3. Bölüm

3. BÖLÜM: KAÇIŞ

Jessica Pereria
jessica_pereria

"Daha ne kadar bekleyeceğiz. Bir toplantı yapacağından nasıl bu kadar emin olabiliyorsun." diye sordum sıkıntıyla. O konuşmanın üstüne Black Malikanesinin olduğu yeri görebileceğimiz bir ara sokağa cisimlenmiştik ve yaklaşık yarım saattir bekliyorduk orada.

"Bugün bir toplantı olacaktı. Ama saati belli değildi. Tam şu aralar olacağını düşünüyorum çünkü genellikle toplantılar bu saatlerde oluyor. Ve o zaman herkes evden ayrılmış olacak." diye açıkladı Regulus. "Hem neden bu kadar sabırsızsın ki? Dört yıl boyunca onu bulmak için uğraşıyorsun ama on dakika daha bekleyemiyorsun." diye söylendi ardından.

"Bir ker-" diye cevap verecekken Black'in aniden elini koluna götürmesiyle yanıtım yarım kaldı. Gömleğinin kolunu sıvarken "Toplantı birazdan olacak, sinyal geldi." dedi dişlerini sıkarak. Müritlerine işaret göndereceğinde onlara böyle bir acı yaşatmak... Voldemort gerçekten de tehlikeli biriydi. Ne düşmanlarına, ne de müttefiklerine karşı merhameti yoktu.

Çok kısa bir süre sonra Black malikanesinin kapısı açıldı ve içeriden Mrs. Ve Mr. Black çıktı. Onların ardından da Bellatrix Lestrange çıktı. Bizden daha büyük olsa da onu çoğu kişi tanırdı, en bağlı ölüm yiyenlerden biriydi. Regulus ve Sirius Black'in kuzeni, Andromeda ve Narcissa Black'in de ablası. Okuldan mezun olduktan bir süre sonra Rodolphus Lestrange ile evlenmiş ve zamanla en korkulan ölüm yiyenlerden biri olmuştu.

"Neden malikanenin içinde cisimlenmediler?" diye sordum, bir ara sokağa gitmekte olan üçlüye bakarken. "Çünkü kendini çok zeki sanan Revenclaw, malikanede içinde cisimlenmeyi ve içine cisimlenmeyi engelleyen tılsımlar var. Böyle bir şeyi de tahmin edebilirsin diye düşünmüştüm açıkçası, çok zekisin falan ya." dedi küçümsercesine bana.

"Bildiğim kadarıyla bu tılsımlar bazı kişileri, mesela orada yaşayan kişileri etkilemeyecek şekilde büyülenebiliyor. Böylelikle hem güvenlik sağlanıyor, hem de bu durum malikanede yaşayanlara zorluk oluşturmamış oluyor. Sizinki de öyledir diye düşünmüştüm. Ama anlaşılan senin böyle bir şeyin varlığından bile haberin yok, üzgünüm ne kadar cahil olduğunu düşünmemiştim." derken küçümseme sırası bendeydi.

Ben mutlulukla gülümserken o ise sinir olmuştu. Ama ilk olarak asasını ona vermemiştim, hala bende duruyordu. İkinci olarak da, iş birliği yapmak zorunda kaldığımız bir durumun içindeydik. Yani mecburen olabildiğince iyi geçinmeliydik birbirimizle. O da bu nedenle sadece sinir olabiliyordu o kadar.

Konuyu değiştirip işimize tekrardan odaklanmak amacıyla "Tamam, artık gitmişlerdir. Harekete geçebiliriz." dedi Black. Başımı sallayarak onu onayladım.

Ardından oldukça sakin ve dikkatli bulunduğumuz yerden Black Malikanesine doğru yola koyulduk, dikkat çekmeye gerek yoktu.

Bir yandan da gözümü Black'in üstünden ayırmıyordum. Bir anlaşma yapmış olsak da ona güvenemezdim, değil mi? İhanet bile etmiş olsa o bir ölüm yiyendi.

