@justtbirisii
|
Hayat bazen sizi hiç istemediğiniz bir yola sürükleyip o yolda tek başınıza bırakır. Benim için bu yol annemdi. Annemin geçmişinden kalanlar, babam olacak o adam, terk edilmiş bir kadınla yaşadığım tüm hayatımdı bu yol. O adam, sadece annemi değil beni de -her ne kadar o zamanlar doğmamış olsam da- bırakıp gitmişti. Şimdi ben ne kadar karşı çıkarsam çıkayım hayatımıza girmişti. Hayatımdaki her insandan hazzetmiyordum belki ama o insanlar hep geri plandaydı. Bu adamsa kendini durmadan öne atıyordu. Hatta bunu sadece o değil annem de yapıyordu. En çok da onunla barışmaya çabalayarak yapıyordu bunu. O gün akşam beni eve kendisi bizzat bırakmış ve beni odama gönderip annemle uzun bir konuşma gerçekleştirmişti. Konuşmanın içeriği hakkında en ufak bir fikrim olmasa da annemin mutlu olmasından onlar için olumlu bir şeyler olduğunu anlayabiliyordum. Bu durumda annem mutlu olduğu için benim de mutlu olmam gerekirdi ama gurur diye bir şey vardı ve benim nezdimde kolay kolay yok sayılacak bir şey değildi. Okula gecikmeme rağmen yavaş yürümeme sebep olan düşünce zinciri arkamdan duyduğum sesle zihnimi terk edip gitmiş ve yerini ona bırakmıştı. "Toprak?" Arkama dönüp sesin sahibini görmemle yüzüme kocaman bir gülümsemenin oturması bir oldu. "Sen de mi geç kaldın?" "Gördüğün gibi." Olduğum yerde durup bana yetişmesini bekledim. Yanıma geldiğinde her zaman yaptığım gibi kolumu omzuna atıp onu kendime çektim. "Günaydın bu arada." "Günaydın." Elim sağ omzunda, yarasının üzerindeydi. Baş parmağımı hafifçe üzerinde gezdirerek okşuyordum. Okula vardığımızda kolumun altından çıkmış, yanımda yürümeye başlamıştı. Her ne kadar bu durumdan memnun olmasam da okulda olduğumuz için bir şey diyememiştim. Geç kalmış olsak da ikimizin de adımları yavaştı. Ağır ağır sınıfa çıktığımızda ders çoktan başlamıştı bile. Zaten Miraç hoca ders başladığı an sınıfa damlardı, şaşırmamıştım. Kapıyı tıklatıp içeriden "Gel." diyen sesi duymayı bekledim. "Geç kaldığım için özür dilerim hocam." diyerek yerime geçtim. Benim arkamdan Yağmur da aynı şekilde özür dileyip yerine geçmişti. Tabii ben oturmak için onu beklemek zorunda kalmıştım. Sıraya geçip çantamdan kitabımı ve rastgele bir defter çıkarttım. Tarih derslerine zaten dinlemezdim, sadece göstermelikti. Yağmur defterini çıkartmış hocanın anlattıklarını not alıyordu. Yüz ifadesine bakılırsa canı acıyordu. Sağlak olduğuve yarası sağ omzunda olduğu için acımaması beklenemezdi zaten. Elimi elinin üzerine götürüp onu durdurdum. Kaşlarını çatarak bana baktı ve "Ne oldu?" diye fısıldadı. "Kolun acıyorsa niye zorluyorsun?" "Dersi kaçırmamak için." "Ben not alırım senin yerine." İnanmadığı bakışlarından belli oluyordu. Yani, ben de kendimin tarih dersini dinleyip not alacağına ihtimal vermezdim ama onun canının yanmasın diye yapacaktım. "İnanmıyorsun biliyorum ama gerçekten yaparım." "İyi." dedi bu dyrumdan keyif aldığını belli eden sesiyle. Kalemi defterin üzerine koydu ve arkasına yaslanıp kollarını önünde bairleştirdi. Ben de onun not almadığından emin olunca bu sene ilk defa