
İyi okumalar 🙂
“Wilson!” diye seslenen Black’in sesi ile okuduğum kitaptan kafamı kaldırıp ona baktım. “Amcamın garantici bir kişiliğinin olması iyi oldu. Dün tüm gece evi didik didik ettim ve bunu bulmayı başardım.” dedi koyu renkli keseyi kaldırıp bana gösterirken. Çıkan sesten içinde para olduğunu anladım.
“İyi olmuş şu süreçte Gringost’a ya da eve gitmemiz pek mümkün değildi.” diye onayladım onu.
“Aynen öyle. Öncelikle yiyecek bir şeyler alalım, çünkü mutfakta doğru düzgün bir şey kalmadı sayılır.”
Oturduğum koltuktan kalkarken kaldığım sayfayı işaretleyip kitabı bir kenara bıraktım. “Tamam, o zaman ben bir şeyler almaya gideyim. Sen de buradaki kitapları inceleme işine devam et.” Dedim, yığını işaret ederken.
“Neden sen gidecekmişsin?” diye sorduğunda gözlerimi devirmeden edemedim “Çünkü seni çok akıllı Black ne akacağı konusunda pek fikrin olmadığını düşünüyorum. Sonuçta hayatın boyunca ev cinleri hizmet etti sana değil mi?” dedim ve cevap vermesine izin vermeden elindeki keseye kapıp hole geçtim. Pelerinimi de alıp dışarı çıktım.
Aslında hem dediğim doğruydu hem de biraz hava almak istiyordum. Birkaç gündür buradaydık ve içinde bulunduğumuz durum yüzünden oldukça gergindim sonuçta. Aranıyor olmamız, hortkuluğu yok etmek için bir şeyler bulmamız gerekiyor olması ve tüm belirsizlikler. Bu yüzden biraz dışarı çıkmaya ihtiyacım vardı yoksa elbette birkaç parça yiyecek alma işini Black de başarabilirdi.
Pelerinimin kapüşonunu başıma geçirip yürümeye başladım. Alphard Black’in evi bu muggle köyünün bir tık dışında kalıyordu, ki bu da bizim için iyi bir şeydi. Mugglelar ile ne kadar az yakın olursak o kadar iyiydi. Sonuçta ihtiyacımız olan son şey meraklı komşulardı.
Beş dakikanın ardından birkaç evin görünmesiyle tam olarak köye geldiğimi anladım. Çok büyük olmasa da sıcak bir yerdi. İki katlı küçük evler, çeşmeli bir meydan, ufak kendi haline dükkanlar, birbiri ile sohbet eden tatlı insanlar ve etrafta koşuşturup oyun oynayan çocuklar. Tüm bunlar yaşadığımız şeylerle o kadar tezattı ki ve de büyücülük dünyasının şu an ki haliyle. Bu yüzden kendimi bir rüyada, gerçeklikten uzak gibi hissetmekten alıkoyamadım.
Meyve ve sebzelerin satıldığı bir dükkanı görünce içeri girdim. Sadece bir torbayı dolduracak kadar bir şey aldığımda kesedeki muggle paralarıyla ödeme yaptım. Yoldayken kesenin içini kontrol etmiştim hem muggle hem de büyücü paraları vardı. Ve de Muggle doğumlu olmanın verdiği bir avantaj olarak paraların birimlerini biliyordum.
“İyi günler.” deyip dükkandan çıktım ilk dükkandan. İkinci bir dükkandan bir şeyler daha alınca tekrardan kulübenin yolunu tuttum. Ne zaman buradan gitmemiz gerekeceği belli değildi o yüzden tek bir seferde çok şey alıp daha fazla para harcamaya da gerek yoktu.
Ayrıca ne kadar para harcadığımı aklıma not etmiştim. İşler düzeldikten sonra bir gün buraya geri gelecek ve de harcadığım paranın hepsini eve geri bırakacaktım. Sonuçta bu para bana ait değildi ve kimsenin hakkı olan bir şeyi ondan izinsiz alamazdım ben çünkü bana göre doğru değildi.
Acaba her şeyin düzeldiği o günleri gerçekten de görebilecek miyim diye düşünürken derin bir iç çektim. Belirsizlik insanı mahvediyordu...
*********************
Elimdeki kitaptan da bir şey çıkmayacağını anlayınca onu da dağ gibi yığılmış kitapların oraya bıraktım. Yaklaşık iki haftadır buradaydık ve tüm bu süreçte evdeki kitaplardan araştırma yapmıştık fakat işe yarar hiçbir şey yoktu.