Malikanenin parlak gümüş rengi ve işlemeli kapısının önüne gelince o kapıyı çaldı, ben de ne olur ne olmaz diye asamı sıkıca kavradım.

Kapı çalındıktan birkaç saniye sonra daha önce mağarada gördüğüm ve adının Kreacher olduğunu öğrendiğim ev cini tarafından açıldı.

Ev cini karşısında gördüğü efendisi ile sevince kapıldı. "Efendi Regulus! Siz yaşıyorsunuz, siz iyisiniz. Kreacher sizi hep bekledi efendi Regulus, sizin geleceğinizi biliyordu. Ama siz nasıl kurtulabildiniz oradan?" diye sordu ev cini.

Regulus tedirgince etrafa bakıp "İçeri geçelim." dedi. Onu kafa sallayarak onaylayan Kreacher kapıyı sonuna kadar açtı efendisi için. Ev cinlerinin bu taparca hali gerçekten çok rahatsızlık verici geliyordu bana, çok huzursuz. Ancak ev cinine sahip olan safkan aileler böyle düşünmüyordu anlaşılan.

Kreacher ancak malikaneye girerken fark etti beni. O zamana kadar efendisini karşısında tekrardan görebilmiş olmanın şokunu yaşıyordu anlaşılan.

"O kim, efendi Regulus?" diye sorduğu sırada Kreacher, ben de içeriyi inceliyordum.

Koyu renk duvarlar, çok kıymetli olduğunu düşündüğüm uzun koridoru kaplayan koyu tonlarda bir halı ve ortama azıcık da olsa açıklık katan bazı objeler. Mesela duvarda yer alan uzun ve kıvrımlı gümişi yılan bunlardan biriydi. Ayrıca karşı duvardaki gösterişli şamdan ve içindeki mumlardan çıkan yeşil alevler tüm evin Slytherin'e uygun bir şekilde dekore edilmiş olduğunu düşündürttü. Anlaşılan 16 yaşında evden kaçan Sirius Black'in bunu yapmasının ve Slytherin'e bu kadar düşman olmasının bir nedeni de bu malikaneymiş.

"Bir arkadaşım." diye kendine yöneltilen soruyu yanıtladı Regulus. Bir arkadaş ha!

O madalyonu bir an önce elde edip yok edebilmem açısından bu ev cinin sevgi ve saygısını kazanmam işe yarar bir durumdu. O yüzden "Aslında ben, efendinin hayatını kurtaran kişiyim. Onu o mağaradan kurtaran ve yaralarını iyileştiren benim." diye ekledim.

Kreacher, heyecanla efendisine dönüp "Bu doğru mu efendi, sizi o mu kurtardı." diye sordu. Regulus bu durumdan pek de memnun olmayarak başını sallayıp onayladı.

Ardından ev cini bana dönüp "Kreacher, size çok teşekkür ediyor. Siz efendi Regulus'u kurtardınız, Kreacher size minnettar." dedi, ardından sıkıntıyla "Siz, Efendi Regulus'a yardım etmişsiniz ancak Kreacher edemedi. Efendisinin ona verdiği en son görevi yerine getiremedi, madalyonu yok etmeyi başaramadı." diye ekledi.

Haklıydım dercesine Regulus'a baktım. Bir ev cini daha elindekinin ne olduğunu bile bilmezken nasıl bu kadar sürede onu yok edebilirdi ki?

Regulus, ev cinine döndü "Tamam Kreacher, sorun yok. Bu senin hatan değil. O madalyonu yok etmek için farklı şeyler yapmak gerekiyor, normal yollarla yok edilemiyor. İşte bu yüzden buradayız biz de, madalyonu almak için. Çünkü Wilson onu yok etmeyi başarabilir." dedi en son cümlede beni işaret ederek.

