Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@jutenya

Christina Perri - A Thousand Years

 

Merhaba evet yine ben.

 

Özletmeden geldim... İki bölümdür yorumlar çok güzel geliyor madem öyle ben de sizi bekletmeden bölüm vereyim dedim.

 

İyi yaptım değil mi?

 

Buradayım 👉🏻 Jutenya_ takip edebilirsiniz.

 

İnstagram hesabım jutenya82

 

Twitter hesabım jutenya82

 

Lütfen takip etmeyi unutmayın.

 

Bölüm sınırı 650 vote

 

2500 yorum.

 

Bölümler kısa dediğiniz için uzun bir bölüm attım.

 

Keyifli okumalar.

 

-Bir gün çıkıp gelsem. Bize engel olan tüm kapıları kırsam benimle gelir misin Elfida?

 

-Bize engel olan kapılar değil ki? Önümüzde duranlar insan ve biz cesetlerini ezip geçemiyoruz.

 

-Neyse... Bugün bir buket papatya aldım Elfida

 

-Peki ne yaptın.

 

-Seviyor ve sevmiyor diye fal bakmadım Elfida

 

 

Zaten hep seni seviyorum Afran.

 

************************************

Rojawan berdel kararına karşıydı lakin ailesi kabul ediyordu.

 

Hilal merdivenleri çıkarken konağa girenleri umursamadan kendinden emin bir şekilde çenesini kaldırıp "ben bu terörist kılıklı ağa bozuntusu ile öldürseniz bile evlenmem " dedi ve babasının yanından geçip içeri girdi.

 

Arkasından ona şaşkın bakan Rojawan'ı görmedi bile.

 

Biri ben çoluk çocukla uğraşamam deyip evliliği red edecek. Diğeri ise ben terörist kılıklı ağa ile evlenmem diye karşı çıkacaktı.

 

İki inatçı keçi ve ikisi de asla iflah olmazlardı.

 

Hilal yukarı çıkarken Rojawan sırılsıklam olmuş bir halde avluda ayakta duruyordu. Kız kardeşini ve onu kaçıran gavatı bulamamıştı. Yüzünü sıvalayıp kafasını kaldırdı ve Zorlu Kendal ile göz göze geldi. Yüzünü buruştup "oğlunun yerini söyle sende kurtul bende" diye isyan etti.

 

Zorlu ağa önünde sırılsıklam olmuş damat adayına bakıp "bu saatten sonra onun yerini söylemem ölümdür. Ben onun ölmesine göz yumam sende çıkacak kararı biliyorsun boşuna kürek çektiğinin farkında olduğunu düşünüyorum" dedi ve arkasını dönüp şefkatli bir tonda "sarı civcivim baban elinden kahve içmeden güne başlıyamıyor. Babana bir kahve yap " dedi ve içeri girdi.

 

Kısa bir süre sonra Hilal kapıları çarparak dışarı çıktı ve basamakları vura vura aşağı indi. Rojawan daha üstünde ki şaşkınlığı atmadan genç kız yanında durup "yalı kazığı gibi konağın avlusunda ne bekliyorsun gitsene evine" dedi ve mutfağa geçmek için hareketlendi lakin kolundan tutulunca adımları istemsizce durdu. Omzunun üstünde ona döndüğün Rojawan burnundan solar bir şekilde "abin nerde " diye kükredi.

 

Hilal öyle birinden korkacak biri değildi. Boşta kalan elini ğiydiği pantolonun cebine atıp yarı alaylı bir tınıyla "bak cebim de istersen al " dedi ve kolunu elinden çekmeye çalıştı.

 

Rojawan kolunu bırakmadan kaşlarını çatarak "bak kız çocuğu abini bulmazsam evlenmek zorunda kalacağız. Şimdi uslu bir kız ol abinin yerini söyle" dedi ve beklentiyle onun gözlerine bakıp kendi hayatını kurtarmak için konuşmasını bekledi.

 

Tabiki o da evlenmek istemiyordu. Omuzlarını düşürüp "gerçekten nerde olduğunu bende bilmiyorum " dedi ve Rojawan'ın gözlerine bakıp "hem sen nasıl bir ağasın benim aptal abimi nasıl bulmazsın"

 

Rojawan kaşlarını çattığın da onu gözleriyle süzüp "Hatem uzun boylu insanların pek akıllı olmadıkları söylenirdi. Yazık haklıymış" dedi.

 

Rojawan dişlerini sıkarak "terörist muamelesinden sonra şimdi de aptal mı diyorsun" diye söylendi.

 

Genç kız gitmek istiyordu lakin bir mengene gibi tutulan kolu yüzünden gidemiyordu. Yüzünü asıp "buradan bakınca pek akıllı birine benzemiyorsun" tek kaşını kaldırıp "hem de ıslak bir akılsız gibi duruşun var.

 

Rojawan onun kolunu bırakıp " sende aptal cesaretiyle benimle böyle konuşuyorsun öyle mi?

 

Hilal kafasını olumlu anlamda sallayıp arkasını döndüğün hızlıca eğilip yerdeki hortumu aldı ve "sarı civciv" deyip ona dönen Hilal'le hortumu onun üzerine tuttu. Genç şaşkın bir şekilde neye uğradığını anlamayıp ıslanmaya başladı.

 

Üstünden dökülen soğuk suyun etkisinden erken kurtulup adımlarını ona yönlendirip "ulan hanzo delirdin mi (?) ne yapıyorsun manyak" diye isyan etti.

 

Rojawan kaç gündür zaten delirmek üzereydi. Üstüne karşısındaki yer elması tuz biber gibiydi.

 

Rojawan önce "ya star " diye fısıldadı ve sonra yüksek bir sesle "Evet delirdim yer cücesi, sen beni delirttin" diye bağırdı.

 

Hilal duyduğuyla kulaklarına kadar kızarmış gibi öfkeliydi "Sen bana kısamısın diyorsun " dedi ve bir panter gibi onun üstüne atladı.

