Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1- Kaderin Değişen Yönü

@just_ruby


Hayat çoğu insana göründüğünden daha beter, daha lanettir. Kimisi bu lanetten kurtulamazken kimisi de lanetin varlığından bir haber yaşar. Onlar için hayat sadece bu dünyanın tadını çıkarabileceğimiz bir yerdir. Yemek, içmek , uyumak, balolara gitmek, dans etmek ve daha nicesini normal bir aktivite gibi yaparlar. Onlardan olmayı yıllarca dilemiştim ve her seferinde gerçek bir tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Ben hiçbir zaman hayatı lütuf gibi yaşayanlardan olmamıştım. Doğduğum günden beri hayatın lanet kısmında kapana kısılmıştım. Şimdi yaşadıklarım ise belki gelecekte rahata erebileceğime dair düşüncelerimi, hayallerimi, yok ediyordu.


Tekrar karnıma yediğim tekme ile daha fazla ayakta kalamayıp yere düştüm. Güçsüz değildim, hele kendimi koruyamayacak biri hiç değildim ancak karşımda iri yarı beş adam varken bir yere kadar dayanabilmiştim. Yere düşmemi fırsat bilen adamlar ise daha çok üzerime çullanmışlardı. Ağzımdaki kan tadı gittikçe artarken başım zonkluyordu. Belime, karnıma ard arda inen darbeler yüzünden zaten canım fazlasıyla acırken adamlardan birinin bütün gücüyle sağ bacağıma basmasıyla hissettiğim acı beynime ok gibi saplanıp çığlık atmama sebep olmuştu. Sanırım bacağım kırılmıştı.

Beynim artık acıdan bulanmaya başladığında adamlardan birinin bıçağını çıkardığını puslu bir halde gördüm. Sanırım yaşayabileceğim bütün hayatım 19 yıldan ibaretti. Gerçi tam 19 sayılmazdı, 19 yaşına gireli sadece 3 ay olmuştu. Ancak öleceksem de ne zaman öldüğümün bir önemi yoktu. Ne arkamdan ağlayacak ne de yokluğumu fark edecek kimse yoktu. Bu yüzden rahattım. Kaybedecek bir şeyim olmadığı için ölüm bana hiçbir zaman korkutucu gelmemişti.

Nitekim ölümün bir son olmadığını en iyi bilen kişi bendim.


Karnıma arka arkaya iki kez saplanan bıçağı hissettiğimde çoktan gözlerim kapanmıştı. Tek yapmam gereken bilincimin kaybolmasını beklemekti. Bütün vücudumu saran acı ve kan, dudaklarımdan kesik iniltiler olarak dökülürken ölümüm beni ne zaman karşılayacağını bilmiyordum. Sonunda acılarımın silikleşmeye başlaması ile birlikte karanlık beni tamamen çağırdığında itiraz etmeden ona teslim oldum...

 

*****

 

Aaron...

 

İçimdeki derin huzursuzlukla gözlerim bir anda açıldı. Neydi bu şimdi gece gece. Neden içim sızlıyordu. Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştıkça bir şeyler beni engelliyordu.

Bir sorun vardı. Bir yerde kurdumu tetikleyecek bir şeyler oluyordu. Dönüşmem için zorluyor, adeta beni baskılıyordu. Bir hışımla yataktan kalkıp evin dışına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Kendimi kastığım için beynim zonkluyor, görüşüm puslu bir hal alıyordu. Kapıdan çıktığım gibi daha fazla dayanamayan benliğim yerini iri cüssesi ve kızıl kahve tüyleriyle birlikte kurduma bırakmıştı. Kontrol tamamen ondaydı. Ne olmuştu bilmiyorum ama ona ulaşamıyordum. Onu kontrol edemiyordum. Kendi benliğimde bir seyirci gibi sadece kurdumun yaptıklarını izliyordum.

