8. Bölüm

7.BÖLÜM: Alınan Riskler

Jessica Pereria
jessica_pereria

Keyifli okumalar...

Sırtım evin duvarına dayalı bir şekilde çimenlerin üstünde, bahçede oturuyordum. Bacaklarımı ileriye doğru uzatmıştım. Bakışlarım ise bulutsuz geceyi kaplayan yıldızlardaydı. Kimisi daha parlak iken kimisi daha soluk görünen yıldızlarda…

Alex’in gidişinin ardından kendime gelebilmem için hemen hemen bir saat gerekmişti. Bu süreçte en azından çapulcular misafirler ile ilgilenmişti. Üstümü değiştirmek üzere yukarıya çıkarken James’in söylediklerinin bir kısmını işitmiştim. “Şu aralar hepimiz çok yoğunuz, yarın gerçekleştirmemiz gereken tonla görev var. O nedenle bu töreni artık sonlandırsak iyi olur.” Tarzı bir şeyler diyordu konuklara.

Yukarı çıkınca üstümdeki elbiseyi bol bir kazak ve eşofman altı ile değiştirmiştim. Ardından da odadaki makyaj masasına geçip aktığı için yüzümün her yerine dağılan makyajı temizlemeye başlamıştım. Kızlar yardımcı olmayı teklif etse de kabul etmedim. Yalnız kalmalıydım. Gerçekleri kimseyle paylaşamayacağım için telkinlerini de dinlemek istemiyordum sanırım.

Ardından işim bitince de aşağı inmiştim fakat kendimde konuşma seslerinin geldiği salona gidecek gücü henüz bulamamıştım ki orayı es geçip mutfağa yöneldim. Oradaki çift kanatlı kapıdan da geçip buraya, bahçeye çıktım. Yıldızlarla dertleşmek için…

Görevim gereği yaptığımın doğru olduğunu içimden yüzlerce kez tekrar etmiş olsam da kalbimin üstüne çöken ağırlık bir türlü hafiflemiyordu. Ayrıca hâlâ daha aklımı kurcalayan bir konu da vardı. Lisa’nın bu yaşadıklarında gerçekten de Dumbledore’un böyle büyük bir payı var mıydı? Ben tüm hayatımı onun verdiği göreve adamışken acaba yanlış kişiye mi güvenmiştim ki?

Son zamanlarda yağlanmadığı için gıcırdayan menteşelerin sesini duymamla çift kanatlı kapıya baktım ve bahçeye çıkan bir başkası daha olduğunu gördüm. Elinde tuttuğu iki fincanla yanıma gelen kişi Sirius’tu.

Gelip yanıma oturduktan sonra elindeki fincanlardan birini bana uzattı. “Sıcak çikolata, iyi gelir.” Bu söylediğiyle yüzümde ufak bir tebessüm oluşurken uzattığı bardağı aldım. “Teşekkür ederim.”

Bir baş hareketiyle önemli olmadığını belirten oğlan konuşmaya girdi. “Seni çok iyi anlayabiliyorum Zoe… Ben hayatım boyunca ailem tarafından yargılandım, eleştirildim ve de en sonunda aileden atıldım… Doğru olduğuna inandığın şey uğruna acı çekmek ne demek biliyorum yani. Eminim ki bir gün abinde bunu anlayacaktır ve de hatasını fark edip kafasını taşlara vuracaktır.”

Dediğiyle ufak bir gülüş çıktı dudaklarımdan. “Alex oldukça inatçıdır.”

Bu dediğimin üstüne bakışlarını tamamen bana çevirip konuştu Sirius. “Bana imkansızın gerçekleşebileceğini sen öğrettin Zoe. Sen bana bir daha asla kavuşamayacağımı düşündüğüm kardeşimi verdin yıllar sonra. Eğer ki Regulus ile ben bile bir gün aynı tarafta olabildiysek eminim ki abin de hatasını fark edecektir.”

Umarım diye geçirdim içimden. Bu umuda gerçekten de ihtiyacım vardı. Ardından ben de konuşmaya girdim. “Bu arada Regulus’un seçimlerinde her ne kadar benim de etkim olsa da asıl tercihi yapan ve tüm sorumluluğa göğüs geren kendisiydi… Ve umarım bir gün abim de bunu fark eder çünkü ben o olmadan hep eksik hissedeceğim kendimi.”