Kreacher "Efendi, görevi yapamadığı için Kreacher'a kızmadı mı, ceza vermeyecek mi? Kreacher başaramadığı için kendini cezalandırmıştı." dedi sarılı ellerini göstererek.

Ellerine bakarken kaşlarımı çatmadan edemedim. Bu gerçekten korkunç bir durumdu.

Regulus kafasını iki yana salladı "Hayır Kreacher, kızmadım. Ceza da vermeyeceğim. Bu senin suçun değil, bu yüzden bir daha kendin de cezalandırma, buna gerek yok. Şimdi bana yardım etmen, madalyonu vermen gerek." dedi.

Ev cini mutlulukla "Teşekkürler Efendi Regulus. Siz zaten Kreacher'a hiç ceza vermezsiniz, siz ona kötü davranmazsınız efendim. Çok teşekkür ederim. Size hemen madalyonu teslim edeceğim." dedi ve yerlere kadar eğilip minettarlığını gösterdi.

Kreacher üst kata çıkan merdivenlere yönelince Regulus da onu takip etti, ben de peşlerinden gittim.

İki kat merdiven çıktıktan sonra yalnızca iki tane odanın olduğu en üst kata gelmiş olduk. Bir yandan etrafı incelemeye çalışsam da çok hızlı ilerlediğimiz için pek de mümkün olamamıştı.

Bu iki oda kapısının birinde 'S.O.B.' harfleri, bir diğerinde de 'R.A.B.' harfleri yer alıyordu. Sirius ve Regulus'un odaları.

Aslında burada olmak çok garipti. Hem soyu eskilere dayanan safkan aile olmaları, hem voldemort'un bilinen güçlü müritlerinden olmaları, hem de Sirius Black ve Andromeda Black gibi ailesini reddeden dikkat çekici üyelerinin olmasından kaynaklı Black ailesi merak uyandıran ve dikkat çeken bir aileydi. Ve sanırım bu yüzden bu malikaneyi incelemek çoğu kişinin yapmak isteyeceği bir şeydi.

Soldaki odaya, yani Regulus'un odasına girince buranın da evin kalanı ile uyum içinde olduğunu düşündüm. Safkanlığı, Slytherin'i ve soyluluğu yansıtıyordu.

İçimden bu malikanedeki kusursuz uyumu bozabilecek tek şeyin koridordaki diğer bir oda yani Sirius Black'in odası olabileceğini düşündüm.

Ben tavandaki siyah ve yeşil mücevherlere sahip avizeye elimde olmadan yüzümü buruştururken Regulus da "Madalyon burada mı?" diye sordu Kreacher'a.

Ev cini önce bir dolabı ardından da parmağını şıklatarak içerisinde yer alan bir çekmeceyi açtı ve bir keseyi çıkardı.

Kesenin içinden önce uzun bir zincir çıktı, sonra da madalyonun tamamı göründü. Regulus, Kreacher'ın elinden madalyonu alıp inceledi.

Hızlı adımlarla yanlarına gidip baktım madalyona, bunca yıl aradığım şey sonunda tam karşımda duruyordu.

Regulus "Tamamdır Kreacher, bir süreliğine bu madalyonu güvende tutarak bana gerçekten çok yardımcı oldun, teşekkürler. Şimdi biz gitmeliyiz ama kimseye bizim buraya geldiğimizden bahsetme tamam mı? Sen en son Lord'un görevine gittin ve ondan sonra beni bir daha görmedin tamam mı? En son göreve gitmeden önce görmüştün. Madalyondan da kimseye bahsetm-" derken odanın kapısı tamamen açıldı ve Bellatrix Lestrange göründü.

Cadının gözleri bir süre Regulus'un elindeki madalyonda sabit kaldı. "Onun sende ne işi var?" diye kuzenine tıslayınca madalyon ile ilgili fikir sahibi olanın sadece biz olmadığımızı anladım.

Regulus ile birbirimize baktık. Bellatrix bize doğru ilerlerken "Sen onu aldın!.. LORD'A İHANET ETTİN!" diye bağırdı. Demek bunun Lord'a ait olduğunu ve onu güvenli bir yere sakladığını biliyordu.

