Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Bölüm

@jeonsexual97


Yeni bölümle hepinize merhabalarrr

Satır arası yorumlarınızı bekliyorummmm

Yıldızı doldurup öyle başlasak bölüme?=)

O zaman ne yapıyoruz? Sağ ayakla bölüme başlıyoruz👌👌👌👌

Keyifli Okumalarrr ❤️

Hissettiğim tanıdık soğukluk ve burnuma gelen yosun kokusuyla neden kapalı olduğunu bilmediğim gözlerim aralandığında, ileride beyaz kıyafetleriyle duran bir kadın gördüm.

Deniz kokusunun yanında dalga sesleri de uzaktan gelmiyordu. Sanırım bir uçurum kenarındaydım. Ama gene de denizi tam göremiyordum.

O sırada ileride ki kadına istemsizce yaklaşmaya başladığımda biraz sonra dalgaların sesinin üstüne bir ses daha eklendi.

Kadın ağlıyordu. Hem de deli gibi.

"Noldu?" dedim ona iyice yaklaştığımda. Yüzünü göremiyordum, rüzgar saçını yüzünü doğru estiriyordu. "İyi misiniz?"

Kadın beni duyduğu gibi kafasını bana çevirdiğinde artık görebildiğim yüzle korkuyla geri çekildim.

Ağlayan kadın...bendim?

Hala karşımda ki bana(?) korkuyla bakarken, o kızaran gözleriyle arkama baktı ve eliyle oraya işaret etti.

Neyi işaret ettiğine bakmak için arkamı döndüm..

Birden çalan alarm sesiyle irkilerek gözlerimi araladım ve yatakta hızlıca doğruldum. Kuruyan boğazımın acısını gidermek için kısaca öksürürken, kenarda bıraktığım su şişeme uzandım ve kana kana suyu içtim.

Suyu yerine geri koyduğumda oflayarak yatağa kendimi geri atmıştım.

Gene o salak saçma rüyayı gördüğüme inanmıyordum. Ne güzel kesilmişti bir kaç ay öncesine kadar, şimdi niye yeniden geri dönmüştü zihnime?

Ve garip olan bu rüyayı bin kez görmeme rağmen hala rüyadayken rüyada olduğumu anlayamıyor veya o kadının-yani kendimin- ağlayarak işaret ettiği yere bakamadan uyanıyordum.

Hangi filmi izlemiştim de böyle korkutucu rüyalar görüyordum emin değildim.

Belki yıllar önce izlediğim Halka filminin etkisindeyim çünkü rüyamda Samara'dan farkım yoktu.

Rüyaya çok mana yüklemeyi bıraktım ve yerimde yeniden doğruldum. Güneş gözüme çarparken saate bakmak için telefonuma elim gittiğinde, saatin 7:45 olduğunu görmüştüm.

Alarmımın çalmasına daha 15 dakika olduğu için normalde uykuma geri dönmek istesem de -çünkü prensip meselesiydi, saat 7:56 olsaydı bile gözlerimi kapatır o kalan 4 dakikayı da uyuyarak geçirirdim- gördüğüm rutinleşmiş rüyam uykumu çoktan kaçırmıştı.

"Neyse, bugünlük böyle olsun."

Kendi kendime mırıldandığım gibi ayaklandım ve banyoya ilerledim.

Part time iş günümün 9.günüydü bugün ve ben rutin işlemlerime 15 dakika erken başlamıştım.

Banyo yapmış, lavaboda işlerimi halletmiş, saçımı kurutup mısır örgüsü yapmış ve nude bir makyajla yorgun yüzümü saklamıştım.

Kıyafet giymeye geldiğinde elim kısa süreli sevdiğim kırmızı zincirli askı detayı olan crop topuma gitsede ilk iş günümde yaşadığım şeyden dolayı elimi ondan hızlıca geri çektim.

Ve bugün hava her ne kadar 24 derece olsa da uzun kollu dar beyaz badimi giydim. Altıma da açık mavi bir mom jeans seçip kombinimi tamamladığımda artık hazırdım.

