Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@jutenya

Söylesene Elfida şimdi hangi tarafa yürüsem yolu sen olacak. Ya da hangi sokak beni sana getirecek... Tamam sus! Biliyorum özür dilerim.

 

Bana geleceğin tüm sokaklar çıkmaz, girme o sokaklara boşver Afran.

 

Anladım Elfida o zaman ben şiir yazayım sende nasıl şiir dizesi olduğunu oku.

 

Sen zaten şiir gibi sevdin Afran; şiir yazmasan da ben bütün aşk mısralarını senden dinlermiş gibi okurum.

 

Zaten bütün aşk dizeleri seni anlatıyor ama benim aşk dizem sensin Elfida

 

"Ey sevgili

 

Saçlarının her teline şiirler namelenir.

Gözlerine bakıp binlerce tablo çizilir

Sen Tanrı'nın yarattığı en büyük sanat eserisin Elfida"

 

Sende bu aşkın sahibisin Afran

 

Söylesene Elfida bizim kavuşmamızı istemeyen tanrı neden yarattı.

 

Rabb'imin vardır bir bildiği.

 

Benim tanrım cahil mi Elfida bilmiyor mu?

 

Allah'ın sonsuz bir merhameti var Afran

 

O zaman senin Tanrı'na yalvaralım Elfida; hangisi bize merhamet edip kavuşturacaksa ona dua edelim.

 

Bu dünyada kavuşmazsak ahirette elbet birleşeceğiz Afran

 

Ben sen'siz bir dünyada var olmamak için Tanrı'ya inanıyor ve dua ediyorum Elfida

 

Züleyha'yı biliyor musun Afran.

 

Biliyorum Elfida

 

Ben Züleyha'nın umudu ve sabrı ile seni seviyorum. Benim Allah'a olan inançımın mükafatı sen ol diye dua ediyorum.

 

*****************************

Arada günler geçmiş Rojawan Hilal'in düğünü kapıya dayanmıştı.

 

Zeynep sözde misafirdi. Kadir ile düğünleri Rojawan ve Hilal'in düğününden üç gün sonraydı. Dışarıya yanlış bir algı oluşmasın diye gelin geldiği evde misafir gibi duruyordu.

 

Botan'lar millete rezil olmak istemiyordu. Malum yaşananlar sineye çekilecek gibi değildi.

 

Kaç gündür Kadir'le yemek dışında hiçbir şekilde aynı ortama girmiyor daha doğrusu buna dikkat ediyordu.

 

Şafak geceyi sindirirerek söküp Mardin'i aydınlatıyordu. Genç kız saçları arasında gezinen parmaklar ile gözlerini açtı. Gördüğü yüz bu aralar yüzünde gülümseme olmasının tek nedeniydi.

 

Hewlin hanım torununa bakarak şevkat barındıran bir tonda " Roj baş keçamın" Dedi.

 

Zeynep yerinde doğrulup " Sen geldin ya benim günüm zaten aydınlık dayeme " Diye onu yanıtlayıp yaşlı kadının yüzünü elleri arasına alıp yanaklarını sulu sulu öptü.

 

Bu hareket ile yaşlı kadın yüzünü buruşturur iken Zeynep gülümseyerek yataktan çıktı. Pencereden dışarı bakarken "çok mu uyudum" Deyip banyoya ilerledi.

 

Yaşlı kadın kafasını olumsuzca sallayıp "çok değil kızım biraz daha uyusaydın seni akşam yemeğine çağıracaktık" Dedi.

 

Zeynep banyoya girmeden omzunun üstünde yaşlı kadına dönüp " Bazen uyuyup uyanmamak istersin daye, geç uyanmak bahane aslında gerçekten kaçmak için gözlerini açmıyorsun" Dedi.

 

Yaşlı kadın torununun gözlerinde sönen hayat ışığının farkındaydı. Anacan bir tavırla " Her sabah gözlerimizi açmaya mecburuz bazen göz kapaklarımız kapalı oldukları için yorulur " Dedi.

 

Zeynep banyo kapısında dayanıp anneannesine baktı. Yanında olduğu için minnet duyuyordu. Gülümseyerek " Peki göz kapaklarını açmak için bir nedeni yoksa "

 

Yaşlı kadın kaşlarını kaldırıp " Güneşin doğması bile göz kapaklarını açması için yeterli bir neden değil mi? "

 

"Ya güneş onun için doğmuyorsa? "

 

"Rabb'imiz günü görmeni istemese güneşin doğmasına izin verir mi? "

 

Zeynep suskun kaldığında yaşlı kadın anlayışlı bir tavırla " Rabb'ine sığın kızım. Onun verdiği şerde vardır bir hâyr " Dedi.

 

Zeynep kafasını sallayıp "zaten ben onun verdiği şer'i ve hâyr'ı kabul edip sabrediyorum" Dedi ve banyoya girdi.

 

Elini yüzünü yıkarken buna daha ne kadar dayanacağını düşünüyordu.

Bugün Rojawan ve Hilal'in düğünü vardı. Genç kız üstsüz başsız gelmişti ve sırf bu yüzden bile kendini çok değersiz hissediyordu. Aynada ki görüntüsüne baktığında yüzünde çöremeye başlamış morluktan sarıya dönmüşlerdi. Eli havalanıp sararmış teninde gezinirken ilk günkü gibi acıyı hissediyordu. Elbette tenin de acı yoktu lakin yara alan bedeni illalah bir daha iyileşmeyecekti.

 

Gözlerini yumduğunda asi bir göz yaşı firar edip sararmış teninde sözüldü. Sıkı sıkıya kağattığı gözleri aynada ki yansımasını görmeyi red ediyordu.

 

Gözlerini açıp aynadaki görüntüsünü gördüğünde fısıltı halinde " Affet Allah'ım kaderimde yazmadığın aklımdan çıkmıyor." Dedi ve kafasını yana eğip teninde ki elini aynaya uzatıp yansıtmasında gezdirirken " Madem nasibim değildi neden bu kadar sevdirdin " Diye devam etti.

 

Nasibin de Afran yoktu ve Kadir ile evliydi. Kabul ve red ettiği bu gerçek hiç olmadığı kadar canını acıtıyordu. Şimdi ayrı odalardaydı ama çok değil bir hafta sonra yapılacak düğünden sonra mecburen onunla aynı odada kalacaktı.

 

Düşündüğü gerçekler onu dehşete düşürmeye yetti. Soğuk bir ürpermerme zihnini esir alırken apaçık olan gerçek ile yüzyüzeydi. Tıpkı yüzünde olan sarılıklar gibi.

 

Aynada ki yansımasına dalmış giderken duyduğu "Zeynep" Sesiyle eğildi ve soğuk suyu yüzüne çarparak kendisini toparlamaya çalıştı. Hızlıca doğrulup yüzünü kurularken " Geliyorum " Dedi ve elleriyle saçlarına şekil verip banyodan çıktı.

 

Yaşlı kadın yatağa oturmuş torununun gelmesini bekliyordu.

 

Zeynep yüzünde sahte bir tebessümle " Hewlin sultan çok mu beklettim? " Dediğin de yaşlı kadın çatılı kaşları ile " Çok bekletmedin de ben çağırmasaydım aynaya bakıp ağlaman bitmeyecekti" Diye torununu yanıtladı.

 

Genç kızın değişen yüz hatlarından şaşırdığı belliydi. Yaşlı kadın dizine vurup şiveli sesiyle " Gel yat dizime bakalım derdine derman var mıdır? " Dedi.

 

Zeynep ona doğru adımlarken " Derdimin dermanı olmadığını ben de biliyorum Hewlin sultan " Dedi ve yatağa oturup başını yaşlı kadının dizine koydu.

 

"Her derdin vardır bir dermanı kéyna"

 

"Benim derdime yoktur derman dayé me"

 

Yaşlı kadın torunun saçlarını okşarken "sabrer kızım sabrın mükafatı güzel olur" dedi.

 

"Ben sabrımın mükafatı Afran olsun istiyorum o da bu saatten sonra bana haram" dedi ve kısa bir süre boşluğa bakıp "bende o'na haramım" dedi ve sustu.

 

Yaşlı kadın dizinde ki genç torununu teselli etmek istiyordu lakin söyleyecek kelimeleri yan yana getirip cümle kuramıyordu.

 

Parmakları ipek gibi saçlarda gezinirken damadı ve torunlarının ona nasıl kıydığını düşünüyordu. Hissetirikli bir nefes alıp "kızım sen sabırlı ol Rabbine sığın, yeri göğü yaradan sırtına kaldıramayacağı yükü vermez" dedi.

 

Zeynep ağlamak istemiyordu hüzünlü bir sesle " yük sırtımda olsa altında ezilmemek için elimden geleni yapardım lakin benim yüküm kalbimde, kalbim her attığında ağrıyor sızlıyor. Hani alışırsın tabiri varya daye o külliyen yalan gittikçe büyüyen bir sızı kim alışır" diye derdini dile getirdi.

 

Yaşlı kadın torunun saçlarını okşarken anlayışlı bir edayla " kalp ağrır mı?"

 

"Onunda kalbi böyle ağrıyor mu?"

 

"Kalpleriniz hemhal ise acır"

 

"Kalplerimiz hemhal ama onun kalbi acımasın. Acımı da hissetmesin" diye devam eden genç kız yerinde doğrulup yaşlı kadına bakarak " gece rüyamda görüyorum elini uzatıyor ve ben çok istememe rağmen elini tutamıyorum " dedi ve kafasını eğip " rüyamda arkamı dönen hep ben oluyorum o bana kızgın mı?"diye devam etti.

 

Yaşlı kadın elini uzatıp çenesinden kaldırarak torunu ile göz göze geldi. Torunu masumca sevmiş ve seviyordu. Gülümseyerek " sen o'na kızgın mısın?" dedi.

 

Zeynep kafasını olumsuzca sallayıp "ben o'na niye kızayım" dedi.

 

Yaşlı kadın dudaklarını birbirine bastırıp " ah deli kız o zaman o sana niye kızsın. Seven sevdiğine kızar mı?"

 

"Ama ben evlendim. Onu değil ailemi seçtim" diyen Zeynep'in gözleri dolu doluydu.

 

Yaşlı kadın yüzünde ki tebessümle " senin mecburiyetini anlamaz ise kalpleriniz hemhal olamamıştır "

 

Zeynep omuz silkeleyip "onun boşluğu kalbim de sızı, hemhal olmasa nefes almakta zorlandığını nasıl hissedirim" dedi.

 

Yaşlı kadın konuşacağı anda " özlemin tarifi ne deseler o derim. Özlemek için mevsimlerin geçmesi gerekmediğini onun özlemi ile öğrendim. " dedi ve kısa bir süre duraksayıp " sanki beşinçi bir mevsim o ve benim beşinci mevsim hiç gelmeyecek gibi " diyen Zeynep'in naif sesi araya girdi.

 

Torunuyla daha konuşacağı çok konu vardı ama duydukları kapı sesi ile sustu.

 

Zeynep yataktan kalkıp kapıya ilerlerken "kahvaltıya inmedim ayıp oldu" diye mırıldanıp kapıyı açtı. Karşısında gördüğü Mevsim'e gülümseyerek "bu uykucu yeni uyandı ve sen onu göremeyince merak ettin" diye sahte bir tınıyla neşeli bir izlenimi verdi.

 

Mevsim omzunu kapıya dayayarak "bebeğim sabaha seninle uyanmak gibi hayallerime limon sıkıyorsun" deyip gülümsedi.

 

Zeynep çevresinde ki insanları üzmek istemiyordu. O da omzunu kapıya dayayıp " bilseydim beyaz atıma binip seni uykundan öpücüğümle uyandırırdım" dedi.

 

Mevsim yüzünü buruşturup "yavrum beni öpücükle uyandıracak biri olacaksa lütfen bu kişi enişten Henry olsun. Ben şansımı senden değil de ondan yana kullanmak istiyorum" dedi ve elini saçlarına götürüp savurarak " ahhh Henry'im neden Mardin değil de İngiltere " diye isyan eden bir tınıyla konuştu.

 

Zeynep gülümseyip " Henry Cavill ayağında şalvar beyaz gömlek yelek omzunda puşi elinde tespih hayal edemiyorum" dedi.

 

Mevsim çenesini kaldırıp " neden Superman kostümü giyerken hayal ediyorsam ben öyle hayal ederim" dedi ve gözlerini yumup " düşünsene Mardin çarşısında yürüyoruz ve sıcak başımıza vurduğu için önümüze bakmıyoruz " dedi.

 

Tabi o böyle konuşurken arkasında duran Kadir'in fatkında değildi. Gözleri kapalı olduğu için Zeynep'in iri açılan gözlerini kafasını olumsuzsa sallamasını görmüyordu.

 

Kadir tek kaşını kaldırıp kardeşini dinlerken Mevsim şakıyarak " o sıcakta önümüze bakmadığımız için çarpışıyoruz ve töre namus cinayet diyen imansız yobaz kesim bizi zorla evlendiriyor" dedi ve gözlerini açıp ellerini birleştirerek "düşünsene Henry ağam ve ben düğünümüz de onun üstünde Superman kostümü benim üzerim de kırmızı xéftan reyhani oynuyoruz " dedi.

