
İyi okumalar :)
Bir süre önce - Anlatıcı bakış açısı
“Regulus sakin olmak zorundasın.” diyen Remus’u hiç de duymuşa benzemiyordu genç oğlan. Hâlâ hızını hiç kesmeden yoldaşlık karargâhının salonunda volta atıp duruyordu. Bir yandan da dudaklarından endişe yüklü sözcükler dökülüyordu. Knockturn yolunda kalmasının yarardan çok zarar getireceğini söyleyip zorla onu da buraya sürüklediklerinden beri aynıydı durumu.
“Hepsi benim hatam. Eğer ben olmasaydım Zoe asla ölüm yiyenlerin eline düşmezdi... Mahvettim, onun hayatını mahvetti-“
“REGULUS!” diyen Sirius kardeşini kolundan kavrayıp durdurmuştu. Ardından da “Şu anda yaşadığın hiçbir pişmanlık zamanı geriye alıp olayları değiştiremez. Remus haklı sakin olmak zorundasın.” dedi
Abisinin dediklerine karşı başını şiddetle iki yana salladı genç Black oğlanı. “Anlamıyorsun Sirius, sen onların neler yapabileceğini bilmiyorsun! Onlar tutsaklarına sizin gibi davranmazlar. Aklınızın hayalinizin almayacağı şeyler yaptıklarına daha önce kendi gözlerimle şahit oldum ben...” Sanki daha fazla gücü kalmamış gibi en yakındaki koltuğa yığılıverdi en sonunda.
Kardeşinin oturduğu tekli koltuğun önüne çömeldi Sirius da. “Soğukkanlı olmalıyız Reg. Hızlı hareket edip Zoe’yi bir an önce kurtarmalıyız. Şu anda elimizden yalnızca bu gelir.”
Bu sefer Sirius’u başını sallayarak onayladı genç Black oğlanı. Yüzünü ovuşturup derin bir nefes aldı. Ardından da lafa girdi. “Ölüm Yiyenler’in karargahını bu zamana kadar bulamamış olmanızın bir sebebi var. Onlarda sizinki gibi sabit bir yer yok, genellikle ayda bir değişiyor. Bazen deniz kenarındaki bir malikane bazen de ormanın içindeki taştan bir bina oluyor bu yer. Ben ayrılmadan önce konuştuklarını hatırlıyorum, bir haftaya yeri değişecekti üssün. Bu da demek oluyor ki benim karargah olarak bildiğim yer artık yalnızca işe yaramaz terkedilmiş bir alandan ibaret…”
Bunun üstüne “Peki yenisinin yerini tahmin edebilmen mümkün mü, sonuçta eskiden sen de onlardan biriydin?” sorusu kayan gözlüğünü işaret parmağı ile tekrardan burnun tepesine ittiren James’ten geldi. Düşünmeye gerek bile duymayan Regulus direkt yanıtladı onu. “Hayır bu tahmin edilebilecek bir şey değil. Tamam, ıssız ve büyük yerleri seçtiklerini biliyorum fakat bu bizi bir adım bile ileri götürmez. Karargah yalnızca İngiltere sınırları içerisinde olmuyordu, tüm Dünya’da herhangi bir yerde olabiliyordu. Mesela bir keresinde Belçika’daydı, ayrıca Almanya’da da ve de iki kere de Fransa’da oldu. Yani kendi başımıza yerini bulamayız, bu samanlıkta iğne aramaktan daha beter olur.”
James’in, yanındaki Lily lafa giren sıradaki kişi oldu. Kızıl cadının karnı henüz belirgin olmasa da bir eli oradaydı. Büyük ihtimalle farkında olmadan yaptığı bir refleksti. “O zaman önceliğimiz bize karargahlarının yerini söyleyebilecek birini bulmak olmalı. Mantıken Ölüm Yiyenler’in hepsi yerini biliyor olmalı. Birini bulup sorgulasak yerini öğrenemez miyiz?”
Kollarını kavuşturmuş bir şekilde kapıya yaslı duran Moody’den geldi ilk tepki. “Ölüm yiyenler de biri onları bulup sorgulasın diye hazırda bekliyordu zaten. Yıllardır uğraşıyoruz ama bulabildiğimiz kişiler toplasan anca bir düzine eder.”
