@justtbirisii
|
Şehinşah - Bana Sen Gerek
◇Toprak'tan◇
Cuma Her şey nerdeyse mükemmel ilerliyordu. Sevdiğim kızla sevgili olmuşlen neden mükemmel olmasın ki zaten? Ama her güzelin bir kusuru olduğu gibi bu güzelliğin de elbette bir kusuru olacaktı. Bu kusur sayılmalı mı ondan bile emin değildim ama çok acı olduğu kesindi. Çünkü gerçekler acıdır, gerçekler acıtır. Onun çok derinden olan yaraları vardı, belki hiç saramayacağım, her daim kanayacak olan yaraları. Canımı acıtan buydu, karşımda can çekişiyordu, biliyordum ama elimden hiç bir şey gelmiyordu. Sevmek geçmişteki yaraları kapatırdı belki ama sadece sevmekle geçmeyen şeylerin olduğu da insanlığın kanayan yarasıydı. Sevmek neden her şeye ilaç olamıyordu ki? Ben onu sevdim, hem de kimseyi sevemediğim kadar sevdim. Ama yaralarını kapatabilecek kadar sevdim mi, bilmiyorum. Öğle arası Oğuz hocanın konuşması yüzünden yanında değildim. Her şey o zaman oldu. En ufak şey bile ona geçmişteki yarasını tekrar gösterirken ona yapılanlar o yarayı daha da deşmişti. Yanıma geldiğindeki halinin gözümün önünden kolayca gidebileceğini zannetmiyordum. Titreyen vücuduna rağmen ayakta kalma çabası canımı yakıyordu. Yarasına merhem olamamak canımı yakıyordu. Bana her şeyi yanlızca üstü kapalı anlatmıştı, ama anlamıştım. Biri ona tecavüz etmişti, bunu biliyordum. Ama kim olduğunu veya bunun yanlızca bir seferle mi kısıtlı kaldığunı bilmiyordum. Tek bildiğim bedeninin bu travmayı kaldırmadığıydı. Ona her dokunuşumda vücudundaki hafif titremeyi hissediyordum. Korkuyordu, her seferinde ben olduğumu anladığı bir kaç saniyeye kadar korkudan titiriyordu. Kim, ona ne yapmıştı, nasıl kıymıştı en ufak bir fikrim yoktu ama anlıyordum onu. Yıllar boyu onun yaşadıklarına maruz bırakılmış bir kadın büyütmüştü beni çünkü. Onda gördüğüm her şeyi annemde de görüyordum. Her dokunuşumla irkilişini, bağıran birini duyduğunda korkak bakışlarını görüyordum. Görmekten ziyade hissediyordum. Hala derinden kanayan bir şeylerin olduğunu bakışlaları bana karşı hissizken dahi hissediyordum. O gün hissettiklerime şahit olmuştum. Buna sebep olan kişiye duyduğum nefret önceden de vardı, ama bu bambaşka bir şeydi. Nefret gibi güçlü bir duygunun da ötesine geçmişti artık. Fakat ben, yine de bir şey yapamadım. Okulda olmamız bir yana, serserinin tekiyle uğraşmak da istememiştim. Hocalar zaten gerekeni yapmışken benim fevri davranmam hiç bir şeyi sağlamazdı. Okul çıkışına kadar her şeyi böyle düşündüm. Çıkışa kadar beklemiştim beklmesine ama benim çıkmamı beklemiş ve sataşıp resmen 'gel beni döv' demişti. "Pişt, biz senin gibilere gavat diyoruz biliyon mu?" Pis sırıtışına çaktığım yumruk yere savrulmasına sebep olmuştu. Yandaşları da saldırmaya kalkmıştı ama üçe üç olduğumuzdan bit şey yapamamışlardı. Sadece boşluğuma gelen bir yumruk göz altımı morartmıştı. Eğer araya birileri girip bizi ayırmasaydı o puştu bayıltana kadar döveceğimden ve tüm hıncımı çıkartacağımdan emindim ama ayırmışlardı işte. Yine de kaşı patlamış, çenesinde ve elmacık kemiklerinde morluklar oluşmuştu. Eserime son kez göz atıp sırıtarak yoluma devam ettim. Yanımda Selim ve Burak da vardı ve onlar hiç bir zarar almadan sıyrılmışlardı. Zaten onlar Hamza'nın yanındakileri tutmaktan başka çok bir şey yapmamışlardı.