Elindeki fincandan bir yudum aldıktan sonra “Haklısın, Regulus’un bu karardaki payını yadsıyamam…” dedi kıvırcık saçlı oğlan ve de ekledi. “Şunu bil ki Zoe, bir gün Regulus ile ayrılsanız bile -ki bunun olmasını asla istemem- ben her zaman senin yanında olacağım. Bundan böyle ben senin de abin olmaktan onur duyarım. Yanlış anlama, niyetim asla Alex’in yerini almak değil. Sadece ihtiyacın olursa yanında olduğumu bil istiyorum… Bir de umudunu asla kaybetmemeni istiyorum çünkü ona sahip olduğun sürece hiçbir mücadeleyi kaybetmiş sayılmazsın.”

Sirius’un bu sözleri kalbimin üstündeki ağırlığı kaldıramasa da hafifletti sanki. Bunun üstüne derin bir nefes alıp “Ben… teşekkür ederim Sirius. Her şey için…” dedim. Yüzünde eksik olmayan muzip gülümsemenin tekrar kendini göstermesiyle “Ben de teşekkür ederim.” dedi.

Sonrasında da bu depresif havayı dağıtmak istercesine konuşmaya girdi bir eliyle gök yüzünü işaret ederek. “Şuradaki takım yıldızını görüyor musun, benim ismimin geldiği yıldız da oradan… Şuradaki ise Cetus takım yıldızı, hani şekli balinaya benzeyen. Sanırım Cetus teyzemin adı da doğduğunda büyük annesinin onu bir balinaya benzettiği için buradan geliyor.”

Hafifçe kıkırdayarak sordum “Ciddi misin?”

“Evet ya, niye ciddi olmayayım ki? Bizim aile yıldızlarla kafayı bozmuş olduğu için gayet normal bir durum bence. Neyse şuradaki, sağ taraftakini görüyor musun? O da Regulus yıldızı, gökyüzündeki en parlak yıldızlardan biridir…”

Böylelikle bir süre boyunca yıldızlardan ve de Black ailesindeki değişik isim tercihlerinden bahsettik. Kalbimin üstündeki ağırlık hâlâ yerini koruyor olsa da artık onun yanında yana bir alev de vardı. Umudun alevi…

*********

“Dün gece birkaç kitaba daha baktım. Yazana göre ejderha alevi hazır yakalanmış olarak satılabiliyormuş da. Ancak buna ulaşabilmek ve de karşılığında istenen ücreti ödeyebilmek de pek kolay değilmiş.” diye açıkladım. Nişanın ertesi günü Regulus ile tekrardan kütüphanede buluşmuştuk konuşmak üzere.

Kaşları havalanırken “Cidden dün gece araştırma mı yaptın?” diye sordu bunun üstüne o da. Sirius ile bahçede konuştuktan sonra yukarı çıkınca kısa ve oldukça işe yarar bir araştırma yapmıştım doğrusu. Omuz silktikten sonra “Çalışmak kafamı dağıtmama yardımcı oluyor.” diye açıkladım.

Dün olanlarla ilgili Regulus ile hiç konuşmamış olsak da davranışlarından suçluluk duyduğunu sezebiliyordum. Bu nedenle derin bir nefes aldıktan sonra ona döndüm. “Regulus…”

“Efendim?” derken bakışları önündeki kitaptaydı hâlâ. Bunun üstüne bakışlarını yönelttiği kitabın arasına bir tüy kalem koyup kitabı kapattım. “Bana bakar mısın?”

Üfleyerek mecburen bana dönmekten başka şansı kalmamış oldu böylelikle. “Evet, ne oldu?”

“Senin suçun değildi…”

Ne demek istediğimi anlamıştı. Birkaç saniyelik duraksamanın ardından yanıt verdi Black oğlanı. “Yine de eğer ki yollarımız hiç kesişmemiş olsaydı böyle bir şey yaşamak zorunda da kalmazdın.”

Yüzümde oluşan buruk tebessümle lafa girdim ben de. “Doğru fakat o zaman da asla bu kadar ilerleme kaydedemezdim.” Ardından masanın üzerindeki elinin üstüne elimi koyup ekledim. “Şöyle bir gerçek var ki görevime oldukça büyük katkıların oldu. Ayrıca hayatımı daha önce hiç olmadığı kadar aksiyonlu bir hâle sürüklediğin de bir gerçek Regulus Black.”

Kendi de elinin üstündeki elime kısa bir bakış attıktan sonra “Sanırım haklısın… İleride güzel bir roman yazmanı sağlayacak derecede macera dolu bir hayatın içine çekildik bir anda. Sanırım gelecekte çok ünlü bir yazar olduğunda bir gün bunun için bana teşekkür edeceksin.”

