Yeni Üyelik
48.
Bölüm
@justtbirisii

*Medyadaki Kerem

Bu bölümde canım arkadaşım @yaseminforbooks'un Erkek Adam Ağlamaz / Tellere Akan Hayatlar kitaplarındaki harakterlerin yerleştirmesi bulunmaktadır. Bu bölümden sonra hayrına bir de onlara bakarsanız muhteşem olur.

İyi okumalaarrr

 

Erkekler ve asla anlam veremediğim halı saha sevdaları...

Abim hayattayken de sürekli arkadaşlarıyla halı sahaya giderdi ve hatta bazen izleyici olarak beni de yanında sürüklerdi. Şimdi de ben, Elif, Çağla, Ecrin ve sonradan tanıştığımız Kübra ve Selin yine birilerinin ardından seyirci olarak sürüklenmiştik.

Sahada oyun kurmaya çalışan on dört erkek bağıra çağıra kimin hangi takımda olacağına karar vermeye çalışıyorlardı. Dışarıdan kavga ediyorlar gibi görünse de gerçek buydu.

Sahadaki on kişiyle yüz aşinalığı dahi olsa tanımıyordum ama geri kalanları tanımıyordum. Biri Selin'in arkadaşı, bir başkası Yiğit'in abisi, diğeriyse Selim'in erkek kardeşiydi. Diğeriniyse kimse tanımıyordu, bir nevi yoldan çevirmişlerdi.

"Ben bunları anlayamıyorum," dedi ve göz devirdi Selin.

"Al benden de o kadar," diye arka çıktı ona Kübra.

Selin'le tam tanışamamıştık. Tek bildiğim o arkadaş grubunda olduğuydu.

"Araya girmiş oluyprum ama," diyip Selin'in yanına ilerledim. "Tam tanışamamıştık, ben Yağmur."

"Ben de Selin, biliyorsun zaten."

Biliyordum çünkü Yusuf Mete ve Selin'i tanıtmıştı hepimize iln başta.

"Evet. Okuldan mı tanışıyorsunuz hepiniz?"

"Sayılır, Yiğit kuzenim ama diğerleriyle okulda tanıştık. Ben sonradan güzel sanatlara geçtim."

"Gitar çalıyor," diye araya girdi Kübra.

"Bir ara dinlemek isterim."

"Yok, o sadece Yusuf'a özel çalıyor," diye tekrar onun yerine konuştu Kübra.

Benim anlamadığımı fark ettiklerin de Selin "Sevgilim," diye açıklamıştı.

İlisinin saçlarında da pembeler olmasının en mantıklı açıklaması buydu sanırım.

"Yakışıyorsunuz."

Gülümseyerek teşekkür etti ve sahadan gelen gürültüyle ikimiz de oraya döndük.

Hala kavga ediyorlardı.

Kendi kendime söylenerek kenarda sohbet eden Elif ve Çağla'nın yanına gittim.

En sonunda takım kurmayı becerip oyuna başladılar. Ama kavgaları maç boyu devam etmişti. Adam akıllı bir hakemleri olmadığı için neredeyse her pozisyonda bir itiraz eden çıkıyordu. Hakem dediğim de gönüllülük esasıyla Ecrin olmuştu. Kimseyi kayırmasa da herkes elbette itiraz edecek bir şey buluyordu.

Bizim sadece sahadakileri kestiğimiz ve kendi aramızda sohbet ederek geçirdiğimiz bir saatin ardından maçları bitmişti. Hep beraber biraz dinlenmek için kenardaki bir parkta oturduk. Çoğu saat geç olduğu için evlerine dağılsa da Toprak, Elif, Burak, Yağız, Yiğit, Semih, Yusuf, Selin ve ben kalmıştık. Hava nisan ayına göre fazla ılıktı bu yüzden bu saatte üşümeden oturabiliyorduk.

"Kübra niye gitti ki, daha kalırım diyordu o?"