Pazar Eğer şapşal aşık tanımını merak ediyorsanız sevdiği kızı henüz öpmüş olan bana bakarak anlayabilirsiniz. Yağmur gittikten sonra ancak olanların farkına varabilmiştim. Bu gerçekten çok güzel bir şeydi, kesinlikle tekrarlanmasını isteyeceğim bir şey. Evde salak salak sırıtırak dolaşırken çalan kapı zili bir nebze olsa kendime gelmemi sağlamıştı. Kapıyı açıp annemi içeri buyur ettikten sonra mutfağa, annemin dolaba koyduğu yemekleri ısıtmaya geçtim. Yemekleri ısıtıp sofrayı kurduktan sonra annem de üzerini değiştirip gelmişti. "Ee, ne yaptınız bu gün?" "Bir şey yapmadık, kafeye gidip oturduk biraz. Sonra parka gidecektik, yağmur yağınca vaz geçtik." "İyi, haftaya mı gideceksin babanın yanına?" Annemin o adamı bu kadar kolay kabullenmesi zoruma gidiyordu. Ben onu asla babam olarak kabul etmeyecektim ve annemin de bunu kabullenmesi gerekiyordu. "O adam benim babam değil, ama evet, haftaya gidiyorum. Mektubunu da o zaman iletirim." "Hazar, oğlum, yapma böyle. Baban o senin, kabullenmen gerek bunu." "Anne, zamanında bana genetiğini verdi diye babam olmaz. Sen nasıl bu kadar affettin onu bilmiyorum ama ben yıllar boyu başımda olmayan babamın şimdi çıkmasını affedemem kolay kolay." Sinirli çıkışım annemin moralini bozmuşa benziyordu. O adamı hala sevdiğini biliyordum ama zoruma gidiyordu. O adamın bana ve anneme yaşattıkları affedilecek gibi değildi. Yarım kalan yemeğimi öylece bırakıp sofradan kalktım ve odama çıktım. Çamur köşedeki yatağına kıvrılmış uyuyordu. Her ne kadar onunla ilgilenmek bana iyi gelecek olsa da uyandırmaya kıyamamıştım. Can sıkıntısından kulaklığımı alıp müzik dinlemeye başladım. Şimdi gitar çalsam Çamur'u uyandıracağımdan emin olduğum için diblemekle yetinmiştim. Kulaklığımdaki melodi içime işlerken aklıma gelen şey yerimden fırlamama neden olmuştu. Yarın Yağmur'un doğum günüydü. Elif'ten aldığım bilgiler doğrultusunda en sevdiği çiçeğin sarı papatya olduğunu öğrenmiş ve ucunda sarı papatya figürü bulunan zarif bir kolye almıştım. Öylece vermek istemediğimden içine ufak bir not yazmam kanaatine varmıştım. Not defterimden bir kağıt koparıp ufak bir doğum günü notu yazdım ve kutunun içine iliştirdim. Kulağımda çalan şarkı değiştiğinde aklıma bu şarkıyı ona ithaf etmek geldi ve az önce koyduğum notu geri çıkartıp arkasına şarkıyı yazdım. Şehinşah - Bana Sen Gerek. Sürekli şarkılarla anlaşmıştık ve ben buna hiç bir şeye olmadığı kadar alışmıştım. Bir şarkı dinlerken sözlerde onu bulursam anında sohbetine girip ona bu şarkıyı önerirdim. Gerçi, her şarkı bana bir şekilde onu hatırlatıyordu.
