Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@jutenya

İşév şéva çiroken baskşikésti

 

(Bu gece kanadı kırık hikayelerin gecesi)

 

Éz hátım.

 

Hoş geldim.

 

Lütfen okuyun🔥

 

Okurken yorumlara biraz dikkat edelim. Bir karekterimizin kızı kitabı okuyor ve okurken çok üzülüyor. Kendisi bu konuda hasas zaten. Dediğim gibi başta tam hikayeyi vermeyecektim ama kendisinin istediği ile karekterlerinin asıllarında yer değişikliği yapıp veriyorum.

 

Kitabın finalin de size nereler de ne değişiklik yaptığımı söyleyeceğim. Kitap olur mu bilmiyorum ama kendisine özel baskı yapıp vereceğim.

 

 

 

Neyse beni takip etmeyen arkadaşlar

Kitappad hesabımı 👉🏻Jutenya_ beni takibe almayı unutmayın aşklar.

 

İnstagram hesabımız jutenya82

 

Twitter hesabım jutenya82

 

 

 

***********************************

"Elfida güne başlarken seninle başlıyorum. Uyuyacağım anda seninle uyuyorum. Hasretin burnumun direğini sızlattığı gibi uykumda rüyalarımı sızlatıyor. "

 

"Ben o geceden sonra hiç hayal kurmadım. Gördüğüm rüyaları da hatırlamıyorum Afran"

 

"Umudumu kaybetmek istemiyorum Elfida"

 

"Senden başka her şeyi kaybettim Afran"

 

"Ben hep seninleyim Elfida"

 

"Ama uzaktasın Afran. Kalbim de zihnim de düşüncelerimin olduğu her şey sen Afran, fakat gözlerim sana hasret"

 

"Önemi var mı Elfida? "

 

"Neyin Afran"

 

"Kalbin kalbimleyken mesafenin hasretin bir önemi var mı Elfida? "

 

"Bilmiyorum Afran hiçbir şey bilmiyorum. Sadece sana hasretim"

 

"Gönül bir olunca gözden ırak olan gönülden ırak olar mu Elfida"

 

"Baktığın yerde gönlün de olanı aradıktan sonra ne fark eder Afran"

 

"Heviyamı kul na yé Elfida, heviyamı ji xudéyé"

(Umudum kuldan değil Elfida, benim umudum tanrıdan)

 

"Hevi hébé hér tíşt díbé Afran"

 

(Umut olursa her şey olur Afran)

 

"Tû zá ni dérév tuné yé Elfida, mín dísá pánsérí bérí yá té kiryé"

 

(Yalan yok bugün de seni çok özledim Elfida. )

 

"Tú zání mırázé dılémín tú yé Afran"

 

(Sen biliyorsun ki gönlümün muradı sensin Afran)

 

"Tú zání éz jı té hézdıkım Elfida"

 

(Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun Elfida)

 

************************************

 

Her insan muradına erecek diye bir şey yoktu. Herkes mutlu mesut olacak diye bir şey de yoktu. Kiminin mutsuzluğu diğerinin mutluluğuydu.

 

İnsanın bahtı kara ise kırk kere secdeye gitse kırk dua okusa ne fayda, ne kırklar onu aklar ne zemzem suları.

 

Hevi umuttu. Zeynep giden yolla beraber içinde ki umuda sarılıyordu. Olacaklardan bi haber bir şekilde akan yolu izledi. Kara kara babasının ve abisinin yaptıklarını düşünüyor, dolan gözleriyle ağlamamak için kendisiyle mücadele veriyordu.

 

Mardin çıkışına yaklaştıkların da rahat bir nefes aldı. Bitiyordu. Abisi Kemal çeker alırdı onu. Annesine kavuşacak kolları arasında rahat bir nefes alacaktı.

 

Bugünler de kurduğu hayaller tek te başına yılıyordu. Önüne geçen araçlar ile kaçmasının hiç kolay olmadığını anında anladı. Gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülürken bir umut Kemal abisinin ona yetişmesi için dua ediyordu.

 

Zeynep gözü yaşlı baktı çevresine, o yanlış bir şey yapmamıştı.

 

Sadece sevmişti!

 

Günahı neydi sevmek miydi?

 

Sevmek günah mıydı?

 

Yanından geçen onlarca araba vardı. Ne yani hepsi onun için mi gelmişti. Ne yapmıştı ki? Adam mı öldürmüştü? Ya da hırsızlık mı yapmıştı. Suçu neydi de bu kadar insanı peşine takmıştı.

 

Ön de sürüçü koltuğun da oturan adam göz uçuyla ona dönüp baktığın da yutkundu. Arabaların yolu kapattığını fark ettiklerin de acı bir fren sesi duyuldu. Önde ki şöför arkasını dönüp endişeli bir tonla "kaç kızım gelenler İlyas'ın adamları seni alırlarsa hiç iyi olmaz" Dedi.

 

Zeynep kusursuz bir plana kurban gittiğinin farkında değildi. Genç kız duyduğu kapıların açılma sesiyle hiç düşünmeden arabadan fırladı. Kar yağmıştı hava soğuktu. O ise hiç tereddüt etmeden hareket etti. Kısa bir süre uçsuz bucaksız gibi görünen etrafına bakınıp koşmaya başladı. Gelenler kimdi onca araba bakmaya fırsatı bile olmadı.

 

Kar tekrardan atmaya başladığın da verdiği nefes soğuk hava yüzünden buharlaşıyordu. O ise sadece koşuyordu. İçinde bir umut ne kadar hızlı koşarsan o kadar uzaklaşa bilirsin diyordu ve ayaklarında dermanı olduğu kadar koşacaktı. Karda bata çıka k hareket etti.

 

Ve koştu da, koşarken düştü dizi kanadı. Nefes nefese olsa da koşmaya devam etti. Omzunun üstünde dönüp baktığın da , arkasından gelen onlarca silahlı adamla gözleri dehşete kapılmış gibi açıldı. Korku sardı bedenini. Bu ölüm korkusu değildi. Yakalanıp İlyas ile evlendirme korkusuydu.

 

Koştu.

 

Koştu.

 

Geleceğinin elinden alınmaması için koştu. Sevdiği adamdan ayrılmamak için koştu.

 

Korkulu bakışları etrafında gezinip bedenini saklayacak bir yer aradı. Onca adam arkasından gelirken bu mümkün değildi. O ise sığınacağı bir umut aradı.

 

Kalbi çok hızlı attı. Solukları kesik kesikti. Gözüne çarpan ağaçlık alanlarda adımlaru oraya döndü. Bir umut kurtulurum diyordu. Lakin bilmediği her şey baştan sona hesaplanmış olacak ve olabilecekler göz artı edilmemişti.

 

Bunu da yakın bir zamanda anlayacaktı.

 

Takati bitmeye yakın göğsünü bir ağaça dayadı. Birkaç nefes alıp tekrar koşmaktı niyeti. Yağan kar kaçışını zorlaştırıyordu. Kararlıydı kaçacaktı. Fakat saçlarına dolanan elle neye uğradığını şaşırdı. Ne demekti neler oluyordu.

 

Saçları sevilmeye bile kıyılamazdı. Şimdi ise bir yabancının parmakları arasında çekiştirip savruluyordu.

 

Saçlarına asılıp yüzü döndürüldüğün de gördüğü yüz ile dehşete kapıldı.

 

İlyas'tı.

 

Ona göz koyan adi adamdı.

 

Öfkeyle baktı. Gözlerinde ki öfke ateş olup dışa vursaydı. Yerde ki karı eritir çevreyi yakardı. Elini kaldırıp saçlarını tutan eli tutup "dokunma " Diye bağırdı ve pis bir şeymiş gibi savurdu. O saçlarına dokunacak konum da biri değildi. İğreniri gösteren bir yüz ifadesiyle "sakın bana bir daha dokunmaya cüret etme, o parmaklarını kırar tenini parçalarım" Diye öfkesini kustu.

 

İlyas'ın dudakları sırıtır bir şekilde kenara kıvrıldı. Kafasını yana eğip alayvari bir tınıyla "yarın öbür gün karım olacaksın. O zaman da böyle karşımda durabilecek misin? " Diye konuştu.

 

Zeynep iki elini kaldırıp öfkeyle onu göğsünden itti. Dişlerini kırar gibi gıçırtarak " Ben senin karın olmayacağım. Dünyada kalan tek erkek sen olsaydın bile dönüp sana bakmam seninle evlenmezdim" Diye öyle bir bağırdı ki sesi öyle bir tonda gördü ki sanki ben tüm düzeninize meydan okuyorum der gibiydi.

 

"Bana hayır diyorsun ama Süryani itle gizli gizli buluşuyorsun"

 

"O Süryani benim sevdiğim adam, sen ise kuzenine göz dikmiş bir adisin"Diye tüm gerçeği yüzüne vurur gibi bağırdı.

 

İlyas onu ağaça doğru ittiğin de Kemal'in "Zeynep " Diyen sesi duyuldu.

 

Zeynep gülümsedi. Abisi yetişmişti. Bakışlarını önünde duran iğrenç şahsiyetten alıp İlyas'ı kenara itip "abi buradayım " Diye bağırdı.

 

Zeynep bir umut kurtuldum diyordu.

 

Oysa kendi cellatlarının kollarına koştuğundan habersizdi. Elinde silah olan Kemal abisine koştu. O silah kimin için elindeydi.

 

Ayran mı?

 

Yoksa Zeynep için mi?

 

Yoksa ikisi için mi? Hangisi için ele alınmıştı. Önce hangisini vuracaktı.

 

Zeynep elinde ki silahı görmüştü lakin daha o silahın onun için olduğunun farkında değildi. Güvenle abisine sarıldığı anda kolundan tutulup yere savrulması ani oldu. Genç elleri üstünde kara düştü. Eldiven vardı ellerin de, Afran üşümesin diye giydirmiş tipi. Şimdi ise savrulurken elleri zedelenmesin diye koruyordu.

 

Bu anı mı düşünmüştü sevdiği.

 

Peki ya bu halini görse kahrolmaz mıydı?

 

Kemal onu kolundan tutup ayağa kaldırdı. Abisi öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Zeynep'in yüzüne tükürür gibi bağırıp "o nerde ulan " Diye gürledi.

 

Zeynep kaşlarını çatıp onu algılamaya çalıştı. Kemal ise elinde ki silahı kaldırıp " Konuş ulan konuş seni ve onu beraber öldüreceğim " dedi.

 

Kim kimi niçin öldürüyordu.

 

Zeynep daha ne olduğunu idrak edemeden İlyas umursamaz bir tavırla " O it bunu bırakıp kaçtı" Dedi.

 

Zeynep kaşlarını çatıp ona döndüğün de Kemal onu kolundan tutup " Lan aşkınız yakalanana kadar mıydı? " Dedi ve Zeynep'i itip "ulan bir erkek için hepimizi arkanda bırakıp kaçtın" diye isyan etti.

 

Bir abinin kız kardeşine isyanıydı.

 

Zeynep kafasını olumsuzca salayıp " Ben kimseyle kaçmadım" Diye ağlamaya başladı.

 

O kimseyle kaçmamıştı.

 

"Kaçmadın ise burada ne işin vardı lan" diye bağırdı.

 

Zeynep taraklı sesiyle " Sana geliyordum " diye onu cevapladı.