Asamı hızlıca kaldırıp bir büyü gönderdim ama o zaten hazırlıklıydı kolayca gönderdiğim büyüyü savurdu. Ve ikimize doğru büyüler yağdırdı. Regulus'da asa olmadığı için ikimizi birden korumaya çalışıyordum ve karşımdaki bu kadar güçlü bir cadıyken kendim dışında birini daha korumak çok zor bir işti.

Son yolladığım büyü yalpalamasına neden olunca hızlıca birkaç büyü daha gönderdim ama onlardan kurtulmayı başarıp hepsini kalkan ile geri yansıttı ve kendisi de birkaç büyü daha gönderdi bize doğru.

Kesinlikle bu işten sağ çıkamayabilirdik. Bunca büyüyü tek bir kalkanla engellemek ya da püskürtmek mümkün değildi.

Ve sonrasında her şey çok hızlı gelişti. Regulus beni de sürükleyerek hemen arkamızdaki cama gitti ve camı kırıp aşağı atladı beni de yanına çekerek!

Büyüler tam bizi vurmadan önce camdan aşağı atlamış olduk daha doğrusu Regulus beni de peşinden sürükleyerek atladı.

Hayatımda daha önce hissetmediğim kadar büyük bir belirsizlik ve korku ile nefesim kesilirken karnımdan başlayan ve tüm vücuduma yayılan bir his ile kendimi yerde buldum.

Ama üçüncü kattan aşağı düşmüş gibi değil de sadece birkaç santim yukarıdan düşmüş gibi hissetim. Yerlerdeki kurumuş yapraklara ellerimi koyup hemen doğruldum ve etrafıma baktım, biz Black Malikanesinin bahçesinde değil bir ormandaydık.

Yana dönüp Regulus’a baktığımda “Biz cisimlendik mi?” diye sordum şaşkınlıkla. O sırada ellerimizin hala birleşik olduğunu görünce elimi çektim ve ayağa kalktım.

“Malikanenin içinde cisimlenilinmiyor ama ya sınırda bile olsak dışında? İşe yarayıp yaramayacağından kesin olarak emin değildim ama o anda aklıma başka kurtuluş yolu da gelmedi.” diye açıkladı yerden kalkarken.

“Nasıl yani, sen eğer ki camdan atlarsak malikanenin içinde bulunmayacağımız için belki de cisimlenebiliriz diye düşündün ve her şeyi şansa bırakıp ikimizin de ölmesine neden olabilecek bir şey mi yaptın?!” dedim şokla olayı anlamaya çalışarak.

Ardından büyük bir sinirle “Ayrıca benim adıma da karar verdin, öyle mi? YA İŞE YARAMASAYDI?” diye sitem ettim.

Bana inanamıyormuş gibi bakıp “Sen ciddi misin? Asıl ben bu riski almasaydım ikimiz birden orada ölebilirdik hatta daha kötüsü yakalanabilirdik. Ki inan bana bu tahmin edemeyeceğin kadar kötü bir durum. Yani sadece teşekkür etsen olmaz mı?” diye sordu.

Tam ona cevap vermek için “Sen-“ diye başlamıştım ki ona doğru uzattığım elimde gördüğüm kırmızılık beni durdurdu.

Anlaşılan hissettiğim acı ile refleks olarak elimi kolumda tutuyor olsam da yaşadığım şok ve adrenalin olanları fark etmemi engellemişti.

Kolumun üst kısmına doğru baktığımda gördüğüm kırmızılık beni dehşete düşürdü demek isterdim ama kesinlikle öyle olmadı.

Kolumdaki yara o kadar derindi ki neredeyse kemik görünüyor denebilirdi.

Anlaşılan Regulus da aynı karmaşadan dolayı fark edememişti ki o da koluma baktığı anda şoke oldu.

