@justtbirisii
|
Bu gün zehir olacak hafta sonlarımın ilkini yaşamak için yeni öğrendiğim babamın yanına gitmem gerekiyordu. Gitmek istemiyordum, onun neden beni tanımak istediğini de anlamıyordum. Ben bir hataydım, hiç doğmamalıydım. Neden beni kabul edip tanımak istesindi ki? Kafamda türlü sorularla hazırladığım çantamı kapatıp omzuma attım. İstemeye istemeye de olsa gidecektim, çünkü çarem yoktu. Tek güvencem iki seneden kısa sürede on sekiz yaşıma basacak olmamdı. Ayaklarım zar zor ileriye gidiyordu. Evden çıkıp kapıyı kilitlediğimde evin önünde siyah, camları filmli ve oldukça lüks bir araba durduğunu gördüm. Sürücü de beni fark etmiş olacak ki arabadan indi ve yanıma geldi. "Zafer Bey sizi almam için gönderdi." Eliyle arabayı işaret ederek devam etti "Böyle buyurun." Normalde kendim bana gönderilen konumla gidecektim, bunu beklemediğim için şaşırmıştım. Şaşkınlıkla adamın arkasından Mercedes marka arabaya doğru ilerledim. Adam önümden arabanın arka kapısını benim için açtığında içeri oturdum ve adamın kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna geçmesini bekledim. Adam şöfor koltuğuna oturduğunda arabayı çalıştırmamış, onun yerine dikiz aynasından bana bakarak konuşmaya başlamıştı. "Tanışalım isterseniz; ben Rıza, Zafer Bey'in şöforüyüm. Onun yanına gideceğiniz zaman sizi ben alıp bırakacağım." "Memnun oldum. Toprak ben de." Adam gülümseyip arabayı çalıştırdı ve gitmeye başladık. Gitmek için can atmasam da içine çekildiğim bu gösterişli hayatı giderek merak etmeye başlamıştım. Zafer Bey'i mahkemede birkaç kez görmüştüm, hepsinde de oldukça şık giyimliydi. Uzaktan bakıldığında bile görünüşü 'benim param var' diye bağrıyordu. Kızını veya eşini ise hiç görmemiştim. Ama onların da bu durumdan nasiplendiklerinden emindim. Araba bir rezidansın önünde durduğunda geldiğimizi anlamıştım. Şöfor arabayı binanın önündeki valeye verip beni gideceğim yere götürmeye başladı. Bina güvenliğine kartını verip beni asansöre bindirdi ve güvenlikten aldığı kartı okutarak yirmi birinci kata bastı. Kendisi asansöre binmemişti. Tek başıma asansörün çıkmasını beklerken oldukça gergindim. Bir babamın olmasını hep istemiştim, ama hayatıma sonradan girmiş bir babayı değil, hayatımın ilk anında beri yanımda olan bir babayı istemiştim. Duada ayrıntının önemi diyelim buna da. Asansör on beşinci katta durmuş ve içeri benden birkaç yaş küçük bir kız binmişti. Beni görene kadar gülen yüzü beni görünce asılmış ve gözleri beni dikkatle süzmeye başlamıştı. "Sen osun değil mi?" Kız asansörün yanan kat düğmesine bakarak konuşmuştu. "Kim?" "Anlamadın mı? Ben İlkin, İlkin Kaya. Sen de üvey kardeşim oluyorsun galiba." Kızın kendini tanıtmasıyla taşlar yerine oturmuştu. "Ben de Toprak. Ayrıca evet, babamız aynı olduğundan kardeş oluyoruz." Babamız derken ellerimle tırnak işareti yapmıştım. "Babam adının Hazar olduğunu söylemişti." İlkin hala beni gözleriyle yemek istercesine süzerken asansör durmuş ve ikimiz de inmiştik. "O ikinci adım, Toprak'ı tercih ederim." "Neyse, çok görüşmeyiz zaten. Sen de babamın yanına geldin değil mi?" "Evet, yolu gösterebilir misin?" "Arkamdan gel." Kız bana karşı sürekli küçümser bir tonda konuşuyordu. İlkin'in arkasından o katta çalışan onlarca insanın arasından geçerek en uçtaki ofise ilerledim. Kapıyı tıklatma gereği dahi duymadan direkt açıp içeri dalmıştı. Ben de arkasından çekingen adımlarla ilerleyip odaya girdim. Minimalist şekilde dizayn edilmiş kocaman bir ofisti burası. Minimalist düşünceyi bızan tek şey kapının yanındaki duvarın boylu boyunca kitaplık olmasıydı. Böyle bir kitaplık benim de hep hayallerimi süslemişti. Ben odayı incelerken İlkin ve Zafer Bey de kendi aralarında konuşuyorlardı. Bir süre sonra Zafer Bey benim de burada olduğumu fark etmiş olacak ki bana bakarak konuşmaya başladı. "İlkin bizi biraz yalnız bırakır mısın babacığım?" İlkin oflayarak bir bana bir de babasına baktı ve odadan çıkıp kapıyı kapattı. "Hazar'cığım, hoşgeldin." Sevecen bir ifadeyle ve gülümseyerek konuşuyordu. "Hoşbuldum, ayrıca Toprak derseniz sevinirim." Dudaklarımda zoraki bir tebessüm vardı ve dışarıdan zorla burada olduğumun gayet anlaşıldığından emindim. "Annen öyle söylediği için öyle demek istedim." "Sadece annem öyle söylüyor zaten." Bir de Oğuz hoca tabii, ama onun bunu bilmesine gerek yoktu. Konuyu değiştirmek istercesine omzumdaki stresten sapını sıkarak tuttuğum çantayı göstererek "Çanta