@justtbirisii
|
Hayat felsefe yapmak için çok kısa ve bir o kadar da hızlı akıyor ama felsefe dersleri yakamızı asla bırakmıyor. Dersleri genel olarak severdim ama felsefe dersi nefretime layık olan ders olarak tarihe geçecekti, yani en azından benim tarihime. Özellikle Çinlilere bu işkence yöntemi üzerine danışan okul idaresinin bu mükemmel(!) dersi ilk iki saate koyma fikrine söverek geçen kırk dakikanın ardından kurtarıcım olan teneffüs zili çaldığında kendimi müziğe vurarak kafamı biraz olsun boşaltmaya çalıştım. Çalıştım, çünkü yanımda sürekli konuşan bir sevgilim varken çok zor oluyordu. "Senin bir dersi sevmediğini de gördüm ya, artık ölsem de gam yemem." dedi alayla gülerek. "Felsefe hakkında nihilist olmayı tercih ediyorum; hiç bir şey yoktur, dolayısyla felsefe, felsefe dersi ve sınavı da olmamalıdır." diye şakayla karşılık verdiğimde bir kahkaha patlatmıştı. Hemen ardından yüzü sorgular bir ifade almıştı. "Şimdi sen bana da mı yok dedin?" "Toprak niye tripli kız başrol gibi davranıyorsun?" diye sitem ettiğimde sahte bir şaşkınlıkla yüzüme bakmaya başladı. "Aa, erkekler de tripli olamaz mı?" Göz devirip önüme döndüm. Şakasına yaptığını biliyordum ama özellikle de felsefe dersinden sonra kafam ufacık şakaları bile kaldıracak durumda değildi. Zil çalıp ders başladığında sağlam bir sabır dileyip hocanın gelmesini ve kafama münasip şekillerde muamele etmesini beklemeye başladım. Hoca gelip de dersi anlatmaya başladığı saniyedeyse dersi kesinlikle dinleyemeyeceğime kanaat getirerek kafamı sıraya gömdüm. Yanımdan gelen dirsek darbesiyle o tarafa döndüm. "Hayırdır, rolleri mi değiştik?" diye fısıldadı. "Evet, bu derslik." Sırıtıp dersi dinlemeye döndü. Onun uyuduğu dersleri ben bayılarak dinlerken benim uyukladığım dersleri de o seviyordu. Kesinlikle aşırı uyumlu bir çifttik. *** Kolumun dürtülmesiyle gözlerimi hafif araladım. Karşılaştığım ilk şey Toprak'ın bana bakan yeşilleri olmuştu. "Kalk hadi, ders edebiyat. Kaçırmazsın sen." Kafamı sıradan kaldırıp duvardaki ÖSYM saatine baktım. Üç ders boyunca uyumuştum. Kış uykusuna yatsaymışım bir de! "Niye uyandırmadın ki beni?" diye çıkıştım. "Kıyamadım. Hem Songül hoca da fark etmedi." "O kadın gözünün önünü doğru düzgün göremiyor ki." dedim gülerek. Benim güldüğümü görünce o da bana eşlik etmişti. Sohbetimizi bölen zille beraber Serap hoca sınıfa girmiş, ben dersi dinlemeye, Toprak da güzel bir uyku çekmeye dönmüştü. İlk edebiyat dersini geride bırakıp öğle arasına girdiğimizde tüm sınıf kantine veya yemekhaneye gittiğinden boş sınıfta oturmaya başladım. Ben ikisine de para vermemek adına önceki akşam yaptığım yemeğin artanını saklama kabına koyup getiriyordum. Devletin verdiği bursla tüm ihtiyaçlarımı karşılamak zaten zor oluyordu, bir de üstüne kendime bunu yük edemezdim. Son iki gündür Toprak da yemeğini alıp yanıma geliyordu ama bu gün beden hocası futbol takımını toplamaya karar verdiğinden oraya gitmişti. Pazartesi günü maçları başladığı için garipsenmeyecek bir karardı. Yemeğimi bitirip elkerimi yıkamak için lavaboya gidiyordum ki yarı yolda kolumdan çekilerek boş bir sınıfın içinde buldum kendimi. Ses çıkartmaya çalıştım ama beni çeken kişi diğer elini de ağzıma kapadığı için başarısız olmuştum. Yanan kolumu sıkı sıkıya tutan kişiye baktım. Hamza'ydı. Attığı mesajlardan sonra sadece garip bakışlarına maruz kalmıştım. Mesajlardan Toprak'a bahsetmeme rağmen bir şey yapmamıştı, sadece bir iki laf söylemişti. Hamza'yı çok takmıyordu, bana da aynısını önermişti. Şimdiye kadar bu öneriye sadık kalsam da şu an henüz iyileşmemiş kolumu sıkarken bu pek mümkün değildi. Ağzına kapadığı elini çekip beni kapadığı kapıyla arasına aldı. Yüzüme pis bir sırıtışla bakıyordu. Kolumu bırakmasından fırsat bilerek ovuşturarak biraz olsun acısının geçmesini sağlamaya çalıştım. "Niye buraya geldiğimizi sormayacak mısın?" "Konuşmak istediğim son kişi sensin." dedim her zamanki ifadesizliğimle. "Yapma böyle, üzüyorsun beni." diye sahte bir üzüntüyle karşılık verdi. Tek kelime etmeden ifadesizce karşısında dikiliyordum. Bir süre sonra bu hissizlikten bıkmış olacak ki ortamdaki