Yeni Üyelik
31.
Bölüm

30. Bölüm

@jutenya

Elfida ben hangi matematik işlemini yapsam sonuç sen çıkıyor. Aklımı bu kadar işgal etmen haksızlık.

 

Ben aklımı yitirmekten korkuyorum sen ise aklımı meşgul etme diyorsun.

 

Seni sevmem günah ama ben yine de seni seviyorum Elfida.

 

Aynı günahları işliyoruz Afran.

 

Aynı cehennem de yanar mıyız Elfida ?

 

Biz cehennem de yanacak kadar günahkar değiliz

 

‘Beni sevme’ günah demedin mi Elfida ?

 

Ölçüsünde sevmek günah değil Afran, biz ölçüsünde sevelim

 

Seni sevmenin bir ölçüsü var mı Elfida ?

 

Seni sevmenin de bir ölçüsü yok. Yer ile gök arası kadar bir mesafe de güneşin yakması gibi seviyorum seni

 

Anlamadım ben en iyisi matematik çalışayım

 

Anladın ama sen yine de matematik çalış Afran.

 

2’den 2 çıkardım yine sen, aklımın sen olduğu yerde hiç diye bir şey yok Elfida

 

Benim aklımda yokluğunu hiçlik olarak kabul etmiyor Afran

 

Masalların sonunda , gökten üç elma düşüp herkesin mutlu olmasını sağlıyordu.

 

Elma niye bu kadar önemliydi.

 

Newton bir elma ile yer çekimini buldu.

 

Adem’in yasaklı meyvesiydi ve tatması ile cennetten kovulma sebebi idi.

 

Masallarda ki gibi mutlu olmayı bekleyenler , Newton, gibi elmanın başına düşmesini bekler.

 

Yasağı çiğneyenler de elmayı suçlar. Onların hikayesin de yasağı çiğneyen Kadir’di.

 

Çünkü Zeynep Afran’ı Afran Zeynep’i seviyordu.

 

Afran oturduğu pencere önünde eli kolu bağlanmış gibi hissediyordu. Sanki tüm evren onlara karşı gibiydi. Bir kuş olup sevdiğine uçmayı ne kadar çok isterdi. Bir Anka olsaydı mesela .Sevdiğine uçup , kanatları altına alıp , kimsenin onları bulmayacağı bir diyara uçsaydı .

 

Sabahın ışıkları odayı yeni yeni aydınlatırken onun gözüne uyku girmiyordu. Mardin’e ne umutlarla gelmiş nasıl hayal kırıklıkları ile ortada kalmıştı .Hele ki annesinin ölümünü öğrendikten sonra yaşadığı konakta ki herkesten nefret eder olmuştu.

 

Elini boynundaki haç’a götürdü ve istavroz getirdikten sonra haçı dudaklarına götürüp öptü. Elinde ki haçı kalbinin üzerine koyup “tanrım dayanacak gücüm kalmadı sevdiğimi bana bağışla” diye dua etmeye başladı.

 

Elinden dua etmekten başka bir şey gelememesi kafayı yedirtiyordu.

 

Hele Zeynep’in ne halde olduğunu bilememek onu delirtiyordu. Zeynep’i yürek sancısı , gönül sızı , elini uzatıp tutamadığında çaresiz bakışları gelmek istemesine rağmen gelemeyişi.

 

Maşuk darda olunca Aşuk hissederdi.

 

Düşündükleri ile elinde ki haçı kalbine bastırarak “tanrım gidemiyorum diye bana kızgın mıdır?” dedi fısıldadı ve çaresiz kalmış bakışlarını pencereye çevirdi.

 

Kapalı kapılar arkasında kendi kendine sorular soruyor ve cevaplarını bulamamak onu delirtiyordu.

 

Zihninde ki sesler Zeynep ne halde, nasıl iyi mi? Gibi gibi sorular ile düşünme yetisini kaybedip yorgunluktan uyuya kalıncaya kadar aynı soruları tekrar tekrar soruyordu.

 

Zeynep’i de onun gibi uykusuz aynı sorulardan muzdarip miydi?

 

Olmasın istedi Afran.

 

Aynı sorular aynı keder ile boğuşmamalıydı sevdiği.

 

Tanrısına edilmiş milyon duası Zeynep içindi.

 

Afran bu düşüncelerle dalıp boğulmadığı deniz de kulaç atarken duyduğu kapı gıcırtısı ile kendisine geldi.

 

Bakışları kapıyı bulduğun da anneannesi elinde bir bardak sütle içeri girdi.

 

Afran gördüğü kadınla yüzünü çevirdi. O’na göre annesinin ölümün de diğerleri kadar o’da suçluydu.

 

Yaşlı kadın torunun değişen tavrının farkındaydı. Gerçi sadece tavrı değildi artık değişen , kendisi ile konuşmuyordu da artık . Kapıyı kapattığın da anahtarı avuç içine koyduğunu gördü.

 

Yaşlı kadın ona doğru yaklaşırken bakışları şefkat barındırıyordu lakin Afran onu bir odaya kilitleyip sevdiğine gitmesine izin vermeyen kimseden şefkat veya merhamet istemiyordu.

 

Yaşlı kadın tereddütlü bir tınıyla “akşam hiçbir şey yemedin oğul bari bir bardak süt iç” dedi.

 

Akşam Bir şey yememiş gece getirdiği yemek komidin de duruyordu.

 

Dudakları kenara kıvrıldı emanet bir gülümse yüzünde yer edinirken “keşke tek terdim yemek olsa “ diye onu cevapladı.

 

Yaşlı kadın gayri ihtiyari yutkunup “senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum”

 

Afran kafasını olumsuzca sallayıp “benim için ne kadar zor olduğunu bilemezsin” dedi ve bakışlarını yaşlı kadının gözlerine çevirdi. Onlara minnet veya saygı duymuyordu. Hele son öğrendikleri ile hepsinden nefret ediyor katil olmamak için kendiyle mücadele ediyordu.

 

Annesinin katilleri ile aynı çatı altında olmak nasıl da ete kemiğe batıp can yakıyordu.

 

Bakışlarını yaşlı kadına dikmiş çekmiyordu. Gözlerinde bariz bir istihza vardı. Soru sormamıştı onların samimiyetine güvenmiyordu.

 

Yaşlı kadın elinde ki sütü dün gece yenilmeyen yemeğin yanına bırakıp sessizleşen ortamın verdiği huzursuzlukla “biliyorum oğul, biliyorum bende kaç yıldır aynı durumdayım” diye şiveli sesiyle konuştu.

 

Afran sesli bir nefes alıp “sende mi annenin katilleri ile beraber aynı evde esir kaldın.” Kurşun sıksa daha iyiydi.

 

Yaşlı kadın yatağa oturup “bende kızımın ölüm emrini verenler ile aynı ortam da yaşadım” gözlerinin baktığı her yerde kızından anılar vardı.

 

Yaşlı kadın Jiyan’nın ilk adımı nerede attığını ilk kelimesini hangi mindere tırmanırken söylediğini bile biliyordu.

 

Yaşlı kadın bir anneydi ama sanki yıllardır bu özelliğini yitirmiş gibi hissediyordu. Kör olsa sağır olsa dilsiz olsa bile bu acı ondan çıkmayacaktı.

 

Kızının şen şakrak anılarından çok ölüme giderken çaresiz kalışını hatırlıyordu.

 

Çenesini kaldırıp gözlerini kıstı Afran. Sanki bir avcıydı ve bu anı bekliyor gibi “ yaşamasaydın! Kabul etmeseydin! Sende onlar kadar suçlusun. Annemin katilleri ellerini kollarını sallayarak geziyor ve onlar kocan ve oğlun” acımasız sözlerini sıralarken onu kınayan bakışları nefret kusuyordu.

 

Acımasız ithamları yaşlı kadının gözlerinde kederin yer edinmesine sebepken dizine vurup “benim elimden bir şey gelmiyordu. Jiyan’ı mı koruyamadım “ diye hayıflandı. Külfiyeti kocaman bir dağ misali büyüdü ve sırtına bindi.

 

İnsanın kamburu sırtın da olunca sorun yoktu lakin kambur kamçılanmamış yüreklerin de ise sıkıntı büyüktü .

 

Kanayan yara ya tuz basar gibi “Jiyan’ı koruyamadın elinden bir şey gelmiyordu. Fakat katillerine sessiz kalman kabul edilir gibi değil” sözleri kapanmayan yaraya kör bıçakla yara açmak gibiydi. Sanki her seferin oluk oluk kan akıyor ve üstüne tuz basılıyordu.

 

Yaşlı kadın duyduğu gerçek ile sarsıldı. Susmalıydı! Kelimeler üzensiz seçilse de can yakıyordu.

 

Dizlerini avuşturup “kimi kime şikayet edeydim “ şiveli sesi taraklı ve kırgındı.

 

Sözlerine aldırmadan “kimi olacak kocanı oğlunu ve ölüm emrini veren herkesi “ diye beklentisini dile getirdi.

 

Kocaman açılmış gözleri torununu bulduğunda titreyen sesiyle “kocamı ve oğlumumu şikayet edecektim”

 

Aldığı cevabı beklemeyen Afran’ın dudaklarıo şeklin de açılıp kapandı. Ne yani onları bugüne kadar şikayet etmeyi hiç mi düşünmemişti.

 

Afran gözlerini yumup zihninde dolaşan kara düşüncelerin serbest kalmasına izin verir gibi “oğlun ve kocanda olamadın ama onların kızını kara toprağa gömmesine izin verdin’

 

Yaşlı kadın yutkunmaya çalıştı lakin yutkunamadı. Boğazında ki kuruluk değil susturduğu vicdanıydı. Burada olduğu odada ikisi başbaşa kaldığı sürece suçlanacak kirli geçmiş temize çekilecekti.

 

Yaşlı kadın ayağa kalkıp “ o kızın annen gibi olmasını istemiyorsan uzak dur. Hem yakında evleniyor. Bu saatten sonra sana düşen onu unutmak “

 

Adamın ayaklarının altındaki yer kayıp gitti. Zihninde çok şiddetli bir deprem oldu. Daha artçı sarsıntılar bitmeden kuvvetli bir sele kapıldı tüm dirayetini kaybetti. Bir hortum onu olmadık bir yere savurdu. Takati yoktu.Dizlerinin bağı çözüldü ölmemişti diye sanki birileri onu sehpaya çıkarmış urganı boynuna geçirmiş gibiydi. Ayaklarının altındaki sehpa kaymışta parmak uçlarında nefes almaya çalışıyor gibiydi.

 

Hayır ölmeliydi. Zeynep’siz bir dünya da nefes almakta ne demekti.

 

Ne demişti “ Zeynep evleniyor “ zihninde ki sesler çığlığa dönüştü. İsyan ediyordu.

 

Sevdiğini kim niye mecbur bırakmıştı.

 

Zeynep evlenemezdi.

 

Hem ondan başka kiminle evleniyordu. Zihninde dur durak bilmeyen düşünceler. Afran’ın kalbi ağrıdı. Ciğerleri zatürre de kalmış gibi nefes almakta zorlanıyordu.

 

Peki ya Zeynep’i o ne haldeydi.

 

Anneannesi ayağa kalkmıştı. Bedenini ayaz da kalmış gibi bir soğuk çevip çevirdi. Bedeni titredi.

 

Zeynep evleniyordu.

 

Zeynep evleniyorda ne demekti. Tutunacak yer aradığında elini uzattı ve aynı anda bir gümbürtü duyuldu. Çelik tepsi yeri boylarken üstündekiler etrafa saçıldı.

 

Yaşlı kadın endişeli bakışlarla ona bakarken Afran’ın nefesi kesiliyordu. Göz bebekleri büyümüş yerinden fırlayacak gibi duruyordu. Ayakta durabilmek için sırtını pencere pervasızına dayayıp kesik kesik nefes almaya çalıştı.

 

Zeynep evleniyor!

 

Bu nasıl bir azap nasıl bir çileydi. Kederden ölünüyorsa nefesi niye kesilmiyordu. Sonra sonra düşündü. Zeynep nefes alıyordu. Başka bir izatı yoktu. O nefes aldıkça nefes alacaktı.

 

Tanrım güç ver. Eli boynunda ki haça gitti. Onun tanrısı sesini duymuyorsa Zeynep’in tanrısı niye duymuyordu. Tek tanrıya inanan biri değil miydi? Şimdi niye başka bir yaratıcının varlığına kabul ediyordu. Duvarlar üstüne üstüne gelmeye başladı.

 

Zeynep onun için bir yaratıcının varlığına inanma nedeni değil miydi? Öyle güzel bir varlık hiçlikten meydana gelemezdi.

 

Afran acı içinde kavrulan kalbinin aklına hükmetmesiyle bildiği her şeyi unuttu.

 

İsa Musa veya Muhammed Hepsine inanabilir. Hepsine iman edebilirdi. Yeter ki Zeynep’ine kavuşsundu.

 

Ayakta duracak takatini yitirdi. Dizlerinin üstüne çökerken Zeynep’in evlenecek olabilme olasılığı zehirli bir yılan gibi sürünerek zihninde dolaştı.

 

Panzehir Zeynep’ti.

 

Zeynep’te bir başkası ile evlenecekti.

 

Yaşlı kadın torununun yıkılışına şahit olurken söylediğine pişman oldu. Ellerini uzatıp torununun düşmesini engellerken ne yapacağını bilmiyordu.

 

Afran dizlerinin üstünde iki eliyle yerden destek alarak yere kapaklandı.

 

Şimdi ne yapacaktı. Sevdiği ne haldeydi. O burada kapı arkasında kilitli iken ne olduğu düşüncesiyle çıldırmak üzereydi.

 

Yaşlı kadının “oğul”diyen şiveli sesi kendisinin birazda olsa toparlanmasını sağladı.

Yaşlı kadını hızlıca itip elleriyle yerden destek alıp ayağa kalktı.

 

Yaşlı kadın endişeli gözlerle ona bakarken Afran avucunda ki anahtarı çekip “annemi öldürdünüz beni de yaşayan ölüye çevirmek istiyorsunuz”diye bağırıp kapıya koştu.