ne için? Burada kalmayacaksın sonuçta." dedi. "Buradan sonra antrenmanım var, oraya gideceğim." "Sen altyapıda oynuyordun değil mi? Hangi takımdı?" "Gençlerbirliği." "Arda Güler de oradan çıkmıştı. Belki sen de onun gibi olursun, ha?" "Umarım." "Aslında, antrenmanın olduğunu bilmiyordum. Buradan çıkınca seni bir yere götürmek istiyordum ama belli ki yarına kaldı. Antrenmanın kaçtaydı bu arada?" "Beşte." "Rıza seni bırakabilir istersen." "Gerek yok, kendim gitmeye alıştım." "Boş ver, nezaketen sormuştum. Rıza seni bırakır." "Gerçekten, kendim gitmem daha iyi olur." "Lütfen, şimdiye kadar yapamadıklarımın yerine say." Zafer Bey'in gecikmiş baba olma çabaları sinirlerimi bozuyordu. "Şimdiye kadar yapmadıklarınızı şimdi yapmanıza gerek yok, hatta hayatıma girmenize bile gerek yok. Oraya her zaman otobüsle giden benin şimdi lüks bir araçtan inip yanlarına gitmesi takım arkadaşlarımın elbet dikkatini çekecek ve ben onlara 'annemin beni yaptığı adam şimdi çıkıp babam olmaya çalışıyor, bu da onun arabası' diyemem." Zafer Bey şaşkınla beni izliyordu ama sinirli değildi, yüzüne karşı tükürür gibi konuşan benim aksine. "Bunları düşüneceğini tahmin etmiştim, ama ben anneni gerçekten sevdim ve onu o bataklıktan kurtarmak istedim. Bunu yapmamın tek yolu da sendin ve... gerisini biliyorsun sanırım." Kafamın içinde dönüp duran nefret söylemlerini toparlayıp yüzüne haykırmak istiyordum ama yapamıyordum. "Şimdi lütfen otur ve düzgünce konuşalım. Çünkü gerçekten seni tanımak istiyorum." Dediğini yapıp kendimi masanın kenarındaki sandalyelerden birine bıraktım. Zafer Bey öylece yüzüme bakıyordu, biraz merak biraz da acımayla. "Size inanamıyorum, eğer gerçekten beni tanımak isteseydiniz bana acıyarak bakmazdınız." "Sana nasıl gözüküyorum bilmiyorum ama yıllardır yanında olmak istediğim oğlumu tanımak istemem kötü bir istek değil bence." En sonunda pes etmiştim. Zaten saat ikiye geliyordu. İki buçuk saat daha katlanıp sonrasında kendimi her şeyden uzaklaştırabilirdim. "Peki, ama çıkışta bırakın ben gideyim." "Annenden sadece gözlerini almamışsın anlaşılan, o da bana sürekli karşı çıkardı." "Kendim gitmeme izin veriyor musunuz yani?" "Evet, hayatına yeni girmiş birinin senin üzerinde söz sahibi olması saçma sonuçta. İstediğini yapabilirsin." Biraz duraksadıktan sonra devam etti "Tabii hakimin söylediği saatlerde burada olacaksın." "Zaten buradayım ve bundan kaçışımın olmadığını biliyorum." "İyi o halde." Oturduğu yerden kalkıp karşımdaki sandalyeye geçti. Ortada duran ufak sehpanın altından bir kutu çıkartıp içindeki satranç taşlarını sehpaya döktü. Sehpanın satranç tahtası gibi desenleri olduğunu ancak o zaman fark edebilmiştim. "Satranç oynarsın değil mi?" "Evet, oldukça da iyiyimdir." "Karşında ben varken çok güvenme istersen." dedi gülerek. Aynı şekilde karşılık verdim "Karşınızda geçen seneki turnavanın il birincisi oturuyor." Antenman için oradan ayrılana kadar Zafer Bey ile hem satranç oynamış hem de sohbet etmiştik. Gerçi sohbet dediğim onun benim hakkımda sorduğu sorulara cevap vermemden oluşuyordu. Oynadığımız altı maçın üçünü ben üçünü o yenmişti. Durum berabere olunca da rövanş için yarına anlaşmıştık. Antreman da her zamanki gibi geçmiş ve iki saatte bitmişti. Daha uzun sürmesini isterdim ama bir an önce eve giitmem gerekiyordu. Eve gittiğimde annem beni bekliyordu. Duş alıp hazır olan sofraya oturduğumda ona her şeyi anlatmıştım. Oynadığımız maçları, yüzüne haykırdıklarımı ve onu asla babam olarak göremeyeceğimi... Evet, belki ısınmıştım ona ama asla babam olamayacaktı. Ben bundan bir ay öncesine kadar zaten babamı öldü bilmiştim, hala daha öyle bilsem çok bir zararı olmazdı bana. Annemle yemeğimizi yiyip beraber sofrayı topladıktan sonra doğruca odama çıkıp dün bulamadığım defterimi aramaya başladım. Dün okul çantama adam akıllı bakamadağım için işe oradan başladım. Tüm defterleri ve kirapları çıkartıp tüm gözlere teker teker baktığımda en küçük gözde bulabilmiştim defteri. Defteri elime alıp yere saçılan kitap ve defterleri umursamadan doğruca kalemliğimi alıp masanın başına geçtim. Kalemliğimden bir kalem alıp defteri açtığımda karşılaşmayı beklediğim manzaraysa kesinlikle gördüğümle aynı değildi. Bu yazılmış şiirler bana ait değildi, bu muntazam yazı da. Ben şiir yazamazdım, bu kadar güzel bir yazıylaysa asla yazamazdım. Bu noktada defterin kimin olduğunu anlıyordum. Yağmur'un defteriydi. ♡°♡°♡ |
0% |