 

Cevaplasa ne olacaktı. Karşısında ki abisi dediği adam değildi. Sanki bir canavar vardı ve onu parçalara ayırmaya hazırlanıyor gibiydi.

 

"Lan yalan söyleme! Bana Zeynep kaçacak dediklerin de inamadım ama yinede geldim. Sırf onlara benim kız kardeşim yapmaz sözlerini ispatlamak için gelmiştim ulan" diye bağırdı. Lakin Zeynep'in milyon umut kırılıp parçalandı yok oldu.

 

Zeynep yaşadığı hayal kırıklığına rağmen "yapmadım " Dedi.

 

Yapmamıştı.

 

Kaçmamıştı ki?

 

Çökmüş omuzlarına "ben kimseyle kaçmadım" dedi.

 

Dese ne olurdu. Gören göz kardeşine inanmıyordu. Bakışları on yıllarca olan bir yabancıya dönmüştü.

 

Kemal onu onaylamaz bir şekilde kafasını sallayıp " Sırf o pezevenki korumak için yalan söylüyorsun ama ben onu senin gözünün önünde öldüreceğim" dedi. Yaşadığı hayal kırıklığı sesinde ki nefrete yansıyordu.

 

"Ben kimseyi korumuyorum. Kimseye kaçmadım" deyip feryâd figan ağldı.

 

İlyas omzunı ağaça dayayıp "arabadan beraber inip koşmaya başladınız. Belli ki yakalanmaktan korkup ayrı yönlere koştunuz. Doğru söyle nerede buluşup kaçacaksınız" dedi. Yalan söylediği bariz ortada olan adam ona iftira atıyordu.

 

Zeynep var olan gücünü toparlayıp ayağa kalktı. İlyas'ın yakasından tutup "yalan söylüyorsun " Diye bağırdı.

 

İlyas inkar etti. Kendini savundu. Zeynep'in yalan söylediğini kendini kurtarmak için inkar ettiğin de diretti.

 

Kemal olanlara daha çok sinirlenip Zeynep'in üstüne yürüdü. Genç kız abisinin bu yüzünü ilk defa görüyor ve ilk defa korkuyordu. Kolundan tutulup sürüklenerek arabaya götürüldü. Geldiği arabanın şöförü olanları yalanlayıp Zeynep'i suçladığın da genç öfkeyle çığlık attı.

 

Daha 18 yaşında olan bir genç kızdı.

 

Ve şimdi ise, sevdiği için. En sevdikleri tarafından yargılanıyordu. Daha doğrusu ne olduğunu bilmiyordu. Hırpalanmıştı ve hırplamaya devam ediyorlardı. Bedeninden çok ruhu yara alıyordu.

 

Zeynep kimdi! Ona bunu yapanlar kimlerdi. Kaç yanlış yapmıştı da doğrularınu elinden alıyorlardı. Ya da işlediği hangi günah için bedel oluyordu. Karşısında ailem dediği insanlar sanki onu çarmağa germek ister gibiydi.

 

Peki nedenleri neydi.

 

Sadece sevmek miydi?

 

Bu kadar günah ve ayıp bir duygu muydu?

 

Oysa babası ağabileri hepsi severek evlenmemiş miydi?

 

Hatta onunla evlenmek isteyen İlyas bile aşık olduğunu iddia edip evlenmemiş miydi?

 

Dar ağacında olan bir iddiam mahkumu gibi baktı abisine, sanki biraz sonra son istediğin nedir deyip kafasına sıkıcakmış gibi bakıyordu.

 

Oysa abisiydi. Aynı beden de aynı rahim de can bulmuşlardı. Aynı memeden süt emmişlerdi. Kanı canıydı. Birkaç gün önce arayıp seni özledim kardeşim diyen adamdı. Şimdi gözünü kırpmadan vuracak gibi duruyordu.

 

Hayatının birkaç gün içinde, tepe taklak oluşunu. Bir yabancı gibi izledi. Ona hiçbir söz hakkı tanınmıyordu. Zaten sonra yaptıklarını da eline yüzüne bulaştırtı. Hem o çetrefilli işlere gelemezdi. Sadece çevresinde ki insanlara inanmıştı.

 

Şimdi anlıyordu. Coğrafya kaderdi. Değiştirilemezdi!

 

Daha Mardin'den çıkmadan yakalanmıştı. Onu götürecek olan abisi. Bir umut öğrenirse seni vermez diyen abisi. En çok o kıyıyordu.

 

Arabalar önce önüne geçmiş daha sonra yolunu kesmişler di. Arabanın içinden çıkıp koştuktan sonra yakalanıp tek olduğunu gördüklerin de ise "sevgilin nerede " Deyip onu hırpalanmış tı. Zeynep daha ne olduğunu anlamadan abisi tarafından kolundan sürüklenerek başka bir arabaya bindirilmiş ti. Araba da söyledikleri seni ve onu öldüreceğim sözleri kulak zarını yırtar gibiydi. Daha sonra sözde gittiği şehre döndü. Kolundan tutulup sürüklenerek arabadan indirildi. Kolunu tutup onu sürükleyen adam dizi kanadığın da üfleyerek pamuğu kanayan yeri silen adamdı. Şimdi dizinde ki yaraların sebebi oydu. Hiç acımadan onu konağın ortasına, yere fırlattılar...

 

Bugün etrafında ki herkes ona yabancıydı. Babası, annesi ağabileri sözde en sevdikleri. En çok sevenleri.

 

Sahi annesi neredeydi. Niye gelip sarıp sarmalamıyordu.

 

Geçti demesi gerekliydi!

 

Geçti kızım diye sarıp sarmalaması gerekliydi.

 

Babasının hızlı adımlarla ona doğru gelişini gördü. Onun kahramanı...Bir an gülümsedi...Biliyordu şimdi kıyameti koparacaktı. Babasıydı onun, kıyamazdı ki. Abisini azarlardı, kızıma nasıl kıyarsın diye azarlardı. Babasının gür ve güven veren sesini duymayı bekledi. O masallarda ki kötü krallar gibi değildi. Kızını kimseye yem etmezdi. Kimsenin üzmesine izin vermeyecekti.

 

Babasının saçlarına yapışması ile şaşırdı Zeynep!

 

Gerçek dünyaya döndü! Bunu ona yapan zaten, en sevdikleriydi. Masal kahramanı babası bugün kötü adam olmuştu. Onu kuleye haps etmek ister gibi değilde öldürmek ister gibiydi.

 

Dokunma demek istedi Zeynep. Saçlarımı sırf sen seviyorsun diye uzattım. Okşarken bile kıyamazdın. Şimdi neden yoluyorsun diye bas, bas bağırmak istedi.

 

Kelimeleri tek, tek yuttu Zeynep.

 

Adı Halit'ti babasının. Adeletinden asla şaşmayan. Şimdi en büyük adeletsizliği kendisineydi.

 

Halit bey saçlarından tutup kaldırdı Zeynep'i.

 

Saçlarından tutulup kaldırılan Zeynep babası ile göz göze geldi. O gözler de her zaman merhamet ve sevgi vardı. O gözlerde hep şefkat olurdu. Şimdi ise saf bir nefret. Sanki onun kızı değilmiş gibi bakıyordu. Yüzüne tükürür gibi "ulan nasıl yaparsın" deyip yanağına yediği tokatla yeniden savruldu. Savrulduğu yerden kafasını kaldırıp, yüzüne düşen saçları kulağının arkasına verdi. Görsün istedi kıydığı kızını. Bu sefer aynı şekilde ona doğru gelen, Kemal abisini gördü. Burukça gülümsedi Zeynep. Onu buraya o getirmişti değil mi?

 

İçinden bir kabus olup yatağında uyanmak isteyen küçük bir kız çocuğu vardı.

 

Onun için dünyayı yıkanlar. Bugün onu yerle bir etmişlerdi.

 

Abisinin yüzüne indirdiği tokatlar. Ruhuna iz bırakıyordu. Zeynep bir rüya da olmadığını ve olduğu kabusun ruhuna açtığı yaraların bırakacağı izlerle yaşacağını anladı.

 

Sözde Zeynep'ti o, ailesinin göz bebeği babasının kıymetlisi şimdi onlar tarafından yerler de sürünen.

 

"Yeter artık öldüreceksiniz." Diye gürleyen sesi duydu. Zaten ölmüştü, ruhu yara bere içindeydi. Onu en çok yaralayan ise, bunu yapan ailesiyken, durun diyen başkasıydı. Bu saatten sonra varsın bedeni ölsündü.

 

"Ölsün" dedi, Baran abisi. Ölsün! Ne kadar da basit çıkmıştı bu kelime ağzından. Ölsün! Bunu söyleyen abisi, bir zamanlar sırf okulda birisi tarafından itilip düştüğü için, gelip okul da küçücük çocukla bir zamanlar, kavga edendi.

 

Şimdi de ölsün diyordu. Basit bir kelime, o kadar da basit çıkmıştı ağzından.

 

Tek kelimeyle içi kavruldu Zeynep'in. Her harfi iz bıraktı zihnin de...

 

Bunca şeyden sonra, ölse ne olacaktı.

 

Varsın ölsün Zeynep!

 

Yansın diri, diri kavrulsun. Bir mezarı bile olmasın. Nasılsa bugün sevenleri ölmüştü. O da yok olsa olurdu.

 

Bunları düşününce sevdiği geldi aklına, Afran'ı.

 

Artık imkansızı... Yürek sızısı!

 

"Niye ölsün Baran saçmalama, şuanda ne yaptığınızı bilmiyorsunuz." Dedi yine aynı ses. Sahi bu ses kimindi. Abi gibi sevdiği adam Kadir abisinin sesiydi. Bir an çıkaramadığını düşündü.

 

Kolundan tutulup kaldırılması ile irkildi. Yine dayak yiyip savrulacağını sandı ve hızlaca ellerini kendisine siper etti.

 

" Şşşşııttt benim" diyen sesi duydu. Bugün bu sesi ne kadarda çok sever olmuştu.

 

Parmaklarının saçlarını yüzünden kenara verilişini hissetti. Çevresinden o kadar iğreniyordu ki. Gözlerini açıp kimseyi görmek istemiyordu.

 

Aynı güzel ses tekrar " şşşşııttt ağlama" dedi ve "Bunu onların yanına bırakmayacağım" diye ekledi. Sahi Zeynep ağlıyor muydu? Niye ağladığını hissetmiyordu.

 

Zeynep küçük bedenin de oluşan hasarları da hissetmiyordu. Ama ruhundakiler o kadar derindi ki içi viraneye dönmüştü.

 

Yüreğin de zelzele vardı bugün Zeynep'in. Paramparça yıkık dökük.

 

" Anne birine söyle kolonya getirsin." Diye bağırıyordu, yüzüne su serperken Kadir abisi. Yabancı olsa bile abisi...

 

Sonra silah sesleri duyuldu. Sesli vurulan konak kapısı. Açın diye bağırıyordu birisi...

 

Zeynep aynı sesi tekrar duyunca hızlıca açtı gözlerini. Şuanda dünyanın en güzel sesiydi. En ihtiyaç duyduğu sesti. Afran'ı!

 

Zeynep'in duyduğu sesle gözlerini açması Kadir'in içinde bir şeyleri kırdı geçirdi. Bunca şeye rağmen hala en ihtiyaç duyduğu insan oymuş gibi hareket ediyordu. Oysa yaşadıkları onun yüzünden di.