Bu dediğine gülerken uzattığım elimi de geri çektim. “O zaman ilk imzamı da sana veririm kitabım çıkınca, böylece ödeşmiş oluruz.” dedim ben de. Ardından demin kapadığım kitabı geri açarken konuşan Regulus oldu. “Bu yaşananlardan dolayı asla suçluluk hissetme Zoe. Sen herkesi kurtarmak için kendi hayatından fedakarlıklarda bulunuyorsun. O nedenle sakın kendini suçlama.”

Başımı sallayarak onayladım onu. Sanırım insanların bazen bunu duymaya ihtiyacı oluyordu. Kendi suçu olmadığını…

Sonrasında en başta verdiğim bilgilere ithafen yorumda bulundu genç oğlan. “Eğer ki bu satın alabileceğimiz bir şey ise işimiz baya kolaylaşır. Bu tarz bir şey büyük ihtimalle yasa dışı şeylerin satıldığı mağazalarda vardır. O tarz bir dükkân biliyorum, şansımızı deneyebiliriz. Fakat önce para işini halletmeliyiz. Onun için de Gringotts’a gitmeliyiz. Eminim ki Black ailesinin kasasındaki paranın karşılayamayacağı bir meblağ değildir.”

Dedikleri bir yere kadar mantıklıydı fakat bahsettiği planda çok büyük bir kusur da bulunuyordu. “İyi de bir kaçak olarak Gringotts’daki kasana nasıl girmeyi planlıyorsun? Kasaya ulaşabilsen bile oradan sağ çıkabileceğini sanmıyorum. Eminim ki gören birileri direkt olarak Ölüm Yiyenlere yetiştirir bu haberi.”

Başını sallayarak onayladı Regulus beni. “Doğru Regulus Black, o kasaya giremez fakat başka bir Black girebilir.”

“Eğer Sirius’tan bahsediyorsan bu ona sebebini açıklamamız gerektiği anlamına gelir.” Dememle başını onaylamadığını belirtecek şekilde iki yana salladı. “Hayır, Sirius’un artık Black kasasına giriş hakkı yok. Sonuçta aileden atıldı. Düşününce gerçekleri öğrenince büyük ihtimalle beni de soy ağacından silmişlerdir… Neyse konumuz bu değil şu anda. Açıkçası benim aklıma gelen başka bir yol izlemekti. O kasaya sorunsuz olarak girebilecek birinin yerine geçmek. Fakat çok özlü iksir hazırlamak için onlardan bir parça alamayacağımızdan ilkel yöntemlerle kılık değiştirmemiz gerekecek. Bu da yerine geçebileceğimiz kişi sayısını oldukça daraltıyor. Bana göre en mantıklı seçenek…” Durup derin bir nefes aldı ve de gözlerimin içine baktı. Ardından da tek solukta açıkladı aklındakini.

“Aklımdaki yol senin Narcissa’nın yerine geçip kasaya girmen.”

Açıkçası doğruyu söylemek gerekirse bunu beklemiyordum. Bu nedenle kısa bir duraksama ânı yaşadım yanıt vermeden önce. “Bizden birkaç dönem büyük olan sarışın kuzeninden mi bahsediyorsun?”

Narcissa, bizden yaklaşık olarak altı yaş büyük olsa da bir Black olarak tanınmış biriydi okulda da. Başını sallayarak onaylayan Regulus daha kapsamlı bir açıklama yapmaya girişti. “Senden birkaç yaş büyük fakat çok da sıkıntı oluşturacak bir fark yok arada. Eminim ki, uygun kıyafetler ve birkaç büyü ile kolayca ona benzeyebilirsin. Böylelikle de kasadan gerekli olan parayı alabilirsin. Biliyorum bu oldukça tehlikeli bir plan ve kabul edersen kendini ateşe atmış olacaksın fakat aklıma daha iyi bir yol gelmiyor açıkçası. Tabii istemezsen başka bir şey de düşünebiliriz.”

Açıkçası ben Dumbledore’un hortkuluk görevini kabul ettiğim anda kendimi ateşe atmıştım. Bunun ne denli tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini tahmin etmiştim. Bu nedenle konuşmaya başladığımda sesim oldukça kendinden emin çıkıyordu. “Açıkçası bence de en iyi yol bu olur. Hem eminim ki, şu aralar sen benden daha fazla aranan birisindir. Bu nedenle benim gitmem daha iyi olur. Yalnızca tek bir sorum var. Kasaya girmek için bir anahtarım olması gerekmiyor mu?”

