2. Bölüm

2.BÖLÜM: Anlaşma

Jessica Pereria
jessica_pereria

“Neredeyim ben?” diye gelen sesi duyunca elimdeki kahve fincanını mutfaktaki masaya bırakıp salona geçtim.

Eve gelince daha ciddi yaralarını iyileştirmiş ardından da bileklerinden ipler ile sandalyeye bağlamıştım Regulus Black’i.

Dumbledore bir süreliğine uzaklara gitmişti ve benim de hortkuluklar konusunda güvenebileceğim başka kimse yoktu. O nedenle de Black’i sorgulama işi tamamen bana kalmıştı.

Kabul ediyorum biraz gerici bir görevdi bir ölüm yiyeni sorgulamak fakat ondan alabileceğim kayda değer bilgileri düşündükçe tüm tehlikeyi unutuyordum, heyecandan içim içime sığmıyordu doğrusu.

“Black, uyandın sonunda.” dedim salona geçince.

“Sen kimsin?” diye sordu ilk olarak sinirle. “Aaa tanımadın mı? Çok kalbimi kırdın Black.” diye yanıtladım onu sahte bir üzüntü ile. İpleri çekiştirip gevşetmek adına debelense de nafileydi. Büyüyle sağlamlaştırmıştım düğümlerimi.

Bu yüzden kaçamayacağı konusunda içim rahattı. Büyük ihtimalle bu rahatlığım onu sinir ediyordu ama okuldayken onun ve arkadaşlarının muggle doğumlulara özellikle de Gryffindor olanlara yaptıklarını düşününce hak ediyordu bence tüm bu muameleyi. Eh, kolundaki işareti saymıyorum bile...

“Zoe Elisabeth Wilson. Hogwarts’ta aynı dönemdeydik, Ravenclaw’daydım.” diye açıkladım kollarımı kavuştururken.

Birkaç saniyelik düşünme süresinin ardından ise söze girdi gri gözlü oğlan da “Evet, hatırladım... Okulun ineklerinden olan Ravenclaw’daki bulanık.” dedi o da.

Açıkçası inek diyerek kimse beni aşağılayamazdı, çalışmak asla bir utanç kaynağı değildi hatta övünülecek bir şeydi bana göre. Bulanık kelimesini duyunca ise gözlerimi devirdim. Bilmediğim şey ise Regulus Black’in artık bu kelimeyi kullanırken rahatsız hissetmeseydi.

“Sen beni nasıl buldun?” diye sordu bu sefer de. “Tam inferilerin saldırısına uğradığın zamanda ben de mağaraya girmiştim.” diye açıkladım ben de.

“O mağarada ne işin vardı?” diye sorunca “Sanırım eli kolu bağlı olan sen olduğun için bu tarz soruları sorması gereken benim. Evet, o mağarada ne işin vardı Regulus Black?” diye aynı soruyu yönelttim ona. Ardından da masanın ahşap sandalyelerinden birini çekip karşısına oturdum.

“Emin ol ki sana hiçbir şey açıklamam gerekmiyor Wilson.” dedi küçümser bakışlarını da eksik etmeyerek. “Tabi ki de, beni istediğin kadar küçümseme hakkına sahipsin ama şunu bil ki istediğim an seni yoldaşlığa ya da bakanlığa teslim edebilirim. Ve inan ki kolundaki işaret ile seni büyük bir mutlulukla karşılarlar.” diye karşılık verdim ben de gülümseyerek.

Bu laflarım ile genç oğlanın yüzünde bir gülümseme oluştu. Ne diye sırıtıyordu ki?

Kaşlarım çatıldı.“Anlaşılan o ki Azkaban’a veya Yoldaşlığa gönderilme fikri hoşuna gitti.”

“Hayır, yalnızca blöf yaparken ki sözde ciddiyetin komik geldi o kadar.”

Mümkünmüşçesine kaşlarım daha da çatılırken “Blöf yaptığımı ve de seni gerçekten onlara teslim etmeyeceğimi de nereden çıkardın?” diye sordum.

“Bunu yapmayacağını biliyorum çünkü eğer öyle bir planın olsaydı şu an bir zindanda ya da bakanlıkta mahkeme de olurdum.” diye yanıtladı beni.

