@justtbirisii
|
Cigarettes After Sex - Apocalypse
"Ya sen niye gidip birilerini dövüyorsun ki? Hadi sadece sen onu dövmüş olsan neyse, bir de dayak yemişsin üstüne!" Toprak suçlu olduğunu bildiği için karşımda hiç ses etmeden azarlamamı diniliyordu. Cuma günü olanlardan sonra çıkışta Hamza'yla kavga etmişlerdi ve ben bunu pazar günü buluştuğumuzda, yani şu an, gözünün altındaki morluktan öğreniyordum. Neden kavga ettiklerini biliyordum, kendince sebebinde haklıydı da ama sonuçta kendisi de zarar görmüştü. Evet, dayak yememiş olsaydı bunu sorun etmeyecektim. "Çok acıyor mu?" diye sordum elimle hafifçe moraran yerin üzerini okşarken. Kafasını olumsuz manada salladı. "Haklısın, şiddet çözüm değil ama tutamadım kendimi. Bir de karşıma geçmiş pis pis sırıtıyordu." "Sen şu olayı bir baştan anlatsana." Normalde geçen gün gittiğimiz parka gidip oradan bir kafeye geçecektik ama daha henüz bir ley yapamamıştık. "Şimdi, biz okul çıkışı her zamanki gibi çıktık, eve gidiyorduk. Hamza ve tayfası bizi görüp laf attı, onlar laf atınca ben de tutamadım kendimi. Zaten sinirliydim, patlamış oldum." "Ne dediler de normalde takmadığın çocuk birden gözüne battı?" "Boş ver." gözlerimden hiç ayırmadığı yeşillerini yere eğdi ve yerdeki taşlarla oynamaya başladı. "Peki." Bihter Ziyagil pekisi. "Başında yeterince dert var zaten, bir de bunları kafana takma diye söylemiyorum." dedi yerdeki bakışlarını gözlerime çıkartarak. Yumuşak bakışları beni de yumuşatıyordu ama şu an tam da trip atmam gereken yerdeydik. "Söylemiyorsun ama karşıma morarmış gözünle çıkıyorsun, insan bari saklamak için uğraşır." "Krem sürüyorum zaten geçsin diye." "Baştan kavgaya karışmasaydın ona da gerek kalmazdı." Bir anda bir şeyi fark etmiş gibi gözleri kısıldı ve muzipçe sırıtmaya başladı. "Sen benim kavga etmeme değil de gözümün morarmış olmasına kızıyorsun, değil mi?" Cevap vermedim ama kaçırdığım bakışlarım ona cevap olmuştu. Elini cebinden çıkatıp kolunu omzuma attı ve beni kendine yasladı. Saçlarımın üzerinde hissettiğim öpücükle kafamı kaldırıp bakışlarımı onunkilerle kesiştirdim. "Güzelim o morluğa takıldıysan hiç acımıyor bile." "Tamam, bırakalım artık bunu konuşmayı." "Hah şöyle! Gel hadi gideceğimiz yere gidelim." Kafamı hafifçe sallayarak onu anayladım ve beraber sarmaş dolaş yürümeye başladık. Geldiğimiz kafe çok büyük değildi. Büyüklüğüne nazaran oldukça fazla olan insan topluluğundan ancak oturacak masa bulabilmiş ve oturmuştuk. "Ne yaptınız dün?" Dün Emir ve Elif'le buluşmuştuk. Toprak da işin içinde Emir olduğu için haliyle merak etmişti. "Bir şey yapmadık, bir yere gidip oturduk, sohbet ettik falan. Sen ne yaptın?" "Normalde Zafer Bey'in yanına gidecektim ama yurt dışına gitmesi gerekince ben de antrenmana kadar evde kaldım. Sonra da antrenmana gittim zaten, bir şey yapmadım yani." Her zaman yan yana oturduğumuz için şimdi karşılıklı oturmak garip geliyordu. Toprak da benimle aynı fikirde olacak ki aklımdakiletri sesli dile getirmişti. "Her zaman yanımda olmana alışmışım, böylesi garip geliyor." Söylediklerine gülerken "Gerçi, sen her zaman sol yanımdasın," diyip elini kalbinin üzerine götürdü. "burda." Gülüşüm şoktan yarıda kesikerek yerini