@jutenya
|
Ben geldim.
Yazarken kalbimin ağrıdığı bolumlere geldim ve gerçekten yazarken etkisinden kurtulamıyorum.
Neyse bu yazmama bahane olamaz ama bu kadar etkisinde kalacağımı bilseydim yazmazdım.
Kitappad Jutenya_ hesabımı takibe almayı unutmayın. 25k'ya yakın Wattpad ailemi burada görmeyi çok istiyorum.
Hedef 25k
İnstagram hesabım jutenya82
Twitter hesabım jutenya82
Takip etmeyi lütfen unutmayın. ************************************
"Biliyor musun Elfida en uzun gece 21 Aralık'mış. "
"Öylemimiş Afran? "
"Evet Elfida öylemiş! "
"Senden sonra hiç güneş doğmamış ve ben hep gece de kalmışım gibi... Bence en uzun gece sen'siz olduğum gece Afran"
"Ben de o uzun gece ruhumu teslim ettim Elfida "
-Ondan sonra da hiç gündüz olmadı.
"En uzun gece 21 Aralık'mıymış Afran"
"Onlar için 21 Aralık'mış Elfida"
"Elfida sana ömrümden versem aldığın her nefes için minnet eylesem. Biraz sen biraz ben nefes alsak olur" mu?
"Senden uzak olan havadan nefes almak istemiyorum Afran. "
"Zaten almadın Elfida. "
************************************ ************************************
Hasret altı harften oluşan kör olacası kelime... Hayatında ki boşluk ciğerlerini doluramayan nefes! Kimisinin uzakta olana kimisinin gözünün önünde olana hissettiği duygu.
Bazen roller değişir. Fakat duygu aynıdır.
Mevsim'in dışarı çıkıp "abi " demesi onun arkasından çıkan bir Zeynep!
Korkulu gözlerle ona bakıyordu.
Kendisine ilk defa böyle bakıyordu lakin ilk olmayacaktı... Kadir arkasını dönüp gitmek istediğin de Zeynep onu kolundan tutup "dur Kadir abi konuşmamız gerek" dedi.
Kim neyi konuşacaktı.
Genç adamın kalbi sıkıştı.
Ne yani şimdi de sevdiğinin ağzından sevdiği adamımı dinleyecekti. Bu kadarını hangi yürek kaldırırdı.
Kolunu çekip ona dönmeden "daha dün gece bunun için abinle kavga ettin" dedi. Bu bir hatırlatma değil olan gerçeği dile getirmekti.
Zeynep elini çekti lakin eli öylece havada kaldı.
İnsanı en çok önce en sevdikleri sonra en güvendikleri kırardı. Zeynep bunu genç yaşında onlara en ihtiyaç duyduğu anda öğrendi.
İkisinin gözünde hayal kırıklığı vardı.
Biri daha duygularını itiraf edemeden onun bir başkasına sevdalanmasınaydı!
Genç kız çenesini dikleştirip kendinden ödün vermeyen bir duruşla "ben ne yanlış bir şey yapmıyorum. Sevdiğim biri var ve üniversiteden sonra onunla evlenmeyi düşünüyorum" dedi. Ses tonu kendinden emin ve taviz vermeyen bir tınıdaydı. Sanki öyle karşımda durmayın duranı ezer geçerim der gibiydi.
Dedi lakin genç adam duyduğu anda sağır olmak istedi. Sus zalımım kızı ben de seni seviyorum diye bağırmak istiyordu. Diline gelen her kelimeye gem vurdu.
Lal olmalıydı.
Konuşsa karşısındakine haksızlık olurdu. Sussa kendisine... Genç adam ne diyeceğini bilmez bir şekilde ayakta sevdiğim dediği kızla gözgözeydi.
Susmak lal olmak... Aşk-a lal! Susmak elbet kalbine cezaydı lakin en doğru olandı.
Kuruyan dudaklarını ıslatıp "kim tanıyor muyuz? " dedi. Kimdi! Tanıyormuydu bu mechulu,on da olmayan ne vardı da Zeynep'in gönlünü kazanmıştı. Gidip ağzını burnunu kırmamak için kendisini zor tuttu. Dili kim derken eli yumruk olmuştu.
Zeynep kafasını olumlu anlamada sallayıp "Afran" dedi ve gözlerini yumup "bir iki defa karşılaştınız"diye devam etti.
Kadir'in zihnin de yankılanan 'Afran 'ismi... Afran hoca!
Burnundan solar bir şekil de nefes alıp gözlerini kısarak "Afran Hocan" diye duyduğunu tastik etmek ister gibi meramını dile getirdi.
Genç kız kafasını olumsuzca sallayıp yanlış bir anlaşılmaya mahal vermemek için "o benim öğretmenim değil" diye yanlış anlaşılmayı düzeltti.
Kadir anlamayan bakışlarla "bize yalan söyledin" diye anlamaya çalışır bir vaziyette sorusunu dile getirdi.
Zeynep mahcup bir edayla "mecbur kaldım diyelim"
"Mecbur kaldın"
Genç kız adamın gözlerine bakarak "mecbur kaldım Kadir abi çünkü bizimkileri biliyorsun. Tepkilerini tahmin ettiğini düşünüyorum" dedi. Sesi tedirginliğini gösterecek şekilde titriyordu. Mahcup edanın yanında endişe eklenmişti.
Genç adamın kalbi sızlıyordu. Sevdiği kızın arkasında duran kız kardeşiyle göz göze geldiğinde Mevsim kafasını olumsuzca salladı. Abisi için üzülüyordu. Lakin kimi seveceğini seçmek insanın elinde değildi. Olsaydı acaba o, Zeynep'i sever miydi?
Kadir sesli bir nefes alıp "sizinkileri bildiğim için bunu nasıl yaptığını anlayamıyorum" diye aklındankinden olandan çok farklı bir şeyi dile getirdi.