Anlaşılan o ki durumu bu kadar çabuk kabul edeceğimi düşünmemişti ki tepkim karşısında bir an afalladı genç Black oğlanı. Daha sonra ise bunun yerini bir rahatlama aldı ve söze girdi. “Bazı aileler bu tarz şeylerle uğraşmaktan hoşlanmaz. Kendilerini o denli üstün görürler ki diğerleri için geçerli olan bu tarz kurallar onlara göre ayak takımıyla aynı seviyede olmayı temsil eder. Bu nedenle de kendilerine has başka kurallar belirlerler. Daha özel hissettirecek şeyler. Black kasasına girmek için anahtar yerine kan gerekir, Black kanı.”

Bunun üstüne hissettiğim tiksinmeyi bastırıp sorumu yönelttim. “İyi de ben nasıl bunu sağlayacağım. Ayrıca pek kıymetli Black’ler her kasalarına gittiklerinde o değerli saf kanlarını mı akıtıyorlar gerçekten?”

Öncelikle ilk sorumu es geçip ikincisine yanıt verdi Regulus. “Hayır, bunu kan akıtarak yapmıyorlar. Sol avcunu uzattığında oradaki cincücelerin uyguladığı bir büyü var. Bir nevi damarlarındaki kanı kontrol ediyor bununla.” Tamam, bu açıklama iyi güzeldi fakat hâlâ asıl sorunumuz çözülmemişti. Bakışlarımdan bunu anlayan Regulus sıkıntılı bir nefes verdikten sonra “Açıkçası o noktayı nasıl çözebileceğimizi henüz ben de bulamadım. Belki senin bir önerin olur diye umut etmiştim.” dedi.

Böylelikle bunu sağlayacak bir yol bulma umuduyla tekrardan kitaplara gömüldük. Büyülü tılsımlar, kan büyüleri, antik törenler ve bu tarz pek çok şeyi daha inceledik. Büyücülük dünyası geniş bir alana sahipti. Burada pek çok farklı şey için büyü bulmak mümkündü. Eminim ki bir şekilde işimize yarayacak bir şey bulabilirdik. Kısa süreli kan transferi sağlayacak ya da en azından bu tarz bir yanıltma sağlayacak bir şey.

Aradan geçen süre yaklaşık olarak bir saati bulmuştu. Kütüphanedeki hava boğucu gelmeye, çeşitli yazıları okumak başımı ağrıtmaya başlamıştı. En kötüsü ise asla işe yarar bir şey bulamamış olmamızdı.

Böylelikle en son baktığım deri ciltli kitabı da yerine bırakıp odanın derinlerine doğru ilerledim. Kitapların yanlarında yazan isimleri okuyup belki bir şey bulurum diye düşündüklerimi kucağıma toplamaya başladım. Taşıdığım yığındaki kitap sayısı üçü bulmuşken bir başkasını daha gözüme kestirdim. Eğilip en alttaki rafta duran Eskinin Unutulmuş Tılsımları kitabına uzanmıştım ki dikkatimi bir yanındaki kitap daha fazla cezbetti. Bu kitabın cildinde herhangi bir yazı yoktu. Bu da dikkatimi çeken asıl şey olmuştu zaten. O nedenle kitabı bulunduğu yerden çekip çıkardım. Önünde de herhangi bir yazı yoktu yalnızca gördüğüm an tüylerimin diken diken olmasına neden olan bir resim vardı o kadar. Kırmızı daire ve çizgilerle dolu bir şekil. Somut bir şeye benzetemesem de insanın içini huzursuz eden bir çizimdi açıkçası.

Bir tarafım bir an önce kitabı aldığım yere bırakmamı söylese de diğer tarafım içine bakma dürtüsüyle dolup taşmıştı. Sonuç olarak ise pek çok kez pişman olmama sebep olan merakımın peşinden gittim. Kucağımdaki diğer kitapları bir kenara bırakıp bu ilginç kitabı açtım. İlk birkaç sayfasında yalnızca anlamlandıramadığım birkaç işaret vardı. Belki de antik bir medeniyete aitti bunlar. Daha sonrasında ise bir tür içindekiler sayfasına denk geldim. Fakat tüm yazılar Latince idi. Bu nedenle cebimdeki asayı çıkarıp kitaba doğrulttum. Böylelikle artık yazanları anlayabiliyordum. Tam alt alta sıralanmış maddelerin en sonuna yaklaşmıştım ki gördüğüm birkaç kelime donakalmama sebebiyet verdi. “Sanguinem Nexus” kan bağı bağlantısı anlamına geliyordu. Yani tam olarak ihtiyacımız olan şeydi.

