Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.Bölüm

@jeonsexual97

Yeni bölümle hepinize merhabalarrr

Satır arası yorumlarınızı bekliyorummmm

Yıldızı doldurup öyle başlasak bölüme=)

O zaman ne yapıyoruz? Sağ ayakla bölüme başlıyoruz👌👌👌👌

Keyifli Okumalarrr ❤️

Bir gün nezarethanede ki soğukluğun nasıl bir his olduğunu derinden ve acımasızca tadacağımı biri demiş olsaydı ona inanmaz, hukuk okuduğumdan dolayı bildiğim milleti kandırma/kandırmaya çalışma kanunları gereği dava bile açardım.

Şimdi neredeydim peki ben?

Polisin benim lafımı dinlemeden hem kira parama el koyup, hem de onca insan içinde kelepçe taktıkan sonra koyduğu o nezarethanenin içindeydim. Ve şaşılmayacağı üzere; Yapayalnızdım.

Beynim durumu hala algılayamıyordu. Bu duruma kaşla göz arasında nasıl gelmiştim, bilmiyordum. Soğuk bedenimi üşütüyordu ama yüzüm tepkisiz, öylece gri ve pis olan betonla bakışıyordum. Hayata karşı verdiğim her savaşı kaybettiğim yetmiyormuş gibi birde bu iftira olayı çıkmıştı başıma.


Ve bu aciz durumda aklımda sadece annem vardı. Karşı da asılı olan saat sabah 5:30'u gösteriyordu. Yani çoktan sabah olmuştu ve ben 6 saattir burada olmama rağmen bir gram uykum olmamıştı. Zaten nasıl uyuyacaktım ki?


Aslında ağlamam ve olanlara deli gibi inkar etmem gerekiyordu dün hocama karşı yaptığım gibi. Ancak etki etmeyeceğini bildiğim için yorgun bedenimi daha fazla yoramazdım. Ah, ayrıca parasına olan güvenmeyi seçen bir polis karakolundan çokta ümitli olmaya gerek yoktu.


Aynı zamanda ben cidden masumdum, kamera kayıtları mevcuttu. Sadece o zengin züppelere hizmet etmiştim. Ve her ne kadar zor durumda kalsam dahi kimsenin pis parasına kalmamıştım ve kalamazdım da. Annemi ya da kendimi çaldığım paralarla memnun etmek aklımın ucuna bir kez olsun gelmemişti.


Aslında belki de gelmeliydi. Mesela bu olayda ben iftiraya maruz kalmıştım ama bu iftiradan sonra solumda ki şeytan keşke çalsaydın, o züppelerin bir yüzüğü eksilse ruhları duymaz ama senin 10000 won'un çalınsa bir hafta üzgün dolaşırdın, onların hak ettiği mutluluk senin hak etmediğin bir günah değil sonuçta demişti.


Biliyorum biliyorum nezarethanede kafam karman çorman olduğu için bu düşüncelerin saçma salak olduğunun farkındaydım. Gene de susmuş ve şeytanımı saatlerce dinlemiştim. Hak vererek.


Bulunduğuma nezarethanenin kapısı açıldığında ruhsuzca o tarafa doğru baktım. Müşterim Suga(Yoongi?) ve Park Jimin, beni içeri sokan polisle görünüşüme girmişti.


İkisinin de gözlerinde ki endişe ve kızarıklık bütün gece burada kaldıklarını kanıtlıyordu. Ama benim anlamadığım; ben derdim niye onları germişti? Park Jimin'in doğum günü partisinin içine sıçılmıştı resmen ve beni tanımıyorlardı bile. Melek olduklarını da asla düşünmediğim için bu halleri cidden garip gelmişti.

Ya da varlıklarını inkar ettiğin iyi insanları yakından görmek seni rahatsız ediyor?

Kapa çeneni iç ses.

"Kang Hye Su... kamera kayıtları elimize ulaştı. Suçsuz olduğun kanıtlandı, artık serbestsiniz. Yanlış ihbar için kusura bakmayın." İfadesiz sesiyle açıklama yapan polis, aslında beni bununla bütün gece uğraştırdığın için sen özür dilemelisin havasını verirken nezarethanenin kapısını açtı.


