Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@jutenya

Kitappad hesabımı lütfen takip etmeyi unutmayın. Kitap okunması 1k yı geçti yeni bir platform da tekrar yayınlananan bir kitabın bu kadar erken okunması beni çok mutlu etti.

 

Satır arası arası yorum ve yıldıza basmayı unutmayın.

Keyifli okumalar.

 

Gel seninle lades oynayalım Elfida sen aklımdasın dersin ben de kalbim de

 

 

Sen'sizlik diye bir kavram var bulanın dili lal olsun.

************************************

 

Tabi bazı planlar tutmazdı. Zeynep sabah erken gitmeyi planlarlarken Rojbin Sancaktar'ın Zorlu Kendal'ın oğluyla kaçtığı haberi tüm Mardin'de çalkalanmaya başladı.

 

Botan erkekleri dostlarına destek olmak için konaktan ayrılınca Kemal kız kardeşi yanlız kalıp sıkılmasın diye onu Soyhan konağına bıraktı.

 

Bazen kaçınılmaz kader seni misafir olduğun evde yakalardı. Hayır mı şer mi bilinmeden boyun eğmeye mecbur kalırsın.

 

Zeynep o an ömrü bir günlük bir kelebek olup uçmak isteyecek lakin kanatları sevdikleri tarafından kesilip ellerine verilir gibi mahkum kalacaktı.

 

Rojbin bulunamayınca Zeynep diğer günün sabahı İstanbul'a döndü. Babası ise aşiretler arasında çıkacak husümeti engellemek için Mardin'e döndü.

 

Kemal ve Baran abisi zaten ordaydılar. Aşiret konuladı ile genel de Baran abisi ilgilenirdi. Şükür babası aşiretle çok ilgilenen biri değildi. Kendi kabuğuna çekilmiş ailesiyle hayatına devam ediyordu. Bunda annesinin olan etkisi yok sayılamazdı.

 

Çınar abisi de hastane ve deli sevgilisi Meleğin peşin de koşuşturunca ortam Zeynep'e kalmıştı. Seke seke merdivenleri mutfağa ilerledi. Dudaklarını annesinin yanağına bastırıp keyifli bir şekilde şakır gibi "anne yarın akşam arkadaşımın doğrum günü partisi var gidebilir miyim? " dedi.

 

Selvi hanım kızana bakıp elini kaldırdı ve şevkatle yüzünü okşayıp "kızım baban ve abilerin burada değil, başına bir şey gelir olmaz" kızının anlayışlı olmasını umut ederek konuşan kadın kızını kırmak istemiyordu.

 

Genç kız kafasını yana eğip "anne Çınar abim beni bırakır ve alır" dedi dudaklarını büzüp "lütfennn" diye uzatarak konulmasını sonlandırdı.

 

Selvi hanım kızına dayanamıyordu kafasını olumsuzca sallayarak "tamam ama babanı arayıp izni sen isteyeceksin" dedi ve arkasını dönüp yaptığı işe geri döndü.

 

Zeynep "anne seni çok seviyorum" deyip ona arkadan sarıldığında orta yaşlı kadın bedenini çevirip kızkna sarıldı. Anne yüreğiydi tek dileği kızının mutlu olmasıydı. Saçlarını okşayıp "şimdi de anne giyecek bir şeyim yok alışverişe çıkacağım diyeceksin değil mi? " diye beklediği soruyu yöneltti.

 

Zeynep annesinin kolları arasında gülümseyerek "bu kadın kızını çok iyi tanıyor" deyip geri çekildi.

Kızının deli dolu halleri evinde neşeyi eksik etmiyordu. Boş kalan kollarıyla elini uzatıp dolapta olan cüzdanı aldı ve kartını ona uzattı. Gözleriyle kartı gösterirken "al ama abartıya kaçma " dedi.

 

Zeynep kartı alıp "sağol anneciğim param vardı" dedi ve kısa bir süre düşünür gibi yaptıktan sonra "ama tabiki seni kıracak değilim anneciğim harcamını kartından yaparım. Malum bu aralar çok açıldım " dediğin de annesi gülüyordu.

 

Port mantodan çantasını alırken "anneciğim erken " dönerim dedi ve kartını alıp dışarı kapısına yöneldi.