memnun bir tebessüme burakmıştı. "Aniden deme şöyle şeyler, kalbime inecek sonra göreceksin gününü." "Ben seni her gördüğümde kalbime iniyor gülüm, sen de beni anlamış oluyorsun böyle." "O kadar şiiri yazan ben, sana karşı edecek kelime bulamıyorum." dedim gülerek. Gülüşüme aynı şekilde karşılık verdi. Bu kadar güzel gülmek yasaklanmalı zira şu an katliam yaşanıyor. Garson gelip siparişleri alana kadar sadece birbirimizle bakışmıştık. Bu kadar güzel sözden sonra ben dediğim gibi daha fazla söyleyecek söz bulamadıpımdan susmuştum. Toprak neden susuyordu bilmiyordum ama. "Bu arada," diye bozdum rahatsız edici sessizliği. "gülüm demezsen sevinirim." "Niye, gül sevmez misin?" "Dikenine katlanamam, papatyalar daha cazip geliyor. En sevdiğim çiçek de sarı papatyadır zaten." Bir şey demek için ağzını araladığında ne diyeceğini az çok tahmin ettiğimden durdurdum. "Sakın, gülüşü güzel kadınlar papatya severmiş edebiyatına başlama." dedim tehditvari bir tonda. Teslim olur gibi ellerini iki yana kaldırdığında gülmeden edemedim. "Yine de bu güzel gülmediğin manasına gelmiyor."
***
"Hiç Kale'ye çıktın mı?" "Ha?" Kafeden çıkmış, Toprak'ın dediği üzere bana hazırladığı sürprizi göstermek için bilmediğim bir yere gidiyorduk. "Ankara Kale'sine diyorum, hiç gittin mi?" "Geldiğimden beri doğru düzgün hiç bir yere gitmedim ki. Ama ben küçükken gittiysek hatırlamıyorum." "Küçükken mi?" Şarşırdığından adımları bir anlığına duraksamıştı. "Babaannem ölmeden önce bayramlarda gelirdik, sonra buraya taşınana kadar hiç gelmedim." Anladığını belirtecek şekilde kafasını aşağı yukarı salladı ve kol saatinden saati kontrol etti. "Eğer daha fazla vaktimiz olsaydı oraya da giderdik ama saat üçe geliyor, sanırım yetişemeyiz." "Benim için sıkıntı değil, senin sürprizin daha çok ilgimi çekiyor ayrıca." Biraz daha yürüdükten sonra duruduğumuzda nereye geldiğimizi anlamak için etrafa bakındım. Önünde durduğumuz tanıdık eve baktım. Anlamaz bakışlarımlarımla Toprak'ı süzerken açıkşmasını yapıp eve girmişti. "Sen burada bekle beni, almam gereken bir şey var benim." Kafamı salladım ve olduğum yerde beklmeye başladım. Toprak'ın gelmesini beklerken hafiften yağmur yağmaya başlamıştı. Yağmur iyice hızlanmaya başladığında Toprak da evin kaapısında gözükmüştü. "Gel, yağmur dinene kadar evde bekleyelim." Daha fazla ıslanmamak adına teklifi geri çevirmeden arkasından eve girdim. Toprak da kapıyı kapatıp üst kata çıktığında peşi sıra girdiği odaya girdim. Toprak'ın yatak odası olduğu belli oluyordu. Benim odamın nerdeyse iki katı büyüklüğünde ferah bir odaydı. Bir duvarın yarısına kadar kitaplık ve onun yanında çalışma masası vardı. Kitaplığın karşı tarafında yatak ve gardırop duruyordu. Yatağın yanındaki duvarda bir sürü grup ve şarkıcının posterleri vardı. İçinden bilmediğim çok fazla şarkıcı vardı. "Bu ne?" diye sordum antik yunan tarzı çizilmiş ve tek eliyle hareket çeken bir adamın olduğu posteri göstererek. "Hidra, C-137. En sevdiğim albüm kapağı olabilir." "Sadece ismen biliyorum." "Cidden mi?" dedi kocaman açılmış gözlerle. "Benim en sevdiğim rapçi olur kendisi." "Ben rap dinlemem." diye cevap verdim yüzümü buruşturarak. "Dinledin ama." Anlamadığımı