Henüz bakmamış olduğum kitaplar arasından rastgele birini seçip aldım.
Bu günlüğü andırır bir biçimde yazılmış, farklı tarzda bir kitaptı. Bir büyücünün ejderhalar ile ilgili çalışmaları yazıyordu. Bir sürü farklı tür, her biti ile ilgili tahmin bile edemeyeceğim kadar özellik ve daha fazlası. Biraz daha ileriki sayfalara geçtiğimde bazı ejderhaların pullarının çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılabildiğini öğrendim ve sonrasında da...
Okuduğum şey ile “İnanamıyorum, inanamıyorum.” diye sayıklamaya başladım. Yanlış okumadığımdan emin olmak için defalarca aynı yeri okuyup durdum. Kalbimin sesi kulaklarımda uğuldarken sakin olmak adına kendimi zorluyordum.
Doğru okuduğumdan emin olunca ise kitabı da kapıp hemen alt kata indim. Hatta az kalsın merdivenlerden yuvarlanıyordum desem daha doğru olur sanırım.
Salona girdiğimde Regulus’un elindeki kitap ile uyuya kaldığını gördüm. “Black!” diye bağırmamla adeta yerinden sıçrayarak uyandı. Az kalsın düşüyor olmasına normalde olsa gülerdim ama şu an aşırı heyecanlıydım. “Wilson! Derdin ne seni-“ diye söylenmeye başlamıştı ki kitabı burnunun dibine soktum. “Oku şunu, hemen!”
Delirmiş olup olmadığımı anlamak istemişçesine birkaç saniye bana baktı ardından da kitabı elimden alıp okumaya başladı.
“Bak Wilson eğer ki bir ejderha sahiplenmek istiyorsan bunun pek de uygun bir zaman olmadığını belirtmek isterim.” dediğinde gözlerimi devirip son paragrafı işaret ettim sabırsızca.
Bakışlarını oraya çevirip okuduğunda o da birkaç saniye donup kaldı. “Yani.... bu işe yarar mı?”
Kafamı olumlu anlamda sallarken “Eğer ejderha alevi doğru şekilde kullanırsa en karanlık şeyleri bile yok edebilir diyor, yani evet. Bence bu aradığımız şey.” dedim sevinçle.
“Ejderhalar ile ilgili buralarda da birkaç kitap olacaktı belki en yakın ejderha alanını bulabiliriz.” dediğinde asamı çıkarıp tüm ejderhalar ile ilgili kitapları çağırdım ama hiç bir şey olmadı.
Bir kez daha yaptım ama yine bir şey olmadı. Sözsüz büyü yapsam da asa hareketimden ne yaptığım anlaşılıyordu. “Asayı doğru açı ile hareket ettirdiğine emin misin?” diye sordu Black.
“Tabiki de.” dedikten sonra aynı büyüyü bir kez de sözlü olarak denedim ama yine hiç bir şey olmadı. Bu gerçekten çok garipti sanki asam da bir sorun vardı ya da sanki bir şey beni engelliyord-
“BULDULAR!” diye bağırdım aklıma gelenle. “Ne?” diye soran Black ile “Yerimizi buldular ve buradalar bence. Kulübenin etrafını da kor asteroit taşları ile çevrelediler.” dedim.
Bunun üstüne Black hemen aklımdan geçenleri anladı. Kor asteroit taşları bir yerin etrafını sardığında oradaki asaları ve cisimlenmeyi engelleyen bir taştı. Yani bir nevi büyülü her şeyi, tüm sihri durduruyordu.
“Ama onca koruma büyüsü ve tuzak. Yaptığımız her şeyi nasıl geçebildiler?” Sonuçta ne olur ne olmaz diye birkaç tılsım ile evin etrafına önlemler almıştık. Bir de Regulus’un ısrarcı olup yaptırdığı birkaç tuzak vardı, ki hiçbirinin ölümcül sonuçlar vermeyeceğini garanti ettikten sonra yapmayı kabul etmiştim. Fakat buna rağmen ruhumuz duymamıştı yaklaşan tehlikeyi.
“Bilmiyorum... Burada hiç sarı tozdan var mı o asaların üstüne serpildiği takdirde kor asteroidin etkisini engeller.” dedim. Bu toz bir nevi zayıf noktası gibi bir şeydi kor asteroidin, etki etmesini engelleyen tek şey.