Adama ters bir cevap vermemek adına kendini zorlayan Regulus bir sonraki söylediğinden sonra kesinlikle sessiz kalamayacaktı zaten.
Kaşlarını çatan Moody “Hem siz de biliyorsunuz bir muggle-doğumluyu çok uzun süre yaşatmazlar. Ayrıca ondan alacakları kritik bilgileri düşünecek olursak mantıklı olan zamanımızı önlemler almak için kullanmak olur. Yapamayacağımız bir kurtarma operasyonu yerine karargahımızın etrafındaki koruma ve gizleme büyülerini güçlendirmeliyiz. Ayrıca en son belirlediğimiz operasyon planlarını da öğrendiklerini varsayıp tekrardan düzenlemeliyiz.” dedi.
Regulus hangi ara ayağa kalktığını ya da aradaki mesafeyi katettiğini bilmiyordu. Tek bildiği karşısındaki adamın Zoe’nin ihanet ettiğini ima ettiğiydi ve de kurtulamayacağını…
Moody oldukça tetikte bir kişiliği ve de eğitimi olmasına rağmen genç Black oğlanının gelip de boğazına yapışacağını tahmin edememişti. Fark ettiğinde ise engellemek için çok geçti.
Gözü dönmüş Regulus’un sesi beklediğinin aksine yüksek değildi. Zor dizginlediği bir öfkenin ve hiddettin etkisini gösterdiği keskin ve tehditkardı. “Birincisi Zoe bir hain değil… O sırf büyücülük dünyasının iyiliği için kendi yaşamından vazgeçmiş biri. Gençliğini hiç düşünmeden feda etmiş biri. Yaşından büyük sorumluluklar omzuna yüklenmiş biri…”
Sirius ve Remus genç oğlanın kenetlediği ellerini boğazından çekmeye çalışan Moody’e yardım ediyordu lakin çabaları nafileydi. Regulus’un parmakları ne bir santim gevşiyordu ne de abisinin dediklerini duyuyordu. Sanki transtaydı.
“İkincisi Zoe kurtulacak. Sahip olduğum her şeyi vermem de gerekse, ölüm yiyenlerin karargahını ateşe vermem de gerekse onu kurtaracağım… Zoe’nin yaşamayı hak ettiği upuzun, mutlu ve huzurlu bir hayat var. Ben bunun için gereken her şeyi yapacağım ve siz de bana yardım edeceksiniz çünkü siz iyilik timsali yoldaşlıksınız, Dumbledore’un kanatsız meleklerisiniz. Bunu yapmak zorundasınız…”
Sıkılı dişleri ile bitirdiği konuşma ile kendine geliyor gibiydi genç oğlan. “Regulus yeter!” diyerek kolunu geri çeken abisine direnmedi ve tutuşunu gevşetti. Elleri adamın boğazından ayrılmış olsa da parmaklarının izi hâlâ oradaydı, bir süre daha da orada kalacak gibiydi.
Sirius kardeşini uzaklaştırıp temin kalktığı yere geri oturturken Remus da önündeki adama sordu. “Moody iyi misin, bir şifacı çağırabiliriz istersen?”
Kısa süreli bir öksürük krizinin ardından konuşan Moody’nin sesi hırıltılıydı. “Gerekmez, ben iyiyim.”
Adamın bunu hak ettiğine dair bir şey dememek için dudağını ısırdı James. Ortamı daha fazla germenin hiçbir yararı olmazdı. Genellikle mantıksal işleri Remus’a bırakmış olsa da bu sefer kendisi de aklını dinlemeliydi. Yanında oturan Lily onun bu çabasını fark etmiş gibiydi. Destek vermek ve de gurur duyduğunu belli etmek amacıyla elini tutup sıkmıştı. Kenetlenen ellerine bakan gözlüklü oğlan içindeki öfkeyi tamamen dizginledi.
Ortamı düzeltmek adına ilk adımı atan Frank Longbottom oldu. “Zoe’yi hain olarak görmüyoruz Regulus. Ayrıca onu kurtarmak için elimizden ne geliyorsa hepimiz de yapmaya hazırız. Şüphen olmasın.”
Bunun üstüne diğerleri de ona katıldıklarını belirttiler. Çoğunluk destek veren sözler söylemişken Peter yalnızca başını sallayarak katılmak ile yetinmişti. Regulus bunu niye fark ettiğini ya da buna neden takıldığını bilmiyordu. Sadece dikkatini çekivermişti garip bir şekilde.