Öğrenseler elbet tepki göstereceklerdi.
Genç kız kaşlarını çatıp burnundan kıl aldırmayan bir tınıyla "yanlış bir şey yaptığım yok! Ben Afran'ı , Afran'da beni seviyor. O iyi biri, sınav arefesinde sorun yaşamak istemediğim için bizimkilere söylemedim. O çok istedi lakin ben engelledim ama gerekirse Afran'la onları tanıştırırım" dedi. Ses tonu ben dediğim dedik biraz da sinirli gibiydi.
Lakin söylenen her söz kalbe zarardı. Genç adam kalbine ok saplanmış gibi bir acı içinde zor nefes alıyordu. Ayakta duracak takati kendisinde zor bulurken genç kızın söyledikleri yarasına tuz basar gibiydi.
"Ben Kemal ve Baran'ın olumlu bakacağını hiç sanmıyorum. Beni dinlersen bu ilişkiye son ver. Daha çok gençsin böyle bir durum için ailenle karşı karşıya kalma " dedi. Normal bir zaman olsa kızın dilinden dökülenleri oturup saatlerde dinleyebilirdi. Lakin oldukları vaziyette o sussun ve kendiside kaçsın istiyordu.
"İyiliğimi düşündüğünü biliyorum Kadir abi. Ama korkma en kısa zamanda Afran'ı ailemle tanıştıracağım. Hatta sende istersen önce seninle tanıştırabilirim" dedi.
Mevsim titreyen gözlerle ikisini izlerken yeter abime de yazık dememek için kendisini zor tutuyordu.
Kadir yutkunarak kafasını olumsuzca salladı. Zira sevdiği kızın sevgilisiyle tanışmak için kafayı yemesi gerekiyordu. Başını hayır der gibi sallayıp "abilerin benim arkadaşlarım daha doğrusu kardeşlerim onların arkasından iş çevirmek bana yakışmaz. Sana bir abi tavsiyesi ailenin hoşlanmayacağı bir şeyi yapma" dedi ve kısa bir süre kız kardeşiyle gözgöze gelip arkasını döndü. Attığı her adım sevdasından gider gibiydi.
Zeynep giden Kadir'in arkasından bakıp arkasını döndü. Arkadaşı Mevsim'le göz göze geldiğinde omuzlarını indirip " çok kızmadı değil mi? " dedi.
Mevsim gidip abisine sarılıp 'lütfen onu unut ' diye bağırmak istiyordu lakin oldukları ortamda yapılacak en son şey bile değildi. Kafasını olumsuzca sallayıp mutfağa geri döndü. Aklı abisinde olduğu için arkadaşını teselli etmeyi akıl bile edemedi.
Hilal damat kahvesini hazırlarken çalışanlar kızlarla beraber diğerleri için kahve hazırladılar. Genç kız kahveye bal katıp yanına suyu hazırladı. Dolapta özel olarak getirdiği şekeri lokumlar koyup tepsiyi eline aldı.
Şimdi hazırdı.
Kendinden emin bir şekil de giydiği topuklu ayakkabılarının çıkardığı tok sesle adımladı. Belki yaşı küçüktü lakin başı dik burnunun üzerine giden bir yapıya sahipti. Normal de berdele karşı çıkar ne eder yapar engellerdi lakin Rojawan'ı delirtmek ona cazip geldiği için susuyordu.
İçeri girdiğinde çoğu göz ona dönsede umursamadı. Çenesini kaldırıp koca adayına doğru ilerledi. Ben çoluk çocukla evlenmem yok kızın boyu benim bacağım kadar söylemlerini duyduktan sonra ona daha bilenlemişti. Gülümseyerek kahve tepsisini önüne indirip yanına oturdu.
Rojawan bir yer elması dediği kıza bir de kahveye baktı. Ondan iyi bir şey beklemediği için yutkundu. Bakışları ailesini bulduğunda annesinin gözleriyle kahve işaretlemesine kaşlarını çattı. Kaçışı olmadığının bilincinde omuz sirkeledi.
Bu ben kahveyi içmeyeceğim anlamına geliyordu. Annesinin sinirli bakışlarla ona baktıktan sonra babasının kulağına bir şeyler söylemesi pek hoşuna gitti. Madem onlar onu uğraştırıyordu, o da onları uğraştırırdı.
Babası Cesur ağa ve dedesinin sert bakışlarıyla önüne döndü. Kahveyi içmeyecekti onları buna mecbur bırakanların rahat olmasını istemiyor, yapılanı prostesto ediyordu. Bunu en çokta yanında oturan genç kız için yapıyordu. Çünkü ona göre en çok onun hayatı elinden alınmış olacaktı.
Birisinin yanına oturmasıyla düşüncelerden sıyrılarak kafasını kaldırıp babasıyla gözgöze geldi. Babasının niçin yanına oturduğunu tahmin etmek zor değildi. Kafasını olumsuzca sallayıp başını çevirdiğin de Hilal'le göz göze geldi. Genç kızın masum haliyle dudakları kenara kıvrıldı. Üstünde ki elbise yaptığı makyajla olgun bir genç kız gibi görünsede, Rojawan geçen gün gördüğü cazgır kızı aklından silemiyordu. Kendisine terörist muamelemesi yaptığını ve donuna kadar ıslattığı gerçeğini unutamıyordu lakin yine de onu bu kadar insanın içinde mahcup bırakmaya gönlü el vermiyordu. Kahveyi içmezse bu seni istemiyorum demek olacaktı. Ona kıyamadı ve yanında oturan babasına dönmeden Hilal'e bakarak kahve fincanına uzanıp dudaklarına götürdü.
Gözlerini yumup kahveyi yudumlarken beklediği acı ve tuzlu tadı alamayınca dudakları kenara kıvrıldı. Gözlerini açıp Hilal'e göz göze geldiğinde gülümsedi ve tek yudumda kahvesini içti.