 

Afran Karadağ...

 

Konak kapısının şiddetli bir şekil de açılması ile içeri girdi Afran'ı.

 

Tek suçu bu adamı sevmekti.

 

Bilmeden. Tanımadan sevmişti.

 

Ne vardı yani; farklı dinlerde olsalar.

 

İnsan farklı renkler de çiçeği bile severken, farklı dinler de olanlar birbirini sevemez miydi?

 

Ne vardı yani belki Siyah, beyaza aşıktı. Hani olamaz mıydı?

 

Her renge hakim, rengi olmayanlar. Siyah ve beyaz. Müslüman ve Hristiyan. Kürt veya Süryani. İnandıkları tanrılar mı onları dışlayacaktı. Biri İsa'ya, biri Allah'a inanıyordu.

 

Onları yaratanın vardır bir bildiği demi? Hem kader demiyorlar mı? Kader insanın gösterdiği gayreti sevmez miydi?

 

Bir Zeynep bir de Afran o kadar basit. Neden bu kadar dert olmuşlardı. Neden bu kadar imkansız!

 

Bir Siyah bir beyaz.

 

Zeynep'in ailesine göre siyah Afran'dı.

 

Afran'ın ailesine göre siyah Zeynep'ti.

 

Zeynep ve Afran'a göre ikisini tarif edebilecek tek kelime aşktı. Öyle bir renk bir inanç değil... Bir duygu his adı aşk olan... Belki de sevda; kara sevda!

 

Siyah veya beyaz değil sadece Aşk.

 

Zeynep sevmişti.

 

Allah var o da onu sevmişti. Senin için ölür, gerekirse öldürürüm demişti.

 

Kıyamamıştı Zeynep. O yüzden tek başına buradan kaçmaya kalkışmıştı.

 

Abileri, babası silah namlularını Afran'a çevirdi hızlıca, Zeynep nefesinin kesildiğini hissetti. Ona bir şey olacak ödü koptu. Onsuz bir yaşam istemiyordu. Gerekirse ölecekti. Lakin onunla ölecekti. Ölüm bile onsuz olmamalıydı.

 

Afran hızlıca ona doğru gelmek istese de adamları ve ailesi izin vermedi. Afran'ın yanında dedesi vardı. Elini genç adamın omzuna koydu.

 

Genç adam kimseyi görecek halde değildi. Sevdiğinin kıyamadığı yüzü gözleri harabeye dönmüş gibiydi. Belli ki ayakta duracak takati yoktu. Elindeki silahın namlusunu Kemal Botan'a çevirdi. Madem onlar sevdiği kıza kıymışlardı o da seve, seve onlara kıyardı.

 

"Afran Karadağ senin burada görmek ne güzel. Acaba ziyaretini neye borçluyuz."

 

Afran kafasını sağa yatırdı. Kemal'in gözlerine baktı. Zeynep'e yaptıklarını fazlasıyla ödeyecekti. Ama önce Zeynep'i buradan çıkarması lazımdı.

 

"Duydum sevdiğime zulüm yapılıyormuş. Ben de bana ait olanı alıp. Sizi yaptığınız da boğmaya geldim."

 

Konaktaki herkes hayretler içerisinde bakıyordu Afran'a böyle bir şey yapmak cesaret değil. Deli işiydi. Gerçi bu saatten sonra yapılacaklar pek akıl işi değildi ya, ne denilse boştu.

 

Zahter hanım elinde ki bastonu hüküm varı bir şekilde yere vurup " Bu ne hadsizliktir " Diye bağırdı. Hüküm kokan sesi taş duvarlar da yankılanırken. Afran "sevdiğine arka çıkmak ne zamandan beridir hadsizlik oldu " Diye onu yanıtladı. Hasan Botan annesine destek çıkarken. Süreya hanım olacakları izliyordu. Malum annesi ile yaptığı şeyin olumsuz olması imkansızdı.

 

Zeynep onları görmezden gelerek yavaş hareketlerle ayağa kalktı. Burukça gülümsedi.

 

Afran Zeynep'in hareketlerini dikkatle izliyordu. Dedesi Karadağ aşiretinin ağasıydı ve ona destek veriyordu. Zavallı sevdiği ne hale gelmişti. Konakta herkesi öldürmemek için kendisini zor tutuyordu. O naif adam her an bir katliam yapacakmış gibiydi. Elindeki silahın namlusunu Kemal'den çekip kollarını açtı.

 

Ona göre Zeynep'in yeri artık bu kollardı.

 

Zeynep bir iki adım atmıştı ki. Baran abisi kollarından çekip sımsıkı sardı. Bu kollar bir zamanlar cennet gibiydi. Sarar kollardı, şimdi hiç anlamıyordu. Neydi bu düşmanlık kinleri sırf sevdi diyey miydi?

 

"Zeynep gelemez, burada sana ait kimse yok. Başının daha fazla dert açılmasını istemiyorsan. Arkana bakmadan çıkıp git." Dedi ve duraksayıp "tıpkı onu o orada kaçtığın gibi arkana bakmadan git" Diye devam etti.

 

Mağlup biri yoktu. Kaçanda! Genç adam onların ne dediğini bilmez bir vaziyette kaşlarını çattı.

 

Afran Karadağ yapacağı şeyleri not alıyordu. Nasılsa zamanı geldiğin de yapacağını biliyordu. Şimdi önceliği Zeynep'ti. Sevdiğini alıp çıkacaktı bu konaktan. Sonra olacaklarla pek ilgilenmiyordu.

 

" Kemal bırakta bunu Zeynep'e soralım. O ne derse öyle olsun." Nasılsa Zeynep onu seçecekti.

 

Kaderin onlara oynadığı oyundan habersiz. İlk andan çıkmaza gireceklerdi. İlk adım da kaderleri onları yarı yolda bırakacaktı.

 

Coğrafya kaderdi. Onlar da kaderlerinden kaçamayacaklardı. Çabaları boşuna, çırpınışları çabasız olacaktı.

 

Kemal elinde ki silahı sallayıp "onu yarı yolda bırakıp kaçacak birini seçecek kadar aptal değildir inşallah" Sesinde ki alay eden tını mide bulandırıyordu.

 

Afran elinde tuttuğu silahı kendine çevirerek "ben mi onu bırakıp kaçtım" Dedi lakin konuşması ne diyorsunuz der gibiydi.

 

Baran Zeynep'i arkasına çekti. Bu ani hareketle genç kızın ayağı sendelendi. İki Genç'te onların ne dediklerini anlamıyordu.

 

Baran sanki öfke kusar gibi "lan beraber kaçmadınız mı? Yakalanacağını anladığın da Zeynep'i bırakıp kaçmadın mı? " Diye gürledi.

 

Zeynep ve Afran şaşkındı. İkisi aynı anda kafasını olumsuzca salladı. Onlar kaçmamıştı.

 

"Ben kimseyi kaçırmadım. Biz beraber değildik siz ne saçmalıyorsunuz" Diye gürleyen bir Afran "ben Afran ile kaçmadım Kemal abim beni alacaktı" Diye kendini savunmaya çalışan bir Zeynep.

 

Kusursuz bir plan kusursuz bir şekilde bir hayatı katlediyordu.

 

Zeynep öne doğru adım atmak istediğin kolunu saran parmaklar izin vermedi. Konağın avlusunda ki herkes onları ayıplıyor gibiydi.

 

Kadir bir adım öne çıkıp "Zeynep kaçmadım diyorsa kaçmamıştır. Siz kardeşinizi tanımıyormusunuz? " Diye genç kızı savundu.

 

Zeynep minnetle ona baktı.

 

Kadir yüzünü sıvazlayıp "onun size ne kadar düşkün olduğunu bilmiyor musunuz? " Diye devam etti.

 

Genç kızın annesi "Zeynep kızım " Diyerek feryâd ederek aşağı indi.

 

Kızını kendisine çevirdiğin de dehşete kapılmış gibiydi. Baran'ın tutuğu kolu savurur gibi çekti. Zeynep muhtaç olduğu şeye kavuşmuş gibiydi. Çölde kaybolmuş ve suya kavuşmuş gibi sarıldı. Şimdi anne sevgisini kana kana içme zamanıydı. Hem annesi sarar sarıldı.

 

Orta yaşlı kadın önce kızının sevdiği adama sonra onu seven adama baktı. İkisi karşıya karşıya olsalarda sevdiğini savunuyordu.

 

Çenesini kaldırıp "ben kızımı kimseye yem etmem. Bana burada ne olduğunu anlatacaksınız" Dedi ve kocasına dönüp "sende bana kızımı İlyas ile evlendirme saçmalığının hesabını vereceksin" Dedi.

 

Halit bey bir uykudan uyanır gibi irkildiğin de Zahter hanım elinde ki bastonu yere vurup "sen ne dersin gelin kızın amcasına gelin gelecektir" Dedi.

 

Selvi hanım kaynanasına döndü. Ona saygı veya sevgisi yoktu. Şaşkın değildi. Yıllar önce aynı şeyleri kendisine yapmıştı. Ne bekliyordu ki?

 

"Benim kızımın üstünde söz hakkı değilsiniz. Kaldı ki bekar bir kızın dul bir adamla evlendiği nerde görülmüş" Dedi.

 

Töre'yi kanunu bilirdi. Elbet Zahter'de bunun farkındaydı. Zaten bunun için bunca şey yaşanıyordu.

 

Çenesini kaldırıp yılların buruşturduğu yüzüyle "kaçan kızını İlyas almayı kabul ediyor. Sen mi hayır diyorsun" Dedi. Sesi manidardı.

 

Selvi hanım önüne dönüp "kızım evlenmek isterse onu her halükarda kabul edecek çok kişi vardır lakin onun evleneceği kişi İlyas değildir" Diye konuştu. Sesi şiveli ve ne dediğini bilen bir edaylaydı.

 

Kızı kurbanlık koyun gibi onu isteyen bir kasaba yem olmayacaktı.

 

Selvi hanım sessiz sakin biriydi. Evliliği boyunca kocasına saygı da kusur etmemiş hürmetini esirgememişti. Lakin konu evladı ise dişleri ile söker atar evladını alırdı.

 

Halit bey konuşacağı sırada karısının sert bakışları ile sustu.

 

Afran'ın gözü kimseyi görmüyordu. Silahtan nefret eden biriydi. Eline ilk defa silah alıp gözü dönmüştü. Yanın da duran dedesi yılların kurguydu ve bunun farkındaydı. Tıpkı ikisinin birbirine yar olmayacağını bildiği gibi.

 

Süreya hanım eşi yukarıdan olanları izlerken hiçbir müdahale de bulunmadı. Zira konuştuğu anda konu çok farklı yerlere gideli bilirdi. Lakin Selvi'yi görmek hele yıllar sonra bu kadar yakından görmek. İkisi de evli ve çocukluydu. Zahmet hanımın oyunun kurbanları. Bakışlarını ondan alıp arkasını döndü. Devamını izlemek gibi bir niyeti yoktu. Hatta birazdan kalabalık dağıldıktan sonra konağı terk edecek ve bir daha mecbur kalmadıkça gelmeyecekti. Tıpkı yıllardır olduğu gibi.