Yarım saat kadar sonra da kahvaltımı yapmam bittiğinde saat henüz 9'a yeni geliyordu.

Herkesin başlayalı yıllar olduğu ama benim daha geçen hafta başladığım The Witcher dizisinde ki kaldığım yerden devam etmeye karar vermiştim. Bir bölüm izler daha sonra da çıkardım.

Öyle de yaptım. 

Ayrıca normalde dizimi izlerken kahvaltımı yapabilirdim ama ingilizcem yoktu ve korece dublajla dinlemek istemiyordum diziyi. Tek bildiğim dil korece olduğu için de yabancı dizileri/filmleri izlerken genelde yemek olarak sadece mısır-kola ikilisi ile tercih ederdim.

Ne cips ne başka bir şey dikkatimi dağıtır ve altyazıyı kaçırmama sebep olurdu.

Dizimde izlediğim son bölüm her ne kadar diğer bölüme merak uyandırıcı şekilde bitse de artık gitme vaktim gelmişti.

Çantamın içine kahvaltı yaparken hazırladığım öğlen yemeğimi de koyduğuma emin olduktan sonra evden çıkmıştım. Normalde 2.30'da çıktığım için öğlen yemeğine gerek yoktu ama bugün ki Anayasa Hukuku ve Medeni Usulleri dersim biraz zordu. Genel olarak, hukukun diğer alanlarına göre çok daha soyut oldukları için en zoruydu diyebilirim.

Çünkü büyük ölçüde bir dizi kişisel faktöre bağlıydı. Anayasalarda bulunan bazı maddelerin belirli vakalarda nasıl değişebileceğini de belirtince işler karmakarışık bir hal alıyordu.

O yüzden dersin pdf'inde bulunan vakaları kafeden çıkıp üniversite kütüphanesine giderek çalışacaktım. Daha sonra da o vakaları yorumlayıp/not çıkarıp hoca anlattığında daha çok fikir sahibi olabilecektim.

Hocamız dersin zorluğundan dolayı bize elinden geldiğince yardımcı oluyordu ama bunu yüzüne asla söylemeyeceğimi bilsem dahi; kendisi bazen yeterli değildi.

Baya büyük araştırma yapmam gerekiyordu haliyle. Ve vicdanımı bu konuda susturmak zorundaydım. Vakalarda sadece realistlik ve kanıtsallık konuşurdu. Vicdan o mahkeme salonunda sadece ruh halinde dolaşırdı.

Bunu, benim gibi vicdanı daha ozon tabakasına zarar vermemek için kuru deodorant kullanan bir insanın nasıl başaracağını sorarsanız...cevap henüz bende de yoktu ama cevabı olan bir şey vardı elimde. O da; gelecekte kendimi sadece savcı olarak görebilidiğimdi.

Özellikle kadınların sesi olmak istiyordum. Erkek düşmanı değildim ama feministtim.

Daha sevdiği crop top'u yeniden gözlü tacize uğrar korkusu yüzünden giyemeyen korkak bir feminst olsam da bu böyleydi.

Zor durumda kalan bütün kore vatandaşı kadınlara el uzatmak istiyordum. Sırf zengin veya iyi halden sebeple, benim bulunacağım mahkemeye gelen suçlu hiç bir erkeği beraat ettirmeme sözüm vardı kendime.

Ne zaman başarırdım ya da başarabilir miydim savcı olmayı bilemezdim tabi, ancak ben sebepleri yerine getirip kaderimi yönetmek istiyordum bütün gücümle.

Ve bazı suskun ya da susturulmuş kadınların sesi olmak.

•••

"Pearl Kafe'ye yeniden bekleriz!"

"Teşekkürler."

Öğle arasına girmeye 5 dakika kala son müşteriyi de yüzümdeki artık zoraki koyduğum tebessümümle yolladığımda derin bir nefes verip barista kısmında olan yüksek tabureye oturdum.