 

Asansöre binerken kulaklığı kulağına takıp müzik listesinden rast gelen ilk şarkıyı açtı. Kısa bir süre toplu taşımaya bindiğin de boş bir koltuğa geçip oturdu ve Afran'a gideceği yeri attıktan sonra arkasına yaslanıp kulağında yankılanan müzikle beraber akıp giden yolu izlemeye başladı. Bir saat süren bir yolculuktan sonra duran araçtan inip yürümeye başladı. Sevgilisine gideceği yeri attığı için ayakları kendiliğinden orayı buldu. Kitapları kokuları seviyordu.

 

Geldiği yer bir sahaftı. Her fırsat bulduğunda buraya kaçar kitapların arasında kendini kaybederdi. Bakışları kasada duran yaşlı çifti bulduğunda iki tontona kafasıyla selam verdiğin de ikisi de yüzlerin de tebessümle karşılık verdi.

 

Zeynep eliyle kitapları gösterdiğin de yaşlı çift "geç Zeyno kitaplar seni bekliyordu" diyerek samimi bir şekilde konuştular.

 

Zeynep adımlarını kitap raflarına yönlendirip elini kaldırdı ve kitaplar arasında gezdirmeye başladı. Burası ikinci el kitap satan bir yerdi ve bazen bazı kitapların arasında küçük bir not bazen de sayfalara karalanmış bir şeyler. Zeynep en çok böyle olan kitapları almaktan zevk alırdı. Ondan önce o kitabı eline almış okumuş bir kişinin verdiği tepki onun çok hoşuna giderdi.

 

Bir defasında hasta eşine yazılmış bir mektuba denk gelmişti. Üstün de sadece isim olduğu için sahibine ulaştırmamış gerçi sahibinin yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyor ve aylarca bunu sorgulamıştı. Lakin günlerce etkisinde kalması hala aklından silinmemişti.

 

Parmakları ilgisini çeken bir kitabı almak için hareketlendiğin de arkasında hissetiği bedenle duraksadı. Saçlarında hissettiği dudaklar ve omuzlarına dökülen saçların kenara verilmesiyle gözlerini yumdu.

 

Sırtını adamın göğsüne yasladığında Afran eliyle onu belinden sarmalayrak kendisine çekti. Havada kalan elini tutup başını sevdiğini kızın omzuna koydu. Zeynep'in kalbi hızlı hızlı atıyor yaşadığı anda kalmak ister gibiydi.

 

Genç kız kitap kokusunun yanında sevdiği adamın kokusunu ciğerlerine hapsetmek ister gibi kokladı. Afran'ın etli dolgun dudakları kulağının dibinde kutsal bir aşk şiirini raks eder gibi hareket ederken Zeynep duymuyordu. Bitmek istenmeyen bir an saniyelee ve dakikalar her neyse birbiriyle savaş içindeydi.

 

Zeynep kulaklarına söyleneni duymuyor ve bedeninin yaslandığı bedenden yayılan sıcaklıkla ısınmasının refahını yaşıyordu.

 

Afran tutuğu eli kitaplar arasında gezdirip aradığını bulduğunda ikisinin duyacağı sakin bir tonla "bilinmeyen bir kadının mektuplarımektuplarını okumadın ise kesinlikle okumalısın" dedi.

 

Zeynep parmakları arasında ki kitaba bakıp "okudum ve konusunu çok beğenmiştin" dedi ve kapağını açtı. Kapağı açtığı gibi içinden küçük bir kağıt süzülerek yere düştü. Afran eğilip yere düşen küçük kağıdı aldı ve doğruldu. İkisi gözleriyle kağıtta yazılı olanları okurken yüzlerine küçük bir tebessüm belirdi. Bakışları birbirini bulduğunda ikisinin dudakları aynı anda hareket edip "eğer birgün aşık olursanız birbirinize seni seviyorum demekten hiç çekinmeyin. İtiraf edilen aşklar acıtır ama söylenmeyen aşk daha acıtır" diye biribirine bakıp kağıtta yazılan notu okudular.

 

Aftan gözlerini kısıp meraklı bir tınıyla "bu bir mesaj mı? "Dedi.

 

Zeynep anlamayan bakışlar attığın da çiddi bir tavırla " sevdiğin kız yanında git iste baş nikahı al kollarına falan mı diyor " dedi.

 

Onun söyledikleriyle Zeynep daha fazla dayanamayıp sesli bir kahkaha attı. Sevgilisi iflah olmaz biriydi. İkidir buluşmalarında evliliği dile getiriyordu lakin Zeynep ne kadar aşık olursa olsun bu yaşta evlenecek biri değildi. Kafasını olumsuzca sallayıp "orada sevgilini çok seviyorsan üniversitesi bittip kendi ayakları üstünde durduktan sonra çiçeğini çikolatanı al git iste diyor" diye onu cevapladı.

