Yeni Üyelik
22.
Bölüm
@justtbirisii

*Medyadaki Toprak

 

◆Yağmur'dan◆

Bazen hayat üzerime gidiyormuş gibime geliyordu. Güzel geçirdiğim günlerin, haftaların ardından mutlaka düşmem için bir hamle yapıyordu. Mesela geçirdiğim en iyi doğum gününden sonra bir hafta sonu eve içkili gelen 'baba' gibi.

Cumartesiydi. Ben yine tüm gün parklarda gezip defterlerimi doldurmuştum. Toprak babasının yanında olacağı için buluşamamıştık, Elif Burak'la buluşmuştu, Emir'in de annesinin nöbeti olduğu için evde kalması gerekiyordu.

Akşam eve her zamanki saatte gelmiştim ve işlerimi halletmiştim. Her şey gayet normal gidiyordu, ta ki babam dediğim adam iki saat geç kalana kadar. Sibel hep olduğu gibi bana çatmıştı, onun böyle olmasındaki suçu bende buluyordu. O adam da suçu bende buluyordu, annemin ölmesinde beni suçlu görüyordu. Hoş, o annemi de sevmemişti beni sevmediği gibi.

Sibel mutfakta bana öldürecekmiş gibi bakarken çalan zil ile kapıya bakmaya gitmişti. Doğa odasındaydı, o yemeğini yemiş ve odasına çekilmişti. Onu korumaya çalışıyordum, hatta inkanım olsa onu alıp ölene kadar incinmeyeceği bir fanusta saklardım. Ama hayat incitirdi, seni koruyanların da elbet bir sonu gelirdi ve hayat seni elinden gelen en kötü şekilde incitirdi.

Kapı açıldığında gelen sarhoş sesle hızlı adımlarımı odama yönelttim. Ona görünmeden odama geçip kapıyı kilitlemem lazımdı yoksa sonum kötü olacaktı.

Tabii burada hesaba katmadığım şey odamın holün ortasında ve mutfağın giriş kapısının karşısında olmasıydı.

Sibel kolunun altına girmiş elinde içki şişesiyle saçmalayan adamı odasına götürmeye çalışıyordu. Ama beni görünce durmuş ve kaşları çatılmıştı. Bir anda elindeki şişeyi duvara vurup kırınca yerimde zıpladım.

"Senin ne işin var be burada! Orospusun sen! Benim evim orospu yuvası mı!?"

Sibel onu daha fazla tutmamıştı. Sarhoşluktan ayakta duramayan beden yalpalayarak üzerime geldi ve kendimi korumak için refleksle sağıma döndüğümden sağ omuzuma elindeki kırık şişeyi geçirdi. İnce bluzum yırtılmış ve derim kesilmişti.

Ağzımdan acıyla bir inleme çıkmış ve sol elim direkt oraya gitmişti. Çok derin bir kesik değildi ama fazlasıyla kanıyordu.

"Bu sana az bile, orospu!" Kelimeleri yuvarlayarak konuşuyordu ama orospu diyişi gayet netti.

Canımın yanmaması lazım, ağlamamalıyım.

Sibel gözlerindeki öfkeyle onu geri çekti ve odaya sürükledi.

Ben hala orada öylece dikiliyordum. Kolum acıyordu, kalbim acıyordu. O da bana orospu demişti. Furkan'ın bana o gün uyandığımda dediğini o da demişti.

Kafamın içinde yankılanan cümle beynimi zonklatıyordu.

"Sen de annen gibi orospu oldun artık."

Arka cebimde titreyen telefon biraz olsun gerçeklere döndürmüştü beni. Yerdeki cam kırıklarına dikkat ederek odama geçtim.

Cebimden telefonumu çıkartıp kimin aradığına baktım. Toprak arıyordu. Sessize alıp bir kenara koydum ve üzerimdeki bluzu yavaşça çıkartıp aynadan omzumdaki yaraya baktım.

Omzumdan başlayıp dirseğine kadar bir karışlık bir çizikti. Hala kanıyordu ve kan hiç de az değildi.

Böyle şeyleri son bir kaç aydır sık yaşadığım için odamda ilk yardım malzemeleri bulunduruyordum. İlk önce az önce üzerimden çıkarttığım bluzu tampon yaptım ve dolabımdan tentürdiyot, pamuk ve sargı bezini çıkarttım.

Ben yarayı temizlemeye çalışırken telefonum tekrar çalmaya başlamıştı. Göz ucuyla arayana baktığımda yine Toprak olduğunu gördüm. Daha fazla açmayarak merakta bırakmamak için telefonu açtım ve hoparlöre aldım.

"Niye açmıyorsun?"

"Duymamışım." diye yalan söyledim.

"İyi, açmayınca bir şey oldu zannettim."

Oldu zaten ama sen bunu bilmesen daha iyi olur.

"Sen ne yaptın geçtin mi eve?"

"Bu gün burada kalacakmışım. Gerçi, söylemedim ben sana bunu?"

Sesi tehditvariydi, bir şeyden şüphelendiği açık açık belli oluyordu.

"Unutmuşum."

