Yeni Üyelik
26.
Bölüm

-Alternatif Gerçeklik-

@justtbirisii

Diğer kitapta bu kitaptaki karakterlerin bahsi geçiyor ve bu asıl finale göre olucak. Yani bu bölüm tamamen sizin gönlünüzü alabilmek için yazılmıştır ve kitabın bir parçası değildir.

Burada geçenleri bir paralel evren gibi düşünebilirsiniz.

 

 

*İlahi bakış açısıyla

Meral sevgilisiyle yaşadığı evde onu yazıyordu. Yazdığı satırlar bir kapı çalmasıyla kesildiğinde gelen kişi olması gerekinin aksine beklediği kişi olmuştu.

Mert tüm gün stüdyoda kayıt işleriyle uğraştığı için yorgundu ama kapı açıldığında karşısında gördüğü gülümseme tüm yorgunluğunu uçurmuştu.

Kapıyı kapatıp içeri geçtiklerinde mutfak masasında onları bir defter bekliyordu. Aylardır yazılanların bitmesini ve ithaf edileceği kişiyi bekleyen bu defter, şimdi apaçık şekilde o kişinin karşısına serilmişti.

"Sana demiştim ya hani, bu defteri mutlu sona ulaştığımızda okuyacaksın diye, içimden bir ses zamanın geldiğini söylüyor."

Mert şaşkınlıkla bir Meral'e bir de deftere bakıyordu. Hep içindekileri okumayı istemişti ama böyle olsun da istememişti.

Son zamanlarda uğraştığı ve Meral'den sır gibi sakladığı albümde ona bir sürprizi olacaktı. İkisinin hayatlarını sonsuza dek birleştirecek bir sürpriz...

"Şimdi okumasam? Şu an sadece yemek yiyip sonrasında da uyumak istiyorum."

Meral Mert'in bu hallerine alışık olduğu için çok üstelememişti. Defterin başına geçip yarım bıraktığı satırları tamamladı ve kapağını kapattı.

 

Gelen tahmin ettiğim gibi Mert'ti. Ona yazdığım şeyleri okumayo teklif ettim ama kabul etmedi. Bahane uydurarak geçiştirdiğinin farkındaydım. Neyin peşinde olduğunu çözecektim.

Her akşam olduğu gibi bu akşam da yemeği beraber hazırlayacaklardı. Mert Meral defteri yazarken malzemeleri çıkartmış ve tezgahın üzerine yerleştirmişti.

"Makarna mı yapacağız?"

"Körili makarna, teessüf ederim."

Meral aklına gelen anıyla aniden gülmeye başladı. Daha önce, bu evde ilk kaldığı zaman da makarna yemişlerdi ve Mert'in o zaman ona yaptığı ufak şakayı asla unutamayacaktı. Gerçi, o Mert'le alakalı hiç bir şeyi unutamayacaktı.

Aynı anı Mert'in de zihnine düşmüştü. O günün sabahında yaşadıklarından sonra Meral'in ona ilaç gibi gelişini, yaşadıklarını unutturuşunu çok iyi hatırlıyordu. Zaten, o da sevdiği hakkında her detayı hatırlıyordu.

Yemeği hazırlamayı bitirip makarnayı tabaklara koydular ve yaz havalarına güvenerek sürekli olduğu gibi balkona çıktılar.

Ama Ankara'nın değişken havası onları yanıltmıştı. Dışarıda birden bastıran yağmur karşılamıştı onları.

Meral tabağını içeri koyup kendisi tekrardan balkona çıkmıştı. Mert onun yağmuru sevdiğini bildiğinden ses etmemişti.

Balkonun yüksek olmayan korkuluklarına ellerini dayadı ve aşağı baktı. Normalde aşağıda yatacak olan cansız bedenin kanlarını temizlemek için yağan bu yağmur, Meral'in içini ısıtmıştı nedensizce.

Mert Meral'in korkuluklara dayandığını görür görmez hızlıca yanında bitmişti. Korkuluklar alçaktı ve onun buradan düşmesinden deli gibi korkmuştu. Hoş, korkusunda haksız da değildi.

Meral'i belinden kavrayarak kendine çekti.

"Seni kaç defa uyarmam lazım korkulukların alçak olduğu konusunda?"

Sesi beklemediği kadar sert çıkmıştı. Sinirli olduğundan değildi ama, endişesindendi. Meral'e bir şey olursa yaşamazdı. Neptün'ün Halkası olmadan yaşaması düşünülemezdi.

"Kızmana gerek yok, aklımdan çıkmış bir anlığına."