Tuz değil bal koyulmuştu ve bu Rojawan'ın mutlu olmasına sebepti.
Lakin bazı mutluluklar çok kısa sürerdi. Tıpkı Rojawan gibi çünkü uzandığı suyu dudaklarına götürdüğü anda ağzında ki tuzlu suyu yuttuğunda midesi bulandı. Eli kahvenin yanındaki çikolataya gittiğinde somurtarak çikolatayı ağzına attı. Başta aldığı çikolata tadını yerini acıya bıraktığında yapılanı sindirmeye çalıştı. Lakin ağzında ki acı tat yayıldıkça kızarması herkes tarafından fark ediliyordu.
Ağzında ki acı tatdan dolayı elini kaldırıp yüzünü yelledi. Sinirle kaşlarını çatıp Hilal'e döndüğünde genç kız tek kaşını kaldırmış kendinden emin bir şekilde keyifle ona baktığını fark etti. Diğer elini de kaldırıp iki eliyle yüzüne hava yaptı. Ağzında ki yanma artıkça bir eliyle gömleğinin düğmesini açtı. Dilinde ki yanma boğazına geçmişti. Elini yumruk yapıp dudaklarına götürdü ve öksürmeye başladığında Kadir önündeki bardağı aldı ve yerinden kalkıp Rojawan'a uzattı. Rojawan minnetle ona bakıp suya uzandığın da Hilal bardağı alıp Rojawan'ın gözlerine bakarak tek dikişte içti.
Genç adam boğazında ki yanmayla ona şaşkınca bakarken Hilal bunu umursamayarak boş bardağı Kadir'e uzattıp ciddi bir tavırla "hiç kusura bakma abi benden önce dost olsanızda benden sonra aramıza girmemeyi öğrenmeniz gerekiyor" dedi ve Rojawan'ı döndü. Gülümseyerek "değil mi? " dedi.
Kadir arkasını dönüp arkadaşlarının yanına oturduğunda kısa bir fısıldaşmadan sonra hepsi kahkaha attı.
Rojawan ağzında ki yanmayla beraber genç kıza kafa salladığın da yanında oturan Cesur ağa gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Babacan bir edayla oğlunun omzuna vurup "biz değil ama gelin kızım seni adam eder " dedi ve yanından kalktı.
Zorlu bey kızını ve damadını dikkatle izliyor verdiği karar vicdanını sızlatıyordu.
Harran dostuna bakıp sırıtarak "ağa oğlumuzu " kısa bir süre düşünüp "kaçakcı kardeşimizi " dedi. Sis onu dürtürleken ona dönüp kısık bir sesle "oğlum büğrümü deştdin adamın işi kaçakçılık ne dememi bekliyorsunuz" diye isyan etti. Sis durup bakışlarını Rojawan'a çevirip "haklısın bu pezevenk yedi yaşıda kaçakçılığa başladı ama şimdi ayan beyan bunu dile getirmek olmaz" diye ona cevapladı. Odadaki bakışlar ikisine dönse de , ikisi de aralarında Rojawan'ın mesleğini nasıl dile getireceğini düşünüyordu.
Rojawan duruşunu dikleştirip gerim gerim geriler bir vaziyette gururlu bir edayla "dış ticaret " dedi ve ayak ayak üstüne attı
Sis Harran'ın kulağına eğilip "kırk yıllık kaçakçı oldu sana dış ticaret" dedi. Azad ikisine dönüp "kesin sesinizi erkek adama dedikodu yapmak yakışmaz. Dış ticaret iç ticaret adam halka hizmet ediyor" dedi ve ikisini susturdu.
Azad kafasını olumsuzca sallayıp Zorlu beye döndüğün de bariton ve güven veren bir tınıyla "arkadaşların zevzekliğine bakmayın kardeşimiz kendi halinde işin de gücün de bir iş adamı biz kefiliz kızınızı gözünüz kapalı ona verebilirsiniz" dedi.
Zorlu bey gözlerini minnet eden bir edayla yumup onu onayladığın da Rojawan mırıldayarak "ulan ben bile kendime kefil değilim sanki benden kurtulmak için yaptığınızı bilmiyorum" diye onları onaylamadığını belirtti.
Ortamda ki fısıldamalar bittiğin de yüzüklerin takılması için ayağa kalktıklar. Hilal Rojawan'ın uzun yapılı cüssesine karşı giydiği topuklu ayakkabılara rağmen küçük kalıyordu.
İkisi yanyana dururken Zeynep elindeki tepsiyle içeri girdi. Onun içeri girişiyle çoğu göz ona döndü. Giydiği yeşil elbise gözlerinin rengini daha bir ortaya çıkarmış. Uzun dalgalı elbisesi boyu güzelliği göz dolduruyordu. Mardin'e her gelişinde güzelliği aylarca arkasından konuşuluyordu.
Kadir bunun bilincindeydi. Bir de bu durumdan haberdar olan Zahter hanım vardı ki torunuyla gurur duyuyordu. Malum annesini gelin almak için az mücadele vermemişti ve torunu güzelliği çok can yakacak gibiydi. Diğer tarafta onun için endişe duyan başka biri vardı. Hewlin hanım Zahter hanımın tam tersi üzgün gözlerle torununa bakıyordu. Annelerinin kaderi kızlarının çeyiz sandığı derlerdi ya Hewlin hanım aynı kızının kaderinin torunun yaşamasından endişe duyuyordu.
Genç kız etrafında ki bakışlardan habersiz gülümseyerek nişanlanacak çiftin yanında durdu. İçinden aynı şeyi Afran'larda yaşamak için dua ederken başına geleceklerden habersiz bir tasa vardı.
Kul diler lakin kaderin yazdığı olur.
Cesur ağa ve Zorlu ağa çocuklarına doğru ilerlerken ikisi de mutluyduydu. En azından güvendikleri insanlarla akrabalık bağları olacaktı.