 

Konak çalışanları ve Rojawan'ın adamları ikiliyi izlerken. Rojawan bir panter gibi üstüne atılan Hilal ile bir adım arkaya doğru sendelendi.

 

Hilal'in onun tutuğu hortumu çekiştirmeye çalışırken Rojawan dengesini tutamayıp sırt üzeri yere düştü ve Hilal'de onun üzerine düştü.

 

Genç kız sırılsıklam olduğu yeri sorgulamıyordu. Rojawan'ın elinde olan hortumu çekiştirdi ve onun yüzüne tuttu. Genç adam yapma deyip yüzünde çevirdi fakat kaçışı yoktu.

 

İkisi avlunun ortasında debelenirken Zorlu ağanın "neler oluyor" diye gürlemesi suyun kapanması aynı andaydı.

 

İkisi sırılsıklam olmuş bir halde birbirine bakıyordu. Hilal'in ıslanmış saçlarından dökülen su damlaları Rojawan'ın yüzüne dökülürken genç adam yutkundu. Genç kızın maviş maviş gözleri boncuk boncuktu.

 

Zorlu ağanın "kızım gel " buraya demesiyle Hilal onun üstünden kalkıp kafasını eğdi zira oldukları durum içler açısıydı.

 

Rojawan ayağa kalktığında asıl gerçeklerle karşılaştı çünkü aşiretlerin ileri gelenleri kanat önderleri ve diğer ağaların hepsi konağın avlusunda onlara bakıyordu.

 

Zorlu ağa tekrar konuşup "sarı civcivim ne bu hal "dediğin de genç kız kafasını kaldırdı ve yüzleşmek istemediği gerçekle karşılaştı. Herkes onlara bakıyordu " ben "dedi lakin devamı gelmedi. Oldukları hale yerdeki su birikintisin de ayaklarını yere vura vura ağlamak istiyordu.

 

Göz ucuyla Rojawan'a baktığında o da ona bakıyordu. Fısıldayarak " yukarı çık " demesini duyduğu gibi kimseye bakmadan yukarı koştu.

 

Zorlu ağa kaşlarını çatmış bir şekilde giden kızının arkasından bakıp önüne döndüğün de Cesur Sancaktar oğluna bakıyordu.

 

Cesur ağa öfkeli bir şekilde oğluna bakıp "ben kabul etmem deyip yaptığın nedir Rojawan" diye kükremesi genç adam için yeni bir savaş demekti.

 

Zorlu ağa araya girip onları yukarı yünlendirdiğin de Rojawan'a dönüp "çalışanlara söyledim sana da kuru kıyafet verecekler üstünü değiştir öyle gel" dedi ve diğer ağaları takip edip yukarı çıktı.

 

Cesur Sancaktar yukarı çıkarken oğluna ters bakışlar attı ve yüzünü çevirdi. Genç adam için her şey ters gidiyordu. Bu olanları sindirip hazmettikten sonra iyice düşünmesi gerekiyordu. Yoksa olacaklar belliydi.

 

Yüzünü sıvazladığın da Harran yanın da durup "yazık...evlenmeden olmaz diyemedin mi? " dedi ve kısa bir süre onu süzerek attığı onaylamaz bakışlarla "namus ar edep sıfır puuu " diye yüzüne tükürüp yukarı çıktı. Rojawan "ya star " deyip iğrenir gibi yüzünü silerken kış ortasında soğuk suya maruz kalmış ve soğuk hava vücuduna nüfus etmeye başlamıştı. Ya da soğuk havayı o yeni hissediyordu. Çalışanların ona havlu ve giyecek kıyafet verip onu boş bir odaya yönlendirmesiyle soyundu kurulandı ve hızlıca üstünü değiştirdi.

 

Odadan çıktığında karşı odadan aynı şekilde üstünü değiştirmiş olarak çıkan Hilal'e gözgöze geldi. İkisi aynı anda yüzünü buruşturdu ve yürümeye başladılar.

 

Hilal merdivenlere doğru ilerlerken Rojawan nereye gideceğini bilmez bir şekilde bakışlarını etrafta gezdirdi. Genç kız elini trabzana atıp kısa bir süre duraksadı. İçinde vicdana gelen tarafa söverek sesli bir nefes alıp elini kaldırdı "hışşşt sırık " dedi ve işaret parmağıyla koridorun sonunda ki odayı gösterek "oradalar" dedi ve ona bakmadan merdivenleri inip aşağı indi.

 

O gözden kaybolurken Rojawan göğsünü kap artacak bir şekilde büyük bir nefes aldı. Adımları gideceği yeri bulurken cımhatın yapılacağı odaya girdi. Tüm bakışkar ona döndüğün de daha yeni fark ettiği dostuna doğru ilerde ve yanına oturdu.

 

Töreye kurban iki insan iki zıt karekter de insan.

 

Uğultu şeklinde olan konuşmalar kısa bir süre bağırtıya döndü. Genç adam boğaz yırtılırcasına bağırıp isyan ediyordu. Hilal'in de kabul etmemesini umut ederek hayır diyordu. Kısa bir süre sonra bağırtılar kesilince çevresinde ki aşiret ağalarına baktı. Şimdiye kadar kimseye boyun eğmemişti. Bakışları arkadaşı Kadir'e döndü bir çıkış yolu için.

 

Kadir kafasını olumsuz anlam da salladığın da kaçacak yerinin olmadığının bilincinde sustu.

 

Rojawan aşiret ağalarına bakarak "ben kabul etmiyorum ne halin varsa görün " diye cevabını verip, tepkilerini beklemeden çıktı. Çıkarken babasının gülümseyen yüzünü gördü lakin kabul etmeyecekti.

 

Babasına göre istedikleri olmuştu Rojawan evleniyordu.

 

Hilal konağın kapısında tedirdigin bir şekilde çıkacak kararı bekliyordu. Kendisine bile itiraf etmek istemese de çıkacak karardan korkuyordu.

