımda hızlı adımlarla otobüs durağına ilerledim. Akbilimi yeni doldurmuştum ve Pearl Kafe sadece 20 dakika uzaktaydı evimden.

Yani bugün işler hala yolundaydı. Satranç gibi ilişkimiz olan kaderim, bana karşı henüz hareketini yapmamıştı. Ve umarım yapmazdı. En azından ilk iş günümde bir sorun olsun istemiyordum.

Şaşırtıcı şekilde ben durağa gittiğim gibi gelen otobüsle oyalanmadan bindim ve akbili bastım. Tahmin edileceği üzere oldukça doluydu. Gerçi sabah çok erken değildi ve iş çıkış veya gidiş saatine de denk gelmemişti ancak bu semt kalabalık bir semtti. O nedenle her daim otobüsleri de dolu oluyordu.

Yaklaşık 20 dakika ayakta ve tıkış pıkış geçen yolculuğuma son anda tuşa basıp ineceğimi haber verdiğim durakta bana cennetin kapılarını açarcasına otobüs kapısına açan şöföre içten şükranlarımı sunup otobüsten indim.

Otobüsün tıklım tıklım olması sorun değildi aslında. Asıl sorun aşırı ağır parfüm veya ağır ter kokusunu bütün zerrelerimle hissetmemdi.

Bunu bir tek ben yaşıyor olamazdım bence ama sızlayan burnum bana aksini belli ediyordu sanki.

Kimseyi rahatsız etmemek için kuru deodorant kullanıyordum ve beni iyi idare ediyordu. Ayrıca delindi delinecek denilen ozon tabakasına 'ben masumum' sinyalleri de yollamış olmayı es geçmiyordum.

Kafamda kendimi kendime savunduğum kamu spotu mahkemem bittiğinde Pearl kafesi karşımdaydı. Derin bir nefes alıp verdim ve ağzıma hızlıca naneli bir şeker attım.

Her konuda sorunsuz olmak istiyordum ki patronum benden memnun kalsın ve avans istediğim zaman kabul etsin. Kendisinin daha adını bilmesem de işe kabul edildiğim gün, giydiği kıyafet ve taktığı saat öyle aşırı ucuz bir terzide yaptırılmış durmuyordu.

Yani teorilerime göre kafe dışında başka mal mülkleri mevcuttu.

Hukuk okuyunca insanların mal mülk ve giyiniş tarzını tahmin etmek ne yazık ki üstüme yapışıp kalmıştı.

Kafeden içeriye girdiğimde gözlerimle hızlıca Keyla'yı aradım. Geldiğim gün görmediğim bir iki garson daha vardı ama şu an müşterilere baktıkları için benimle ilgilenen yoktu-

"Hye Su günaydın!"

Bütün sevecenliğiyle birden sol yanımda biten Keyla ile yerimde kısaca sıçrarken o beni korkuttuğu için eğilerek özür dilemeye başlamıştı. Onu durdurup sorun olmadığını belirttim. Ne de olsa böyle mutlu ve enerjik olması onu suçlu yapmazdı.

İçi geçmiş olan bendim.

"Öncelikle sana kıyafet değiştirme ve kişisel eşyalarımızı koyma odamızı göstereyim. Daha sonra da seni çalışan arkadaşlarla tanıştıracağım. Son olarakta menüde ki genelde tercih edilen yiyecekleri de göstermem lazım."

"Neden ki?" dedim merakla.

Elini havaya salladı. "Çünkü buraya gelen gençler fazla ikizler burcu gibi davranıyor. Ne istediklerine karar veremedikleri için bize sorarlar beğenilen yemeğiniz ne diye. Bunları aklında tut ki ne sen zaman kaybet, ne de müşterilerin sana karşı antipati beslesin."

Kafamı bunları bir bir aklıma yazarken salladım.

"O halde hadi odaya geçelim."