Kadir gözlerini sevdiği kıza her çevirişinde kendisine 'o bir başkasını seviyor' hatırlatması yaparak kalbinin sıkışmasına sebep oluyordu.
Sis ve Harran eğlenir bir şekil de arkadaşlarına bakıp "ne oldum değil ne olacağım demeli insan. Bu ibne bize üstüme gül kokluyorsunuz deyip isyan ediyordu Şimdi hepimizden önce evleniyor " dedi.
Zorlu ve Cesur ağa çift için mutluluk dileklelerini dileyip yüzükleri taktılar. Kurdeleyi babalarının kesilmesini isteyen Rojawan keyifli bir şekilde elini kaldırdı. Biraz önce surat asan adam gitmiş aksine halinden memnun biri gelmişti.
Zeynep tepsiyi uzattığında Cesur ağa makası eline aldı ve kurdeleye uzandı. Genç adam keyifli bir tınıyla "baba makas kesmiyor" dedi.
Orta yaşlı adam kaşlarını çatıp "bunu kız tarafının söyleyip senin bahşiş vermen gerekiyor" dedi.
Rojawan keyifli bir tınıyla "öyle ama ben cimriyim. Hem kaçan kız senin bu işi başıma siz açtınız, bütün masrafı senin karşılaman gerekiyor" dedi ve elini kaldırıp bakışlarıyla parmağında olan yüzüğe bağlı kurdeleyi gösterdi.
Cesur ağa sinirli bir şekilde "tövbe estağfurullah" deyip cebinden bir deste para çıkarttı tepsiye bıraktı.
Hilal'in şaşkın bakışları arasında Rojawan keyifli bir tınıyla "baba elini korkak alıştırma evlenen ilk oğlun ve evine giren ilk gelin. Daha cömert olman gerekir" dedi.
Cesur ağa bir deste daha parayı çıkartırken Rojawan keyifliydi ve yüzüne yansıyan bu mutlulukla büyükbabasına dönüp " bapir sıra sen de o mübarek eller cebe " dedi.
Tepsiye bırakalan her deste Rojawan'ın yüzünde ki tebessümün daha da büyümesine sebepti. Büyük babasından sonra dostlarına bakıp "makas kesmiyor" dediğin de Kadir, Hazar, Azad sessizce ceplerinden çıkardıkları paraları tepsiye bıraktılar. Sis ve Harran ise dudaklarında piç bir sırıtışla "senden kurtuluyoruz ya iste dünyayı önüne serelim " deyip ikişer desteyi yüzük tepsisine attılar.
Zeynep ve salondakiler şaşkındı.
Cesur ağa yüzükleri kesmek için tekrar hareket ettiğinde Hewlin hanım yerinden kalkıp "normalde kurban vaad ettim ama şimdilik bu olsun " dedi ve o da bir miktar parayı tepsiye bıraktı. Bu hareket genç adamın yüzünü somurtmasına sebep olurken, onun bu haliyle herkes keyifliydi.
Cesur ağa oğlu bir bahane bulup vazgeçmeden yüzükleri kesmenin derdindeydi. Kurdeleyi tuttuğun da genç adam babasına bakıp elini cebine attı ve çıkardığı makası ona uzatarak "bununla kes baba parayı Zeynep'e kaptırmak istemiyorum" dedi.
Adamın ciddi tavrı Hilal'i çileden çıkaran cinstendi. Öfkeyle onun elindeki makası alıp "kimse zahmet etmesin ben keserim kurdeleyi " dedi ve ikisinin yüzüklerini birbirine bağlayan kurdeleyi kesti ve herkesin şaşkın bakışları arasında elinde ki makası öfkeyle Rojawan'ın eline verdi.
Genç kız kısa boyuyla ateş parçası gibi etrafını yakan cinstendi. Öfkesi elbette onu bu seçime bırakanlaraydı lakin yanında ki yalı kazığı da öfkesini harladıkça harlıyordu.
İkisi bu haldeyken Fulya hanım yerinden kalkıp getirdiği kutularla çifte doğru ilerledi. Kocası Cesur ağanın yanında durduğunda kutuları ona uzatıp içindeki takıları tek tek takmaya başladı. Rojawan'ın gözleri hayretler içinde bakarken Hilal durumu umursamayordu.
Normal de nişan da abartılı takı takılmazdı lakin Fulya ve Cesur bey ailenin ilk gelinini mutlu etmek istiyorlardı. Herkes onlara bakerken Fulya hanım gelini baştan aşağı altınla donattı. Takılanların bitmesiyle genç kız Cesur ve Fulya hanımın daha sonra aile büyüklerinin elini öptü.
Abisine öfkeli olduğu için hiçbir şekil de gelmesini istememişti.
Kısa bir süre sonra ailede yabancı olanların dağılmasıyla Sancaktar ve Kendal ailesinin yakın dostları ve kendileri kaldı.
Sis eğlenir bir şekilde Rojawan'ın yakasında olan mendili çekip ayağa kalktı. Harran onun ne yaptığını anladığın da telefonundan eğlenceli bir parça açıp elleriyle alkış tutarak omuzlarınnı hareket ettirerek ona doğru ilerledi.
Rojawa'nın ateş saçan bakışları arasında eğlenir bir şekilde "kusura bakma aht ettim " deyip o da omuzlarını hareket ettirdi.
İki dost karşılıklı oynarken Hazar Sis'in elinde ki mendili alıp "Rojawan'dan kurtuluyoruz " dedi ve Sis'in koluna girdi. Harran ve diğerleri de aralarına katıldığında Cesur bey oğluna bakarak halayın başına geçti. İkiz kardeşleri Roni ve Rohat aralarına katıldıkların da tamamlanmış gibilerdi.
Kendal konağında telefondan açılan müzikle hepsi halay çekiyordu.
Hilal ve Rojawan pek memnun olmasalarda diğerleri mutluydu.