Cidden gülümsemek yemek getirmekten daha zordu. Yüz kaslarımı incitmiş bile olabilirdim! Ayrıca bugün sadece ben ve Keyla olacaktı kafede. O da arasına erken başlamıştı, o yüzden tektim.

Bir süre orada oturup soluklanırken gözüme kasa yerine bıraktığım mavi not defterim çarptı.

İkinci haftaya girmiştim kafede çalışmada ve bence gayet iyi gidiyordum. O nedenle hesap kitap yaparak annemin hemen sağlığına kavuşması için para çizelgesi düzenlemeye çalışıyordum. Bana gelen paraların giriş çıkışları ve yüklü avans almak için zaman kollama süreleri.

Aynı zamanda avans alamazsam bankaya başvuru için yapmam gereken açıklama ve öne sürmem gereken işim gibi.

Elim bu düşünceler beynime dolduğu için defterime yeniden gidecekti ki birden kapının üst kısmına asılı zilin sesi boş kafeyi doldurdu.

Müşterinin geldiğini anlamamla hızlıca ayaklanıp müşteriye daha bakmadan kasiyer başına geçtim.

Ve kafamı kasiyer kısmına geçtiğim gibi kaldırdığımda gelen müşteri çoktan kasa önüne varmıştı.

Anında çarpışan gözlerimizle bedenim, bugün sıcak olan havaya rağmen diken diken olan tüylerim yüzünden üşürken, çehreme taktığım sahte gülümseme düşmek üzereydi. Bu beklenmedik elektrik çarpmış hissiyatı yaydığı aurodan mı kaynaklanıyordu acaba?

Simsiyah giyili bu müşteri, kaf dağı kadar soğuk olan gözlerini bir süre gözlerimde oyalandırdı. Başında da siyah şapkası vardı ve yüzünde gene siyah bir maske mevcuttu.

Acaba ünlü falan mıydı? Bu gizemli haller de neyin nesiydi?

Daha fazla bu saçma atmosfere maruz kalmak istemediğim için, "Merhaba!" dedim ve boğazımı temizleyerek devam ettim. "Ne alırsınız?"

"Bir tane, büyük boy americano. Tamamen şekersiz ve 3 shot espressolu. Ekstra sıcak olsun."

Dediklerini hızlıca sisteme girip çıkan ödemeyi söyledim. "7000 won. Kart mı yoksa nakit mi ödeyeceksiniz."

"Kartla."

Tok sesiyle kısa bir cevap verdiğinde kafamı sallayıp ona temassız pos cihazını uzattım. Kıyafetleri gibi olan siyah(!) kartını posa bastırdı ve onay sesi çıktığında geri çekti. Çıkan minik fişi ona uzattıktan sonra en büyük boy bardağı ve tükenmez kalemi elime alıp yeniden müşteriye baktım.

"Adınız nedir?"

Durdu. Bir süre öylece, dediğim şey sanki kabir sorusuymuş gibi duraksadı. Hatta dumura bile uğradı diyebilirdim. Ayy, cidden ünlü müydü yoksa?

Gerçi..sadece adını istemiştin yani, canını değil! diyen dobra iç sesime hak verirken o birden maskesini indirdi ve dudaklarını araladı.

"Suga." dedi zorakice ve maskesini geri taktı.

Suga diye bir kore ismi hiç duymadığım için kaşlarım kalkasada çok takmadan hızlıca karton bardağa adını yazdım.

Bu arada demeden geçemeyecektim ama solgun gözaltı ve dudaklarına rağmen oldukça efsunlu bir yüzü vardı. Yakışıklı mıydı? Standartlara göre hayır. Normaldi.

Ama bana göre yakışıklı mıydı? Evet.

"Tamamdır, 5 dakikaya kahveniz hazır olur. Dilerseniz bir masada oturup bekleyebilirsiniz."

Beni kafasıyla onayladı ve cam kenarı olan en ücra köşedeki masaya yöneldi ve oraya oturdu. Daha sonra maskesini çıkardı ve dışarıyı izlemeye başladı. Hmm, yani ünlü değildi, böyle rahat maskesini indirdiğine göre. O zaman belki de hastaydı ve bir insanla temas halindeyken maske kullanıyordu.