 

Afran elinde ki nota bakıp somurtarak "pek öyle demiyor ama sen öyle olmasını istiyorsan el mecbur bekleyeceğiz " dedi ve cebinden kalemini çıkarıp "o kadar incelik yapıp not yazmış boşa gitmesin" dedi ve kitabı alıp son sayfasına "Afran Zeynep'ini çok seviyor " dedi ve Zeynep'e baktı.

 

Zeynep onun yazdıklarını okurken kuruyan dudaklarını ıslatıp onun elinde ki kalemi çekip Afran'ın eliyle sabitlediği kitabın diğer kenarını tuttu ve 'Zeynep Afran'ı uğrunda ölecek kadar çok seviyor ve Afran bunu biliyor " dedi ve sevdiği adamın gözlerine baktı.

 

Afran onun yazdığı satırları okuyup kitabı kapadıktan sonra gözlerine bakıp elini kaldırdı ve onun yüzüne düşen saçlarını kenara verdi. Kafasını yana eğip "Zeynep, Afran için ölmesin onun için yaşasın ce ölümü hiçbir an aklına getirmesin. Çünkü Afran onsuz bir dünyada nefes alamaz" dedi ve kollarını uzatıp ona sarıldı.

 

Zeynep sevdiği adamın kolları atasında huzuru yaşarken mutluydu. Saçları arasında hissetiği nefesle hayat buluyordu. Geri çekildiğinde Afran'ın gözlerine bakarak ayak uçurdu yükseldi ve dudaklarını yanağına bastırıp geri çekildi.

 

Genç adam tenin de hissetiği dudaklar masum bir öpücük. Yanaktan olsa bile onu fazlasıyla mutlu etmişti.

 

Afran sesli bir nefes aldı ve elinde tutuğu kitabı rafa geri yerleştirdi. Zeynep'i kolunun altına alıp dudaklarını saçlarına bastırdı aldığı sesli nefesle "Zeynep seni çok seviyorum ve sanki ne söylersem söyleyeyim sana olan aşkımı telafuz edemiyorum gibi" dedi ve onu kapıya doğru yönlendirdi.

 

Zeynep ona söyleyecek çok ley söylemek istiyordu. Kapıdan çıkacakları anda kasada duran yaşlı çift "Zeyno " diye seslenip onları durdurdu. İkisi arkasını döndüğün de yaşlı çift önlerinde olan küçük tabureyi gösterip "Zeyno kızım damat oğlumuzu da al gel sizin için çay demledim" dedi.

 

Zeynep duyduğu damat kelimesiyle kızarırken Afran keyifli bir şekilde yürüyüp "bak tanrı söyletti " dedi ve sanki kırk yıllık ahbapmış gibi onlar için hazırlanan çaya uzandı. Yaşlı çift onlara oturması için yer gösterirken Afran'a Zeynep'e niçin zeyno dediklerini anlattıp güldüler.

 

Zeynep kızarıp bozarırken yaşlı çift damat adayını soru yağmuruna tutuyorlardı. Bir saat gibi bir sohbetten sonra Afran gizlice yaşlı çiftten bir şey isteyip oradan ayrıldılar. Gün içinde önce elele sinemaya girdiler. Daha sonra Zeynep'in yarın giyeceği elbise için mağazalara girdiler. Afran sevdiği kızın giydiği elbiseleri gördükçe kıskançlık krizlerine giriyor fakat sevdiğine kıyamadığı için tepki gösteremiyordu.

 

En son kısa beyaz bir elbise de karar kılındı. Zeynep Afran çok istediği için o elbiseyi seçmişti. Daha sonra o elbiseye uygun ayakkabı ve takıyı beraber seçtiler.

 

Alış veriş merkezinden çıkarken parmakları iç içe geçmiş el ele yürüyorlardı. Otobüs durağına yaklaştığın da evlerine dönmeleri gerekiyordu. Afran Zeynep'e dönüp etrafına bakındı. Etrafın çok kalabalık olmamasıyla bakışlarını Zeynep'in yeşil irislerine çevirdi. Yapıp yapmaması arasında kararsız kalsada bir deli cesareti Zeynep'in yüzünü ellerinin arasına alıp yavaşça dudaklarını ona doğru yaklaştırdı. Genç kız yüzünü çevirip istemediğini belirtirse Afran öpmeyecekti ama onun beklediğinin tam tersi Zeynep ayak uçlarında yükselip dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Masumca bir öpücüktü lakin ikisinin bedenini elektriğe bırakmış gibi etkiliydi. İki et parçası sanki sadece birbirine aitmiş gibi hareket ederken bedenleri alev alevdi. Dudakları ayrılıp Zeynep ayak topukları üstüne indiğinde sanki ilk adımı atacakmış gibi dirayetini kaybetmiş gibiydi. Elini kaldırıp Afran'ın kolundan destek almaya çalışarak ayakta durdu.