“Bilmiyorum, belki bir yerlerde vardı-“ derken evin tüm pencerelerinin kırılması ile istemsiz bir çığlık attım. İkimiz birden bakışlarımız ile merdivenleri gösterdik. Hızlıca yukarı çıkarken ne yapmamız gerektiğini bulmaya çalıştım.
Çalışma odasına girince Black çekmeceleri karıştırmaya başladı önce hortkuluğu cebine attı -İkimiz de birbirimizde kalmasını onaylamadığımız için en güvenlisinin buradan saklanması olduğuna kanaat getirmiştik ve de sık sık gelip kontrol ediyorduk.- sonra da sarı tozu bulmak için uğraşmaya başladı.
Ben de onlarca çekmeceden oluşan büyük dolabın içini karıştırmaya başladım ama yoktu.
Ardından bulduğum kalın ip ve merdivenden gelen sesler ile harekete geçtim. Eğer ki büyü yapamıyorsam muggle yöntemlerine dönmeliydim.
İpin bir ucunu yere silme olacak şekilde kapının başına yakın bir yere bağlayıp kalanını da yerde bol bir şekilde bıraktım ve kapının diğer ucuna geçtim. İpin bir ucunu sıkı sıkıya tutarken yere çömeldim.
“Orada kal tamam mı ve kendini koru” dediğimde “Ne saçmalıyorsun sen, açık hedef mi olayım?” dedi. “Bir planım var kal orada.” diye fısıldadım hızlıca.
Ayak sesleri yaklaşırken birkaç konuşma duydum. “Burada da kimse yok.”, “Saklanıyorlar mı?”, “Sen şuraya bak, ben buraya bakayım.”
“HEY Sen!” diye bağıran bir ses duydum ardından geçip giden bir büyü. Masanın altına eğilerek büyüden kaçınca Regulus, büyünün sahibi odaya girmek için hızlıca harekete geçti.
Ben de tuttuğum ipi tüm gücümle çektim. Bunun üstüne giren kişi aniden önünde gerilen ip ile yere kapaklandı.
Hemen harekete geçtim ve asasını elinden aldım.
Ve buraya toplanan diğerlerine birkaç büyü yolladım. Gelen büyüleri kalkan ile savuştururken Regulus’a sordum. “Hangi taraf?”
“Ölüm yiyen değiller.” dedi.
Harika bir seherbazlara saldırmadığım kalmıştı, o da oldu.
Asa beni çok zorluyordu. Genellikle çoğu asa herkese itaat etse de bu onlardan değildi. Sahibi dışındakilere zorluk çıkaranlardandı.
Hatta son saniyede ikinci bir büyü ile engel olmasam yaptığım kalan büyüsünün işe yaramaması yüzünden büyünün hedefi olacaktık.
Durumumuz Bellatrix ile karşılaştığımız ankinden kötüye giderken “Black, eğer yine çılgınca bir fikrin varsa tam sırası.” dedim.
Bu sefer etrafı çevreleyen taşlar bahçeyi geçmeden cisimlenmemizi de ihtimalsiz kılıyordu.
“Üç dediğimde gözlerini kapat.” Deyince kaşlarım çatıldı, bu fazla çılgınca olmaz mıydı durumumuzu düşünecek olursak. “Ne, oradan bu dediğini yapacak kadar delirmiş mi görünüyorum?” diye sordum bu nedenle.
“Çılgın bir fikir isteyen sen değil miydin?”
“Evet ama mümkünse bizi kurtaracak bir fikir de olsun.”
“Öyle, güven bana.”
Başka çarem yoktu zaten asa gitgide beni daha çok zorluyordu ve onlar sayıca üstündü.
“Bir”
Birkaç tane saldırı büyüsü yolladım.
“İki”
Yapabildiğim en güçlü kalkanı yaptım.
“Üç”
Gözlerimi sıkıca yumdum.
“Aç” diyen sesle gözlerimi açtığımda etraftaki renkli dumanları gördüm.
Regulusla birlikte hızlıca odadan çıkarken olayı anlamıştım. Regulus bir duman küresi atmıştı ve o da o sırada gözü açık olan herkesin görüşünü engelleyen bir dumanı etrafa yaymıştı. Tabi ilk andan sonra o işlevi gittiği için bize öyle bir etkisi olmamıştı.
Hızla merdivenlerden inerken “Bu kürenin çok da yeni yapılmış bir şey olduğunu düşünmüyorum. Biliyorsun duman bekledikçe kürede işlevinin süresini yitiriyor. O yüzden olabildiğince acele etmeliyiz.” dedi. Haklıydı.