 

Zeynep ona kaş göz işareti yapsa da genç kız umursamadan "ya güzel olmaz mı?" diye devam etti.

 

Kadir arkasında durmuş kız kardeşinin saçma sapan konuşmasını dinliyordu.

 

Zeynep daha fazla dayanamayıp "Kadir " derken genç adam genzini temizleyip gayet sakin bir tınıyla " bence ben o yobazlara gerek duymadan seni damda sallandırayım " dedi.

 

Mevsim alt dudağını ısırıp tedirginlikle " Zeynep duyduğum sesin abime ait olmadığını söyle " dedi. Alt dudağını dişlerinin arasında ezerek o olmaması için dua etti.

 

Zeynep kafasını olumsuzca sallayıp "üzgünüm ama Kadir arkan da " diye onu hiç rahatlatmayacak cevabı verdi.

 

"Henry itini Mardin ağası olarak hayal ettiğini öğrenecek kadar " ses Kadir'e aitti.

 

Mevsim arkasını dönüp "abi ya koskocaman Henry Cavill'in işi gücü yok ağa marabası olsun " dedi ve ayaklarını yere vurup " aşk olsun ya hayallerimi öldürdünüz " deyip Kadir'in yanından hızlıca geçip yukarı çıkmaya başladı. Fırsattan istifade ortalığı kaynayıp kaçma derdindeydi.

 

Kadir seğiren kaşı ile giden kız kardeşinin arkasından öfkeyle " sen bana marabamı demek istedin" diye bağırdı.

 

Mevsim adımlarını durdurup merdiven korkuluklarından eğilerek " sen marabaları küçümsüyor musun?" dedi ve kafasını olumsuzca sallayarak dilini damağına bastırıp çıkardığı nıçç nıçç sesiyle " sana hiç yakıştıramadım Kadir ağa" dedi ve doğruldu.

 

Zeynep eliyle sus işareti yapsada Mevsim onu görmezden geliyordu.

 

Kadir şaşkınca ona bakarken o ellerini havaya kaldırarak " Allah'ım sen Henry gibi bir ağa gönderdinde bizmi berdele hayır dedik" diyerek isyan ede ede yürüyüp odasına girdi.

 

Kadir yukarı çıkmak için hareket edeceği anda Zeynep onu kolundan tutup "dur Mevsim'in deli hallerini biliyorsun " dedi ve duraksayıp kuruyan dudaklarını ıslatıktan sonra munzur bir ifadeyle "nereden bakarsan bak o'da haklı yani Mardin'de bir Henry bulmak imkansız olunca isyan ediyor" dedi.

 

Kadir'in ağzı şaşkınlıkla aralandı. Yüzünü sıvazlayıp "biz Mardin erkeklerinin nesi varmış mis gibi taş fırın erkeğiyiz " dedi. Ne yani onlar çirkin miydi?

 

Zeynep dudaklarını birbirine bastırıp gülmemek için verdiği mücadele ile "Estağfurullah ama işte bir Henry değilsiniz " dedi.Ciddi durmaya çalışan tavrı takdire şayandı.

 

Kadir duyduğunun gerçekliğini sorguluyor lakin Zeynep'in onunla eğlendiğinin farkında değildi. Ellerini beline koyup çattığı kaşları ile " ne yani sende o itimi beğeniyorsun " dedi.

 

Kadir'in ciddi tavrı Zeynep'in kahkaha atmasına sebepti. Genç kız gülerken "yok ben Timothee Chalamet 'i daha çok beğeniyorum ama Mevsim gibi Mardin'de ona denk gelmeyi hiç hayal etmedim " diye şakıdı. Konağa geldiği andan beri ilk defa gülüyordu. O gülerken Kadir konuştuğu konuyu unuttu. Aklında ki silindi sadece Zeynep'in gülüşü mutlu hali güldü. Kafasını olumsuzca sallayıp "Mevsim'in deliliği bulaşıcı değil mi?"dedi.

 

Zeynep omuz silkeleyip " Mevsim deli değil hayatı takmadan yaşamaya çalışıyor " diye onu yanıtladı.

 

Kadir onu görmeyen sevdasına bakıp "annemler çarşıya çıkacak seninde gelmeni istiyorlar " diyerek konuyu değiştirdi.

 

Zeynep birkaç dakika için unuttuğu gerçek hayatla yine yüz yüzeydi. Düğün için alışveriş yapılacaktı. Daha doğrusu Rojawan'ın düğünü için alışveriş yapılacaktı.

 

Zeynep gitmek veya başkalarının parası ile kendisine bir şeyler almak istemiyordu. Nasıl red edeceğini düşünürken Hewlin hanım kapıyı açıp kızgın bir tavır şiveli sesiyle " keyna bir çıktın dönmedin. Sözde daha çarşıya çıkacaz herhal akşam çıkmayı düşünüyorsun " dedi.

 

Zeynep minnetle anneannesine bakıp "daye Kadir'de " diye söze girdi ama Kadir araya girip " siz Hewlin sultan ile hazırlanın sizi ben bırakırım " dedi.

 

Zeynep yaşlı kadına baktığında Hewlin hanım kafasını olumlu anlam da sallayıp "olur torunumla beraber alttan girer üsten çıkar çarşıyı köşe bucak gezeriz" dedi ve arkasını dönüp " Zeynep gel hazırlan " dedi ve kapıyı örttü.

 

Genç kız yüzünde tebessüm ile "hemen hazırlanıp geliyorum " dedi ve elini kapı koluna attı. İçeri gireceği anda Kadir'in " Timothee Chalamet'mi gerçekten yakışıklı buluyor musun?" diyen sesi duyuldu.

 

Zeynep gülmemek için kendiyle mücadele verse de hareket eden omuzlarından bunu başaramadığı gün gibi ortadaydı. Kapıyı açıp içeriye adımını atmadan " hayır dersem çarpılırım " dedi ve içeri girdi.

 

Zeynep'in verdiği cevap ve yüzüne kapatılan kapı ile burnundan soluyordu. Arkasını dönüp merdivenleri inerken "Timothee Chalamet için yakışıklı der. Gider hristiyan birini sever. Bana gelince Kadir abi dilinden düşmez " diye söyleyene söyleyene aşağı inip konaktan çıktı.

 

Arabasına doğru ilerlerken gördüğü kişi ile suratını buruşturdu.

 

Rojawan yüzünde güneş gözlüğü sırtını arabaya dayanmış onu bekliyordu.

 

Kadir arabanın kapılarını açarken "oğlum Sis seni vurmadı mı ? Bende helva yaptıralım diyecektim" dedi ve arabaya bindi. O emniyet kemerini takarken Rojawan'da yolcu koltuğuna bindi ve "kendi helvamı yiyemiyeceğim gerçeği için üzülüyorum" dedi.

Kadir onu takmadan dikiz aynasında yüzünü inceleyip " ben çirkinmiyim " diye mırıldandı.

 

Rojawan göz ucuyla ona bakıp "sana çirkin demek için kör olmak gerekir diyeceğim ama sorununun başka bir şey olmasından çekindiğim için yakışıklısın deyip seni buna inandığımı farz ederek konuyu kapatmayı öneriyorum " dedi.

 

Rojawan tahmini olarak bunu neden sorguladığını biliyordu.

 

Kadir dikiz aynasını düzeltip memnun olmayan bir ifadeyle " yok Mardin'de Henry yokmuş yok işte Timothee Chalamet çok yakışıklıymış ha sanki biz yerden çıktık " diye söylenerek arabayı çalıştırdı.

 

Rojawan sırtını kapıya yaslayarak gayet rahat bir tavırla "daha düğününüz olmadan kendi kendine kavga etme aşamasına girdin ise altı ayda mis gibi kafayı yersin" diye konuştu.

 

Kadir burnundan solar bir şekilde " kendi kendime kavga etmiyorum " diyerek arkadaşını yanıtlarken gözü yolda kafası Zeynep'teydi.

 

Rojawan gözlerinde ki güneş gözlüğünü çıkarıp incelerken "andropoza girmek için genç bir yaşta olduğuna göre başka bir şey düşünemedim " dedi.

 

Kadir'in ona dönen öfkeli bakışları ve kısa süre sonra duydukları korna sesi bir anda oldu. Genç adam ani bir frenle arabayı durdururken ikisi öne doğru savruldu.

 

Kadir'in emniyet kemeri takılıydı lakin Rojawan savrulmamak için sıkı sıkıya koltuğa tutunur bir vaziyetteydi.

 

Genç adam kendini toparlayıp arabayı çalıştırırken "oğlum evinle evimin arasında iki sokak var. İş yerlerimiz farklı yönlerde sen her sabah neden benimlesin" diye gürledi.

 

Rojawan yaşadığı korkulu andan sıyrılırken " lan ben binmesem de bu araba o yakıtı yakacak niye söyleniyorsun "deyip emmi kemerini taktı.

 

Kadir "ya sabır " çekip "akşama kına gecesi olacak sen benim yanımdasın gidip Hilal ile ilgilensene " dedi. Amaçı Rojawan'ı başından salmaktı.

 

Rojawan kollarını göğsünde çapraz bir şekilde bağlayıp "o yer elması düğüne kadar beni görmek istemediğini söyledi. Hatta imkanın varsa düğüne bile katılmamı istiyor"dedi. Konuşurken halinden memnun olmadığı rahatlıkla belli oluyordu.

 

Kadir yola odaklanmış bif şekilde " kızı delirtmek için ne yaptın" diye meraklı bir şekilde sordu.

 

Rojawan hatırladığı detaylar ile munzurca gülümseyip " ben bir şey yapmadım. O çatlak yer elması delirmek için zaten bahane arıyor" dedi.

 

Arkadaşının bu hali yüzünde tebessüme sebepti.

 

Onlar işyerine doğru giderken saatler sonra Zeynep ve anneannesi çarşıya çıktılar. Hewlin hanım torunun eksiklerini gidermeye çalışarak alışveriş yaptırıyor Zeynep hayır dese de o alıyordu.

 

Anneanne torun gezerken Zeynep biraz da olsun kafasını dağıtmıştı. Bazen karşısına Afran çıkar umuduyla adım atıyor sonra içinde ki umut için utanıyordu.

 

Oysa utanması gereken o değil ona bu çileyi yaşatanlardı.

 

Hava soğuktu. Zeynep'in içi insanlara karşı daha soğuktu. Eski sevecen etrafına gülücükler saçan genç kız yoktu ve yaşlı kadın bunun farkındaydı.

 

Yaşlı kadın elini dizine koyup "keyna ben yoruldum " dedi ve bakışları ile karşıyı göstererek " hadi gidip bir şeyler yiyelim" diye devam etti. O söylemese torunun aklına yemek yeme gibi bir şey gelmeyecekti.

 

Zeynep onu onaylar şekilde kafasını sallayıp koluna girerek sokağın karşısına geçti.

 

Hewlin hanım onun durgun halini ve

bunu gizlemek için verdiği mücadelenin farkındaydı. Girdikleri mekan küçük tarihi bir mekandı.Masaya geçip oturdukların da genç kız anneannesini üzmemek için menüyü eline alıp yiyeceği yemeği seçti. Anneannesiyle beraber sipariş verdikten sonra önüne dönüp sokaktan geçenlere baktı.

 

Farklı yüzler farklı simalar ama aralarında Afran yoktu. Bunu düşündüğü için kendisine kızıyordu lakin aklı ve kalbi çatışıp aklı günah diye onu ikaz ederken kalbi onun için atmaktan vazgeçmiyordu.

 

Aklının kalbine mağlup olduğu çetin bir savaş.

 

Yüreği sızlıyordu.

 

Onların hikayesinde ki isimler farklı ama yürek sızıları aynıydı.

 

Genç kız umutsuz bir şekilde yoldan gelip geçenleri izliyordu. Yaşlı kadının bakışları da ondaydı.

 

Sabır neydi.

 

Peki aşkın sabrı var mıydı?

 

Yaşanan onca acıdan sonra vuslat kısmet olur muydu? Bedenlerin değilde yüreklerin vuslatı nasılda güzel olurdu.

 

Yürek sızının yerini yürek atışı alsa iki yürek bir olsa; çok muydu?

 

Zeynep dalgındı ve daldığı yerde bile sevdiği yoktu. O'na ne olduğunu bilmiyordu ve sormaya hakkı yoktu.

 

Yaşlı kadın torunun halinin farkındaydı. Başındaki margıziti düzeltip " keyna Mardin'de deniz yok nereye dalıyorsun" dedi.

 

Duyduğu sesle kendinisini toparlayıp anneannesine döndü. Yüzünde ki sahte tebessümle "dalmışım ne dediğini anlamadım Hewlin sultan" diye konuştu.

 

Yaşlı kadın torununu üzmemek için "hiç Fırat deli akar dikkatli ol dedim" dedi.

 

Çatılan kaşları yüz şekli ile anlamadığı belliydi. Saçlarını kulak ardı edip sakin bir tınıyla "Fırat zaten deli akar ama konumuz bu mu?" dedi.

 

"Konumuz Fırat nehri değildir elbet ama senin bu dalgınlıkla boğulmaman için fırat nehrine ihtiyaçın yok" diye torununu cevaplayıp garsonun yemekleri getirmesi ile sustu.