"Kızmadım, sadece endişeleniyorum senin için."

Onlar içeri girmeye yeltendiğinde yağmur da birden durmuştu. Kanını temizleyeceği bir ceset yoktu ortada, yağması için bir sebep de kalmamıştı.

Yağmur hep bir amaç için yağardı ve Ankara'nın insanın maneviyatıyla kirletilmiş sokakları onun amacı olamayacak kadar imkansızdı.

Yağmurun dindiüini görünce balkonda kalmaya karar vermişlerdi. Tabaklarını da alarak balkondaki minderlere kuruldular ve makarnalarını yemeye başladılar.

Bir yandan da her zamanki sohbetlerini ediyorlardı. Meral atölyede yapmaya uğraştığı resimden bahsetmişti Mert'e, sonra da albüm hakkında sorular sormuştu. Mert sadece dinlemeyi tercih etmişti, konuşmaktansa onun neşesine şahitlik etmek daha cazip gelmişti çünkü.

Tabaklardaki yemekler bittip de konuşacakları bitmediğinde tabakları üst üste koyup kenara itelemeyi ve sohbetlerine devam etmeyi tercih etmişlerdi.

"Hiç mi bir şey söylemezsin albüm hakkında?"

"Söylemeyeceğim dedim ya balım, niye uzatıyorsun?" diyip Meral'i kendine doğru çekti. Kolunu omzuna dolayıp başını göğsüne gömdüğünde tamamlardı.

"Konuyu çok güzel dağıtıyorsun." diyerek kıkırdadı. İşte Mert bu gülüş için dünyaları değişebilecek bir adamdı.

Sırtnı duvara verip sevdiğiyle geçirdiği dakikaların tadını çıkartmaya çalıştı. Burnuna sızan güzel kokusu, omzundan dökülen ve ucuyla oynadığı saçları ve bütünüyle o; Mert'in her şeyine deva olacak tek ilaçtı.

Bu gün yine görmüştü o adamı. Sadece uzaktandı, bir denk gelişti ama canını sıkmıştı. Çünkü babası olacak o adam her halükarda canını sıkıyordu.

"Neye canın sıkkın?" diye sordu Meral onun aklını okurmuşcasına.

Bunu da çok seyordu. Diğer her şeyini sevdiği gibi onu çok iyi tanıyor olmasını da seviyordu. Ve Meral hakkında sevdiği şeyler listesi her geçen gün kabarıyordu.

"Onu gördüm bu gün. Sadece denk gelmiştik ama..."

"Onun varlığı bile seni rahatsız ediyor." diye tamamladı onu.

Kafasını sallamakla yetindi Mert. Meral onu kendinden bile iyi tanıyordu. Kısa sayılabilecek bir sürede her zerresini ezberlemişti onun. Bir şeye canının sıkıldığını, kendini içten içe yiyip bitirdiğini elbette ki fark etmişti.

"Bunları konuşmasak?" dedi Mert rahatsız olduğunu belli eden sesiyle. Kaçmaya çalıştıkça içine çekildiği bir geçmişi vardı ve en azından kafasının içinde bu düşüncelerden kaçabilmeyi deniyordu.

"Yarına randevu alalım istersen, konuşmamak bir işe yaramayacak, sen de biliyorsun."

"Olur, ama şimdi değil. Biraz daha böyle duralım."

Meral karşı çıkmak için herhangi bir girişimde bulunmayınca Mert mümkünmüşcesine onu iyice kendine çekti. Zaten Meral de karşı çıkmak istemiyordu.

İkisi bu haldeyken sanki zaman durmuştu onlar için. Kafalarının içindeki tek düşünce birbirleriydi, etrafta hareket eden tek canlı onlardı.

Beraber oldukları çoğu zaman gibi şimdi de, dünya üzerinde yalnız onlar vardı.

 

***

23 Eylül 2024

[Asıl gerçeklikte Mert'in intihar ettiği gün]

Yağmur bir ay sonunda tekrar bir amaç edinmişti kendine. İntihar edecek bir adamın günahını temizleyecekti bu sefer. Ama o adam yaşıyordu, yaşmayı seviyor ve istiyordu. O adam bu sefer ölmeyecekti.

Mert'in iki aydan uzun süredir uğraştığı albüm sonunda bitmişti. Akşam saat yediden itibaren her yarım saatte bir şarkı olmak üzere on bir şarkı da yayımlanacaktı.

Mert sonunda Meral'in ısrarlarına dayanamamış ve albümdeki şarkıları ona dinletmişti, bir tanesi hariç. Son şarkı hala bir sır gibiydi.

