Yeni Üyelik
22.
Bölüm

20. Bölüm

@justtbirisii

*Medyadaki Mert

 

21 Nisan 2022

​Ablam gitmekten bahsediyordu, yine. Sürekli onu bu şehirden, bu ülkeden iten bir şeylerin olduğunu söyler ve babamın yönettiği şirketin Amerika temsilcisi olmak isterdi.

Arkasında bırakacaklarını, annemi, babamı, beni hiç düşünmeden sadece gitmek istemişti hep. Onu ne itiyordu ya da oradan ne çekiyordu en ufak bir fikrim yoktu ama içimden bir ses onun ben olduğumu söylüyordu.

Biz ablamla hiç doğru düzgün anlaşamamıştık. O hep asi olandı, bense hep bir yerlere bağlı olan. Hep birilerine, bir şeylere bağlı yaşardım ben. Ablam da sürekli bu huyumdan yakınıp kızardı bana. Haklıydı, kızamıyordum bu yüzden.

"Nereye gideceksin kapıyı çarpıp!?"

"Cehennemin dibine, Meral!"

Annemler bir iş için İstanbula gitmişlerdi ve bu gün döneceklerdi. Ablam da az önce ettiğimiz saçma kavgadan dolayı yine gitmeyi seçmişti. Arada böyle çıkar giderdi, hiç birimiz de nereye gittiğini bilmezdik.

Ablamın kapıyı çarpıp çıkması beni bir nebze gerçekliğe döndürmüştü. Bana inat akan göz yaşlarım yanaklarımı yakarak yere düşüyordu. Hayır, canımı yakan tuzlu yaşlarım değil, ablamdı.

Onun ardından ben de çıktım evden, ama ne onu takip etmeye ne de bir daha dönmemek üzere. Annemle beraber kullandığımız resim atölyesine gidiyordum. İki sene önce bitirdiğim güzel sanatlar fakültesinden sonra burada çalışmaya başlamıştım. Annemin izinden gitmiştim.

Ben hep anneme özenirdim ama hiç onun gibi olamamıştım. Ablamın tüm huyları anneme benzerken ben babamın kopyasıydım. Her ne kadar görünüş olarak tam tersi olsak da ben babamın kızıydım, ablam annemin. Ablam beni biraz da bundan sevmezdi, babamın babamız olması dışında sevilecek bir yanı yoktu çünkü ona göre.

Eve çok uzak olmayan atölyeye geldiğimde yağmur yağmaya başlamıştı. Birden, gök yarılır gibi yağmaya başlamıştı. Biraz yağmurun altında durdum. Annem hep 'Nisan yağmuru şifadır' derdi. Bu yağan da nisan yağmuruydu ve benim de hem şifaya hem de göz yaşlarımın yağmur damlalarına karışıp görünmez olmasına ihtiyacım vardı.

Artık üşümeye başladığımda kapının kilidini açıp içeri girdim. Bir tarafta annemin resimleri, bir tarafta benim resimlerim vardı. İkimizin çizim tarzı arasında bariz bir fark olmasa da biraz inceleyen biri aradaki farkı anlayabilirdi. Ben anneme göre daha acemiydim ve çizgilerim daha sertti.

Kapıyı ardımdan kapatıp arka tarafta kalan atölye kısmına geçtim. Şovalede benim yarım bıraktığım bir resim vardı. Uzay boşluğunda Uranüs ve arka planda diğer gezegenlerin olduğu sürrealist bir resim çiziyordum. Son kısımları kalmıştı. Palete ihtiyacım olan boyaları sıkıp karıştırdım ve tuvalin başına geçtim.

Çizmek bana iyi geliyordu, hep iyi gelmişti. İçimdeki dertler sanki elimde tuttuğum fırçaya, oradan da tuvale akıyordu boyalarla birlikte. Çizmek beni kurtarıyordu, dünyadan alıp çizdiğim şeyin dünyasına götürüyordu.

Tam resmi bitirip köşesine imzamı atacağım sırada çalan telefonumla gerçeklere dönmek zorunda kaldım. Arayan annemdi. Büyük ihtimalle eve varmış ve beni göremeyince aramışlardı.