Açık sokak kapısını geçtiğimizde başardığımızı düşündüm.
Sadece bahçeyi de geçmeliydik ve sonra da cisimlenebilir-
Diye düşünürken ayağıma dolanan ipler ile kendimi yerde buldum.
Aynı şeyin Black için de geçerli olduğunu görünce elimdeki asayı sallayıp bir büyü mırıldandım ama işe yaramadı, asa itaat etmiyordu.
Ardından gelen büyü ile asa elimden gitti.
***********
Gözlerimiz bağlı getirildiğimiz yer bir sürü kişinin ayak sesini barındırıyordu.
Kollarımızdan tutup bizi yönlendiren kişiler eşliğinde geldiğimiz bu yer bakanlık değildi bunu çoktan anlamıştım fakat neresi olduğunu da çözemiyordum.
Gözlerimdeki bağın açıldığını hissettikten birkaç saniye sonra gözlerim tekrar ışıkla buluştu. Lakin aniden gelen bu parlaklık birkaç kez gözlerimi kırpıştırmama neden oldu.
"Birilerini yakalamayı başardınız mı?" diyen bir ses duyunca kafamı o tarafa çevirdim direkt.
Burası bir malikaneydi, içinde bulunduğumuz koridorda birleşen bir çok odanın kapısı görünüyordu.
Ardından sesin sahibi olan ve birkaç kişi daha yanımıza toplandı.
"Onları Dumbledore gelene kadar bodruma götürün, bakanlığa teslim etmeden önce biz sorgulasak daha iyi olur." dedi bir gözünün yerinde metalik oynar bir göz olan adam.
Anlaşılan yoldaşlık tarafından yakalanmıştık. Eh sanırım bu diğer ihtimallere göre daha iyiydi. Tabi yine de ne kadar iyi olduğu tartışılırdı ama...
"Regulus" diyen kişiye baktığımda bunun kıvırcık saçları omuzlarına kadar gelen kardeşi gibi gri gözlü Sirius Black olduğunu gördüm. Yanında da Lupin, Potter, Pettigrew ve Evans vardı. Onları okuldan tanıyordum her ne kadar iki dönem büyük olsalar da oldukça tanınan bir gruplardı. Hatta birkaç kez Lupin ve Evans ile ders çalışmışlığım bile olmuştu.
"Wilson?" diyen Lily'nin sesi ise beni tanıdığının işaretiydi. "Ama bu olamaz Moody, burada bir yanlışlık olmalı." diye ekledi.
"Hiç bir yanlışlık yok Evans. Karşında bir süredir kayıp olan ölüm yiyen Regulus Black ve arkadaşı var." dedi Moody de.
Bu sefer Remus Lupin girdi söze. "Ama Moody, işte sorun da burada çünkü Wilson onun arkadaşı olamaz."
"Evet. Hem onun nasıl biri olduğunu biliyoruz, hem de ... o da benim gibi muggle doğumlu. Sence bir muggle doğumlu, onları öldürmek isteyen bir ölüm yiyene yardım eder mi?"
Diye arka çıktı Lily de.
Bunun üstüne Moody'nin gözleri kuşkuyla bana yöneldi ve diğerlerine hitaben sordu "Emin misiniz?"
"Evet, elbette." diyerek başını sallayıp onaylayan kızıl kıza katıldı Remus da.
Ve bunun üstüne tüm gözler bana dönmüş oldu. Hadi bakalım Zoe , şimdi ne yapacaksın bakalım? İşin kötü tarafı gerçekleri de söyleyemezdim çünkü bundan birkaç ay önce Dumbledore ile görüştüğümde bana yoldaşlıkta bir köstebek olduğuna dair bazı şüphelere olduğunu anlatmıştı.
Bu yüzden şu anda hortkuluklarla ilgili durumu açıklamam pek de güvenli olmazdı. Gerçek anlamda ilerlemeler kaydetmeye başlamışken yıllardır üstüne çalıştığım şeyi riske atamazdım öyle değil mi?
Bakışlarım Regulus'unkilerle birleşti. Gözlerinde gördüğüm şey onun da gerçekleri söylemek konusunda pek de istekli olmadığını gösteriyordu. Belki o da yoldaşlıktaki hain konusunda fikir sahibiydi.
O zaman gerçekleri söylemeden ve olası hainin işimize çomak sokmasına neden olmadan bir şeyler yapmalıydık.
