Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.Bölüm

@jeonsexual97

Yeni bölümle hepinize merhabalarrr

Satır arası yorumlarınızı bekliyorummmm

Yıldızı doldurup öyle başlasak bölüme=)

O zaman ne yapıyoruz? Sağ ayakla bölüme başlıyoruz👌👌👌👌

Keyifli Okumalarrr ❤️

Hastaneleri oldum olası sevmezdim.

Küçükken havale geçirecek halde olsam dahi anneme yalvarır beni o kötü kokulu ve beyaz duvarlarına rağmen basık binaya götürmemesini isterdim.

Ne var ki bunu bazen başarmış bazen de başaramamıştım.

Ancak şu an annemin peruk olan ama bana bile oldukça gerçekçi gelen saçlarını taradıktan sonra sakince örerken hastane ikinci evim olduğunu bana resmen haykırıyordu.


"Kızım işinden çıktıktan sonra okula gitmek veya dinlenmek yerine gene buraya geldin. Kendimi artık sana yük olmak dışında bir amacım yokmuş gibi hissediyorum."


Yorgun haliyle, neredeyse her geldiğimde söylediği şeyi tekrarladığında örme işlemini bitirip önüne geçtim. Ellerini sıkıca tuttuğumda hemen karşılık vermişti. Annem hep böyle bir insan olmuştu, insanlara yük olmaya korkan ama ben ona hala bir şeyi anlatamıyordum.


Anneme bir şey olursa ve bu dünyadan benden koparsa, hayata karşı verdiğim her savaşı kaybederdim. Delirirdim, yaşamak istemezdim. Bu düşünce ile anında gözümü kararıyor ve beynimde korkunç ağrılar oluşuyordu, gerçeği olsa ne halde olacağımı tahmin etmiyordu mu cidden?


"Anne," dedim tok sesimle. "sen gidersen ben biterim. Bunu sana daha kaç kere açıklamam lazım? Yalvarıyorum artık bana böyle şeyler söyleme. Görmüyor musun senin yaşaman için ne kadar çabaladığımı?"


Annemin gözleri hızlıca doldu. Gözünde ki o acıma, hüzün ve pişmanlık hissi gene yer edinmişti. Neden bu kadar umutsuzdu ve neden bu kadar gitmek istiyor anlayamıyordum. O iyileşince her şey çok güzel olacaktı işte? Bunu göremiyor muydu?


"Kızım..." Saçlarımı okşadı tuttuğum elini benimkinden çekip. "İnan bana ben gittiğimde seni bu hayata bağlayacak biri veya bir şey olacak. Asıl sen beni kendi dünyanın merkezi yapmayı bırakman lazım. Görmüyor musun? Benden yana umut yok...-"


"Hayır var." Sert çıkışımla lafını keserken sinirlerim iyice gerilmişti. Son zamanlarda sadece onu bırakmam gerektiğini söyleyip duruyordu ama bu olmayacaktı. Ben asla ama asla annemi kurtarmaktan vazgeçmeyecektim. "Seni ne pahasına olursa olsun kurtaracağım. Tamam mı?"


Bir şey demedi. Ama onun bu emir verircesine söylediğim soruyu kabul etmediğini anlayabiliyordum. En çok canımı yakan da buydu! O istemediği sürece hastane köşelerde sürünmeye devam edecektik. "Neden kurtulmayı bu kadar istemiyorsun anne?"


Dolan gözlerinden bir yaş düştü. "Çünkü beni zaten kaybettin. Bunu farkına var istiyorum."


Kızgın bir şekilde hah'ladım. "Gözümün önünde kanlı canlı dururken bunu demen fazla ironik anne. Bak hastasın ve bu psikoljik olarak ölmeyi kabullenme durumundan kurtulamadığını biliyorum ama bunlar sana söz veriyorum; geçecek." Parmağımla kendimi işaret ettim. "Çalışkan kızın kafede çalışıyor, ünversite okuyor ve senin masraflarını karşılamak için çabalıyor! Tanrı bu çabamı karşılıksız bırakmaz anne."