 

İnsanlar bazen bir rüya yaşardı. Hayal alemine girmiş gibi ölüm ve uyanıklık arasında bir rüya... Sonra yıllar geçse de o rüyanın etkisin de kalıp yollarına devam ederlerdi.

 

Konu aşk olunca balık kara da yüzmek ister.

 

İnsanın gönlü imkansız için çarpar. Ondan sonra ki kalp atışları hiçbir zaman aynı tonda atmaz.

 

Konu aşk ise matematiğin felsefi değişir. "O" ile yüz milyonları toplasan çıkan sonuç yine "o"olur. " O" İle kaçı çıkarırsan çıkar s

onuç yine "o' dur". Yüz milyona bölünse ne olacak sonuç yine " O" .

O > yüz milyonladan büyüktür.

 

Herkes< O'ndan küçük.

 

Afran herkesi tek kefeye koyup diğer kefeye Zeynep'ini sığdıramayan taraftı.

 

Süreya ve Zahter hanım kusursuz planlarını ortaya dökmeye başladılar. Önce Zeynep'in arabaya binmeden Afran ile sarmaş dolaş resimleri. Daha sonra Afran'ın onu arabaya bildirirken resimleri ortaya döküldü. Daha sonra Zeynep'i götüren şöför Afran'ın arabada olduğunu iddia etti.

 

İki genç ısrar etse kendilerini doğru söylediklerini ispat edemediler. Zeynep'in en son olan telefon görüşmesi Afran'laydı.

 

Daha sonra Mardin'i gezerken çekilmiş resimleri. Onlarda telefonundan alınmıştı. Yengesi Meryem ekran kilidini bilen biriydi.

 

Zeynep feryad figan ağlayıp ben kaçmadım dese de boştu. Afran onu suçlu durumuma düşürmemek için kaçırmadığını söyledi. Yoksa tutar kolundan kaçırdım ulan canımızı alacakdanız alın diyecek durumdaydı. Dedesi üzgündü çünkü torunu da annesinin kaderini yaşasın istemiyordu.

 

Kadir sessizdi. Sevdiğinin sevdiği için verdiği mücadeleyi izliyordu. Ölüm gibi bir şey lakin o hala ayakta nefes alıyordu.

 

Selvi hanım kızına destek çıkmaya çalıştı ve mücadele etti, lakin tek başına ne yapabilirdi ki? Afran daha fazla dayanamayıp elinde ki silahı havaya kaldırıp üç el ateş etti. Herkes olduğu yerde irkilirken. Ölüm sessizliği gibi bir şey oluştu. Genç adam boşta olan elini uzatıp "Zeynep kimse bizi anlamayacak hadi gel gidelim. Gerekirse sonu ölüm olsun" Dedi. Zaten sevdiği olmadan yaşayamazdı. Varsın sonu ölüm olsundu. Konaktan sağ çıkamayacağının bilinçin de elini uzattı.

 

Genç kızın gözleri dolu doluydu.

Zeynep ona doğru attığı ilk adım da, pişman olacaktı. Olmuştu da...

 

Halit Botan elindeki silahı anlına dayamış kızına bakıyordu. Oysa biraz önce indirmişti. Selvi hanım hayal kırıklığı ile kocasına bakıp "Halit yapma" Dedi.

 

Yutkundu Zeynep, kahretti kendisine varlığına yaşadıklarına, gözlerinde ki yaşlar sicim, sicim akıyordu.

 

Gözlerinin önündeki görüntü. Yaşadıklarından bile ağırdı. Babası elindeki silahı kafasına dayamış ona bakıyordu.

 

"Zeynep tek bir adım daha atarsan. Andım olsun sıkarım kafama. Sen kızımsın katilin olamam. Ama andım olsun kıyarım canıma."

 

Zeynep attığı adımı geri çekti. Gözleri yaşlı bir şekilde Afran'a baktı. Masumdu! Allah biliyordu. Niyeti ailesinde bırakıp birine kaçmak değildi. Selvi hanım kocasının gözlerine bakıp elini kaldırdı ve Zeynep'i bir adım öne itti.

 

O mahkum olduğu bir hayatı yaşamış kadınlardandı. Kızı da aynı kaderi yaşasın istemiyordu. Selvi hanım aşk denilen duyguyu ve sonrasın da kavuşamanın verdiği acıyı iyi bilirdi. Öyle yanındakiyle yaşar aklındakiyle ölürsün palavralarına karnı toktu. Zira insan yanındakiyle kalbindekinden nefret ederdi. Yaşamadığı her şeyi bir başkasıyla yaşadığın süreçe nefretin atardı. Öyle kavuşma buluşma gibi hayallere yer bişe vermezdi zihnin de, zaten kavuşmak istediğin biri de yoktur artık. Hava da ki elini indirmeden kızını bir adım daha itti.

 

Baran elinde ki silahın namlusunu çekip babası gibi silahı kafasına dayadı. Zeynep'in dehşete kapılarak irileşmiş gözlerine aldırmadan istediğini almak ister gibi " Sana olurda birgün başımı eğecek bir şey yapar beni bir seçime mecbur bırakırsan kendi kafama sıkar, seni ömür boyu vicdan azabında bırakırım dedim. Şimdi seçim senin olurda onunla gidersen gözümü kırpmadan kafama sıkarım" Dedi.

 

Zeynep kaskatı kesildi. Kemal psikopat bir gülüşle elini önce silahın şarjörüne götürüp kontrol etti. Daha sonra namluyu çekip kurşunu silahın ağzına sürdü. Bakışlarını Zeynep'ten çekmeden " Haklısın biz onu öldüremeyiz lakin o hergün mezarımıza gelip gider" Dedi.

 

Zeynep'in bakışları Afran'a döndüğün de genç adam Zeynep'e bakıp elindeki silahı indirdi. Yanın da duran dedesi elini omzuna koyup duyacağı bir tonla "sonu annen gibi olsun istemiyorsun" Dedi. Afran'ın omuzları düştü.

 

Zeynep'in attığı ilk adım da Halit Botan ve abilerinin dediğini yapacağını biliyordu. Yine de içinde ki umut bitmesin istiyordu.

 

Gerçi Zeynep'in seçimi belliydi. Afran'da onu böyle bir yükün altında bırakamazdı.

 

Kahretsin ki Afran, Zeynep'in seçimini biliyordu. Sevgisinden de emindi. Sevdiğini arafta bırakmak haksızlıktı.

 

Bütün cesareti ile geldiği bu Konakta, arkasını dönüp omuzları çökmüş bir halde çıktı. Kullağın da Zeynep'im türküsü. Yaşlı adam giden torunun arkasından üzgün gözlerle baktı. Bakışları Zeynep'i bulduğun da sonu kızı gibi olmadığı için şükürler etti. Onun kızı da bir Süryani'ye gönül vermişti. Ağa olması kızının ölüm fermanının önüne geçememişti. Konağı yıkar Zeynep'i alırdı lakin mutlak sonu bildiği için müdahale etmedi. Yoksa Botan aşireti karşısında duracak kadar güçlü değildi. Aksak adımları Halit Botan'ı bulduğun da elini kaldırıp dostane bir şekilde omzuna koydu. Gözlerin de geçmişin imaları yüzünde geçmişin buraktığı izler vardı. Genzini temizleyip " Halit sana benden kızını kendi eliyle toprağa vermiş bir baba tavsiyesi; hiçbir leke toprak kadar acıtmıyor. Toprağın örttüğü acıyı hiçbir şey unutturmuyor " Dedi.

 

Halit bey önünde durup ona bakan yaşlı adama bakıp "sen kendi anlın lekelenmesin diye kızının ölüm emrine sustun. Ben de kızım ölmesin diye silahı kafama dayadım " Diye onu cevapladı. Herkesin kendince bahanesi vardı ama kimse törenin karşısın da durmayı akıl edememişti. Basılı olmayan dokunulmaz yasalar. Bunlar Allah'ın değil kullarının emriydi. Binlerce beden katledip toprağa karışıyordu. Ya da binlerce beden ölü ruhları ile toprak üzerin de nefes alıyordu.

 

Kadir ise suskundu. Çok şey vardı susması gereken. Sevdiği aşkı için mücadele ederken o aşkına veda etmişti. Zeynep için içi yanarken tek dileği mutlu olmasıydı.

 

Kapı dışarı edilmiş bir şeyler vardı ve bu enbüyük suskunluğuydu. Olaylar yaşanırken ortaya atılıp herkesi parçalayacak öfkesi vardı fakat ne sıfatla yapacağını bilmediğinden eli kolu bağlı bir şekilde anlamadığı

bir filmi izleyen izleyici gibi boş boş bakıyordu.

Zeynep kendisini boş bir çuval gibi yere bıraktı. Sevdiği büyük bildiği için. Seçim yapmasına izin vermeden gitmişti. Onlar ne aşklarını, ne de masum olduklarını ispatlaya bilmişlerdi.

 

Ellerini yumruk yapıp,yere vurmaya başladı. Feryad figan ağladı. Konağın yerde serili olan taşları dile gelse çatlardı, lakin karşısın da Nemrut ruhlu insanlar vardı. Zahter hanım eserinden memnun bir şekilde kızıyla gözgöze gelip gülümsedi. Zeynep ne yaparsa yapsın suçsuz olduğunu ispatlaya biliyordu.

 

Afran gittikten sonra Selvi hanım kızını alıp yukarı çıktı. Kızını bir şekilde buradan çıkarıp alması gerekiyordu. Zeynep üstüne ölü toprağı atılmış gibi hissizdi. Boş bakışlarla sâdece pencereden dışarı bakıyordu. Artık ağlamıyor du lakin içi kan revandı. Titreyen elini kaldırıp buğulu olmayan cama 'Zeynep Afran'ı seviyor' yazdı ve hıçkırmamak için dudaklarını ısırdı. Mamafih, gitmekten vazgeçmişti.

 

Selvi hanım konuya vakıf olmasa da kızının yanında durup onun için bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Elini kızının saçlarına uzatıp okşamaya başladığın da Zeynep tutamadığı hıçkırığını şerbet bıraktı. Göz pınarları da isyan edip inci taneleri birer birer döküldüler. Aradan ne kadar zaman geçildi bilinmez lakin anne kız ikisi sadece ağladı.

 

Hava kararmış oda karanlıltı lakin ikisi de bunun farkında değildi. Selvi hanım duyduğu kapı sesiyle kendisine geldi. Dizlerini uzanmış gözleri açık boş bakışlara karşıya bakan kızıyla üzgün bir şekilde kızını sarsmadan ayağa kalkıp kapıya ilerledi. Kapıyı açtığın da gelini Meryem karşısındaydı. Onlara öfkeli olan kadın hiçbirini görmek istemiyordu.

 

Meryem kaynanasına bakıp "yemek hazır, yâde sizi yemeğe çağırıyor" Dedi.

 

Selvi hanım gelinini kolundan tutup içeri çekti ve kapıyı kapatıp onu duvara itti. Tuttuğu kolu bırakmadan "Meryem senin kaynanan Zahter değil benim. Onun sözünü değil benim sözünü dinlemen gerekiyor. Kadir arayıp söylemese hiçbir şeyden haberim olmayacaktı" Diye yüzüne tüm öfkesini kustu.

 

Meryem şaşkınlıkl kaynanası baktı. Gözleri iri bir şekilde açılmış kaynanasına vereceği cevabı düşünüyordu. Selvi hanım normalde muamelim sakin biriydi ve onu ilk defa bu halde görüyordu. Kuruyan dudaklarını ıslatıp bocalayarak "anne ben söyleyecektim" Diye konuşmaya başladı.