Ama Ne!?
Ben her geçen saniye gerilirken ve nabzım gitgide artarken daha da panik oluyor ve mantıklı düşünmekten uzaklaşıyordum. Eğer daha fazla zaman harcarsam bu seferde söylediklerimin inandırıcılığı zayıflayacak sanki bir yalan bulmaya çalışıyormuşum gibi olacaktı. Ki zaten olan da buydu ya, bir yalan bulmaya çalışıyordum.
Tam bayılacağımdan korktuğum sırada konuşan kişi Regulus oldu. Tabii söylediği şey asıl bayılmama sebebiyet verecek şeydi resmen...
"Biz aşık olduk!"
Herkesten "Ne?", "Nasıl?", "Bu duyduğum en tuhaf şey?", "Bu olamaz!", "Çok saçma!" gibi tepkiler gelirken ben de Regulus'a dönmüş kendimi son anda "NE?!" demekten alıkoymuş ve bu tepkiyi yalnızca bakışlarımla verebilmeyi başarmıştım. En azından kafam çevrilik olduğu için diğerleri bu bakışımın farkında değildi.
Onun bakışlarındaysa ‘oyunu sürdürmeliyiz, daha iyi bir fikrin yoksa bana uy sen de.’ dercesine bir anlam vardı. Sanırım o kendince bu durumdan kurtulabilmemiz için gerekli olan açıklamayı bulmuştu. Her ne kadar çılgınca da olsa sanırım şu an bu fikri sürdürmek en mantıklısıydı. Şu konumdan kurtulmalıydık bir an önce, gerisini sonra da düşünebilirdik.
Her şey büyücülük dünyasının geleceğini korumak içindi...
Şaşkınlık tepkileri devam ederken girdim lafa oyunu devam ettirmek için."Bakın bunu kabul etmek oldukça zor biliyorum, biz bile bu gerçeği hemen kabullenemedik ama aşk mantık tanımaz ki. Kim kalbine söz geçirebilir?" Sanki dudaklarım bile bu dediklerimi kabullenememişti ki birkaç kez kekelemiştim. Umarım bunu aşkımı açıklamanın heyecanına yorarlardı.
Nasıl bir duruma düşmüştüm de hortkulukları korumak adına gerçeği saklarken Regulus Black ile yakalanmamızı “Aşk” olarak açıklamak zorunda kalmıştım. İçimden bulduğum ilk asayı kapıp kendime bir lanet atmak geliyordu. Önceden böyle bir ihtimali düşünüp bir açıklama hazırlamalıydım, vaktim varken bunu yapmalıydım.
Gerçi daha fazla zamanım olsa bu duruma mantıklı bir kılıf uydurabilir miydim gerçekten, şüpheliydim.
Bu sefer söze giren ise Lily oldu. "Zoe tamam dediğin doğru ama bir yere kadar. İnsan kendisini ve diğer tüm masum canları seçemedikleri bir şeyden dolayı yargılayan, öldürmek isteyen birisine nasıl aşık olabilir?"
Tüm gerçekleri haykırmamak adına dilimi ısırdım. Hayır... bunu yapamazdım. Kendim için tüm dünyanın geleceğini hiçe sayamazdım...
Ardından lafı Sirius devraldı. "Bak Zoe ben kardeşimi yeterince iyi tanıyorum. Ve ben abisi olarak onu sevmekten vazgeçmişken sen nasıl olur da ona aşık olduğunu söyleyebilirsin? Belki farkında değilsin ama o bir ölüm yiyen!"
Hadi bakalım Zoe yanıtla bunları. Sanırım gerçeklerden ufacık faydalanmam lazım. Tamam onunla ilgili gerçekler ama sonuçta bu yalanı uyduran da o idi, öyle değil mi?
"Değil, o artık bir ölüm yiyen değil! Bakın Regulus değişti, ihanet etti ve bizim tarafımıza geçti. O artık sandığınız gibi biri değil."
Sözcüklerim havada donup kaldı adeta. Bu seferki şaşkınlık diğerini bile geçebilirdi sanırım.
Kısa bir duraksamanın ardından Sirius şaşkınlıkla sordu "İhanet mi etti? Na- nasıl yani? Neden?!"