Tutulan belimin ağrısını -çünkü yatağı olamayan oturak taş gibiydi- belli etmeden ayaklandım ve ellerimi çırpıp sessizliğimi korurken nezarethaneden çıktım. Benim kendimden de, insanlıktan da umudum tükendiği için şu an da buradan çıktığım için sevinme belirtisi ya da ben demiştim! gibi sözleri sarf etmekle uğraşamayacaktım.


Jimin hızlıca yanıma gelip kolumu tuttu ve bana eğildi o sırada. "Hye su, iyi misin? Yüzün ve ellerin bembeyaz olmuş. Bak ben çok özür dilerim, inan seni daha önce çıkartmak için çok uğraştık ama prosedür uzadı ve kamera kayıtları çok geç geldi. Yora hakkında da...böyle olacağını bilseydim-"


"Ne yani, içeri girmemi siz mi planladınız Jimin bey?"


Oldukça duygusuz ama ciddiyet de barındırmayan sesimle sorduğum soruyla Park Jimin'in gözleri dumura uğrarcasına açıldı. Bu sözlerimi ciddiye aldığı anlamına geliyordu. Oysa benim amacım; neden o sürtük yerine kendisi benden özür diliyor anlamak istiyordum.


Gözlerim bıkkınla kapatıp açtım ve nefesimi verdim seslice. O sırada ondan bir adım uzaklaşıp elinin kolumdan düşmesini sağlamıştım. "Bakın Jimin bey," dedim ve sahtece gülümsedim. O sırada Yoongi beyle göz göze gelmiştim. O sadece bütün vücudumu kontrol edip sessizliğini koruyordu. "neden bütün gece partinizi mahveden kişinin dışarı çıkması için uğraştığınızı bilmiyorum ve inanın nedeni ilgimi çekmiyor. Ama teşekkür ederim. Ancak..." Nefesimi düzenledim ve kabalaşmak isteyen yanımı hala zar zor zapt ederken devam ettim. "şu an aşırı yorgunum ve mümkünse bir daha ne o iftiracı arkadaşınızı ne de bana bu kötü anıları hatırlatacak sizi," İkisini işaret ettim. "görmek istiyorum. O yüzden izninizle."


Son cümlemden sonra ikiside yerinde kasılırken onları es geçip o boğucu odadan dışarı çıktım. Belki de çok ağır konuşup hıncımı onlardan çıkarttığım için bu kadar kasılmışlardı ve belki de kasılmakta haklılardı. Ne de olsa bütün gece -nedenini anlamadığım şekilde- suçsuzluğu kanıtlansın diye uğraştıkları yabancı garson kız, onlara sizi görmek istemiyorum demişti.


Lakin dediğim gibi; şu an umurumda olan tek şey gidip dinlenmekti.


Ki ben zaten bu ucuz iftiradan kurtulacağımı biliyordum? Kamera kayıtları vardı, o partide kimse öyle yüklü bir parayı siyah kartına koymak yerine cebinde taşımazdı. Bütün mantık hataları vardı olayda. Peki ne olmuştu? Polisler beni en başta dinlemeyi reddedip, o zengin züppe kokoşunun pahalı kıyafetlerine ve pırlantada takılarına bakarak bunlara sahip olmayan beni yargılamayı seçmişlerdi.


Ve ben sadece kadınların sesi olmak için savcı olmak istemediğimi nezarethanede karar vermiştim.

Böyle kendini bir şey sanan zenginlerin de haddini vermek için savcı ololacaktım.

Karakolda imza verdikten sonra eşyalarım ve param(!) bana teslim edildikten sonra işim bittiğinde, karakol bahçesine çıkmıştım ki karşımda birden Keyla beliriverdi ve bana sıkıca sarıldı. Vücudu çok soğuktu, sanırım o da beni sabah kadar beklemişti. "Hye su! İyi misin güzelim?! Ben çok üzgünüm k-keşke bir şey yapabilseydim ama kimse ne bizi ne de Jimin'i dinledi!"

O da bana bu duymayı istemediğim açıklamaları yapmaya başlayacakken ellerimle kollarını tutup Keyla'yı durdurdum. "Keyla!" dedim. "Sakin ol! Ben iyiyim, merak etme. Sadece gidip uyumak istiyorum. Daha ders çalışmam lazım. Ve hemen pazartesi iş başı yapacağım için eşya da atmalıyım."


İfadesizce açıklama yaparken son dediğim şeyle Keyla'nın bakışları değişti ve, "Hye su.." dedi kısılan sesiyle. Yüzüm ilk kez bir duygu hissetmemden ötürü değişirken, "Noldu?" demiştim.