Bir yandan da omzumdaki yarayla ilgileniyordum. Kanı az çok temizlemiştim ve şimdi tentürdiyotla silip sarmam lazımdı.

"Sen emin misin bir şey olmadığından?"

"Eminim Toprak." dedim net çıkartmaya çalıştığım sesimle. Ama tam o sırada yaraya tentürdiyot tuttuğum için apzımdan kısık bir inleme kaçmıştı.

"Ben nedense hiç emin olamıyorum ama. Görüntülü arayacağım, sen de açacaksın." bana cevap hakkı tanımadan telefonu kapatmıştı. Ben de onun aramasını beklerken yarayı bir miktar da olsa sarılacak duruma getirmiştim. En azından kanı durmuştu, veya azalmıştı ve ben aktığını fark etmiyordum.

Biraz sonra gelen aramayı telefonu sol elime alıp yanıtladım. Kamera sadece omzumdan yukarısını gördüğü için şanslıydım.

Ekranda Toprak'ı kaşları çatılmış şekilde dikkatlice ekrana bakarken bulmuştum.

"Senin üzerinde niye askılı var, hava soğuk değil mi?"

"Değil." aslında donuyorum.

"Yağmur, yine ne yaptı?"

"Boş ver, önemli bir şey değil." diye geçiştirmeye çalıştım ama nafileydi.

"Görmeden inanmam."

Hiç bir şey demeden oflayarak kolumu kameraya bir anlığına gösterdim ve geri çektim.

"Bir de bir şey yok diyorsun, kolun yarılmış resmen!"

"Bağırma!" diye fısıldadım. Sibel'in onu duyup da odanın kapısına dayanması işten bile değildi.

"Özür dilerim ama kolunun haline rağmen yalan söylediğin için biraz yükselmiş olabilirim."

Toprak'ın söylenmelerini daha fazla dinlememek ve yarayı sarmak için telefonu kapatıp yatağın üzerine attım.

Bildirim sesleri geliyordu ama aldırış etmeden yaranın üzerine gazlı bez koyarak sarmaya başaldım. İşim bittiğinde sargıyı bantlayıp sağlamlığından emin oldum.

Kolumu hafif kaldırmayı denediğimde saplanan acıyla vaz geçmiştim. Bir de sağ kolum olması işleri iyice zorlaştırıyordu.

Telefonumu alıp gelen bildirimlere baktım. Hepsi Toprak'tandı. Şaşırmamıştım.

 

Toprak: Niye yüzüme kapattın?

Toprak: Yağmur? (19.42)

Toprak: Aşağıya gelir misin?

Toprak: Yoksa ben yukarı çıkacağım (20.12)

Siz: Delirdin mi sen?

Toprak: Hadi güzelim bak ağaç oldum burada

 

Söylene söylene üzerime sweatimi geçirdim ve anahtarımı alıp sessizce aşağı indim. Toprak kalçasını arkasındaki mororsiklete yaslamış beni bekliyordu.

Beni görünce bana doğru adımlayıp yanıma geldi.

"İyi misin diye sormuyorum çünkü yine yalan söyleyeceksin. Koluna bakabilir miyim?"

"Sardım."

"Nasıl oldu?"

"Boş ver."

"Yağmur, güzelim, en son bir şey yok dediğinde kolun yarılmıştı."

Haklı olduğu için diyecek bir şey bulamamış ve başımı öne eğmiştim.

"Babam yaptı."

"Onu anladım zaten." dedi ve çenemi kavrayıp gözlerimizi eşitledi. Yumuşak bakışları beni de yumuşatıyordu.

"İçip gelmiş, şişeyle yaptı."

"Gel." diyip sol kolumdan hafifçe tuttu ve beni mororsikletin yanına götürdü.

"Şunu giy üşüme." diyip üzerindeki şişme montu çıkartıp verdi. İçinde sadece kazak vardı.

"Böyle de sen üşürsün."

"Bir şey olmaz, giy sen."

İtiraz hakkımın olmadığını anlayarak montu üzerime geçirdim. Üzerime fazlasıyla büyük gelmişti.

"Nereye gidiyoruz tam olarak?"

"Hastaneye, şu yarayı göstermemiz lazım."

"Bir de, sen bu motoru nereden buldun?"

"Canım 'babacığım'ın gençliğindeki motor sevdasından faydalandım biraz. Merak etme, ehliyetim var."

"Nasıl?"

"Ben on altıma gireli neredeyse bir yıl olacak."

Koltuktan kaskı alıp uzattı. Montta olduğu gibi bunda da itiraz hakkım olmadığı için kuzu kuzu alıp kafama geçirdim.

Arkasına binip kollarımı beline doladım. Bunu yaparken sağ kolumm biraz acımış da olsa aldırmadım. Kafamı da sırtına yasladığımda tamamdım.

Çok geçmeden hastanenin önüne geldiğimzde kenarda durup indik. Kaskı çıkartıp verdim ve içeri acil kısmından girdik.

Hasta girişi yaptırdıktan sonra biraz beklememizi söylemişlerdi. Bekleme koltuklarına oturup bize verilen numaranın ekranda yanmasını beklemeye başladık.