Ardından konuşan abisi ile kendisinin aynısı olan gri gözlere döndü. “Lily’nin önerisi gayet mantıklıydı bence. Elimizdeki en iyi seçenek bir ölüm yiyen bulup sorgulamak gibi. Kısa sürede bulup da kolayca konuşturabileceğimiz birine ihtiyacımız var. Bu noktada senin bilgine ihtiyacımız var Regulus.”
Derin bir nefes alan genç Black oğlanı başını sallayarak onayladı Sirius’u. Doğru söylüyordu. Bir süre sessiz kalıp aklında tüm seçenekleri tarttı. Kimi seçmeliydi? Kolayca ulaşabilmeliydi, yerini biliyor olmalıydı. Ayrıca Lorduna ölümüne bağlı biri olamamalıydı, konuşmayı kabul etmeliydi.
Aklına gelen ismi hemen sesli dile getirdi. “Lestrange!”
Bunun üstüne Remus sordu. “Rodolphus Lestrange mi? O Voldemort’un en sıkı destekçilerinden değil mi? Sence konuşmayı kabul eder mi?”
Başını iki yana sallayan Regulus “Hayır, o değil.” dedi ve ekledi. “Rabastan Lestrange, Rodolphus’un kardeşi. Bunca zaman abisinin gölgesinde kaldı. Hissettiği öfke manipüle edilmesini kolaylaştırır. Ayrıca üç kağıtçılığı ile de bilinir. Yani iyice korkutursak ikna olabilir. Eminim suçu kolayca başkasının üstüne atıp kendini sıyırır olaydan.”
Anlaşılan o ki onları vazgeçiremeyeceğini anlamış olan Moody bir profesyonel olarak kendisinin de olaya katılması gerektiğini düşünmüştü. Bunu çömez gençlere bırakamazdı. “Peki bu dediklerinden emin misin ve onu hemen bulabilir misin?” diye sordu Moody.
Başını sallayan Regulus oldukça kendinden emin görünüyordu. “Onu anında bulabilirim ve de bir şekilde konuşturabilirim… Çünkü Rabastan benin eski en yakın arkadaşlarımdan biri. Onu kendimi tanıdığım kadar iyi tanıyorum. Ayrıca adresini ezbere bilecek kadar çok kez evinde ziyaret ettim onu… Yani eminim.” diye açıkladı.
Bunun üstüne lafa giren kişi Sirius oldu. “Tamam, o zaman adamımız Rabastan Lestrange. Hadi harekete geçelim!”
***
Regulus Black’in bu sefer volta atıp durduğu yer Lestrange Malikanesi’nin salonuydu. Burayı iyi bilmesi ve de aileyi tanıması işlerini baya kolaylaştırmıştı. Bu sayede şu anda önündeki sandalyede eli kolu bağlı oturan bir Rabastan Lestrange vardı.
En sonunda durup eski arkadaşına baktı Regulus. “Bana yeni karargâhın yerini söylemelisin.”
Gülen Lestrange bulunduğu konuma göre oldukça keyfi yerinde görünüyordu. Sanki bir grup yoldaşlık üyesi tarafından çevrelenmiş ve bağlı değilmiş gibiydi. “Sen ciddi misin Reg? Neden sana yardım edeyim ki?”
Bunun üstüne şaşkınlıkla tek kaşı havalanan Sirius’tan geldi yanıt. “Başka seçeneğin olmadığı için olmasın hani! Şu anda bizim insafımıza kalmış bir durumdasın Lestrange. Senin bize yardımcı olman alacağın cezanın düşürülmesi konusunda bizim de sana yardımcı olmamızı sağlar.”
Rahatlığından ödün vermeyen oğlan gözlerini devirdi. Ardından da “Sanırım bilmiyorsun ama şu aralar bakanlık bizim kontrolümüzde sayılır. Yani Lordum istemediği sürece kimse benin Azkabana yollayamaz.” dedi. Bakanlığın eskisi gibi olmadığını biliyorlardı fakat yine de olayların bu denli ileri gittiğinden haberleri yoktu. Yoldaşlık olmasa bu savaşı çoktan kaybetmişlerdi.