"Alo?"

"Sevda ve Kenan Acar'ın yakını mısınız?"

"Kızlarıyım, bir şey mi oldu?"

"Hastaneden arıyorum, kaza geçirmişler. Olay yerine vardığımızda çok geçti. Başınız sağ olsun."

Yaşadığım şok yüzünden ne telefonu kapatabiliyordum ne de ağzımı açıp tek kelime edebiliyordum. Zihnimin duvarlarında yankılanan tek bir cümle vardı: başınız sağ olsun.

Annem de babam da ufacık bir süre için bile bizden zar zor ayrılmışlardı, şimdi nasıl snasıla kadar ayrı kalacaklardı bizden? Yapmazlardı bunu, yapamazlardı. Onlar kızlarını bir başına bırakamazlardı.

Ahizeden yükselen telefonun kapandığını haber veren sesle bir nebze olsun gerçekliğe dönmüştüm. En azından hareket edecek kadar kendimdeydim. Yalnızca hareket eden bir ölü olacak kadar...

Kendimi nasıl dışarı attığımı bilmiyordum. Yağan yağmur bana şifa olmuyordu, aksine her bir damlası birer kor parçası gibi yakıyordu tenimi.

Göz yaşlarım benden habersiz akmaya başladığında atölyenin bahçesinden çıkıp önündeki kaldırıma bıraktım kendimi. Daha fazla gitmeye, kendimi başka bir yere atmaya gücüm yetmemişti.

Ben o kaldırımda hıçkırıklara boğulurken yanıma bir beden oturmuştu. Bir adam. Ela gözlerinden merhamet akan bir adam.

"Birini mi kaybettin?" diye sordu bakışları kadar yumuşak sesiyle.

Cevap veremedim. Birini değil, tüm dayanağımı kaybettim diyemedim. Ama anlamıştı, nasıl olduğunu bilmesem de anlamıştı.

"Biliyorum, canın çok yanıyor. Hatta belki kalbinin bin parçaya ayrıldığını hissediyorsun ama emin ol bir süre sonra böyle olmayacak. Sen bu acıya alışacaksın, acınla yaşamayı öğreneceksin. Sana teselli cümleleri kurmayacağım, çünkü hiç bir şeye yaramayacağını biliyorum. Sadece alışacağını söyleyebilirim."

Kurduğu cümlelere bir cevap vermedim. O da bir cevap beklmedi zaten. Sadece izliyordu beni, giderek hafifleyen hıçkırıklarımın sokağın sessizliğinde nasıl yankılandığını dinliyordu.

Acıyla gülümsedim. Bana böyle merhametle yaklaşanın ablam olmayışına acıdı canım, bu ela gözlü adamın merhametine güldü dudaklarım.

Ağzımı açıp teşekkür edemedim o adama. Fark etmese de bana iyi gelmişti çünkü. O yanımdayken ağlamam dinmeye yaklaşmıştı.

O benim ilacım olmuştu çünkü.

 

***

 

22 Ağustos 2022

Annem ve babamın ölümünün üzerinden dört ay geçmişti. Öyle söyleyince az gelen bu dört ay bana bir ömürden uzun gelmişti. Ablam numarasını değiştirdiği için ona ulaşamıyordum, bu da beni daha çok üzüyordu.

En çok yanımda olmasını istediğim kişi ablamdı ve ona ulaşmamam için her şeyi deniyordu. Canım yanıyordu. Neye olduğunu bilmiyordum. Artık sorgulamıyordum da.

Ablama mı, yoksa annemle babama mı üzüldüğümü sorgulamıyordum.

Ben o her be kadar da bana değer vermese de ablama çok değer veriyordum. Onu da annem veya babam gibi dayanak görüyordum. Beni oradan çok vurmuştu ama elimde değildi, o olmadan yapamıyordum.

Annemle babamın ölüm haberini elbette ki almıştı. Ama ne cenazeye ne de benim yanıma gelmişti.