 

Konak kapısında sağa sola giderken çıkacakn kararın berdel olmaması için dua ediyordu. O da duasının kabul olmayacağının elbet farkındaydı. Ama yinede insanın içinde küçük bir umut pes etmek istemiyordu ve içinde ki küçük umuda sarılmış bekliyordu.

 

Arkasını dönüp Rojawan'la çarpışyığında genç ağa öfkeyle ona bakıp "ben kabul etmedim sende sakın kabul etme "dedi ve konaktan çıkıp gitti.

 

Kısa bir süre giden Rojawan'ın arkasından bakıp koşarak merdivenleri çıktı ve cımhatın yapıldığı odanın önünde durdu. Kapı açılıp babasının omuzlarının çökmüş bir halde dışarı çıkmasıyla sarıldığı küçük umut ışığı elini bırakıp ondan uzaklaştı anlaması zor değildi. Yine birileri Mardin'de töreye kurban seçilmişti.

 

Bu birileri o ve Rojawan'dı ağlayarak odasıns koştuğun da Zorlu bey üzgün gözlerle kızına baktı. Kızının kabul edeceğini hiç düşünmüyordu. Omzuna koyulan elle kafasını çevirdiğin de Cesur Sancaktar onu anlayan ifadeyle " ikisi de kabul edecekler" dedi.

 

Zorlu ağa kafasını salladıktan sonra "kızım çok küçük evliliği kaldıramaz" dedi ve korkularını dile getirdi.

 

Kızı onun gözünde küçüçüktü. İki Ağa'da birbirlerini ikna edip teselli ettikten sonra diğer ağalar ve aşiretin kanat önderleri konağı terk etti.

 

Saatler sonra Cesur ağa konuşmak için oğlunu tekrardan konağa çevirdi. Genç adam istemeye istemeye konağa geldiğinde yanında dostu Kadir vardı.

 

Kadir arkadaşını ikna etmek istiyor lakin söyleyecek bir şey bulamıyordu. Hem ne söyleyebilirdi ki?

 

Beraber üst kata çıktıklarında iki adam duydukları sesle duraksadı. Rojawan kulağına aşina olmayan sesin sahibinin kim olduğunu biliyordu. Kadir'i babasının olduğu odaya yönlendirirken kendisi de duyduğu sese doğru ilerledi.

 

Hilal yaşlı kadınlar gibi başına bağladığı yazma ile elleriyle ayaklarını dövünüp sesli bir şekilde "Daye dünya xaini " diye ağlayıp daha sonra aynı şekilde bağıra bağıra "Daye dünya pır germeye" diye dövünüyordu.

 

(Daye dünya xaini : anne dünya hain)

 

(Daye dünya pır germeye : anne dünya çok sıcak)

 

Son söylediği genç adamın yüzünde gülümseme olmasına sebep olmuştu. Üzüntüden saçmaladığının farkında değildi.

 

Rojawan yatakta yanına oturup elini tuttuğunda genç kız dövünmeyi bırakıp başını ona çevirdi. İkisi de yaşayacakları şeyleri istemiyordu. Rojawan elini uzatıp onun gözünde ki yaşları sildi.

 

Karşısında ki kızın da onun gibi kurban seçildiğinin farkındaydı. Kendisi yaşını başını almış bir adamdı lakin karşısında ki kız daha gençti. Onun fedakarlığı daha fazlaydı. Nefesi dışarı verip tutuğu eli bırakmadan ayağa kalktı ve "hadi gidip bu evliliği istemediğimizi ağa babalarımıza söyleyelim elbet vardır bir çözümü" dedi ve kapıya ilerledi.

 

İkisi de ağa çocuğuydu ve başka bir çözüm yoktu. Lakin tüm yolları elbet deneyeceklerdi.

 

Babalarının olduğu oda girmeden ellerini bırakıp kapıyı açtılar ve içeri girdiklerin de ikisi de isyan etti.

 

Hilal söze girip "madem ölmeyi göze alıp kaçtılar gerekirse ölsünler" dedi ve Rojawan'a baktı. Tek abisiydi elbet ölmesini istemiyordu. Maksat varsa başka yolu onu denemekti.

 

Rojawan'a ona göz kırpıp "belki kara sevdalılardır. Sonları ölümle bitecek ilk onlar değiller. Adları Mem'u Zin gibi sonsuza kadar yaşar" diye devam etti.

 

Cesur ve Zorlu ağa vicdansız evlatlarına bakıp yüzlerini buruşturdu. İkisi de keçi gibi inatçı dediğim dedikti.

 

Hilal ona destek vererek "hem onlar aşık oldular. Biz niye bedel ödüyoruz. Bu yola çıkarken sonlarının ölüm olduğunu biliyorlardı. Madem aşkları gözlerini karartacak evrede bırakalım ölsünler" diye konuştu.

 

Cesur ve Zorlu ağa daha evlenmeden birbirlerine destek çıkan çifte gülümsedi. Olurları vardı.

 

İkisi gerekirse ölüm derken Cesur ağa araya girip "Rojbin hamile " dedi.

 

Bıçak sırtıyla kesilen sesler. Odada bir ölüm sesizliği. Söylenecek söz varmıydı?

 

Hilal bedenini boş bir çuval gibi şark odasının sedirlerine bırakırken Rojawan'da sessizce yanına oturdu. İkisi başlarını elleri arasına alıp kara kara düşünmeye başladı.

 

Kabul etmekten başka çareleri yoktu. Hilal kafasını kaldırıp buz gibi bir sesle "sana onu evlatlıktan red et diyemem ama üstüne olan mallardan haklardan vazgeçecek ve ben sağ olduğum süre çevirdi bir daha Mardin'e ayak basmayacak" dedi ve ayağa kalkıp gözlerinde ki yaşları sildikten sonra Rojawan'la göz göze geldi boğazı düğüm düğüm bir şekilde "üzgünüm hem kim kalabilmiş ki biz kaçabilelim berdel kabulüm" dedi ve koşarak kapıyı açıp dışarı çıktı.

 

Rojawan dostum dediği Kadir'le göz göze geldiğin de kaçışının olmadığının bilinçin de ayağa kalktı.

