@justtbirisii
|
Dolu Kadehi Ters Tut - Portakallı Pekin Ördeğim Meral'in anlatımıyla* Atölyeye gittiğimde gördüğüm şeye her ne kadar inanmak istemesem de gerçekti. Mert delirmiş bir şekilde sarhoş olan Sarp'a yumruklar savuruyordu. Ne yapacağımı bilmeden öylece duruyor ve onları izliyordum. Aklıma Fatih'i arayıp haber vermek geldi. Ellerim titreyerek rehberden numarayı bulup aradım. "Alo?" "Acilen buraya gelmeniz lazım," dedim panikten titreyen sesimle. "Niye?" "Mert burda ve galiba cinnet geçiriyor." Fatih durumun ciddiyetini kavramış olacak ki birinin hızla ayağa kalkamasına b3nzer bir ses geldi ahizeden. "Nerdesin?" "Atölyede." Yine suratıma kapadı. Ama şu an onu dert edinenemeyecek durumdaydım. Mert geri çekilip arkasını döndüğünde beni görüp gülümsedi. Ayakta zar zor duruyordu. Yoksa o da mı sarhoştu? Yere yığılır gibi oturduğunda yanına gittim. Giderken de seslenmiştim ama duymuyor gibiydi sanki. "Mert, duyuyor musun beni?" "Evet." Sesi fısıltı gibi çıkmıştı. Yanına çömeldiğimdeyse bayılmıştı. Belki kendine gelir diye bir iki kez vurdum ama nafileydi. Onu orada bbırakıpsinirle Sarp'ın yanına gittim. Zaten o ayılacağa benzemiyordu, ben de o sırada Sarp'ı kovabilirdim. Bu çocuk ne hakla daha buraya geliyordu ki? "Napıyorsun burda?" "Seni bekliyorum güzelim," dedi ağzını yaya yaya. "Sabah sabah niye bu kadar içip sarhoş oldun? Ya da niye direkt buraya geldin?" "Dedim ya, seni görcem." "Gördün işte, şimdi siktir git." "Ama güzelim, sen bana yetmiyon ki!" Güzelim dedikçe daha da sinir oluyordum. "Ben senin güzelin değilim demedim mi sana?" "Ah, neden ama!?" bir çocuk gibi dudak büzüyordu. Sinirden yüzüne bir tokat attım. "Ah, yeter ama! Bi o lavuk bi sen!" Cidden sağlam dövmüştü Mert. Kaşı patlamış, gözü morarmıştı. "Çok güzel yapmış, ellerine sağlık." "İnsan arkadaşını bu kadar çabuk satar mı be!?" Ben Sarp'la uğraşırken atölyenin önünde bir araba durdu. İçinden Ufuk, Fatih ve tanımadığım biri indi. Bana hiç bakmadan direkt Mert'in başına koştular. Ben de Sarp'ı kendi haline bırakıp onların yanına gittim. Ufuk telaşlı bir şekilde Mert'i ayıltmaya çalışıyordu. "Meral ne oldu burda?" "Bilmiyorum, geldiğimde ikisi kavga ediyordu, sonra Mert bayıldı birden." "Tamam." sonra diğerlerine döndü "Hadi yardım edin de arabaya taşıyalım." Mert'i kollarından ve bacaklarından tutup arabaya taşıdılar. Ben, Mert ve kim olduğunu bilmediğim kişi arka koltukta; Ufuk şoför koltuğunda, Fatih de ön koltukta oturmuş tahminimce hastaneye gidiyorduk. Biraz gittikten sonra bir kliniğin önünde durduk. Benimle arka koltukta giden kişi arabadan indi ve içeri dalıp dışarı bir hemşire sedyeyle beraber çıktı. Onun çıktığını görünce Fatih ve Ufuk da Mert'i alıp sedyeye yatırdılar. "Ne oldu?" Bu sefer de hemşireye her şeyi dün geceden itibaren olduğu gibi anlattım. "Peki o aralıkta nereye gitmiş olabilir?" "Bilmiyorum," dedim bir yamdan da düşünerek. "Aslında, babasının yanına gitmiş olabilir," diye atladı tanımadığı adam. "Siz hastanın nesi oluyordunuz?" "Ben kuzeniyim." "Peki, hastayı şimdi muayeneye alacaklar. Ayılana kadar pek bir şey yapamayız, mecburen ayılmasını bekleyeceğiz." Hemşire gittikten sonra dev kadromuzla beraber öylece beklemeye başladık. "Meral," dedi birden Fatih burnundan soluduğunu belli ederek. "Evet?" "Sen Sarp'la ne konuşuyordun?" "Siktirip gitmesini söylüyordum. Ne yapıcan?" "Hiç, merak ettim."