Elimden tuttuğu gibi beni önce mutfağa, mutfaktan da kırmızı kapılı odaya soktu. "İşte! Burası dinlenme ve soyunma odası biz çalışanların." Elime hızlıca anahtar tutuşturdu. "Bu 3 numaralı dolap senin. Ayrıca," 3 numaralı açık olan dolaptan gene 3 numaranın yazdığı beyaz bir önlük çıkardı. "bu önlükte senin. Üstünde ki yaka isimlğine adını yazdım ben."

"Tamamdır, teşekkür ederim Keyla." dedim ve girdiğimiz odaya hafifçe bir göz gezdirdim. Yaklaşık 10 tane dolap yan yana diziliydi. Karşı tarafta duvara yaslı, gri ve dolgun bir 3'lü koltuk ve önünde yuvarlak camdan bir masa vardı. Ayrıyeten üstünde WC yazılı bir kapı da çaprazımda bana göz kırpmıştı. Pekala... Işıklandırma ve duvarlar beyaz olduğu için her ne kadar oda büyük olmasa da insanın içi sıkılmıyordu.

"O zaman hızlıca tanıştırma faslını halledelim ve menüyü sana öğreteyim, vardiyana gecikmeden başla."

"Tamam."

...

13:30...

"Yeniden tanıştığımıza memnun oldum Hye Su! Zamanla daha çok kaynaşacağımıza eminim."

Keyla'nın beni 2 saat önce tanıştırdığı Changbin ve Bangchan, öğle arasına çıkarken Bangchan'nın bana kapıdan dediği şeyle hafifçe gülüp masada ki kirli bardakları alacakken durup, onlara el salladım. "Bende memnun oldum! Yarın görüşürüz!"

"Görüşürüz!"

"Güle güle!"

İkisi öğle arasına çıktıklarında boş olan kafede ki kirli bardakları ve tabakları toplamaya devam ettim. Burada tek part time çalışan ben olduğum için herkes öğle arasına çıktığında ben burada kalarak, bulaşıkları kaldırıp, yerleri silecektim. Neyse ki bulaşık yıkamak ve yemek yapmak gibi görevlerim yoktu. Cidden ikisindede iyi değildim. Ama Keyla bana kahve makinasını ve soğuk içeceklerin bir kısmını nasıl yapıldığını göstermişti. Her gün içecek kısmında kendimi biraz daha geliştirmem gerektiğini de belirtmişti-çünkü mutfak görevlileri, içecekleri yapmıyordu, bu baristalık bir nevi garsonların göreviydi-

Tanıştığım Bangchan ve Changbin'de üniversitelerinden mezun olmuşlardı çoktan ve birlikte bir stüdyo açmak istiyorlardı. Yıllarca bir çok işte çalışmışlar ve stüdyo parasını tamamlamaya az kaldığı için bu kafede 3 yıl çalışmaya karar vermiş olduklarını anlatmışlardı. Hem çok zorlu çalışmalarından sonra bu kolay ve yormayan işi yapmak istemişler hem de patron olan Taemin bey-patronumun adını nihayet öğrenmiştim, evet- onlara iyi para veriyormuş.

Sadece part time çalışan olduğum için 650 dolar alıyordum ama tam çalışana benim 2-3 katım kadar verdiklerini tahmin ettiğim için ikna olmuştum burada çalışma nedenlerine.

Eğer anneme okulumu bitirme sözünü vermeseydim tam gün çalışan olmayı bende isterdim. Ama annemi kıramazdım.

Son bulaşığı da kaldırdığımda saat 2 olmuştu bile. Hızlıca ellerimi yıkayıp kasa-barista kısmına ilerledim. Biraz da oranın tezgahını silmem lazımdı. Tozlanmış duruyorlardı. Ve saat ben işimi bitirene kadar 2.30 olurdu sanırım. Zaten ilk iş günüm dertsiz tasasız geçtiği için çok mutluydum. Hem müşteriler de gayet nazik insanlardı. Yemek gelip götürürken veya onlara kahve vb. hazırlarken hiç çirkinleşen olmamıştı biraz bile olsun işimiz uzarsa.