 

Zeynep ikisini boş bakışlarla izliyordu. Ona göre bu saatten sonra yapılacak hiçbir eylemin pek önemi yoktu.

 

Selvi hanım sert bakışlarıyla "söyleyecektim değil Meryem. Arayıp olanları bir bir anlatacaktın. Ve bundan sonra anne değil Selvi hanım diyeceksin. Zira kızımın ateşe atılmasına seyirci kalarak aramızda ki anne kız bağını koparıp attın" Dedi. Sesi keskin ve yalındı. Meryem kaynanasını ilk defa böyle görmenin şaşkınlığını yaşarken Selvi hanım birkaç dakika önce kapattığı kapıyı açıp onu odanın dışına çıkardı. Çenesini kaldırarak "Zahter Hanım'a de ki Selvi kızımın yandığı konakta yemek yemem diyor. Oğullarım ve kocama da Zeynep'i yaktıkları ateşte üşümelerini ah ettiğimi, kızımın başına gelenlerden onları sorumlu tuttuğumu ve bunun hesabını bana vereceklerini söyledi dersin" Dedi ve kapıyı Meryem'in suratına kapadı.

 

Arkasını döndüğünde kızının boş bakışlarını gördüğün de omuzları çöktü. Onun için dik durmaya çalışıyordu. Adımlarını kızına yönlendirip yatağın yanın da durdu ve dizlerinin üstüne çöküp elini uzattı. Kızının saçlarını okşayarak " Zeynep'im evimin nuru, kalk kendini toparla onların emellerine ulaşmaması için ayakta dur" Diye teselli değil de kuvvet vermek için konuştu. Lakin tüm çabası beyhudeydi. Zeynep sanki başka bir evrene kapı açmış oradan bakıyor gibiydi. Elbette ki bu durgun canhıraş hali namütehani değildi.

 

Selvi hanım kızının duyarsız haline daha fazla dayanamayıp başını onun saçlarına gömüp ağladı. Yılların birikmişliği kızının yaşadıkları. Sarıp sarmaladı iki yürekte dilhundu. Anası kızının kaderini yaşamasından korkuyordu.

 

Selvi hanım daha fazla dayanamayıp kızını kolundan tutarak ayağa kaldırdı. Genç kız tepki vermeden annesine ayak uyduruyordu. Ruhu bedeninden çekilmiş gibiydi. Selvi hanım onu kendi odasına yönlendirdi ve odasında ki hamama sokup üzgün gözlerle kızının üstünü soydu.

 

Zeynep duyarsız bir şekilde boş bakışlarla sadece karşıya bakıyordu. Bedenine sarılan peştamal başından dökülen şu hissiyat sızmış vahim bir durum. Genç kız tutup gidemeği el için üzgündü. Gözlerinin önünde Afran'ın uzattığı el ve onun o eli tutamayışı vardı. Hangi ceseti ezip geçerek o eli tutabilirdi ki? Baran abisi günler önce benim kardeşim yapsa kafama sıkar ömrü boyunca ona vicdan azabı olurum dememiş miydi?

 

Demişti! Ve yapmıştı. Gittiğin de o tetik çekilmeden, o silah inmeyecekti. Zeynep bunun farkındaydı.

 

Peki ya Afran?

 

Onun beklenti ile bakan bakışları yorgun bir şekilde gözlerini yumdu. Başından akan sıcak suyla gözlerini yumdu. İyi değildi ve bir daha iyi olmayacak gibiydi.

 

Selvi hanım bir bebeği yıkar gibi şefkatle kızını yıkıyordu. Kızının uzun gür saçlarını şampuanlayıp köpüklediğin de Zeynep içli bir nefes alıp "Daye kaderé min zéy pordé mé reşe "

(Anne benim kaderim saçlarım gibi kara)

 

Selvi hanım elinde ki tas havada kaldı. Ne diyebilir kızını ne ile teselli edebilirdi. Geçecek sevdiğin adama kavuş bileceksin diye bilir miydi?

 

Kendi kavuşabilmiş miydi?

 

Ya da bu topraklarda kaç kişi sevdiğiyle ydi.

 

Yaşadıkları coğrafyada topraktan yaratılan insanlar toprağa katılmak için heves ederlerdi. Acılarını sanki toprak alacak gibi toprağa girmeyi umut etmek. Bir avuç toprak yürekte ki bir ton acıyı görebilir miydi?

 

Velhasıl kelam toprağın üstündekiler zalim olunca toprağın altına girmek istersin.

 

Elinde ki tasın suyunu kızının başına döküp "Daye té kurbáné pordé té bé keçá mıná delal"

 

(Annen saçlarına kurban olsun benim güzel kızım)

 

Zeynep ağlamamak için kendisiyle mücadele veriyordu.

 

Selvi hanım ise kızının derdine ortak olamadığı için içi kahrola kahrola onu yıkıyordu. Aradan geçen dakikalar ile Zeynep'i yıkayıp giydirdiği bornoz ile hamamdan çıkarıp yatağına oturdu. Olduğu oda Selvi hanımın odasıydı, burada kimse gelip Zeynep'e bir şey söyleyemez di. Orta yaşlı kadın kızını sarıp sarmalamak ister gibi saçlarını kurutmaya başladı. Genç kız annesinden gördüğü şefkatle gözlerini yumdu. Bugün o saçlarından tutulup sürüklenmişti.

 

Oysa saçlarına bugün el uzatanlar normalde okşarken bile incitmeye bile koyamazlardı.

 

Zeynep bugün güven duygusunu kaybetmişti. Kemikli tarak saçlarından aşağı kayarken Zeynep'ten çok büyük kayıplar veriyordu. Babasını abilerinin kaybetmesinin verdiği büyük acıydı.

 

Selvi hanım elinde ki tarağı komidine koyup aldığı sesli nefesle dolaba ilerledi. Oldukları oda bu konağa gelin geldiği odaydı. Burayı hiçbir zaman benimseyip kendi evi kendi yuvası gibi hissetmemişti. Onu buraya bağlayan tek neden evlatlarıydı. Dolabından yeni gelinken giydiği kıyafetlerden bir elbise ve sıfır iç çamaşırı çıkarıp geri döndü. Kıyafetleri yatağa bırakıp sıcak bir tınıyla "gidip yüzün için birkaç krem getireceğim ben gelinceye kadar sende üstünü giyin. Daha sonra ne yapacağımızı konuşalım kızım" Dedi lakin Zeynep sanki farklı bir alem de gibiydi ve söylediklerini duymuyordu.

 

Ellerini uzatıp Zeynep'in yüzünü iki elinin arasına aldı. Genç kızın yeşil gözleri annesinin gözleri ile kesiştiğin de "kızım güçlü ol ve toparlan. Bugün Afran ile ayrılık sana ölüm gelecek lakin yıllar sonra aynı düşünceler de olmayacaksın. Şimdi önceliğin seni bu cehennem den kurtarmak. Daha sonra ikiniz için ne yapabiliriz diye düşüneceğiz. Ama şimdilik seni buradan çıkarmam lazım yoksa o Zahter cadısı emeline ulaşmadan asla durmayacak" Dedi.

Zeynep'in gözünden bir damla yaş firar edip tenin de süzüldü. Mücadele edemeyecek kadar kendini güçsüz hissediyordu. Gözlerini yumup "keşke ölsem de kimseye dert olmasam. Hem bugün beni öldürmek isteyenler rahata kavuşur" Diye isyanını dile getirdi.

 

Selvi hanım anacan tavrıyla " Kızım dir ayetini koru, öyle her zorlukta ölüm istersen işin zor. Sen bu toprakların kızı kadını olacaksın. Öyle sevda için aşk için öldüm ölürüm demiyeceksin, ben güçlüyüm ben başarırım deyip herkese örnek olacaksın" Diye kızına telkinlerde bulundu.

 

Cebinden cep telefonunu çıkarıp kızına uzattı. Elini hala nemli olan saçlara uzatıp " Onu ara ve iyi olduğunu söyle. Şimdi kafayı yemiştir " Dedi ve telefonu Zeynep'in avuçlarına bırakıp arkasını döndü. Adımları odadan çıkmak içindi fakat niyeti kıyamet koparmaktı. Elini kapı kulpuna attığın da Zeynep'in "anne " Diyen sesiyle durup omzunun üstünde kızına döndü.

 

Zeynep buruk bir gülümseme ile annesine bakıp "anne sağol ama bilmeni istediğim bir şey var,ben ona kaçmadım. Süreya hala bana sen ve Kemal abimin beni beklediğinizi, şöförün beni size getireceğini söylediler" Dedi. Selvi hanım duydukları ile beyninden vurulmuşa döndü. Çattığı kaşlarıyla " seni bize getiriyordu ne demek. Bizi arayıp senin evden kaçtığını söylediler" Diye kızını cevapladı. Fakat sesinde ki tını öfke kusan bir tondaydı.

 

Zeynep başını olumsuzca sallayıp "yalan anne ben kimseyle kaçmadım. İftira atıyorlar istersen Süreya Halama sorabilirsin" Dedi. Ses tonu annesini ikna etmek için mücadele eder gibiydi.

 

Selvi hanım onu anladığını belirtir bir şekilde kafasını sallayıp " Tamam kızım sen üstünü giy ve toparlan ben de bunun hesabını onlara soracağım" Dedi ve kapıyı açıp dışarı çıktı.

 

Selvi Hanım kendinden emin bir şekilde yürürken Zeynep bilmediği bir Araf'taydı. Kalbinde ki tüm kapılar Afran'a çıkarken zihni abilerin baban diye çığlık atıyordu.

 

Zeynep ve Afran'a kim düşmandı veya kim karşıydı.

 

Hangi tanrı veya hangi yaratıcı Aşk'a karşıydı. İnsanlar kendi vicdansızlığını niye yaratıcıya yüklerdi.

 

Zeynep Allah'a inanıyordu. Afran'ın tanrısından inançından o'na neydi. Hem Afran gerekirse din değiştiririm dememiş miydi?

 

Hem kulun önceliği insan olmak değil miydi?

 

İnsan olamadıktan sonra yaptığın ibadet seni kurtarır mıydı?

 

Zeynep'e bugün yaşatılanın hesabını kim verebilirdi.

 

Avuçlarına bırakılan telefona uzun uzun bakıp ezbere bildiği numaraları tuşladı. Kullağına götürdüğün de ilk çalışta açılması onu şaşırttı.

 

Afran ise elinde telefon sevdiğinden bir haber bekliyordu.

 

Karşıdan aldığı "Zeynep'im" Sesi kulaklarına bayram ettirir cinstendi. Ne yani sevdiği kızgın ve küskün değil miydi?

 

Zeynep yutkunup titreyen sesiyle "Afran " Dedi lakin ses tonu arada olan şeyleri ezip geçen bir hasreti barındırıyordu.

 

Bugün yaşanan onca şeye rağmen Afran gülümsedi. Sevdiğinin sesini duyuyordu daha ne olsundu. Ne var yani uzattığı eli tutmamış ise, gerekirse milyon kez uzatacak Zeynep milyon kez o eli tutmasındı fakat yine arasın 'Afran ' deyip ismini zikretsindi.