Halbuki ben Leyla beni alıp götürmese tüm gecemi onların başında geçirecektim.

Bu kadar umursamaz olması, her şeyden kaçması sinirimi bozuyordu.

Son kez şansımı deniyerek telefondan numarasını bulup tuşladım. Aşina olduğum ses 'aradığınız numara kullanılmamaktadır' dedikten sonra telefonu kapatıp oturduğum soğuk mermere koydum.

Küpeşteye oturmuş bacaklarımı dışarı sarkıtmıştım. Amacım bedenimi de bacaklarım gibi aşağı sallandırmaktı. Son bir umutla ablamı arayıp yanımda olduğunu duyarsam yapmayacaktım. Ama olmamıştı, yoktu.

Yalnızdım. Hiç olmadığım kadar yalnızdım. Yaşamak için tutunacak dal bulamamıştım.

İçereden duyduğum tıkırtılara aldırmadım. Son dört aydır yalnızlıktan böyle şeyler yaşamaya alışmıştım.

Derin bir nefes çektim içime. Cesaret içindi bu nefes. Amacına da ulaşmıştı. Yanıma dayadığım ellerimi bırakıp ağırlığımı öne verdim. Ama bir yanlışlık vardı. Bir çift kol beni belimden kavramış ve çekmişti.

O an gerçekliğe döndüm. "Meral..." diyen Leyla'yı duydum. Bir şeyler daha söylemişti ama çok umursamadım. Çünkü aradığım o tutunacak dalı bulduğumu hissetmiştim.

 

***

 

22 Ağustos 2024

​​​​Yaklaşık iki aydır, hatta daha fazladır, yazmıyordum ne yaşadığımı. Çünkü içimden bir ses mutluysan sona ihtiyacın yok diyerek beni yazmamaya ikna etmişti. Şimdiyse yine içimden bir yerlerden bir his yazmam gerketiğini söylüyor bana. İstediğim o mutlu sona yakın olduğum içindir belki de, bilmiyorum.

Bu iki ayda çok şey değişti. Mesela ben Mert'le yaşamaya başlamıştım. Ablamın gidişinden sonra bir psikologla görüşmemin iyi olacağını söylemişti ve ben de onu dinlemiştim.

Gittiğim psikolog bana geçmişi hatırlatan şeylerden uzak durmamı söylemişti. Bana geçmişi en çok da o ev hatırlattığı için ben de o evi satıp bana en iyi gelen kişinin yanına yerleşmiştim.

Diğerleri için de her şey çok iyiydi. Leyla ve Atlas planladıkları gibi evlenmişlerdi ve çok mutlulardı. Fatih ve Kağan da beklediğimden daha güzel bir ilişkiui sürdürüyorlardı. Buğra ve Ufuk da tek başlarına devem ediyorlardı.

Ben çok mutluydum. Hiç olmadığım kadar hem de. Mert bana iyi geliyordu. Benim de ona iyi geldiğimi hissediyordum. Birlikte geçirdiğimiz her saniye daha iyi oluyorduk.

Mert son zamanlarda yeni bir albüm için çalışıyordu. Ben ne sorarsam sorayım hiç bir şey söylemiyor, sürpriz olacağını söylüyordu sadece.

Son zamanlarda günlerinin çoğu stüdyoda geçiyordu. Ben de bu zamanlardan yararlanıp hem geçmişi hem de şu zamanlar olduğunu hissettiğim mutlu sonumuzu yazmıştım. Bu akşam geldiğinde ona her şeyi okutup aralardaki onun için olan boşlukları doldurtacaktım.

Bir anda çalan zil beni yazarken koptuğum gerçek dünyaya döndürdü. Mert olduğunu düşünerek kelemimi defterin arasına bıraktım ve kapıya bakmaya gittim.

 

☆°☆°☆

VEEEE KESTİK!

Meral'in geçmişi de acıklı olmalıydı çünkü travmasız karakter yazmaya alerjim var.

Sonraki bölüm final olacak.

Şimdilik çok çok öpücükkk ♡♡♡

Loading...
0%