Bu düşünce daha çok aklıma yatmıştı ki başka bir sebebi varsa da çok şaşırmazdım. Kore gibi standartların delirdiği bir ülkedeydik. Kim bilir ne için takıyordu, bu iki saydığım ihtimal değilse eğer takma nedeni.

Dikkatlice ve aklımda teorilerimle kahveyi yapmam bittiğinde hızlıca karton bardağa koyup kapağını kapattım. Bulunduğum içecek hazırlama yerinden çıktığım gibi Suga adlı müşteriye ilerledim.

"Kahveniz-" diyerek tam ona bardağa verecektim ki lanet kader benden ne kadar nefret ettiğini daha farklı şekilde göstermeye karar vererek ayaklarımı birbirine doladı.

Ve ben yere kapaklandım. 

Elimde ki sıcak kahveyi, müşterinin GUCCİ yazılı ve 1000 dolardan aşağı olmadığına emin olduğum VE üst giyimine inat bembeyaz seçtiği ayakkabısının üstüne boca ettim.

"İyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu?"

Müşterim Suga(?) benim yere düşmemden ve ayakkabısını mahvetmemden hemen sonra hızlıca ayaklanıp yanıma endişeyle çöktüğünde, daha bir şey diyemeden belimden tuttuğu gibi beni oturur hale getirmişti.

Ama benim derdim çok daha farklıydı.

"Tanrım!" dedim mahcupça. Muhtemelen bu kısa hengamede ayakkabısının içine sıçtığımın farkında değildi yoksa şu an beni yerden kaldırmaz yüzüme tükürürdü. "Lütfen bağışlayın, ayağım kaydı. Ben hemen yeniden kahvenizi yapacağım ama ayakkabınız mahvoldu-"

"Dur-dur bir saniye! Bırak kahveyi ayakkabıyı, dökülmüş sıcak kahveden dolayı elin kızarmış, buz var mı?"

Elimi yaktığımı onun demesine kadar fark bile etmezken sızlama hissi şu saniye beynime ulaşmış olmalıydı. Gene de bence benim elim önemli falan değildi! Ayakkabısı için iki ay çalışıp bütün paramı versem anca yeterdi!

"E-elim önemli değil, olan ayakkabınıza oldu. Ben..ben cidden çok üzgünüm."

Yerde oturur haldeyken dizlerimin üstünde durdum. Belki merhamet eder ve 1000 dolar yerine yarısını ödememi kabul ederdi. Ne de olsa sadece bir ayakkabısı mahvolmuştu. Diğer teki beyaz beyaz duruyordu ayağında?

"Ne kadarsa ayakkabınız muhtemelen sadece yarısını ödeyebilirim-"

"Sen şu an ne yapıyorsun?" dedi şokla ve yüzünde sanki biraz sinirde vardı.

"Şey ayakkabınız-"

"Başlatma ayakkabıya! Elin yanmış burada gidip ayakkabının derdine mi düşeceğim? İnsanlar her zaman daha önemli değil mi? Ayrıca bana böyle dizlerinin üstünde hitap etme."

Dedikleriyle neye uğradığımı şaşırırken beni ayağa kaldırdı ve barista kısmına ilerletti. Orada soğuk içecekler için bulunan buz kutusundan bir buz çıkartıp beni oturduğu masaya geri götürdü.

Oraya oturttuktan sonra elime buzu gezdirmeye başlamıştı bile.

Kendime gelmeyi daha yeni başardığımda elimi elinden çektim ve buzu alıp kendim tutmaya başladım. İyi bir insan olduğu az önceki dediklerinden belliydi ama bu elimi tutma hakkını ona vermezdi.

"Teşekkür ederim bu ince düşünceliğiniz için ama," dedim ve aklıma takılan soruyu sordum. "elinizi koymuş gibi o buz kutusunun orada olduğunu nasıl bildiniz?"