Bunun üstüne derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Ardından da onunkine benzer rahat ve kendinden emin bir ifade takınıp konuşmaya girdim. “Peki yapmamış olmam sana neden yapmayacağımı düşündürttü?”

Lakin bu genç adamın rahatlığı insanı deli ederdi. Eli kolu bağlı olmasına rağmen akıllıca davranıp parçaları birleştiriyordu soğukkanlılıkla. “Bence bunun nedeni tam olarak o mağarada olmam. Değil mi? Benden öğrenmek istediğin bir şeyler var.” dedi kendinden emin bir şekilde.

“Evet, senden öğrenmek istediğim bazı şeyler var ve emin ol ki öğreneceğim de.” dedim onu doğrulayarak kendimden emin bir şekilde ben de.

Başını yana yatırınca yüzünden kenara çekilen dalgalı saçları ile inferilerin oluşturduğu tırnak izleri göründü. O çok bilmiş ifadesiyle meydan okuyarak “Bence o kadar emin olma.” deyince “Öyle mi? Bence emin olabilirim.” diye yanıtladım onun gibi meydan okuyarak.

Yıllardır verdiğim çabalar ondan alacağım bilgiler ile büyük bir sonuca ulaşabilirdi sonunda. “Şimdi söyle neden oradaydın?” diye sordum asamı ona doğrultup.

Lakin bu hareketim yalnızca gülümsemesinin genişlemesine neden olmuştu. “Beni böyle konuşturamazsın Wilson, hiç boşuna uğraşma. Bana atacağın birkaç lanet beni konuşturmaz. Emin ol ki birkaç lanet yemeye alışkınım ben. Aklında bulunsun diye söylüyorum öldürmek ile de boşu boşuna tehdit etme. O mağarada zaten ölüyordum bunu göze almıştım ben. Yani onla da korkutamazsın beni.” dedi gülerek.

Dediklerinde haklıydı ama kolay kolay pes edemezdim. Sonuçta aklı çalışan tek kişi o değildi. Derin bir nefes aldım ve aklıma gelen şey ile “O ev cinine o madalyonu verdin ve gidip onu yok etmesini istedin değil mi? O madalyonun Voldemort’a ait olduğunu biliyorum ama madem onu o şekilde almaya çalıştın o zaman o senin madalyonu aldığını bilmiyor. O zaman isimsiz bir mesaj gitse Ölüm Yiyenler’e, Voldemort’a ait o mağaradaki madalyonun Regulus Black tarafından alındığına ve şu an da onun ev cininde olduğuna dair. O zaman o gelip onu alır ve istediğine ulaşamamış olursun, uğruna ölümü bile göze aldığın şeye.” dedim tehdit edercesine.

“Sen hiç merak etme Kreacher bana çok sadıktır. Onu çoktan yok etmiştir.”

“Gerçekten bir evcininin onu yok etmeyi başarabileceğini mi düşünüyorsun, belki çok uzun araştırmalar sonucu ama bu kadar sürede asla.” dedim emin olduğum şeyi savunarak.

“Bunu neden yapamasın ki?” diye düşünmeden sorunca. “Ne?” diye sordum şaşkınlığımı gizleyemeyerek. “Onun ne olduğunu bilmiyor musun? Yani daha ne olduğu bilmediğin bir şey için mi ölmeyi göze aldın?” diye ekledim.

“Sen biliyorsun demek bu kadar önemli olan şeyi.” dedi o da sorarcasına. “Tabii ki de, dört senedir bununla uğraşıyorum ama bana hiç öyle bakma, sana söyleyecek değilim Black.” diye karşılık verdim. Hortkuluklar ile ilgili şeyleri gidip bir Ölüm Yiyen’e anlatacak değildim.

Bunu düşününce aklıma gelen şeyi söyledim “O zaman sen Voldemort’a ihanet mi ettin?” diye sordum. “Bu seni ilgilendirmez.” diye terslese de “Onun için çok önemli olan ve de korumak için çok uğraştığı bir şeyi çaldın ondan. Yani evet, ona ihanet etmişsin.” dedim kendi soruma kendim cevap vererek.

Bu da aklıma bir fikir getirdi. Onu kendi silahıyla vurmak, öfkelendirmek.