olacak şekilde tarih dersini dinlemeye başladım. *** "Lan ben yanlış mı gördüm yoksa sen ders mi dinledin?" Tarih dersinden sonraki ders bedendi ve biz Oğuz hocanın odasından top almak için görevlendirdiği o şanslı(!) kişilerdik. Selim de ben sanki hiç ders dinlemiyormuşum gibi tarih dersini dinlememi olağanüstü bir şeymiş gibi lanse ediyordu. Evet, öyleydi ama kendisi biraz abartıyordu. "Abartma Selim, iyi ki bir ders dinlediğimi gördün." Burak da yanımızdaydı ama bizi pek sallamayıp sadece yürüyordu. "Konu da o zaten, normalde görmüyoruz ki." "Cılkını çıkarttın iyice, çocuğun hanımcılığı tutmuş, ne var?" Burak sonunda konuya dahil olup üzerine bir de beni tutunca yüzümde pis bir sırıtışla Selim'e bakıp "Bak bana arka çıkan var, sen tek kaldın yine." diye takıldım. Çünkü genelde böyle olurdu. Selim bir şeyi fazla abartır, biz de ona karşı çıkardık. "Oğlum zaten ikinizin de sevgilisi var, oradan yanlız kalıyorum. Bir de buradan vurmayın şu gariban kardeşinizi." "Bir şey demedik lan, alınma hemen." Odanın kapısına geldiğimizde muhabbet kesilmişti. Elimdeki anahtala kapıyı açıp içeriden topları almalarını bekledim. Ellerinde basketbol ve futbol topuyla geri döndüklerinde ben de odanın kapısını kilitleyip arkalarından bahçeye doğru ilerlemiştim. Bahçeye çıktığımızda Selim elindeki basketbol topunu potanın yanında bekleyenlere doğru fırlatmış ve daha sonra bizimle birlikte kalelerin olduğu kısma ilerlemişti. Kalelerin olduğu kısım diyorum çünkü kesinlikle sahayla uzaktan yakından alakası olan bir yer değildi. Herkes takımları kurmaya hazırlanırken ben de etrafta Yağmur'a bakınıyordum. Hoca herkesi mecbur bırakıp bahçeye çıkarttığı için burada olmalıydı. Çok bakmama gerek kalmadan onu bizim olduğumuz yere en yakın bankta Elif'le otururken görmüştüm. Kucağında bir kitap vardı ama okumak yerine bu tarafa bakıyordu. Muhtemelen beni aradığını düşündüğüm gözleriyle kesiştiğimde yüzümde sıcak bir gülümseme belirdi. Aynı karşılığı ondan da aldığımda bu gülümseme daha da büyümüştü. "Toprak! Geli'cen mi yoksa daha bekleyelim mi?" Arkamdan bağıran Burak ile birlikte gözlerimi Yağmur'dan ayırıp onların yanına gitmiştim. İki ders boyunca maç yapmıştık ve ben her boş anımda Yağmur'a bakmıştım. Ve her baktığımda o zaten bana bakıyordu. Üstelik aynı şey geçen hafta okullar arası olan maçta da olmuştu. Onun gözlerininin sürekli üzerimde olmasını sevmeye başlıyordum, hem de insanların beni izlemesinden nefret ederken. Ben, ona dair her şeyi sevmeye başlamıştım. *** Öğle arasına girdiğimiz gibi resmen ışınlanarak kantine inmiştim. Kantin sırası mahşer gününden farksız olduğu için önden inmek için uğraşıyordum. Neyse ki amacıma ulaşmıştım ve sıra çok birikmeden inmiştim. Kantinci Leyla ablaya siparişimi verip beklemeye başladım. Buradaki işimin çabuk bitmesini istiyordum çünkü yemeğimi alıp sevdiceğimin yanına gidecektim. Düşüncesi bile yüzümde aptal bir sırıtış oluşmasına sebep olurken onun yanındayken nasıl aklı başında davranabiliyordum, bilmiyordum. Leyla abla siparişimin hazır olduğunu söyleyince alıp teşekkür