Yeni Üyelik
37.
Bölüm
@justtbirisii

*İlahi bakış açısıyla*

23 Şubat 2008 - Ankara

Hatice hanım evinde her zamanki gibi oturmuş gündüz kuşağındaki programlarından birini izliyordu. Bir yandan da aklı ameliyat olacak olan oğlundaydı.

Oğlu Ferhat beynindeki tümörden dolayı bugün ameliyata alınacaktı. Sabah kalktığından beri onun için dua edip Kur'an okuyordu. Tek temennisi oradan sağlıkla çıkması ve oğlunun büyüdüğünü görebilmesiydi.

Ferhat işi yüzünden ondan uzakta, Hatay'da, yaşıyordu. Orada kendine bir aile kurmuştu. Torunu ve geliniyle bayramdan bayrama da olsa görüşüyordu.

Birden çalan ev telefonuyla dizlerini ovuşturarak kalktı ve konsolun üzerindeki telefonu aldı.

"Alo?"

Telefonun öbür ucundaki telaşlı kadın sesi konuşmaya başladı. "Hatice Hazar siz misiniz?"

"Evet?"

"Oğlunuz Ferhat Hazar'ın beyin ameliyatı maalesef başarılı geçmedi. Başınız sağ olsun."

Ahizeden telefonun kapandığını haber veren ses duyuldu ama yaşlı kadın yerinden bir santim bile kıpırdayamadı.

Oğlu, ölmüştü.

Göz yaşları ondan hebersiz yanaklarından süzülmeye başlamıştı bile.

Biricik oğlunu kaybetmişti, o ağlamasın da kim ağlasındı?

Kadın ne kadar süre orada öyle durduğundan hebersizdi. Yine de yarım saatten fazla süre geçmiş, kızı Fulya da ağabeyinin öldüğünü öğrenmişti. Öğrenir öğrenmez de annesine bakmak için hemen alt kattaki evine gitti.

Kapıyı çaldı, ama açan olmadı. Art arda bir kaç kere daha bastı zile ama hala açılmıyordu. Fulya annesinin bayıldığını, veya belki daha kötü bir şey olduğunu düşünerek geri yukarı kattaki evine çıktı ve annesinin evine ait olan yedek anahtarla berber aşağı indi.

Anahtarı deliğe sokup çevirdi ve kapıyı açtı. Telaşla ayağına geçirdiği terliklerini çıkartarak içeri girdi.

"Anne?" diye içerite seslendiğinde aldığı tek cevap hıçkırık sesleriydi.

Kapıyı kapatıp ağlama seslerinin geldiği salona girdi. Konsolun dibinde çökmüş ağlayan annesinin yanına gitti ve kollarını kadının şişman bedenine doladı.

***

Cenazenin defnedilmek üzere Ankara'ya getirilmesinin üzerinden yaklaşık bir saat geçmişti.

Ölü beden toprakla buluşmuş, cenaze namazı kılınmış ve dualar okunmuştu.

Şimdi mezarın başında ailesi, ve ailesi gibi gördüğü insanlar kalmıştı sadece.

Derya eşinin ölümünü hazmetmeye çalışıyor, bir yandan da karnındaki varlığını yeni öğrendiği bebeği ve altı yaşındaki oğluna bu acıyla nasıl yeteceğini düşünüyordu. Ferhat ile ailelerinin zorlamasıyla evlenmişlerdi ama ikisi de çok sevmişti birbirlerini.

Fulya ağabeyine çok düşkündü, onun ölümü resmen yıkmıştı genç kadını. Daha yeni evlenmişti, kocası Almanya'da çalışıyordu. Bu cenazeden yaklaşık bir ay sonra da oraya gidecekti. Ama şimdi planlarına annesini de eklemişti. Çünkü kadının tek başına yapamayacağını biliyordu.

Günümüz - Köln/Almanya

Hatice hanım oğlunun ölümünden sonra geldiği Almanya'da on yedinci senesini devirecekti.

Bu süreçte kızının evinde kalmış ve daha sonrasında olan iki çocuğuna bir nevi bakıcılık yapmıştı.

Fulya da bu durumdan rahatsız değildi. Aksine, annesinin yanı başında olmasını seviyordu. İlk önce babasını, ardından da ağabeyini kaybettikten sonra kalan tek akrabası olarak sıkı sıkıya bağlıydı ona.

Fulya ve eşi Selçuk henüz işten dönmemişlerdi. Çocuklar da şu an arkadaşlarının yanlarındaydı.

Yaşlı kadın evde tek kaldığı sayılı zamanlardan birini yaşamanın keyfini çıkartıyordu ki telefonu Türkiye'den bir numara tarafından arandı.

Kim olduğunu bilmediği halde telefonu açtı ve kulağına götürdü.

"Hatice Hazar ile mi görüşüyorum?"

"Benim." dedi kadın hafif bozulmuş Türkçesiyle.

"Ben Avukat Sare Öztürk, Ankara'dan arıyorum. Oğlunuz Ferhat Hazar ile alakalı konuşmak isitiyorum, daha doğrusu arkasında bıraktığı kızıyla alakalı."

Kadın Derya'nın kendi yeğeniyle evlendiğini biliyordu. Kendi oğlundan olan bir kızı olduğunu da. Hatta, iki sene önceki depremde büyük torunu ve Derya'nın öldüğünü de biliyordu. Ama gerisinden bihaberdi.

"Dinliyorum."

"Yağmur, yani torununuz üvey babası tarafından şiddet görüyor. O adam için tutuklama kararı çıktı ve çocuklara bakacak birinin olmaması durumunda sevgi evine verilecekler."