 

Zeynep giden garsonla "dalmaktan başka yapacak bir şeyim yoksa ne yapayım Hewlin Sultan"

 

"Kulaç at kızım. Boğulmamak için kulaç at"

 

"Ya kulaç atacak gücüm yoksa "

 

Hewlin hanım azemetinden ödün vermeyen bir tavırla "boğulmak niyetinde değilsen kulaç atacak kuvvetin elbet vardır " diye keskin bir şekilde konuştu.

 

Genç kızın elinde ki kaşık asılı kalırken yaşlı kadın şiveli sesi ile " eğer sevdandan eminsen benim gönlüm de ondan başka kimseye yer yok diye biliyorsan mücadelenden vazgeçme lakin gençliktir maziye gömülür kalbimde ince bir sızı olarak kalır diyorsan kendinle beraber kimseyi o kulaç atamadığın yerde boğma " dedi ve duraksayıp "kime ne diyorum. Sabahtan belki karşına çıkar diye etrafına bakınıyorsun" diye içerlendi.

 

Alınan içli bir nefes ve duyulan hüzünlü bir tınıyla söylenen "Ben sevdamdam eminim benim sadece gözlerim değil kalbim de her yerde omu arıyor. Hani bıçak kesiği can acıtıt derler ya yemin ederim hiçbir darbe yüreğimde ki sızı kadar acıtmaz. Öyle nir şeyki kalbimin ortasında sanki dağ var " deyip yaşadığı acıyı dile getirdi.

 

Yaşlı kadın hüzünle torununa bakıp "peki ya Kadir o ne olacak. O'na verecek gönlün yokmu?" diyerek asıl merak ettiğini konuştu.

 

Zeynep'in yüzün de küçük bir tebessüm oluştu. Saçlarını kenara verip " daye benim on gönlüm yok ki bir gönlüm var onun da sahibi Afran " dedi ve duraksayıp "hem ben Kadir'e abi dedim. İnsan abi dediği adama gönül verir mi?" dedi.

 

Yaşlu kadın kafasını olumsuzca sallayıp "haklısın insan abi dediği adama gönül vermez " dedi ve konuyu kapatmak istediğini belirtir bir tavırla "kedi gibi mırım mırım yeme daha alacaklarımız bitmedi" dedi ve içinden "bismillah " diyerek yemeğini yemeye başladı.

 

Zeynep sessizce önüne dönüp yemeğine odaklanmaya çalıştı. Kısa bir süre sonra elinde ki kaşığı tabağa bırakıp kafası eğik bir durumda "günah mı?" dedi.

 

Yaşlı kadının torunun fısıltısını duydu ve ona bakmadan "Züleyha Yusuf'u sevdiğin de Yusuf ona haramdı ama kalbi onu dinlemedi " dedi ve duraksayıp "sence Allah isteseydi onun aşkını bir gece de kalbinden süküp almazmıydı?"

 

Soruya soru ile cevap vermişti. Bunca yükün arasına bir de vicdan eklensin istemiyordu.

 

Zeynep sessizce yemeğine döndü. Kalpten çıkacak olana kırk zincir vursan onu durduramazdın. Aynı zamanda kalbe girecek olanın önüne kırk kapı kırk kapıya kırk kapıya kırk kilit vursan yine onu durduramazsın

 

Afran Zeynep'in tüm kapılarını kırıp içeri giren taraftı bundan sonra o dışarı atmak istese ne kapı engeldi ne de kilit tutardı.

 

Yemekler yiyilip dışarı çıktıklarında yaşlı kadın torunun zihnini meşgul edebilmek amacıyla "düğünün en güzeli benim torunumun olması gerekiyor" dedi ve adımlarını bilmişlikle atmaya başladı.

 

Zeynep beklenmeyen cevabı ile takip etti.

 

Kısa bir süre yürüdükten sonra küçük bir dükkanın önünde durdular. Normal de mağazalardan alışveriş yapmaya alışık olan genç kız etrafına bakınırken yaşlı kadın onu kolundan tutup içeri çekiştirerek "düğünün en güzeli dedim kınanın da en güzeli olmalısın " dedi.

 

İçeri girdiklerinde yöresel kıyafetler duvara asılı bir şekilde sıra sıra dizilmişlerdi.

 

Zeynep şaşkınlıkla dükkanın içine bakarken orta yaşlı bir adam kıyafetleri düzenliyordu. Yaşlı kadın önüne dönüp şiveli sesi "İsmail oğul bana Irak işi zubunlarından ver" diye konuştu.

 

Orta yaşlı adam duyduğu sesle arkasını dönüp gördüğü simayla gülümseyerek "Ooo daye Hewlin sen buranın yolunu bilir miydin?" diye şakır gibi konuştu ve eğilip yaşlı kadının elini öptü.

 

Daye anne demekti. Hewlin Hanım işinin ehli eski bir ebeydi çevresinde çok sevilip sayıldığı içinde herkes ona daye diyordu. Çocukluğun da herkes ona daye dediği için Zeynep'te daye diyordu.

 

Hewlin hanım elini öpen adamın sırtını sıvazlayıp "oğul bu benim torunumdur. Elindekinin en güzeli olsun " diye devam etti.

 

Dükkan sahibi başını olumlu anlamda sallayarak " elimde çok güzel Irak ipeği var. Geçen Irağa gittiğim de getirdim" dedi ve arkaya doğru ilerleyip perdeyi kaldırdı. Kısa bir süre sonra elinde birkaç paketle geri döndü. Küçük tezgahın üstünde paketleri açarken Zeynep'in gözlerinden kalpler çıkıyordu.

 

Genç kızın bu tarz şeylere zaten ilgisi vardı.Hewlin hanım onu tam yerine getirmişti.

 

Kumaşların dokusu üstünde ki işlemeler çok güzeldi.

 

İçinden beğendiği bir iki tane zubunu seçip etrafına bakındı. Deneyip üstünde görmek istiyordu.

 

Yaşlı kadın torunun bu haline gülüp " keyna burası senin o gittiğin alışveriş merkezlerine benzemez "dedi ve bakışıyla dükkanın arkasında siyah perdelerle çevrili bir kutuyu andıran kabini gösterip " git orada dene" dedi.

 

Zeynep'in ağzı şaşkınlıkla aralandı lakin ne diyeceğini bilemiyordu. Hewlin hanım torununu öne doğru itip "hayde akşama kadar seni bekleyemeyiz " dedi.

 

Zeynep utana sıkıla kabine girdiğin de üstünü değiştirip dışarı çıktı. Orta yaşlı adamın tuttuğu aynada kendine bakarken kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu.

 

Beğendiklerini denerken artık alışmış gibiydi. Girdiği yerde alışveriş yapmak hele deneği kıyafetlerin olabileceği aklının ucuna bile gelmemişti.

 

Kınada giyeceği yöresel kıyafeti seçtikten sonra sıra düğün için giyeceği elbisedeydi. O başka bir mağazaya gideceğini düşünürken yaşlı kadın satıcıya dönüp "sen bana kızların gelinlerin için getirdiğin kaçaklardan da getir" dedi.

 

Zeynep hayretler içinde ona dönüp itiraz etmek üzereyken İsmail elinden bir şey gelmiyor der gibi "Eylem'e gerekli açıklamayı sen yaparsın Hewlin ana " dedi ve yine arka tarafa geçip kısa bir süre içinde geri döndü. Elbiseleri açıp göstermeye başladığın da Zeynep ikinci defa şaşkınlık geçiriyordu. İpek ve kadife elbiseleri beğenmemek imkansızdı.

 

Zeynep eline aldığı vişne kurusu tonlarında ki elbiseye bayıldı. Elini gold zarif işlemelerde gezdirirken dükkan sahibi genzini temizleyip "el işçiliği ve üzerindeki desenler sadece on elbiseye işleniyor" diye konuştu.

 

Zeynep elbisenin bedenine bakıp gülümseyerek sözde kabin olma çatma yere girip giyindi. Elbisenin üzerinde duruşuna hayran kaldı. Uzun saçlarını kenara verip ellerini elbisenin dokusunda gezdirerek "daye ben bunu çok beğendim " diyerek çıkıp ilerledi.

 

Başını kaldırıp Hewlin hanıma bakacağı anda Kadir göz göze geldi.

 

Genç adam için zaman o anda durmalıydı. Zeynep'in güzelliği giydiği boydan elbisenin boyunu ve vücud hatlarının ortaya çıkarmıştı. Beline kadar uzun saçlarını salmış attığı her adımda saç telleri savruluyordu.

 

Genç adam yutkunarak "çok yakışmış " dedi.

 

Çok yakışmış ve güzelliğine güzellik katmıştı.

 

Zeynep onu burada beklemediği için şaşkınlık yaşasa da niye buradasın demedi ve utanarak teşekkür edip anneannesine döndü, beğeniyle "daye diğerlerini denememe gerek yok ben bunu çok beğendim" dedi.

 

Yaşlı kadının onu onaylaması ile Zeynep üstündeki elbiseyi çıkarmak için kabine girdi.

 

O üstünü değiştirirken Hewlin hanım beğendiği birkaç elbiseyi daha paketleyip dükkan da göz derdi. Birkaç parça daha bir şey seçip "bunları da paketle ve kızımın giydiği elbiseyle beraber bana hesap çıkar" dedi.

 

Ödeme için Kadir öne çıkıp cebinden cüzdanını çıkartığın da yaşlı kadın sinirle "Kadir sakın " dedi.

 

Genç adamın kaşları çatılırken yaşlı kadın sinirli bir tavırla " torunum için aldığım iki parçanın hesabını sen ödeyemezsin "dedi ve satıcıya dönerek " hem Kadir'in parası burada geçmiyor değil mi"dedi

 

Kadir Hewlin hanıma itiraz etmek istesede yaşlı kadının taviz vermeyen tavrı ile geri adım attı.

 

Zeynep tüm eksiklerini aldığı için mutluydu. Dost olsalarda Mevsim'den giyinmek hoşuna gitmiyordu. Ya da artık eskisi gibi değildi.

 

Konağa dödüklerin de yukarı çıkıp hazırlanmaya başladı. Aslında gitmek istemiyordu ama çevrede çıkacak dedikoduların önünü alması gerekiyordu.

 

Gün kararıp gece olduğunda herkes kına yapılacak yere gitmek için aşağı indi Hewlin hanım torunu alıp söylenecek hiçbir söze mahal vermemek amacıyla torununu alıp bindiği araba ile önden gitti.

 

Hilal kınayı eski tarihi bir hamam da yapmak istemişti. Hamamın için kına gecesine uygun bir şekilde dekor edilip hazırlanmıştı.

 

Başta herkes kına gecesi ve hamam ne alaka deselerde içeri girip dekorasyonu gördükten sonra fikirleri değişti. Onlardan biri de Zeynep'ti etrafına hayranlıkla bakıp Hilal'i tebrik etmeyi aklına not aldı.

 

Kısa bir süre sonra müzik başladı ve ellerinde def ile danscılar içeri girdi. Onlardan sonra Rojawan elinden tuttuğu geliniyle beraber giriş yaptılar. Zılgıtlar alkışlar hamamın akustik zeminin de yankılanırken herkes eğleniyordu. Rojawan boylu postlu yakışıklıydı. Fulya hanım oğluna gurur ve hayranlıkla baktı. Hilal yanında çıtı pıtı hanım hanımçık duruyordu

 

Hilal'in üzerinde kırmızı modern bir elbise vardı. Rojawan derin yırtmaçına homurdanırken o halinden memnundu. Sarı saçları yeşil gözleri ile melekleri kıskandıracak bir güzelliğe sahipti.

 

Giydiği topuklularla bile boyu anca genç adamın omzundaydı.

 

Genç adam yarın resmiyete de karısı olacak genç kızı onun için hamam taşında hazırlanan yere çıkmasına yardım edip dudaklarını anlına bastırdı ve arkasını dönüp hızlı adımlarla geri gitti.

 

Rojawan'ın gitmesi ile ellerinde def olan kızlar yuvarlak hamam taşın etrafında dönerek oynamaya başladı. Kadın kadına olduğu için herkes rahat bir şekilde eğleniyordu.

 

Zeynep'in ailesi de oradaydı. Zeynep hiçbirine dönüp bakmadı. Tadığı herkesle selamlaşıp kısa sohbetler etti. Elalem ne der tabiri vardı. Elli alem gelse insana bu kadar zarar vdremezdi.

 

Müzik değiştikçe oynayışları değişiyordu. Hamam taşının üzerine el işi bir kilim etrafında küçük küçük minderler ile dekore edilmişti. Ortada gold bir tepsi ve içinde çiçekler vardı.

 

Genç kızlar dansçılara eşlik etmeye başladığın da Hewlin hanım torununu ayağa kaldırıp oynamasını istedi. Zeynep'in içi yanmıyor kanıyordu. İçinde öyle bir yangın vardı ki kimse görmüyor ve söndürmek için müdahale etmiyordu.

 

Mevsim kahkaha atıp ellerini hareket ettirdiğin de Zeynep ona üzendi. Birkaç gün önce o da onun gibi dertsiz tasasızdı. Zeynep içi kan ağlasa da ona ayak uydurdu. Ellerini kaldırıp oynattı.