ettim ve koşar adımlarla bu mahşer yerinden uzaklaştım. Sınıfın olduğu kata çıktığımda bir yerden bağırma sesleri geliyordu. Öğle arasında sınıflar neredeyse boş olduğu için birilerinin bağırışması duyuluyordur diye düşünüp aldırmadım. Ama bizim sınıfa yaklaştıkça sesin oradan geldiği anlaşılmaya başlamıştı. Hatta, bu ses fazlasıyla aşinaydı. Sevmediğim, hatta nefret ettiğim bu sesin sahibi Hamza'ydı. İçeride Yağmur'un olduğunu biliyordum. Bu yüzden telaşle sınıfın yarı aralık olan kapısını ardına kadar açıp içeri girdim. Hamza bizim oturduğumuz sıranın başımda dikilmiş Yağmur'a bir şeyler söylüyordu. Beni görünce uzaklaşmak yerine kızın kolundan tutup kendine çekmişti. Bunu yapmasıyla Yağmur'dan acı dolu bir inleme çıkmıştı. Sağ koluydu, daha geçen gün babasının yaraladığı kolu. İçimden bir parçanın koptuğunu hissederken elimdeki tostu ilk sıranın üzerine koyup Hamza'ya doğru ilerlemeye başladım. "Ne oldu? Çok mu sinirlendin 'canın sevgiline' dokunmama?" diye alaylı şekilde konuştu. Beni kışkışkırtmaya çalışıyordu. Sorun şuydu ki, başarılı da oluyordu. Tam o anda daha iğrenç bir şey yapmıştı. Yağmur'u tutmayan eli onun göğüslerine gitmişti. Yağmur her ne kadar geri çekilmeye çalışsa da Hamza onu kendine doğru çekiyordu. Neyse ki amacına ulaşamadan benim yumruğum sayesinde yere yığılmıştı. Ayaklanmasına izin vermeden yerde yatan bedenine bir de tekme savurdum güçlü şekilde. Onunla uğraşmayı bırakıp yanımda korkudan ve biraz da geçmişte yaşadıklarını hatırlamasından dolayı tir tir titreyen Yağmur'a baktım. Gözleri dolu dolu olmuştu, ağlamamak için zorluyordu kendini. Şu an her ne kadar ona sarılmak istesem de ona dokunmamı istemeyeceğini biliyordum. Aynısını daha önce Hamza yine ona dokunmaya çalıştığında yaşamıştık çünkü. "Yağmur?" diye seslendim tedirgince. Bana bakmadı. Bakışları yerde sabitlenmişti ve kaldırmıyordu. Ayak bileğimde hissettiğim acıyla bakışlarımı oraya indirmiştim. Yerde yatan Hamza bileğime bir yumruk atmıştı, ve hakkını vermeliydim ki sağlam bir yumruktu. Yine de, o kadar acımamıştı. Sonuçta futbolla uğraşıyordum ve birden fazla kez sakatlanmanın eşiğinden dönmüş bileğim normalden daha sağlamdı. Sonrasında da ayağa kalkmış ve aynı yumruğunu yüzüme indirmeye çalışmıştı ama bileğini tutarak bunu engellemiştim. Daha sonra tuttuğum bileği indirip sertçe büktüm. O sırada kapıdan gelen ses beni oraya bakmaya itmişti. "Neler oluyor burada?" Nöbetçi hoca kapıda durmuş bize çatılmış kaşları sinir fışkıran gözleriyle bakıyordu. "Üçünüz de müdürün odasına, derhal!" Hamza bileğini elimden kurtarıp kısık bir şekilde "Orospu çocuğu." diye mırıldanarak yanımdan geçti ve hocanın arkasından müdürün odasına doğru ilerledi. Yağmur hala yerinden kıpırdamamış, bakışlarını sabitlediği noktadan ayırmamıştı. "Yağmur?" diye tekrardan seslenmeyi denedim. Bu sefer yüzüme bakmıştı ama bakışları orada çok oyalanmamış ve kapıya dönmüştü. Ardından kendisi de hızlı adımlarla az önce giden nöbetçi hocanın ardından gitmişti. Bana da onu takip etmek kalmıştı pek tabii... Müdürün odasına girdiğimizde hoca müdüre