Sınıra yaklaştığımızda nöbetçilerin yanındaki Helia ve Nigel'i de görür gibi oldum. Az sonra bana seslenmelerinden doğru gördüğümü anladım ama onlara cevap veremedim. Kurdum hızla ormanın derinliklerine doğru koşmaya devam ederken bir anda iki yanımda Nigel ve Helia'nın kurtları belirdi. Bir sorun olduğunu anladıkları gibi peşime takılmışlardı.
Ormanı derinliklerinden tarafsız bölgeye geldiğimiz anda ise burnuma dolan yoğun kan kokusuyla karışık tatlı kavun kokusu ile tarif edilemez bir his sarmalamıştı bedenimi. Yavaş yavaş ne olduğunu anlarken görüş açıma giren görüntü ile kan beynime sıçramış aynı anda kurdumdan yerleri titrecek güçte bir kükreme çıkmıştı. Nigel ve Helia da bana katılmış, korkan gözlerle bize bakan iriyarı adamların üzerine atlamışlardı. Adamlar hızla bıçaklarını çekmelerine rağmen bizden kurtulamamışlardı. Ne kadar güçlü olursa olsun, ne kadar çok silahın olursa olsun beş kişinin asla karşısındaki üç koca kurta karşı şansı olmaz.


İçimde neden olduğunu bilmediğim büyük nefretle pençelerimin altındaki adamı parçalarken kulağıma çarpan minik inilti ile birlikte kaskatı kesildim. Çoktan ölmüş olan adamı bırakıp arkamı döndüğümde yerde kan revan halde yatan küçük kızı gördükten sonra içimi tarifsiz bir acı kapladı. Gidip sarmalamak istedim ama kontrol hâlâ bende değildi. Kurdum kızın yanına yaklaşıp yavaşça oturdu, tatlı kavun kokusu artık daha netti. Burnuyla hafifçe dürttü. Kızdan bir tepki alamayınca tekrar hafifçe dürttü ve bu sefer inleyen kızın gözleri hafifçe aralanıp gözlerime değdikten hemen sonra tekrar kapanmıştı. Yalnızca bir saniye sürmüştü ama o bir saniyede benim gözümün önünde koca bir ömür geçmişti. Buradaydı işte, 17 yıldır hasretini çektiğim mührüm karşımdaydı ama mahvolmuş haldeydi. Kurdum üzüntüyle geri çekilirken tekrar kontrolü elime almaya başlamıştım ki Helia'nı sesini duydum.


"Aman tanrım, Aaron, o mu? Mühürlendin mi sonunda?" dediğinde tamamen insan halime dönmüş kızın yanında oturuyordum.

Ona cevap vermeden önce yavaşça kızın yüzündeki saçları tamamen çektiğimde gördüğüm haliyle derin bir nefes aldım. Aynı anda Nigel'in sesi duyuldu.


"Aaron kendine gel, iyi değil onu şifahâneye götürmemiz gerek yoksa ölecek." dediğinde kendime gelmek için başımı iki yana sallayıp yaralarını görebilmek için vücudunu bakışlarımla taradım.

Karnında iki büyük yarası vardı ve oldukça kanıyordu. Kollarında yüzünde her yerinde morluklar vardı. Ayağını tekinin duruşu kırıldığını belli ediyordu. Bu şekilde onu sırtımda götüremezdim ama bu halde de yetişemezdik.


"Nigel dönüş, onunla birlikte sırtına binicem başka türlü onu incitmeden götüremeyiz." dediğimde sorgulamadan anında dönüşüp önümünde eğilmişti.

Yavaşça onu kucağıma aldığımda zayıf iniltileri duyulmuştu. İçim acıyordu ama başka seçeneğimiz yoktu.


"Helia yardım et." dediğimde anında dibimde biten adam Nigel'in sırtına çıkmama yardım eder etmez o da dönüşmüştü.

Hızlıca dönüş yolunda ilerlerken bir elimle kızın sırtını destekleyip bir yandan da karnındaki yaralarına bastırıyordum.