 

Mevsim omuzlarını oynatıp yanındakilerden destek alarak hamam taşına çıktı. Hila'in elinden tutup onu oynaması için ayağa kaldırdı. İki genç kız ortada hamam taşında karşılıklı oynarken aşağıdakiler ellerinde ki defleri çalıyordu. Mevsim omuzlarını oynatıp sırtını Hilal'e döndüğün de Hilal kahkaha atıp sırtını ona döndü. Zeynep aşağıda alkış çalıp oynuyormuş gibi yapıyordu. Daha doğrusu sadece yerinde sallanıyordu.

 

Yengesi Feride annesi halası Süreya hanıö ve babaanesi Zahter ona bakıyordu. Zeynep üstündeki bakışların farkında olsa da dönüp bakmadı. Annesini özlemişti ama onuda affetme gibi bir niyeti yoktu.

 

Ne demişti abilerine sebep mi olmak istiyorsun. Amaçın abilerini katil mi etmek. Biri hapse biri mezara gitse sen o gavurla murlu olabilir misin? Hatırladığı sözler ile gözünden bir damla yaş aktı. Başını eğip kimseye fark ettirmeden gözünde ki yaşı sildi.

 

Diğer aşiretlerin kadınları genç kızları baya kalabalık bir ortamdı.

 

Zeynep bu düşünceler içindeyken ona uzatılan eller ile kendisini toparladı. Hilal ve Mevsim elini uzatmış beklenti ile ona bakıyordu. Kafasını olumsuzca sallayıp red etmeye çalıştı lakin itirazı kabul görmedi.

 

Kısa bir süre sonra Hilal ve Mevsim'le beraber elbiselerinin eteklerini tutarak göbek atıyorlardı. Zeynep yengesi Feride ve halasının nefret kusan bakışlarını gördüğün de omuzlarındı daha fazla hareket etti kalçalarını oynattı. Rojawan'ın küçük halası Naze'de aralarına katıldığından gittikçe daha coştular.

 

Yuvarlak hamam taşının üzerinde üç genç kız oynuyor ve diğerleri aşağıda onlara eşlik ederek çoşuyordu.

 

Saat hamam taşının etrafında halay çekenler ortada oynayanlar ile geçti.

 

Sıra kına yakmaya gelindiğinde Hilal üstünü değiştirip gözleri ile aynı renk yeşil bindallı giydi. Müzik sesi azaldı ve aydınlatma kısıldı. Loş bir ortam oluşurken dışarı da duyulan davul sesi ve çakmağa geldim sözleri yankılandı.

 

Hilal elbisenin eteklerini toplayıp hamam taşından indi. Bindallısının eteklerini toplayarak kapıya ilerledi. Zeynep ve Mevsim de onu takip ediyordu.

 

Hilal dışarı çıktığında gördüğü manzara ile küçük dilini yutacaktı. Hamamın olduğu sokak eski taş evlerin bulunduğu bir yerdi.

 

Ellerinde meşaleler olan erkekler iki sıra şeklindeydi. Önlerin de iki davulcu davul çalarken Rojawan giydiği yöresel kıyafeti omuzlarında yeşil duvak ile yürüyordu.

 

Seçtiği şarkının sözleri çok manidardı.

 

Leblebi koydum tasa

El vurdum basa basa

Her yerini beğendim

Birazcık boydan kısa

 

Çakmak çakmağa geldim

Kına yakmağa geldim

Ayşe Teyze ağlama

Kızın almağa geldim

 

 

Hilal hayranlıkla Rojawan'a bakarken duyduğu şarkı sözleri ile kaşları çatıldı. Rojawan yanında duyduğun da dişlerini kırar gibi gıcırtayıp ikisinin duyacağı tonda "şarkıyı bilerek seçtin değil mi?" diye isyan etti.

 

Rojawan omuz sallayıp "senin 1.54 olan selvi boyuna bir gönderme yapmak aklımın ucundan bile geçmedi " diye ona takıldı.

 

Hilal gözlerinden ateş fışkırtırcasına "Allah'ın cezası sana kaç defa 1.56 dedim. Sen her seferin de hakkıma niye giriyorsun " diye yüzüne tısladı.

 

Rojawan gözlerini irice açarak " hakkını helal et yoksa sırat köprüsünden nasıl geçerim "diye ona takılmmaya devam etti.

 

Hilal dudak bükük yarı alayvari bir tınıyla " boşver zaten sen direkt zebani olarak cehenneme geçersin "dedi.

 

Rojawan sinirle " yer elması" derken Hilal "eyfel kulesi " deyip yüzünü çevirdi.

 

Ellerinde meşaleler çalınan davullar ve sokak ışıklarının yansıdığı taş duvarlar. Onlar tartışırken hamamda ki herkes dışarı çıkmıştı.

 

İkisinin birbirin de olan bakışlarını herkes aşk sanıyordu. Oyda birbiri ile didişen iki deliydi.

 

Onların bu hali Zeynep'in yüzünü gülümsetti. Onun gülümsemesi başka birinin yüzünde tebessüm oldu.

 

O dışarı çıktığı andan beri Kadir fark etmiş güzelliği ile kalbi teklemişti. Şimdi ise bakışlarını ondan alamıyordu.

 

Selvi hanım kızını dikkatlice izleyip durumunu gözlemlemeye çalışıyordu. Süreyya hanım da yanında durup Kadir'e bakan kızı için üzülüyordu. Planları tutmamış Kadir Zeynep'le evlenmişti bu saatten sonra elinden gelen bir şey yoktu.

 

Kısa bir süre sonra Hilal ve Rojawan el ele kadınlar ve erkeklerle arkalarından beraber hamama girdi. Kadınlar ve erkekler yöresel kıyafetleri ile göz dolduruyordu.

 

Kırmızı duvak genç kızın yüzüne örtülürken Rojawan geçen sefer gibi Hilal'in hamam göbeğin de olan tümseğe çıkmasına yardım etti ve arkasından o da çıkıp bağdaş kurup onlar için hazırlanan minderlere oturdu. Erkekler yanyana dizilirken kadınlar da hamamın göbeğinde ki yuvarlağın etrafına dizildi. Feride elinde tepsi ile göbeğe çıkıp gelin ve damatın önüne oturduğu da ışıklar kapatıldı ve genç kızlar ellerinde mumlar kınayı getir aduruyordu.sü eşliğinda sıralı halde gelip onların etrafında dönmeye başladılar. Onlar mumlar ile etrafında dönerken Feride kınayı yoğuruyordu.

 

Hilal annesizdi göz yaşları ilk andan akmaya başladı. Rojawan onun omuzlarının sarsılmasından ağladığını anladığın da duvağı kaldırıp Hilal'e baktı.

 

Hilal küçük yaşta annesini kaybetmişti. Şimdi ençok ona ihtiyacı vardı. Ona sarılıp ağlamak istiyordu ama istediği hiçbir zaman olmayacaktı. Yüzünde hissetiği dokunuşlar ile bakışlarını kaldırıp Rojawan şevkatle ona bakarak "ağlama" deyip göz yaşlarını silmeye devam etti ve fısıltı ile " korkma yanımda olduğun süreçe seni delirtsem de ağlamana asla izin vermeyeceğim dedi.

 

Hilal dolu dolu ona bakarken "gelin ağlıyor" diye bağırıp duvağı yine örttü.

 

Feride kına yakmak için Hilal'in eline uzandığında Rojawan genç kızın elini tutup "gelin elini açmıyor " diye tekrar bağırdı.

 

Fulya hanım oğluna ters ters bakarken Rojawan bakışları ile Hilal'in elini gösterip "cimri davranma Fulya hanım gelinin her eline bir Reşat istiyor" dedi.

 

Fulya hanım şaşmınlığı atarak eğildi. Hilal'in avucuna reşatları yerleştirirken ağzında söylenerek " oğlum biraz ağır millet gelin ağır olsun der bizim oğlumuza söylüyoruz " dedi ve doğruldu.

 

Rojawan duymamış gibi serçe parmağını uzatıp "hadi kesene bereket anneciğim " dedi ve parmağını gösterdi.

 

Fulya hanım cimri oğlunun her şeyi fırsata çevirmesine pes deyip 100 doları parmağına sardı. Daha sonra Rojawan ve Hilal'in ayağa kalkıp karşılıklı oynaması kadın ve erkeklerin karşılıklı çifte telli halaylar ile devam etti.

 

Hilal ve Rojawan hamam taşının üzerinde oynarken Sis yanlarına çıkıp karşısına geçti. Aralarına Harran'da katıldığın da üç arkadaş karışılıklı oynuyordu. Onların bu haline Hilal kahkaha atıp aşağı indi onlar devam etti.

 

Gece herkes için keyfli geçmişti. Yarın düğün vardı.

 

(Hepinizin hamam da kına mı olur dediğinizi duyar gibiyim valla biz yaptık çok güzel oldu. Tabi bizimkisi tarihi cıncıklı hamamdı ve çok güzeldi. Şiddetle tavsiye ederim)

 

*

*

*

Diğer günün sabahında Sancaktar ailesinde büyük bir telaş vardı. Herkes sabah erken uyanmış hazırlıklara başlamışlardı.

 

Rojawan gözlerini açıp tavanla bakışırken bugün olacakları düşünüyordu. Bu şekilde evlenmeyi sindirmesi çok zordu. Sorun evlilik değildi. Zoraki dayatma bir şekilde evlemesiydi. Kız kardeşine kızgındı gelip ben bu adamı seviyorum deseydi karşı duracak bir adam değildi ama ne yapmıştı başını belaya sokup gitmişti.

 

Yataktan kalkıp pencereye doğru ilerledi. Bakışları avluyu bulduğun da herkesin bir telaş için de oluşu yüzünü buruşturmasına nedendi. Genç adam böyle şeyleri anlamıyordu. İki insanın hayatı mahfolurken başkaları sevinç gösterisi yapıyordu.

 

Kafasını olumsuzca sallayıp arkasını döndü ve banyoya ilerledi. Elini yüzünü yıkayıp rahat bir şeyler giyip aşağı indi. Annesi Fulya hanım etrafta söylenerek geziniyordu. Babası Cesur bey ise elinde çay bardağı onu izliyordu.

 

Anne babası aşk evliliği yapmıştı ve yıllar sonra bile olsa bakışlarından bu belli oluyordu. Babasının yanına oturduğun da annesi ona dönüp telaşlı bir sesle "öğlen olmak üzere be sen daha kahvaltı bile etmedin " diye azar çeker gibi söylendi.

 

Rojawan onun bu telaşını göz ardı edip "anne telaş yapma daha saat erken " dedi.

 

Annesinin ona dönmesiyle Cesur bey kolundaki saaati oğluna gösterip " saat öğlen olmak üzere ve sen daha yeni uyanıp telaş yapma diyorsun. Kusura bakma Rojawan hepimiz senin gibi rahat değil" dedi.

 

Rojawan ikinci azarı babasından yemenin şokunu atlatamazken küçük halası Naze kahvaltı tepsisini önüne koyup "hadi kahvaltını et yoksa bunlar bütün sinirlerini senden çıkacaklar" dedi ve yanına oturdu.

 

Rojawan minnet ederek kahvaltısını etmeye başladı. O kahvaltı ederken ikiz kardeşleri giydikleri takım elbiselerle yukarı çıkıp keyifli bir sesle "baba her şey hazır " dediler. Bakışları Rojawan'ı bulduğun da ıslık çalarak "oooo damat bey aşağı inmek için lütfetmiş " diye şakıdılar. Cesur bey çocuklarının abilerine takılacağını bildiği için keyifle arkasına yaslandı. Malûm son bir aydır hepsi Rojawan'a takılıyor ve onlara çektiklerini burnundan getiriyordu.

 

Halası Naze onun dizine vurup içerikli bir sesle " vay be daha düne kadar bu avluda sümüklü sümüklü geziniyordun. Şimdi ise evleniyorsun " diye konuştu.

 

Yediği lokma boğazına kaçtı ve öksürerek "sen benden küçüksün hals benim o hallerimi hatırlayamazsın ama ben senin o hallerini hatırlıyorum" diye konuştu.

 

Naze onun sırtına vurarak "saçmalama lan ben senin halanım " diye söylendi.

 

Sırtına inen yumruklarla düşmana vurur gibi tepki gösteren halasının ellerini itip "çek şu hallerini maksadın yeğenin damat olmadan öldürmek her halde " derken gözlerini kısıp "ben halamın sömüklü hallerini neden hatırlıyorum " diye devam etti. Bakışları babasını bulduğunda " baba hadi dedem yaşlı sen baba ne gerek var tamam oldu ama bir ömür katlanmak çok fazla gel şunu bir yere bağışlayalım diyemedin mi?" dedi.

 

Cesur bey içli bir nefes alıp "bunu vaktinde anana çok söyledim ama ilk deneyiyimiz cahilliğimize denk geldi evlat atsan atılmaz satsan satılmaz deyip beni durdurdu " diye oğlunu cevapladı.

 

Naze kahkaha atarken Rojawan lafın kendisine dönmesine kızardı. Sinirle çatılını salatalığa batırıp ağzına atarken "tecrübe önemli keşke hemen çocuk yapmasaydınız bir yıl bekleseydiniz halamla ben aynı yaşta olacaktık" dedi.

 

İkizler babalarının yanına oturduğun da Fulya hanım kaş göz işareti yapıp oğluma takılma diyordu.