Rojawan çatık kaşlarıyla Hilal'e dönüp "bilerek yapıyorlar" dedi lakin sesi isyan doluydu.
Hilal yüzünü buruşturup yarı alayvari bir tınıyla "onlara bunu yaptıracak ne yaptın" dedi.
Genç adam taze nişanlısına onaylamaz bakışları ve alıngan bir sıfatla bakıp "hiçbir şey yapmadım. Onların hepsi nankör" diye isyan etti.
Halay çekenlere dönüp sağ elini kaldırarak "hakkım haram olsun" diye hepsini protesto eder bir tavır takındı.
Genç kız heee heee der gibi kaşını kaldırıp umursamaz bir edayla "burada somurtarak onları mı izleyeceğiz" diye merak ettiğini dile getirdi.
"Ne yapacağız"
"Onların keyiften dört köşe halleriyle ilgilenmiyorum"
"Benim de ilgimi çekmiyorlar"
Hilal'e dönüp kararsız bir tınıyla "ne yapalım"dedi.
Hilal elbisesinin eteklerini toplayıp omzunu hareket ettirerek " biz ilgilerini çekmiyoruz. Hadi mutfağa gidelim " dedi ve yönünü kapıya yönlendirdi. Diğerleri halay çekip eğlenirken ikisi sessizce aralarından sıyrılıp odadan çıktılar.
Hilal önden ilerleyip mutfağa girdiğinde Rojawan'da onu takip ediyordu. İkisi mutfağa girdiğinde de mutfakta ki çalışanlar şaşkındı. Genç kız kimseyi takmadan umursamaz bir tavırla "ben çay içeceğim sende ister misin? " dedi.
Rojawan'ın kafasını olumlu anlamda sallamasıyla genç kız önüne dönüp ikisi için çay doldurdu ve tepsiye koydu. Kısa bir süre duraksayıp "hazırlıklarla o kadar uğraştım ki yemek yiyecek fırsat bulamadım. Ben atıştırmalık bir şeyler hazırlayacağım sende ister misin? " dedi ve ikinci sorusunu dile getirip göz ucuyla Rojawan'a baktı.
Genç adam günün yorgunluğuyla "aynı durumdayız " dedi ve onun yanında durup "yiyecek ne var" diye sorusunu ona yöneltti.
Hilal ona bakmadan "istersen akşam yemeğini ısıtırım istersen de kahvaltılık bir şeyler hazırlaya bilirim" dedi.
Mutfak çalışanları ikisine şaşkınca bakarken onlar sanki yıllardır birbirini tanıyan ikiliymiş gibi doğal bir şekilde davranıyor yiyecek bir şeyler bakınıyorlardı. Üstünde bir kiloya yakın altın varken rahat bir şekilde hareket edemeyip zorlanıyordu.
Genç adam kolunu uzatıp buzdolabını açtı ve içine bakınarak "çok uğraşma ben yemek seçen biri değilim sen ne yemek istersin bana da uyar" dedi.
Hilal biraz önce nişanlandığı adama dönüp "o zaman kahvaltılık bir şeyler hazırlıyorum" dedi ve hergün yaptığı gibi kahvaltı işine girişti. Babası ve küçük kardeşi onun elinden yemek yemeyi severlerdi. O da bu yüzden mutfakta vakit geçirmeyi çok severdi.
Pratik olması Rojawan'nın gözünden kaçmaz iken Hilal onun gözetiminde hızlı hareket edip hazır ettiği tabakları tepsiye dizmeye başladı. Rojawan onun doldurğu çay bardağını alıp dudaklarına götürürken bakışları Hilal'deydi.
Genç kız bunun farkında tepsiyi hazırladı. Tekrardan iki çay doldurup tepsiye koydu ve tepsiyi almak istediğin de Rojawan ondan hızlı davranıp tepsiyi aldı. Bu hareketi genç kız tarafından takdirini kazanmıştı.
Hilal kaçamayacağı gerçeklerle anında yüzleşen bir karektere sahipti. Hayatı laylaylom yaşamayı sevse de gerçekçiydi. Tıpkı törelerden kaçamayacağını bildiği gibi. Abisinin ölümüne göz yumamazdı. Kafasında ki düşünceleri bir kenara itip eliyle kapıyı gösterip "terasa çıkalım " dedi ve mutfak çalışanlarının bakışları arasında ilerleyip o önde Rojawan elinde tepsi arkasından mutfaktan çıktılar. Koridora girdiklerin de içeri de gelen müzik ve seslerden dolayı ailelerinin eğlenmeye devam ettiklerini anlamaları zor olmadı.
İkisi göz göze geldiğin de kafalarını olumsuzca salladılar ve sessizce koridordan çıkıp ikinci katın terasına girdiler. Hilal önde ilerleyip küçük bir sehpayı çekti Rojawan elinde ki tepsiyi sehpanın üzerine koydu. Yanyana oturdukların da Hilal ev sahibi sıfatıyla tepside ki ekmeği ona uzattı ve ikisi sanki önceden tanışan iki arkadaş gibi yemeğe başladılar.
Aslında ikisi de hayatın onlara getirecekleri için tedirgindi lakin şimdilik bunu dile getirmek istemiyorlardı. Aralarında anlaşmalı bir suskunluk var gibi yemeklerini yediler. Hilal çayı eline aldığın da Rojawan şekeri ona uzattı ve sesli bir nefes alıp "neden kabul ettin" dedi. Sesinde bir merak bir duygu barındırmayan bir ton vardı lakin elbet sorduğu soruya cevapta bekliyordu.
Hilal kısa bir iç çekip "sen niye hayır diyemedin ise o yüzden" diye beklentisiz cevapladı. Zira cevap açık ve netti. Lakin verdiği cevap ikisinin de canını yakıyordu.