Meral atölyede her zamanki gibi camın önünde bir ay sonra ilk defa yağan yağmuru izliyordu. Dışarı çıkıp ıslanmayı severdi fakat yağmur bu sefer fazla hızlı ve çok yağıyordu. Sadece camdan izlemekle yetinmişti bu seferlik.

Önündeki tuvalde yarım bir resim duruyordu. Tamamlaması gerekiyordu ama daha henüz boyaları bile sıkmamıştı. Sadece kulağında çalan müzikle camdan dışarısını izliyordu.

İzlediği sokağa giren tanıdık araba dikkatini çekmişti. Araba yandaki apartmanın önünde durmuş ve içinden telaşlı adımlarla bir adam inmişti.

Buğra Mert'in onu acil diyerek çağırması üzerine alel acele buraya gelmişti. Aslında bu eve girdiğinde ölüsünü bulması gereken beden ona kapıyı açıp içeri buyur etmişti.

Telaşlı hali belli oluyordu. Buğra onu görünce neden buraya çağırıldığını ve Mert'in neden bu kadar stresli olduğunu çözmüştü. Akşama yapacağı şey onu geriyordu.

"Lan götünde kurt mu var da gezinip duruyorsun? Otursana şuraya!" diye çıkıştı ortada dolanıp duran Mert'e.

Mert üzerindeki tedirginliği taşıyan bakışlarını ona çevirdi. Koltukta yayılmış oturuyor ve bıkkınca kendisine bakıyordu.

Bir iki büyük adımla bedenini Buğra'nın yanındaki boşluğa bıraktı. "Her şey boka saracakmış gibi bir his var içimde."

"Sen ne zaman böyle desen tersi çıkar, o yüzden rahatla."

Buğra buraya gelmekteki amacı olan Mert'i rahatlatmayı biraz olsun başarmıştı. Yine de, uzun bir süre burada kalmayı planlıyordu.

Akşama kadar geçen vaktin çoğu Buğra'nın Mert'e rahatlatıcı sözler sarf etmesiyle geçmişti. Geri kalan vakitte de birbirlerine sataşmışlardı, her zamanki gibi.

Saat yediye, yani albümğn ilk şarkısının çıkma vaktine, yaklaştığında Meral atölyeden çıkıp eve gelmişti. Sabahtan beri başında durduğu resmi yapmak için aradığı şevki bulmuş ve bitirmişti resmi.

Anahtarını kullanarak kapıyı açtığında Buğra çoktan gitmiş, Mert ise salonda onu bekliyordu.

İlk iş olarak odasına geçti ve üzerini değiştirip daha rahat şeyler giydi. İşini bitirdiğinde saat tam yedi olduğu için salondan yüksek bir alarm sesi duymuştu. Sesin kaynağına doğru ilerleyip salonda kucağında laptopla oturan Mert'i gördü.

"Gel böyle." diyip kucağındaki laptopu kenara koydu ve gözleriyle kucağını işaret etti.

Meral gayet memnun bir şekilde kendisine gösterilen yere kurulduğunda aynı ifadeyi Mert'te de görmüştü.

"O son şarkıyı yayınlanmadan dinletmeyeceksin, değil mi?"

"Hayır, bırak artık ısrar etmeyi."

"Ama çok merak ediyorum."

Meral çocuk gibi nazlanmaya başladığında Mert'in onu durdurmak adına yaptığı şey dudaklarına kapanmak olmuştu. Ve galiba bu durumda en etkili çözüm yolu da buydu.

Nefessiz kalana kadar ayrılmamışlardı. Her ne kadar sürekli beraber de olsalar birbirlerine asla doyamıyor, asla doyum seviyesine ulaşamıyorlardı.

Tam daha ileriye gidecekken biraz önce duyulan yüksek alarm sesi tekrar duyulmuştu. Saat yedi buçuğa vurmuştu ve ikinci şarkı yayınlanmıştı.

"Zamanlayıcı mı?"

Meral'in sorusuna onaylar bir mırıltıyla cevap verip yavaşça üzerinden kaldırdı. Hemen ardından kendi de ayağa dikilmişti.

"Aç aç beklemeyeceğiz herhalde?"

"Bu günlük sipariş etsek?"

"Seni mi kıracağım."

Az ötede duran masadan telefonunu aldı ve her ikisi için birer dürüm sipariş etti. Meral'e sorsa da aynı cevabı alacağını bildiğinden sorma gereği duymamıştı.

Salondan çıkıp balkona gittiğinde Meral'in de arkasından geldiğini hissetmişti. Aldırmadan cebindeki paketten bir sigara çıkartıp hala yağan yağmura aldırmadan elini siper ederek yaktı.