 

Cesur bey sesli bir nefes alıp "27 yıldır bende keşke diyorum ama olmuşla olmuşa çare yok" diye oğlunu cevapladı.

 

Naze abisiyle yeğeninin atışmasına kahkaha attı. Rojawan'ın önünde ki salatalıktan bir dilimi ağzına atıp "benim anne babam keşke demiyorlar ama seninkilerin elinde olsa seni bir sepete koyup nehre bırakacaklar" keyifle konuşurken elini Rojawan'ın omzuna attı.

 

Cesur bey dudaklarını birbirine bastırıp "düşündüm ama yüzmeyi ve eve dönmeyi biliyor. Birde nehrin onu nereye götüreceğini bilmiyorum gideceği yerdeki insanların hakkına giremem rabbim hikmetinden sual edilmez bu da benim sınavım deyip katlanıyorum " dedi.

 

İkizler kahkaha atıp yerlere yattığında Rojawan sinirle ayağa kalkıp "madem öyle bende evlendikten sonra karımı alır giderim " dedi ve merdivenlere yöneldi

 

Annesi arkasından kahvaltı dediğin de "babamın sözleri ile doydum deyip " merdivenleri çıktı.

 

Arkasından ikizler ve Naze alkış çalıp "Rojawan zava " diye bağırıyorlardı.

 

Onları takmayarak odasına girip duşa girdi. Kısa bir duş alıp çıktı. Üstüne beyaz gömlek ve gri pantalon giydi. Saçlarının suyunu alırken telefonu eline alıp whatsappa girdi ve Hilal'in profilini girip aramayı bastı. Kısa bir süre sonra ekranda Hilal gözüküyordu.

 

Genç kız dün gece hem eğlenmiş hem de yorulmuştu. Dağınık saçları ile yeni uyandığı belliydi.

 

Genç kız yorgun sesiyle "günaydın ' dedi.

 

Rojawan onun bu doğal hallarini seviyordu. Saçlarını kuruttuğu havluyu yatağa bırakıp " günaydın sende yeni uyandın değil mi? "

 

Hilal omuz silkeleyip " ne yapayım dün gece çok yoruldum " diye onu yanıtladı.

 

Rojawan'ın dudakları kenara kıvrıldı. Komidine bıraktığı saatini koluna takarken "ikimiz de çok rahatız düğünü olacak olan biziz ve olduğumuz duruma bak " dedi.

 

Hilal telefonu makyaj masasına koyup eline aldığı lastik tokayla saçlarını toplamaya başladı. Rojawan'ı onaylar bir şekilde kafa sallayıp "aşkla evlenmiyoruz diye çok heyecan yapmıyoruz " dedi ve duraksayıp "tabi bu kendi düğünümüz de eğlenmemize engel değil" deyip Rojawan'a baktı.

 

Hilal'i haklı bulduğu için duygusuz bir sesle "haklısın " dedi ve eğilip ayakkabılarını giyerken "seni kuaföre götürmek için araba göndereceğim hazırlandığın da beni ararsın" deyip doğruldu.

 

Hilal güneş kremini yüzüne sürerken kaşları çatılı bir şekilde " sen beni neden sürekli whatsapptan arıyorsun ve ben seni normal aradığım da telefonun niye kapalı " dedi ve kaç gündür soracağım soracağım deyip merak ettiği konuyu dile getirdi.

 

Rojawan gelen soruyla elindeki telefona baktı. Kafasında çalınan kaçak çime kaçak çime valla ez kaçak çime sözleri yankılanırken "şey imei atmam gerekiyordu. Düğün arefesi olunca fırsatım olmadı" dedi.

 

Hilal'in o şeklinde açılan ağzı ve istemsizce "sen kaçak telefon mu kullanıyorsun " demesi aynı andaydı.

 

Rojawan gayet normalmiş gibi "Irak'a giderken aldım " dedi.

 

Hilal onu onaylamaz bir şekilde "ve pasaportuna işletmedin " diye anında onu yanıtladı.

 

Rojawan kısa bir süre duraksayıp "zaten pasaportla gitmedim ki" dediğin de genç kız şaşkındı.

 

Rojawan sanki normalmiş gibi "hem pasaportuma işletsem neden kaçak telefon alıyorum" diye devam etti.

 

Genç kız "pes " deyip sustu.

 

Telefonunu kapatıp aşağı indiğin de ailesi hala aynı haldeydi. Onlara görünmeden sessizce konaktan çıktı. Arabasına bindiğin de gideceği yer belliydi. Madem onu delirtiyorlardı o da gider delirtecek birilerini bulurdu.

 

Bir saat sonra mahalle berberin de traş olurken Sis Harran ve Kadir isyanlardaydı.

 

Sis damat traşı olan arkadaşına bakıp "oğlum damat traşı olacağın yer bumu ?" deyip somurttu.

 

Rojawan halinden gayet memnun bir halde "ben vefalı biriyim. İlkokuldan beri Saadetin abime geliyorum. İlk karne heyecanım da sünnetim de her özel günüm de o beni hazırladı. Bugün de tabiki o olacak " dedi.

 

Saadetin bey gözleri dolu dolu "elimizde büyüdün senden de bunu beklerdim " diye traş yaparken cevap verdi.

 

Harran olduğu küçük mekana bakıp " ulan tamam da evleniyorsun biraz daha özene bilirdin" diye lafa girdi.

 

Kadir malını bildiği için muhatap olmuyordu. Gereksiz konularda konuşmak onluk değildi.

 

Rojawan aynada ki görüntüsüne bakıp " traş oluyorum işte gayette özeniyorum " dedi.

 

Harran ve Sis bu adam değişmez bakışları atarken berber saçlarına şekil vermeye başladı.

 

Sis ya sabır diyerek "vaad ettim sen evleniyorsun diye sadaka dağıtacağım" diyerek isyan etti.

 

Rojawan gayet rahat bir tavırla "benim payımı bırak " dedi.

 

Harran yüzünü sıvazlayıp kızgın bir tınıyla "arayıp fitre isteyen zengin akrabalar gibi edebiyat yapma senden kurtuluyoruz diye verdiğimiz sadakayı niye sana veriyoruz " dedi.

 

Saadetin bey gergin ortamı dağıtmak için "bir çay söyleyeyim gerginliğinizi alır" deyip araya girdi.

 

Kadir adamı onaylarken Sis somurtarak "sen elinde ki usturayı onun bir yerine sapla hepimizin üstünde ki gerginlik ömür boyunca kalkar" dedi.

 

Gelen çaylar ile Kadir gömleğinin düğmesini açıp sıkıldığını belirten bir tavırla "oğlum daha saat çok erken bizi niye buraya diktin" dedi.

 

Rojawan ona bakmadan "sıkılın diye " dedi ve aynadaki görüntüsüne bakıp " evdekiler canımı sıkınca konaktan kaçtım" diye konuya açıklama getirdi.

 

Harran burun kemerini sıkıp "ulan madem böyle bir yere oturup eğlenirdik mahalle berberin de ne işimiz var"

 

Saadetin bey alınır gibi "burası yabancı yer mi? " diye söylendi.

 

Kadir çayını yudumlayıp arkasına yaslandı ne dese boştu.

 

"Damatlığın nerede oğlum alışveriş yaparken bari çağırsaydın" diyen Sis'ti. Madem berbere çağırıyordu oraya da çağırabilirdi. Alışveriş yaparken marka pahslı ürünler seçip küçük kalp krizleri geçirte bilirdi.

 

Rojawan rahat bir tavırla "ben öyle hazır şeyleri sevmiyorum her zaman özel dikim giyiyorum " dedi.

 

Sis ona inanmayan bakışlar atarak " giydiklerin dikim mi?" diye sordu. Rojawan'ın özel dikime para vereceğine asla inanmıyordu.

 

Harran'da onun gibi şaşkındı.

 

Rojawan yerinde doğrulup "yurt dışına çıktığım da kumaşlarımı getiriyorum terzim de kataloğtan beğendimi dikiyor " deyip onu yanıtladı.

 

Kadir çayını içip "yurt dışı dediği Irak ve İran. Özel dikimcisi de mahalle terzimiz Recep abi her şeyi yarı fiyatına yaptırıyor" dedi ve konuya açıklama getirdi.

 

Rojawan ayak ayak üstüne atarak "Irak ve İran bizim arka sokağımız mı? Orası yurt dışı değil mi? Hayır gözünüz de kaliteli ve güzel olması için illaki Milano moda haftasından almak gerekiyor" dedi.

 

Kadir konunun başka yere gidip Rojawan marka ve gereksiz harcama konuşmasını duymamak için "haklısın" dedi ve konuyu kapattı. Adam evleniyor diye gergindi ve bu gerginlik hepsine yansıyordu.

 

Onlar da onun için ne kadar zor bir durum olduğunun farkında takılıyorlardı.

 

İki saat sonra Rojawan traş olmuş damatlığını giymiş berberin önün de arabasının gelmesini bekliyorlardı.

 

Sis ve Harran aynı arabada onu beklerken giydiği takım elbiseyi gözlemleyerek "takım elbisesi gerçekten orjinal gibi duruyor" diye aralarında konuşuyordulardı.

 

Kadir ise annesi ile konuşup onları ne zaman almalarını istediklerini sordu.

 

Tabi üçü gelen gelin arabası ile ağızları bir karış açık şekilde kala kaldılar.

 

Rojawan'ın beyaz toros arabası gelin arabası olarak süslendirilmiş onlara doğru geliyordu.

 

Sis istemsizce "ha siktir" deyip Harran'la beraber arabadan indi.

 

Kadir'de onun gibi şaşkındı.

 

Arabanın yanlarında durmasıyla sürücü koltuğundan biri inip anahtarı Rojawan'a uzatarak " tüm bakımları yapıldı sizi yolda bırakmaz" dedi.

 

Rojawan "eyvallah" deyip arabanın etrafında döndü ve sürücü tarafında ki kapıyı açtı.

 

Sis daha fazla dayanamayıp "oğlum şaka yapıyorsun değil mi? Bu araba ile gelini almaya gitmeyeceksin herhalde" dedi.

 

Rojawan sürücü koltuğuna geçip "gayette giderim. Ben malımdan gocunmam beni almayı kabul eden böyle alsın" dedi ve kontağı çevirdi.

 

Harran kafasını olumsuzca sallayarak " Hilal seni öldürmezse Fulya teyze ve Cesur amca seni öldürür" dedi ama Rojawan inat ettimi kimseyi takmazdı.

 

Arabasını çalıştırıp yola koyulduğun da onlarda onu takip etti.

 

Yarım saatlik bir yolculuktan sonra büyük bir kuaför salonunda önünde arkaya arkaya park ettiler.

 

Rojawan arabadan inerken Kadir Sis ve Harran üçlüsü Hilal'in gelin arabasını gördükten sonra vereceği tepkiyi merak ediyorlardı.

 

Rojawan üstünü düzeltip arka koltukta yaptırdığı çiçek buketini alıp içeri girdi. Diğer üçü arabalarına yaslanıp onları beklemeye başladı.

 

Genç adam girdiği kuaför salonunda çalışanların yönlendirmesi ile ilerledi. Kırmızı perdelerin yerlere kadar uzandığı yerin önünde durduğun da "sizi biraz bekleteceğiz " diyen çalışanlar ile bakışlarını etrafında gezdirdi. Gold ağırlıklı mekan yüzünü buruşturmasına sebepti.

 

Perdeler yavaş yavaş açılıp Hilal'i gördüğün de ağzı bir karış açıldı. Gözlerini kısıp emin olmak istedi. Arkasını dönüp tekrar önüne döndü. Gözlerini ovuşturup öfkeyle "Hilal " diye gürledi

 

Genç kız giydiği gelinlikte kasıklarına kadar açtırdığı yırtmaç göğüs dekoltesi ile duruyordu.

 

Rojawan'ın sinirli durumunu takmayan bir tavırla " tadilat yaptırdım güzel olmuş mu?" dedi ve etrafında dönüp gülümsedi.

 

Onun dönmesi ile gördüğü sırt dekoltesi ile yutkundun. Yanında ki çalışana dönüp öfkeyle "bans iğne iplik getirin " diye bağırdı.

 

Rojawan ve Hilal iki deli yan yana gelmemeliydi sözünün beden bulmuş haliydi.

 

Hilal kuaför koltuğuna oturduğun da çalışanlar tesettür başı yaparken kullandıkları iğne iplik kutusunu ona uzattılar. Rojawan kutudan iğne iplik çıkarıp ona doğru yürüdüğün de o yırtmaçı dikmeye kararlıydı ama mantıklı düşünemediği ortadaydı.

 

Hilal çıplak bacağını sallayıp alay eder gibi " vücuduma güveniyorum bence sorun yok" dedi.

 

Rojawan önünde diz çöküp " bende vücuduna güveniyorum ama benim görmediğim yerlerini bir başkasının görmesine izin veremem" dedi ama asıl sorun onu böyle çıkarırsa tüm Mardin'in diline düşer ve yıllarca bu konu ısıtılıp ısıtılıp konuşulmaya devam eder.

 

Hilal ağzında geveler gibi "bu kadar geri kafalı olduğunu bilmiyordum " dedi.

 

Rojawan ne yapabileceğini düşürken duyduğu ile "bu kadar geniş olacağımı düşünmen senin hatan" diye ona cevap verdi.