 

Berdel kabulüydü.

 

*

*

*

 

Aradan bir kaç gün geçtikten sonra genç adam sabah erkenden kalktı. Kısa bir süre tavanla bakıştıktan sonra yataktan kalkıp banyoya girdi..Soğuk bir duş alıp giyindikten sonra kapıyı yatak odasından dışarı çıktı.

 

Şimdiye kadar bekar kalabilmek için verdiği bütün çabası boşa gitmişti. Sonun da ailesi bütün emellerine kavuşuyordu.

 

Evleniyordu... Bugün evlilik için olan ilk adımı atacak sözlenecekti. Yani isteme olacaktı ve bir hafta için de düğün.

 

Hem hiç tanımadığı bir kızla evlilik saçma geliyor. Hem de mecbur olduğunu biliyordu. Evlendiği kız

hakkında bildiği tek şey küçük olduğuydu.

 

Ya da öyle sanıyordu.

 

Oflayıp üstünü giydi o evlilik adamı değildi. Hayalin de ömür boyu bekar bir yaşantı vardı.

 

Bıkkın bir şekilde terastan çıkıp merdivenlerden inmeye başladı. İşittiği ıslık sesi ile kafasını kaldırıp sinirlice baktı.

 

Kahvaltı masasında oturan Roni ve Rohat onu hiç aldırmayıp, alkış çaldıkların da artık çileden çıkmak üzereydi. İkiz kardeşleri ona göre zeka düzeyleri düşük kişilikler di.

 

Rojawan ikisine aldırmamaya çalışarak babası Cesur beyin sağına geçip oturdu. Zaten bu kaç gündür sinirleri alt üst olmuştu. Bir de bu ikili ile uğraşıp sinirlerini daha da bozmak istemiyordu.

 

Tabi Roni ve Rohat ikilisi ellerine geçen bu fırsatı tepmedikleri için onu deli etmeleri yakın bir zamandı.

 

İkizler abilerine bakıp "Rojawan abim damat oluyor. Sıra bize geliyor " sesleri ile yüzünü sıvazladı. Şuanda insanın boşuna katil olmadığını düşünüyordu. Çünkü kardeş katili olmasına az kalmıştı. İkizlere bakıp eline aldığı bıçakla boğazına hayali bir çizgi çizip sırıttı.

 

Roni ve Rohat aynı anda omuz silkeleyip Rojawan'ın sinirli halini hiç takmadan ellerini çarpa, çarpa devam ettiler. Onlara göre ömürlerin de bir defa gelecek şans ayaklarına gelmişti ve bunun zevkini çıkara çıkara eğleneceklerdi.

 

İkizler abilerine bakıp büyük bir coşkuyla " İstedim verdiler, sen ağasın dediler. Sen ağasın dediler. Aldılar Hilal'ide Rojawan'a verdiler. Rojawan'a verdiler. Sarı saçlar mavi gözler ne hoş yakışmış Hilal. Ne hoş yakışmış Hilal. Rojawan'ı kaptıranlar kuduruyormuş Hilal. Kuduruyormuş Hilal."

 

Roni kendisini tutamayıp tilii tiliii diye zılgıt çektiğin de Rohat'ta tey teyyy teyyy diye devam etti.

 

Rojawan babası Cesur ağaya bakınca elini başına koyup, yüzünü eğmiş bir şekilde omuzlarının hareket ettiğini gördü. Bu hareketten babasının da güldüğünü rahatlıkla anlıyordu.

 

Ceketini alıp hızlıca ayağa kalktı. Zira şuanda ailesine katlanabileceğini hiç düşünmüyordu. Sandalyesini çekip yürüdüğü gibi.

 

Roni ve Rohat'tın da ayaklanıp arkasından çifte telli oynadığını oynayarak onu takip etti.

 

O hızlı adımlarla ilerleyip aşağı inerken.

 

Roni ve Rohat "Anam gitmiş kız istemiş. Evlenmem, evlenmem gitmiş görmüş hem çok beğenmiş, imanıma evlenmem. Rojawan bak hilal çok güzel, evlenmem. Hem güzel hem de süslüymüş. İmanıma evlenmem. Evlenmem evlenmem."

 

Rojawan konağın kapısını sesli bir şekilde çarparken. İki kardeş arkasından hala gülüyorlardı. Babalarına bakınca onlara ters bir şekilde baktığını fark ettiklerin de ise sessizce yerlerine geçtiler. Zaten emellerine ulaşmış damadı kaçırmayı başarmışlardı. Cesur ağa ise oturan ikili ile kahkahasını tutamayıp gülmeye başladı. Orta yaşlı adam omuzları hareket ede ede gülerken tüm aile mutluydu. Evlenmem diye direten Rojawan sonunda evleniyordu.

 

Rojawan o sinirle arabasına binip gaza basarak konaktan uzaklaşırken olanları ve olacakları düşünüyordu. Araba konaktan biraz uzaklaştıktan sonra cebinden telefonu çıkarıp Kadir'i aradı. Zeynep konusunda hep teselliyi kendisi yapardı şimdi ise sıra Kadir'indi. Gelip arkadaşının yanın da olması lazımdı. Akşama zaten Azad ve diğerleri gelecekti.

 

Rojawan, Kadir'le konuştuktan sonra arabayı bağ evine sürdü. Şuanda evlilik kokusunu düşünecek hali yoktu. Kadir diğerlerini alıp geliyorum dediği için ailesiyle uğraşacağına onlara takılmak daha mantıklı geldi. Daha yaşlıkar kurulu evde toplanacaktı ve kimseye katlanacak durum da değil. Arkadaşları yanın da olsa yeterliydi.

 

Nasıl olsa birkaç gün sonra düğün içim koşuşturacak yoğunluk yüzünden nefes alacak zamanı kalmayacaktı.

 

************************************

Zeynep okuldan çıktıktan sonra direkt eve geçti.