“Ne oldu da ihanet ettin? Masum insanları öldürmek sandığın kadar mutluluk vermedi mi sana? Ya da sana ve ailene kölesiymişsiniz gibi davranması ve verdiği ağır cezalar mı seni bu yola sürükledi? Kendi Ölüm Yiyen’lerine karşı bile çok acımasız cezalar verdiğini duymuştum. Peki ailen biliyor mu yoksa seni aileden atarlar diye korkup söyleyemedin mi? Sanırsam Sirius Black sizin gibi olmadığı için aileden atılmıştı.” dedim sinirlendirmeye çalışarak, belki o zaman bir şeyler söylerdi. Sonuçta öfke güçlü ve duyguydu ve de yoğunlaştığı zaman hata yapmaya sebebiyet verirdi.

Ve evet başarmıştım istediğimi almayı. “Sen ne cüretle böyle şeyler söylersin, kendini ne zannediyorsun. Senin gözünde Slytherin olmak ya da Karanlık Lord’a hizmet eden bir aile de olmak kolay olabilir, öylesine bir şey olabilir. Ama emin ol ki öyle değil. Tüm geleceğin sen doğmadan önce belirleniyor. Seçme şansın yok, kendi kararları veremiyorsun. Ben o mağaraya gittiğimde, o madalyonu Kreacher’a verip yok etmesini söylediğimde, Karanlık Lord için değerli olan bir şeyi almayı başarıp yok edilmesini istediğimde belki de ilk kez hayatımda doğru bir şey yaptığımı hissettim. Aydınlıktayken karanlığa karşı savaşmak zor zannediyorsunuz çünkü daha önce hiç karanlığın içindeyken karanlığa karşı savaşmadınız, savaşmaya çalışmadınız!” dedi büyük bir öfkeyle.

Sinirle düşünmeden konuşmuştu ve büyük ihtimalle bana bu kadar şeyi söylediği için de pişmandı.

“Yani Regulus Black, karanlığın içindeki bu isim karanlıkta olmak istemiyor.” dedim şaşkınlıkla. Bir cevap vermedi.

“Bak hangi tarafta olmak istediğin beni ilgilendirmez ama belki yoldaşlık bunu duyarsa senin azkabana girmeyip onlar için savaşmanı kabul edebilir, sonuçta abin de yoldaşlıkta. Neyse bu umurumda değil, Black malikanesine gidip o madalyonu alacağım ve sonra da seni yoldaşlığa teslim ederim.” dedim.

Tam arkamı dönmüş salondan çıkıyordum ki “Bunu başarabileceğini mi zannediyorsun?” sorusu ile Regulus’a geri döndüm. “Black malikanesi bir sürü gizleme büyüsü ile saklı. Onu bulsan, koruma büyülerini aşıp içeri girsen bile istediğini elde edemezsin.”

“Evde kimse yokken girerim. Ve inan ki bir ev cinini yenebilirim.” diye yanıtladım onu.

“Diyelim ki Kreacher’ı yenip madalyonu aldın, peki sonrasında? Eninde sonunda eve biri girecek ve Kreacher da diğer tüm evcinleri gibi aksi bir emire karşı sahiplerinden hiçbir şey saklayamaz. İstese bile hizmet ettiklerinden biri bunu saklamasını söylemedikçe önemli durumları bildirmek zorunda. Eve başka birinin girdiğini söyleyince de her şeyi tam olarak öğrenmeyi emredecekler. Anne ve babamın emirlerinin Kreacher üstündeki etkisi benimkinden daha güçlü. Yani ondan çalınanın ne olduğunu özellikle sorgulayınca madalyonu söylemek zorunda kalacak, benim saklama emrime rağmen. Her şeyi anlatmak zorunda kalınca da Karanlık Lord’un madalyonunun mağaradan çalındığı ortaya çıkacak ve artık sende olduğu. Sonra herkes senin peşine düşecek, sen saklanacaksın, kaçacaksın ama en sonunda ne olacak? İstediğin şeyi yani madalyonu yok etmeyi başaramadan öldürüleceksin ve madalyon tekrar onların eline geçecek.” diye açıkladı aklındaki senaryoyu.

Tek kaşım havaya kalkarken “Madem öyle sen ne yapmamı önerirsin Black?” diye sordum madem benim fikrimi beğenmiyordu, o zaman o bulsun işe yarar bir çözüm.