 

Çıktığı kapıyı hızlıca kilitleyip boş koridorda koşmaya başladı. Bu cehennemden kaçıp gitmesi gerekiyordu. Gidecek ve sevdiğine sımsıkı sarılacaktı.

 

Sonrasın da ne olacaktı. Varsın son sarılışı olsundu.

 

Afran o dakika sevdiğine son defa sarılmak için ölümü göze almış biriydi.

 

Anneannesi arkasından kapıyı yumruklayıp bağırıyordu. Fazla bir vakti olmadığının bilincinde aşağı koştu. Merdivenleri bitirip konağın iç avlusuna indiğin de rahatladı. Konaktan çıktığı anda sevdiğine kavuşacak olmazsa polise gidecekti. Nereden nasıl bir yardım alacağı önemli değildi. Yeter ki ikisi ayrıldıkları cehennemden kurtulsundu.

 

Afran indiği avluda etrafına bakındı. Sabahın erken saatleri olduğu için konak halkı uyuyordu. Büyük ihtimalle anneannesi de sabah namazına kalkıp yanına gelmişti.

 

Dualarının kabul edildiği umuduyla kapıya koştu. Kapıya varıp açtığı anda “Afran dur” diyen bariton ses taş duvarlarda yankılanırken duyuldu.

 

Afran durmadı. Durmayacaktı! Ahşap tahta kapıyı açarken umutluydu. Adımı Zeynep’ine atmanın sevinciyle attı. Konaktan uzaklaşmak için attığı her adım Zeynep’ine kavuşmak için atılan bir adımdı.

 

Konağın kapısından çıkıp etrafına bakındı. Hangi yöne gideceğini kesinleştirdikten sonra koşmaya başladı. Bir çocuğun annesine attığı ilk adımın mutluluğu vardı üzerin de, Afran koştu. Çok uzaklaşmadan acı bir silah sesi duyuldu. Daha sonra bedenine aldığı kurşun ile sendeledi. Düşmemek için büyük bir çaba gösterdi. Sıcak kan sırtından süzülüp giydiği beyaz gömleği kırmızıya bularken nefesini kesiliyor sandı. Gözlerini yumup birkaç adım daha attı.

 

Bir iki adım atacak takati vardı. Devamı gelmedi. Bedeni boş bir çuval gibi dizlerinin üstüne düştü ve daha fazla dayanamayan bedeni taş zemine serildi.

 

Gözleri yumulurken fısıltı halinde “Zeynep beni affet” dedi.

 

“Zeynep beni affet!”

 

Zeynep’ine gidemediği için beni affet diyordu. Gitmemek değil de gidememek daha çok yük olurmuş insana.

 

 

Hilal ve Rojawan’ın düğününün üzerinden iki gün geçmişti.

 

Zeynep’in kınası bu geceydi.

 

Zeynep istemediğini söylese de çıkacak dedikodular yüzünden mecbur kabul etmişti. Öyle şaşalı bir şey olmayacaktı. Birkaç tane yakın eş dost ve yakın akrabalar.

 

Kuaförler işlerini bitirdiklerin de Zeynep donmuş gibi boş bakışlarla aynada ki yansımasına bakıyordu.

 

Üzerinde yeşil bir bindallı vardı. Düğün alışverişi için yapılan hiçbir şeye katılmamıştı gerçi öyle çok ısrar edip gel diyen sadece Mevsim’di.

 

Kadir’e öyle ahım şahım bir düğün istemediğini söylediği için kızgındı. Aslında düğün istemiyorum diyecekti ama Kadir ‘i zor durumda bırakmak istemediği için susup sadece izleyici olmayı seçmişti.

 

Parmaklıklarını üstünde ki bindallı gezdirirken Afran ile Urfa’da ki alışverişini düşünüyordu. Girdikleri mağaza da yöresel kıyafetleri deneyip fotoğraf çektirmişlerdi. Bakışları parmağındaki dövmesine gitti. Dövmeli parmağı boynun da gezinirken gözünden bir damla yaş aktı.

 

Afran konu sen olunca kalbim sen diye atıyor deyip EKG’ya girip kalp atışlarını ölçütürmüştü. Zeynep’te onun kalp atışlarını yüzük parmağı ve boynuna yaptırmıştı. Ailesi tepki gösterdiğin de geçici dövme deyip geçiştirmişti. O zamanlar üniversiteye gidince ailesinin sorun etmeyeceğini düşünüyordu.

 

Rüyasında görse saçmalık deyip asla inanmayacağı bir hayatı yaşıyordu.

 

İçi kan ağlıyordu. Sevdiği adamın vaziyetinden bir haberdi ve dün sabahtan beri gördüğü kabusla yüreğine sanki taş oturmuş gibiydi. Sabahın erken saatlerinde yataktan fırlayıp uyanmıştı. Artık nasıl çığlık attıysa. Hewlin hanım ve Kadir nefesi odasına almışlardı.

 

Aynada ki yansımasına bakıp “ yüreğimde ki bu ağırlık boşuna değil. İyi değilsin ve ben senden bi haberim”

 

Kahır gibi geçen günler son bilmiyordu. Aşağıda bir hengame kına için curcuna vardı.

 

Genç kızın zayıf noktası ailesiydi ve ailesi bunu kullanıp sevdiği adamdan onu ayırmıştı. Vaziyet sadece sevdiği adamdan ayrılmak olsa belki bir köşe çekilip acısıyla hayatına devam edecekti ama ailesi onu öyle bir duruma sokmuştu ki artık yaşamak için çaba sarf etmek istemiyordu.

 

Akıbeti ne olacaktı. Bundan sonra Kadir’in karısı olarak hayatını devam mı ettirecekti. Zeynep düşündükleri ile kendinden onu bu duruma düşüren ailesinden nefret etti .

 

Gerçek tüm çıplaklığıyla aynada ki yansıması gibi karşısındaydı. Üstünde gözlerinin renginde yeşil bir bindallı vardı. Üstü küçük inciler ve gümüş renginde işlemelerle süslenmişti. Herkes onun yöresel giymesini istemişti ama Afran ile hayalini kurduğu bir şeyi başkası ile yaşamayı ret ediyordu.

 

En azından hayallerine ihanet etmiyordu.

 

Duyduğu zılgıt sesleri gözlerini yumdu. Oradaki çoğu insan onun Afran’ı sevdiğini biliyordu. Bunu bildikleri hâlde gülüp eğleniyor onun için ölüm olan toyda yer alıyorlardı.

 

Kapı açıldığında önde Mevsim arkasında diğer akrabalar içeri girdiler. Güzelliği için söylenen sözler maşallah duaları ardına ardına sıralanırken kendi hayatın da bir piyon gibi onlara ayak uydurdu. Kırmızı duvak yüzüne örtülürken sanki duvak yüzüne değil de hayatına örtülüyor gibiydi. Koluna girilip zılgıtlar eşliğinde odadan çıkarıldı. Konağın avlusuna indiklerinde onun için hazırlanan tahta oturtuldu. Toplam da kırk elli kişi ya vardı ya yoklardı. Zeynep kimseyi istememişti. Daha doğrusu yapılacak hiçbir şeyi istemiyordu. Lakin Kadir’i daha fazla zora sokmamak için susuyordu. Yoksa ölürdü de hiç kimse onu burada tutamazdı.

 

Genç kızlar ellerin de tefler ile etrafın da dönüp eğlenirken onun ise için kan ağlıyordu. Önüne konulan leğen de kına yoğruluyordu. Kimin yoğurduğuna hiç bakmadı.

 

Kimse Zeynep ne haldedir demiyor herkes gülüp oynuyordu.

 

Herkesin derdi kendine yüktü ve ağırlığını derdin sahibi bilirdi. Zeynep değil oturduğu gelin tahtına yere göre sığamıyordu. Boğazında acıdan bir yumru ne yutabiliyordu ne de kusa biliyordu.

 

Biri duvağını kaldırıp “gelin ağlıyor “ diye bağırdı. Ardı ardına zılgıtlar çalındı. Kimsede bu kızın kaderi ne kadar bedbaht biz onun için ağlayalım demedi.

 

Hadi sesine ses olamıyorlardı neden kimse acısına ortak olmuyordu. Duvak tekrar yüzünü örttüğün de yanında hırıltılı bir nefes alışverişi duydu. O’na kadar Kadir’in yanında ki varlığının farkında değildi.

 

Gözlerini yumup bu anın bitmesini bekledi. Sanki bir asır ağır ağır seyrede seyrede geçip gidiyor gibiydi.

 

Bitmesini istemediğiniz anlar ve bir asır gibi gelip bitmek bilmeyen anlar vardır. Zeynep ikinci dilimdeydi. Yaşadığı an bitmiyordu.

 

Yumruk olan elinin açılmaya çalıştığını anladığın da hızlıca gözlerini açtı.

 

Hilal ile göz göze geldiğin de ıslak gözleri yaşadığı acıyı ele veriyordu.

 

Zeynep elini sıkıp kafasını olumsuzca salladı. Eline kına yakmak istiyordu. Gözleri bir boşluğa düşer gibi belli yere sabitlendi. Abi dediğim adamın kınası ellerine yakılacaktı.

 

Dirayetini koruyup karşı durmak istiyordu. O kınanın ellerine sürülmesi tekrar bir ölümdü. Kırmızı duvağın altında almaktan vazgeçmeyen boncuk boncuk yaşlar gözlerinden dökülüyordu. Kafasını olumsuzca salladı. Elime kına yakmanı istemiyordu.

 

Hilal onun ne halde olduğunu biliyordu. Bakışları Kadir’i bulduğun halasının ona bir şeyler anlattığını ve onunda onlara bakmadığını anladı.

 

Zeynep eline kına yakılsın istemiyordu.

 

Hilal biraz eğilip çevresinde oynayanların görüşünü kapadı ve atik bir hareketle kimseye fark ettirmeden eldivenleri Zeynep’in eline geçirdi.

 

Zeynep’in gözlerin de mutsuzluğun yerini minnet kapladı. Hilal’in müşfik elleri ezasını biraz olsa dindirdi. Bir el diğer ele kına yakması gerekirken kendince makul olanı yapmıştı.

 

Hilal tebessüm gösterip parmakların da kınayı silip ayağa kalktı. Normal de Kadir’in de parmağına kına yakması gerekiyordu ama daha taze kocası inatla ben yapacağım demişti.

 

Hilal’in kalkıp geriye çekilmesi ile Rojawan onun kalktığı yere diz çöküp elini kınaya batırdı ve gür bir sesle “kına tutmuyor”diye bağırdı.

 

Rojawan’ın bağırması ile ortamda bir ölüm sessizliği oluştu. Herkes şaşkınlıkla onlara bakarken keyifli bir edayla elini kaldırıp “damadın arkadaşları gelsin kına tutmuyor” diye tekrar bağırdı.

 

Hilal yüzünü sıvazlayıp onun duyacağı kısık bir tonla “Allah cezanı vermesin Rojawan kına tutmuyor ne demek makas kesmiyor der gibisin” diye gayri ihtiyari isyan etti.

 

Rojawan omzunu sirkeleyip “ sen karışma” dedi. O’na göre niye rezil oluyordu ki arkadaşının kınasın da eğleniyordu.

 

Sis, Harran, Ali Asaf ve Kendal ve kuzeni Bilal konağa giriş yaptı.

 

Kadir kızgın boğalar gibi ona bakarken Rojawan hiç takmayarak “benim başım yandı hepiniz sürüye sürüye arkamdan geleceksiniz “diye kendi kendine söylendip gür bir sesle “damadın bonkör arkadaşları kına tutmuyor “diye bağırdı.

 

Sis ve Harran birbirine bakıp böyle olacağını biliyordum bakışları attıktan sonra hallerinden memnun olmayan bir tavırla ceplerinden bir deste parayı çıkarıp önlerine attılar.

 

Rojawan’ın gözlerin de türk liraları dans ederken bakışları diğerlerini buldu onlarda el mahkûm aynı hareketi yapıp isyan eder gibi “böyle olacağını tahmin etmeliydik” dedi

 

Rojawan'ın bağırması ile ortamda bir ölüm sessizliği oluştu. Herkes şaşkınlıkla onlara bakarken keyifli bir edayla elini kaldırıp "damadın arkadaşları gelsin kına tutmuyor" diye tekrar bağırdı.

 

Hilal yüzünü sıvazlayıp onun duyacağı kısık bir tonla "Allah cezanı vermesin Rojawan kına tutmuyor ne demek makas kesmiyor der gibisin" diye gayri ihtiyari isyan etti.

 

Rojawan omzunu sirkeleyip " sen karışma" dedi. O'na göre niye rezil oluyordu ki arkadaşının kınasın da eğleniyordu.

 

Sis, Harran, Ali Asaf ve Kendal ve kuzeni Bilal konağa giriş yaptı.

 

Kadir kızgın boğalar gibi ona bakarken Rojawan hiç takmayarak "benim başım yandı hepiniz sürüye sürüye arkamdan geleceksiniz "diye kendi kendine söylendip gür bir sesle "damadın bonkör arkadaşları kına tutmuyor "diye bağırdı.

 

Sis ve Harran birbirine bakıp böyle olacağını biliyordum bakışları attıktan sonra hallerinden memnun olmayan bir tavırla ceplerinden bir deste parayı çıkarıp önlerine attılar.

 

Rojawan'ın gözlerin de türk liraları dans ederken bakışları diğerlerini buldu onlarda el mahkûm aynı hareketi yapıp isyan eder gibi "böyle olacağını tahmin etmeliydik" dediler.

 

Hilal sinirden kızarmış bir suratla ben bu adamla niye evlendim bakışları atıyordu.

 

Rojawan'ın deli dolu hallerine alışık olan Zeynep'in pek şaşırdığı söylenemezdi.