“Cisimlenmeden önce lanetlerden biri denk gelmiş olmalı.” dedim. Niye böyle sakin konuşmuştum bilmiyordum, aslında sakin miydim bunu da bilmiyordum.

Kalbim deli gibi atarken titremeye başladığımı fark ettim. Anlaşılan yara ile ilgili tek kötü durum dehşet verici görüntüsü değil, her geçen saniye daha kötü hissetmeme neden olmasıydı.

Regulus hızlıca yanıma gelip birkaç saniye koluma baktı ardından yere düşürdüğüm asamı eğilip yerden aldı.

Birkaç büyü mırıldansa da durumum pek de iyiye gidiyor gibi değildi. Belki bilincimin bulandığını hissetmesem işe yarar bir şeyler düşünebilirdim ama doğru düzgün hiç bir şey düşünemiyordum ki!

Bacaklarım daha fazla dayanamadığında Regulus’a tutundum. Düşmemi engelleyip sırtımı bir ağaca dayayarak oturmamı sağladı.

Sonrasında görüp duyabiliyor olmama rağmen her şey anlamsızlaşmaya başladı. Bazen rüyalarda olan o his gibi, sanki bir şey netliği engelliyordu.

Anlatıcı bakış açısı

Regulus Black derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Bazı saldırılardan sonra Lord’un şifacıları yaralananlara yardım ederdi. Bir gün ihtiyacı olursa diye genç büyücü birçok kez onları dikkatlice izlemiş ve yaptıklarını iyice aklına kazımıştı.

Ve özellikle böyle ciddi yaralanmalarda asla büyünün tek başına işe yaramadığını bilecek kadar da gözlem yapmıştı.

Hızlıca düşündüğü yere cisimlenirken bu cadıya yardım etmek zorunda olduğunu biliyordu çünkü hâlâ ona ihtiyacı vardı.

Sonuçta hayatını riske atıp Lord’a ihanet etmiş ve kendi doğruları uğruna bir savaşa başlamıştı. Ve de mağaradan kurtulup bu savaşını devam ettirebilmek adına bir fırsatı olmuşken bu mücadelesine devam etmeliydi.

Bunu başarabilmek için de bu kızın sahip olduğu bilgilere ihtiyacı vardı.

Yoksa niye bir bulanığa yardım etsin ki. Bir an da bu düşüncenin tam da Lord’un prensiplerine uygun olduğunu fark etti. O zaman bu düşünce yanlış olmalıydı değil mi? Sırf kan statülerine göre insanlara farklı muamele göstermek.

Ne düşünmesi gerektiğini bilemiyordu çünkü bu zamana kadar ona öğretilen her şeyi yanlış kabul etmesi gerekiyordu ona göre. Ama o zaman doğruyu nasıl bulacaktı ki? Bildiği hiçbir şey buna uymuyorsa neyin doğru olduğunu nasıl anlayacaktı ki?

İlerlemekte olduğu knocktron yolunda aradığı dükkana gelince tüm bu düşünceleri sonra irdelemek için bir rafa kaldırdı.

Eski ve pis görünümlü dükkana girince etraftaki yoğun kokuyu hisseti. Burası arka kısmında iksirler yapan ve bunları satan bir dükkandı ve bu nedenle etrafta hep kaynamakta olan iksir kokusu olurdu. Diagon yolunda değil de burada yer alıyordu dükkan çünkü satılan tüm iksirlerin masum olduğu söylenemezdi. Bazı zehirler ve güçlü yasa dışı iksirler de bulunuyordu raflarda.

İçeri girerken pelerinin kapüşonunu başına geçirdi Regulus. Pek dikkat çekmemeliydi ki eğer ihaneti herkese duyurulduysa buradan sağ çıkamayabilirdi de. Bu durumun böyle kısa bir sürede yayılamayacağı kanısında olsa da bir eliyle cebindeki Wilson’ın asasını sıkıca kavramayı ihmal etmedi.