 

Akşama katılacağı bir doğum günü partisi vardı. Keyifli bir şekilde asansöre binip yukarı çıktığında kapıyı annesi açtı.

 

Genç kız sulu bir öpücüğü annesinin yanağına bırakıp kahkaha atarak yukarı çıktı. Yaptığı hareketten annesinin pek hoşlanmadığını biliyordu. Üstünü çıkarıp biraz tekrar yaptıktan sonra yemek vakti aşağı indi.

 

Mutfaktan gelen kokular açıktığını anlaması zor değildi. Mutfağa girdiğinde gördüğü abisiyle çoşkulu bir sesle "o Çınar beyciğim sizi gören cennetlik nerelerdeydiniz" şakalaşarak yerine geçti.

 

Çınar uzanıp kardeşinin yanağından makas aldıktan sonra "bu adam çok çalışıyor bee Zeynep'im başarılı olmak kolay değil" dedi ve gözlerini kısarak kardeşini inceleyip "iyi görünüyorsun dersler" nasıl diye devam etti.

 

Genç eline kaşığı alırken "kimin kardeşiyim tabi ki çok iyi gidiyor" dedi yemeğin bir kaşık alıp dudaklarına götürdü.

 

Çınar "benim kardeşim " derken gururluydu çünkü kardeşi sorumluklarının bilinçin de yaşıyor ve her şeyden önce derslerine ağırlık veriyordu.

 

Anneleri ile sohbet ederek yemek yedikten sonra Zeynep abisine attığı kedi bakışlarıyla gideceği parti için ısrar etmeye başladı.

 

Çınar kısa bir süre küçük kız kardeşini yalvartıktan sonra giyinmesi için yarım saat verip odasına çıktığında Zeynep koşarak odasına gitti ve hazırlanıp nefes nefese aşağı indi.

 

Çınar elinde ki saatte bakıp "aferin 28 dakika 30 saniye" dedi ve Zeynep'i beklemeden dışarı çıktı.

 

Selvi hanım çocuklarını gülümseyerek izliyor onlarla gurur duyuyordu. Kızının yüzünü elleri arasına alıp makyajının bozulmamasına dikkat ederek yanağını öpüp "dikkatli ol ve çok eğlen" dedi ve geri çekildi.

 

Zeynep kafasını olumlu anlam da salladı çıkacağı anda geri dönüp annesini öpüp koşarak kapıdan çıkıp asansöre koştu.

 

Çınar asansörde durmuş onu bekliyordu. Zeynep içeri girdiği zemin katın düğmesini basıp önüne döndü. Aynada kız kardeşine baktığın da güzelliğiyle gülümsedi. Bu aralar kız kardeşin de olan değişimleri anlamaması için aptal olması gerekiyordu. Mutlu olması için dua ediyordu.

 

Asansörden çıktıklarında Zeynep gülümseyerek abisinin koluna girip "Çınar beyciğim biliyor musun ben çok şanslıyım " dedi ve yürümeye devam etti.

 

Çınar tek kaşını kaldırıp "nedenini sormam sıkıntı olur mu Zeynep hanım" diye onun oyununa katıldı.

 

Apartman bahçesinden çıkarken bakışlarını abisine çevirip " tabi ki sıkıntı yok olmaz. Nedenini öğrenmek en doğal hakkınız" dedi ve yüzüne düşen bukle leri kenara verip "senin gibi yakışıklı bir abim var" dedi.

Çınar tek kaşını kaldırıp "sadece bir tane mi" derken arabanın kapısını açtı ve onun binmesini bekledi. Zeynep arabaya girerken "üç ama sen sadece abim değil en yakın arkadaşımsın" dedi ve arabaya bindi.

 

Çınar narin bir şeymiş gibi şadiyesinin kapısını kapatarak sürüçü koltuğuna geçtiğin de "sende elimde büyüyen küçük kız kardeşim sanki ilk kızımsın" dedi ve arabayı çalıştırdı. Bir nevi haklıydı. Zeynep ellerinde büyüdüğü için hem abi hem de baba gibilerdi ve bu yüzden Zeynep kendisini çok şanslı hissediyordu.

 

Birkaç saat süren yolculuktan sonra Çınar onu arkadaşının evinin önünde bırakıp oradan uzaklaştı. Afran içeri girmeyip sevgilisini bahçede bekliyordu. Kıştı ve hava soğuktu. Zeynep'i gördüğü gibi adımlarını yönledirip "geçiktin"

 

"Beklettim" ikisi aynı anda konuşmuştu.

 

İkisi gülümsediğin de Zeynep elini onun yanağına koyup "buz gibi olmuşsun keşke içeri de bekleseydin"

 

Afran onun elini tutup avuç içini öptükten sonra "bir ömür beklemeye razıyım. Geç kalınca merak ettim"

 

"Abim Çınar'la geldim ve onun arabasına olan aşkını anlatmıştım. Sevgili arabası yanlışlıkla çizilir diye galiba kaplumbağa ile yarışır derece hızla araba kullanıyordu"

 

İçeri girdiklerin de önce Tuğçe'nin hediyesini verdi sonra Afran'la el ele tutuşarak pencere önüne ilerlediler. Arkadaşları artık ikisinin sevgili olduklarını bildikleri için rahattı. Herkes gülüp dans ederken onlar etraftan soyutlanmış birbilerine bakıyorlardı.

 

Zeynep sırtını pencereye dayayıp sevdiği adamın gözlerine baktı kimseyi görmüyor duymuyor gibi mir hali vardı. Afran'ın da ondan uzak kalır bir yanı yoktu. Elinin tersiyle yüzünü severken hasret kalmış gibiydi.

 

Kafasını eğip burnunu boyun girintisin de gezdirdi. Genç kızın dudakları kenara kıvrılırken duyduğu "seviyorum" kelimesi yutkunmasına sebepti.

 

Elleri adamın boynunu bulduğunda

Christina Perri - A Thousand Years şarkısı çalıyordu.