Kafasını sağ sola salladı. "Sadece anlayacağın günün gelmesini bekleyeceğim," Yükselmeme rağmen o hala durgundu. Yüzümden az önce düşen elini yeniden koydu yanağıma ve nazikçe okşadı. "ve o zaman bil ki bunların suçlusu sen olmayacaksın kızım."


Gözlerimi devirdim. Gerçekten ne desem boştu.


Yerimde ayaklandım ve çantama ilerleyip kavradığım gibi anneme döndüm. "Ben okula gideceğim şimdi. Yarın vaktim kalırsa geleceğim, olmadı iki gün sonra ziyaret saatlerinde gelirim. Yemeğini yemeyi ve ilaçlarını düzenli almayı unutma. Hemşireler bunu yapıyor biliyorum ama ben gene de söylüyorum."


"Tamam."


Yanına yeniden yaklaşıp başını öptüm ve gülümsedim. "Seni seviyorum anne, görüşürüz."


"Güle güle bebeğim."


Odasından dışarı çıktığımda birden karşımda beliren doktor Minho ile kısa süreli irkildim.


"Pardon, korkuttum mu?" dedi mahcupça. Elimi sorun yok dercesine havaya salladım ve sonra selamlama amaçlı eğilip kalktım. "Merhaba."


Kafasını salladı. "Sana da merhaba."


Bir süre öylece kaldık ama onun bana bir şey demek istediği açıktı. Kalbime anında giren ağrılarla, "Bir sorun mu var?" dedim çekinerek.


"Her şeyin üst üste geldiğini biliyorum ama yapacak bir şeyim yok, bana da bugün haberi geldi." Böyle laf uzatamalarına asla gelemiyordum, ankiyetimi resmen tetiklemişti bile!


"Nedir o?"


Minho doktor dertli bir nefes verdi ve anlını ovdu sıkıntıyla. "Annen için kullandığımız ilaçları değiştirmemiz gerekti. Daha doğrusu zorundaydık diyebilirim. Ancak devlet bu ilaçları karşılamayı kabul etmiyor."


"N-ne kadar?"


"2000 dolar."


Ağzımda atan kalbimle gözlerimi kırpıştırdım.


Sıçtığımın devleti, benim hasta anneme verecek 2000 doları yoktu öyle mi? Bu nasıl bir vicdansızlıktı tanrı aşkına?!


"Ne kadar sürem var?" dedim güçlü durmaya çalışarak.


"Bir aylık süre verdiler."


Gözlerim büyüdü şokla. "O kadar parayı bir ayda nasıl bulacağım ben? Ve...eğer bir ayda ilaç parasını bulamazsam ne olur?"


Ellerini, üzerinde ki doktor önlüğünde ki ceplere koydu ve düşünmeye başladı sanırım seçenekleri. Onu bile bıktırmıştım bu bitmek bilmeyen parasızlığımla muhtemelen. Adamın insanlara acıma kotasının yüzde 99'unu ben kaplıyordum hiç şüphesiz.


"Eski ilaçlarla devam ederiz ama bu ona dümdüz serum vermekten farksız olur artık." dediğinde iyice köşeye sıkışmış hissetim..


Sessizce kafamı salladım sadece. "Anladım, teşekkür ederim. İyi günler."


"Hye su artık gerçeği kabullensen-"


Annemle biraz önce yaşadığım muhabbeti özellikle bu duyduklarımdan sonra birde Minho doktordan dinlemeyecektim. Arkama bile bakmadan çıkışa ilerledim. Oradan da üniversiteme giden otobüs durağına yürümüştüm derin derin nefesler alarak.


Tamam, daha korkunç bir şey de gelebilirdi değil mi? Artık sonuca varamadık diyebilirdi, anneni hastaneden çıkarıyoruz, diyebilirdi. Ama sorun sadece 2000 dolarcıktı şu an.


Tabi o cık kısmı asla olayı sevimleştirmiyordu. Lakin kendime sevimli göstermekten başka çarem var mıydı?