 

Rojawan'ın iki parmağıyla biraz kına alıp "Dawet hate ber derî

 

Davet kapıya dayanmış

 

Dawet hate ber malê

 

Davet evin yanına gelmiş

 

Bêhna zavê pir teng e

 

Damadın nefesi çok dardır " diye söylenerek kınayı Kadir'in serçe parmağına sürdü. Hiné binin (kınayı getirin) türküsüne ortalardan giriş yapıp herkesin şaşkın bakışları arasında kendince yorumlamıştı.

 

Sis ve Harran ıslık çalarak eşlik ederken o Kadir'in serçe parmağını tutup yaptığıyla gurur duyarak "Serpil teyze kınayı sarmamız gerekiyor" diye bağırdı.

 

Orta yaşlı kadın hızlıca cüzdanından 100 dolar çıkarıp ona uzattı.

 

Rojawan eline bırakılan doları önce ışığa tuttu. Daha sonra cebine koyup "dolar katlanınca bozdurulmuyor "dedi ve uzanıp peçete aldı. Kadir'e bakmadan kına yakılan serçe parmağını peçeteyle sardı.

 

Ayağa kalktığında " hadi arkadaşımızı alıp bizde gidelim " diye söze girdi.

 

Harran ve diğerleri zaten bunu bekliyor gibiydi. Zeynep'in kolundan tutup gelin ve damadın şaşkın bakışları arasında Kadir'i oturduğu tahtın kenarlarından tuttular. Genç adam onların ne yapmak istediğini anlayıp inmek için hareket etti ama diğerleri izin vermedi ve kenarlarından tutukları tahtı kaldırıp Kadir'in ölümcül bakışlarına rağmen ıslık çalarak konaktan çıkardılar.

 

Konağın avlusunda şaşkın bir şekilde giden daha doğrusu taşınılanarak götürülen damada bakıyorlardı.

 

Zeynep Hilal ile göz göze geldiğin yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Karşılığın da omuzlarını kaldırıp indiren kadın ile kafasını olumsuzca salladı o'da Rojawan'ın deli hallerine alışmaya mecbur gibiydi. Çok kalabalık değillerdi ve gülüp oynayan bir gelin yoktu. Hewlin hanım elini tuttuğun da ona minnetle baktı. Anneannesinin yanında olması kendini kimsesiz hissetmesine engel oluyordu. Misafirler kendi aralarında konuşmaya başladığın da yorgun olduğunu söyleyip yukarı çıkarıldı.

 

Üstünde ki bindallıyı çıkarıp yatağa girdi. Uykusuzdu ve uyuyamıyordu. Yarın olsun istemiyordu. Yarına nasıl dayanacaktı. O böyle düşünceleril içindeyken kapı çalındı. Sesli bir nefes alıp "girin" dedi.

 

Hilal ve Mevsim arka arkaya içeri girdi. Yatağında doğrulup sahte bir gülümseme ile "gelin kızlar"

 

Mevsim eteklerini savurarak "ben çok sıkıldım ve Hilal ile beraber senin de sıkıldığına kanaat getirdik. Tek başına sıkılmana gönlümüz el vermediği için beraber sıkılmaya geldik " diye şakıdı.

 

Hareketleeri ve konuşması birbirine çok tersti.

 

Zeynep kahkaha atıp "senin olduğun yerde sıkılmanın imkanı var mı? Soru değil kendince düşüncesini söylüyordu.

 

Hilal'le beraber yatağa oturup aldığı içli bir nefesle "inanmayacaksın ama odam da ben olduğum da hep sıkılıyorum sonra mevsim burası senin odan şalvarlı kaslı böyle hödük olmayan Mardin ağalarını düşün diyorum. Daha sonra hepsinin düşü kıllı kırolar olduğu aklıma gelince daha çok sıkılıyorum " dedi ve kısa bir süre düşünüp "Allah'ıma çok şükür ki öyle çok abim kardeşim yok. Biri gider bir halt yer beni berdele kurban ederdi. Sonra ben gider berdel olduğum o düşü kılıya ada yapar bağrışlarını tüm Mardin'e duyurur rezil ederdim" dedi.

 

Yanında oturan iki kız bundan muzdarip olsalarda kahkaha atmışlardı.

 

Mevsim Hilal'e bakıp "kız sen birkaç gün önce evlendin kış ayındayız diye sana o kıllar bataniye gibi geliyordur. Bak bunun yazı Mardin sıcağı var bence de sen bu ada işini bir düşün "

 

Hilal ağzı açık ne cevap vereceğini bilmezken Mevsim Zeynep'in ellerine uzanıp üzüntülü bir sesle "kına tutmamış keşke yıkama saydın"

 

Zeynep'in minnet dolu bakışları Hilal'i bulduğun da aldığı tebessümle gülümsedi. Gözleri kınasız ellerine gittiğin de gülümsedi. En azından bunu kendi istediği gibi yapmıştı.

*

*

*

Diğer tarafta sözde bekarlık partisi veren Rojawan'daydı. Kadir'in bağ evine gelinmiş çaylar semaver de pişiyordu.

 

Seyit Ali, Hazar, Agâh, Dewran ve diğerleri onları bekliyorlardı. Kadir'in tüm çabalarına rağmen onu tahtla beraber kapalı bir pikapın arkasına koyup getirmişlerdi. Arkaya arkaya arabalar bir de kapalı bir pirkap bağ evinin bahçesine girdiğin de diğerleri meraklı gözlerle onlara baktı.

 

Sis ve Rojawan aynı araçtan inip pirkapa doğru ilerleyip arka kapıyı açtılar. Harran ve Kendal'da yanlarında durdukların da tahtı çekerek Kadir'le beraber çıkardılar.

 

Seyit Ali ve Hazar ağızları açık onlara bakarken. Onlar gayet doğal hareketler ile yürüdüler.

 

Rojawan elini kaldırıp "damat geldi çal babam çal diye bağırdığın da sıra gecesini damat gecesi yapacağız diye getirdikleri orkestra çalmaya başladılar"

 

Kadir burnundan soluyup eliyle yüzünü kapatıp arkadaşlarının alaycı bakışlarını görmek istemiyordu.

 

Üç basamaklı merdiveni çıkarken "hiçbir masraftan kaçmadık" diyen Rojawan'dı. Kadir elini çekip öfkeyle "sen mi masraftan kaçmadın" diye sordu.

 

Onun cebinde akrep olduğuna inanıyordu. Biri için para harcasa altı ay yoğun bakımlık olur kendisine gelemezdi.

 

Rojawan yüzünü ona çevirip "ben yaralı parmağa işemem. Organizasyon benden ödemesi diğerlerinden " deyip çıktığı son basamakla tahtı en ortaya bıraktı ve iki parmağını dudaklarına götürdü. Çaldığı ıslıktan sonra gür bir sesle "arkadaşlar ilk göz ağrım Kadir'imin kına gecesine hoş geldiniz. Sizden ricam bu yaptı diye sizde evlenmej gibi bir hata yapmayın. Üstüme gelecek başka bir kumayı kaldıracaj bünyeye sahip değilim " dedi. Kadir'in omuzlarında olan duvağı çekip orkestraya dönerek "

 

Kadir burnundan soluyarak "senin geçmişini " diye küfür edecekti ama omuzlarından tutulup geri oturtulduğun da sözleri ağzına tıkılı kaldı.

 

Antep'in hamamları diye başlayan türkü ile ellerini çarpıp "hoydaa " diye şakıdı. Sis ve Harran karşısına geçtiğinde gayet eğleniyordu. Çiğköfte leğeni geldiğin de bir Urfalı olarak Seyit Ali gömleğinin kollarını katlayıp ayağa kalktı. İçeri geçip ellerini temizce yıkadıktan sonra geri dönüp çiğköfteyi yoğurmaya başladı.

 

Kısa bir aradan sonra Ömer Mirza ve Murat'ta aralarına katılmıştı.

 

Agâh Hazar'ın yanında elini omzuna koyup "Kadir mutlu olur mu?" Dile asıl merakta olduğu konuyu dile getirdi.

 

Yer minderin de oturmuşlardı. Rojawan organizasyonun hakkını vermiş gibiydi.

 

Hazar sıkıldığı her halinden belli olan bir tavırla " o Zeynep beni sever mi umuduyla Zeynep ise ben sevdiğime kavuşurmuyum umuduyla yaşayacak " diye konuştu.

 

Hiçbir his kapalı bir kapının verdiği hüznü veremez. Sen içeri göremezsin orada ne yaşandığını, yaşarsan ne olacağını bilemezsin. Zeynep'in kalp kapısı Kadir'e kapalıydı. Kadir'in kalp kapısında ise kocaman Zeynep yazılıydı lakin insan görmediğine cahildi. Kadir kalbimdekini oku dese Zeynep ben körüm diyecek biriydi.

 

Makul olan kalbinde biri varken başka birinin davetini red etmekti.

 

Sis ve Rojawan zorla da olsa Kadir'i kaldırıp aralarına aldılar. Kısa bir süreden sonra kendilerini akışa bırakıp karşılıklı oynuyorlardı.

 

Çiğköfte yoğrulmuş müzik değişmişti.

 

Gecenin sonuna doğru Azad Saruhan'da aralarına katıldı.

 

Diğerleri eğlenirken Kadir Agâh ve Azad ellerin de rakı bardağı gecenin sırtlarını arabaya dayamış eğlenen dostlarını izliyordular.

 

Agâh elinde ki bardaktan bir yudum alıp "Kemal ve Baran 'ı karakterleri düzgün iyi birileri olduklarını sanıyordum "

 

Gelen itiraf konuya giriş gibiydi.

 

Azad'da onun gibi tuttuğu bardaktan bir yudum aldı. Aldığı tatla yüzünü buruşturup "bu dünya benamusların dünyası insanın amel defteri elinde değil ki bakıp iyi ki kötü olduğunu anlayasın " tarazlı sesi soğuktu.

 

Agâh onu onaylarken "Zeynep asla affetmem diyor "

 

"Affetmesin" yanında duran iki dostu aynı anda aynı cevabı verdi.

 

Kadir Zeynep'in ailesine olan düşkünlüğünü biliyordu. Babası için geldiğinde arayıp 'işleri erken bitirseniz ya da sen abimler ne iş yapıyorsunuz da babam gelmek zorunda kalıyor ' diye isyan ederdi. Ama şimdi yüzlerini görmek istemiyorum deyişleri.

 

Şubat ayı ve gecenin soğuğu vardı. Azad elindeki bardağı arabanın kaputuna bırakıp " Zeynep'in ailesi çok pişman olacak ve o onları asla affetmeyecek afetmesin ; kızın hayatı ile oynadılar" diye konuştu ileri de aynı şeyleri kendisi de yapacaktı. Malum kınadığın ne varsa başına gelirdi. Tabi onda durumlar farklı gelişecekti ve Azad insanın kalbine söz geçiremiyeceğini anlayacaktı.

 

Kadir isyankar bir sesle "sanki ona cehennem hayatı yaşatacakmışım gibi konuşuyorsunuz. Baba evinde nasıl rahat ise benim yanımda da rahat olması için elimden geleni yapacağım" diye içini döktü.

 

O zalim biri değildi.

 

Agâh'ın verdiği nefes buharlaşırken " asıl mesele senin kötü biri olman değil. Onun bir anda tepe takla olan hayatı hayalleri " konuşurken gözleri boşluğa bakar gibiydi. Malûm o'da hatasız bir kul değildi.

 

Kadir bunu kabul ediyordu lakin elinden gelecek başka bir şey geldiğini düşünmüyordu. Tabi yanında duran dostları aynı düşünceler de değildi. Bu saatten sonra ellerinden gelen bir şey yoktu.

 

Rojawan aralarına katıldığın da Agâh çenesini kaldırıp ayın hilal olmuş süliyetine bakıp "o kız başkasını seviyor değil mi senin için zor olmayacak mı?"

 

Kadir'in omuzları düştü. Bunu biliyor ve için için kahroluyordu.

 

Dostunun buna verecek bir cevabı olmadığını bilerek "Sigaranın dumanın verdiği zararı onu soluyan cigere, külünün aldığı zararı ise onu savuran rüzgara soracaksın " sesi ruhsuz gibi çıkmıştı. Azad'ın araba koputuna indirdiği bardağı eline alıp havaya fırlattı. İçinde kalan rakı havada savrulurken bardak yerde çıkardığı gıcırtılı sesle kırıldı.

 

Rojawan bardağa bakıp "sigarayı verdiği zararı bile bile bırakmazsın ya, cevabını bildiğin soruyu da sormayacaksın" diye sözlerini sonlandırdı. Bu konular konuşuldukça Kadir'in içinde ki acı kabuk bağlamadan kanayacaktı.

 

Agâh onu onaylarken o kimseyi takmayan bir tavırla "hadi buraya hüzünlenmeye gelmedik "deyip Kadir'i koluna girip ellerini çarparak

"Bilbilo lo, koçero bilbilo

Bilbilo lo, xerîbo bilbilo

Bilbilo lo, mehkûmo bilbilo "diye şakıyıp ilerledi. Orada ki kimse adamın psikolojisinin normal olduğunu düşünmüyordu.

Bu gece kimsenin kurtuluşu yoktu.

*

*

*

Saatler sonra Kadir konağa döndü. Arabasından inerken ruhen yorgundu. Bu gece kafası çok karışmıştı. Konaktan içeri girip adımları merdivenleri bulduğun da mutfaktan gelen sesler ile duraksadı. Sesler gülüşmelere döndüğünde adımlarının yönü değişti.

 

Mutfak kapısında dayayıp içerideki üçlünün gülüşerek bir şeyler atışmalarını izledi. Hilal, Mevsim, Naze ve Zeynep dördü kahvaltılık bir şeyler hazırlamış sohbet ederek atıştırıyorlardı.

 

Mevsim tabakta olan dilimlenmiş sebzeleri gösterip "salatalıklar da ne güzel dilimlenmiş annem de ben gelin alıyorum desin be" diye şakıdı.

 

Hilal kahkaha atıp eliyle tabakta ki dilimlenmiş salatalıkları gösterip "kızım biz kadınlar bir öküzden bir de hıyardan iyi anlarız. Doğamız da var bu erkeğin öküzü de hıyarını da bulmakta üstümüz de yok" diyerek araya girdi.