"Patron..seni işten çıkardı."

Ne?

Beynime sıçradığını hissettiğim kan ve elim ayağımın korkuyla titremeye başlaması iyi değildi. Ben daha dün gece çok yıkılmıştım. Yeni bir yenilgi için çok erkendi!


Sakin olmaya çalışırken, "N-neden? Suçsuz olduğum belli oldu işte?" demiştim ama vücudum gibi korkuyla titreyen sesim, beni çoktan ele vermişti.


"Benden annesi için para istiyor ama kira parası bu kadar yüklü bir miktar nasıl olabilir, ayrıca dün gece yaşanan olay kafenin imajına zarar verdi, daha fazla zarar görmesini istemiyorum kafenin, çıkışını yapacağım ve iki haftalık maaşını da hesabına yatıracağım..dedi."


Oldukça mahçup ve bana resmen acıyarak yaptığı açıklamayı dinledikten sonra bedenimden geçen ürperti ve donmuş kalmış halimden çıkartan şey; ağladığımı fark etmemden dolayıydı.


Keyla'yı orada öylece bırakıp arkamı döndüm ve bana seslenmesini umursamadan bulunduğumuz yerden uzaklaşamaya başladım. Nereye gittiğim önemli değildi, yeter ki kendimi kaybettiğim zaman yanımda biri olup daha fazla bana acımasındı.

Çünkü ben kaldırmakta zorlandığım ne varsa dibine kadar yaşarken, insanların bana acıyan gözlerle bakmasından bıkmıştım.

Nefes nefese, sessizce akan gözyaşlarım yüzümden boğazıma doğru ilerlerken karşımda gördüğüm han nehriyle adımlarım yavaşlamıştı. Hala nefes almakta zorluk çeksemde ağlayışım durgundu, şimdilik.


Bir kaç kişi köpeğini yürüyüşe çıkartmış, bazıları da spor yaparken gözüme kestirdiğim ilerde ki kayalıkların olduğu yerde kimsenin bu saatte henüz uğramadığını görmemle kendimi tabiri caizse oraya attım.

Ve artık tamamen yalnızdım.

Arkasına sakladığım kayalığa yavaşça çöküp artık içimde biriken ve ertelemeyi kaçış sandığım hıçkırıklarımı dışarıya bıraktığımda artık o insanların aciz Kang Hye su olmuştum tam olarak. Gene de kendimi tutamamıştım.


"Neden bunlar hep benim başıma geliyor?" dedim hıçkırıklarım arasında sessizce. Ağlayışlarımın değilde isyanımı biri duyarsa daha fazla utanacağım düşüncesinden düşük tonda konuşmam bile ağlayışlarımı arttırırken, tek isteğim, her zaman ki gibi insanların beni umursamadan yollarına bakmasıydı.

Ve ben de hem ağlayıp, hem neyi yanlış yaptığımı şu hayatta, hem de annemi artık nasıl kurtaracağımı düşünmem gerekmişti. Ah, ayrıca lanet hocaların gözünden süzülüp mezun olmam gerekiyordu ve ben başladığım yere her zaman ki gibi geri dönmüştüm.

Umutsuzluk çalamayacağım bir kapıydı benim demiştim. O halde kaderim neden ısrarle beni oraya sürüklüyordu? Neden ensemde ki nefesi biraz olsun çekilmiyordu? Ben geçmiş hayatımda vatan haini miydin? Ya da bu hayatta kime ne yanlış yapmıştım da annem için çabaladığım her an bütün seçeneklerim ellerimden kayıp gidiyordu?


"Tanrı'm," dedim hala bağıra çağıra ağlarken. "annemi neden yanına bu kadar erken almak istiyorsun? Görmüyor musun, ben o olmadan yaşayamam? Onun dışında kimsem kalmadı, bari bırakta o benimle kalsın biraz..yalvarırım."


İsyanlarımı ve acizliğimi açıkça gösterip orada belki 20-30 dakika ağladım. Ve eminim buradan geçen insanlarda bunu duydu. Ve dönüp iyi misin diye bakmadı veya yanıma gelmedi. Böyle umduğum için kalbim kırılmamalıydı ama ben gerizekalı bir aciz olduğum biraz da buna ağladım.