Bunun üstüne bir yandan o bölümü açıp sayfaları incelerken bir yandan da odanın giriş kısmına, Regulus’un oturduğu masaya doğru ilerledim. Yanına vardığımda heyecanla kitaptaki bölümü gösterdim ona da. Bazı çizimler, semboller ve açıklamaların bulunduğu iki sayfada tılsımın nasıl yapılacağı, hangi malzemelerin gerektiği ve etkisi ile ilgili kısa bilgiler vardı. Yazanları okuduktan sonra Regulus kitabı eline alıp inceledi. Kapağına baktığı sırada kaşları çatılırken konuştu. “Sence bir ismi bile olmayan rahatsız edici bir kitapta bulduğumuz bir tılsımı uygulamak ne kadar doğru olur ki? Ve de yapılabilecek hatalar sonucu meydana gelebileceği yazan yan etkiler ve riskleri saymıyorum bile.”

Başımı sallayarak onayladım onu. Oldukça riskli olduğu doğruydu gerçekten de. “Biliyorum, bu kitap pek de güven verici bir görünüme sahip değil ve riskler de çok. Fakat bir an önce harekete geçebilmek için elimizde başka bir şans var mı?”

Pek de memnun olmasa da en sonunda Regulus da katıldı bana. Voldemort, onun bir hortkuluğuna sahip olduğumuzu bilirken geçen her saat bizim aleyhimizeydi. Ne kadar hızla çalışıp bir şeyler denersek başarma ihtimalimiz de o kadar fazlaydı.

Bu nedenle kitaptaki talimatları daha yakından inceledik. Tılsım için ihtiyacımız olan bir iksirin yapılıp kalıba dökülmesi ve de soğutulması ile elde edeceğimiz bir kristaldi. Kitaptaki sembollerin olduğu bir daire yapıp bu kristali içine yerleştirecektik öncelikle. Ardından da kristalin üzerine kanlarımızdan birer damla damlatacaktık. Sonrası ise yazan sözleri aynı anda söylememiz ve de kısa süreliğine kanlarımızın bağlanmasıydı. Böylelikle birkaç saatliğine benim damarlarımda da Black kanı gezecekti ve kasaya girebilecektim.

“Bodrum kattaki iksir odasında kristali hazırlayabiliriz. Eminim ki gerekli malzemeler vardır orada.” diyen Regulus’u başımı sallayarak onayladım. “Aslında fazlasıyla basit adımları tamamlayarak işimizi halledebileceğiz gibi görünüyor. Tabii tüm bu talimatlar güvenilir çıkarsa.” dedim ben de.

Ardından derin bir nefes alıp ekledim. “Yine de benim zorumla bu işe girişmeni istemiyorum. Sen de gerçekten istiyorsan kalkışalım bu işe. Sonuçta tehlikeli bir şey, ikimizde büyük bir risk altında olacağız.”

Tam bana yanıt verecekti ki dudaklarının arasından kaçan inleme ile sol kolunu tuttu. Voldemort, müritlerine işaret göndermişti. Aradan geçen birkaç saniyenin ardından tuttuğu nefesi bırakan gri gözlü oğlan rahatlamıştı.

“İyi misin?”

“Evet, sorun yok.” diye yanıtladı beni. Ardından kazağın altında kalan karanlık işaretin olduğu yere bir bakış attıktan sonra diğer soruma cevap verdi. “O, durmuyor. Planlarına ara vermeden devam ediyor. Artık madalyonun bizde olduğunu da bildiğine göre biz hiç duramayız. O madalyonu geri almak üzere yerimizi bulup gelmek için ân kolluyor olmalı. Ne kadar hızlı madalyonu yok edersek o kadar iyi. Zaman geçtikçe şansımız azalıyor sonuçta. Ben bu yola girerken her şeyi göze almıştım ve de bu raddeye geldikten sonra vazgeçemem ya da bekleyemem. O nedenle ben bu plana varım. Riskleri ve sorumluluğu kabul ediyorum. Bir an önce şansımızı denemezsek başka bir şansımız olmayabilir.”