Merhem oluşturmak için kullanılabilecek birkaç iksiri aldı. Ayrıca onarımı sağlayıp dokuları yenileyecek başka bir iksiri de. Son olarak kanamayı durdurup vücudun kaybettiği onca kanın eksikliğini giderecek özel ve güçlü bir iksire ihtiyaç duyuyordu.

Her ne kadar bu iksiri Lord’un şifacılarında birçok kez görmüş olsa da ulaşması kolay bir iksir olmadığını biliyordu. Raflardaki iksirlerle bir değil de arka taraftaki özel iksirlerle birlikte durduğunu.

Bu yüzden adımlarını ahşap tezgaha çevirdi. Aldığı iksirleri oraya bırakıp tezgahın arkasında duran yaşlı adama istediği kan iksirinin ismini söyledi.

Adam “İstediğiniz iksir oldukça değerli bir iksirdir efendim.” dedi ve Regulus o an yanında hiç para olmadığı gerçeğini fark etti. Anlaşılan o ki ona öğretilen eski yanlışlardan birini kullanmak şu an da yararına olacaktı.

Pelerinin kapüşonunu indirince yaşlı adamın, karşısında duran genç ölüm yiyeni tanıması sadece birkaç saniyesini aldı.

“Şu an da çok acelem var ve yanımda para yok. Ama ödemeyi sonra yapmamın bir mahsuru yoktur herhalde.” dedi Regulus.

Adam “Kabul etmeyi isterdim efendim ama kurallarımız belli ve onları esnetme yetkisine sahip değilim. Ödeme olmadan size hiç bir şey veremem, özellikle de o kan iksirini.” dedi korkusunu saklayıp sert görünmeye çalışarak.

Regulus gömleğinin sol kolunu umursamazca sıvarken ortaya çıkan işareti görmek karşısındaki adamı daha da tedirgin etti.

“Sanırım beni anlayamadınız.” dedi genç büyücü cebindeki asayı alıp dışarıdan pek anlaşılmayacak şekilde adama doğru tutarken. “Size sonra ödeyeceğimi belirttim. Ve de acelem olduğunu.”

Yaşlı adam, genç ve güçlü bir ölüm yiyen ile kafa tutamayacağın düşünmüş olmalı ki “Şey sanırım tek seferlik bir istisna yapabiliriz Mr.Black.” dedi ve içeriden bir tane de kan iksiri getirip tezgahtaki iksirlerle birlikte onu da bir tahta kutuya koyup karşısındaki genç büyücüye verdi.

Dükkandan çıkıp cisimlenmek için tenha bir yer ararken haksız yere insanların üstünde baskınlık kurup onları korkutmanın tüm o etrafında bunla övünen insanların söylediği gibi iyi bir his olmadığını düşündü. Aslında bunu yapan insanlarda oldukça acizdi.

Köleliğini kabul ettikleri efendilerinin işareti ve kendi başarıları olmayan saf kanlarının kendilerini üstün kıldığını zanneden aciz insanlar...

**********************

Zoe’den

Üstümde bir ton ağırlık varmış gibi hissederek açtım gözlerimi. Boynumun sol tarafından sol elimin parmaklarına kadar uzayıp giden şiddetli ağrıyı hissetmem ile yüzümü buruşturdum.

Ağrı bana olanları hatırlatırken hızla olduğum yerden doğruldum. Küçük bir salondaydım anlaşılan. Birinde benim bulunduğum iki tane ikili koltuk ile bir tane tekli koltuk oturma grubunu oluşturmaktaydı. Küçük bir ahşap sehpa u şeklinde yerleştirilmiş koltukların ortasında bulunurken yerlerde eski tarz tüylü bir halı ile kaplıydı.

Yanmakta olan şöminedeki alevler ve bir duvarı boydan boya kaplayan kitaplık ile pencerelere takılmış sade perdelerle birlikte oda tamamlanıyordu. Hava kararmıştı, hafif aralık perdelerden sadece etraftaki yeşillikler seçiliyordu.