 

Afran'ın ondan geri kalır yanı yoktu. Genç adam kendisini toparlayıp "ben " dediğin de Zeynep konuşmasına müsade etmeden "gitsem iyi olacak annem merak eder" dedi ve elindeki paketlerle ihızlıca arkasını dönüp yürüdü.

 

Afran arkasından bakıp elini saçlarına götürdü ve dağıttı. Sevgilisi utanmıştı.

 

Zeynep durağa girip oturduğunda hala utanıyordu. Cebinden kulaklığını çıkarıp kulağına taktı ve kızaran yanaklarının eskiye dönmesini umut etti.

 

 

Birkaç dakika sonra yanında hissettiği hareketlilik ve kulağında ki kulaklığın çekilmesiyle gülümsedi. Afran da gülüyordu. İkisi birbirine bakmayı red eder gibi etrafına bakıp kulakta duyulan şarkıyı dinlediler. Hozan Beşir Elfida söylüyordu... İleride bu şarkı ikisi için çok anlam belirtecekti.

 

Masum bir öpücük ikisinin ayaklarını yerden kesmişti.

 

************************************

 

Bir kaç gün sonra Mardin.

 

Rojawan her yerde aradığı kız kardeşini bulamanın öfkesiyle delirmek üzereydi. Bir yandan aşiretlerin bir yandan ailesinin baskısı artık gına gelmişti. Adamları ile Urfa'dan yeni dönmüştü lakin nefesi kendi konağında değilde Kendal konağında aldı.

 

Artık Zorlu Kendal'ın ikisini sakladığına emindi...

 

Hilal sabah erkenden kalkmış kaç gündür yaşanan karmaşa yüzünden evde huzur yoktu. Avluya indiğinde kısa bir süre düşünüp büyük bir nefes alıp ne yapacağını düşünmeye başladı. O öyle mutfaka girip yemek yapacak biri değildi ve yemek yapmayı sevmez temizlik yapmaktan nefret ederdi.

 

Bakışlarını etrafında gezdirip oflayarak bıkkın bir şekilde musluğa doğru ilerledi. Yerdeki hortuma uzanıp eline aldı ve suyu açıp taş avluyu yıkamaya başladı.

 

Kısa bir süre dalgın bir şekilde avluyu yıkarken yumruklayan kapıyla kendisine geldi. Hortumu elinden bırakmadan kapıya doğru ilerledi ve kapıya açtı.

 

Karşısında gördükleri yutkunarak bir adım geri gitti ve çığlık atıp "baba teröristler konağı basıyor" diye bağırdı ve elinde ki hortumu kaldırıp suyu Rojawan'ın üstüne attı.

 

Genç ağa neye uğradığını şaşırmış bir şekilde soğuk suya maruz kaldı.

 

Elinde silah giydiği kargo pantolon saç sakal karışmış bir vaziyet. Arkasında birkaç araba ve bazı adamların elinde uzun namlulu silahlar.

 

Herkes şaşkındı.

 

Rojawan soğuk suyun şokunu atlattıktan sonra "ulan manyak indir elinde ki hortumu bırak " diye bağırdı.

 

Hilal çoşkulu bir sesle "sen elinde ki silahı indirmezsen ben hayatta indirmem. Senin gibi kendini gerilla ilan etmiş dağ hanzolarına meydanı bırakacak değilim" dedi ve tanzikliyi suyu Rojawan'ın üstüne tutmaya devam etti.

 

Adamları hala terörist ilan edilmenin şokunu atalatamazken. Hilal vatanını korumaya çalışan kahraman bir nefer gibi "biz nene hatun torunuyuz sizin gibilerine meydan bırakmayız" dedi ve ona doğru gelen Rojawan'la birkaç adım geriye gidip "bu topraklar sahipsiz değil, vatan bölünmez bayraklar inmez " dedi ve elinden bırakmadığı hortumla avlunun diğer etrafına kaçtı.

 

Rojawan "ulan bacaksız seni yakalarsam bayrak yerine seni sallandıracağım " diye kükredi.