karşılaştığı manzarayı anlatıyordu. Hamza da karşısında süt dökmüş kedi misali el pençe divan duruyordu. "Hocam bir de öğrencileri dinleyelim, anlat oğlum." diyip Hamza'ya yöneldi müdür. Hocam tam da adamını buldunuz anlatacak! "Hocam, ben Yağmur'la konuşurken arkadaş gelip birden olay çıkarttı. Halbuki sadece konuşuyorduk biz." "Öyle mi Yağmur?" "Hayır hocam." Öğle arasına çıktığımızdan beri ilk kez konuştuğunu duymuştum. Sesi zorlukla çıkıyordu, ağlamamak için kendini sıktığı belli oluyordu. "Anlat o zaman doğrusunu." Müdür oldukça sakin şekilde dinliyordu herkesi. Sanırım bu adamın bu yanını seviyordum. Haksızlık yapmazdı, haksızlığa da tahammülü olmazdı. "Hocam, benim yerime Toprak anlatsa olmaz mı?" Müdür onun ayakta dururken dahi zorlandığını fark etmiş olacak ki razı gelmişti. "İyi, şimdilik öyle olsun. Sen anlat delikanlı." "Hocam, ben sınıfa geldiğimde Hamza Yağmur'u sıkıştırmıştı. Daha sonrasında da taciz etmeye yeltendiğini gördüm. Evet, saldırdım ama tacize göz yummayacağımdan yaptım." Müdür beyin gözleri şaşkınlıktan yavaş yavaş açılırken aynı anda kaşları da çatılmıştı. "Doğru mu bunlar?" "Doğru." diye lafa atladı Yağmur. Hamza ise sessiz kalarak bana öfkeyle bakıyordu. "Hamza, konuşsana evladım." Hala daha sessiz kalarak suçunu kabullenmiş oldu. Bu kabullenişin üzerine müdür bize dönüp "Siz çıkabilirsiniz." dedi. Önden Yağmur çıkmış, ben de onu takip etmiştim. Yavaş adımlarla sınıfın olduğu kata çıktı ve o katta olan kızlar tuvaletine girdi. Ben de sınıfa girmek yerine onu kapıda beklemeye karar verdim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Tek yapabildiğim elim kolum bağlı şekilde durmaktı. Nefret ediyordum bu durumdan. Her şey aleyhime ilerlerken hiç bir şey yapamamaktan ölesiye nefret ediyorum. Biraz sonra Yağmur tuvaletten çıkmış ve karşısında beni görünce direkt yanıma gelmişti. "Gelsene." diyip bir yere doğru ilerlemeye başladı. Ben de sabahtan beri yaptığım şeyi yapıp onu takip ettim. Yangın merdiveninin boşluğundaydık. Yağmur'un bana hislerini açtığı yerdeydik. Oraya açılan kapıyı arkamızdan kapattı ve bana bir asırmış gibi gelen aradan sonra ilk defa yüzüme baktı. Sonra bu bakışmayı çok uzın tutmayıp kollarını bedenime sıkıca sarıp yüzünğ göğsüme gömdü. Sarılışına karşılık vermekte tereddüt ediyorum. Daha önce olduğu gibi rahatsız olmasından korkuyordum. "Sarılabilirsin." dedi ağlamaklı gelen sesiyle. Ağladığını üzerimde hissettiğim ıslaklıkla anlamıştım zaten ama bu sesi duymak beni kahretmişti. Kollarmı onun yaptığı gibi bedenine sıkıca sardım ve yanağımı saçlarının üzerine yasladım. "Teşekkür ederim." dedi dakikalar süren sessizliği bozarak. "Beni anladığın için teşekkür ederim, Hazar." İkinci adımı ilk kez onun ağzından duymak ufak bir şok etkisi yaratmıştı bende. Yine de, hiç sevmediğim bu ismim bir anda dünyanın en güzel ismine dönüşmüştü benim gözümde. Çünkü, o bana öyle seslenmişti bir kere. Onun her şeyini seviyordum, onu her şeyiyle seviyordum, her baktığım köşede, her dinlediğim şarkıda onu buluyordum. Ben galiba çok fena aşık olmuştum.
♡°♡°♡ |
0% |