***********

Ertesi gün öğle saatlerine doğru elimizdeki kristalle çatı katındaki depo olarak kullanılan geniş odadaydık. Kesin olarak tılsımı uygulayacağımıza karar verdikten sonra iksir odasına gitmiştik ilk iş olarak. İksirin malzemeleri basit olsa da yapımındaki bazı detaylar zorlayıcıydı. Ayrıca yapacağımız herhangi bir hata ölümcül sonuçlar doğurabileceğinden bu hissettiğimiz baskıyı bir tık daha arttırıyordu. Bu nedenle aradan geçen birkaç saatin ardından iksiri tamamlayıp soğuması için kalıba döküp bıraktığımızda ikimizde yorgun düşmüştük. Bu fiziksel bir yorgunluktan ziyade zihinsel bir yorgunluktu. Odada biriken buhar ve yaşadığımız stresten dolayı anlımızdan boşalan boncuk boncuk ter birbirine karışmıştı artık.

Yazan göre yeterince soğuması için yaklaşık yirmi saat gerekiyordu. Bu da ertesi güne kadar diken üstünde beklememizi gerektirmişti. En azından çapulcular ve Lily sık sık göreve gitmek için çıkıyorlardı da kimseye herhangi bir açıklama yapmamız gerekmemişti.

“Şimdi bir çember oluşturacak şekilde kitaptaki sembolleri yere çizmeliyiz.” dedim. Elimdeki kristali yere bıraktıktan sonra da kitabı ortaya koydum. Böylelikle çizimleri birlikte yapmaya başladık.

Bazıları oldukça basit olsa da aralarından birkaçı ince detaylar içeriyordu. Mesela Regulus’un yaptığı semboldeki bir yerde ufak bir çizgi eksikti. Belki bir santimlik bir şeydi fakat çizimlerdeki küçücük bir hata bile bize pahalıya patlardı. “Lütfen daha dikkatli ol.” diye uyarıda bulunduktan sonra eksik kısmı ekledim çizimine.

Aradan geçen süre yaklaşık bir saati bulduğu sırada son işareti yapıyordum. Fakat artık ellerim kasılmaya, sırtım ağrımaya başlamıştı. Ayrıca ortamdaki rutubet kokusunun da pek yardımcı olduğunu söyleyemezdim. Odaklanmaktan sulanan gözlerimi sıkıca yumup derin bir nefes aldım. Sonrasında gözlerimi tekrardan açtığımda hatalı çizdiğim yeri silip bir daha denedim. Fakat şekli ya fazla yuvarlak ya da fazla basık çiziyordum. Bir türlü doğru ovallikte olmuyordu.

Kendi son şeklini yeni bitirmiş olan Regulus yanıma geldi, o da durumu fark etmişti. “Yardımcı olmamı ister misin?” diye sorunca sanki hep bu ânı beklemişçesine kenara çekilip ona alan açtım. “Çok sevinirim.” diye mırıldandım.

Elini yavaş hareketlerle oynatırken şekli çizmeyi başardı. “Aynı kedi gözü çizmek gibi.” deyince sordum. “Daha önce hiç kedi gözü çizmiş miydin ki?”

Sembollerin tamamlanmasıyla rahat bir nefes alıp ayağa kalkarken yanıtladı sorumu. “Eskiden bir şeyler çizmek hoşuma giderdi. Fakat daha sonradan bıraktım. Annemlere göre bu yalnızca bir zaman kaybıydı.” Bir yandan da ikimiz de tamamlanan sembollere göz gezdirip herhangi bir hata olup olmadığını kontrol ediyorduk.

Regulus’un son dediğini duymak beni gerçekten üzmüştü ailelerin sanat veya sporla ilgili şeyleri zaman kaybı olarak görmesi... Bu tarz uğraşları desteklemeleri gerekirken küçümsemeleri hiç de doğru değildi bence. Ayağa kalkarken konuştum ben de bir yandan. “Bence ailen bu konuda oldukça yanılmış. En kısa fırsatta tekrardan çizim yapmaya başlamalısın bence.”

Yüzündeki ufak tebessümle “Buradan sağ kurtulabilirsek bu konuyu bir düşünebilirim belki.” dedi o da. Kaşlarım çatılırken sordum “Sana kimse olumlu düşün olumlu olsun lafını öğretmedi mi acaba?”

“Açıkçası ailem her konuda doğru düşüncelere sahip değildi bildiğin üzere ya da pozitif yaklaşımlara.”