 

Afran ellerini beline koyup bedenlerini birbirine yapıştırırken kahkaha attı. Adam o kahkaha dalıp orada kalmak ister gibiydi. Dudaklarını kulağına yaklaştırıp tekrar "seviyorum" dedi ve nefesini boynuna bıraktı. Zeynep içinde uçuş uçuş olan kelebeklerle bedeninin karıncaladığını hisediyor ve tatmadığı duyguları onunla tatığının bilinçinde devam ediyordu.

 

Müzik bittiğin de sanki ikisi oraya ait değilmiş o müzikle dans etmiyorlarmış gibi pencere önünde dans etmeye devam ettiler.

 

Bir birlerinin tenin de değil de gözlerin de kaybolan iki insan vardı.

 

Dans etmeyi bırakıp etrafına baktıklarında birçok gözün onlarda olmasıyla ikisi de utanmıştı. Yanakları pembeleşince Afran onu kolları arasına alıp sarıp sarmaladı. Küçük sevgilisi utanmıştı. Göğsüne sığınan sevgiliydi ya kalbi hızlı hızlı atıyordu.

 

Kısa bir süre sonra Tuğçe ve birkaç arkadaşını yanına gelip sohbet etmeye başladı. Zeynep Afran'ın kolları arasında arkadaşlarıyla gülüşürken Afran onu izliyor sanki her mimiğini ezberlemek istiyor gibi dikkatli bakıyordu. Bir ara telefonunu eline almış kısa bir süre oyalandıktan sonra tekrar cebine koyup bakışlarını tekrar sevgilisine çevirmişti.

 

Onlar öyle sohbet ederken duydukları "oha kar yağmış " sesiyle hepsi pencereye koştu. Hepsinin yüzünde tebessüm oluştuğun da Afran elini kaldırıp parmak uçlarıyla saçlarını kenara verip kulağına eğilip "istersen karı hissedebiliriz" dedi.

 

Zeynep'in ışıl ışıl gözleriyle onu elinden tutup dışarı kapısına ilerlerken genç kız kafasını olumsuzca sallayarak gülüyordu. Afran onun montunu kendi eliyle giyrip önünde ki düğmeleri kapatarak kendi beresini giydirdi ve elini tutup dışarı çıktı.

 

Zeynep bahçeye çıktığında kar yeri yeni kaplamış ve yağan taneleri üzerlerine düşüyordu.

 

Zeynep hayranlıkla bakıp elini kaldırrdı ve parmak uçlarına değen karlarla gülümsedi. Arkasını dönüp kısa bir süre Afran'a baktı ve başında ki bere çıkarıp ayak uçun da yükselerek onun saçlarına geçirdi. Afran'ın "üşürsün " sözlerine "karın saçlarıma değmesini seviyorum" sözleriyle sustu. Arkasını döndüğün de beline dolanan kollar ile sevdiği adamın göğsüne yaslandı ve yağan karın avuç içine düşüp erimesini onun tenin de bıraktığı hisle huzura sarıldı.

 

Huzur bedenine sarılı olan kollardı. Afran genç kızı bedenine yasladı ve parmaklarını onun parmakları arasından geçirerek ikisinin ellerinin havada asılı kalmasını sağladıktan boğuk bir sesle "ilk karımız " dedi ve buharlaşan nefesini dışarı verirken "ilk gecemizin de soğuk bir kış gecesi olup sabaha kadar bana sarılman gerekir" dedi. Genç kız kıp kırmızı kesilirken Afran gülümseyip "şuanda utançtan küçük bir sincaba benziyorsun Zeynep" dedi ve onu kendisine çevirip parmağını burnuna dokundurarak "burnun da yanakların gibi kızarmış " dedi. Zeynep gülümserken önce burnunun uçunu öptü daha sonra dudaklarını onun tenin de gezdirip yanağını daha sonra da, geldiğinden beri arzuladığı kırmızı dudaklarını derinleşti başta küçük küçük masumcaydı lakin sevdiğinden aldığı karşılıkla öpüşü derinleşti.

 

 

Nefes nefese kalıp geri çekildiklerin de Zeynep kollarını adamın Beline sarıp yüzüne bakmayı red eder gibi başını göğsüne gömdü.

 

Sevgilisinin bu halleri adamın içini ısıtıyordu. O da kollarını ona sararak dudaklarını saçlarına bastırıp güzel kokusunu içine hapsetmek istercesine içine çekti. Soğuk bir gecede bembeyaz kar taneleri üstlerine dönerkülürken onlar birbirlerine olan aşkları ile ısınıyorlardu.

 

Ne kadar öyle kaldılar bilinmezdi.Zeynep yuva olarak mayıştığı kollarda bir ömür kalmak gibiydi...Afran ise hiç bırakmayıp sarmalamak isteyendi. Yağan karla şehir sessizleşmiş ortamı ikisine bırakmıştı. Afran onu biraz kendisinden uzaklaştırıp iki parmağıyla çenesini kaldırdı. Bakışları birlerin de kesiştiği de "biliyor musun aşk bir mevsimdir ve ömründe bir defa gelir. Sen bana gelerek yüreğimde papatyalar açtırdın. Lütfen ne olursa olsun yüreğimde ki papatyaları ayaklarınla ezip talan etme " dedi kendisini anlına kaderine mühürlemek ister gibi dudaklarını bastırdı.

 

Zeynep'in içine ılık bir şeyler akıp giderken ayakları yerden kesildi. Döndürürken yüzüne düşen karlar ve içmeden oluşan bir aşk sarhoşluğu, Afran onu kucağına almıştı.

 

Zeynep ellerini açıp gecenin bütün gürültüsünü içine hapsetmiş karları tutup "Zeynep Afran'ı çok seviyor " diye bağırdı.

 

Aldığı "Afran'da Zeynep'i çok seviyor " cevabıyla gülümsedi.

 

Sevmek ikisine çok yakışmıştı.