 

Naze Hilal'le bakarak "yeğenim diye demiyorum ama senin ki tam hıyar gurubundan " dedi. Hilal onu onaylar gibi kafasını salladı. Naze Rojawan'ın hemen hemen onunla yaşıt olan halasıydı.

 

Zeynep dudaklarını birbirine bastırdığın da Mevsim gözlerini kısıp ciddi bir tavırla "ha bu yüzden mi davarı ve salatalığı bu kadar iyi doğruyoruz" derken gülmemek için kendini zor tutuyordu.

 

Zeynep anlamayarak "ne alakaya ya"

 

Mevsim omuz silkeleyip cevaplayan arkadaşına bakıp "ne bileyim be belki de kadınlar hayatlarında ki öküz ve hıyarlardan çıkaramadıkları sınırı onlardan çıkarıyorlardı" bu saçma konuşma yüzünden dördü gülüyordu.

 

Hilal elinde ki çay bardağını kaldırıp "çayla sarhoş olan bizlere" dedi ve dördü çay bardaklarını aynı anda tokuşturdu.

 

Mevsim ve Hilal sırf Zeynep'in içinde olduğu durumdan biraz sıyrılması için saçma sapan konuşup birazcıkta olsa moral vermeye çalışıyorlardı. Naze'nin de onlardan geri kalır yanı yoktu.

 

Hilal tabaktaki bir dilim salatalığı ağzına atıp "tadı güzelmiş hakketen hıyar seviyoruz " dedi

 

Dördünün eğlenen sevimli halleri adamın yüzünde tebessüme neden oldu. Onların keyifli hâllerini bozmamak için sessizce yerinde durdu.

 

Mevsim telefonunu eline alıp "madem çay içip derbeder oluyoruz bir Müslüm Gürses iyi gider " dedi ve Müslüm Gürses Unutamam şarkısını açtı.

 

Mutfakta Müslüm Gürses'in 'kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde bir türlü kendimi avutamadım" diyen sesi duyulurken Mevsim göğsüne vurup "offf be Müslüm Baba damardan girdi " dedi elinde ki çay bardağını Hilal'in bardağına vurup "şerefi olmayan şerefsizlere inat şerefimize" dedi ve kahkaha attı.

 

"Bazı kadınlar şereflerinden birazını sadaka verseler dünya da şerefsiz erkek kalmaz" dedi ve duraksayıp "of be Müslüm Baba şarkılarına eşlik etmek için büyümek değil dert sahibi olmak gerekiyormuş " Naze telefonunu eline alıp "eğer Müslüm Baba şarkıların da efkar istiyorsanız yorumları okuyup dinleyin" deyip YouTube'ye girdi.

 

Mevsim Zeynep'i yanına çekip " bebeğim bak sende derdim var diyorsun şimdi millette ki dertlere bak"

 

Zeynep telefona bakarken Hilal kalkıp çayları tazeledi.

 

Baze mırıldanarak şarkının sözlerine eşlik ederken Mevsim elinde ki telefona bakarak " bakın bu çok iyi biri ; bunu dinlemek için birilerini kaybetmek gerekir demiş"dedi.

 

Naze onu onaylarak ekrana baktı üzüntülü bir tınıyla " biri ne kaybettin demiş. O'da hayallerimi kaybettim yetmezmiş demiş"

 

Mevsim çayını yudumlayıp "çok iyi"

 

Naze kafasını salladıktan sonra "biri de ilkokul da silgimi kaybettim. Yirmi yıldır her aklıma geldiğinde gelip burayı dinliyorum"

 

Hilal çayları tazeleyip oturduktan sonra " susun bak bu adama intihar ettirir" dedi ve hepsinin sesizleşmesini sağladıktan sonra " her kalpte bir mezarlık vardır" dedi.

 

Mevsim histerekli bir nefes alıp "biz o mezarlığa kimleri kimleri gömdük" diye hayıflandı.

 

Müslüm Gürses söylerken dertlenmemek imkânsızdı ama bunların ki başka bir leveldi. Zeynep kulağında ki histerekli şarkı ile kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Arkadaşları tam manyaktı.

 

Naze kırk yıllık keşler gibi çay bardağını Zeynep'in bardağıyla tokuşturup "lan hakketen kimleri gömdük " dedi.

 

Ortamda ki ciddiyet sıfırdı.

 

Mevsim içli bir nefes alıp "ben her gece şalvarlı Henry'mi gömeyim diyorum ama kıyamayıp vazgeçiyorum" dediğin de Kadir kapı pervasızın da burnundan soludu. Naze ise gözlerini kısıp meraklı bir tınıyla " şalvarlı Henry kim" diye sordu.

 

Zeynep gülerek "Henry Cavill" dediğin de Naze elindeki çay bardağını kaldırıp aldığı rahat bir nefesle " hiç kusura bakma Zeynep bu da hristiyan birine gönül verdi diye ödüm koptu" dedi.

 

Zeynep'in bunca yaşananlara rağmen asla pişmanlık duymayacağı bir histi. Afran'ı sevmek! Başka bir din ve ırktan olmasına rağmen sevmek.

 

Ne güzel bir şeydi.

 

Müslüm Gürses her şeyde sen varsın unutamadım diyordu. Zeynep'in yüzünde emanet bir gülüş vardı. Unutmayacağını baktığı her şeyde sevdiği adamı arayacağını biliyordu.

 

Mevsim gülerek "biz Noel Baba değil Müslüm Baba vardı. O'da bacadan değil kalpten giriyor " Adana'lı cinolae gibi damardan girdi.

 

Hilal ortamı dağıtmak için "biri yorumun da; baba o kadar güzel ayarlamışsın ki şarkıyı tam bir sigara sürüyor demiş" deyip duraksadı. Gözlerini karşısında duran üç kıza çevirip " acaba gerçekten bir sigara mı sürüyor içinizde sigara içen varsa şarkıyı başa alıp deneyelim " merak ettiği konu hepsinin güldürdü.

 

Üç kız ne saçmalıyorsun ağa be bakışları attığın da o yorumlara girip "boş verin yorumlar da üç sigara bitirdim diyen de var" deyip gülümsedi.

 

Ortam tam efkarlanmalıktı lakin orada ellerin de çay bardağıyla efkarlanmaya çalışanlar normal değildi.

 

Naze telefonunu eline alıp Hilal'in okuduğu yorumu arayıp buldu ve parmaklarını hızlıca hareket ettirirken sesli bir şekilde "biz sigara içmiyoruz bir sigara da bizim için yak" dedi. Yorumunu yazıp telefonunu masaya indirdi. Dudaklarını birbirine bastırıp " Kalp ve Damar cerrahisi sayın Prof. Dr. Müslüm Gürses'i rahmetle anıyor artık uyumak için herkesi odalarına davet ediyorum " dedi.

 

Şarkı hala bitmemiş Müslüm Baba hala unutamam diyordu. Kadir onların keyifli hallerine seyre durmuş Zeynep'in gülüşüne takılı kalmıştı. Kalkmak için hareket eden kızlar ile genzini temizleyip orada belli olduğunu belli etti.

 

Endişeli bir şekilde ona dönen dört kız baya sevimli görünüyorlardı. Hele biri ömür törpüsüydü.

 

Dördü beraber ayaklanıp şaşkınlıkla "Kadir abi "demişti.

 

Dil bu ya anın şaşkınlığı ile sürçü lisan etti. Zeynep gözlerini yumdu. İçten içe alış diye kendini telkin etti. Kadir abi değil Kadir diyeceksin diye azarı çektikten sonra gözlerini açıp yarın düğünü olacak adamla göz göze geldi. Üç genç kız onun abi dediğini duymuşlardı. İkisi içinde üzgündüler. Kadir'in aşkından haberdar olan ve bakışlarından tahmin eden vardı.

 

Kadir onun ağzından her abi kelimesini duyduğun da kalbine yumruk yemiş gibi oluyordu. Yine aynı vaziyetle nefes aldı.

 

Malûm yürek sızısı karşısındaydı.

 

Naze, Hilal ve Mevsim anlamamış gibi yapıp "Zeynep geç oldu biz uyumaya gideceğiz. Sende gelecek misin?" Maksatları genç kızı da düştüğü durumdan hasar almadan çıkarmaktı.

 

Zeynep kafasını olumlu anlamda salladığın da Kadir bıkkın bir tavırla "ben acıktım Zeynep benim için bir şeyler hazırlar mısın?" Bazı şeylere dikkat etmeleri gerekiyordu. Bu gece ağzından kaçan yarın toplumda çıksa mazereti olamazdı.

 

Afallayab genç kız kısa bir süre onunla göz göze geldi. Mevsim'in araya girmemesi için "tamam kızlar siz çıkın bende ortalığı toplar çıkarım " diye cevap verip masada ki tapakları toplamaya başladı.

 

Üçü birbirlerine baktıkların da Zeynep yüzünde emanet bir gülümseme ile "hadi iyi geceler" dedi. el mecbur " iyi geceler "dileyip arka arkaya mutfaktan çıktılar.

 

Başbaşa kalan ikili kararsız bakışlar ile birbirini sözdü. Kadir artık bir şeyleri netleştirmek istiyordu. Bu bakışma kısa bir an sürdü ve kendisini toplayan ilk Zeynep'ti masayı toplayıp "gel otur Kadir " diye söze girdi. Buz dolabının kapağını açarken "bu saatte yemek ağır olur diye biz kahvaltılık bir şeyler atıştırdık. Sen yemek mi yoksa kahvaltılık bir şeyler mi istersin Kadir" biraz önce abi dediği için ismini kullanmaya dikkat ediyordu.

 

Kadir sandalyeyi çekip otururken kinayeli bir tonla "abiye ne oldu" biraz önce duyduğunu ayan beyan dile getirdi. Bu konuyu konuşmuş dikkat etmesini söylemişti.

 

Zeynep duraksadı. Kadir'in açıktığı için kalmadığı aşikardı. Omzunun üstünde ona bakarak "dikkat ediyorum ama ağzımdan bir anda çıktı" yüzünde ki mahcup ifade samimi ve gerçekti.

 

Genç adamın dudakları arasında yorgun bir gülümseme yer aldı. Kısa bir anda geçip giden bu eylem Kadir anladığını belirten bir edayla son buldu. Eliyle yanında ki sandalyeyi gösterip "gel otur Zeynep aç değilim" dedi ve sustu.

 

Onun aç olmadığını zaten anlamıştı. İki çay doldurup önce ona uzattı ve elinde ki bardakla gösterdiği yere değilde karşısına oturdu. Çay bardağını eline aldığında Kadir'in bakışları ellerindeydi.

 

Gözlerini kısıp " tutmamış"dedi. O daha parmağını yıkanmamıştı. Zeynep anlamadığı belirten bakışlar attığın de kaşlarını kaldırıp "ellerin diyorum kına tutmamış"

 

Zeynep'in bakışları eklerine gitti. Yakmadığı şey niye tutsundu ki tabi bunu ona söylemeyeçekti. Dudaklarını birbirine bastırıp omuzlarını sirkeleyerek "zaten kınayı pek sevmem kızlarla erken yıkayınca tutmadı" yalan söylüyordu. Kınayı çok severdi ve bunu Kadir de biliyordu.

 

Genç adam buna takılmayarak cebinden sigara paketini çıkarıp bir dal sigarayı dudaklarına götürüp yaktı. Rojawan ne demişti "sigaranın dumanı onu soluyan ciğere külünün zararı ise savuran rüzgara " peki adama üst üste sigara yaktıranın cezası kimeydi.

 

Telefonundan biraz önce okunan Müslüm Gürses şarkısını açtıktan sonra "yarın düğünümüz var ve sen hala abi diyorsun " diyerek söze girdi.

 

İnsanın bazen kaçmak istediği gerçekler olurdu. Zeynep kaçmak isteyip asla unutmadığı gerçek ile karşı karşıyaydı.

 

Saçını kulağının arkasına verip mahcup bir ifadeyle "unuttum" diye kendisini ifade etmeye çalıştı. Yalan değildi. Hem o an panikle bir anda söylemişti.

 

"Unutma" diyen adam içinden Afran'ı unut diye dua ediyordu

 

Kederli bir ses "unutmayı, bu yaşadıklarımın bir rüya olmasını çok isterdim " diyen dudaklar sözleri ile adamın yüreğine hançer saplıyor gibiydi.

 

Müslüm Gürses söylüyordu. Bu şarkıyı üst üste Müslüm'den dinlemek yürek isterdi. Zaten onların yüreği yanıyordu.

 

Adam bunu zaten biliyordu ama duymak başka bir eylemdi. Sevdiği dilinden dökerken sanki kör bıçakla her seferinde onu yaralıyor gibiydi. Güç bela kendisini toparlayıp " yarın düğünümüz var resmi nikahımız kıyılacak toplumda ağzından kaçması ne demek biliyorsun değil mi?" Gayri ihtiyari sözler peşpeşe söylenmiş derbeder olan genç kızın yüreğine ateşi salmıştı.

 

Zeynep duydukları ile soyutlanmış bir vaziyetle boşluğa düştü. Düğünün üstüne bir de resmi nikah. Ağzında bir zehir varmış gibi yüzü buruştu. Kafasını olumsuzca sallayıp "bu kadarı çok fazla" diye fısıldayıp bir anda feri sönen gözlerini Kadir'e çevirip "resmi nikah olmayacak" diye keskin bir tınıyla kestirip atar gibi konuştu.

 

Kaşları çatılan adam anlamayarak "resmi nikah olmayacakta ne demek" şimdi karşılıklı birbirlerine anlamadıklarını soruyorlardı.

 

Yüzünü sıvazlayıp "açık ve net resmi nikah olmayacak. En azından o sevdiğin kadına kalsın" kelimeler pervasızca dökülüyordu.