 

Hilal tabi ki bunu biliyordu. Sırf bunun için gelinliği bu hale getirmişti.

 

Rojawan dizindeki yırtmaça bakarken o onu çileden çıkarmaya yemin etmiş gibi " sence dizimdekini kapatsan olur mu? " dedi.

 

Rojawan öfkeyle başını kaldırıp onunla göz göze gelirken "bunu biliyorsan neden soruyorsun. " diye tısladı.

 

Hilal omuz silkeleyip " kumaştan istaf ettim "dedi

 

Rojawan gözlerini yumup tıslar gibi " bilerek yaptın değil mi? " dedi.

 

Hilal keyifli bir tavırla "tabi ki bilerek yaptım " diye şakıdı. Halinden gayet memnundu.

 

Rojawan pes ederek "hangi gelinliği istiyordun "

 

"Ben böyle düğüne katılırım sen o parayla Afrika'ya su kuyusu açtır" dedi.

 

Rojawan'ın yaptıklarına tepki veriyordu. Yoksa o da yapılacak olan yardıma karşı değildi. Ömrün de bir defa evleniyor ve bu evlilik zoraki olmasına rağmen hiçbir şeyin içine ukte kalmasını istemiyordu. Normal de o gelinliği kendi alabilirdi ams Rojawan'ı delirtmekten keyif alıyordu.

 

Rojawan ayağa kalkıp "telefonunu ver istediğin gelinliği getirtelim " dedi.

 

Hilal sabah ki konuşmalarını hatırlayınca "eee kaçak telefon kullanırsan böyle olmadık anlarda başkasına muhtaç olursun " dedi ve yanında olan çantasından çıkarıp ona uzattı.

 

Dinsizin hakkından imansız gelirdi. Hilal istediği gelinliği getirtmiş ve hazırlanmıştı. Rojawan kolunda geliniyle çıktığın da Harran Sis ve Kadir üçlüsü artık isyan ediyordu.

 

Rojawan onu yönlendirip bineceği arabanın önünde durdukların da genç kız gördüğü araba ile kahkaha attı.

 

Rojawan arabanın kapısını açarken homurdanarak "ne o beğenmedin mi? " dedi.

Genç kız gelinliğinin eteklerini toplayıp arabaya bindi ve "bayıldım çok orjinal " dedi ve kahkaha atarak kapıyı kapattı.

 

Rojawan söylenerek " o üstünde ki ile bundan iki tane gelirdi "deyip sürücü koltuğuna geçti.

 

Oradan dış çekime gidilmiş kış ayı olduğu için karda manzara ile boy boy resimler çekilmişti.

 

Rojawan üşüyen Hilal'in omuzlarına ceketini bıraktıktan sonra Sis ona doğru ilerleyip " lan üstümüze kuma alıp mutlu anlarına şahit ettirdin "dedi ve araba oturan Hilal'e bakıp " kocanı biraz alabilirmiyiz ?" diye sordu.

 

Rojawan kaşlarını çatarken Sis Hilal'den aldığı olumlu yanıtla onu kolundan sürükleyerek "onunla verdiğin aşık pozlarından bizimle de çekeceksin " dedi.

 

Harran sahteden göz yaşlarını siler gibi yapıp ağlamalıklı bir sesle "biz bunu hak etmedik. Ettik ise eyvallah " dedi ve başını Rojawan omzuna koydu.

 

Fotoğrafçı resimlerini çekerken girdikleri haller verdikleri pozlar Hilal'in kahkaha atmasına sebepti.

 

Rojawan Sis'in önünde diz çökmüş elini tutarken Harran ağlamaklı bir şekilde başını Sis'in omzuna dayamıştı.

 

Maksatları ibnelik edip Rojawan'ı rezil etmekti. Hilal onları izlerken o kadar çok güldüki artık karnı ağrıyordu.

 

Kadir ise araba oturmuş bu üçlüyü düğünün de hiçbir şeyde olmamaları için not tutuyordu. Ona göre düğüne de katılmaya bilirdi.

 

Gece karardığın da çekimden sonra Hilal baba evindeydi. Zorlu bey elinde duvak ile içeri girdi. Kızı melekleri kıskandıracak kadar güzeldi. Onun arkasından Azad Saruhan tüm heybeti ile içeri girdi. Hilal onu görmeyi beklemediği için şaşkındı.

 

Azad ise bir abi edasıyla önünde durup "abinin düğüne gelmesini istememişsin bu günlük beni abin olarak kabul eder misin? " dedi.

 

Zorlu bey ona minnetle bakarken Hilal ağlamak için gözlerini yumdu. Azad ve arkadaşları konuşurken kulak misafiri olmuştu ve Rojawan Hilal kendini eksik hissetmesin diye rica etmişti.

 

Azad ona uzatılan kırmızı kuşağı Hilal'in beline bağlarken "bundan sonra bir abin olduğumu unutma o her gele canını sıkarsa bir abi demen yeterli " dedi.

 

İki defa sardığı kurdeleyi üçüncü de düğümledi. Zorlu bey kızının anlını öpüp "yapamayacağını anladığın anda baba gel beni al de ve unutma her canın sıkıldığın da geleceğin ev senin evin ve kapısı her daim sana açık" dedi. Hilal babasına sarılıp hıçkırarak ağldı. Babası da kızıyla göz yaşı döküyordu. İkisini ayırmak hiç kolay olmadı.

 

Hilal'in makyajı tazelendiğin de damat tarafı gelmişti.

 

Genç kızlar ve kuzenleri kıkırdayarak kapıyı kilitler.

 

Rojawan önünde durduğu kapının açılmamasına burnundan soludu. Arkasını döndüğün de arkadaşları keyifli bir halde sen bunu hak ettin bakışları atıyordu. Fulya hanım oğlunun yanına ilerleyip "oğlum kapı parasını verde gelin kızımızı alıp gidelim " dedi.

 

Rojawan aldığı bıkkın bir nefesle "kapıyı açın " dedi.

 

Kapı aralanıp "önce bahşişimizi alalım " diyen sesle cebinden 200 lira çıkarıp uzattı.

 

Çevresinde ki herkes ona cimrisin bakışları atarken içeriden "sen bu cimrilik ile kızı değil giydiği çorabı alamazsın " sözleri duyuldu.

 

Büyük bir curcuna yaşanırken Rojawan cebinden bir tane daha 200 lira çıkarıp uzattı.

 

Naze "oha Rojawan 400 lira verdi kalp krizi geçirecek" diye bağırdı.

 

Sis ve diğerleri de artık isyan ediyordu. Rojawan'ın vereceği 200 liralarla gece yarısına kadar gelini alamayacaklarını anladıkların da ceplerinden parayı çıkarıp içeri uzattılar. Fulya hanım ve Naze'de onlara dahildi.

 

Verilen para ile kapı açılıp Rojawan içeri girdiğin de içeri de olan Hilal kırmızı duvağın altında cimrisin bakışları atıyordu.

 

Rojawan'da insanların düşüncesine değilde kendi doğrusuna göre yol alan biriydi. Ona göre böyle adetler gereksizdi. Kolunu uzattığın da Hilal küçük elini koluna attı.

 

Rojawan bir adım atıp duraksadı. Hilal'le aralarında 30 cm kadar bir boy farkı vardı. Şimdi ise hemen hemen aynı boylardaydı. Sert bakışlarla ona baksa da bozuntuya vermeden yürüdü. Zılgıtlar alkışlar arasında odadan çıktılar.

 

Rojawan yavaş adım atıp dikkatli yürüdü. Merdivenlere geldiklerin de Hilal'in diğer koluna girdi ve onun hem kolunu hem de merdiven trabzanlarına tutunmasını sağladı.

 

Konaktan çıkıp arabaya bindiklerin de sinirli bir şekilde "ayağında ki kaç santim sen gelinlikle onları giymeye nasıl cesaret edersin" dedi.

 

Önde Rojawan'ın toros arabası arkada milyonluk arabalar takip ederek düğün konvoyu oluşturuyorlardı.

 

Hilal dikiz aynasından bakınıp ona dönmeden " abartma topuklu giymeye alışığım " dedi.

 

Rojawan kafasını sallayıp yarı alayvari bir sesle "eminim öyledir. Sen her sabah kalkınca 30 cm topuklu giyip Mardin sokakların da yürüyüşe çıkıyorsun " diye konuştu.

 

Hilal öfkelenmemeye çalışarak "abart "dedi.

 

" haklısın abartıyorum en az kırk santim" diye anında onu yanıtladı. Onunla konuşurken gelin kovboyunda kaza yapmamak in dikkatli sürmeye çalıştı.

 

Hilal gelinliğinin eteklerini sıkıp "tamam ya 30 cm bunu nasıl anladın bilmiyorum ama ortada kızacağın bir durum yok"

 

Arkada müzik kornalar çalarken onlar giydiği topuklu ayakkabıları konuşuyordu. Rojawan dikiz aynasına bakıp "ya düğün senin düğün halay çekip oynayacaksın"dedi.

 

Hilal onu onaylayarak "evet bizim düğünümüz ve ben halay çekip oynatacağım" diye onu cevapladı.

 

Rojawan dudaklarını birbirine bastırıp "30 cm topuklu ile yaralanmadan bunu başarmayı nasıl başarıyorsun " dedi ve sustu.

 

Onun için endişeleniyordu.

 

Onlar arabada didişirken. Beyaz torosu kornolar çalıp takip eden milyonluk arabalar.

 

Rojawan önde Harran hemen arkasında takipteydi. Sis ise araka koltukta oturmuş yanında getirdiği deste deste paraları yolu kesip pahşiş isteyen genç ve çocuklara veriyordu. And içmişti sadaka dağıtacaktı ve dağıtıyordu. Yolu kesip bahşiş bekleyen herkes eline sıkıştırılan deste paralar ile önce şaşkınlık sonrada mutluluk yaşıyordu. Dakikalar sonra konvoy Sancaktar konağının önündeydi.

 

Davullar zurnalarla gelin arabası karşılandı. Rojawan arabadan inip etrafında döndü ve kapıyı açtı. Hilal'in inmesine yardım ederken "koluma sıkı tutun " diye duyacağı bir tonda konuştu.

 

Genç kızın ayağını burkup yararlanmasını istemediği için böyle davranıyor endişeleniyordu.

 

Diğer arabalardakiler de araçlarından inip zılgıtlar eşliğinde onları takip ettiler. Konak kapısında Hilal'in eline önce yumurta verildi. Genç kız elinde ki yumurtayı girişte ki kapının üstünde ki en yüksek yere fırlattı. Yumurta kırılıp dağılırken kadınlar coşkuyla zılgıt çekti. Daha sonra eline nar verildi. Nar bolluk ve bereket içindi. Hilal narı yere çaldığın da parçalanıp taneleri yere dağıldı.

 

Adetler yerini bulduğun da Rojawan kolunda geliniyle eve girdi. Konağın içine girdikleri gibi kendilerini halayda buldular. Rojawan oynamayı seven biriydi ama Hilal'in giydiği ayakkabılar aklına geldikçe sinirleri alt üsr oluyordu.

 

Onlar halaydayken üstlerine savrulan paralar zılgıt sesleri bir şölen gibiydi. Kısa bir süre sonra daha fazla dayanamayarak halaydan çıktı Hilal'i de kolunda çıkardı.

 

Onlar için hazırlanan masaya oturdukların da "istersen birilerine söyleyeyim de senin için rahat bir ayakkabı getirsinler rahat edersin " dedi.

 

Hilal öfkeyle ona dönerek " ben rahatım sen beni fazla düşünme "dedi ve önüne döndü.

 

Rojawan yüzünü sıvazlayıp " ne halin varsa gör " dedi ve ayağa kalktı.

 

Kemençe sesi duyulduğunda dudakları kenara kıvrıldı. Kürt kemençesi denilirdi. Şekli kabak gibi sesi ise kemençe gibiydi.

 

Erkekler yanyana dizilip omuzlarını hareket ettirip cidda oynamaya başladılar. Cidda ağırlıklı olarak kemençe eşliğin de omuz harekleri ile Mardin'e özgü bir halaydı.

 

Cesur bey halay başında yanında Rojawan ve ikizler Kadir Sis ve Harran diye devam ediyordu. Up uzun bir halay erkekler heybetli bedenleri omuzlarını aynı anda hareket ettiriyor ayaklarını aynı anda oynatıyorlardı. Hilal Rojawan'ın hareket eden omuzları keyifle oynamasını hayranlıkla izledi. Giydiği takım elbise üstüne tam oturmuş boyu fiziği ile ben buradayım dedirtiyordu. Halayda en uzun erkeklerden biriydi. Yanında duran babası Cesur bey bile çenesine anca geliyordu. Lazlar da kemençe sesine ayakların sert vuruşu eşlik ederken kürtler de ise omuzların ağır hareketleri kemençeye uyum sağlıyordu.

 

Dakikalarca cidda oynayıp kemençe durduğunu da nefes nefese kalmışlardı.

 

Daha sonra kadınlar ve erkekler kol kola şevko oynamaya başladı. Funda hanım gelinin yanına gelip onu ayağa kaldırdı ve halaya davet etti. Yeni gelin kocası ve kayınbabasının kolunda halaya girdi. O halaya girdiğinde genç adam diken üstünde gibiydi.