"Bir şey sorucam, Mert'e tam olarak noluyo, biriniz anlatabilir mi?" Sprduğum soru hacada kalmıştı. Hepsi birbirine bakmaya başladı. Niye anlatmadıklarını anlamıyordum. "Ee?" diye sordum en sonunda bir cevap gelmesini umarak. "Mert'in anlatmak isteyip istemeyeceğini bilemeyiz." "Şu an bu mu önemli olan sizce?" "Evet." "Bakın, anlatmasa bile gördüklerimden bir şeyler olduğunu biliyorum. Keza buranın bir psikiyatri kliniği olduğunu da biliyorum. Anlatmamanız hiç bir işe yaramayacak." "Anlatmamız ne işe yarayacak?" "Bir daha olursa sadece bakmayabilirim." Hiç bir şeyler söylemeden sadece duruyorlardı. "Bakın, neden söylemediğinizi anlıyorum. Hatta onun da neden söylemediğini de ama dün ve bu gün olanlardan sonra hiç bir şey ifade etmiyor." "Çok istiyorsan Mert ayılınca ona sorarsın." Bunlar niye bu kadar bipolarlardı anlamıyordum, bier iyilerdi bana karşı bir kötü. Biz tartışırken içeri bir doktor girdi. Biraz içeride durduktan sonra elindeki dosyayla yanımıza geldi. "Hasta uyandı ama henüz ne olduğunu sormak için çok erken. Yine de içeri girebilirsiniz. Teker teker girseniz iyi olur." sonra da bana dönüp devam etti "Bu arada, Meral sizsiniz değil mi?" "Evet, benim." "Sizi özellikle çağırdı." Diğerlerine bakındım. "Sen geç, biz sonra da gireriz." Kafamı sallayıp odaya girdim. Mert'i hastane yatağında görmekten bıkmıştım. Beni görünce gülümsedi. Bense ona korkuyla bakıyordum. "Bir şey demeyecek misin?" "Sadece seni görmek istedim." "Özellikle çağırınca ben de belki bir şey anlatmak istersin diye düşünmüştüm," dedim hayal kırıklığıyla. En son anlatmaya çalıştığında olanlar ortada olsa da yine de bir umut merakımı giderebilmeyi beklemiştim. "Meral, lütfen. Düşüncesi bile başımı ağrıtıyor." "Özür dilerim." Bir süre sadece sustuk. Mert sanki beni kendisi çağırmamış gibi tavanı izliyordu. Yüzüme dönüp sorgularcasına bakmaya başladı. "Neden atölyede değildin?" "Nasıl yani?" "Atölyeye gideceğini söyledin, ama orda değildin." "Son anda vazgeçtim." "Emin misin?" "Mert, sana neden yalan söyleyeyim ki?" "Haklısın." Başını nefes almak ister gibi arkaya attı ve bir şeyler mırıldandı. "Ne dedin?" "Önemli değil." "Emin misin?" "Evet." Oda yine sessizleşmişti. İki gün öncesine kadar her şey mükemmel giderken bir arama her şeyi mahvetmişti. "Ben çıkayım. Daha diğerleri de gelicek. Seni baya merak ettiler onlar da." "Kim var?" "Fatih, Ufuk bi de tanımadığım biri daha. Kuzeninmiş galiba." "Buğra." "İsmini bilmiyorum." "Artık biliyorsun." "Evet. Her neyse, ben çı-" sözlerimi kesen araya Mert'in girmesi oldu. "Meral, dursana biraz daha." "Sadece sessizce duracaksan, hayır." "Tamam, yeter ki dur." Yüzüme öylece bakmaya devam ediyordu. Ağzını açtı, konuşacak gibi oldu ama dudaklarını birbirine bastırıp susmaya devam etti. "Mert, bunu en son söylediğimde iyi şeyler olmadı biliyorum ama ne söyleyeceksen lütfen söyle. Söylemeyeceksen de bırak çıkıyım." "Özür dilerim." "Niye ki? Özür dilencek bi şey yok ortada." "Var, sana hastalığımdan bahsetmeliydim." "Neden bahsetmediğini anlıyorum. Bunun için özür dilemene gerek yok." "Ayrıca, sana verdiğim sözü tutmadım." "Ne sözü?" "Evden çıkınca doktora gideceğim dedim ama çok daha kötü bir şey yaptım." "Ne yaptığını anlatmak ister misin?" "Hayır, en azından şu an değil." "Tamam. Nasıl istersen." Daha çok üstelemek istesem de içimdeki korku engel oluyordu. Arada yarım saatlik bir boşluk vardı ve Mert o aralıkta her ne yaptıysa ondan dolayı böyle olmuştu. Birden içeri iki polis girdi. "Hanımefendi, Mert Bey'le tek görüşebilir miyiz?" "Bir şey mi oldu?" "Kendisi hakkında bir şikayet aldık." "Ne şikayeti?" "Bir meyhanede kavga çıkartıp adamın birini hastanelik ettiği için. Hatta, adam galiba babasıymış." adam son cümlesini söylerken Mert'i yiyecek gibi gözlerini ona