 

Genç adam duyduğu 'en azından o sevdiğin kadına kalsın' sözleri ile sevdiği kadın tarafından bıçaklanmış hissine kapıldı. Sevdiğim sensin zalim yeter gör beni diye yüzüne bağırmamak için kendisini nasıl zor tutuyordu.

 

Ağzında homurdanarak "saçmalama resmi nikah olacak hem biz olur desek bile ailelerimiz kabul etmez" bir çıkar yol bulup Zeynep'i ikna etmesi gerekiyordu.

 

Zeynep omuz silkeleyip " benim ailem yok , seninkiler de karşı çıkmaz " ses tonu o kadar takmıyorum imasını barındırıyordu ki adam şaşkındı. Genzini temizleyip söze gireceği anda Zeynep duruşunu dikleştirip "bak Kadir oyun oynamadığımızı biliyorum. Senin fedakârlığını bana verdiğin değerin farkındayım ama resmi nikah çok fazla ben bu kadarını kabul edemem. Sen yarın öbür gün belki birini sevip aşık olacaksın ve benim yüzümden zor durumda kalacaksın. Sana zaten minnettarım daha fazlasına gerek yok"

 

Adamın söyleyeceği sözler bir bir ağzına tıkılı kaldı.

 

Zeynep elini masanın üzerine koydu. Müslüm Gürses Unutamam derken o kadar içten söylüyordu ki unutana yazıklar olsun dememek için kendini zor tuttu.

 

O Afran'ı unutabilir miydi?

 

Hafızası silinse sanki Afran yerli yerinde kalacak gibiydi.

 

Unutmakta istemezdi.

 

Müslüm Baba efkar dağıtıyordu. O unutamam derken Zeynep ölünce insan unutabilir mi gibi saçma sapan düşünceye kapılmıştı. Gözleri buğulandı.

 

Yaktığı ikinci sigara ile onu izliyordu. Buğulanan gözlerini fark etmemek imkânsızdı. O an ne düşündüğünü deli gibi merak etti. O'nu düşünüyor diye vesvese veren zihni ile kalbi acıdı. Efkarı ağır basıyordu.

 

Aynı şarkı da aynı kederi yaşamak. Zeynep Afran için kahırlanırken Kadir'de onu görmeyen Zeynep için kederdeydi.

 

Gecenin bir yarısı yanyana oturup aynı şarkıda göz yaşı dökmek vardı. Sen o'na o'da bir başkasına.

 

Ortamda ki ölüm sessizliğini delmek amacıyla "bunun için bana minnet duymana gerek yok. Resmi nikah olmazsa dedikoduların önünü alamayız" onu anlasın diye sitem eder gibi konuştu.

 

Zeynep masadan destek alıp ayağa kalktı. Yeteri kadar boyun eğmişti. Elinden geldiğince insanları kırmamaya çalışıyordu. Biraz da olsa onu anlamaya çalışan birileri olmalıydı.

 

"Bak Kadir" diye söze girdi ama keskin tonu ben itiraz kabul etmiyorum der gibiydi. Kendine güvenen bir tavırla " çevremde ki insanların inanmamasına rağmen ben o gün evden kaçmadım. Ucunda ölüm olacağını bilseydin yine de İlyas ile evlenmezdim. Bunu sende beni sana veren Botan'lar da biliyor " ailem değil Botan'lar ve Botan'lar tabiri ağzından tükürür gibi çıkmıştı.

 

Taviz vermeyen bir tavırla " canıma kıyar yine de kabul etmezdim. Sen benim gözümde Kadir abimdin. Bunu bir nikah değiştiremez " dedi ve duraksayıp " ben kalbimin evet demediğine dilimin evet demesiyle nikahın geçerli olduğunu düşünmüyorum "

 

Sözleri keskindi. Kadir'in eli yumruk oldu. Zeynep ise sözlerinin ağırlığının bilincinde " bu kadarına evet dedim ama daha fazlası için kimsenin bir beklentisi olmasın. Bugün bunlarla gelenler yarın evlendikten sonra çocukla gelecekler. Ben abi dediğim adama ne kadınlık yaparım ne de o adamdan çocuk yaparım. Ailemin hataları sırtım da kambur omuzlarım da çok ağır yük var. Daha fazlasını kaldıracak kadar güçlü değilim." Tane tane konuşup kendisini ifade etmeye çalıştı.

 

Kadir'in omuzları düştü.

 

Zeynep ise celladı olmaya yeminli gibi " bu yüzden resmi nikah istemiyorum. Ben ve sen karı koca olamayız. Sen aşık olduğun da önüne engel olmayacağım. Zaten hiçbir kuvvet bana o imzayı atıramaz" diye konuşmasını sonlandırdı. Konuşurken ben birini seviyorum tabiri hiç geçmedi.

 

Zeynep senden boşanırım sevdiğim adamla konuşurum gibi bir cümle kurmadı.

 

Üstüne bastıra bastıra sen aşık olursan diyordu.

 

Mutfaktan çıkmadan son defa dönüp " üzgünüm Kadir ben kendimden çok fazla ödün verdim. Sende öyle daha fazlasına hiç gerek yok" dedi ve dönüp çıktı.

 

Kadir dinlediği şarkıda üç sigara yakmıştı ama üçünün verdiği zarar Zeynep'in sözleri kadar etkili değildi.

 

Elinde ki sigarayı söndürüp arkasından çıktı. O'da böyle olsun istemezdi. Bilhassa planlı gelişmiş olaylar değildi. Bir yanı kader diyordu ve kaderin de sevdiği yazıldığı için ninnetardı.

 

Hızlı adımlarla mutfaktan çıkıp merdivenleri çıkan Zeynep'e ulaştı onu kolundan tutarken öfkeliydi. Öfkesi ondan vazgeçmeyen kalbine ve onu sevmeyen Zeynep'eydi.

 

Çattığı kaşları ile " eğer kabul etmeseydim bir yolunu bulup seni İlyas ile eğlendireceklerdi" diye sitem eder gibi konuştu.

 

Zeynep önce kolunu tutan ele daha sonra Kadir'in gözlerine baktı. İşte bunun için kararlıydı. Dudaklarını birbirine bastırıp "Kadir hiçbir güç kuvvet nikahla olacak bir nikahta bana evet dedirtemezdi. Ama oldu diyelim başarılı oldular bizi evlendirdiler. Ben o günün sabahı iki cesede sela okuturur gerekeni yapardım " sesi o kadar ifadesiz bir tınıyla çıkıyordu ki dediğini yapacaktı.

 

Kadir onun kolunu bıraktı çıktığı merdiven basamağını geri indi. Kendimiöldürürüm diyordu. Zeynep'in ölmesi olmadığı bir dünya da nefes alması. Adam zihnin de Zeynep'siz olacak bir dünya da nasıl yaşanılırdı muharebesi vardı.

Zeynep ise başka alemdeydi.

*

*

*

Gecenin üçü sabahın beşi uykusuz geçen bir vakit.

 

Zeynep sabahın erken saatlerinde odasına doluşan arkadaşları ile mücadele ederken Afran özel bir hastanede gözlerini açtı.

 

Başın da keskin bir ağrı vardı. O'na ne olduğunu düşünmeye çalışırken en son hatırladıkları ile yataktan kalkmaya çalıştı. Yüzü koyun yattığı için kolundan destek alması gerekiyordu ve sol kolunu hissedemiyordu.

 

Sağ koluyla destek alarak doğruluğun da omuzun da bir karıncalanma ve sırtında ki ağrı ile yatağa çakıldı. Acı içinde inleyerek "ben nerdeyim yardım edecek kimse yokmu " dedi Bakışlarını etrafın da gezdirdiğin de hastane de olduğunu anladı. Acil çağrı butonunu gördüğün de biraz da olsa rahatladı.

 

Kısa bir süre sonra doktor ve hemşire gelmiş gerekli kontroller yapılıp gitmişlerdi. Afran elini hissetmiyor lakin omzunda dehşet bir ağrı vardı. Hemşire gelip ağrı kesici yaptıktan sonra anneannesi Müzeyyen hanım içeri girdi.

 

Genç adam gördüğü suretle yüzünü çevirdi onlardan kimseyi görmek istemiyordu. Yaşlı kadın yatağa oturup elini tuttu ve samimi bir tavırla "sen haklıydın kızımın ölümün de sessiz kalmamak gerekirdi" diye söze girdi. Yaşlı gözleri buğulandı. Afran'ın elini bırakmadan " arkadaşın Gökhan burada ve seni buradan çıkaracağız "

 

Afran duyduklarının doğruluğunu inanmaya çalışırken Gökhan üstünde doktor önlüğü ve elinde poşetle içeri girip "hadi bakalım doktor bey sizi buradan çıkarmamız " dedi.

 

Afran'ın kaşları çatılırken Gökhan onun soymaya çalışıyordu.

*

*

*

Zeynep gelin odasın da pencereden dışarı bakıyordu. Aynada ki yansımasına bakacak kadar güçlü değildi. Sevdiği adama yar olamamıştı gelin olmuş gelinlik giymiş umrunda bile değildi. Hayalini kurduğu şeyler insana dert olurmuş ya Zeynep onu yaşıyordu.

 

Genç kız düğün alışverişi gelinlik seçimi hiçbir şeye katılmamıştı. Üstünde ki gelinliği kim beğenmiş ona yakışmış mıydı bilmiyordu?

 

Her nefes alan beden yaşıyor sanıyordu. Dünya aslında nefes alıp yaşayan ölü ruhların mezarlığıydı... Bedenleri nefes almayı bıraktığın da ruhları özgür kalacak insanlar mutlak günü bekliyordu.

 

Soydan Konağının bulunduğu sokak arka arkaya park etmiş düğün hazırlıkları son sürat devam ediyordu. Gökhan önde ilerleyip düğüne davetliymiş gibi kapıda duranların elini sıktı. Arkasından Afran boynuna sardığı puşi giydiği yöresel kıyafet ile onu takip etti. Kimsenin onu tanımaması gerekiyordu.

 

Zeynep dalgın dalgın yapılan koşuşturmayı izledi. Düğününü hiç böyle hayal etmemişti. Mutlu olması gerekirken kederden kahrolmak üzereydi. Üzerinde abi gözüyle baktığı adam için giyilmiş bir gelinlik vardı.

 

Vicdanı onun da dahatını yaktın diye çeltik atarken genç kızın gözleri dolu doluydu.

 

Açılıp kapanan sesine dönmedi. Kimin geldiği ile ilgilenmiyordu. Adımların ona yaklaştığı belliydi.

 

Yaklaşan adım sesleri ve burnuna dolan koku. Hayır olabilir mi desede beyninin ona oyun oynamasından korkuyordu.

 

Duyduğu "Zeynep" sesiyle gözlerini yumdu. Kokusu sesi her şeyiyle oydu. Geliliğinin eteklerini sıkarak arkasını döndü.

 

Hayal değildi. Karşısında sevdiği adam vardı. Yüzünde kocaman bir gülümseme yer aldı. Kendisini tutamayıp kollarını boynuna sardı. Göz yaşları sicim sicim akarken acı çektiği belli olan bir tınıyla "sensin rüya değilsin değil mi?"

 

Afran dudakların da acı bir gülümseme canhıraş bulurken "sen hayal değilsen ben de hayal değilim sevgilim" konuşması bile derdini yansıtacak şekilde kederdeliydi.

 

Sevgilim nasıl güzel bir hitap şekliydi ve nasıl da sadece onun dudaklarına yakışıyordu.

 

Ama artık yasaklıydı.

 

Ona sevgilim diyemezdi.

 

Son defa olduğunun bilincinde sımsıkı sarıp sarmalındalar.

 

Seven sevdiğini öpmek koklamak isterdi

 

Zeynep olduğu zamanın geçip gitmemesini istedi. O kollarda çürümeli ve toprak olmalıydı.

 

İkisinin kalbi hızlı hızlı birbiri için atıyordu.

 

Birbiri için atan kalp... Seven iki insan ve severken ayrılık. Ya rabbi nasıl bir acıydı.

 

Zeynep sevdiği adamın kokusunu içine hapsetmek ister gibi kokladı. Nasıl özlemişti nasıl da hasretti.

 

Afran'ın da ondan geri kalır bir yanı yoktu. Tek koluyla sımsıkı sarıyordu sevdiğini.

 

Bir adım geri çekilip sevdiceğine baktı. İnsanın gözlerinde hasret ilur muydu?

 

İki sevgilinin gözlerinde hasret özlem vardı.

 

Afran elini kaldırıp parmak ucuyla hırsızlığa çıkmış edasıyla yüzüne dokundu. Zeynep gözlerini kapatıp göz yaşlarına engel olamadı.

 

Buhram geçirip kafayı yememek için kendilerini zor tutuyordular.

 

Gözünden akan yaşları silip boğuk çaresiz bir tınıyla "çok güze bir gelin olmuşsun" dedi ama o'da onun gelini olmadığının bilincindeydi. Kaç gündür birbirlerine hasrettiler üzüntü için de makul olmayan kaderi çaresizlik içinde kabul edeceklerdi.

 

Zeynep yumduğu gözlerini açtığında dudakları kenara kıvrıldı. Gözlerin de yaş dudakların da gülümseme ile "hayal değilsin" diye mırıldandı.

 

Başka bir adamın nikahındaydı. Olduğu anda bir adama ihanet ediyor hissine kapılsa da bu günahı canı gönülden kabul eder gibi sustu.

 

Cevaplanacak sorular verilecek kararlar vardı. Uzaktan izledikleri böyle olmaz dedikleri olaylar başlarına gelmişti.

 

Hani insan başına gelmeyince kadar olmaz derdi ya, yaşayıp anlıyordu. Bir mahpus hayat ve verilen hükümle onu yaşamaya mecbur bırakılan insanlar.

 

Afran kuruyan dudaklarını ıslatıp "sen gelin mi oldun" derken sesi isyankâr ve der ederdi.

 

İkisinin elinden bir şey gelmiyordu.