Tezgahı da silmem bittiğinde fazla hareket etmemden kaynaklı olsa gerek sıcak basmıştı. Kafede zaten kimse olmadığı için önlüğümü çıkartıp kenara koydum ve enseme doğru elimi sallayıp hava vermeye çalıştım. Görmemiştim ama burada umarım klima vardır, yoksa yaz ayları ne yapardım bilmiyorum. İlk baharın daha başındaydık diye şu an idare edebilirdim ancak yazın buradan suyum çıkardı eğer klima olmazsa-

Birden kafenin kapısını açıldığını duyduğumda kafamı oraya döndürdüm. İki müşteri gelmişti. Hızlıca önlüğümü giyersem onların karşısında bunu yapmak garip kaçabilir düşüncesi beynimde belirdiği için önlüğü tezgahın üstüne koydum. İki spor giyinimli erkek çoktan önümde bitmişti çoktan.

"Merhaba! Pearl Kafeye hoşgeldiniz! Şu an diğer çalışanlar arada olduğu için sadece içecek sipairşi alıyoruz." dedim. Zaten buraya kadar gelip duvara yaslı televizyonda geçen dijital menüye baktıklarına göre içecek alıp gideceklerdi. "İçecek mi alacaktınız?-"

"İki iced americano, şekersiz." dedi beyaz eşofman takımlı olan çocuk. Kafamı salladım. Lafımı kesip istedikleri şeyi demesi umurumda değildi çünkü o sırada Tanrı'ya ilk öğrendiğim içeceği istedikleri için şükretmiştim. Yapmasını bilmediğim bir içecek isteselerdi rezil olurdum.

"Toplam 9000 won ediyor."

Kırmızı eşofman takımlı çocuk, sistemde çıkan ücreti ona demem ardından LV cüzdanını çıkartıp içinde 50000(!?)wonu (740 tl fln) çıkatıp bana uzattı. Tam alacakken elime değen elimi hafifçe okşayıp, "Üstü kalsın." dedikten sonra gözleri şuursuzca açıkta kalan karnıma kaymıştı. Sırıtmayı de unutmamıştı bütün bunları yaaprken.

Kaderin geciken hamlesi gelmişti işte.

Parayı ondan aldım ve kasaya koyduktan hemen sonra üstüme önlüğümü geçirdim. Gözleriyle beni daha fazla taciz etmesini istemiyordum. Korkmuyor değildim lakin her yerde kamera vardı ve patronum hala üst kattaydı. Bir şey olursa gelirdi hemen.

Üstü kalsın demesine rağmen onun pis parasını bahşiş olarak kabul etmek istemediğim için, "Maalesef bu kadar yüklü bahşiş almıyoruz. Buyrun, 41000 wonunuz." demiştim ama parayı ona uzatmak yerine beyaz eşofmanlıya uzatmıştım.

Kırmızı eşofmanlı çocuk hafifçe güldü. "Nazlı ve gururlu birisin sanırım, sevdim bak bunu."

Hayır senin gibi hücreye kapatılması gereken erkeklerin radarına girmek istemiyorum o kadar.

Hızlıca barista kısmına geçtimve siparişlerini hazırlamaya başladım. Yaklaşık 5 dakika sonra hazır olan içecekleri barista tezgahına koyup, "Siparişleriniz hazır." demiştim düz bir yüz ifadesiyle. Normalde isim sormam gerekiyordu bardaklarına yazmak için ama bunu yapasım gelmemişti çünkü yaparsam her türlü olayı farklı yere çekecek gibi glemişti bu kırmızılı herif.

Hem zaten başka kimse yoktu onlardan başka. Yani sorun olmazdı.

"Bu güzel yüz ve bedenle burada çalışman sence de çok acı değil mi?"

"Abi tamam artık, kes. Kızı rahatsız ediyorsun."

Beyaz eşofman takımlı olan çocuk az önce ki umursamazlığına şaşırtıcı şekilde son verip atarlandığında kırmızılı gözlerini devirip, "İşime karışma demiyor muyum lan ben sana?" demişti.

Pekala, eğer kavga etmeye devam ederlerse elimin gizlice gittiği polisi çağırmak için konulan butona basacaktım.

"Senden boktan işler yapma o zaman amına koyayım!" dedi ve kırmızılıyı ittirdi.