"Çok acımıyor değil mi?" diye sordu eli yara olan yeri hafifçe okşarken.

"Hayır."

Başımı iyice göğsüne çekip saçlarımın arasına hafif bir öpücük bıraktı.

"Özür dilerim." diye mırıldandım.

"Ne?"

"Sana yalan söylediğim için, endişelendirmemek için de olsa doğruyu söylemeliydim."

"Kızmadım ki. Yine de bir daha olursa söyle."

"Söylerim." dedim güven verdiğini umduğum sesimle.

Ekranda yanan numara elimdeki kağıtla uyuştuğunda kalkıp odanın içine girdim. Her ne kadar aksini söylesem de Toprak da benimle girmişti.

"Neyiniz vardı?"

Cevap vermek yerine sweatin önünü açıp sağ omzumu gösterdim.

"Nasıl oldu?" diye sordu kadın sargıyı açarken.

"Cam kesiği." dedi Toprak benim yerime.

"Çok derin değil ama dikiş atılması lazım, sizi hemşirenin yanına göndermem lazım."

Çıkarttığı sargıyı top haline getirip çöpe atarken bize bakıp "Gidebilirsiniz." demiş ve elime bir kağıt tutuşturmuştu.

Dikiş atılma, kan alma, damar yolu açma gibi işlemlerin yapıldığı yere gidip hemşireye doktorun verdiği kağıdı gösterdim.

Bana sedyenin üzerinde oturup beklememi söyledikten sonra gitmişti.

Korkuyla yanımda dikilen Toprak'a baktım. O zaten bana baktığı için yeşilleriyle kesişmiştim.

"Korkuyor musun?"

"Evet, daha önce hiç bir yerimi yarmadığım için böyle bir şey yaşamamıştım."

"Bir şey olmuyor, merak etme. Emin ol yarıldığı andan daha az acıyacak."

"Öyle mi dersin?"

"Öyle, sen güven bana."

Sesinin ve bakışlarının yumuşaklığı içimdeki endişeyi biraz olsun azaltmıştı. Dediğim gibi dikiş atılmasından deli gibi korkuyordum ve daha önce bu korkumla yüzleşme şansı bulmamıştım. Hoş, bulmayı da istemiyordum.

Yanımda duran bedene baktım. Beni buraya getirmek, benimle bu kadar ilgilenmek zorunda değildi ama yapmıştı. Aşk böyle bir şeydi sanırım.

"Elini tutmamı ister misin?" diye sordu ve cevabımı beklemeden sol elimi kavradı. Sanki ben yanındayım der gibi elimi sıkıyordu.

Bir saniye içinde tüm gerginliğim üzerimden uçup gitmişti. Gülümsedim. Bana her şeyiyle iyi geliyordu, yaralı olan ruhumu iyileştiriyordu.

Toprak elimi bir saniye bile bırakmamıştı. Ne dikiş atılırken, ne sargı sarılırken, ne de hastaneden çıkarken.

"Teşekkür ederim."

İnanmaz bakışlarla beni süzüyordu.

"Duymamış sayıyorum." dedi ve kolundaki montu tekrar bana uzattı. "Giy hadi."

Montu elinden aldım ama tam giyecekken beni durdurdu.

"Bekle." Aramızdaki yarım adımlık mesafeyi kapatıp sağ omzumu bir kaç kez hafifçe öptü ve geri çekildi. "Öpünce geçermiş ya, o yüzden."

Gülüp montu üzerime geçirdim. Tam mororsiklete binecekken aklıma gelen şeyle duraksadım.

"Toprak, beni evin önüne kadar bırakma."

"Niye?"

"Sibel yokluğumu fark etmiş balkonda bekliyordur beni."

"Tamam da, ne bahane uyduracaksın?"

"Elif'e gittim derim, çok kurcalamaz zaten."

"İyi o zaman." diyip motoru çalıştırdı. Ben de anında düşmemek için koala gibi ona yapıştım. Motor sesiyle beraber kulağıma gelen gülüşü beni de güldürmüştü.

Çok hızlanmadan evin olduğu sokağa vardığımızda ben inmiş ve hem montunu hem de kaskını ona geri verdim. Her ne kadar kolusunun üzerimde olmasından memnun olsam da...

"Görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz."

Tam arkamı dönüp gidecekken aklıma gelen ayrıntı durup geri dönmeme sebep olmuştu.

"Sen benşm evimi nereden buldun?"

"Şimdi mi aklına geldi bunu sormak?" dedi gülerek.

"Evet, sen soruma cevap ver."

"Bir tanecik yengemden ufacık bir yardım almış olabilirim."

"Elif mi?"

"Hadi beni sorgulamayı bırak da eve git, üşüyeceksin."

Gitmeden son anda yanağına ufak bir öpücük bırakıp koşar adımlarla eve yöneldim.

Bu çocuk yanımdayken kolumda taze bir yara olması bile umrumda olmuyordu.

​​Ben galiba çok fena aşık olmuştum.

 

♡°♡°♡

Loading...
0%