Gerçek Rojawan'ın yüzüne vurulan bir tokat gibiydi. Genç adam yanında duran kızı kısa bir süre süzüp "çok küçüksün, ben ise çok büyüğüm. Bu yanlış ve biz yanlışa dur diyeceğimize sessiz kalıyoruz. Belki farklı bir yol bulunabilinir" dedi. Dedi fakat söylediklerin de mantık arıyordu.
Küçük kızlar büyük adamları kadın oluyordu. Oldukları coğrafyanın gerçekliği mi artık kötü yazgısı mıydı? Birileri dur diyeceğine... Onlar da kader deyip susuyordu.
Hilal dudaklarını büzüp kısa bir süre düşündü. Boş bakışlarla Mardin'i izledi. Oysa bu şehri olduğu yerde izlemeyi çok severdi. Şimdi bir anlam ifade etmiyordu.
"Başka bir yol bulunabilir ise kız çocukları sizin saçma törelerinize niye kurban gidiyor" dedi. Konuşurken sizin saçma töreleriniz demişti. Yani erkeklerin.
Rojawan cevap veremediğin de Hilal sesli bir şekilde iç çekip "Kadın bu topraklar da nedir biliyor musun? " diye sual beklemediği sorusunu acı bir tın'ı barından sesiyle dile getirdi.
Rojawan'ın sessizliği gece boyunda devam edecek gibiydi. Çünkü biraz önce küçüksün dediği genç kız fazla olgun konuşuyordu. Bakışlarını Rojawan'a çevirip "Kadın Mezopotamya'dır derler. Paylaşılmayan vaad edilen kara topraklar. Kadın gibi... Toprak anadır... İnsan en çok toprağa gömülür. Kadın en çok sevdikleri tarafından öldürülür,en çok sevdikleri tarafından gömülür. Yaşında gençmiş yaşlı mı bakılmaz... toprak anadır ya kara toprağa gömülür. Sevdiklerini doğurup sonra onlar tarafından öldürülenler. Bazen gömülürken sadece bir isme layık görülürler.
Falança kadın ölmüştür derler.
Doğmaması gereken bir coğrafyada bahtsız bedevi dir kadın! Kutup ayısına değil hayatını cehenneme çeviren erkeğe denk gelmiştir.
Suçu cennet'e yemediği elmadır. Diyeti ise sürgün edildiği dünya da kadın veya kız olarak hor görülmektir" dedi ve Rojawan'a dönüp " ben küçük değil reşitim fakat hayatımı cehhenneme veya cennet'e çevirmek senin elin de! İkimiz de kaçışımızın olmadığını biliyoruz. Ben bu süreçte yıllar sonra arkaya dönüp baktığım da kötü anı bırakmak istemiyorum. Sen de pişman olacağın şeyler yapma, eğer kalbin de biri varsa bu evliliği bunun için istemiyorsan dürüst ol. Aile büyükleri bunun için bir çözüm bulurlar. Yoksa da akışına bırak zira kaderden kaçınılmıyor! " dedi. Ses tonu biraz isyankar biraz da sitem doluydu. Lakin kendinden emin ve olgundu.
Rojawan yüzünü sıvazlayıp düşünmeye başladı. Ailesi zaten evlen diye baskı yapıyordu. Fakat yanında ki genç kız ona göre çok küçük görünüyordu. Reşitim dese de kendisini bu konuda rahatsız hisediyordu. Kafasını olumsuzca sallayıp "kalbim de ya da kafam da kimse yok. Şimdilik kabul ama deneriz olmaz ise herkes yoluna bakar. Ben töre zırvalığı altında kimseye pranga olmak istemem. Mecburi bir aşk veya sevgi olmaz. Kendimizi buna şartlandırır ve buna göre hareket edersek mutsuz oluruz" dedi. Onun da konuşması taviz vermez gibi keskin ve netti.
Hilal ona dönüp "yani " demesiyle yüzünü sıvazlayıp "yanisi hakkımızda hayırlısı" dedi ve ayağa kalkıp yemek tepsisini eline aldı. Aklına gelenle sinsice sırıtıp " ben bunu mutfağa götürüyorum sen de bana bir kalem bir kağıt alıp geliyorsun" dedi ve adımlarını içeri yönlendirdi.
Hilal'in şaşkınca "kalem kağıdı ne yapacaksın" demesine öne bakmadan "getir görürsün" dedi ve içeri girdi.
Birkaç dakika sonra Hilal elinde kağıt kalem terasta Rojawan'ı bekliyordu. Ellerini yıkayıp gelen adama meraklı bir ifadeyle "ne yapacaksın vasiyet falan mı? " diye alayvari bir şekilde konuştu.
Rojawan yüzünü buruşturup " espiri yeteneğinin boyunla beraber gelişmesini umut ediyorum " diye onu yanıtlayıp kısa bir süre onu süzdü. Gülümseyerek "18 yaşından sonra boy uzuyor değil mi? " diye devam etti.
Hilâl dişlerini sıkarak " yok ben bu kadarım. Kalan yarım yer altında tanıdıkça anlarsın " dedi ve aynı şekilde onu süzüp "gerçi seni gördükten sonra Allah'ın boya verdikçe akıldan kıstığını anladım. Ama korkma endişeye gerek yok bundan sonra benimki ikimize yeter" dedi ve kahkaha attı. Öyle laf işitip susacak biri değildi. Zira lafın altında kalacağına taşın altında kalırdı.
"Tamam boy için umudum yok ama espiri yeteneği için dua edeceğim"
"Sen bol bol dua et. Uzun boyunla sesin daha duyulur"
Genç adam yanında ki kızın her lafa verdiği cevaplarla dişlerini sıkıp "neyse konumuz bu değil sen dediklerimi tek tek kağıda yaz" dedi ve konuyu değiştirdi.