Güneş ufuktan artık tamamen doğduğunda insan seseri ve köpek sesleri artmaya başlamıştı. Seul'de hayat başlamış olmalıydı, beni umutlarım teker teker ölürken birileri yeni bir güne merhaba diyordu bile..


Ağlarken titrediğini hissettiğim telefonumun yine titremeye başlamasıyla gene görmezden gelip yerimde ayaklandım. Tıkalı burnum, ıslak göz kirpiklerim ve kızarmış gözlerim benim ağladığımı yeterince haykırırken kayalıkta saklandığım yerden tam çıkıyordum ki ayağıma takılan bir şeyle bakışlarım yere indi.

Beyaz bir poşetti.

Az önce bunun burada olmadığına emindim.

Burnumu çekip kolumla iyice yüzümü sildikten sonra yere eğilip poşeti aldım ve merakla içine baktım.

En sevdiğim markanın beyaz çikolatası, limonlu soğuk çay, nane aromalı mendil ve bir not vardı.

Notu poşetten çıkarırken etrafa hızlı bir bakış attım. Herkes kendi dünyasındaydı ve bu poşeti arayan biri yok gibiydi. O nedenle çok beklemeden elimdeki notu araladım.

Yaşam ne kadar zor olursa olsun, yanında biri elbet bir gün olacaktır, ayrıca bittiğini sandığın ümitlerin varlıklarını yeniden gözden geçir. Fark etmediğin ve genelde en minik ama bazen en etkili olan ümit hala orada sen, bekliyor olabilir. Ağlamanı duydum diye bırakıyorum bunu, rahatsız edilemek istemezsin diye eline vermedim. Unutma, ne olursa olsun hayat devam ediyor. Hayatın, devam ediyor.

Yüzüme istemsizce yerleşen buruk tebessümle kafamı kaldırıp belki de hala etraftadır bunu koyan kişi diye gözlerimi gezdirdim. O sırada dudaklarımı oyantıp, "Teşekkür ederim." demeyi atlamamıştım. Çekindiği için yanıma gelmese de, bu yabancıya ne kadar müteşşekkir olduğumu bilmesini istedim.

Bir kaç saniye sonra yazdığı notta ki ikinci cümleye değdi bakışlarım. Ve beynimde çarpan şimşekler bana o son ümidi fark ettirdi.


Bunca zaman bir aptal gibi bu umuttan kaçmak zaman kaybıydı, sıradan yollar deneyerek bir yere varamazdım ben, bunu anlamıştım.

Hızlıca telefonumu alıp beni 50.kez arayan Minsu'nun aramasını cevapladım. Zaten ben de onu arayacaktım.

"Alo-"

"Hye su! Nihayet açtın telefonu! Kızım aklımı kaçırıyordum aklımı! Telefonu açmadın, mesajlarıma bakmadın, kafeye gittim kapalıydı, polise gittim 24 saat geçmeden yetişkin birisini arayamayız dedi! Korkudan az daha kayıp ilanları veren sarışın kadının programını arayacaktım! Öldüm öldüm dirildim burada!-"

Minsu ağlayarak ve Eminem'e taş çıkartacak şekilde hızlıca konuşuğ benim hakkında ki endişelerini sıralarken, önce açıklama yapmam gerektiğini bildiğim halde dayanamayıp direk konuya girdim.

"Söyle o bar sahibine, teklifini kabul ediyorum. Sözleşmeyi ya da artık işe alınma prosedürü neyse onu konuşmaya giderim yarın. Tamam mı?"

"Kızım sen kafanı taşa mı vurdun? Sana az önce saydıklarıma cevap vermek yerine ne anlatıyorsun sen bana!?"

"Artık kadere karşı kaybetmeyeceğimi anlatıyorum Minsu, temiz veya kirli insanların bulunmasını umursamadığım bir yer, bana kaybettirmeyecek ve annemi kurtaracaksa, benim o zaman kazanan taraf olacağımı anlatıyorum."

Öylede olacaktı. Ben artık oyunu kurallarına göre oynayacaktım.

BÖLÜM SONU

sizce bar sahibi nasil biridir?

kızımız bundan sonra neler yapacak? başarılı olacak mı?

yoongi ve jimin üzümlü keklerim iyilikleri başlarına kakıldı resmen sdjfhsdf ama kız haklı şimdi

bundan sonra bu üçlü sizce bir daha bir araya gelir mi?

Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir bebelerimm

VOTE❤️👀


Loading...
0%