sessizliği bozdu. "Ama sen böyle yaparsan biz nasıl ilerleyeceğiz?" "İlerlemeyeceğiz." diye sertçe cevapladım. Gözlerindeki bıkkınlık öfkeye dönüşmüştü. Az önce bıraktığı kolumu sıkmasıyla acıyla bağımam bir oldu. "Sus!" Ben kolumu ondan kurtarmaya çalışırken yaslandığım kapı vurulmaya başlamıştı. "Ne yapıyorsunuz siz içeride!" kapının ardından gelen hocanın sesiyle Hamza aceleyle benden uzaklaştı. Ben de bunu fırsat bilerek kapının arkasından çekilip açtım. Karşımda Miraç hoca ve çatılmış kaşlarını gördüğümde biraz olsun rahatlamıştım. Hamza'yı ilk gördüğümden beri dizginlemeye çalıştığım halde titreyen bedenim biraz olsun gevşemişti. "Ne oluyor burada?" "Arkadaş benimle zorla konuşmaya çalışıp kolumu sıkıyordu hocam." diye ondan önce lafa atlamıştım. Hoca arkamdaki Hamza'ya öldürücü bakışlar atarken bana dönüp "Sen gidebilirsin kızım." dedi ve arkama doğru adımlamaya başladı. Miraç hoca ve Hamza'yı baş başa romantik dakikalar yaşamak üzere bırakıp hızlı adımlarla sınıfa girdim. Zilin çalmasına az kaldığı için sınıf neredeyse dolmuştu. Sıraya oturmuş ve tahminimce beni bekleyen Toprak'ın bakışları kapıyı açmamla direkt beni bulmuştu. Bakışlarında saklamadığı bir endişe vardı. Hala dinmeyen titrememi dizginlemeye çalışarak sıraya gittim ve yanına oturdum. "Ne oldu?" "Hamza..." Devamını getirmeme gerek kalmadan kaşları çatıldı ve dudaklarından kısık bir küfür firar etti. "Bir şey yapmadı değil mi sana?" Yumuşak sesi titrememin azalmasına bir nebze de olsa yardım ediyordu. "Hayır, sadece... kolumu sıktı biraz." Elini sol koluma doğru uzattığında istemsizce geri çekildim. Şaşırmış şekilde gözlerime bakıyordu. "Yağmur, bana güvenebilirsin." "Biliyorum, sadece..." devamını nasıl getireceğimi bilemiyordum. Geçmişte yaşadıklarımı yanlızca üstü kapalı anlatmıştım ona ve üstünü aöarsam dayanabileceğimden emin değildim. Sınıfın kapısı açılıp Hamza girdiğinde saliselik de olsa göz göze gelmiştik. Kızarmış ve altı morarmış gözlerindeki öfkeyi görmek için bu ufak an bile yetmişti. Toprak'a baktığımda onun da Hamza'yı aynı bakışlarala takip ettiğini gördüm. Biraz daha sakinleştiğimde Toprak'ın sinirden ritim tuttuğu bacağının üzerine elimi koyarak durdurdum. Kendi içimde onun dokunuşunu garipsemiyordum ama Hamza her şeyi bir kaç dakikalığına da olsa alt üst etmişti. Toprak gözlerini ondan ayırıp önce dizinin üzerindeki elime, sonra da gözlerime çıkarttı. Elini elimin üzerine koyarak "İyi misin?" diye sormuştu samimiyet akan sesiyle. Kafamı olumlu manada salladım. "Daha iyiym." "Ne olduğunu anlatmak zorunda değilsin ama..." boştaki elini yanağıma koyup devam etti "anlatmak istersen ben her zaman buradayım." Gülümsedim ve başımı yana çevirerek dudaklarımı yanağımdaki eline bastırdım. O da aynı şekilde gülümseyip elini çekti ve öptüğüm yerin üzerini öptü. *** Metrodan eve doğru giderken Elif'e bugün olanları anlatabildiğim kadar anlatmıştım. O da normalde koruduğu sakin kişiliğini bir kenara koyup Hamza'ya hayatımda duyup duyabileceğim en yaratıcı hakaretleri etmişti. "Ben diyorum bu çocuğun beyni köşeli, anlamıyor." "O jetonu köşeli olmasın?" "Yok, bunun direkt beyni köşeli. Jeton olsa geç düşer ama düşer. Bunda düşen tek şey iq seviyesi." Elif'in haklı olduğunu bildiğimden tek kelime etmeden onu dinliyordum. Mesajlarda ağzının payını yeteri kadar vermeme rağmen hala üstelemesinin tek sebebi de ancak aklının kıt olması olabilirdi. "Sen bana niye okulda söylemedin ki, şunları yüzüne söylemek vardı o andavalın." "Miraç hoca gördü zaten, o yeterince gözünü korkutmuştur." "Umarım disiplinlik olur da görür gününü." Evin önüne geldiğimizde Sibel'i yine her zamanki yerinde sigarasını içerken bulmuştum. Derin bir nefes alıp kendimi apartmanın içine attım. Eskiden olsa bu ev bu kadar içimi sıkmayacaktı ama son bir kaç gündür günümün Toprak'la geçmesine o kadar alışmıştım ki eve geldiğimde kendimi boşluğa düşmüş gibi hissediyordum. Onsuz geçirdiğim bir kaç saat bile beni sıkıyordu. Belki süslü sevgi tarifleri yapamam ama şunu söyleyebilirim ki, birini bu kadar abartı şekilde özlüyorsanız bilin ki abayı yakmışsınızdır. ♡°♡°♡ |
0% |