Onca yıl onu nasıl bulacağımı ya da nerede karşılacağımızı pek düşünmemiştim ama düşünseydim bile asla böyle bir durumda karşılaşacağımızı tahmin edemezdim. Mahvolmuştu, her yeri yara bere içindeydi. O adamlar onu bu hale getirmişlerdi ve orada hızlıca ölmüşlerdi. Bir an neden onları hızlıca öldürdüğümü sorguladım ve bunu sonra düşünmeye karar verdim. Şu an düşünmem gereken tek kişi bu kavun kokulu kızdı.


Neredeyse şifahâneye varmıştık ki kızın kalp atışlarının yavaşladığını fark ettim. Bununla birlikte endişe tohumları içime iyice yayılırken sonunda şifahâneye gelmiştik. Hızla dönüşen Helia, kızla birlikte inmem için bana yardım etti ve ayaklarım yere basar basmaz diğerlerine bakmadan hızla şifahâneye girdim.

Edna her zamanki gibi buradaydı ve kapıda beni gördüğü gibi olduğu yere çakılıp kaldı.


"Aman Tanrım Aaron bu da kim böyle?" derken ben çoktan boş odalardan birine girmiş ve kızı yavaşça yatırmıştım.

O sırada arkamda olduklarını daha yeni fark ettiğim Nigel ve Helia kısaca neler olduğunu Edna'ya anlatmışlardı. Onunda ne kadar şaşırdığı her halinden belli oluyordu.


"Edna oyalanma o iyi değil!" diyerek sesimi yükselttiğimde ise hızla içeriye girerken arkaya doğru seslenmişti.


"Anna çabuk mütün malzemeleri topla ve buraya gel, bu kızın hali hiç iyi görünmüyor. Aaron sende dışarı çık lütfen tamam mı? Burada sadece elime dolaşırsın. Ben ne olduğunu detaylarıyla sonra sana anlatırım." dediğinde tereddütte kalsam da Nigel'in çekiştirmesi ile birlikte dışarı çıktım.


Gökyüzünde parlayan yıldızlara bugün hilal eşlik ediyordu. Hava da ılık bir esinti vardı. Yaza giriyor olmamız sebebiyle ağaçlar da yapraklanmaya başlamışlardı. Böyle güzel bir günde mühürlümü, eşimi bu şekilde bulmak içimi daraltıyordu. Daha kötüsü olmasından deli gibi korktuğum ihtimaller zihnimi dolduruyordu. Hiç iyi değildi, çok fazla yarası vardı. Ya dayanamazsa, zaten küçücük bir şeydi. Ya onca yarayla baş edemezse, o zaman ne olacaktı?


"Kendine eziyet etmekten vazgeç. Edna ve Anna yanında. Onu iyileştirecekler ve sen eşine kavuştuğun gibi bizde Keanna'mıza kavuşacağız. Ondan sonra her şey daha güzel olacak inan bana." dediğinde Nigel'e inanmayı o kadar çok istedim ki sadece bunu düşündüm.


"Alın da şunları giyinin, burada öyle çıplak çıplak duramazsınız." diyerek önümüzde beliren Helia elindeki kıyafetleri bize fırlattı.

Aklım içeride canıyla uğraşan kızdayken Helia'nın elbiseleri fırlatması bile umrumda değildi. Hızlıca kıyafetleri giydikten sonra ağaçların dibine koyduğumuz sandalyelerden birine oturup öylece zamanın hızla geçmesini diledim. İçimdeki sıkıntı geçemek bilmezken diğerlerinin kendi aralarında dönen konuşmalarına aldırmadan gözlerimi kapatıp sırtımı ve başımı geriye yasladım. Umarım eşim göründüğünden daha dayanıklıdır.

Yalvarırım öyle olsun.

 

 

 

Bu bölüm 08.09.2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, yapacağınız geri dönüşler benim için çok önemli🤍

Loading...
0%