Yoktu. Yoksa oturduğum otobüs durağında ciğerimi söke söke ağlayacaktım ki bu, ne acımasız kore halkının-devletinin, ne de vakit kaybedecek olan benim işime gelmezdi.


Ama sinirliydim. Hem de çok sinirliydim. Güya zengin ve dizilerde harika gösterilen ülkemizin 25000 eurosu annemin iyileşmesi için yok muydu yani? Hadi o parayı geçtim, 2000 dolar bazılarının sakız parasıydı sakız!


Benim yemeden içmeden iki ay çalışsam dahi elde edemeyeceğim bir para oluşu koyuyordu.


Otobüsüm ruhumda kopan fırtınaları daha dindiremeden geldiğinde, hızlıca binip akbilimi bastım ve en arka koltuklara ilerleyip cam kenarına oturdum. Biraz durgun müzik dinleyip sakinleşmem lazımdı.


Gireceğim dersten anlamadan çıkarsam vizeler ve finaller yeni sorunlarım olurdu ve ruhum daha fazlasını kaldırmazdı.

...

Büyük uğraşlar vererek dinlediğim dersimden sonra her ne kadar geç olsa da kütüphaneye gidip orada ders pdf'in tekrarını yapıp, özetini çıkarmıştım.


Daha sonra aklıma gelen bazı ilhamlardan ötürü, eski püskü, nereden aldığımı asla hatırlamadığım, hatta içinde yazılan bazı şarkıları bile ne ara yazdığımı bilmediğim siyah deri kaplma olan şarkı defterimi çıkartıp ilhamamı oraya dökmeye başladım.

Her yer mi karanlık yoksa ben mi gözlerimi kapattım?

Herkes mi kötü yoksa ben mi hassaslaştım?

İnsanların iyi olacak dediği her şeyi kaybettim.

Yaşamak artık sadece omuzlarımda bir ağırlık, gözlerimi kırpmak bile kalbime sancı veriyor.

Geçmişi özlediğim her an, geleceğe dair umudumu kaybediyorum.

Lütfen gel ve kurtar beni.

Lütfen gel ve çıkar beni.

Çünkü yalnız ve karanlık olmaktan korkan ben, artık karanlığın ve yalnızlığın ta kendisi olmak üzere.

Güneş ısıtmıyor, gölgeler yanına çağrıyor.

Aynaya baktığımda gördüğüm yabancı benden nefret ediyor.

Lütfen gel ve kurtar beni.

Lütfen gel ve çıkar beni.

Çünkü kendi isteğimle geldiğim bu uçurum kenarında sallanırken, gözlerim aslında seni arıyor.

Gel..gel ve tut beni.

"Çok mu karanlık yazdım acaba ya?" dedim son mısrayı da yazdığımda. Aslında arada böyle depresif şarkılar yazardım ama bu çok içten olduğu için sanırım daha karanlık olmuştu. Umutsuzluk uğramak için lüksümün olmadığı bir kapı olsa da yıllardır ruhumun ışıkları kapalıydı ve bunu sanırım buraya biraz fazla yansıtmıştım.


"Aman her neyse. Sanki biri dinleyecek. Kendim çalıp kendim dinliyorum." diyerek olayı büyütmedim. Zaten aklımda çoktan yazdığım mısralara koyacağım gitar notaları belirmişti. O notaların bazılarını mısraların üstlerine yazarken çalan zil sesiyle durdum. Kütüphane gece yarısı 12 olduğunda bu zili çalıyordu. Bir nevi biz inek öğrencilere evinize defolun veletler mesajıydı.


Uyarı yemek istemediğim için oldukça seri bir şekilde hareket ederek eşyalarımı toparlamam bittiğinde kütüphaneden çıkmıştım.


Bu saatte otobüse binmek istemesem dahi ne yürüyecek halim vardı ne de taksiye para verecek bütçem. O nedenle karanlık sokakta durağa ilerlemeye başlamıştım.