 

Ayakları yeri bastığında sevdiği adam gözlerine bakıyordu. Zeynep'i kollarına çektiğin de genç kızın sırtı adamın göğsündeydi. Başını omzuna koyup " hani kar taneleri gürültüyü engeller ve ses dalgalarının daha net olmasını sağlar ya"

 

Zeynep kafasını olumlu anlamda salladığın da "gel aşkımıza kar tanelerini şahit edelim" dedi.

 

Zeynep başta ne demek istediğini anlamasa daha sonra kafasını olumlu anlamda salladı. Afran onu sımsıkı sarmalayıp gözlerine baktığında ikisi aynı anda "seni seviyorum" diye bağırdı.

 

Kocaman şehir İstanbul ve kar taneleri aşklarına şahitlik ederken ikisi mutluydu. Kar taneleri aşklarını onaylar gibi şiddetlenirken Afran sevgilisinin elinden tutup "hadi üşüdün" dedi ve onu içeri çekiştirdi.

 

Zeynep "yanında üşümüyorum" dediğin de Afran "üşümene izin vermem " dedi.

 

Gece geç saatte abisi gelip onu aldığın da eve geldiklerinde saat 02:10'a geliyordu. Arabayı park edip indiklerinde apartmana doğru yürürken Zeynep abisinin kolunun altına girdi. Apartmana girmeden bahçeye giriş yapan araçla ikisi adımlarını durdurup gelenin kim olduğu anlamaya çalıştı çünkü araç tanıdıktı.

 

Gelen araba park ettiğin de içinden abisi Baran ve Kadir aşağı indi. Arabadan inenler kapı önünde onları bekleyenler ile kaşlarını çattılar. Baran elinde ki saatte baktıp azarlar gibi bir tonda "bu saatte nereden geliyorsunuz" dedi.

 

Kadir'de onun gibi cevabı bekleyen taraftı.

 

Çınar bıkkın bir nefes alıp "sana da merhaba abi " dedi ve apartman kapısını açarak önce Zeynep'in içeri girmesini bekledi. Arkasından o da içeri girdi.

 

Baran ve Kadir onları takip ederken alınmayan cevap yüzünden gergindi.

 

Baran daha fazla dayanamayıp "Çınar sana bir soru sordum değil mi? "

 

"Evet abi çok sağol bizde çok iyiyiz. Kaç gündür evde yoktun bu kadar merak etmen gözlerimi yaşarttı" dedi

ve arkasında olanları umursamadan aynı şekilde asansör kapısını açıp kız kardeşinin binmesini bekledi, kapanan kapıyla çıkacağı katı basıp Zeynep'in saçlarını öpüp sırtını arkasına yasladı.

 

Zeynep kafasını kaldırıp onunla gözgöze geldiğinde "Baran abim sinirlenerek" dedi. Abisi iyi biriydi lakin öfkesiyle yakıp yıkardı.

 

Çınar onun burnunu sıkıp "umurumda mı? " dediğin de Zeynep kafasını olumsuzca sallayıp "hayır" dedi ve sustu.

 

Asansör durduğun da ikisi arka arkaya içeri girdi.

 

Aradan geçen birkaç dakikadan sonra kapı zilinin üst üste çalınmasıyla Çınar bezmiş bir şekilde gidip kapıyı açtı ve "hoş geldin Kadir" deyip ikisinin içeri girmesini bekledi.

 

Kadir "hoş buldum" dediğin de "bak abi insan gibi sorulara insan gibi cevaplar veriyoruz" dedi.

 

Salona girdiklerin de Baran öfkeyle ona dönüp "ne diyorsun oğlum sen. Gecenin bir yarısı seni ve Zeynep'i eve girecekken gördüm ve nerden geldiğinizi sordum. Büyük abisi olarak bu en doğal hakkım" diye gürledi.

 

Daha sonra kız kardeşine dönüp "hadi bu manyak sen niye cevap vermiyorsun" diye kızgınça çıkıştı.

 

Sevdiğine dönem öfkeyle Kadir onu kolundan tutup "biraz abartmıyor musun sakin ol Baran "şimdiye kadar sessiz olsn Kadir anında savunmaya geçti.

 

Zeynep şaşkın olarak onları izlerken " sakin olamıyorum. Başı boş bırakılan kızın sonu ortada" dedi lakin ne dediğinin farkında değildi.

 

Zeynep onun neyi kast ettiğinin farkında dolu dolu gözlerle abisine bakarken Kadir öfkeyle "saçmalıyorsun" dedi.

 

Çınar abisinin kolunu tutup "gel Baran abi seninle özel olarak konuşmamız gereken konular var" dedi ve Zeynep'e dönüp "abiciğim sende bize papatya çayı demle" dedi.

 

Baran'ı balkona doğru çekiştirirken Zeynep kafasını sallayıp omuzları düşmüş bir şekilde mutfağa ilerledi. Balkondan gelen bağırtılar ile Kadir yüzünü sıvazlayıp mutfağa girdi.

 

Zira sevdiği kız üzülmüştü.

 

İçeri girdiği gibi masaya oturmuş ağlayan kızla neye uğradığını şaşırmış bir vaziyetteydi. Sandalyeyi çekip otururken "güzelim bak bana ağlıyor musun? "

 

Zeynep kafasını olumsuzca salladığın da Kadir onun başını tutup kaldırdı. Elini kaldırıp göz yaşını silmek istediğin Zeynep kendisini geri çekilip kendi eliyle göz yaşını sildi ve ayağa kalktı. Konuşacakları anda Selvi Hanım omuzlarına sardığı şalla içeri girdi.

 

Orta yaştaki kadın kızına baktığı anda kızarmış gözleriyle kaşları çatıldı. Adımları onu bulduğunda çenesini tutup "Zeynep'im ne oldu ağladın mı? "

 

Zeynep ne diyecekti biraz önce abisinin yaptığı ithamı nasıl anlayacaktı. Burnunu çekip "yok anne dışarda kar yağıyor. Gelirken üşüdüm" dedi ve bakışlarıyla ocağı gösterip "anne yorgunum uykum geliyor. Çınar abim papatya çayı istedi sen yapar mısın? "

 

Selvi Hanım kızının yalan söylediğini anladı lakin sesini çıkarmadı şevkatli dokunuşlarla yüzünü okşayıp "sen git uyu kızım geç oldu" dediğin da Zeynep onun yüzünde olan elini tutup, avuç içini öpüp "iyi geceler" dedi ve mutfaktan çıktı.