 

Zeynep başını onun göğsüne yaslayıp hıçkırarak ağlayarak "Afran ben" dedi ama genç adam onun göğsünde dinlemesini umut ederek "tamam biliyorum sen mecburdun " hem sevdiği mecbur olmasa niye kabul etsindi ki

 

Ayrılığın makbulu olur muydu?

 

Hem severek ayrılıkta makbul bir keder var mıydı?

 

İki yürek kırgın ve döktü. Ailelerine sevdiklerini kaderlerine ama birbirlerine kırgın değildiler.

 

Seven sevdiğinin mecburiyetini anlardı.

 

Afran Zeynep'i anlıyordu.

 

Mecburdu sevdiği. Bu kadar net ve basitti.

 

Zeynep mecburdu.

 

Afran onun mecburiyetini anlıyordu.

 

Bir kolunu kullanamıyordu ama diğeri ile sarıp sarmalardı. Sarmaladı da dudakları duvağın açıkta bıraktığı saçlarını bulduğun da sanki hasreti bitirecekmiş gibiydi.

 

Aşığın gönlü maşukunu arardı. Maşukuna kavuşan aşık vaad edilen cennete girerdi de çevresinde gül olsa ne eylerdi gönlü yanında sevdiği varken.

 

Maşuk'un gönlün de sevdiği varken bakar mıydı başka güle.

 

İkisi birbirinin kabul olmayan dualarıydı.

 

Afran çenesini onun saçlarına dayayıp "Zeynep'im gönül yaram seni o kadar çok istedim ki tanrımdan ondan çok sevdim diye galiba bana kızdı" diye içlendi.

 

Ona göre iksi cezalandırmış veya lanetlendirilmişlerdi.

 

Zeynep elini onun kalbinin üzerine koyup "Allah kuluna kızmaz "

 

Afran tanrı Zeynep ise Allah diyordu ama ikisinin kalbi bir birilerinin aşkı için atıyordu.

 

Afran kısa zamanları olduğunun bilincinde "Zeynep'im "dedi.

 

Zeynep kaçmayacağı gerçekle "Afran ben evlendim " diye kıyılan nikahı kendine ve ona hatırlattı. Ondan uzaklaşmak isteyen sevdiceğini kendine çekti ve kullana bildiği koluyla sımsıkı sarılıp Zeynep'i göğsüne yasladı. Zeynep fısıltı ile başına gelenleri anlattı. Sonrasın da Kadir ile ilan nikahı. Zeynep ister istemez minnet duyuyordu onu yarı yolda bırakmak hele düğün günü nikâhlı karısı kaçtı demek ikisine yakışan bir şey değildi. Onlar kendileri yanarken arkalarında birilerini yakacak kişilikte insanlar değildi. Afran ucun da ölüm olsa bile sevdiğini almaya gelmişti. Elin de olsa onu alır kalbine saklar kimseye vermezdi.

 

Afran gel diyemedi ama beraber ölelim dedi.

 

Ayrı ayrı ölüm iki seven için ızdıraptı ama beraber olacak olan bir ölüm ikisi için ödül olurdu.

 

Zeynep başını koyduğu göğüs 'evi' olsun istiyordu. 3+1 bir ev değilde Afran'ın kalbine sığabilirdi.

 

Ya da olduğu konağa değilde Afran'ın kalbi olsa yeterliydi.

 

İkisi de biliyordu bu son sarılışıydı. Afran sevdasının gözlerin bakıp yüzünde ki acı tebessümle"Ya aburnee" diye fısıldadı. Sesini insanlar değilde tanrısı duysun istiyordu.

 

Zeynep duydu.

 

Genç kız anlamayan gözlerle sevdiği adamın gözlerine bakıp anlamayan bakışlarla "Ya aburnee ne demek" diye sordu. Oldukları halde bu da nereden çıkmıştı ki?

 

Afran kafasını eğdi. Uzun uzun sevdiğinin yeşil harelerine baktı. Böyle bir çölde olmayacak kıymetli bir yeşil gibiydi. Dudaklarını önce anlına bastırdı daha sonra eğilip kulağına anlamını fısıldadı. Zeynep duyduğu her kelime de göz yaşı döküp içten içe "Ya aburnee" diye tekrar etti.

 

Ya aburnee deyip Allah'ım amin kabul et diye içten içe söylendi.

 

(ya aburnee yokluğuna dayanamadığın sevgiliden önce ölmeyi dilemekti)

 

Afran'da aynı durumdaydı. Ya aburnee diye tanrısına dua ediyor. Zeynep'in ölümünü görmemek için dilekler diliyordu.

 

Nasıl bir aşktı ki 'Seven sevdiğini gömsün' diye biliyordu. Sevdiği tarafından gömülmek, birinin duası öyle içtendi ki melekler şahitlik oldu. Duasına eşlik etti.

Duası kabul olurken acı çekiyordu. Sımsıkı tuttuğu eli bırakmadan "git" dedi.

 

Afran sevdiği kıza bakıp bakışları ile ellerini göstererek "ellerin ellerimi bu kadar sıkı tutarken mi Elfida " dediğin de Zeynep'in bakışları ikisinin ellerine gitti. Afran bir eliyle onun elini sımsıkı tutup bırakmak istemiyordu.

 

Diğer eli yaralıydı ama o eli de Zeynep tutmuştu.

 

Sımsıkı tutulan ellerle biri diğerine git diyordu.

 

Afran inler gibi acı çeken bir tınıyla "Zeynep " diye sessiz bir veryansın etti. Zeynep gözlerini çekmeden " adım sana haram ben bir başkasının karısıyım " o artık evliydi. Şuanda yaptığı bile Kadir'e ihanetti.

 

Afran sesli bir nefes alıp " o zaman Elfida diyeyim hem günahı Zeynep'e değil Elfida'ya olur" diye bir çözüm üretmeye çalıştı.

 

Elfida feda edilen demekti. Afran'a göre Zeynep feda edilendi.

 

Zeynep sadece Zeynep olmak istiyordu. O Elfida olmak istemiyordu.

 

Afran'a Zeynep olması yeterliydi.

 

Ama Kadir'e eş olmuştu. Hatırladığı detayla tekrar "git" Dedi.

 

Afran "gidersem özlersin" diye isyan etti. Hem insan sevdiğinden nasıl giderdi.

 

Zeynep 'gidersen ölürüm' diye iç geçirdi lakin dudakları "git " Diye fısıldadı. Gitmeliydi onu burada görmeleri doğru değildi. Sadece onlar değil Kadir'i de zor durumda bırakacaklardı.

 

Sımsıkı tuttuğu ellerle dili git diyordu. Sanki o ellerle hayata tutunmuş bırakırsa kayıp gidecek gibiydi.

 

Afran'ın dudakları kenara kıvrıldı. İçin de cehhennem ateşi gibi bir yangın vardı ve içi yanarken bedeni yanmıyordu.

 

"Sen kalbimde yok olmayacak tek his duygusun" diye fısıldadı.

 

"Unut beni "dedi Zeynep. Unut demek dile kolay gelirdi değil mi zehirli iğneler sanki diline batıyor hissi yaratırken dile kolay gelmeyen kolay duyuldu.

 

Sağır olmak istersin ama duyarsın.

 

Zeynep Elfida olmak istemiyordu. Zeynep Afran'a Zeynep olmak istiyordu ama imkânsızdı.

 

İmkânsız bir yürek sızısı.

 

Afran fısıltı ile "unu" dedi ve "tamam Elfida" Kısmını sesli getirdi. Tek kelimeyi iki kelime dört heceye böldü. İlk heceyi Zeynep duymadı. İkinci heceyi duydu ama kalbi red etti. Zeynep 'tamam' kelimesindeyken. Afran 'unutamam' deyip gerçeği dile getirmişti.

 

İkisi de unutmayacaklarının bilincindeydi.

 

Hem artık Zeynep değil Elfida demişti.

 

Bir tek ona Zeynep olmak istemek ama bir tek ona Zeynep olamamak.

 

İki beden iki kalp bir birleri için yanıp kavrulurken "git" demek... "Unut" demek!

 

Öyle demekle olmayan şeyler. Zeynep kalpten kalmasını isterken Afran gitmemek için canını vermeye razıydı. İki bedenin her zerresi diğer bedene muhtaç iken gitmek.

 

Severek ayrılmak.

 

Ne zor ne lanet bir şeydi. İnsan severken niye ayrılırdı. Hisleri niye kaderlerine karşı yetersizdi ki?

 

Hem severken ayrılık nasıl saçma berbat bir şeydi.

 

Zeynep sımsıkı tuttuğu ellere son dokunuşlarının bilinçin de bırakmak istemedi. Tutmasa düşecekti. Umutları aşkı her şeye tutunur gibi tutunmuştu o ellere... Sanki bıraksa; bıraksa tüm duvarları yıkılacak gibi bir his vardı.

 

Afran sımsıkı sarıldı.

 

Bir Zeynep vardı Afran'nın çok sevdiği.

 

Bir Afran vardı Zeynep'in çok sevdiği.

 

Git diyordu.

 

Seviyorum ama git.

 

Afran kalmak için ısrarcı. Hem gitmekte ne demekti. Onun okuduğu tüm masal mutlu sonla biterdi. Onların masalı niye kötü bitiyordu. Zeynep rapunzel olsa hiç düşünmeden saçlarını sarkar Afran'ı kabul ederdi. Afran da hiç düşünmeden ama biraz tereddütlü tırmanıdırdı. Tereddüt yaşamasının nedeni tırmanacağı kule değil sevdiğinin saçları olurdu. İstemeden bile incitmek istemezdi o saçları.

 

Zeynep git dedi. Sımsıkı tuttuğu eller ile git deyişi çok saçma gelirdi.

 

Afran ve Zeynep'in masalı kötü bitiyordu.

 

Afran Romeo olup hançeri kalbine saplamak istedi ama Zeynep üzülür diye içinden geçirip vazgeçti. Zeynep üzülmesin diye dua etti. Duası Zeynep'in inanmadığı tanrıyaydı. Yoksa yine günahkar mı olmuştu.

 

Zeynep çok üzülmüştü. Afran onun bir daha üzülmesini istemiyordu. Oysa onların acıları yeni başlıyordu. Yasları hüzünleri ortak olacağı gibi acıları da ortaktı.

 

Gayp vardı.

 

Acı bir gayp.

 

Zeynep Afran'ı seviyor Afran'da Zeynep'i. Fakat birleşmeleri imkansız gibi bir şeydi.

 

Aileleri farklı dinlere inanıyordu. Kimse yaratıcının aşk'a karşı olmadığını bilmiyormuydu? Bu kahrolacası ayrılık nedendi.

 

Severken git demek.

 

Severken sevdiğinden ayrılmak veya ayırmak hangi dine tabiydi veya hangi Tanrı'nın emriydi.

 

Sevmeyi kim yasaklamıştı.

 

İki kalbte olan yangın neydi.

 

Bu hangi evre sınanıştı. İsyan mı ediyorlardı veya ödülleri cennet miydi? Çektikleri acılara karşılık cennet yeterli bir vaad olabilir miydi?

 

Zeynep Afran'ı. Afran'da Zeynep'ini istiyordu.

 

Zeynep sımsıkı tuttuğu elleri bırakmak istemeyerek hıçkırarak yine "git " Dedi

 

Afran tuttuğu elleri ölümüne bırakmak istemeyen bir edayla "kal de " Dedi ve gözünden akan yaşlara mani olacak takadi kalmayıncaya kadar kendini sıkıp " Kal de ölelim " Diye devam etti.

 

"Kal de ölelim" İkisi için nasıl güzel bir dilekti.

 

Kalıp ölmek!

 

Ayrılmadan. Bir başkasına ait olmadan. Gençecik yaşta sevdiğiyle... Ne Zeynep Afran'ı ne de Afran Zeynep'i kurban edebilirdi.

 

Suskunluk dillerini lal ederken gönüller viraneydi!

 

Afran son bakışları son dokunuşları olduğunun bilinçin de tutuyor ve bakıyordu. Özlem ve hasret şimdiden dört bir yanını sardı. Ayrılık nasıl bir şeydi ki bu kadar can yakıyordu. Daha birbirinden uzaklaşmadan hasret kalmak. Hangi ayrılık türküsü acılarını dile getirecekti. Ayrılık acısı elle tutulmayan bir şeyken nasıl bu kadar can yakardı.

 

İki bedenin ortak şekil de canı yanıyordu. Çektikleri bu acı ile ruhları can çekişe çekişe ölüyordu.

 

Bedenleri sağ ruhları ölü varlıklardı. Hem ölmek bazen fiile geçmezdi. Smut ve somut bir şekilde ölüm olurdu. Gayb olan ruhlardı.

 

Sevdiği çok güzeldi. Beyaz ayrı yakışmıştı. Onu ilk defa beyazla görmüyordu ama bu başkaydı. Üstün de gelinlik vardı. Bembeyaz bir gelinlik. Yüzünde ki morluklar kapatılmıştı ama Afran her morluğun yerini biliyor acısını hissediyordu.

 

O morluklara dokunup tek tek iyileştirmek istedi. Zeynep elini sımsıkı tutarken elini bırakmayı da istemiyordu. Biliyordu; çıkıp gidecekti lakin gitmek istemiyordu.

 

Seven sevdiğini nasıl bıraksın.

 

Afran'ın A'râfı nasıl çetin ve zordu.

 

Ayaklarına komut verip gitmesi gerekiyordu. Yüreği sevdiğindeyken nasıl gidilirdi. Afran yüremeyi unutup kalmak istedi.

 

Kalmalıydı! Zeynep'i beyaz gelinlik giymiş melekler gibiydi kalmalıydı. Hem o beyazı gelinlik onun için giyilmeliydi.

 

İki beden kahroldu.

 

Zeynep daha fazla dayanam

ayıp gözlerini yumdu ve "git " Dedi. Dili ve kalbi farklıydı. Kalbi Allah aşkına kal gitme beni bırakma diye atarken dili git dedi.

 

Gitmek! Ne zordu gitmek! Sevdiğinden severken gitmek.

 

Sinem de nasıl bir baskı vardı ki bu kadar acı veriyordu.