Hava gece yarısı olmasından kaynaklı soğuduğu için duraksayıp koluma astığım ceketimi giyecekken birden az önce geçtiğim sokaktan teneke sesi geldiğinde kaşlarımı çatıp bakışlarımı oraya çevirdim.


Şu an bulunduğum sokakta kimse yok diyemezdim ama o insanlarla aramda baya mesafe vardı ve iki dakika öncesine kadar o sokakta bir silüet görmemiştim.


Ancak bu sefer mantıklı davranmayı seçtim ve yoluma baktım. O karanlık sokakta olan kişi veya hayvan(!) her neyse orada takılmaya devam edebilirdi. Ben 3.sayfa haberlerine konu olamayacak kadar dertlere sahip bir insandım.

...

"Bu devletin eli cidden armut topluyor olmalı. 2000 doları verememek ne?"

Minsu giydiği mavi kalpli pijama takımı ve dağınık topuz yaptığı sarı saçlarıyla karşımda sinirle söylenip önünde ki çekirdeği çitlemeye devam ederken, bu çocuksu siniri beni kısaca gülümsetmişti. Ona cevap vermeyi geciktirmeden kahvemden yudum almam bittiğinde omuz silktim. "Bu evreyi geçtim ben bir kaç saat önce. Kabullenme kısmındaydım. O nedenle yarın patronumdan 2000 dolar kadar avans isteyeceğim."

Minsu gözlerini beni onaylamaz şekilde devirdi. "Hiç bir kafe patronu, o kadar parayı dan diye çalışanına vermez Hye su. Ama," Memnunca sırıttı. "eğer benim teklifimi kabul edersen bir günde o parayı elde edersin."


Bu sefer ben gözlerimi devirdim. Bu kız, güya bu konuyu kapatmıştı.


"Minsu, benim hayır diyerek dilimde tüy bitti ama senin duyduğum hayır cevaplarına karşı arsızlığın bitmedi be arkadaşım."


"Ya bak, ben senin iyiliğini istemesem bu kadar ısrar eder miyim? Kafe bir çözüm değil! Bunu sen de yakında göreceksin ama ben erken görüp erken yol alman için sana yardımcı olmaya çalışıyorum!" Her zaman ki klasik savunma mekanizmasını açtığında hafifçe güldüm.

Cidden bu hayatta bana böyle masumca yardım etmek isteyen tek insanın teklifini hep reddettiğim için aslında kötü hissetmesi gereken bendim ancak cidden korkuyordum. Nedensizce o bar da başıma bir şey gelecek gibi düşünceler beynime doluşuyordu.


Bu tehlikeyi almak istemiyordum. Yoksa ne kadar müşkül durumda olduğum ortadaydı.


"Hye su," dedi birden Minsu. Sessizliğime karşı ciddi bir duruş sergilediğinde istemsizce yerimde dikleştim."bu sana cidden son teklifim. Eğer buna da hayır dersen bir daha bunun konusunu açmayacağım. Ama fikrini değiştirirsen diye sana 1 hafta da vereceğim. Eğer olurda bir hafta içinde sen bana gelmezsen, bu evde o barın adı bir daha açılmaz."


Koltuğa kafamı yaslayıp, "Anlaştık." dedim mırıldanarak. Nihayet bu bar işi bir hafta sonra hayatımdan çıkıp gidiyordu. Aklımın daha fazla bulanmayacak oluşu iyi olurdu zaten.


"Bu arada," dedim. "Bursum yattı benim. Onu çekip kira parasını yatıracağım bu hafta. Haberin olsun."


"Ay hatırlattığın iyi oldu, ben de su ve elektriği yatırayım. Parayı bölüp hesaplarımıza atarız."

Kafamı salladım. "Olur."

Evimiz büyük değildi ama kendisine 500 dolar veriyorduk her şey dahil. İki öğrenci olmasak bu parayı asla toplayamazdım, o nedenle Minsu'ya ayrı müteşekkirdim. Benim gibi derdi tasası bitmeyen ve sonu nereye varacağı belli olmayan bir kızla tanışıp hemen ayrı eve taşınmayı kabul ettiği için.