 

Arkasından fısıltı halinde Kadir'in "ey Zeynep sen yar miydin yoksa yaradana edilen en güzel dua mıydın? Bilmiyorum ama yüzün hep gülsün" diyen Kadir'in sözleri...

 

Zeynep kendi odasına girerken aşağıda iki abisi tartışıyordu.

 

Çınar, Baran abisine bakıp "biraz önce yaptığın ına için Zeynep'ten özür dileyeceksin bunu da Kadir'in yanında yapacaksın" diye söze girdi.

 

Baran öfkeyle ona bakıp "sen onu tek başına bu saatte bir yerlere gönderiyorsan ben de konuşurum" diye çıkıştı.

 

Çınar burun kemerini sıkıp "Zeynep, Rojbin değil. Onun yaptığıyla Zeynep'i kısıtlayamazsın"

 

"Rojawan vakti zamanın da yapsaydı bugün bu halde olmazdı"

 

"Sizin saçma töreleriniz olmasa bugün kimse böyle seçimlere zorlanmazdı"

 

Baran kaşlarını çattığında Çınar yüzünü buruşturarak "seni gören eğitimli kültürlü biri sanır lakin sen kabuğundan bir türlü çıkamayan geriçi bir adamsın. Zihniyetinle kardeşimi kısıtlamana izin vermeyeceğim" dedi.

 

Baran duyduklarıyla kıpkırmızı oldu ve hırıltılı bir nefes alıp "kız kardeşim gece yaralarına kadar dışarı da ve ben buna tepki gösterdiğim için mi geriçiyim"

 

"Evet sen ve senin gibi olan herkes geriçi. Zeynep bir birey kendi hakları olan hak ve hüviyetini bilen biri. Reşit! Kendi kararlarını verme hakkına sahip. İsterse fikrini söyler sende düşünceni belirtirsin. Bu kadar! Bundan fazlasına hakkın yok. Sen onun yaşındayken neler yapıyordun" dedi.

 

Çınar tahammülleri aşıldığında sınırları zorlayan. Doğrularını kabul ettiren biriydi.

 

Baran "ben " dediğin de, Çınar "sen erkeksin yapabilirsin ama Zeynep kız diye yapamaz değil mi? "

 

Sözün bittiği yerdi. Baran biraz önce ben geriçi değilim derken Çınar'ın söyledikleri bir tokat gibi yüzüne vurulmuştu.

 

Çınar abisine bakıp "karşında ki insan kardeşin ailen de olsa uslüp çok önemlidir. Önce merhaba, sonra hal hatır sonra da bu saatte nerden geliyorsunuz denilir. Bu da hesap sorar gibi değil de merak veya telailanmış gibi olur" diye meramını izah etti.

 

Baran yüzünü sıvazlayıp "abartma Çınar sen beni iyice görgüsüz yaptın"

 

"Abim olmasaydın başka hitaplar kullanırdım ama neyse" dedi ve balkon kapısını açtı. Kapıda durup kısa bir süre söyleyeceklerini ölçer gibi durup "kız kardeşini çok düşünüyorsan olmadık saatler de bekar bir erkeği evine getirme" dedi ve çıktı.

 

Baran arkadan "ulan o bizim kardeşimiz" dese de umursamadı. Kadir'in Zeynep'e olan hislerinin farkındaydı ve bu gece Zeynep ve Afran'ı gördükten sonra önemli kardeşinin duygularıydı... Olurda Kadir ve Zeynep'in isimlerinin yanyana anılması durumun da bunu en çok isteyen taraflardan biri abisi Baran olacağının bilinçinde tepki göstermişti.

*

*

*

Çınar aradan geçen kısa bir zamanla elinde tuttuğu kupa bardağıyla Zeynep'in odasına girdi. Kupa bardağını komidine bırakıp bakışlarını yatakta uyuyan Zeynep'te gezdirdi ve elini daçlarında gezdirerek "uyumadığını biliyorum. Konuşmak istemediğini de papatya çayı bıraktım. Yarın konuşuruz" dedi ve saçlarını öpüp dışarı çıktı.

 

Bazı insanlar hayatta nimet gibiydi. Abi kardeş en yakın sırdaş.

 

Çınar gibi.

 

************************************

 

Nasılsın Elfida

 

Öylesine

 

Ya iyisindir ya da kötüsündür. Öylesine bir tabir mi olur Elfida

 

Hayatımda ki kötüler için kendimi feda edecek kadar öylesineyim. Onlar yaşasın diye verdiğim çaba bizi yok ediyor.Biliyor musun herkese Zeynep, sana Elfida olmuş gibi yıkık dökük, yani öylesine; Anlata bildim mi?

 

Anladım Elfida... Ben seni hep anladım.

 

Biz anladık da kimse bizi anlamadı Afran.

 

 

Seni İsa'nın bana verdiği duygularla sevmem yanlışmış Elfida

 

Öldüreceklermişler beni

 

Ölünce de ayrı cennetlere gidecekmişiz.

 

İki tanrı bize düşmanmış cehhennem azabında ruhlarımız yok olacakmış.

 

Sanki sensiz cenneti istermişim gibi

 

Sanki sensiz cehhennem azabı çekmişyormuşum gibi

 

Dünya da bunca kötülük varken iki tanrıyı biz kızdırmışız Elfida, ruhlarımız yok olacakmış... Saçmalık! Sanki sensiz yaşıyorm

uşum gibi...

 

Sensizliği nerden bilsinler değil mi Elfida?

 

Onu bunu boşver Afran hani bana dünyanın en güzel şiirini yazacaktın

 

Aynaya bak sevgili sen zaten dünyanın en güzel şiirisin.

 

 

Loading...
0%