 

Gitmek sevdiğinden gitmek.

Afran sevdiğinden nasıl gitsindi. Ona tutulmuş onda tutukluydu. Tutku değildi. Bir bedenle bütünleşmek veya cinsellikte değildi. Zeynep olsundu yastığı taş yatağı toprak. Afran'ın kabulüydü. Tıpkı Zeynep'in kabulü olduğu gibi.

 

Kısık acı içinde bir sesle tekrar "git " Diyen Zeynep. Tuttuğu ellere tırnakları batırarak bırakmak istemiyordu.

 

Afran gitmek istemiyordu. Hem sevdiği papatya severdi. Saçlarına papatya takar saçları papatya kokardı.

 

Daha papatya tacı yapmayı öğrenip saçlarına taç örecekti.

 

Afran onun ağlamaktan kızarmış gözlerine bakıp "buraya senin için ölmeye geldim. Gel el ele tutuşup çıkalım isterseler vursunlar " söylenen sözler ne güzeldi. Beraber ölmek ama onların beraber ölmek gibi bir lüksleri yoktu.

 

Zeynep'ten cevap gelmedi. Afran düşündü belki can tatlıydı. Kafasında ki aptal düşünmeyi anında sildi. Sevdiği mecburdu vardı bir mecburiyetti belki dile dökemiyor diye düşündü.

 

Gözlerini yumup Zeynep'in tırnaklarını batırarak kanattığı ellerini çekti.

 

Burada kalması onu zor durumda bırakırdı.

 

İki aşığın elleri ayrıldı. Arş'u elâ niye sağlamdı.

 

Gidecekti.

 

Gidecekti ama sevdiğine sırtını dönüp gitmek istemiyordu. Gözlerini açıp sevdiği ile gözgöze geldi. Elleri ayrılmıştı lakin gözleri hala birbirine kenetliydi. Adımlarını arkaya doğru giderken yüzü Zeynep'e dönüktü.

 

Sırtını dönemiyordu.

 

Sırtını dönüp gidemiyordu. Sevdiğinin ne halde olduğunu görmesi gerekiyordu zira sevdiği de onun ne halde olduğunu görüyordu.

 

Zeynep arka arkaya giden sevdasına bakıp "Afran olurda başka bir evrende ya da başka bir yaşam hakkımız olsaydı, ben 17 yaşımın verdiği heyecanla yine seninle çarpışıp seni sevmek isterdim" Dedi. Zeynep Afran'la çarpıştığın da doğum gününe birkaç gün vardı. 18 olmadan düşmüştü gönlüne belki bu yüzden çok sevmişti onu.

 

Afran'ın dudakları kenara kıvrıldı gözünden bir damla yaş sözülüp aktı. Sevdiğinden giderken ağlayan bir adam vardı. Gözünde ki yaşa rağmen gülümsedi. Tıpkı severken ayrılır gibi... Efkarlı bir tınıyla " Peki ya yine kavuşamazsak " Dedi. Yine kavuşamasa da yine severdi. Kaç kere dünyaya gelse kaç defa çarpışsa yine severdi.

 

Zeynep gözlerini kısıp yüzünde oluşan küçücük tebessümle " Yine severdim. Kavuşmayacağımızı bile bile seni severdim " istediği cevabı almak kullaklarına bayram ettirmiş gibiydi.

 

Son defa gözlerine bakıp "biliyor musun" Dedi ve duraksadı. Zeynep'in gözleri yeşildi lakin döktüğü göz yaşları rengi kızıla boyanmış kara gibiydi. Afran yine de aşkla bakıp "biliyorum ki birbirimizi severek öleceğiz. Ayrı mekanlarda son nefesimizi vereceğiz, ölüm merasimiz farklı mabetlerde olacak. Senin için sela benim için çan... Lakin son nefesimiz bile birbirimizi severek ve gözlerimiz de birbirimizin hayali ile olacak. Senin için Kur'an benim içinde İncil'den ayetler okuyacaklar. Yaratıcı aşkımıza şahit belki bizi affedecek ama olurda affetmeyecekse ben diğer hayatta seninle yanmaya hazır bir şekilde gözlerimi yummuş olacağım" Dedi ve duraksadı.

 

Zeynep sevdiğine bakıyordu. Günahtı ya bu günahı işlemekten kendini alamıyordu. Afran'ı seviyordu ve kalbi benliği buna engel olamıyordu. Afran bunun bilinçin de "Aradan kaç yıl geçerse geçsin. Belki bır yıl belki on yıl; ya da ihtiyarlaştığımız da, hangi koşullarda olursam olayım. Gecenin yarısı sabahın beşi. Saat kaç olursa olsun. Arayıp beni buradan al dediğin an iki elim kanda ölüm döşeğin de olsam bile gelip seni olduğun yerden alacağım. Aklım yerin de dizim de takat olmaz diye korkma sesinle aklımı gel demenle takat bulurum Elfida, çünkü bilirim ki bana gel diyen Zeynep'tir" Dedi ve arkasını döndü. Sırtını dönmek seven adama yakışmazdı ya kapıdan çıkarken Zeynep'in gözlerine bakarsa çıkıp gidemezdi.

 

Zeynep kapıdan çıkmak üzere olan sevgilisine bakıp "Afran " Deyip duraksadı ve kederli bir ses tonuyla " Aşkını helal et olur mu? " Dedi. Zeynep onu hiçbir zaman arayıp gel beni al demiyeceğinin farkında Afran bilincinde... Afran omzunun üstünde dönüp " Sizin inaçınız da hakkınızı helal etmediğiniz de ölümden sonra karşı karşıya geliyorsunuz. Ben orada seninle karşılaşıp aşkımı tanrının önünde haykırmak isterim " Dedi ve çıkıp gitti.

 

Kalbin git demekten sonra dil milyon kez git dese ne olur.

 

Dilin git demesi ile gidilir miydi?

 

Kaç adım attıktan sonra bilinmez ama Zeynep yaşadığı kedere dayanamayıp gelinliğinin eteklerini tutup boş bir çuval gibi dizlerinin üstüne çöktü.

 

Ölü bir ruhun bedenin de süslü beyaz bir gelinlik vardı. Süslü bedeniyle aklınında kalbinin de olduğu yer farklıydı.

 

Aradan geçen bir zamanla Mevsim Hilal ve Naze üçü arka arkaya içeri girdiler. Tabi görmeyi bekledikleri şey yıkık dökük dağılmış bir Zeynep

değildi.

 

Üç kızın görmeyi bekledikleri tablo kesinlikle bu değildi. Hilal daha birkaç gün önce berdel yoluyla evlenmişti. Gönlün de biri olmadığı için kabullenmesi o kadar zor olmamıştı.

 

Zeynep'in koluna girip onu yerden kaldırdılar. Genç kızın ayakta duracak hali yoktu. Üçü ona sarılıp "geçti... Geçecek" deseler de geçecek olan bir şeyin olmayacağını bilincindeydiler.

 

Arkadaşlarının göz yaşlarını silerken Zeynep fısıltı ile "artık Elfida'sın dedi" diye söylendi.

 

Üçü de onun ne demek istediğini anlamadıkları için birbirlerine baktılar.

 

Zeynep omuz silkeleyip "Zeynep babasının süsü demek Elfida ise feda edilen. Aslında bana göre olan isim Elfida ailem beni hiç düşünmeden feda etti" diye geveledi.

 

Zeynep ismim dudaklarına haram dediği için Afran'da o zaman Elfida'sın demişti.

 

Naze bir bardak suyu doldurup ona uzattı. Zeynep'in boğazından su bile geçmiyordu. Hilal Naze'nin verdiği bardağı alıp dudaklarına yaklaştırdı ve küçük küçük yudumlar ile içirdi.

 

Zeynep kendin de değildi. Üç arkadaşı onu toparlamak için ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Hilal önünde diz çöküp "Zeynep güzelim hadi kendini toparla bak birazdan seni almaya gelecekler " arkadaşının deli dolu hallerine alışık olduğundan bu halde olmasına çok üzülüyordu.

 

Üç genç kız hızlı davranıp onu toparlamaya çalıştılar ama Zeynep'in durmayan göz yaşları hıçkıra hıçkıra ağlaması durmuyordu. En son artık olacak gibi olmadığını anlayan Mevsim odadan çıkıp kısa bir süre sonra Zeynep'in anneannesi Hewlin hanımla geri döndü. Yaşlı kadın içeri girdiğin de torununun dağılmış haliyle yere çakıldı.

 

Neden bu halde olduğunu sorgulamadı zaten tahmin edebiliyordu.

 

Bir saat gibi geçen vakitten sonra Zeynep birazda olsa kendine geldi. Hilal makyajını yeniden yapıp onu hazırladı. Afran gittikten sonra dağılmıştı. Sevdiği ile bitmişlerdi. Gerçi kalpte bitmeyince bitmiyordu.

 

Zılgıtlar eşliğinde Kadir gelip sevdiği kızın koluna girdi. Onu beyazlar içinde gelini olarak görmek tek hayaliydi. Şimdi hayalini yaşıyordu ana kolunda olan sevdiği mutlu değildi.

 

Merdivenleri inerken arkasından gelenler zılgıtları ile Soydan konağını inletiyordu.

 

Zeynep sevdiği adamın değil de abi dediği adamın kolunda gelin oluyordu.

 

Sınavı çok zordu.

 

Alkışlar zılgıtlar eşliğinde düğün için dekore edilmiş avluya indi.

 

Kadir kırmızı duvağını açıp dudaklarını alnına bastırdı. Hiçbir his yoktu. Başka bir ten tenine dokunmamakıydı. Belki masum ve mecburi bir dokunuştu. Zeynep o an bir rahibe gibi inzivaya çekilip kimse dokunmasın istedi.

 

İbadet eder, Rabbim'ine şükrederek mahşer de sevdiği adamla kavuşmayı beklerdi.

 

Belki düşünceleri günahtı ama Afran'ı seven kalbine söz geçiremiyordu. Müzik çalmaya başladığında Kadir'in kolları arasında dans etti. Ama hangi şarkı hangi müzik olduğunun farkında değildi.

 

Kadir ise sevdiği kızı kolları arasına almanın heyecanını yaşıyordu. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlıydı. Seviyordu. İnkar edemeyeceği kadar çok seviyordu.

 

Şarkıyı Kadir seçmişti sözleri manidardı.

 

Bir umut gözlediğim

Yıllardır beklediğim

Kalbimin sahibisin sen

Çırpınıyor yüreğim

Ferman buyur ölürüm

Ömrümün sahibisin sen

 

Duy şu kalbimin vurduğu sesi

Dilerim bitmesin bu tutku, sevgi

Kulak ver dilimden dökülen sözlere

Bir söz, bir evet bana versene

Evlenir misin benimle

 

Gerçek bir evlilik aşkla sevgiyle beraber uzun vadeli bir hayat

 

Adamın evlilik edeceği tek kadın kolları arasında dans eden sevdiğiydi. İçinde dillendirimediği aşkı gün geçtikçe kalbine yük oluyordu.

 

Hayranlıkla baktı. Yüzü gözleri burnu her bir yeri ayrı güzeldi. Güzellik dereceli bir şeydi ve herkesin gözünde güzel farklıydı lakin Zeynep'ine çirkin demek ona göre şirk koşmaktı.

 

O şarkıyı belki duyguları anlar diye seçmişti ama Zeynep o kadar derbeder dalgındın ki hangi şarkının söylendiğinin farkında değildi. Sadece Kadir'e eşlik ediyordu.

 

Onlar dans ederken ikisini izleyip kahrolan biri vardı.Kullana bildiği eli kalbinin üzerine koyup fısıltı ile "dur be durda kurtulayım" diye isyan etti. Sevdiğini beyaz gelinlikle başka bir adama gelin olurken görmüştü.

 

Var mıydı bundan ötesi.

 

Gökhan dostunun yanında kendini kahredişini izliyordu. Matemi vardı. Sevdiğinin düğünün de mateme tutulmak vardı.

 

Kalbi ağrıyordu.

 

Sevdiği için kalbî ağrıyordu.

 

Kadir onu öperken kör olmak istedi.

 

Kör olup görmemek nasıl da güzel olurdu. Şimdi de sağır olmak istiyordu. Kadir'in duygularından emindi artık.

 

Buraya sevdiği kızı alıp gitmeye gelmişti ama onu gördüğün de anneannesinin sözleri kullaklarında çınlamıştı " Zeynep'in annen gibi genç yaşta ölmesini istemiyorsan uzak dur. Bazen vazgeçmeyi bilmen gerekir "

 

Daha çok gençti. Annesi bile daha çok yaşamıştı.

 

Gerçi Zeynep elini tutup haydi ölelim deseydi gözünü kırpmadan giderdi. Ama Kadir'e böyle bir şeyi yaşatmayı ikisinin gönlü el vermedi.

 

Zeynep'te aynı durumdaydı. O kadar dalmıştı ki alkış ve zılgıt sesleri danslarının bittiğini anladı.

 

Kadir'in elinden tutup onu masaya yönlendirdiğin de müzik değişmiş herkes halay çekmeye başlamıştı.

 

İki kişinin ölümünde toy çekiliyor gibiydi.

 

Zeynep ve Afran yaşarken ölüyorlardı. Nefes alan bedenleri ve ölü ruhları onları bu hale sokan olayda başkaları davul zurnalı toy ediyordu.

 

Afran'ın eli göğsünde ki haça gitti. Tanrısında dayanmak için güç istedi. Sadece kendi için değil sevdiği için de istiyordu.

 

Zeynep'in nasıl dayanacağını akıl sağlığını nasıl koruyacağını bilmiyordu. Bakışlarını ondan bir an olsun almıyordu.

 

Beyaz giymişti.

 

Nasıl da güzel ve masum duruyordu. Bu dünya için çok fazla gibiydi. Yaratılırken kanatları unutulanlar vardı. Afran'a göre Zeynep bir melek olması gerekirken insan olmuştu.

 

Bazen yaratıcıya inanmam için tek bir varlığın var oluşu yeterliydi. Afran için Zeynep tanrının varlığına inanması için yeterli bir nedendi.