 

Rojawan'ın bilmediği resmen kendi bacağına sımıştı. Hilal'in asla kabul etmeyeceği şey boyuyla dalga geçilmesiydi. Genç o hangemede bile boyuna takılmış gözlerini kısıp "lan hanzo sen benim boyuma kısama demek istedin" dedi ve suyu Rojawan'ın tam yüzüne tuttu.

 

Kimse müdahale etmiyor. Öylece ikisini seyrediyordu.

 

Rojawan'a ona bir adım gidiyorsa Hilal onu ıslatıp beş adım kaçıyordu. Genç kızın söylediklerinin birini sindiremeden arkasından bir başkası geliyordu.

 

Hilal kendinden emin bir şekilde "sende haklısın hanzo dağ orman bayır sürekli kavaklar çamlar ben gözüne kısa geldim" dedi ve onu küçümser bakışlarla süzüp "dağına geri dün ayı" dedi. Sesi alayvari ve küçümseyiciydi.

 

Rojawan ona yetişip elinde ki hortumu çekmeye çalışırken Hilal vermemek için debeleniyordu. Küçük müçük kuvveti yerindeydi. Onlar o şekilde didişirken Zorlu Kendal'ın "sabah sabah neler oluyor" diye kükreyen bariton sesi konakta yankılandı.

 

Hilal tuttuğu hortumu bıraktığında hortum onu almaya çalışan ve Rojawan'ın elinde kaldı.

 

Zorlu Kendal önce sırılsıklam olmuş Rojawan'a sonra kızına bakıp sakin bir ses tonuyla "minik sarı civcivim ne oldu niye bağırıyorsun " dedi. Sesi o kadar şevkatli çıkmıştı ki oradakiler konuşanın Zorlu Kendal olduğuna inanmak zor geliyordu.

 

Hilal yaşadığı hengame arasında ıslanan saçlarını kenara verip "baba bu terörist konağı basacaktı bende izin vermedim" dedi ve kollarını göğsünde bağladı.

 

Rojawan ıslatılmayı hazmedemezken kendisine hala terörist diyen kızla yana dönüp alaylı bir tonda "bak bana bacaksız dakika başı terörist deyip durma çocuk demem alırım ayağımın altına, boş boş konuşma git mavi önlüğünü giy okuluna yaylan" deyip ve kısa bir süre onu süzüp "tek başına gidemiyorsan baban seni bıraksın" dedi.

 

O lafla Hilal'e yarışacağını sanıyordu lakin Hilal taşın altında kalır lafın altında kalmazdı. Tek kaşını kaldırıp "ulan fosil mavi önlük ateş bulunduktan sonra kıyafet yönetmenliğinden kalktı ama sen yaşın gereği bunu hatırlamıyorsun" deyip babasına döndü.

 

Rojawan kendisine yaşlı diyen kızla neye uğradığını şaşırdı. Terörist yaftalanmasından sonra şimdi de fosil.

 

Genç adam yüzünü sıvazlarken arkasından konağa giren diğer Sancaktar'lar ile vaziyetin iyi olmadığı belliydi.

 

Rojawan berdel kararına karşıydı lakin ailesi kabul ediyordu.

 

Hilal merdivenleri çıkarken konağa girenleri umursamadan kendinden emin bir şekilde çenesini kaldırıp "ben bu terörist kılıklı ağa bozuntusu ile öldürseniz bile evlenmem " dedi ve babasının yanından geçip içeri girdi.

 

Arkasından ona şaşkın bakan Rojawan'ı görmedi bile.

 

Biri ben çoluk çocukla uğraşamam deyip evliliği red etmiş.

 

Diğeri ise ben terörist kılıklı ağa ile evlenmem diye karşı çıkmıştı.

 

İki inatçı keçi ve ikisi de asla iflah olmazlardı.

 

************************************

 

"Biliyor musun Elfida ben bugün hâlâ sen'i seviyorum

 

Yarın sevmeye devam edeceğim

 

Öbür gün yine seveceğim ve diğer gün sanki özlemle

 

Ondan sonra ki hasretle

 

Bu nasıl bir döngü bilmiyorum ama hep sen'i seveceğim... Sen'i sevmekten başka bir şey bilmiyorum gibi... "

 

 

"Biliyor musun Afran ben

yükseklik korkusu olan biriyim. Şimdi ise bir uçurumun kenarında durup sonsuz boşluğa atlamak istiyorum. "

 

"Yapma Elfida sen yüksekten korkarsın "

 

"Sen'sizlikten de korkuyordum"

 

Loading...
0%