 

"Zeynep'im iyi misin?"

 

"İyiyim Afran şimdi daha iyi oldum. Sen nasılsın"

 

"Ben de şimdi iyi oldum "

 

Onlar hasret giderip bu şekilde konuşurken yarın için içlerine umut serpiliyordu. Bugün kaybettikleri umutları geri gelmiş gibiydi. İnsanın en çok yıkan şeyin bu olduğunu daha öğrenmemişler di. Elbet yakın bir zaman da öğrenecekler di.

 

Selvi Hanım ise öfkeyle merdivenleri iniyordu. Ağzında geveleyip kocası ve ailesi için söylenirken çarptığı bedenle durdu. Kafasını kaldırıp çarptığı kişiyle göz göze geldiğinde kaşları çatıldı. Onu görmek beklediği bir şey değildi.

 

Selvi Hanımın çatılan kaşları kısa bir süre sonra düzeldi. O kaşları çatılacak kadar değerli biri değildi.

 

"Çekil"

 

"Selvi"

 

Selvi hanım bir basamak yukarı çıkıp " Efendim Rıza enişte" Dedi. Çıktığı basamakta bile aynı boya gelememişti. Belki yukarıdan baksa daha sesi duyulur gibi gelir diye düşünmüştü.

 

Rıza bey kısa bir süre gözlerini yumup " Zeynep nasıl "

 

"İyi değil ama ben iyi olması için elimden geleni yapacağım"

 

Rıza bey sesli bir nefes alıp ılımlı bir edayla " Selvi istersen ben Halit ve Zahter hanımla konuşurum. Belli ki ikisi birbirini çok seviyor" Diye konuştu.

 

Selvi hanım yılların ondan alamadığı bir güzelliğe sahipti. Kollarını göğsünün altında çapraz bir şekilde geçirip " Rıza enişte ben şuanda kızımın gönlün de olanın peşin de değilim. Kızımı bu cehennemden çıkarmanın telaşındayım. Elbet vardır bir çözüm yolu lakin Zeynep daha genç toy. Şimdilik ayrıldığı dünyanın sonu sanıyor fakat yıllar sonra kimse için ölünmeye değmediğini hiçbir duygunun ebedi olmadığını anlayacak. O zaman şimdi yaşadığı acılar onun için tatsız anılar olarak maziye gömülecekler" Dedi. Sesinde ki soğuk ifade insan soğutan cinstendi.

 

Rıza bey duydukları ile kısa bir sarsıntı geçirdi. Selvi hanımın söylemek istediği açık ve netti. Ona göre Aşk ebedi değildi.

 

Rıza bey genzini temizleyip "İnsanlar farklı yaratıklar. Kimisi bir defa aşık olur bir ömür sevmeye devam eder" Dedi.

 

Selvi hanım onu anladığını belirten bir şekilde kafasını sallayıp dudaklarını birbirine bastırarak " Ben öyle yanımdaki ile yaşar aklımda ki ile ölürüm kafasıyla yaşayan insanların saçmalığına inanan biri değilim. İnsan kalbinde ki ile yaşamalı kalbinde ki ile devam etmeli. Yoo eğer başka biri ile yola devam ediyorsa aklı da kalbide onunla atmalı. Yok öyle kalbimde saklı ihanet, aklım ile de bir başkasını koluma takıp... Yanımda ki ile yaşlandım aklımda ki öldüm. Bu bireyin yaptığı en büyük ihanettir " Dedi. Ses tonu duygusuz ve soğuktu. Rıza beyin yanından geçmek için hareket ettiğin de Rıza bey kolunu tutup " Haklısın. İnsan yanında ki ile yaşar yanında ki ile ölür. Hem yanındakini zaten seçen aklına da koymuştur " Dedi. Bu sefer sesi buz gibi olan taraf oydu.

 

Selvi Hanım gülümseyip elini kaldırdı ve birkaç defa üst üste kolunda ki yabancı elin üstüne vurup "bunu seçim yapan sen iyi bilirsin. Ben sadece hatırlattım " Dedi ben kolunda ki eli bileğinden tutup sirkeler gibi itti. Çenesini kaldırıp ona bakmadan indiğin de "kızımın dağ gibi bir babası var. Yaptığı hatayı fark ettiğin de kızının yanın da duracaktır" Dedi.

 

Merdiven bitimine kadar arkasından bakan Rıza bey ve geçmişe temiz bir sünger çeken Selvi Hanım.

 

Orta yaşlı önce mutfağa girip gelini Meryem'e bakındı. Aradığını eline koymuş gibi mıtfakta bulmuştu. Daha onunla görecek hesabı vardı fakat şimdilik normal davranıp onu ürkütmeyecekti. Ses tonunu normal tutmaya dikkat ederek "Meryem Baran nerede ise çağır konuşmamız gereken konular var" Dedi. Meryem'in şaşkın bakışlarını umursamadan "Zahter Hanım nerede " Diye devam etti.

 

Kaynanası normalde naif sakin bir kadın iken şimdi hiç tanımadığı biri gibi davranıyordu. Meryem kendisini toparlayıp "şark odasında " Dedi.

 

Selvi hanım gelinini süzüp "sen de çocukları ve eşyalarını topla İstanbul'a dönüyorsun" Dedi ve ondan ğelecek cevabı duymayı bile beklemeden mutfaktan çıktı. Adımları bile öfkesini çıkarır zemin de tok ses çıkarırken şark odasına ilerledi.

 

Kapıyı açıp içeri girdiğinde görümcesi Süreya ve Zahter hanım ve Halit bey yanyana oturmuş konuşuyorlardı. Konunun ne olduğu belliydi. Selvi hanım kapıyı sert bir şekilde çarpıp onlara ilerledi. Kızı için üçünü karşısına almaya hazırdı. Daha kimseye bir şey yapmamıştı. Elbet üçü de bunun bedelini ödeyecekti.

Selvi başı dik bir şekilde kocası ve Zahter hanımın arasına oturup " Zahter hanım ben yarın kızımı alıp gidiyorum ve burada ki bu olay bir daha kapanmamak üzere kapanacak " Diye söze girdi. Öyle rica minnet olacak bir kelime araya katmadan direkt cümle kurmuştu.

 

Zahter hanım çattığı kaşları ile gelinine bakarken Halit beyin de gözleri yüzüne bakmayan karısındaydı.

 

Zahter hanım memnun olmadığını gösteren bir yüz ifadesiyle " Bu da nerden çıktı. Biz Zeynep ve İlyas'ın nikah meselesini konuşuyorduk " Diye emrivaki yapar gibi vaziyetten memnun olmadığını bir tınıyla patavasız bir şekilde söze girdi.

 

Selvi hanım gayet sakin bir edayla "kiminle konuştun bilmiyorum ama benim ve kızımın buna gönlü yok. Kızımın istemediği bir evliliği ona kimse yaptıramaz. Belli ki kızımı cahil bulup üstüne oyun oynayarak onu mecbur bırakmak gibi bir niyetiniz var. Ama ben kızımı kimseye yem etmem Zahter hanım" Dedi. Sesi ve kelimeleri bu sefer tehtit variydi. Onlar ilk defa pençe çıkaran Selvi'yi gördükleri için şaşkındı.

 

Halit bey öfkeyle "annemle düzgün konuş Selvi " Diye gürledi.

 

Selvi omzunun üstün de kocasına bakıp " Annen de duracağı yeri bilsin. Dul adama bekar kız verildiği nerede görülmüş ki, siz toplanıp benim kızım hakım karar veriyorsunuz. Çok istiyorsa Süreya'nın kızı kızımdan büyük onu versin" Dedi ve görümcesine döndü.

 

Süreya hanım yerin de hareket ederken Selvi hanım gözlerini kısıp " Hem senin kız benim ki den daha büyük, İlyas'a kadınlık konağa hanımlık rahat eder. Zahter hanım da torununu parmağın da oynatır " Dedi.

 

Ve bu cümleler ortam da bomba etkisi yarattı. Zahter ve Süreya hanım birbirine bakarken Halit bey yerinden fırlayıp eliyle kapıyı göstererek " Selvi sen ne dediğinin farkında değilsin. Çık dışarı " Diye bağırdı.

 

Selvi hanım sakin bir hareketle ayağa kalkıp " Ha sen ve ailen ne yaptığınızın farkındasınız " Dedi bakışları Zahter hanımı bulurken "malum kızımın hayatını karartmak için elinizden geleni yapıyorsunuz" Sesi bu sefer alayvari değil öfke kusuyordu.

 

Zahter hanım elinde ki bastonu yere vurup " Gelin sen ne dediğinin farkında değilsin" Diye bağırdı.

 

"Tıpkı sizin ne yaptığınızın farkında olmadığı gibi değil mi? "

 

Verdiği tepkiye anında cevap aldı.

 

Süreya hanım yerinde hareketlenip "Selvi kızın bir adama kaçmışken, İlyas aile şerefimizi korumak için evliliği kabul ediyor. Bence sen kızının ölmediğine şükret ve sus" Dedi.

 

Selvi hanım gülümseyip "kızım İlyas gibi biriyle evlenmekten zaten ölmek isteyecek. Siz onun evet diyeceğini mi sanıyorsunuz" Kendinden emin olduğu kadar kızından da emindi.

 

"Zeynep ve İlyas evlenecek" Ortamı bıcak gibi kesen ses Halit beye aitti.

 

Selvi hanım hayal kırıklığı işe kocasına bakıp "ben kızımı alıp gideceğim ve bu konu burada kapanacak" Diye diretti.

 

Zahter hanım elinde ki bastondan destek alarak ayağa kalkıp " Zeynep hiçbir yere gitmiyor giderse Afran'a kaçtığını aşirete duyuru onun için ölüm emri çıkarırım. Ayran Hristiyan kimse öyle berdel veya başka hüküm vermez. Olan kızına olur" Dedi.

 

Selvi hanım üşüdüğünü hissetti. Kafasını olumsuzca sallayıp "kızıma iftira attınız. Kızım ben kaçmadım size geliyorum dedi"

 

"Kızın canını kurtarmak için yalan söylüyor " Diyen Süreya hanım çantasından telefonunu çıkarıp Selvi hanıma çevirdi. Parmaklarını hareket ettirip "bak bunlar kızının görüntüleri" Dedi.

 

Selvi hanım ona gösterilen resimlere bakarken şaşkındı. Zeynep'in konağın önünde Afran'a sarılmış arayaba bile binmeden Afran'ın kapıyı açarken resimleri vardı. Yüzünü sıvazlarken "Zeynep yalan söylemez " Dedi lakin söyledikleri havada asılı kaldı.

 

Süreya ve Zahter hanım abisini ve çocuklarını yanlarına almışlardı. Gerisi çok mühim değildi. Onlara göre Selvi'de kızının canı tehdidiyle yola gelecekti.

 

Onlar büyük bir tartışmanın içindeyken diğer bir taraf vardı. Ve onlar delirmemek için kendileri ile mücadele veriyorlardı.

 

Kadir öfkeyle sağa sola gidip gelirken Rojawan onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Tabi kendisi de olanları duyduktan sonra farklı bir durumda değildi ama yine de arkadaşını sakün tutmaya çalışıyorlardı.

 

Sis ve Kendal keyifli bir şekilde içeri girdiklerin de İlyas'ı da sürükleyerek getiriyorlardı.