Hilal çattığı kaşlarıyla " kağıt kalemi sen istedin, niye ben yazıyorum"
Atışmaları devam ederken kıstığı gözleriyle "seni kaçırıyorum, bana kaçtığını " dedi lakin devamını getiremeden Hilal elinde ki kağıt ve kalemi onun göğsüne öfkeyle vurup "beni kardeşinle karıştırma, ben bir adam için ailemi bırakacak kız değilim "ayağa kalktı. Gitmek için hareket ettiğinde Rojawan onu bileğinden tutup yerine oturttu. Elinde ki kağıt kalemi ona uzatıp " tamam şaka yaptım. Sen dediklerimi yaz. Madem bizi buna mecbur bıraktılar onlar da biraz çeksin " dedi.
Hilal'in anlamayan bakışlarıyla "yazdıkça anlarsın " dedi ve sırıttı.
Yarım saat sonra ikisi de gülüyordu. Hilal elinde ki kalemi indirip "bunları okudukları anda yüz ifadelerini görmek isterdim " dedi ve üstündeki altınları göstererek "bu kadar takı yeterli değil miydi? O listeki takılara ne gerek vardı" dedi.
Rojawan onu duymazdan gelerek keyifli bir şekilde arkasına yaslanarak "şükür babam da kalp veya tansiyon yok. Rahat rahat sinir krizi geçirir" dedi ve o anı düşünüp erkeksi gür bir kahkaha attı.
Hilal onu onaylar bir şekilde kafasını sallayıp ayağa kalktı. Dudaklarını büzüp bıkkın bir tınıyla "kendilerini o kadar kaptırdılar ki bizim yokluğumuzu fark bile etmediler" dedi.
Rojawan kafasını sallayıp "gecen gün odana girdiğim de Bluetooth hoparlör görmüştüm onu getirsene "dedi.
Hilal biraz önce ona listeye diye yazdırdıklarından sonra artık ne yapacaksın demeyi bırakıp yukarı yatak odasına çıktı ve geri döndü. Rojawan'a verirken merakla onun ne yaptığını izledi.
Genç adam cebinden telefonunu çıkarıp birkaç yere girdi. Birkaç saniye sonra duyulan davul sesi ve gür bir şekilde söylenen " Şıkriya aman aman şıkriya " sözlerinin konağın da terasında yankılanması aynı anda oldu. Sanki hergün bunu yaşar gibi gayet doğal bir şekil de ilerledi. İçeridekiler müzik sesini duyunca dışarı çıkarken o elini uzatıp Hilal'in elini tuttu keyifli bir edayla "sözümüz de bir halay çekmeyelim mi? " dedi ve Hilal'e göz kırpıp ayaklarını hareket etmeye başladı. Hilal ona ayak uydurduğun da diğerleri de onlara katıldılar.
Zeynep ve Mevsim aralarına katıldıkların da Kadir'de kız kardeşinin koluna girdi. Bu gece dostu için kafasındakileri yok sayacaktı. Sis ve Harran keyifli bir şekil de halay dan bağımsız karşılıklı oynuyordu. Zira Rojawan'dan kurtulmak onlar için düğün bayramdı.
Hilal evleneceği adamın kolunda etrafına bakındı. Onun öyle kalabalık bir ailesi yoktu. Normalde kalabalığı severdi. Öyle içine kapanık biri değildi. Hayatı dolu dolu yaşar akışına bırakırdı. Şimdi de aynısını yapıyordu.
Mevsim önce abisine sonra Zeynep'e kısa bir süre düşünüp arkadaşının kulağına "lavoboya gideceğini söyleyip halaydan çıktı. Zeynep Kadir'e bakıp elini uzattı. Genç kız bir abiye uzatır gibi elini uzattı. Adam ise sevdiği ele sarılır gibi tuttu.
Zeynep elinin tutuluşun da adamın hissetiği duygudan bir haber omuzlarını hareket edip gülümseyerek hala devam etti.
Hilal ve Rojawan'da geleceklerin onlara ne getireceğinden bir haber şekilde aynı şekil de oynadılar.
Gece yarısına doğru herkes evine dağıldı.
Rojawan Kadir'i yanına alıp bağ evine gelmişti. Malum arkadaşı gece boyunca dalgın zoraki mutluluk rolündeydi. Yılların eskitemediği dostlukları bunu anlamasına sebepti.
Ocakta kaynayan çaydan iki bardak doldurup dostuna uzattı ve karşısında geçip oturdu.
Kadir çay bardağını tutarken histerikli bir nefes alıp "Harflerin bile ahraz kaldığı vakitler vardır. Kelimeler yetersiz gelir. Sesler kendini unutur dile getiremezsin. Hangi dili bilirsen bil, dilin sürter söylediklerin anlam bulamaz. Sen seversin o bilmez" dedi.
Rojawan tahmin ettiği şeyin olmamasını umut ederek "Sonra ne olur" dedi. Lakin cevabı duymak istediğinden emin değildi.
Kadir hissiz bir tonla "o gider seni ve duygularını bilmeden bir başkasını sever ve sana sen'le hayalleri kalır"
Rojawan çay bardağını elinde sıkarak ona bakarken Kadir elini kaldırıp işaret parmağıyla üst üste kafasına vurarak "Ve zihninde ki umut şehrinin tüm ışıkları birer birer söner. Sen hiçbir zaman sevemeyecek ve dokunmayacağın bir tenin özlemiyle, o ise bundan habersiz bir başkasını sever" dedi.
Rojawan'ın kaşları çatılırken Kadir iç çekerek " Benim çiçek bahçem oydu. O ise bunu bilmeden ektiğim tüm çiçekleri kuruttu" dedi ve elinde ki çaydan bir yudum aldı.
Genç adam dostunu teselli edecek tek bir kelime bile kuramazken Kadir bunun bilince "bazı aşk masalları kalemle yazılmaz Rojawan, sen seversin o bilmez" dedi. Sesi isyankar ve boğuktu.