"O zaman yatalım artık. Saat 2 oldu. Sen gene 8'de kalakacaksın ama benim 6'da uyanmam gerek!" diyerek sitem edercesine yerinde ayaklanan Minsu ile ben de yerimde ayaklanmıştım. Etrafta ki dağınıklığı toparlayıp bulaşıkları makineye, çöpleri de çöpe attıktan sonra odalarımıza çekilmiştik.


Ben odamda yatağa geçtiğimde elim her zamanki gibi kırmızı defterime gitti. Planladığım para işlemlerine farklı stratejiler arayarak farklılık katmaya çalışmıştım. Ancak hiç bir stratejim 10 ayın sonunda istediğim paraya ulaşmıyordu.


Sanırım ciddili 3 işte çalışma işini düşünmeye başlamlıydım. Nasıl yapardım, yapabilir miydim bilmiyordum ancak online çalışarak para kazanma işlemlerine kadar başvuracak gibi durduğum ufaktan kesin görünüyordu.


Ama şu an en yakın heedefim 2000 doları bulmaktı ki bunu işe gittiğimde patronumla konuşarak halletmeye çalışacaktım.

Umarım iyi bir dönüş alırdım.

...

Girdiğim kafede büyük bir telaş vardı.

Ne Keyla ne diğerleri varlığımı fark etmeksizin etrafı toparlıyor, süpüyor veya siliyordu.


Evet çoğunlukla fark edilmeyen bir insan olduğumu biliyordum ama burada olaylar farklı olmalıydı. Mesela kafede tek bir müşteri bile yoktu ki sabah kahvaltı için gelen müşteriler olurdu.


Ben bir şeyi mi kaçırmıştım?


"Hah! Hye su, geldin mi kızım. Harika." diyerek anında dibimde biten patronum daha onu selamlayamadan başladığı sözlerine devam etmişti. "Hemen eline bir camsil ve bez alıp camları silmeye başla, daha sonra da barista tezgahlarında ki kahve kalıntılarını halletmelisin."


Bu telaşı hala anlamadığım için dudaklarımı aralayıp, "Merhaba, tabii. Ama bu telaşın sebebi ne?" diye merakla konuşmuştum.


"Buraya bir zamanlar sıklıkla gelen müşterimiz yarın ki doğum günü partisini burada yapmaya karar vermiş ve beni daha yeni haberdar etti. O nedenle hemen temizlik yapılıp ortalık iyice toplanmalı. Bu yüzden senden yarın cumartesi olsa bile gelmeni isteyecektim. Eleman eksikliğiyle yarın ki curcunayı yönetemeyiz."


Hılzıca yaptığı açıklama ile onu gene onaylarken aklımda olan avansı her ne kadar yeri ve zamanı olmasa da söylemeye karar vermiştim.


"Şey patron," dedim tam arkasını dönüp gidecekken. Durup bana bakmıştı. "odanızda 5 dakika özel konuşsak? Sonra hemen iş başı yaparım."

"Tamam ama çok sürmesin."

Beni onaylaması ardından hissettiğim mutlulukla onun yanında odasına ilerlerlemeye başladım. O sırada kafamda cümleleri ayarlıyordum. Sakince e üslubumu koruyarak derdimi anlatacaktım. Kendisi iyi bir patrondu ve beni anlar diye düşünüyordum.


Odasına vardığımızda, "Geç kızım." dedi ve ilk benim içeri girmemden sonra kendisi de girip kapıyı kapattı. Acele etmeden koltuğuna oturduğunda ellerini masaya koymuş bir halde bana bakmaya başlamıştı.


"Dinliyorum."


Boğazımı temizleyip ellerimi önde birleştirdim ve kafamı dikleştirdim.


"Patron," dedim sakin ama ciddi sesimle. "hasta bir annem var. Kendisi pankreas kanseri ve aslında işe girmemin asıl sebebi kendisi ve şu an ekstra bir ilaç parası çıktı. O yüzden sizden avans istemek istiyordum."