 

Kadir'in beklediği içeri girdiğin sinirli bir şekilde ona yürüdü. Yakasından tuttuğu İlyas ile göz göze geldiğin de beklemeden kafasını suratına geçirdi. Rojawan ayağa kalkıp gayet sakin bir tavırla Kadir'in elinden çekip "ulan Qebrax madem ölmek istiyorsun sıksana kafana. Bizi neden katil yapıyorsun" Dedi yumruğunu onun suratına geçirdi. Sis'e dönüp "böyle şerefsizi vurduktan sonra bununla aynı cehennem de yanmak var" Diye devam etti.

 

Kadir onu duymamazlıktan gelip İlyas'ı kaldırıp "demek Zeynep ile evlenmek istiyorsun" Dedi İlyas gülümsedi.

 

Sis sırtını duvara yaslayıp "arkadaş ölmek için elinden geleni yapıyor"

 

"Şimdi Kadir ile, birazdan sorgu melekleri ile muhatap olacak farkında değil" Diyen Kendal'dı.

 

"Bu tırrek ölmek için yanlış yerde olduğunun farkında değil" Bu sefer konuşan Rojawan'dı.

 

Damarlarında öfke akıp giderken lys ona bakıp "niye sen de onunla evlenmek istemiyor musun? " Diye duygusuz canlı konuştu lakin Kadir'i vurmak istediği yer belliydi.

 

Kadir kaşlarını kaldırıp "bunu bildiğin halde Zeynep ile evlenmek istedin o zaman " Dedi. Hesaplaşmak veya yüzleşmek değildi. Ses tonu ilk defa piskopat gibiydi.

 

İlyas yutkunduğun da Sis olacakları tahmin eder gibi yüzünü buruşturup "Sizin aşk davaları yüzünden biz niye sürekli adam dövüyoruz" Dedi. Bunları söylerken bakışları Rojawan'daydı.

 

Rojawan omuz silkeleyip " Benim için sorun yok ölen benamus olunca helvasını yemekten daha çok zevk alıyorum"

 

Rojawan'ın konuyu helvaya bağlaması hepsinin surat asmasına nedendi.

 

İlyas ayağa kalkıp Kadir'e karşılık vermek istese de kuvveti buna yetmedi. Kadir onun elini havada tuttuğun da uslanmaz bir tınıyla "ben onun amcasının oğluyum sana ne " Dedi ve elinin çevrilip kırılması aynı anda oldu.

 

İlyas Zeynep'e aşık değildi lakin onur bir erkek ve karşısın da kürpe genç bir kız vardı. Neden istemesindi ki? Zihniyeti şerefsiz olunca karşısın da kine göz dikerdi. Kadir kırdığı eli bırakıp onu savurdu ve tekmesini karnına geçirdi.

 

"Lan şerefsiz ben ona seni seviyorum demeye kıyamadım " Diye bağırdığın da İlyas acı için de inleyip "sen de şerefsizsin yoksa sana abi gözüyle bakan bir kıza niye aşıksın" Dedi.

 

Söyledikleri Kadir'i daha öfkelendirirken diğerleri yüzlerini buruşturup izliyordu. Üçü de müdahale edip onu durdurmayı düşünmüyordu.

 

Sis cebinden sigara paketini çıkarıp önce Kendal'a uzattı. Daha sonra da yüzünü asarak Rojawan'a, Rojawan sigarayı aldığın da keyifsiz bir tınıyla " Şu sigaranın üstüne yazıldığı gibi senin üstüne de sigaraya zararlıdır uyarısı yazılmalı" Dedi.

 

Kendal anlamadığını belirtir bir şekilde ona baktığında bakışları ile sigara içen Rojawan'ı gösterip "bu it bedava bulsa üç paket sigarayı birden içer. Bulamasa üç ay sigara içmez. Bu sigara tiryakisi değil sigara bunun tiryakisi" Dedi ve halinden memnun olmadığını belirtir bir şekilde yaktığı sigarayı yere atıp ayağıyla ezdi. Rojawan her şey gibi sigarayı da onlardan otlatması canını sıkmıştı. Aynı keyifsizlik ile ilyas'ı döven Kadir'e ilerleyip "sen de öfken geçti ise biraz bize bırakıp " Dedi.

 

Kadir ona baktığında bir adım geri gitti. İlyas ağzında ki kanı dışarı atıp acı içinde çıkardığı inlemeler ile " Sevdiğini söylemeye kıyamadın ama sevdin. Sen Zeynep'i sevmeye başladığın da Zeynep kaç yaşındaydı Kadir! Ya da sen kaç yaşındasın. Bari ben niyetimi açık açık belirtim. Beni baba yapacak körpe güzel bir genç kız. Hayır demek için bir nedenim yok. İnkar etmiyorum şimdiye kadar ona kötü gözle hiç bakmadım ama bana bu fikirle geldiklerin de tatlı geldi. Peki sen Kadir. Sen ona bu gözle ne zaman baktın" Dedi. Lakin bunlar Kadir'i duymaya tahammül edeceği türden değildi. Kadir "sen ne diyorsun" Diye kükrer gibi bağırdığın da artık çok geçti. İlyas'ın acı feryadı. Kadir'in üst üste geçirdiği tekmeleri.

 

Sis onu geri çekmeye çalışsada başarılı olamadı. Rojawan ve Kendal koşup geldiklerin İlyas çoktan bayılmıştı.

 

Dakikalar sonra Kadir'i sakinleştirmeye çalışan Kendal ve Sis. İlyas'ın başına bir kova su döküp onu ayıltmaya çalışan bir Rojawan vardı.

 

İlyas hissetiği soğukluk ve acılar ile şişmiş gözlerini açmaya çalışıyordu. Rojawan onun kafasını tutup ayıldığını anladığında kafasını itip "hadi şanslısınız bu it ölmemiş " Dedi ve ayağa kalkıp "mezarı boşuna kazdık " Dedi.

İlyas'ın zorla açtığı gözleri iriçe açılırken cebinden bir ustura çıkarıp "neyse gömmek başka bahara kaldı ama buna iyi bir kesim yapmak şart" Dedi ve dizinin üstüne çömelip

 

"Ulan şanslı cirdon zaten acı için de inliyorsun. Kestiğimiz de hiçbir şey hissetmeyeceksin " Dedi.

 

İlyas yerde sürüklenip geri gitmeye çalıştı fakat yara bere içinde olan bedeni ona pek yardımcı olamadı. Korkulu bbakışlarla Rojawan'ın tuttuğu usturuya bakıp "onunla ne yapacaksın " Diye söylendi.

 

Rojawan bakışlarını parmaklarıyla tuttuğu usturaya çevirip "lan korkma " Dedi ve kıvrılan dudaklarıyla emekleyerek kaçmaya çalışan İlyas'a dönerek "baktım önünde erkeğim diye böbürlenerek kaldırdığın bamya kadar organınla adam olamıyorsun, keselim de kurtul bacımız ol " Dedi.

 

İlyas "bunu yapamazsın " Dediğin Rojawan piskopat bir gülüşle " Denemek bedava " Dedi ona doğru eğildi. Elini uzatmadan İlyas çığlık atıp tekrar bayıldığın da Rojawan gür bir kahkahayı patlattı. Keyifli bir şekilde dönüp arkasına baktığın da Sis ve Kendal zar zor Kadir'i durduruyorlardı. Ayağa kalkıp adımları onları bulduğun da konuşmak için ağzını açtı ama duyulan telefon sesiyle durmak zorunda kaldı.

 

Kadir öfkeyle telefonunu cebinden çıkardığı tuşlayıp kulağına götürdüğün de kim olduğuna bakmamıştı lakin telefon da duyduğu ses ve devamı tüm dengeyi değiştirdi. Karşıyı dinleyip çatılan kaşları ile tamam dedi. Telefonu kapatıp cebine koyduğun da yüzünü sıvazlayıp arkadaşlarına döndü. Sanki onlardan bir cevap bekler gibi "benim sevdam da Zeynep bir denizdi bense gökyüzü, bizim kavuşmamız gibi bir şey imkansızdı lakin benim duygularımı yansıtmadan sevmem serbestti. Sorun şuydu ki Mardin'e hiç deniz gelmeyecekti ben de ona olan duygularımı hiçbir zaman yansımayacaktım. Bunun bilinçin de sevdim Zeynep'i. Şimdi ise bana gel başkasını sevdiğini bildiğin Zeynep'i al diyorlar " Dedi ve adımlarını kapıya yöneltti. Yanından geçtiği İlyas'ın karnına ayağını geçirip onun acı için de çıkardığı sesle keyiflenip ıslık çalarak oradan uzaklaştı.

 

Kimisi için bazı dönüşler ve bazı hatalar affedilmezdi. Zeynep bugün karşısın da olan herkesi hiçbir zaman affetmeyin çoğuna vicdan azabı olacaktı. Sevdikleri tarafından sırtından aldığı darbelerle Kadir dahi kimseye bir daha olduğu gibi güvenmeyecekti.

 

Yıllar sonra ne bir Zeynep olmak istedim onu da olamadım diye verdiği cevap bu yüzdendi.

 

*

*

*

 

Selvi hanım olanları öğrendiğin de çıldırmak üzereydi. Hele Süreya hanımın gösterdiği resimlerden sonra saçını yolmak istiyordu. Gerçi saçını yolmakta bir çözüm değildi. Kızı inkar ediyor bana oyun oynuyorlar dese de olanlar tam tersiydi.

 

Bir de Afran'ın Hristiyan olduğunu öğrendikten sonra bakış açısı da değişmişti. Hele aşiret bunu öğrenirse diye ödü kopuyordu.

 

Üst katın terasın da Mardin'e bakıp kara kara düşünceler için de ne yapacağını düşündü. Kaynanası net bir şekilde onu tehdit etmişti. Saçlarında ki şalı omuzlarına indirip sedire oturdu. Kızının kaderi ateş gibi onu yakacaktı. O da bu yoldan geçmiş biriydi lakin onu canı bu kadar yanmamıştı. Biliyordu Zeynep ölür yine de İlyas ile evlenmez di.

 

O böyle kara kara düşünceler içindeyken duyduğu "Afran Jiyan'ın oğluymuş " Sözleri buz kesmesine sebep oldu. Bugün bu sesi ikinci defa duyuyordu. Yıllar sonra ikinci defa duysada onda tiksintiye sebepti. Artık bu aileden olan herkesten tiksiniyordu.

 

Gözlerini kapatıp sessiz kaldı.

 

Rıza bey ona bakmadan konağın beton trabzanlarına ilerledi. Omzunu taş duvara yaslayıp Mardin şehrine bakıp "Zahter hanım emeline ulaşmadan durmayacak. Zeynep'e yazık olacak" Diye devam etti.

 

Selvi hanım indirdiği şalı alıp öfkeyle ayağa kalktı. Dişlerini sıkarak "Rıza bey kimse aşktan ölmüyor. Zeynep daha genç unutur. Jiyan gibi kara toprağa gömüleceğine sevmediği bir adımı sevmeye çalışır " Dedi ve arkasını dönüp adımlarını hızlandırdı.

 

Rıza bey giden kadının arkadasından bakıp haklılığını düşündü. Onlara göre hiçbir duygu ölümsüz değildi. Lakin bunu bir de Zeynep ve Afran'a sormaları gerekip seçim hakkını onlara vermeleri gerekirdi. Belki ikisi de hiç düşünmeden ölümü seçeceklerdi.