belli ederek kaşlarımı çattım. "Stabil de Anıl Piyancı da rapçi." "Ha, anladım." Odanın kapısındaki hareketlilikle ikimiz de o tarafa dönmüştük. Kedi. Hem de benim Toprak'a verdiğim kedi. "Söylemeyi unuttum, Çamur'u sahiplenecek kişi son anda vaz geçince ben aldım." Kediyi kucağına aldı ve yanıma geldi. İlk gördüğümde kemikleri sayılacak durumdayken şimdi oldukça iyi haldeydi. "Çok iyi bakmışsın ama, kemikleri sayılıyordu." dedim elimi kedinin tüyleri arasında gezdirirken. Onaylar bir mırıltı çıkarttığında kafamı kaldırıp ona doğru baktım. Çamur'u sevmek için dibine girdiğimden yüzlerimizin arasındaki mesafe bir karış kadardı. Yakınlığımız nefesimi tutmama neden olurken Toprak gözlerini mayışmış şekilde yüzümde gezdiriyordu. Bakışları dudaklarıma takılı kaldığında aramızda duran Çamur hareketlenip aşağı atlamıştı. Gözlerini tekrar gözlerime çıkarttığında ne yapmak istediğini anlamıştım. Bakışlarıyla izin istiyor gibiydi. "Yağmur..." Devamını getirmesine müsaade etmeden parmaklarımın ucuna yükselip yüzünü avuçladım ve dudaklarımı dudaklarına kapadım. İlk başta şaşkınlıktan bedeni kaskatı kesilse sonrasında gevşemiş ve bana ayak uydurmaya başlamıştı. Çok geçmeden dudaklarımızı ayırdığında yüzündeki mayışmış ifadenin hala yerinde durduğunu gördüm. Belimden tutup beni iyice kendine çekti. "Bayılıyorum sana." "Ayıltırım o zaman." diyip dudaklarına ufak bir öpücük kondurdum. Bir anda geri çekildi ve yatağın kenarında duran gitarını aldı. "Ben seni niye buraya getiediğimi unutuyordum az daha." dedi gitarı akort ederken. Aklıma gelen şeyle çantamdan telefonumu çıkartıp sözleri kafama takılan şarkıyı açtım. Cigarettes After Sex - Apocalypse. Telefondan yükselen sesle Toprak'ın bakışları da bana döndü. Onu umursamadan yerde yatan Çamur'un yanına oturdum ve onu kucağıma aldım. Yumuşak tüylerini okşayarak şarkıyı mırıldanıyordum. "...Got the music in you, baby tell me why..." Biraz sonra Toprak da gitarla beraber yanımda bağdaş kurmuştu. "...Your lips, my lips, apocalypse..." Müzik sesi kesildiğinde gözlerimi kucağımdan kaldırıp Toprak'a yönelttim. "Ben burada sana özel çalacağım, sen telefondan açıyorsun. Oluyor mu hiç böyle?" Sahte sinirine karşın gülmemi durduramazken Toprak çoktan tellere vurmaya başlamıştı. Tanıdık melodiyle gözlerim şaşkınlıktan açıldı. Toprak'ın Yaşlı Amca dinlemediğinden emindim ama bunu çalıyordu, büyük ihtimalle benim için öğrenmişti. "Ve ben senin gibi gülen biri daha tanımadım ve sen gibi bakan..." O şarkıyı söylerken ben de bir yandan eşlik ediyordum. Çok sevdiğim şarkıyı en sevdiğimden dinlemek... sanırım bundan sonraki favori aktivitem bu. "...Ve ben sana değil, evinin yollarına, postersiz duvarlarına, yağmurlu sokaklarına aşık oldum..." "...Lüle lüle saçlarına, kızarmamış yanaklarına, ıslanmış kurallarına aşık oldum..." Şarkıyı baştan sona söyleğimizde saat çoktan dörde varmıştı. Eve gitmem gerektiğinden her ne kadar istemesem de kalkmak zorunda kalmıştım. Yağmur hala devam ettiğinden Toprak şemsiyesini bana vermişti. Her ne kadar beni bırakmak için ısrar etse de kendim gidebileceğimi söyleyerek onu geri çevirmiştim. Geçirdiğim belki de en güzel gün olduğuna bahse girebilirim.
♡°♡°♡ |
0% |