Gözlerim şokla açılırken artık tam polis çağırma butonuna basıyordum ki kafeye birden Keyla giriş yaptı.

"Hye su! İkimize çilekli ve çikolatalı mochi aldım! Sen gitmeden yiyelim hadi!"

Bütün enerjisi az önce ki atmosfer yüzünden kararan kafeyi aydınlattığında önümde ki iki erkek hızlıca Keyla'nın saniyeler önce girdiği kapıdan çıkarak gözden kaybolmuşlardı.

Hızlı atan kalbimi tutarak derin bir nefes aldığımda gözlerim kısa bir süreliğine kapanmıştı. Keyla tam vaktinde gelmişti resmen ve ben şu an Keyla'yı kurtarıcı meleğim diye telefona kaydetmeye karar vermiştim bile.

"Her şey yolunda mı Hye su? Noldu?"

"İyiyim bir şeyim yok, sadece gelen tipler pek..." Nazik bir tabir kullanmak istemiyordum, şerefsizlerdi, al birini vur ötekini denecek kadar da seviyesiz insanlardı demek istiyordum. Lakin ağzı bozuk biri imajı vermek istemiyorum Keyla'ya. "sağlıklı değillerdi. O yüzden tedirgin oldum ama sorun yok."

"Yaa," dedi gerçekten üzgün ve dertli tonda Keyla. "üzgünüm buna ilk günden maruz kaldığın için, keşke daha erken gelseydim. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?"

Ellerimi yok dercesine salladım. "Hayır sorun değil, senin suçun yok. Olan oldu. Ben iyiyim zaten." Gözlerim saate kaydı o sırada. 2:35'ti. Çıkış saatim gelmişti.

"Ben çıkayım artık. Yarın görüşürüz olur mu?" dedim önlüğümü yeniden çıkartırken üstümden. "Mochileri de şimdilik sen ye, ben daha sonra ikimize alırım, o zaman birlikte yeriz."

Keyla birden bana sarıldı. Hem de sıkıca. "Mochileri boşver sen. Ve merak etme artık her şey yolunda ve öyle olmaya devam edecek. Endişelenecek bir şey yok. Yalnız değilsin şu an."

Neden böyle demişti anlamamıştım. Sanırım o erkeklere yalnız maruz kaldığım için beni teselli etmek istemişti kendince. Ona gülümseyip kafamı salladım.

"Teşekkür ederim."

Vedalaşmamız bittiğinde içeriye girip üstüme cardiganımı giydim ve çantamı aldıktan sonra dolabımı kitleyip anahtarı çantama attım. Kafeden çıkmadan önce ellerimi ve yüzümü lavaboda da yıkamayı es geçmemiştim.

Her ne kadar az önce pek bir şey olmasa da kalbim anksiyetemi körükler şekilde hızlı atmaya devam ediyordu. Yüzüme su çarpmak bana iyi geliyordu bu zamanlarda.

Ağır geliyordu bana. Böyle evhamlı olmak, tedirgin olmak yakama yapışmış kalmıştı yıllardır ve bana bu çok ağır geliyordu.

Ne zaman böyle korkak bir insana dönüşmüştüm ben?... Hakkını hep savunan ve lisede dimdik duran kız nereye gitmişti?...

Bunları düşünmeye hızlıca son verdim. Cevapları olmayan ya da cevap vermeye cesareti olmayan beynimi daha fazla zorlamanın manası yoktu ne de olsa.

Tek mantıklı cevap zaten: Dünya kötüydü ve ben büyümüştüm... olurdu herhalde.

BÖLÜM SONU

Biliyorum çok sıradan şeyler yazıyor gibiyim ama aslında öyle değil. Yani size sıkcı gelse de biraz sabredin istiyorum.

Zaten kısa olacak bu kitap o yüzden sizi çok boğmaya niyetim yok.

Diğer bölüm Yoongi beyimiz sahneye giriyorrrr

​Kitappad kullanması zor ama idare etmeye çalışıyorum sksjdkd

Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir bebelerimmmmmmm

VOTE❤️


Loading...
0%