***
Sabah her zamanki saatte okula gittiğimde Yağmur'u her zmanki yerinde -yani yanımda- görememiştim. Dersin başlamasına daha yirmi dakika olduğu için umursamamış ve gelmesini beklemiştim. On beş dakikalık bekleyişin ardından patlamak üzereydim. Gelmemişti. Merak edip aramak için telefonumu elime aldığımda gelen arama içimi biraz olsun rahatlatmıştı. "Alo?" "Geç kaldım, biliyorum. Doğa'yı bırakmam gerekti, hocaya söylersiniz. Elif'i aradım ama açmadı, ona söyleyecektim normalde siz maça gideceksiniz diye." Nefes nefese olmasından okula yetişmeye çalıştığını anlayabiliyordum. "Tamam, sakin ol. Ben Elif'e söylerim şimdi." Elif adını duyduğundan olsa gerek bana dönüp ne oldu der gibi başını iki yana sallamıştı. Elimle bir dakika izin isteyerek geri Yağmur'a döndüm. "Çok sağ ol." "Bu arada, maça siz de gelecekmişsiniz. Takımda en çok oyuncu bu sınıftan olunca Oğuz hoca sınıfı götürmeye ikna oldu." "Oha, ders kaynayacak diye ilk defa mutlu oluyorum." Arkadan gelen araba sesleri eşliğinde susmuştu bir süre. "Ben şimdi kapatayım, görüşürüz." "Görüşürüz güzelim." Telefonu kapatıp önüme döndüğümde Elif hala sorgular bakışlarını üzerimden çekmemişti. "Yağmur biraz gecikecekmiş, hocaya söylersiniz dedi." "Tamam. Sen niye doğum gününü kutlamadın kızın?" "Yüz yüze kutlamak için?" Elif oflayarak önüne döndüğünde ben de çantama attığım kutuyu sıranın altına onun tarafına gelecek şekilde koydum. Çantamı omzuma alıp Burak'ı dürttüğümde ne demek istediğimi anlamış olacak ki o da çantasını alıp kalktı ve benimle beraber spor salonuna yöneldi. Maçın olduğu okulun takımını biliyordum, kendi içlerinde pek anlaşabilen bir takım değillerdi, ve kendi içinde anlaşamayan takım en iyi oyunculara sahip olsa da her zaman en kolay lokmadır. Kolayca yeneceğimizin bilincinde olduğumuz için rahattık. Yine de, Erdem ve Serhat'ın bir şeyler çıkartmasından korkmuyor değildim. "Rahat ol, bu maç bizde." Burak elini omzuma atıp destek verircesine konuşmuştu. "Biliyorum, ama Erdem gerzeğinin bir boklar çıkartmasından korkuyorum." "Hoca onu ilk 11'e bile almadı, ne yapabilir ki?" "Haklısın, bir şey yapamaz." İçim biraz daha rahatlamış şekilde soyunma odasına girdiğimizde herkesin çoktan orada olduğunh ve bizi beklediğini gördüm. Çabucak formamı üzerime geçirip kaptanlık pazubentini de taktığımda ben de hazırdım. Maç buraya çok da uzak olmayan belediyenin tesisinde yapılacaktı. Çok uzak olmadığı için de tabii ki yürüyerek gidecektik. Soyunma odasının kapısı açılıp içeri Oğuz hoca da girdiğinde ekip tamamlanmıştı. "Bakıyorum da herkes kazanacağımızdan çok emin." "Evet hocam, çerez gibi yeriz onları." "O kadar da emin olmayın derim. Karşınızda gerçekten güçlü bir takım var. Benzer kadroyla daha önce şampiyon olmuşlardı, hatırlatırım. Ben size sonuna kadar güveniyorum ama kendinizi bu kadar yüksekte görmek başınıza iş açar." Oğuz hocanın haklı konuşmasından sonra sahaya gitmek üzere yola çıkmıştık. Ders çoktan başladığı için yolda sadece geç kalmış tek tük öğrenci vardı. Etrafa bakınırken görmeyi beklediğim yüzü de gördüğümde tüm endişem yerle bir olmuştu. Gözlerimin içine bakıp sıcacık bir tebessüm armağan etmişti bana. Ve o an, zamanın donup da o tebessümü izlemeyi dilemiştim.
♡°♡°♡ |
0% |