Kristali bıraktığım yerden almaya giderken “Doğru ama hiçbir şey için geç değildir. Pozitif düşünmeyi öğrenebilirsin… Şimdi kapat gözlerini.” dedim.

Bana dönüp “Ciddi misin?” diye sordu fakat inatçı bakışlarımı görünce teslim olurmuşçasına ellerini kaldırıp “Tamam.” dedi ve gözlerini kapattı.

Bunun üstüne ben de konuşmaya devam ettim. “Şimdi hayal et. Tılsım işe yaramış, plan güzel işlemiş ve de kasadan parayı almayı başarmışız… Ertesi gün ejderha alevini almaya gideceğiz ve ondan önce sen bana teşekkür mahiyetinde bir yemek ısmarlamak istemişsin fa-“

“Ben mi istemişim?” diye gözlerini açıp sorunca sert bir sesle yanıtladım onu. “Evet, sen istemişsin, şimdi tekrar kapat gözlerini!”

“Bence bu tavrın hiç de pozitif değil.” deyip gözlerini kapatırken yüzünde ufak bir tebessüm de oluşmuştu.

Boğazımı temizleyip tekrardan konuşmaya girdim. “Fakat dışarıda uzun süre kalmamız riskli olacağından bu yemek organizasyonunu evde yapma kararı almışız. Yemeği sen hazırlayacakmışsın mutfakta.”

“Zehirlenmeyelim?” diye sorarken bu sefer gözlerini açmamıştı. Bu sorunun üstüne gözlerimi devirip ekledim ve hikâyeyi devam ettirdim. “Tamam, ben de sana yardım ediyormuşum ki zehirlenmeyelim. Daha sonra birlikte… pizza yapmışız. Oldukça güzel görünüyormuş. Onu fırına verdiğimiz sırada ben etrafı temizlerken sen de oldukça beceriksiz bir aşçı olduğun için her yerine bulaştırdığın unu temizliyormuşsun.”

Son kısmı, unlarla ve hamurla boğuşan bir Regulus’u hayal etmek oldukça eğlenceliydi. Bu nedenle bir gülüş kaçtı dudaklarımdan. Bunun üstüne “Ne oldu?” diye sordu Regulus da.

“Hiç, yalnızca seni hamurla ve etrafa poflayıp duran unla mücadele ederken hayal ettim de… Neyse, biz devam edelim. Sonra bahçedeki çardakta keyifle pizzamızı yiyoruz, yıldızlar akşamı aydınlatırken. Ve de sanki normal birer gençmişiz gibi havadan sudan muhabbet ediyoruz. Hogwarts anılarımızdan, okuduğumuz kitaplardan…”

Elimdeki kristalle çemberin ortasına ilerlerken Regulus’un yüzündeki huzurlu ifadeyi birkaç saniye izledim. Kim bilir ne kadar çok isterdi bir Black olmamayı, sıradan biri olmayı..?

Yüzündeki ifade küçük bir çocuğunki kadar masum ve güzeldi. Sanki o anda hâlâ daha hayata karşı umutları, hevesleri ve neşesi olan küçük Regulus’u gördüm karşımda. Bu nedenle taşı çemberin ortasına, yere yerleştirdikten sonra birkaç saniye daha bu huzurlu anın keyfini çıkarması adına sessiz kaldım ve bir şey demedim.

Ardından ise derin bir nefes alıp girdim konuşmaya. “Hadi bakalım. Ne kadar çabuk işe koyulursak o âna o kadar çabuk ulaşırız.” Böylelikle o da gözlerini açtı ve ciddi bir ifadeye büründü.

Yerleştirdiğim kristale baktıktan sonra “Şimdi üstüne kanlarımızı mı damlatacağız?” diye sordu. Başımı sallayarak onu onayladım. Böylelikle asa ile açtığımız küçük kesiklerden gelen birer damla kanı kristale akıttık.

Sonrasında ise çemberin içinde karşılıklı durduktan sonra sordum. “Sözleri tam olarak hatırlıyorsun değil mi?” Başını sallayarak onayladı beni. Kristalin soğumasını bekleyerek geçen saatlerde söylememiz gereken Latince sözcükleri ezberlemiştik ikimiz de.

Sağ elimi havaya kaldırdım ve parmaklarımla üçten geriye saydım. Sıfıra ulaşınca aynı anda başladık sözcükleri söylemeye.

“Sanguinem meum cum tuo conecto, nexum tempus sit, ut sanguis fluat et portas patefaciat.” ("Kanımı seninkiyle birleştiriyorum, bağ geçici olsun, kan aksın ve kapılar açılsın.")