Bu sefer alaycı olma sırası Regulus’daydı. “Gerçekten de pek sevgili Lordunun umurunda olduğunu mu sanıyorsun ki? Hadi ama Rabastan birbirimizi kandırmayalım. Sahip olduğun tüm itibar ve güç abin sayesinde. O olmasaydı kimse sana katlanmazdı. Sen yalnızca onun gölgesisin o kadar.”
Sinirleri gerilmeye başlayan Lestrange “En azından senin gibi bir kanıbozuk değilim.” dedi. Sesinde bariz bir nefret ve tiksinti vardı. İki eski dost bir süre göz göze kaldılar.
Derin bir nefes alan Regulus, sinirlerine hâkim olmaya çalışarak bir kez daha söze girdi. “Belki Azkaban’a girmezsin fakat yoldaşlığın elinde sürünürsün. Eminim seni öyle kolay kolay bırakmazlar Rabastan.”
“Bulanık sevgilin kadar sürünmeyeceğim kesin.”
Regulus duraksadı ve ardından sordu. “Zoe ne durumda biliyor musun?”
Yüzünde tekrardan ufak bir sırıtış oluşan genç Lestrange yanıtladı onu. “En son aldığım duyumlara göre hayattaydı. Tabii aradan geçen zamanda kan kaybından ölmemişse. Sanırım Bellatrix ve Alecto onunla biraz eğlenmiş. Bilirsin işte klasik şeyler…”
Sirius destek olmak istercesine bir elini kardeşinin omzuna koydu. Regulus’un ise bunu hissedip hissetmediği şüpheliydi. Şu anda dış dünya ile olan tüm bağını koparmış gibiydi oğlan. Yalnızca Rabastan’ın dedikleri ile ilgileniyordu.
“Söyle o nerede, karargâhın yeni yeri nerede?”
“Açıkçası bunu söylemeye pek de istekli değilim Reg, hayallerini yıkmak gibi olmasın da.”
Bunun üstüne “Belki bu seni teşvik eder.” diyen genç Black, Rabastan’ın suratına bir yumruk geçirdi. Aldığı darbenin etkisiyle dudağı patlayan Lestrange pek de etkilenmişe benzemiyordu.
“Bir bulanık ile kanıbozuk birbirinize ne de çok yakışıyorsunuz. Keşke hikayeniz bu kadar kısa ve trajik olmasaydı. Fakat işin iyi yanından bak. Acıklı sonlar insanların aklında daha çok kalır.”
Regulus’dan gelen ikinci yumruktan sonra Rabastan’ın burnundan hayra alamet olmayan bir ses geldi. Büyük ihtimalle kırılmıştı. Yine de takındığı ifade kanla kaplı yüzü ile oldukça tezat oluşturuyordu.
“Hadi devam et Regulus. Sonunda her şeye rağmen ağzımı sıkı tuttuğum için ödüllendirileceğim. Sadık bir mürit olarak Lordumun gözüne gireceğim.” Sonrasında ağzına dolan kanı tükürüp devam etti. “Sen ise geriye kalan son şeyini de kaybedeceksin. Paran, saygınlığın, ailen kalmamışken bu sefer de pek sevgili nişanlını kaybedeceksin, ah ne kötü… Sana acıyorum Regulus Black.”
Sıradaki darbe başka birinden geldi. Bu sefer ki yumruğun sahibi olan Sirius “Asıl acınacak biri varsa o da sensin. Hayatındaki her şey pamuk ipliğindeki bir çıkar ilişkisine bağlı. Regulus ise onu gerçekten seven insanlara sahip, bir aileye sahip sandığının aksine.” dedi. Gözleri gururla parlıyordu. Sonuçta kardeşi onun tarafındaydı, yıllar sonra aynı yolda yürüyorlardı.
“O zaman al ve git aileni başımdan çünkü size tek bir şey bile söylemeyeceğim.” diyen Rabastan’ın bakışları Regulus’un üzerindeydi.
“İyi ki ondan bilgi alabileceğine emindin, bir de emin olmasan ne olacaktı kim bilir?” diye söylendi Moody. Tabii ki de bu yorumu yalnızca herkesin sinirlerinin biraz daha gerilmesine neden oldu.
Ellerini saçlarına daldıran küçük Black ne yapacağını düşünmeye çalıştı. Ardından abisi ile göz göze geldi. Sirius kardeşinin bakışlarındaki çaresizliği gördü. Çok güvendiği tek plan elinde patlamıştı, zaman ise aleyhlerine işliyordu. Regulus belki de madalyonu aldığı mağaradaki hâlinden bile daha çaresizdi şu anda.