Rojawan göğsünü dolduracak kadar büyük bir nefes alıp " sana en başından duyguları göster. Neden aşıksın her şeyi göze al ya da sevdandan vazgeç! Böyle uzaktan severek olmaz dedim" diye olan gerçeği fütursuzca söyledi.
Dil kemiksizdi ya akıl vermek kolaydı.
Kadir omuz silkeleyip " Biliyorum olmayacaktı, ama olabilme ihtimalini bırakamıyordum. İçim de hep bir umutla o da beni sever dedim"dedi ve kısa bir süre düşünüp " ve bundan habersiz bir başkasını sevdi"
Sözleri hal ve hareketleri mağlup olmuş bir katılımcı gibiydi. Elinde ki çaydan bir yudum aldığın da bakışları yanan şömineydi. Orada ki ateşmi yoksa yüreğimi çok yanıyor bilinmezdi.
Rojawan aşktan bu yüzden kaçan taraftı. Yüzünü buluşturarak "o zaman mantıklı olacaksın" diye fikrini ortaya koydu.
Kadir ateşten almadığı boş bakışları ile "Aşkın mantığı farklı be oğlum düşünsene iki yarım elma bir araya gelince tam oluyor lakin o parçan kaybolunca senden hiçbir şey kalmıyor. Ne tam ne yarım. Bomboş olan bir hiçlik. Lakin benim eksik parçamın benden haberi yok ve ben onu sevdiğim ilk anda mantığımı bu yüzden kaybettim" diye derdini dile getirdi.
Oda da oldukları anı bozan telefon sesiyle dert deryasından sıyrılarak kendisine geldi. Çayından son bir yudumu alıp elinde ki bardağı yere bıraktı ve cebinden çıkarıp yanıtlayıp kulağına götürdü. Karşıdan gelen sesle kaşlarını çatıp "oğlum bu saatte ne acelesi varın hallederiz" dedi ve karşıdan gelen cevapla "tamam " dedi ve ayağa kalkıp "Baran yarın ki toplantı için gerekli dosyayı arabada unutmuş ve gözden geçirmesi gerekiyor" dedi ve kapıya yöneldi.
Rojawan'da arkasından ayağa kalkıp "berdele kurban giden ben bir yer elması ile evlenmek üzere olan ben! Sizi dinleyip teselli eden yine benim. Hayatınızda olmasam hepiniz darma dağın olacaksınız" dedi ve onu takip etti.
Kadir kapıdan çıkmadan omzunun üstünde dönüp ona bakarak " bunu evlenince denimleyip göreceğiz bakalım diğerleri bu konu hakkında ne düşünüyor "
"Sen biraz önce aşk acısı çekiyordun o duygusallıktan ne çabuk sıyrıldın"
Kadir yanına gelen arkadaşının dışarı çıkmasını bekleyip "sen de dün evlenmem diye isyan ediyordun bu akşam Hilal'in kolunda halay başını çekiyordun biz sana bir şey dedik mi? "
Rojawan kapıdan çıkarken Kadir'in yanağından bir makas alıp "kıskandın mı? kıskanma ulan sen benim ilk aşkım ilk göz ağrımsın, korkma yerini kimse alamaz" dedi ve ona göz kırpıp kapıdan çıktı.
Kadir tövbe estağfurullah deyip yüksek bir sesle"oğlum gay isen bunu açık açık belirtte Hilal'in başını yakmayalım. Şaka yoluyla bize sulanıyorsun yarın öbür gün evlenince sorun olur" diye ona takılıp dışarı çıktı ve kapıyı kapattı.
Rojawan arabaya binmeden " siz benim ilk aşkımsını üstüneze kuma gelen o , siz değil yer elması düşünsün " dedi ve arabaya bindi.
Kadir şoför koltuğuna geçip "ulan dua et berdele kurban gittin yoksa kimse seni almaz evde kalırdın" deyip dostuna takıldı.
Rojawan arkasına yaslanıp "ben evde kalmadım hiçbir zaman evlenmek istemedim" dedi ve emniyet kemerini taktı.
Kadir arabayı çalıştırırken ona bakmadan "cidden bu zamana kadar sevgilin bile olmadı. Evlenmek istediğin kimse olmadı mı?" dedi ve ona bakıp yola döndü.
Rojawan bıkkınlıkla " ben zor biriyim kimin başını yakayım. Karşımdakinin günahına girmek istemiyordum" ve saçlarını kenara verip umursamaz bir edayla " yoksa okulda bile okulun bütün kızları benim peşindeydi " dedi.
Kadir hatırladığı geçmişleriyle "haklısın" deyip konuyu kapattı.
Saatler sonra Botan konağına geldiklerinde arkaya arkaya park edilen araçlar yüzünden arabayı sokağın başına park edip ikisi aşağı indi. Kadir arka kapıyı açıp aldığı dosyayla "bu adamın işkolik halleri hiç çekilmiyor" deyip ilerledi. Attığı birkaç adımdan sonra gördüğü gölgeyle kaşları çatıldı.
Rojawan konuşmak istediğin de eliyle sus işareti yaparak sessizce oraya döndü.
Lakin gördüğü görüntüyle gözlerini yumması aynı andaydı. Öyle bir acı saplandıki bedenine sanki iki kürek kemiği arasında kurşun yemiş gibiydi.
Gerçi yaşadığı anda kurşun ye'se bir damla kan akmazdı. Öyle bir acıydı ki kör olmak istedi. Fakat kör değildi.
Bugün ben birini seviyorum diyen sevdası o adamın kolları arasındaydı.
Kahroldu.
Kahroldu.
Kurşun yemişti ya bedenine hareket edemedi. Kaskatı kesilen bedeni tek adım bile atamadı. Kurşun bedenini geçip kalbine girmiş gibiydi.
Orada Zeynep'i vardı. Lakin Zeynep başka bir adamın kolları arasında başka bir aşkla aşk sarhoşuydu.
|
0% |