 

İkisi farklı dinlerden di. Zeynep Allah'ın varlığına Afran ise Tanrı'ya inanıyordu. Buna rağmen birbirlerini sevmeye engel olamıyordu.

 

Afran dini inancı çok kuvvetli biri değildi.

 

Eli boynunda ki haçta fısıltı ile "sen tanrıya inanma nedenimsin. Kavuşup mutlu olmamız gerekir" derken için de alev almış bir yangın vardı.

 

Zeynep eğlenmiyordu. Zihni red etmek istiyordu ama kanlı canlı karşısında olan eylem gerçekti.

 

Zeynep ona ben artık evliyim adımı anma demişti ama beni sevme benden vazgeç dememişti.

 

Davul sesi ile insanlar coştukça coştu. Herkes halay çekiyor oynuyordu.

 

Hilal Zeynep'in yanında oturmuş elinden geldiğince destek olmaya çalışıyordu.

 

Mevsim damadın kardeşi olarak ister istemez halaya katılıp düğün telaşını yaşıyordu.

 

Naze ise Rojawan'ı delirtmek için canla başla uğraşıyordu. Malum dinsizin hakkında imansız gelirdi.

 

Hewlin hanım torunun ellerini avuçları arasına almış elinden hiçbir şey gelmeyişine kahroluyordu. Zeynep gözlerinde ki yaşların akmasına engel olamıyordu. Yaşlı kadın tarazlı şiveli sesiyle "keyna göz yaşların yanında ki için mi yoksa kalbinde ki için mi?" Diye kinayeli bir şekilde konuştu.

 

Zeynep gözünde ki yaşlarla ona dönüp "insan kalbiyle ağlamamız mı daye" derken sesi kısılmış ve boğuktu.

 

Yaşlı kadın bakışları ile ikinci kattaki terası gösterip "kalbinde ki seni terk etmiyorsa döktüğün göz yaşı boşuna değildir ama yüreğini bu kadar da kanatma" onu yadırgamıyor veya ayıplamıyordu.

 

Zeynep'in bakışları karşı terasta ona bakan Afran'ı bulduğun da yutkundu. Gözlerin de olan yaşların yerini bir ışıltı aldı.

 

Gitmemişti!

 

Kalbi nasıl dayanıyordu.

 

Bedensiz acikar vardı ruhu öldüren. Onların aldığı darbe ruhlarınaydı ve aldıkları darbeden sonra bitkisel hayata girer gibi sadece nefes alırlardı.

 

Kadir konuklarla ilgileniyor bazen fazla ısrar edilince halaya giriyordu.

 

Rojawan halay çekerken yanında ki Sis'e bakıp kolunda ki Haydar'ı göstererek "Kürtler ve Lazlar halay çekecekleri zaman omuzlara kasko ayaklara da garanti yaptırsın bebekamın " dedi ve göz kırptı.

 

Haydar heybetli bedeni uzun boyuyla halayın içinde ben buradayım diyordu. Düğüne Agâh'la beraber gelmişti. Karadenizli olduğu için çatal kaşık sesiyle bile omuzları kendiliğinden hareket ediyordu. Horon oynamak onun için vazgeçilmezdi. Şimdi ise cida oynuyorlardı. Kürt kemençesi eşliğinde omuzları hareket ederken ses çıkara çıkara ayaklarını yere vurmamak için kendisini zor tutuyordu.

 

Onlar eğlenirken Zeynep'in bakışları Afran'daydı.

 

Müzik durduğun da çoğu kişi onu halaya kaldırmak için çok uğraştılar ama uygun bir dille hepsini geri çevirdi.

 

Hewlin hanım torununun bitik halini görüyor lakin elinden bir şey gelmiyordu. Kadir gelip yanına oturduğun da bakışlarını Afran'dan çekti. Kendi zaten üzülüyordu başka birini üzmeye gerek yoktu.

 

Mevsim ve Hilal her seferinde yanına gelip destek olmaya çalışsalar da genç kız eğlenmenize bakın deyip geri gönderiyordu.

 

Genç kızın yüzünde ki ifade duygularını ele veriyordu. Sanki bıraksalar kaçacak gibiydi. Değil oynamak kollarını kaldıracak hali yoktu.

 

Yıkık ve döküktü ama beyazlar içinde inkar edilmez bir güzellik ile herkesin hayran bakışların hedefiydi. Afran karşısında gözlerini bir saniye olsa bile çekmedi

 

Yanında Kadir vardı. Kalbinde ki karşısındaydı.

 

Arkadaşları gelip Kadir'i kaldırdıkların da rahat bir nefes aldı. Düğünün ortalarına doğru Benaz hanım gelip onun da oynamasını istedi.

 

Zeynep istemiyordu.

 

Zeynep için düğün değil ölümdü. Kendi ölümün de toy eden nerede görülmüştü. Sevdiği adamla hayalleri vardı. Bir başkası ile o hayalleri yaşamak ona göre ihanetti.

 

Duygularını ihanet!

 

Kolundan tutulup kaldırıldığın da isyanlarının bir şeye yaramadığını anladı.

 

Ayağa kalktığında alkış ve zılgıtlar aynı anda başlamıştı.

 

Zeynep kafasını kaldırıp Afran'la göz göze geldiğin de acı bir yumru boğazına dizildi yutkunamadı.

 

Beyaz gelinliği giyen her kız mutlu olmuyordu. Kimisinin beyazı mecburiydi. Her adımı fersah fersah olmalı her adım da kilometlerce buradan uzaklaşmalıydı. Onun saklanacağı bir sığınak yoktu.

 

Afran bakışlarını ondan almazken Zeynep Hilal'in kulağına "halebi oynamak istiyorum" dedi.

 

Halebi Mardin'de çok oynanan bir oyun değildi. Daha doğrusu onlara üzgü bir halay değildi.

 

Müzik duyulduğu Mevsim'in elini tuttu. Halayın başında o vardı. Omuzları ağır ağır hareket etmeye başladığın da davulun sesi attığı her adama eşlik ediyordu.

 

Afran sevdiğine gülümsedi. Zeynep'in gözleri ondaydı. Tıpkı kalbinin onda olduğu gibi.

 

Üstünde beyaz gelinlik elinde yeşil bir desmal. Yeşil mırazdı. Onların mırazı gerçek olmamıştı. Müzikle beraber omuzlarını hareket ettirdi.

 

Afran'ın omzu yaralıydı. Ona rağmen omzunda ki puşiyi çekip müziğin ve davulun ağır ritmiyle hareket etti.

 

Onlar birbirlerinden uzak başka elleri tutuyordu. Zeynep Mevsim'in Afran'da yanında duran Gökhan'ın yaralı omzunu tüm ağrıları rağmen hareket ettirdi. Acı vardı ama kalbinde ki çok derindi.

 

Omuzlar ağır ağır hareket etti. Ayaklar da aynı şekil tıpkı bedenleri gibi.

 

İkisinin arasında kocaman bir avlu Afran ikinci katın terasında Zeynep konağın avlusunda. Gelin Zeynep'ti damat Kadir lakin o an onların hayali bambaşkaydı.

 

Onlar gözlerini yumup Afran ve Zeynep olarak oynadıklarını hayal ediyorlardı.

 

Olmayacak bir hayaldi ama hayallere engel olamazlardı.

 

Davulun tokmağı ağır ağır ritimlerle vuruldu. Zeynep ve Afran'ın omuzları ağır ağır hareket etti. Tıpkı ayakları gibi.

 

Afran'ın hayalinde Zeynep o gelinliği kendisi için giymiş el ele halay çekiyorlardı.

 

Zeynep'in hayallerinin ondan geri kalır yeri yoktu.

 

Zeynep yumduğu gözleriyle olmayacak hayaller içindeyken tutulan eliyle kendisine geldi. Kadir yüzünde küçük bir tebessümle elini tutmuştu.

 

Elini çekmedi. Hayallerine rağmen elini tutabilirdi.

 

Başını kaldırıp Afran'a bakıldığında orada olmadığını öğrendi.

 

Gitmişti.

 

Belki bir veda belki bir kabul ediliş gitmişti.

 

Hilal birkaç adım öne ilerleyip halaydan çıktı. Düğünler de oynamayı seven bir tarafı vardı. Halay başı olmaya bayılırdı.

 

Avlunun ortasında omuzları ve ayakları aynı anda hareket ederken Rojawan önüne dikildi. Daha ne olduğunu anlamadan elinde ki iki kırmızı mendili uzattı.

 

Hilal şaşkın bakışlarla ona bakarken Rojawan omuzlarını hareket etti.

 

Yeni evli bir çiftti. İkisine bakan bir daha bakar. Hilal onu çocuk olarak gören kocasına bakarak çenesini kaldırdı. Omzunu hareket ettirip küçük adımlarla etrafında döndü.

 

Yok öyle çarpıp gitmelerdi. Tüm gözler onlara bakarken ikisi karşılıklı oynuyordu.

 

Rojawan'ın geniş omuzları uzun heybetli bedeni. Yakışıklığı Hilal düşündükçe üst üste yutkundu. Çevresine bakıp kocasına bakan var mı yok mu diye kontrol ettikten sonra kaşlarını çatarak 'o benim kocam ' bakışları attı.

 

Onlar herkesi kendine hayran bırakacak hâlde dans ederken Zeynep'in bakışları Afran'ı arıyordu.

*

*

*

Kadir sevdiği kızın elini tuttuğun da daha fazla dayanamadı.

Konaktan nasıl çıktı hiç bilmiyordu.

 

O hristiyan Zeynep müslümandı.

 

Seviyordu işte İsa'ya Musa'ya rağmen çok seviyordu. Tanrı'ya yaratıcı'ya rağmen çok seviyordu.

 

Konaktan çıkmıştı. Gökhan onun nereye gideceğini anlamayarak takip etti. Konuşmak faydasız miadı olmayan teselliler gereksizdi.

 

Sağına baktı soluna baktı. Nereye gideceğini düşündü. Gidecek nefes alıp hüngür hüngür ağlayacağı bir yer aklına gelmiyordu. Gerçi bu saatten sonra nereye gitse... Yürüdüğü her yer yol varamayacağı sevdiğine gitmeyecekti.

 

Sağına döndü yüreği ona gitmek istedi.

 

Soluna döndü yine ona gitmek istiyordu.

 

Yüzünü sıvazlayıp arkasına döndü çıktığı konak görünüyordu. Gözlerini yumup Gökhan'dan destek alarak ayakta durmaya çalıştı. Aklı zihni kalbi her şeyiyle ona gitmek istiyordu.

 

Lakin o 'git' demişti.

 

Gidemezdi.

 

Adımı anma...

 

Ona gidemeyip ondan gitmek.

 

Bir kaybolmuşluk vardı. Akli melekeleri mantığını yitirdi. Ayakları gitmeyi red etti. Lakin gitmesi gerekiyordu. O'na değil O'dan gitmesi gerekti. Hızlıca dönüp sırtını konağa çevirdi.

 

Zihni ve kalbî cendereye girmiş gibiydi.

 

Fısıltı halinde "Unutma Elfida her aydınlığın sonu karanlık, her karanlığın sonu aydınlıktır" dedi ve duraksayıp"seni almadan ölmeyeceğim" konuşurken ses tonu saklı bir cenneti vaad eder gibiydi.

 

Zihni karman çorman nereye gideceğini düşünürken duyduğu ezan sesiyle adımları durdu.

 

Tanrılar onları lanetleselerde evlerinden kovmaz düşüncesiyle adımlarının yönü değişti.

 

Kahırlı derbederdi.

*

*

*

Ruhu acıyordu

 

Hem de nasıl bir acı.

 

Etrafına bakındı. Afran gitmişti.

 

O Kadir'in elini tutup oynarken izleyecek tali yoktu. Göz görür kalp kaldıramazdı.

 

Hilal ve Rojawan karşılıklı oynuyor herkesin hayran bakışlarını üzerine çekiyorlardı.

 

Zeynep ise gözünden düşen yaşa engel olamıyordu.

 

Kaderine kahrına perişandı.

 

İçi kan ağlaya ağlaya elindeki desmalı sallayıp omuzları ağır ağır hareket ettirdi.

 

Ben bir Zeynep'tim.

 

Sabrının ve Aşkının her hali ile sınan.

 

Sevme diyorlar! Gönlüm de olanı.

 

Afran duama dua olan.

 

Gönlüme taht kurdun da, bahtım olmayan.

 

Ben bir Zeynep'im Elif gibi boynum bükük.

 

Cennet meyvem senin adının geçtiği cümle bile helak olmasın isterim.

 

Ey gönlümün yari... Kalbimin sahibi kaderde ayrılık var bilirim. İsterim ki ölümümüz bir olsun. Olmaz ve olur da önce ölürsem yanyana iki mezar kazdır. Bilki burada seni beklediğim gibi orada seni bekliyorum.

 

Sanma ki sensiz yaşıyor olacağım. Ölü ruhum ve nefes alan bedenimle hergün ölmek için uyanıp uyanmak istemediğim bir uykuya göz yumacağım. Aldığım her nefes son olsun diye duam olacak. Geçen her saniyenin devamı olmasın umut edeceğim.

 

Bilki kalbime kocaman bir taş bastırıp sensiz atmaması için elimden geleni yapacağım.

 

Daldığı düşüncelerden kalbinde ki dualardan Mevsim ve Naze onu kendisine getirdi .

 

Mevsim telaşlı bir sesle "Zeynep abin gelmiş" diye endişeyle öfkeli bakışları ona attığın da o kadar emin olmasaydı.

 

Zeynep başını çevirdiğin de Çınar ile göz göze geldi. Arkasında olanlar kaşlarını çatmasına sebepti.

 

Gelmişti!

 

Not: kurgularım da kullandığım diyalog ve sahneler şahsıma ve kitabıma özgüdür.

 

Lütfen babanızın malı gibi kullanmaktan vazgeçin biraz kendinize özgü olmaya çalışın.

 

 

Loading...
0%