Ölüm Yiyenler’in neler yapabileceğini çok iyi biliyordu. Onların elinde tutsak olmanın ölüm fermanını imzalamak anlamına geldiğini de…
Olaya el atan kişi Remus oldu. “Bakın zaman kazanmak için şöyle yapmalıyız. Moody ve birkaç kişi burada kalsın. Belki Lestrange’i konuşturmayı başarabilirler. Biz ise karargâha dönüp yeni bir plan kuralım. Regulus, sen bize harita üstünde bu zaman kadar ki bildiğin tüm ölüm yiyen inlerinin yerini göster. Belki de aralarında bir örüntü veya düzen buluruz.”
Hemen karşı çıktı Regulus. “Olmaz, gidemem. Rabastan’ı konuşturmak için daha fazla uğraşmalıyım.”
Yanlarına gelen James lafa girdi. “Aranızın çok iyi olmadığını biliyorum fakat Moody bu konuda aramızdaki en deneyimli kişi. Bilgi almayı başarabilecek biri varsa o da Moody’dir. Merak etme eğer bir şey öğrenirse anında bize de haber verirler. Remus’un dediği plandan bir şey çıkarabiliriz belki ve bunun için de sana ihtiyacımız var. O yerleri bir tek sen biliyorsun.”
Zor da olsa en sonunda Regulus ikna oldu. Zoe’yi kurtarmak için her ihtimali denemeli, her plana şans vermeliydi. Üç kişilik bir ekibi orada bırakıp Çapulcular ve Regulus, Lestrange Malikanesinden çıktı. Ardından kimseye görünmediklerine kanaat getirince bir ara sokakta cisimlendiler.
Beş genç ile yoldaşlık karargâhı arasında birkaç adımlık mesafe kalmıştı ki duydukları ses onları oldukları yere çiviledi. Aklında dolaşan onca planın ve karmaşanın uğultusuna rağmen ilk anda anlamıştı Regulus sesin sahibini.
Arkasını döndü, ismini seslenen Zoe’ye. Genç kız karşısındaydı, kanlı canlıydı. Kıyafetleri yırtık ve kanla kaplıydı, topallıyordu, yüzü ile kollarında derin kesikler vardı ama oradaydı işte, karşısında.
Aradaki mesafeyi bir saniyede kat etti genç oğlan. Kollarını genç kıza sımsıkı doladı. Daha sonra yaptığının canını yaktığını fark edince hızla geri çekildi. “Üzgünüm… İyi misin, sen nasıl kurtuldun, neler old-” Regulus’un art arda sıraladığı soruları kesen Zoe oldu.
“Her şeyi anlatacağım.” Kesik kesik birkaç nefes alıp devam etti. “Ama… önce biraz dinlenmem lazım…” Ardından sanki artık takati kalmamışçasına bilinci kapandı. Güvende olmanın verdiği rahatlıktı belki de sebebi.
Regulus hızla yakaladı Zoe’yi. Ardından da kollarına yığılan kızı kucakladı. Tekrardan karargâha doğru giderken hissettiği rahatlama paha biçilmezdi. Sanki somut bir şeymişçesine bırakılmıştı huzur avuçlarına.
Umarım beğenmişsinizdir:)
Yaklaşık bir aydır zorlu bir süreçteydim. Köpeğim Latte hasta oldu. Bir süre serum tedavisi gördü. İlaçlar, iğneler derken bazı günler sabah akşam iki kere gittik veterinere. Çok şükür atlattık gibi artık. Tabii bu sürecin başka etkileri de oldu. Tuvalet eğitimi tamamen bozuldu, iştah problemleri yaşadık. Şimdi onları düzeltmeye çalışıyoruz.
Geçen hafta da ben hasta oldum, o nedenle yazmaya biraz ara vermem gerekti. Yoksa bölüm daha erken gelecekti.
Latte de ben de şimdi daha iyiyiz. Tekrardan düzen oturtmaya çalışıyorum hayatıma. Daha rahat yazabileceğim inşallah artık :)
Umarım sizler de iyisinizdir. Görüşmek üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 741 Okunma |
115 Oy |
0 Takip |
17 Bölümlü Kitap |