Bu şaşkınlık ile geçen sessizlikte durumumuza göre en mantıklı açıklamasını bulan Regulus da açıklamaya başladı. "Zoe sayesinde ve onun için. Bakın o benim daha önce göremediğim şeyleri görmemi sağladı. O yaptıklarımı sorgulamama, doğrularımı sorgulamama sebebiyet verdi. Benim bile varlığından bir haber olduğum kalbimi bulmamı sağladı diyebilirim. Sonrasındaysa geç bulduğum gerçek doğrular adına ihanet ettim ve ayrıldım onlardan."
Şu anda muggle’ların saçma derecede trajik filmlerinden birinin içine düşmüş gibi hissediyordum.
Sahip olduğum tüm oyunculuk yeteneğimi kullanmaya çalışarak lafı ben devraldım bu sefer de. "Regulus'un peşine çok fazla kişi düşecekti ve bizim ilişkimiz ise daha fazla öfke uyandıracaktı. O yüzden biz de bizi bulamayacaklarını düşündüğümüz bir yere kaçtık. Ve orada tüm bu karmaşalardan uzak ve sakin bir hayat geçirmek istedik."
"Tabii, ne kadar tam tersini istesek de eninde sonunda bulunacağımızı içten içe biliyorduk. Güzel mutlu sonlar yalnızca masallarda olurdu sonuçta." diyerek konuşmayı dramatikleştirerek bitirdi Regulus.
Bunun ardından tekrar bir sessizlik oldu çünkü hikayemiz gerçekten de hayret verici gelmişti herkese. Aslında en çok da bize.
İlk konuşan Sirius oldu. Bakışları Regulus'un gözlerindeyken bir şeyleri anlamak istermişçesine temkinli bir sesle konuşuyordu. "Sen şimdi gerçekten de... ihanet ettin mi? Bizim tarafımızda mısın artık... tam olarak?.."
Regulus ise onu oldukça kendinden emin bir şekilde cevapladı. "Evet, kesin olarak ihanet ettim. Bundan sonra sizinleyim... tamamen."
Sözlerini bitir bitirmez kimsenin beklemediği bir şey oldu ve Sirius Black aradaki mesafeyi kapatıp kardeşine sımsıkı sarıldı.
Bu tepkinin karşısında Regulus da oldukça afalladı. Bağlı olan ellerinden dolayı bir karşılık veremiyordu ki aslında böyle olduğu için sevinmişti de. Çünkü tam olarak ne yapması gerektiğinden emin değildi aslında.
Geri çekilince ise asasına yöneldi Sirius. Tam bileklerimizdeki bağları çözecekken Moody girdi söze "Bu kadar aceleci davranmayalım Sirius. Ya bizi kandırıyorlarsa, hemen her dediklerine inanacak mıyız ki?"
Yanıt veren kişi Remus oldu. "Hadi ama Moody, bu kadar şüpheci olma-"
Lafını bölen Moody "Şu anda şüpheci olmamız gereken bir dönemden geçiyoruz Lupin. İşler iyice karışmış bir durumda. Kime güvenip kime güvenmeyeceğin hayati önem gösteriyor şu anda."
İster istemez diğerleri de bu durumu onayladı, zorlu bir dönemeden geçiyorduk.
Birkaç saniye sonra öneri ise Potter'dan geldi. "Bakın iki gün sonra toplantı için Dumbledore gelecek zaten. Veritaserum ile sorgulama işini o zaman o yapar ve yoldaşlıkta kalmalarını kabul edip etmediğini söyler. O zamana kadarsa onları burada misafir eder ve önlem olarak da asalarını alırız."
“Yani Dumbledore gelene kadar beklemek zorunda mıyız?” diye soran Sirius’un yüzü düştü. Elinden oyuncağı alınan küçük bir çocuktan farksızdı. Bu ânın hayalini o kadar çok kurmuştu ki, gerçekleşecek olması neredeyse imkansız bir hâl almıştı zamanla gözünde kardeşi ile aynı tarafta olmak...
Arkadaşının hislerini anlayan James bir elini Sirius’un omzuna atıp “Yalnızca iki gün Pati, merak etme çabucak geçer.” diye telkin etti onu.
O sırada araya giren Moody oldu. “Bir dakika, biz bu fikri kesin olarak kabul ettik mi ki?”
Onu yanıtlayan ise Lily oldu. “Hadi ama Moody, elimizdeki en mantıklı fikir bu.”
Adamın yara izli suratı kasıldı ve kaşları çatıldı. Fakat mantıklı bir bahane bulamamış olacak ki “Tamam, öyle olsun.” diye homurdandı en sonunda.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 741 Okunma |
115 Oy |
0 Takip |
17 Bölümlü Kitap |