Elif'in sorusuyla sanki etraf buz kesmişti. Ben de olduğunu bilmesem de özellikle Semih ve Selin'in üzerinde garip bir gerginlik vardı.

"Boş ver," diye geçiştirdi Selin.

Pek de boş verilecek bir şey gibi durmuyordu ya, neyse.

Bir süre rastgele sohbet etsek de bir süre sonra sohbet tıkanmıştı.

"Hadi şişe çevirmece oynayalım," diye bir öneri geldi Yusuf'tan.

Herkes de kabul edince yanımızdaki su şişelerinden birini ortaya koyup çevirmiştik. İlk önce şişenin bir ucu bende, diğer ucu Elif'te durdu.

"Sen soruyorsun."

"Doğruluk mu, cesaret mi?"

"Cesaret."

Ne soracağımı düşündüm bir süre. Sonra da pis pis sırıtarak "Oyun sonuna kadar gözlüksüz oyna," dedim. Elif'in gözleri yaklaşık yedi numara olduğu için gözlüksüz körden farkı kalmıyordu.

"Bak göremezsem de başıma bir şey gelirse sorumlusu sensin," dedi Elif gözlüğünü çıkartıp çantasına koyarken.

"Merak etme, ben izin vermem sana bir şey olmasına."

Burak Elif'in yanağına bir öpücük kondururken ben de şişeyi çevirdim. Semih soruyor, Yağız cevaplıyordu.

"Cesaret,"

"Kardeşimin yanından çekil, gel buraya."

"Böyle cesaret mi olur ya?" diye itiraz etti Toprak.

"Benim için ne kadar zor bir bilsen..." diye söylenerek yanındaki Yiğit'i boynundan öptü, sonra oradan kalkıp karşı tarafına, Semih'in yanına geçti Yağız.

"Abi azcık zorlayın ya şu soruları," diye tekrar çevirdi şişeyi Yusuf.

Bu sefer soran taraf Selin, cevaplayan bendim.

"Doğruluk," diye cevap verdim sormamasına rağmen.

"Söylediğin en büyük yalan neydi?"

"Toprak'ı sevdiğim halde onu sevmediğimi söylemek," diye cevapladım hiç düşünmeden. Çok yaşan söyşeyen biri değildim ve söylediğim en nüyük yalanın bu olduğuna emindim.

"Niye demiştin peki?"

"Çok uzun mesele, boş ver."

Şimdi oturup Selin'e birini sevip onu kaybetmekten korkmamı ve nedenlerini anlatacak değildim elbette.

"Ne romantizm yaptınız ya, daha yaşınız kaç başınız kaç." Semih söylenerek ayaklandı ve Yiğit'i de kaldırdı. "Hadi gidelim, geç oldu artık."

Onların ardından Yağız, Yusuf ve Selin de kalkmıştı. Biz de saat geç olduğu için daha fazla durmamaya karar vermiştik.

Elif ve Burak metroya bineceği için bizden ayrılmış, biz de yürüyerek evlerimize doğru gütmeye başladık.

"Bir şey soracağım," dedi ve durdu birden Toprak. "Sen orada söyleyince aklıma geldi, sen bana o zaman niye seni sevmiyorum demiştin ki?"

"Çünkü sevdiğim herkesi kaybetmiştim ve seni de kaybetmekten korkuyordum."

Toprak'ın sorgulayan bakışları yumuşadı ve beni kolları arasına aldı.

"Bak, tekrar söylüyorum, beni kaybetmezsin." Saçlarımın arasında hissettiğim öpücükle gözlerim huzurla kapandı. "Sen beni kaybedersen, ben de kendimi kaybetmiş olurum."

Sözleri kalbimde çok büyük bir etkiye sahipti. Bu belki şu durumda olmasak kötü bir şeydi ama ben hiç şikayetçi değildim. Bana istediği her şeyi yaptırabilirdi ve ben bundan rahatsız olmazdım.

♡°♡°♡

Finale 50 demiştim ama sanırım daha erken olucak, 48 gibi.

Loading...
0%