dikmişti. "Bakın, bu adamın ciddi bir rahatsızlığı var ve bu konu hakkında konuştuğunda kriz geçiriyor." "Ne hastalığıymış bu?" Adam sanki psikiyatri kliniğinde değilmişiz gibi sanki ben onunla lay ediyormuşumcasına kurmuştu cümleyi. Mert araya girdi "Travma sonrası stres bozukluğu." Sonunda Mert'in hastalığını öğrendiğim için mutluydum. Ama yine de bu polislerin onu sorgulamasına engel olacağa benzemiyordu. "Peki, yine de ifade almamız gerekiyor." "En azından bekleyin de doktoru çağırayım." "Siz beyefendinin neyi oluyorsunuz, eşi falan mı?" "Evet." Evet mi? "Niye sordunuz ki?" Bunu söylediğime Mert de şaşırmış olacak ki bana garip bir şekilde bakmaya başladı. Doğrusu, bunu söylediğime ben de şaırmıştım. "Her şeye ondan önce atlamanızın sebebini merak etmiştim de." Adama göz devirdiğim sırada içeri doktor girdi. "Memur bey, iki dakikalığına ofisime gelir misiniz?" "Tabii, gelelim." Doktor polisleri alıp odadan çıktı. Mert gülerek bana bakıyordu. "Ne oldu?" "Eşim, ha?" "Bozuntuya vermeyeyim dedim." "Kızarmana gerek yoktu. Hem ben eşim olamandan gayet memnunum." "Yavaş ol be, daha bir aydır tanışıyoruz." "Ama sen başlattın." "Hem sen daha bana hastalığını bile söylemiyodun ki, nasıl olucak o iş?" Güldü ve başını geriye attı. Çok güzel gülüyordu. *** Atlas'ın arabasınadaydık. Sonradan Leyla'yı da alıp o da gelmişti. "Mert ben sana demiştim saklama diye." "Anladık oğlum, haklısın." Polisler ifadeyi sonra almaya doktor sayesinde ikna olmuşlardı. Doktor da Mert'le bir saat konuştuktan sonra onu taburcu edebileceğine kanaat getirmişti. Ama Mert doktorun odasından çıktığında gözleri kıpkırmızı olmuş haldeydi. Anlatmak isteyip istemediğini sordum ama cevap vermedi. Tüm bunlar olurken ben de travma sonrası stres bozukluğu hakkında ufak da olsa bir araştırma yapabilmiştim. Elde ettiğim bilgilere göre bu hastalığa sahip kişiler geçmişte travma kalan şeyleri onlara hatırlatan durumlarla karşı karşıya kaldıklarında deiğişik şekillerde, atak, kiriz vs, tepki veriyorlardı. Mert'in evinin önüne geldiğimizde Atlas arabayı durdurdu ve Mert'le beraber Atlas da indi. "Bak dikkat et, bilinmeyen numaraları açma, meyhaneye gitme, hatta mümkünse evden çıkma." diye öğüt vermeye başladı Atlas. "Tamam dedik ya." Atlas tam arabayı çalıştıracakken onu durdurdum ve arabadan indim. "Bu saatte atölyede ne işin var?" "Atölyeye gitmiyoru ki." "Emin misin?" "Evet." Leyla arkamdan göz devirmişti, ama önemsemedim. Koşup arkasından Mert'e yetiştim. Arkasından biri gelince ürkmüştü. "Bir kişilik daha yerin var mı?" "Sana hep var balım." Eve girdiğimizde daha oturmadan ablam aradı. "Mesajlarıma niye bakmıyorsun!?" "Görmedim abla." "Hem nerdeydin sen şimdiye kadar?" Mert'in yanındayım, bu gece de burda kalıcam." "İyi, mesajlarıma bak çabuk sonra geri dön bana." Tamam dememe kalmadan telefonu suratıma kapadı. Cidden yeter artık. Telefonun mesajlar kısmına girip ablamı attığı mesajlara baktım. Ablam bana Mert'in sahnede beni öptüğü anın fotoğrafını atmış ve bu ne diye soruyordu. Nereden gördüğünü sorduğumdaysa Mert'in hikayesinde paylaştığını söylemişti. (y.n.: bahsi geçen fotoğraf medyada) Telefonumu kapatıp Mert'in yanına gittim. "Mert!" "Evet sevgilim?" "Bu ne!?" telefonun ekranını ona doğru çevirdim. "Bizimkiler çekmiş, ben de paylaşayım dedim." "Hasabında 30 binden fazla takipçin varken?" "Orada öperken öyle demiyordun ama?" Dediklerimnin haklılığı unatnamama sebep olsa da bızuntuya vermedim. "Aynı şey değil. Hem ablam görmüş, hesap soruyor." "Bir şey olmaz." Cümlesini bitirdikten sonra mutfağa girdi. "Napıyorsun?" "Makarna, acıktım." "Sen geç içeri, ben yaparım." "Tamam balım."
☆°☆°☆ Ufak bir bilgilendirme geçeyim, karakterler Ufuk ve Melek dışında 26 yaşlarındalar, diğerleri de 28 zaten. Şimdilik çok çok öpücükk 🎀 |
0% |