Birkaç saniye etrafı süzdükten sonra acıyan koluma yöneldi bakışlarım. Yaranın olduğu yer bir bandaj ile sarılmıştı. Kıyafetlerimde olduğu gibi bandajda da biraz kan vardı.

Buranın neresi olduğunu, neden burada olduğumu, yaramın nasıl tedavi olduğunu ve de Black’in nerede olduğunu bilmediğimi fark ettim.

En son ağaca dayalı oturuyordum, yaram şiddetli bir şekilde kanıyordu. Ve sonrasında her şey netliğini yavaş yavaş yitirmeye başlamıştı. Sonra da... hatırlamıyordum.

Oturduğum yerden kalkınca bir anlık yalpalasam da toparlamayı başardım. Yavaş adımlarla ilerlediğimde ışığı yanık olan çaprazdaki odaya ilerledim.

İçeri girince gözlerimi ışığın etkisi ile birkaç kez kırpıştırdım. Gözlerim ışığa alışınca buranın mutfak olduğunu anladım. Burası da az önceki oda gibi sade döşenmişti.

Adım seslerimden geldiğimi fark eden Regulus önündeki kitaptan kafasını kaldırıp bana baktı. “Uyandın demek.”

“Neredeyiz ve neler oldu?” diye sordum ilk olarak. Sesim kısık ve hırıltılı çıkmıştı. “Burası amcam Alphard’ın muggle köyünde yer alan küçük bir evi. Sana yardımcı olabilecek birkaç iksir bulup yaranı kapattım. Burası da cisimlendiğimiz ormanına yaklaşık beş dakika uzaklıkta yer alıyor. Zaten ilk buraya cisimlenmeyi düşünsem de içerisine cisimlenemeyeceğimiz için ve dışında da muggle’ların görme riski olduğu için hemen dibindeki ormana cisimlenmiştim. Burada da sargı ve birkaç işe yarar şey de buldum.” diye açıkladı.

“Peki burada bizi bulamazlar mı?” diye sorunca “Sanmıyorum. Bu evi ailedeki diğer kişiler bilmiyor. Alphard amcam, ailemin değimiyle ‘yüz karası’ olarak adlandırıldı ve aileden atıldı.” diye açıkladı regulus önündeki kitabın sayfalarını karıştırırken.

“Teşekkür ederim.” dediğimde anlamaz bakışlarla baktı bana Regulus. “Bu sefer sadece teşekkür ederim.” diye ekleyince o da kısa bir anlığına gülümsedi.

Uyandığımdan beri hissettiğim ağrı git gide artarken sağ elimle kolumu ovuşturdum. “Bu arada asam sende mi?” diye sorduğumda cebinden çıkardığı asamı masanın üzerine bıraktı.

Anlaşılan insanlar değişebiliyormuş, hatta ölüm yiyenler bile... Gerçi şu ana kadar yaptığı şeylerde kendi yararını da gözetiyordu. Kaçarken kendi canını da kurtarmıştı. Ve de o anda benimle cisimlenmesi ya da sonrasında yaram konusunda yardımcı olması da bendeki bilgilere ihtiyaç durmasından kaynaklıydı. Bana canlı ihtiyacı vardı.

Gerçi baygınken benim ona yaptığım gibi elimi kolumu bağlayabilirdi. Ya da asamı istediğim anda vermesi...

Evet, o diğer ölüm yiyenlerden farklıydı, bunu kabul ediyordum, ki zaten ihanet de etmişti Lorduna. Ama yine de hala daha tam olarak güvenmeme konusunda kararlıydım.

Gözü ovuşturmakta olduğum koluma kayınca “Tekrar ağrın başladıysa bunu iç.” dedi arkasındaki bangodan aldığı bir iksir şişesini masaya bırakırken. Şişeyi şüpheli gözlerle bakınca “Ciddi misin sen? Seni zehirlemeye çalıştığımı falan mı zannediyorsun? Belki farkında değilsin ama baygınken sana bir kan iksiri, bir de ağrı kesici iksir içirdim ve de zehirlemek gibi bir niyetim olsaydı en başından hiç yardım etmezdim.” dedi.