“İş birliği yapalım.” dediğinde ise “Ne?” diye sordum şaşkınlıkla. Kesinlikle beklediğim yanıt bu değildi.

“Ben o madalyonun yok olmasını istiyorum ama onun hakkında bilgi sahibi olan sensin anladığım kadarıyla. Sen de madalyonu almak istiyorsun ama bunu sağlayabilecek kişi benim. Yani ikimiz de onu almak ve yok etmek istiyoruz bir an önce.” dedi.

Delirmiş olmalıydı. Bir ölüm yiyen ile bir yoldaşlık üyesi mi? Bu Gryffindor ve Slytherin’in bir gün sırt sırta savaşması kadar imkansızdı.

Gerçi ihanet etmiş bir ölüm yiyen diye aklımda beliren cümleyle onaylamaz bir şekilde başımı iki yana salladım. Yine de ona güven olmazdı.

“Peki neden sana güveneyim ya da sen neden bulanık dediğin birine güvenip, işbirliği yapmak istiyorsun?” diye sorularımı yönelttim. Açıkçası bir ölüm yiyen ile bir yoldaşlık üyesi mi yoksa bir Black -Sirius dışında- ile bir muggle-doğumlu mu daha imkansızdı seçemiyordum bile!

Ben alaylı ya da aşağılayıcı bir cevap beklesem de Regulus ciddi ve kendinden emin bir şekilde yanıtladı beni. “Beki de artık kan statüsüne takılmaktansa önceliğim kendini dünyanın en güçlü büyücüsü sanan zalim bir büyücünün planlarını bozup onun için önemli olan şeyleri bozmaktır. Bu yüzden de bir bulanıkla kısa süreliğine iş birliği yapabilirim. Ayrıca birbirimize güvenmekten başka şansımız var mı ki? Şu madalyonu yok edebilmek adına aklına gelen olası başka bir senaryo var mı?” diye sordu.

Bir an düşününce haklı olduğunu fark ettim ve kaşlarımı çattım. Nasıl ya, başka bir çözüm olmalıydı değil mi, tek yol bu olamazdı ya?

Hayır, onun deliliğine ortak olmayacaktım. Başka bir plan bulabilirdim... Bir an önce madalyonu almalıydım kimse yokluğunu ya da o evcininde olduğunu fark etmeden! Fakat ortalığı yaygaraya vermeden almalıydım madalyonu. Söz konusu olan bir evciniydi ve birilerinin şüphelenip sorması durumunda onlardan sır saklayamazdı, en azından sahiplerinden. Voldemort’ün birilerinin hortkuluklarının peşinde olduğunu öğrenmesi ise çok tehlikeliydi.

Daha tam olarak kaç tane hortkuluğu olduğunu bile bilmiyordum ve eğer ki birilerinin peşinde olduğunu bilirse daha fazla önlem alırdı. Tek bir tanesini de bulmam dört yıl sürmüşü hem de tetikte olup da ekstra önlem almamasına rağmen. Eğer ekstra önlem alırsak belki de diğerlerini asla bulamazdım ya da bulabilsem bile çok geç olurdu.

Bunu istemiyordum ama başka şansım da yoktu. Dört yıldır bunun için uğraşıyordum ve şimdi bu kadar yakınken pes edemezdim. Bu yüzden mantıklı olan tek kararı verdim.

“Tamam. Seninle iş birliği yapacağım, o madalyonu alıp yok edebilmek için.” derken bir yandan da umarım doğru kararı vermişimdir diye geçirdim içimden.

***********************

Umarım beğenmişsinizdir.😊

Bakalım bu ortaklık nereye gidecek?

Bu aslında yıllar önce başladığım ve ara sıra canım sıkıldıkça devam ettirdiğim bir hikayeydi ve YKS bitip de rahatlayınca hazır olan bölümleri yayınlama ve daha sık bir şekilde yazma kararı aldım.

İlk 4 bölümü hafta sonunda yayınlamayı bitirmiş olacağım, sonrasında da her hafta bir yeni bölüm yazıp atmayı planlıyorum.

Bu arada bu bölümle ilgili yapay zekaya birkaç görsel hazırlattım. Sizce nasıl olmuşlar?

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 07.12.2024 00:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...