"Çocuklar derken?"

"Derya Solmaz'ın ikinci kocasından olan kızı, Doğa. On yaşında şu an."

"Peki çocuklar şu an neredeler?"

"Onlara geçici olarak bakacak bir tanıdık bulundu. Ama dediğim gibi, geçici. Eğer kızlara bakabilme durumunuz varsa yarın saat beşe kadar belirtin lütfen."

Bir cevap beklemeden telefon kapanmıştı.

Kadın akşama kadar ne yapacağını düşünüdü. Onlar daha küçük çocuklardı ve birinin himayesine ihtiyaçları vardı ama buradaki düzenini bir kenara bırakıp Ankara'ya dönmek de zordu.

Karar için kızının gelmesini beklemeye karar verdi en sonunda.

***

◆Yağmur'dan◆

Bir ay sonra

Bir aydır her şey kısmen iyiye gidiyordu. Toprak'ın babası Zafer bey şirketindeki avukatlardan birini görülecek dava için tayin etmişti. Baba diyerek büyüfüğüm o adam ve yeğeni hakkında tutuklu yargılanma kararı çıkmıştı. Ben ve Doğa da geçici olarak Sevda teyzelerde kalıyorduk.

İlk başta okula gitmesem de tutuklu yargılanma kararından sonra kaldığım yerden devam etmiştim.

Bu süreçte Toprak da babasına olan ön yargılarını kırmış, biraz olsun onunla yakınlaşmıştı. En azından baba diyordu artık ona.

Yarın mahkeme günüydü. Sare ablanın dediğine göre tek celsede bitecek bir mahkemeydi.

Benden ve o adamdan alınan DNA örmeklerinden sonuç çıkalı iki gün oluyordu. O adamın benim babam olmadığı kanıtlanmıştı. Mahkeme sonucunda büyük ihtimalle öz babamın soy ismini alacaktım.

Aralık ayının son haftasına girecektik. Yarın mahkeme olmasının yanında sınav haftamız da başlıyordu. Özellikle ben ve benimle ilgilenmekten asla bıkmayan Toprak bu bir aylık süreçte derslerden fazlasıyla uzak kalmıştık. Bugün de hep beraber sınavlara çalışmak için toplanmıştık. Hoş, bu ortamda ne kadar ders çalışabileceğimiz muammaydı.

"O değil de biz sayısalda niye tarih görüyoruz?" diye isyan eden Toprak'la beraber herkesin bakışları onda toplanmıştı.

Toprak ve asla bitmeyen sözel derslere olan nefreti...

"Bunlar tyt'de çıkacak, o yüzden görmek zorundasın."

"Nasıl yani?"

Toprak hiç de sahte olmayan şaşkınlığıyla yüzüme baktığında kahakayı patlatmıştım.

"Bayağı bayağı. Sayısalda dokuz ve on tyt, on bir ve on iki ayt diye ayrılıyor ama sözelde o işler karışık."

"Felsefe de çıkacak yani sınavda."

"Evet, ayrıca ortalaman için çalışman lazım."

Toprak en sonunda elindeki kalemi kitabın arasına sertçe atıp arkasına yaslandı.

"Yeter be, benim babam zengin değil mi? Ben onun parasını yemeyi düşünüyorum kariyer olarak."

"Ben de bu gidişle seninle evlenip parana ortakçı çıkmayı," diye konuşmaya dahil olan Burak'la beraber kaşlarım çatılmış ve ona dönmüştüm.

Şakasına yaptıklarını bildiğim için böyle abartılı tepkiler veriyordum. Her ne kadar son zamanlarda dozunu biraz fazla kaçırmaları hoşuma gitmese de...

Toprak Burak'a bir cevap vermeden başını masaya gömdü ve tahminimce uyumaya başladı.

Hemen yanımda olduğu için dirseğimle dürtükleyip uyandırdım.

"Bilgiler kendi kendine aklına girmeyecek." diye fısıldadım. Diğerleri derse döndüğü için kısık sesle konuşuyordum.

"Sınava girmeyeceğim zaten, niye bu kadar kastın ki?"

"Ne demek girmeyeceğim?"

"Yarın seni tek bırakacağımı düşünmedin herhalde?"

Her ne kadar gelmesini, yanımda olmasını istesem de bunun mantıklı bir fikir olmadığını bildiğimden okulu asıp yanımda olmasını söylememiştim hiç. Yine de, o gelecekti.

Karşı çıkmadığımı görünce gülümseyerek geri kafasını masaya gömdü ve başını bana doğru çevirdi.

Ders çalışmam gerekiyordu ama gözleri üzerimdeyken bunu yapamıyordum.

"Bakma öyle."

Omuzlarını silkip bakmaya devam etti.

Oflayıp sweatinin kapüşonunu gözlerini örtecek şekilde kapadım ve eski pozisyonuma geri döndüm.

"Kal öyle."

Ben tam derse geri dönmüşken odanın içini dolduran zil sesi tekar bunu engellemişti.

Sare abla arıyordu.

Babaannemle konuştuğunu ama onun daha bir karara varamadığını söylemişti. Kararını öğrendiğindeyse beni arayıp haber verecekti.

"Avukat mı?"

Başımı sallayıp Elif'i onayladıktan sonra telefonu açtım ve hoparlöre aldım.

"Alo?"

"Yağmur, babaannen geri dönüş yaptı. Yarın mahkemeye kadar uçağı inmiş olacak ve en geç bir haftaya kadar size evini açacak."

♡°♡°♡

Loading...
0%