Dedikleri haklıydı, hâlâ daha bana ihtiyacı vardı. Ve de olacaktı çünkü bildiklerimin tamamını hemen anlatmayı planlamıyordum.

Masadaki iksiri alıp kafama diktim. Tadı Madam Pomfrey’nin içirdiklerinden bile beterdi.

Şişeyi masaya geri bırakırken önümdeki sandalyeyi çekip oturdum. “Neyle ilgili?” diye sordum önündeki kitabı işaret ederken. “Karanlık büyüler, tılsımlar ve eşyalar ile ilgili. Konuyla ilgili biraz araştırma yapıyordum da.”

“Bizim zehire ihtiyacımız var.” dediğimde “Nasıl bir zehir?” diye sordu. “Sıradan bir zehir değil güçlü ve büyülü bir zehir. Ya da o etkideki başka bir şey. Araştırdıklarıma göre bu çok farklı ve karanlık bir büyü. O yüzden de onun kadar güçlü büyülü bir şey lazım yok etmek için.” diye açıkladım.

“Peki bildiğin öyle bir zehir var mı?” diye sorunca “Birkaç tane okudum ama hepsi efsanelerde var. Gerçekte nereden bulacağımızı geçtim, var olup olmadığını bile bilmiyorum.”

“O zaman bir süre daha burada kalıp araştırma yapalım. Amcam Alphard okumayı ve araştırmayı çok severdi. O nedenle salondaki ve çalışma odasındaki olmak üzere dopdolu pek çok kitaplığı var, onlardan yararlanabiliriz.” dediğinde başımı sallayıp onayladım onu.

Oluşan kısa bir sessizliğin ardından “Bizi arayacaklar değil mi?” diye sordum yandaki pencereden dışarıya bakarken. “Evet, benim ihanet ettiğimi anladılar ve de eminim ki bu madalyonu geri almayı da isteyeceklerdir. Senin kim olduğunu bulmaları da çok uzun sürmeyecektir. Yani tüm büyücülük dünyası benim peşimdeyken, yarısı da senin peşinde olacak.” dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. “Neden yarısı benim de hepsi senin peşinde?” diye sordum.

“Çünkü sadece ölüm yiyenler senin peşinde olacak. Ama hem ölüm yiyen olduğum için seherbazlar, bakanlık ve şu Dumbledore’un kurduğu yoldaşlık peşimde olacak. Hem de ihanet ettiğim için ölüm yiyenler. Sanırım benim peşimde olmayan bir tek mugglelar var.” diye son cümleyi gülerek ekledi.

“Ama ihanet ettiğin için istesen öbür tarafa geçemez misin? Yani abin de orada seni aralarına almazlar mı?” diye sorunca “Sirius’la yaklaşık beş yıldır hiç konuşmadık bile diyebilirim. Aramız bir tek çocukken iyiydi, Hogwarts’tan önce. Hem bana güvenmezler, sen olsan güvenir miydin?” diye sorunca haklı olduğunu fark ettim.

Ben bile ihanet etiğine tanık olmuş olmama rağmen ona güvenmiyordum. Aklıma gelen ile “Bir dakika seninle görülmüş olmam aydınlık taraftan da düşman toplamama neden olmaz mı?” diye sordum.

“Aslında haklısın gerçeği bilmeden bir yargıya varmayalım diyenler, arada kalanlar ve peşin hükümle seni suçlu ilan edenler olacaktır.” diyerek durumun özetini geçti.

Gülüp bakışlarımı tekrar dışarı odaklarken “Eh, o zaman bir muggle köyünde olmamız iyi oldu.” dedim ben de.

 

 

Bölüm : 08.12.2024 19:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...