Onun da yüzü üzgün ve ciddi bir hal arasında gidip gelirken, "Geçmiş olsun kızım, bilmiyordum. Senin adına üzüldüm." demişti.

Zorakice gülümsedim. "Teşekkürler."

"Avans kısmına geçersek..ne kadar lazım sana?"

"2000 dolar kadar." Sesim sonlara doğru kısıldığında patronumun gözleri sonuna kadar açılmıştı.

"Hye su," dedi kafasını sağ sola sallarken. "benden 500-600 dolar istesen anlarım ve maaşından keserek konuyu kapatırım derdim ama 2000 dolar çok fazla. Ayrıca takdir edersin ki sen çalışmaya başlayalı sadece 2 hafta oldu. Tam güven ve tecrübe köprüsü aramızda oturmadı bile. Böyle bir miktarı ödeyemem. Söz konusu bile olamaz."

Omuzlarım duyduklarım karşısında düşerken, "Haftasonları da çalışırım ve her ay maaşımdan kesersiniz, lütfen-" demeye çalışmıştım ama elini kaldırıp beni durdurdu.


"İnan bana annen için üzüldüm ama benim yapabileceğim bir şey yok kızım."

Çehreme sert bir tokat gibi çarpan cümlelerden sonra daha fazla yüzsüzleşmenin manası yoktu. El mahkum, "Peki, dinlediğiniz için teşekkür ederim gene de."" dedikten sonra eğilip odasından çıktım.

Belli olmuştu. Haftasonları da çalışmaya başlayıp bana bu ayın sonunda en 1000 dolar kazandıracak bir yer bulmalıydım. Nasıl olacağını ise pazar günü çıkıp işi arayarak görecek gibi duruyordum.

Asık suratımla ayaklarımı sürte sürte barista kısmına geldiğimde Keyla beni nihayet fark etmiş olmalı ki terli ve yorgun gözükmesine rağmen bana enerjik bir selam vermişti.

Ruhsuzca, "Merhaba." demiştim karşılık olarak. Modumun düşük olduğunu saniyesinde fark ettiği için neyim olduğunu sorsa da geçiştirip barista tezgahını silmeye başladım.

O da bunun üstünde çok durmadı ve konuyu başka yere çekerek, "Var ya gelecek olan çocuk ve arkadaşları deli zengin tipler ayrıca doğum günü çocuğu aşırı yakışıklı. Ve garip gelecek biliyorum, ben de yeni düşündükçe fark ettim ama...senin fiziki olarak erkek versiyonun gibi."

Bu saçma iltifata karşı istemsizce güldüm. "Ünlü falanlar mı?"

Kafasını sağ sola salladı. "Hayır, sadece zengin ve yakışıklılar. Ayrıca gelecek kızların da taş gibi olacağına eminim."

İşte bu muhabbetteki konular umurumda bile değildi. Onların anneleri hasta olsa değil 24 saat, 4 saat bile sürmezdi tedaviyi evlerine(!) kadar getirmeleri, değil mi?

Ama bu depresif ve karanlık düşüncelerimi kenara atıp Keyla'ya ayak uymayı seçtim. Onu da kendimle boğmanın manası yoktu.

"Peki neymiş doğum günü olan kişinin adı?" dedim muhabbeti ilgimi çekiyormuş gibi yaparcasına.

Keyla mutlulukla, "Jimin," dedi. "Park Jimin."

BÖLÜM SONU

Bal böceğim Jimin'de sahalara giriş yapıyor.

diğer bölüm olayların pimi çekiliyorrr

Mini bilgilendirme: bu kitap idol kurgusu değildir=)

ve evet o şarkı cümleleri bana ait bir yerden almadım sjhsj sadece ilham olarak bir iki şarkıyı kullanmış olabilirim Suga'ya ait olan ama ben yazdım jhfujdfj

Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir.

Vote❤️🫦

Loading...
0%