 

Tıpkı Jiyan gibi...

 

Selvi hanım o öfkeyle kızının yanına çıkıp konuşmayı denedi. Saatlerce dil dökse de Zeynep ikna olmuyor gibiydi. Hele kızı annesinin ona inanmadığını anladığın da daha çok yıkıldı. İçin de yeşeren küçük umut filizleri solup kurudu. Resimlerin var.

 

Hangi resimleri vardı. Zeynep artık hiçbir şeye inanmaz haldeydi.

 

Selvi hanım ise delirmek üzereydi. Aşağı indiğin de oğulları Baran ve Kemal birbirine girmişti. Baran yaprığı şeyden pişman gibiydi. Bunca şeyden sonra pişman olsa ne olacaktı.

 

Halit bey kafasını eğmiş artık bir bilinmezlikte gibiydi. Zeynep'in İlyas ile evlenmeyi hiçbir şekilde kabul etmeyeceği belliydi. Onu nasıl ikna edeceklerini kimse bilmiyordu.

Selvi hanım gördüğü manzara ile korkmaya başladı. Gidişat oğulları ve amcalarının karşı karşıya geleceğini gösteriyordu. Geldiği gibi yukarı çıktı. Zeynep'in odasına girdiğin de uzun bir konuşma yaptı.

 

Her kelimesi rahmin de can bulan kızının nefesini kesiyordu lakin farkında değildi.

 

Sustu Zeynep!

 

Ölüm oruç'u tutar gibi suskunluk oruç'un girecek gibiydi. Gözleri dolu dolu kafasını salladı. Bu saatten sonra ne diyebilirdi.

 

Suçsuz olduğunu ispat etse ne olacaktı.

 

Titreyen sesiyle "tamam anne çağır kabul ediyorum" Dedi yatağa uzanıp hüngür hüngür ağlamaya başladı.

 

Bu son gözyaşlarıydı. Bir daha ağlamayacaktı.

 

Selvi hanım gözü yaşlı dışarı çıktı. Sözde kızı için ayakta kalacaktı. Yapamamıştı! Hele Zahter hanım katti emrini duyduktan sonra tek çıkış yolu olarak bunu görmüştü.

 

Oysa kızına en büyük darbeyi kendisinin vurduğu nun farkında değildi. Aşağı indiğin de Baran'ı kenarı çekip konuştu. Baran istemese de kabul edip cebinden telefonunu çıkardı ve onda kayıtlı olan kişi tuşlayıp aradı. Kısa bir konuşmaydı "madem Zeynep'i seviyorsun gel al"

 

O kadar basit bir şekilde bir başkasına verilmişti ki vicdanlar da yer bile edinmeyecek diye düşünülüyordu. Oysa daha vicdan azabının ne olduğunu bilmiyorlardı.

 

Baran annesi ile konuşup herkes uyuduktan sonra yukarı çıktı. Kız kardeşine ne diyeceğini bilmiyordu. Sözde buldukları en iyi çözüm buydu. Kapıyı açıp içeri girdiğin de kız kardeşinin dolu dolu gözleriyle gördüğün de kalbine yumruk yemiş gibi sarsıldı. Bugün onu yerde sürükleyen döven kimdi. Kendisi değil miydi?

 

Zeynep uyumamış onu bekliyordu.

 

"Zeynep" Dedi. Ses tonunda yitirdiği şefkat vardı lakin o ses Zeynep'e ulaşmadı. Zeynep'in dolu gözlerindekiler yaşlar donmuş gibiydi. Akmamaları için mücadele etmedi. Zaten akmadılar.

 

Baran elbisesinin eteklerini sıkıp fakat yüzün'de tekbir mimik oynamayan kardeşi ile duraksadı. Zeynep ağzını açmadan giydiği elbisenin eteklerini toplayıp ilerledi.

 

Odanın kapısından çıkarken abisine veya arkasına bakmadı.

 

Baran kız kardeşine bir şeyler demek istedi fakat kesinlikle beklediği tepki bu değildi. Arkasından çıksada Zeynep'e yetişmek ne mümkündü. Merdivenleri indiğin de Zeynep konak kapısın da duran annesinin yanındaydı. Selvi hanım kapıyı açtığın da önce Zeynep çıktı.

 

Sabırsız gibiydi.

 

Baran abisinin arabasını tanırdı. Sessizce ilerleyip arka kapıyı açıp içeri girdi. Kısa bir süre sonra annesi Selvi ve Baran'da gelip ön koltuklara oturdular. Baran arabayı çalıştırırken hepsi suskundu.

 

Zeynep Botan konağından yüzü gözü morluk için de üstünde annesinin elbisesiyle ayrılıyordu. Sanki kimsesizdi.

 

Gerçi ailesi onu kimsesiz bırakmamış mıydı?

 

Araba bir saatlik bir yolculuktan sonra Sancaktar'ların konağının önün de durdu. Zeynep kimseyi beklemeden arabadan inip soğuk havanın tenine nüfus etmesini sağladı. Üşüdü ama bu havanın soğukluğu değildi. Kalabalık bir ailesi varken kimsesiz kalışınaydı. Baran'ın yanında duruşuyla kendisine gelip açık olan konak kapısından içeri girdi.

 

Onları içeri de bekleyen Benaz hanım diğerleri ile gözgöze geldiğin de büyük bir nefes aldı. Ne yapacaktı. Kadere boyun eğmemiş miydi?

 

İçeridekiler gördükleri Zeynep ile dehşete düştüler. Güzelliği ile bakmaya kıyılmayan genç kız tanılmayacak gibiydi. Mevsim dolu dolu gözlerle "Zeynep " Dedi ve ona doğru koşup sıkıca sarıldı.

 

Bu sarılış Zeynep'in canını açıtmıştı. Sesi çıkmadı. Seslerini ailesi almıştı. Bu saatten sonra ölse gıkı çıkmazdı. Daha kimse bunun farkında değildi.

 

Ne gördükleri Zeynep Zeynep'ti. Ne de bundan sonra eski Zeynep olabilirdi. Şen şakrak halleri mazi gömülmüş gibiydi ya kaybolduğu yer de hiç bulunmaz olacaktı.

 

Zeynep geri çekildiğin de Kadir'e bakıp "Kadir abi biraz konuşabilir miyiz? " Dedi. Ses tonun da durgunluk gözden kaçmadı ama kimse normal bir şey beklemiyordu. Kadir önce Behnaz hanıma baktı. Yaşlı kadın bakışları ile içeriyi gösterdiğin de Kadir önde ilerledi. Zeynep'te kimseye bakmadan onu takip Kadir'in açtığı kapıdan içeri girdi.

 

Kadir kapıyı kapat ona döndüğünde Zeynep başını kaldırdı. Adamın sevmeye kıyamadığı yüzü morluklar içindeydi.

 

Zeynep içli bir nefes alıp "bak Kadir abi ben öyle lafı dolandırıp seni oyalamak istemiyorum. Direkt konuya gireceğim" Dedi.

 

Parmakları ile elbisesinin etiğini sıksada güçlü olmaya çalışıyordu. Bir eliyle tuttuğu elbisesinin etiğini bırakıp yüzüne dağılan saçlarını kenara verdi. Yediği darbeler yüzünden şişen yeni renk değiştirmişti. Kadir'in içi gitti. Zeynep o bakışları görmedi. Parmakları ile elbisesini kumaşını sıkıp " Kadir abi ben Afran'ı seviyorum. Ona olan aşkımın önüne hiçbir şey geçemez ama ben ona kaçmadım"

 

"Biliyorum" Diyen ses onun kendisini savunmasına bile izin vermedi. Kadir onun kaçmadığını biliyordu.

 

Zeynep'e bakıp "yalan söylemediğini biliyorum" Diye devam etti.

 

Zeynep'in soğuk bakışların da kısa bir değişiklik olsa da yine eski halini alması saniyeler aldı. Gözlerini yumup açtıktan sonra " Bu evliliğe mecbur değilsin. İstemiyorsan veya sevdiğin biri varsa hayır diyebilirsin. Ben bu saatten sonra ha toprağın altında olmuşum ha üstünde olmuşum benim için fark eden bir şey yok"

 

Kadir'in çatılan kaşları ile " Sen bir erkeğin aşkı için ölürüm diyecek biri değilsin. İdeallerin önceliklerine ne oldu "

 

"İdeallerimi hayallerimi bana inanmayan ailem ile gömdüm. Bedenimi de gömsem rahat edecek gibiyim" Sesi o kadar soğuk çıkmıştı ki insan soğuturdu. Devamın da bıkkın bir nefes alıp " Bak Kadir abi benden bir beklentim olmasın. Bu saatten sonra ben Afran'dan kimseye yar olmam. Onun eli bedenime değmedi ama ondan başka kimsenin elide değmeyecek. Yarın ailem ağalık gibi söylemler ile bana gelme, arkadaş aile dostluğu hatrına kabul ettiğin evlilik gerçek değil ve asla gerçek olmayacak "diye devam etti. Sözleri gerçekçi ve acımazsızcaydı.

 

Kadir sevdiği kızı ilk defa tanımadığını düşündü.

 

" Zeynep ne dediğini bilmiyorsun "

 

"Hayatın gerçekleri Kadir abi"

 

"Abi dediğin adamla birazdan nikahın kıyılacak"

 

"Gönlümün değil dilimin evet diyeceği bir nikah Kadir abi"

 

"Ben senin için kabul ettim Zeynep"

 

"Benim için kendini yakmana değmez"

 

"Gözümün önünde katledilmene seyircimi kalayım"

 

"Beni katledecek olanlar etimden kanımdan olanlar. Sende izleyici ol ne olacak"

 

"Zeynep iyi değilsin"

 

"Ailemi kaybettim Kadir abi, toplu bir ölüm olunca çok sarsıldım. Keşke ben de onlarla beraber ölseydim"

 

Zeynep'in verdiği cevaplar nefreti kırgınlığı, sesine kelimelerine yansıyordu.

 

Kadir ne diyeceğini bilmez bir şekilde genç kıza baktı. Onu teselli edecek cümle bile kuramıyordu.

 

Zeynep kısa bir süre ona bakıp söyleyeceklerini bitirdiğine karar verip elini kapıya attı. Kadir'e bakmadan "annemin oğulları ölmesin diye seninle evlenmeyi kabul ettim. Bu saatten sonra hiçbiri benim ailem değil. Kimsesiz bir kızı aldığını unutma ve ona göre hareket et. Onlardan hiçbiri düğünüme hiçbir şeyime katılmayacak" Dedi ve kapıdan çıktı.

 

Kadir arkasından çıktığın da o Mevsim'in yanında durmuş onunla konuşuyordu.

 

Kadir Baran ile göz göze geldiğin de kafasını olumsuzca salladı. Ellerini hızlı tutmaları gerekiyordu. Şafak sökmeden her şeyin hal olması gerekiyordu. Benaz hanım Zeynep'in omzunu sıvazlarken genç kız yüzünü buruşturdu. Yaşlı kadın eliyle yukarıyı gösterdiğin de Zeynep hiç beklemed

en merdivenlere yönelip yukarı çıktı. Kadir ve diğerleri onları takip etti.

 

Nikah kıyılacaktı.

 

 

 

 

Loading...
0%