 

Kadir ailesiyle gelmiş Hewlin hanımın istediği ile onlar düğüne daha sonra katılacaklardı. Genç adamın bakışları sevdiğini ararken Zeynep güzelliği ile yürek hoplatacak şekilde içeri girdi.

 

Kadir'in yüreği hopladı. Bugün dedikodu olur diyen kimseyi takmadan kolunda gezdirdiği vakitte gelecekti.

 

Zeynep başını eğdiğin de Hewlin hanım hüküm anımsatan sesiyle "kaldır başını keyna sen başını eğersen elalem elli tane katar söyler " dedi.

 

Zeynep başını kaldırıp güzelliği ile halayın önünden geçerek oturacağı masaya geçti. Annesi babaannesi yengesi ve halası süreya hanım hepsi oradaydı. Birde bu olaylarda sessiz kalan kuzenleri. Hiçbirinin yüzünü bile görmek istemiyordu.

 

Halay başı olan abisi Baran'ı gördüğün de yüzünü buruşturdu.

 

Ne zor şeydi ki bir zaman can verdiğin insanlardan nefret etmek hele bunlar kendi canı kendi kanından olan insanlarsa hem bu duygu gittikçe artıyor. Hem de canı daha çok açıyordu.

 

Etrafta göz gezdirirken Mevsim'le bakışıp gülümsedi. Kadir'in annesi Serpil hanım davranışları yaşananlarşa değişmiş gibiydi. Benaz hanım da bir değişiklik yok gibiydi.

 

Kısa bir süre sonra müzik değişti. Halayın yerini çiftetelli aldı. Rojawan ve Hilal karşılıklı oynuyordu.

 

Zeynep gördüğünü sorgular gibi gözlerini kısıp Hilal'e dikkatlice bakmaya başladı. 1.50 gibi duran genç kız 1.80 gibi duruyordu. Mevsim arkadaşının yanına oturarak "sende Hilal'in gelinlik giydikten sonra boy atmasına takıldın değil mi?" diye şakıdı.

 

Zeynep cevap vermedi ama gülümsedi. Mevsim kafasını eğip "boy uzatma ameliyatları var acaba böyle erken sonuç verir mi?" diye merakını tekrar dile getirdi.

 

Dirseklerini masaya dayayıp yüzünü elleri arasına aldı ve hayranlıkla "Hilal çok güzel olmuş gelinliği ve sade makyajına bayıldım. Saçları abartısız ve doğal " diye küçük bir iştişare yaptı.

 

Zeynep onu onaylayıp "Rojawan abiyle çok yakıştılar "

 

Dışarıdan baktığında öyle duruyorlardı ama Rojawan cephesinde durum farklıydı. Adamın içinde çetin bir savaş ve düşünceleri kaos içindeydi. Düştüğü durumu kabullenemiyor kendinden çok önünde oynayan küçük kız için üzülüyordu. Reşitim dese de onun gözünde küçüktü. Ya da ona göre küçüktü.

 

Hilal ise giydiği topuklular yüzünden baya zorlanıyordu. Rojawan haklı çıkmasın diye inat ettiği için sesini de çıkaramıyordu ama oynarken anası ağlıyordu. Sahte bir şekilde gülümseyip ellerini hareket ettirip Rojawan'a ayak uydurdu.

 

Maksat kuyruğu dik tutmaktı. Lakin planladığı gitmedi. Arkasından birinin ona çarpması ile sendelendi. Rojawan atik bir hareketle onu tuttuğun da bileğinde tarifsiz bir acı ve yanma başladı.

 

Beyaz tenli yüzü kızardı. Rojawan onun dik durmasına yardımcı olup yüzüne baktığın da telaşlı bir sesle "iyi misin?" dedi.

 

İyi değildi bileği çok açıyordu. Gözlerini yumup acının geçmesini bekledi ama geçecek gibi değildi. Gözlerini açıp endişeli gözlerle bakan Rojawan'la gözgöze geldiğinde kafasını olumlu anlamda sallayarak "iyiyim sadece düşmekten korktum" dedi.

 

Rojawan düşmesine izin vermemişti lakin görünen oydu ki bileğini burkmuştu.

 

Oturacağı masa birkaç atım ötesindeydi. Dişlerini sıkarak topalamamaya çalışarak hissetiği tüm acıya rağmen yürüdü. Gözleri dolu dolu olmuştu ama ağlamadı. Allah'tan yakındı da bu işkenceyi çok çekmedi.

 

Kendi oturduğu sandalyeye değil de Rojawan'ın oturduğu sandalyeye oturdu. Diğer tarafa geçip kendisine daha fazla işkence etmek istemiyordu.

 

Bu hareketiyle Rojawan gözlerini kısıp "iyi olduğuna emin misin?" diye tekrar sordu. Sesinde ki saf endişe samimiyet ve güveni hissettiriyordu.

 

Hilal "iyiyim " deyip önünde ki suya uzandı. Rojawan daha fazla ısrar etmeyip yanına oturdu. Tabi oturması kısa sürdü. Harran ve Sis onu kolundan tutup ortaya çektiler. Karşılıklı oynamaya başladıklarında yakışıklıkları ile göz dolduruyordular. Üçü oynarken Kadir'i de yanlarına çektiler. Eee anca beraber kanca beraberdi.

 

Zeynep omları izlerken arka masasında dedikodusu yapılıyordu. İnsan oğlu en çok yara vereceği yerden vurmak ister ve vururdu.

 

"Duydun mu kaçtı diyorlar"

 

"İlyas karısını bunun için boşamış"

 

"Buraya gelip gitmeleri boş değilmiş. Kocaman İstanbul dururken Mardin'de ne işi var"

 

"Aman şehirli kızları " gibi gibi sesler kulaklarını doldururken sağır olmak istedi. Arkasını dönüp siz ne biliyorsunuz diye bağıracağı anda Hewlin hanım elini tutup "duymamış gibi yap. Duymuş gibi yaparsan onları haklı çıkarırsın" dedi.

 

Müzik değiştiğinde torunun kolundan tutup "hadi halaya" deyip onu kaldırdı. Zeynep hayretler için de yaşlı kadına bakarken Hewlin hanım bakışları ile arkasında konuşan kadınları gösterip " sen orada somurttup herkesten uzak durursan onların dediğini doğru çıkarmış olacaksın" deyip onu çekiştirerek avlunun ortasına getirdi. Yaşlı kadın halayın başına geçtiğin de Zeynep'i de yanına çekti.

 

Yaşlılar halayın başına geçtiklerin de halay da daha çoşulur adımlar hareketler daha baskılı olurdu. Züleyha hanım babaanne sıfatıyla Hewlin hanımın elinde ki mendili alıp oynamaya başladı. Daha sonra Kadir 'in babannesi Hewlin ve Züleyha'nın arasına girdi.

 

Zeynep anneannesinin kolunda giydiği uzun boydan vişne kurusu kadife elbisesi kolları ve yakasında gold ince zarif elbisesi ile birçok insanı kendine hayran bırakıyordu. İri yeşil gözleri çıkık elma kemikleri ile yüzü çok güzeldi. Taktığı altın hızmazı belinden aşağı uzun saçları her adımında kalçaları üzerinde savruldu.

 

Bazı kadınlar her saç teline şiir yazacak adamlar tarafından sevilirdi ama kaderleri o adamlara kavuşmalarına engeldi.

 

Çoğu evde gökyüzüne açılan pencereler de mutsuzluktan hayal kurulurdu.

 

Kadir sevdiği kızı hayranlıkla izledi. Aynı zamanda Zeynep'in ailesi de kızlarını izliyordu. Selvi hanım kızının mutluluğu için dua ederken. Süreya ve Zahter ana kızlı çalıyorlardı. İstedikleri olmadığı için mutlu değillerdi ve Zeynep'in de mutlu olmasını istemiyorlardı.

 

Hilal acı içinde kıvrılsa da belli ettirmiyor Rojawan ise halaydan çıkmıyordu.

 

Baran kız kardeşini izleyip olduğu durumun sebebi değilmiş gibi ayağa kalkıp halaya ilerledi. Daha doğrusu Zeynep'e,genç kız kendisine doğru gelen abisini gördüğün de yutkundu. Onu görmek istemiyordu ve düşündüğü şeyi yapmaması için içinden dua etti.

 

Baran hiçbir elini uzatıp araya girmek istediğin de genç kız alev saçan gözlerle abisine baktı ama Baran görmezden gelip elini tutup halaya girdi.

 

Halaydan çıkmak için hareket ettiğin de yaşlı kadın torunun elini bırakmadı. Baran'da bırakacak gibi değildi.

 

Abisinin tuttuğu eli yanıyordu. Sanki zehirli bir iğne tenine batmış gibiydi. Soğuk bir sesle " senden nefret ediyorum " dedi.

 

Bir zamanlar abisini herkesten kıskanan kız şimdi ona senden nefret ediyorum diyordu.

 

Acı çektiği belli olan bir tınıyla "biliyorum " dedi.

 

Biliyorsa niye yanında elini tutmuştu. Genç kız içinden birazdan bitecek sabret derken adım attı.

 

Bitmeliydi.

 

Çektiği halay ona azap gibiydi. Kadir onun bu halini görünce daha fazla dayanmayıp ayağa kalktı ve ilerleyip ikisinin ellerini ayırıp araya girdi.

 

Laf sözmüş dedikoduymuş umurunda değildi.

 

Zeynep güzelliği dillere destan adına türküler yakılacak Zeynep!

 

İçi kan ağlarken halay çekiyordu. Ne zor bir sınavdı ya rabbi kalbinde biri varken başka birine eş olmak.

 

Davullar ve müzik durduğun da genç kız şükür etti. Çünkü biraz daha oynasa her şeyi bir kenara itip yeter diye çığlık attıktan sonra oturup ağlayacaktı.

 

Nikah kıyılacaktı. Bu da düğünün bitmesine az kaldı demekti.

 

Nikah memeru yerine geçtiğin de Rojawan şahidi Kadir. Hilal'in şahidi ise Azad'dı

 

Herkes yerine geçip oturdu ve nikah başladı.

 

Nikah memuru önce adlarını okudu sonra da ikisine hiçbir baskı altında kalmadan karı koca olmayı kabul ettiğini sordu.

 

İkisi de evet demiş ve şahitler şahitlik ediyordu. Orada bulunan herkes gibi. Orada ki herkes çiftin berdel ile eğlendiği hür iradelerinin olmadığını biliyordu. Kimse de çıkıp bu yanlış demiyordu. Bu yanlışa çanak tutar gibi imazalar atılırken alkışaladılar.

 

Rojawan ayağını uzatıp Hilal'in ayağını bastı. Basarken de Hilal'in giydiği ayakkabının topuğundan emin oldu.

 

Hilal ise basılan ayağı ile çığlık attı. Tüm bakışlar ona döndüğünde mahcup bir şekilde "ayağımı bastı" Rojawan onun burkulan ayağını basmıştı ve ağrısı gittikçe artıyordu.

 

Üzerinde ki endişeli bakışları fark ettiğin utanarak "beklemediğim için korktum " dedi.

 

Rojawan onun korktuğunu düşünmüyordu. Eğilip ayağına bakmak istediğin de Hilal itiraz ederek "ne yapıyorsun ya herkes bize bakıyor" dedi.

 

Rojawan doğrulup "biraz önce korkudan değil acıdan çığlık attın bence ayağın ağrıyor ve sen söylemiyorsun " diye çıkıştı.

 

Hilal gözlerini yumup sakin görünmeye çalışarak " ben iyiyim hem zaten düğün bitmek üzere birkaç dakika sonra bakarsın şimdi kimseyi telaşa kaptırmaya gerek yok" diye onu ikna etmeye çalıştı.

 

Rojawan pes edip "ne halin varsa onu gör " dedi ve yerine oturdu.

 

Gelin ve damat ortaya davet ediyoruz anonsu ile tekrar ayaklandı. Kolunu uzatıp Hilal'in girmesi ile beraber yürüdüler. Avlunun ortasında durdukların da dans müziği başladı.

 

Hilal zaten yürürken attığı her adımla canından can vermiş gibiydi. Dansta tam bir işkence gibiydi. Ayağı açıyordu ve daha fazla dayanamayıp hıçkırdı. Rojawan çattığı kaşları ile ona baktığın da "lütfen devam et " dedi başını omzuna koydu.

 

Rojawan onu anlamaya çalışarak " ayağın acıyor değil mi?" diye sordu. Ses tonu anlayışlı ve sorunu çözmek ister gibiydi.

 

Hilal onu onayladığında burnundan soluyarak " ve sen dan

s etmek için ısrar ediyorsun" diye söylendi.

 

Hilal içterikli bit nefes alıp gözlerine bakarak "lütfen rezil olmak istemiyorum" dedi.

 

Genç kızın gereksiz ısrarı şaşırttığı için kısa bir süre düşünüp "ayaklarımın üstüne çık " dedi.

Rojawan uzun heybetli bir bedene sahipti. Hilal onun önünde küçüktü. Omuzunda ki eli ve belinden sımsıkı tutulmuş hayada asılı gibi kalmış gibiydi. Rojawan onun burkulan ayağını incitmemeye çalışarak hareket etti.