Çok fazla sigara içen biri değildi ama son bir aydır nedensizce fazla içmeye başlamıştı. Hatta belki tiryaki olduğu bile söylenebilirdi.

Balkonun yağmur vurmayan tarafındaki mimderlere oturup bir nefes çekti elindeki sigaradan. Meral'in onu kapı eşiğine dayanmış izlediğini görüyordu ama aldırmamaya çalışıyordu. Çünkü eğer aldırırsa içmemesi konusunda güzel bir azar yiyiyeceğini biliyordu.

"İçme şunu." diyip elindeki sigarayı kaptı Meral. Sonra da kendi ağzına götürüp kendisi bir nefes çekmişti. Yapma dediği şeyi yapması ne kadar doğruydu tartışılır ama onun kızdığı nokta Mert'in içmesi değil, fazla içmesiydi.

"Sen içiyorsun."

"Senin kadar değil."

Kapı zili çaldığında Meral elindeki yarım sigarayı söndürüp izmariti küllüğe bıraktı.

"Kalk hadi, yemeğimizi yiyelim."

Mert onun sözünü dinleyerek arkasından gitti ve kapıdan sipariş ettiği dürümleri alarak salona gelmesini bekledi. Az önce kenara bıraktığı laptopu alıp izlemek için bir film seçmeye başladı. Saat on ikiye kadar vakit öldürmenin en iyi yolu bu gibi gözüküyordu. Gerçi, başka bir yol daha vardı ama onu yaptıktan sonra planına sadık kalabileceğinden emin değildi.

Meral salondan içeri elindeki dürümlerle girmiş ve orta sehpayı oturdukları koltuğa doğru çekip dürümleri onun üzerine koymuştu.

"Ne açıyorsun?"

"Ne açıyım?"

"Romantik bir şeyler açsana."

Mert anladığını belirterek kafasını sallamış ve bir kaç şeyle uğraşıp filmi açmıştı. Bilgisayarı kucağına alarak Meral'i omzundan tutarak kendine çekti.

Daha filmi başlatmadan tekrar bir alarm sesi yükselmişti. Saat sekiz olmuştu. Son dört saat.

İki saat boyunca koyun koyuna filmi izlemişlerdi. Filmi izlerken aynı alarm üç kere daha çalmış, Mert'e yapacağı şeyi hatırlatarak heyecanının katlanmasına sebep olmuştu.

Film bittiğinde Mert hiç konuşmadığı için göğsünde yatan Meral'e bakma ihyacı duduymuştu. Uyuduğunu görünce gülümseyip ileride olan alarmları, on bir buçuktaki hariç, sessize almıştı.

Meral'i uyandırmamaya çalışarak yanındaki telefonunu aldı ve internette rastgele gezinmeye başladı. O sırada salonun girişinden duyduğu bir miyavlama dikkatini oraya vermesine sebep olmuştu.

Şimdiye kadar muhtemelen uyuduğu için ortalıklarda gözükmeyen Güneş salondan içeri girip direkt Mert'in kucağına atlamıştı. Mert Güneş'in ilgi isteyen hallerine alışkın olduğu için tekefonun ekranını kilitleyip kenara koydu ve kucağında kıvrılmış kedinin sarı tüylerini okşamaya başladı. Güneş halinden memnun olduğunu mırıltılarıyla belli ederken Mert de içinde bulunduğu duruma gülümsemekle yetiniyordu.

Onun dünyası bundan ibaretti. Güneş be Meral. Zaten, o Meral'e de Güneş'im derdi. Çünkü Neptün güneşi olmadan hayatta kalmazdı.

Dışarıdan hala dinmeyen yağmurun sesi geliyordu. Huzur, buydu işte.

O pozisyonda ne kadar durdukları meçhuldu. Mert saatler boyu hiç sıkılmadan göğsünde uyuyakalmış sevdiğini izlemişti. Zamanın farkına varmasıysa kapatmadığı alarmın sesi olmuştu.

Meral birden sıçrayarak uyandığında Mert onu yatıştırmak istercesine omzundaki kolunu iyice sıkılaştırmıştı.

"Ne kadardır uyuyorum ben?" diye sordu Meral daha açamadığı gözleriyle.

"Saat on bir buçuk olmuş."

"Yuh! Neden uyandırmadın beni?"

"Kıyamadım."

Meral biraz daha söylenerek aslında gayet memnun olduğu yerinden kalkarak yüzünü yıkamak için banyoya gitmişti. Yüzüne soğuk su çarparak lavabodan çıktığında karşısında direkt Mert'i bulmuştu.