Yüzünde mimik oynamadı. "İnsani yardım için bana teşekkür etme. Ayrıca ben daha önce burada çalıştım. Oradan biliyorum."

Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Böyle zengin olduğu belli olan birinin, bu tür bir kafede çalışmış olması cidden garipti. Ama işte insan geldiği yeri de unutamıyordu. Buraya böylegeri geldiğine göre..

"Anladım." dedim kısaca.

Yaklaşık 15 dakika buzun, elimde tamamen su olup erimesine kadar bekledi. Hemde karşımda oturarak. Buz artık yok olduğu sırada ona yeniden kahve yapmayı planlamaya başlamıştım kafamda. O sırada onun gözleri 15 dakikadır hiç benden ayrılmazken birden camdan dışarıya kaydı ve düzleşen kaşlarıyla hızlıca ayaklandı.

Ne gördü de böyle oldu merakıyla cama baktım. Aynı onun gibi giyinen biri eliyle gel işareti yapıyordu. Sanırım arkadaşıydı.

"Eline bir tane daha buz koy mutlaka. Ayrıca," çıkışa varana kadar dediklerinin üstüne kapıyı açıp çıkmadan hemen önce ekleme yaptı. "kimse için diz çökme. Ne sen bu kadar değersizsin ne de insanlar buna değecek kadar değerli. Tecrübeli tavsiyesi."

Yaptığı edebiyattan(?) sonra çıkıp gitmişti.

Gözlerimle, arkadaşının yanına varıp daha sonra da birlikte siyah range rover'a binmelerine kadar takip etmem bittiğinde masadan kalkmıştım.

"Ne değişik bir insandı be." dediğim sırada tam elimi yıkamak için banyoya ilerleyecekken onun oturduğu tarafta bir şey parladı.

Bakışlarım oraya döndüğünde gördüğüm bileklikle eğilip bilekliği aldım ve camdan dışarı baktım. Çoktan gitmişlerdi.

Merakla bilekliği incelemeye başladım, kafamı geri eğip. Nasıl olsa yokluğunu fark edip geri gelirdi herhalde?

Siyah, beyaz ve kırmızı taşlarla süslenmiş bileklik çok zarifti. Ayrıca bilekliğin ortasında bir Q harfi vardı. Pahalı bir şeye benzemiyordu ama böyle parlak kaldığına göre saf gümüşten yapıldığı belliydi.

Hala bilekliği incelerken içeriye gene birinin geldiğini bildiren zille kafam oraya döndü.

Keyla'ydı. Ve hızlıca bana ilerliyordu, elinde salladığı gazeteyle.

Kaşlarım çatılırken Keyla aniden, "Hye Su ne olduğuna asla inanmayacaksın!" dedi bağırarak.

"Noldu-" diyemeden de elime tuttuğu gazeteyi tutuşturup bir yeri işaret etmişti bile.

Gösterdiği haberi okumaya başladığımda çatılan kaşlarım düştü ve ağzım aralandı.

Bana ilk iş günümde rahatsız dakikalar yaşatan o ikili kaza yapmıştı ve ikisinin de kollarından ağır yaralandıkları belirtiliyordu. Bunu habere koyma sebepleri de ikisinin ünlü bir Ceo'nun öz ve üvey oğlu olmasından kaynaklanıyordu.

"Cidden," demiştim o an mırıldanarak. Gözlerim bilekliğe de kısa süreli kaymıştı. "kader öyle bir ağ ki, bir bela yaşasan dahi adaleti yerine getirmeyi biliyor."

Sözlü ve gözle rahatsızca süzülme tacizine uğramıştım. Bugünse bunu yapanların nasıl belasını bulduklarını okumuş ve Suga adlı düşünceli bir müşteriyle karşılaşmıştım.

Sanırım benim için hala bir umut vardı.

BÖLÜM SONU

Teoriler var mı hiç aklınızda oluşan?

Yoksa bile sorun değil çünkü bu kitabın sonuna kadar hep bir gizem olacak sjsjsj

Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir bebelerim =)

Vote❤️


Loading...
0%