 

Onları izleyen herkes ikisinin aşkla birbirine bakıp yavaş adımlarla dans ettiklerini düşünüyordu lakin durum farklıydı.

 

Hilal onun keskin yüz hatlarına yakışıklı yüzüne dikkatlice baktı. Erkek güzeli dedikleri tipti ve göründüğünün aksine çok güzel bir kalbi vardı.

 

Müzik durduğun da herkes alkış çalmaya başladı. Müzik bitmişti ama ikis de bitmiş gibiydi. Hilal yavaşça onun ayaklarından indi ve yardımıyla yerine yürüdü. Taşınmak istememişti ve Rojawan onu hiç anlamıyordu.

 

Masalarına geçip oturduğun da Rojawan eğilip ayağına baktı. Hilal ise itiraz ederek " ne yapıyorsun "diye çıkıştı.

 

Rojawan cevap vermeden giydiği ayakkabıyı çıkarıp " şişmiş kırık olabilir " dedi. Doğrulduğun da sandalyeyi geri çekti ve Hilal'in üstüne eğildi. Genç kız telaşlı bir şekilde "ne yapıyorsun" diye itiraz etse de kendini onun kucağında buldu.

 

Fulya hanım hızlıca yanlarına koşarak "Rojawan herkes size bakıyor oğlum delirdin mi ?" diye azar çeker gibi konuştu.

 

Rojawan kucağında küçük karısıyla annesine dönüp "Hilal ayağını burktu ve canı açıyor. Akraba ve misafirlere gerekli açıklamayı sen yaparsın " dedi ve şaşkın bakışlar eşliğin de yürüdü.

 

Fulya hanım oğlunu takip ederek "takı merasimi yapılacak bari onu yapıp düğünü bitirseydik " diye söylendi.

 

Rojawan annesine dönüp "anne ben kızın ayağı burkuldu diyorum sen tako merasimi diyorsun " dedi ve duraksayıp 'ben olmadığım karımı sana emanet edeceğim artık senin onu kızın gibi göreceğine nasıl emin olacağım ' deyip merdivenleri çıktı.

 

Rojawan büyük bir aşirete mensuptu. Düğünün de en az beş altı milyon altın ve para takılacaktı. Genç adam hepsini eliyle itmiş gibi görünüyordu.

 

Kollarında ki iki nikahla karısıydı. Sorumluluğu ondaydı. Rojawan kul hakkından korkardı. Kolları arasında ki bir nevi ona emanetti ve bir şey olursa sorumlusu olarak kendisini görecekti.

 

Yatak odasına girdiklerinde kollarında olan karısını yatağa bıraktı ve önünde diz çöküp ayağına baktı. Şişmişti. Telefonunu cebinden çıkarıp Harran'a durumu anlattı ve bir doktor göndermesini istedi. Telefonunu yatağa bırakıp "ben gidip biraz buz getireyim üstüne koyalım belki bir faydası olur " dedi ve arkasını dönüp odadan çıktı.

 

Aşağı indiğinde düğün alayı yeni yeni dağılmaya başlıyordu. Annesi suratsız bir şekilde misafirleri uğurlarken takı merasimi yapılmadığı için memnun olmadığı halinden belliydi. Yüz ifadesi kendisini ele veriyordu.

 

Rojawan misafirler arasından sıyrılıp mutfağa girdi ve buz istedi. Kısa bir süre sonra elinde buz ile yatak odasına geri dönmüştü. Buzu Hilal'in ayak bileğine koyduğunda genç kız teninde ki soğukluk ile irkildi.

 

Adamın dikkatli ve merhametli dokunuşları ilgisi onu şaşırtıyordu. Rojawan kafasını kaldırmadan "acıyor mu?" diye sordu.

 

Bu kadar ilgiden sonra acıyor dese ayıp edecekmiş gibi hissine kapılan Hilal kafasını olumsuza sallayıp "acımıyor " dedi ama Rojawan inanmadı.

 

Doktor gelip kontrol ettikten sonra sarıp ağrı kesici yaptı. Kırık değil desede Rojawan yarın için randevu isteyip onu uğurladı.

 

Arkasını dönüp Hilal ile göz göze geldiğin de rahat bir nefes alarak "istersen biraz uzan ve dinlen ben de aşağı inip misafirleri uğurlayayım " dedi.

 

Hilal onu onaylayarak teşekkür etti. Genç adam da mecburen odadan çıktı. Birkaç adım ilerleyip merdivenlere geldiğin de duyduğu sesle duraksadı.

Kafasını eğip kimlerin olduğunu anlamaya çalıştı lakin arka taraf olunca anlamak imkansız gibi bir şeydi.

 

Adımları arka taraftaki terası bulurken sesler daha duyulur ve boğuşma gibi bir izlenim veriyordu.

 

Attığı birkaç adımdam sonra gördükleriyle ağzı beş karış misali şekil aldı.

 

"Hewlin sultan" dediğin de üç yaşlı çınar ona döndü.

 

Zeynep'in anneannesi Hewlin hanım'

 

Kadir'in babaannesi Benaz hanım ve Zeynep'in babaannesi Zahter hanım.

 

Hewlin ve Benaz hanımlar onu araların alıp tartaklıyorlardı. Rojawan gördüklerinin gerçeğini sorguluyordu.

 

Hewlin hanım önünde durup "oğul senlik bir durum yok. Zahter dilin kemeğini bilmiyormuş gibi olur olmadık şeyler söylüyordu.

 

Rojawan üçünün arasında ki sorunu biliyordu. Çözmeye çalışsada imkansız gibiydi. Üçünü ayırıp evlerine gönderdi. Üç yaşlı kadın birbirini tartakladığı için üstleri başları dağılmış arabalara binmişlerdi. Zeynep'te anneannesi ile gitmişti.

 

Konakta diğer misafirler uğurlanmış Sis Harran ve Kadir kalmıştı.

 

Fulya hanım geliniyle ilgilenmek için yukarı çıktı. Diğerleri yorgun olduklarını söyleyip odalarına dağılmışlardı.

 

Konağın avlusunda dördü vardı. Sis cebinden telefonunu çıkarıp ankara havası açtı ve kollarını kaldırdı. Rojawan'dan kurtuluyordu. Bundan sonra başı bağlıydı. Bunun mutluluğu ile Anlara havası oynayacaktı.

 

Harran Rojawan'ı öne itip " hoppa " diye bağırdı.

 

Kadir'i de aralarına alıp gece yarısını geçtiği bir vakitte ankara havası oynuyorlardı. Sis gayet kıvrak olarak omuzlarını oynatıyor kollarını hareket ettirdi. Normal bir zaman olsa onlardan hiç beklenmedik hareketlerdi. Harran cebinden bir deste para çıkardı ve paranın birini Sis 'in birini Kadir'in anlına yapıştırdı. Kimse olmadığı için tahatlardı. Harran Sis'in ilk üç düğmesini açıp kalan parayı gömleğinin içine sıkıştırdı ve hayda diye bağırdı.

 

Dördü müzik bitinceye kadar Ankara oyun havası oynadılar. Onlar dost kardeş arkadaştılar. Birinin mutluluğu hepsinin di. Birinin üzüntüsü de hepsinindi. Üçünün bu durumunu gören ikiz kardeşleri aşağı inip aralarına katıldı.

 

Üçü gittikten sonra Rojawan Hilal'in durumunu merak etti ama yukarı çıkmayın istemiyordu. Bu gece onu odaya kendisi çıkarmıştı lakin şimdi gitse sanki başka bir anlam yüklenecekti. Kardeşleri ve küçük halası halay çekerken o kara kara ne yapacağını düşünüyordu.

 

Hilal'de onunla aynı durumdaydı. Aklında evlilik yokken hiç tanımadığı birine eş olmuştu. Etrafına bakındı bundan sonra aynı odayı, aynı yatağı ve hayatı hiç tanımadığın biri ile paylaşmak. Bunun zorluğunu ve sorumluluğunun farkındaydı. Dudakları burukça kenara kıvrıldı. Törenin açımasız yüzünü onları yakmıştı.

 

 

Kafasın da binlerce soru ile debeleşiyordu, burda neden olduğunu sorguluyordu. Evliliğin gerçek yüzü ile şimdi karşılaşıyordu. Her şey abisi yüzünden olmuştu. Onun için kabul etmişti.

 

Kafasını çevirdi içinde oturduğu odaya göz gezdirdi. Oda gerçekten güzel dizan edilmişti ama ona ait hiçbir iz yoktu. Odaya olduğu konağa yabancıydı.

 

Rojawan sinirle merdivenleri çıktı. Üst kata çıktığı zaman arkasını dönüp aşağı baktı. Gerizekalı kardeşleri hala halay çekiyorlardı. Onlara bakınca artık emindi ikisi de gerizekalıydı çünkü gidin yatın dediği halde onlar devam ediyordu.

 

Kravatını çözüp gömleğinin ilk iki düğmesini açtı. Büyük bir nefes alıp odasına doğru adımladı. Bu evlilikte Hilal'in de suçsuz olduğunun farkındaydı. Hele bu gün ayağını incitme si acı çeken halleri gözünün önünden gitmiyordu. Zaten öfkesi ona değildi. İki yabancıyı bir araya getirip bu evliliğe mecbur bırakan ailelerineydi.

 

Düşünceler için de kapının önüne geldiğini fark etti. Kapı kolunu aşağı indirip içeri girdi.

 

Genç kız odaya gelen kocası ile korkuya kapıldı. Evliliği kabul etmişti her şeyi kabul etmeye mecburdu. Daha birkaç dakika önce kaynanası gelmiş dil ucuyla olacakları anlatıp yarın sabah çarşaf istediğini söylemişti. Hilal korkudan mı yoksa yapılan ağrı kesici yüzünden mi bilmiyordu ama artık ayağının ağrısını hissetmiyordu.

 

Odadan içeri girdiği gibi Hilal'i gördü. Korktuğu her halinden belliydi. Odada bıraktığı Hilal gibi değildi. Daha doğrusu burnunun dikenine giden Hilal gibi değildi. Kırmızı duvağı örtülü yatakta oturmuştu. Ayağının burkulmasını söylemediği için kızgındı. Hele inatla toplulukları çıkarmayıp giymekte ısrar edişi adamı deli ettirirdi. Bu yüzde biraz daha korkutmaktan bir şey çıkmayacağını dişünüp ilerledi. Hilal önünde duran Rojawan ile ayağa kalktı.

 

Bu hateketi adamı kızdırsa da duvağını kaldırıp Hilal'e baktı.

 

Kaldırılan duvağı gözlerini sımsıkı kapattı. Fulya hanımın sözleri kulakların da yankılanırken hem utanır hem de kızıyordu. Başını kaldırmıyor Rojawan ile yüz yüze gelmiyordu. Rojawan elini uzatııp çenesini kaldırdı lakim Hilal hala bakamıyordu.

 

Rojawan fısıltı ile "gözlerini neden açmıyorsun " diye konuştu. Hilal utanıyordu. Belki olacakları bildiği içindi. Yüzünde hissettiği nefesle gözlerini açtı.

 

Gözlerine ilk takılan Rojawan'ın ayakları oldu. Kafasını kaldırıp Rojawan'ın yüzüne bakmaya utanıyordu. Fulya hanım gelip konuşmada bu durum da olmayacaktı. Ayakları kocaman görünüyordu. Kendisini tutamayıp.

 

" Kocaman bebek mezarı gibi" dedi.

 

Rojawan duydukları ile kısa bir şaşkınlık yaşadı. Ne yani sorunları onun büyük ayakları mıydı? Gözlerini kısıp Hilal'in baktığı gibi dikkatlice ayaklarına baktı. Ciddi bir tavırla

"Bence o kadar büyük değiller" dedi.

 

Hilal, Rojawan'ın konuşması ile kafasını kaldırıp, önce Rojawan'a sonra tekrar onun ayaklarına baktı. Dans ederken ayağı ağrıdığı için o ayakların üzerine çıkmıştı. İşaret parmağını kafasına dayayıp düşünerek.

 

"Yooo gerçekten çok büyükler. Kaç numara giyiyorsun. Uygun ayakkabı bulmak zor olmalı."

 

Rojawan ayağını bir sağa, bir de sola çevirip baktı. Çokta büyük değillerdi.

 

"46 numara giyiyorum. Bazen özel yaptırıyorum. Ama boyuma göre çok büyük oldukları söylenemez."

 

Hilal kafasını kaldırıp Rojawan'a baktı.

 

"Kaç boyundasın."

 

Rojawan beklemeden "1.94" dedi.

 

Hilal "Gerçekten çok büyükmüşsün" dedi beklemeden.

 

Rojawan bir Hilal'e bir kendisine baktı. Sonra da kendisini tutamayıp gülmeye başladı.

 

"Hilal ben büyük değilim. Sen çok küçüksün." Deyip banyoya doğru ilerledi.

 

Hilal arkasından bağırarak. "Ben küçük değilim. Reşitim"diye bağırdı.

 

Rojawan ise ona aldırmadan banyoya girdi. Ayağı iyi görünüyordu. Üstüne basarken verdiği tepkiden ağrımadığı belliydi.

 

Banyo da önce aynada ki yansımasına baktı. Daha sonra bedenini inceledi. O büyük değildi onu küçücük bir kızla evlenmeye mecbur bırakmışlardı.

 

Loading...
0%