"Hadi hazırlan, dışarı çıkacağız."

"Ne?"

"Duydun işte, sürprizim var sana."

"Şarkıya da öyle demiştin."

"Şarkıyı da dinleyeceksin zaten ama orada dinlemen lazım."

Meral çok fazla irdelememeyi seçerek odasına geçti ve üzerine dışarıda üşümeyeceği şeyleri alarak çıktı.

Mert de hazırlanmıştı. Ama o, bilerek birbirlerini ilk gördükleri gün giydiği kıyafetleri giymişti. Sonra da ıslanmamak adına yanına bir şemsiye alıp çıkmıştı.

Koridarda buluştuklarında ikisi de birbirini baştan aşağı süzmüştü. Mert fark ettiği ayrıntıyla kalbinin duracak gibi olduğunu hissetmişti.

Meral de o günki kıyafetlerini giymişti.

Bilerek yaptığını düşündüğü bir ayrıntı değildi ama yine de güzel bir tesadüf olmuştu.

Kol saatinden saati kontrol etti. 23.53. ​Gülümseyerek geri Meral'e döndü.

"Gel hadi, zaten uzak bir yere gitmeyeceğiz."

Meral hiç itiraz etmeden arkasından çıktı. Üzerine ne olur ne olmaz diyerek yağmurluğunu da alıp ayakkabılarını giydiğinde tamamdı. İçindeki dayanılmaz merağı susturmaya çalışıyordu bir yandan da. Pek başarılı olduğu söylenemezdi ama en azından dilini tutmayı başabilmişti.

Apartmandan dışarı çıktıklarında saat 23.57 olmuştu. Mert elindeki şemsiyeyi açıp Meral'i de altına aldı ve yavaş adımlarla ilerlemeye başladı.

Atölyenin önğne geldiklerinde Meral meraklı bakışlarla Mert'i süzüyordu. Ne olduğuna anlam veremiyordu.

"Merak ediyorsun biliyorum ama biraz beklemen lazım."

Meral hala ne olduğunu çözebilmiş değildi. İçini yiyip bitiren merak duygusunu bastırmaya çalışıyordu sadece.

Mert telefonundan bir şeylerle uğraştıktan sonra telefondan müzik sesi yükselmeye başladı.

"Bu güne kadar sana çok şarkı yazdım, hatta yazdığım tüm aşk şarkıları sanaydı. Ve hepsi, seni burada oturmuş ağlarken gördüğümde oldu."

Telefondan yükselen sese Mert'in sesi de eklendiğinde Meral'in şaşkınlığı daha da artmıştı.

Bu, albümdeki son şarkıydı ve Mert üstü kapalı olmayacak şekilde, her şeyiyle Meral'i anlatıyordu.

Şarkının verse kısmının sonundaki sözler resmen yüreğine inecekti.

Belki de evet dersin bu dediğime, ve ölüme kadar mutlu sondur sonrası.

Bu sözlerden sonra tekrar beat giriyor ve bir iki saniye sonra şarkı bitiyordu.

Meral anlamaz gözlerle Mert'e bakmayı sürdürürken beklediği açıklama o an gelmişti.

"Ben seni bu kaldırımda ağlarken tanıdım, tanıdığım gibi de aşık oldum. Bu kaldırımda benim başka bir hayatım başladı. Şimdi, eğer evet dersen aynısı tekrar olacak." Sözlerine ara verip yerin ıslaklığına aldırmadan diz çökmüş ve cebinden bir yüzük kutusu çıkartmıştı.

"Benimle evlenip, bambaşka bir hayatı başlatır mısın Meral?"

Meral şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemez halde öylece bir yüzüğe bir de Mert'e bakıyordu. Bir süre böyle geçtikten sonra dudaklarından belli belirsiz o kelime çıkmıştı.

"Evet."

Mert ayağa kalkıp yüzüğü Meral'in parmağına taktı ve sıkıca sarıldı ona.

"Seni seyiyorum, Neptün'üm."

"Sana aşığım, Güneş'im."

 

☆°☆°☆

​Umarım hoşunuza gitmiştir bu son. Ama unutmayın, bu son Sarp'ın o gün içmediği bir gerçeklikte geçiyor. Yani okuduklarınızın hiç biri gerçek değil.

İsterseniz, diğer kitabı okumuyorsanız, bir önceki finali bir rüyaymış gibi görüp bu sonu benimseyebilirsiniz.

Yağmur benim için çok önemli bir metafor, o yüzden birazcık kişiselleştirdim kendisini bu bölümde.

Loading...
0%