Seslerimiz birbirine karışırken ortada duran kristalden ışıklar saçılmaya başladı. Kıvılcımları andıran ışıklar yükselip etrafımızda dönmeye, daireler çizmeye başladılar. Yerde bulunan ve de bir çemberi oluşturan semboller de birer birer parladı. Daha sonra üstümüze gelen ışık demetleri tenimizden içeri hücum etti, damarlarımızda dolaştı.

Kalbim delice hızlı atarken adeta içimde gezinen kanı hissettim. Damarlarım kıvılcımların rengine parlak bir turuncuya döndü derimin altında. Regulus’a baktığımda onun durumu da aynıydı. Bu his oldukça ilginçti, bir yandan da muhteşem.

Sanırım başarmıştık, gerçekten de her şey yolunda gidiyor gibiydi. Lakin anlaşılan o ki sevinmek için henüz erkendi. Aradan yalnızca birkaç saniye geçmişti ki Regulus’un damarlarından yayılan turuncu parlaklık gitgide koyulaştı ve de en sonunda derisinin altındaki damarlar simsiyah görünmeye başladı.

Hemen panikle kendime baktığımda benimkilerin hâlâ daha turuncu göründüğünü fark ettim. Regulus’a olan şey her neyse normal değildi..!

Ardından gelişen olay ise korkumu ve paniğimi ikiye katladı. Karşımdaki oğlanın burnundan kan akmaya başladı, simsiyah bir kan…

Daha sonrasında ise ortadaki kristal giderek daha çok parlamaya başladı. Adeta kör edici bir ışık yaymaya başlamıştı etrafına.

Bunun hemen ardından gelen şey ise kristalden yayılan görünmez bir güç tarafından geriye savrulmamız oldu. Düştüğüm yerde doğrulmaya çalışırken kristalin ve de etraftaki sembollerin aynı en baştaki gibi olduğunu fark ettim. Artık hiçbiri parlamıyordu.

Çemberin diğer tarafında yerde yatan Regulus’u görmemle hızla oraya ilerledim. Anlık gelen baş dönmesi biraz yalpalamam neden olsa da durmadım. Black oğlanının yanına vardığımda az önce kristale kan damlatmak üzere elinde açtığı kesikten başlayan ve de tüm vücuduna yayılan yanık izlerinin olduğunu gördüm.

Elimi çevirip baktım, ben de böyle bir şey yoktu. Hızlıca omzundan sarstım. “Regulus uyan!”

Fakat hiçbir tepki vermiyordu. Hızlıca nabzını kontrol ettim atıyordu fakat çok yavaştı.

Hemen asamı çıkarıp işe yarayabileceğini düşündüğüm birkaç büyüyü denedim. Lakin olmuyordu hiçbiri fayda etmiyordu.

Ben fark etmeden gözlerimden akmaya başlamış olan yaşlar yere, Regulus’un elindeki kesikten akan siyah kana damladı, karıştı.

“Hayır, hayır, hayır… HAYIR!”

Birkaç büyü daha denedim. Şifa büyüleri, bazı koruyucu büyüler… Olmuyordu, hiçbiri işe yaramıyordu.

Artık şiddetli hıçkırıklar eşliğinde ağlarken büyüleri doğru düzgün söyleyemiyordum bile. Harfler birbirine giriyor, hıçkırıklarım sözcükleri boğuyordu.

“Reg…Regu…lus lü..lüt..lütfe..n…”

Gözlerimden akan yaşlar onun yüzünü ıslatırken mırıldandım.

Artık bulunduğumuz odada atan tek bir kalp vardı yalnızca.

Uzun bir aradan sonra herkese tekrardan merhaba. Yeni yıl benim için biraz yoğun başladı. Öncelikle asla ihtimal veremeyeceğim bir şey gerçekleşti ve bir köpek sahiplendik. Onunla ilgilenmek çok güzel olsa da yorucu ve zorlayıcı -özellikle de bu konu hakkında hiçbir fikri veya tecrübesi olmayan biri için-. Bir de bazı hastalık durumları, sınavlar falan da üst üste gelince işler iyice karıştı. Birkaç hafta bir türlü yazamadım hiç. Açıkçası bunun için gerçekten üzgünüm. Bu nedenle de uzun ve olaylı bir bölümle geri gelmek istedim. Umarım bölümü beğenmişsinizdir.

Haftaya görüşmek üzere:)

Bölüm : 26.01.2025 23:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...