Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm

@jutenya

" Kavuşamayacağımızı bile bile neden beni sevdin Afran.

 

Bilmem o aralar gün farklıydı. Böyle sana aşık olasım vardı. Yediğim içtiğimden tat alıyordum. Tatlı olan çikolata değilde senmiş gibiydi. Sana aşık olmamak için hiçbir mazeretim yok karşıma çıktın ve sevdim.

 

Ama çok acı çektik ve kavuşamıyoruz Afran.

 

Ahh Elfida konu sen olunca çöle düşmeden serap göresim geliyor, sen kalkıp kavuşamıyoruz diyorsun. Ben gördüğüm serapta elini tutmaya razıyım.

 

O zaman bu sefer elini sen uzat Afran

 

Tutacak mısın Elfida

 

Serap görüyoruz Afran ben orada elini hiç bırakmıyorum

  

 

*************

 

Saatler sonra başında hissettiği ağrı ve gözlerini yakan bir sancıyla hastane odasında kendisine geldi.

 

Gözlerini açıp tavanla bakıştığın da hissettiği ağrı yüzünden gözleri çıkacak gibiydi. Elini başına koyup şakaklarını sıktığın da hissettiği acıyla kolunda ki serumu fark etti. Elinin üzerinde hissettiği dokunuşla kafasını çevirdi.

 

Hilal endişeyle ona bakıyordu. Yüzünde ki tebessümle " dikkatli ol kolunda serum var" diye genç kız söze girdi.

 

Çölde kalmış gibi kuruyan bir boğaza sahipti. Kuruyan dudaklarını aralayıp hırıltılı bir sesle " ne oldu bana " dedi.

 

Hilal doldurduğu bir bardak suyu dudaklarına uzatıp " bayılmışsın şimdi hastanedeyiz kaç saattir uyanmanı bekledik hepimizin aklı çıktı iyi misin?" Endişeli bir sesle konuşurken sorularını arka arkaya sıraladı.

 

Zeynep bir yudum su içip yüzünü buruşturarak "iyiyim bir şeyim yok merak etme " dedi ve başını duvara dayayıp ona ne olduğunu hatırlamaya çalıştı. Şakakların da bıçak darbesi gibi bir sancı saplandığın da eli başına gitti ve acıyla inledi.

 

Hilal koşup elini tuttuğunda kızarmış gözlerle "başıma aniden bir ağrı girdi ve bana ne olduğunu hatırlamıyorum" konuşurken iki eliyle şakaklarını sıkıyordu.

 

Hilal endişeyle yatağın başında ki düğmeyi bastıktan birkaç dakika sonra doktor ve hemşireler telaşla içeri girdiler.

 

Zeynep gözlerini yummuş iki elinin arasına aldığı başını sıkarak acı içinde inliyordu. Hilal'in geri çekilmesiyle genç doktor gerekli müdahaleyi yapıp dışarı çıktı. Yapılan ağrı kesici ile biraz rahatladı ve gözlerini açtı. Kadir'in endişeli bakışlarıyla kafasını olumsuzca sallayıp " korkacak bir şey yok başıma birden ağrı girdi" dedi ama tarazlı çıkan sesinden bile yalan söylediği belliydi.

 

Kadir hastane yatağının başındaydı. Yatağa oturdu ve göğsüne çekip " iyisin değil mi? Şirkette ne oldu. Niye bayıldın " diye endişeyle konuşup asıl merak ettiği konuyu dile getirdi.

 

Birden bire ne olmuştu da Zeynep bayılmıştı.

 

Hilal bakışlarını Kadir'e çevirip "üsteleme biraz önce hatırlamaya çalışırken başına ağrı girdi. Kendisini zorlamasın tetkikleri çıksın ondan sonra ne olduğunu çözeriz " dediğin de artık kimsenin Zeynep'i darlamasını istemiyordu. Arkadaşı gözlerinin önünde eriyordu.

 

Kadir tereddütlü bir şekilde bakışlarını Zeynep'in üstünde gezdirdi. Gözle görülen bir şeyi yoktu. Yutkunarak " çok korktum, sana bir şey oldu diye ödüm koptu" dedi.

 

Adam korkmuştu hem de inkar edilemez bir şekilde korkuyordu.

 

Yarım saa geçen bir zamandan sonra kolunda ki serum bitmişti. Hemşire elinde ki dosyayla içeri girip gülümseyerek biten serumu çıkarıp "tahlileriniz çıktı birazdan doktor gelir " dedi ve çıktı.

 

Zeynep iyiymiydi?

 

İyi olup olmadığı tartışılırdı.

 

Kadir ve Hilal onu yanlız bırakmadı. Diğerleri de hastane bahçesinde bekliyordu.

 

Kadir doktorla görüşmek için çıktığın da Hilal arkadaşının yanına oturup sorgularcasına "Zeynep birden bire ne oldu" dedi.

 

Ona ne olduğunu hatırlamıyordu. Hatırlamak istediğin de başına keskin bir ağrı giriyor ve çektiği acıdan delirtecek seviyeye geliyordu.

 

Elini başına götürüp hatırlamaya çalıştığın da Hilal elini tutup "hatırlamıyor musun?"diye endişeli bir sesle konuştu. Geçici bir hafıza kaybı yaşıyor diyen tarafı ağır basıyordu.

 

Zeynep kafasını olumlu anlamda sallayıp "en son seninle beraber toplantıya kahve servisi yaptığımızı hatırlıyorum ondan sonrası yok" dedi.

 

Hilal bu durumdan endişelense de elini tutup "bayıldığın da kafanı yere falan vurmuş olabilirsin Doktor geldiğin de sorarız " dedi çünkü Baran abisiyle bir tartışma yaşadığını biliyordu ve ailesi dışarıdaydı.

 

O böyle düşünürken kapı açıldı ve Selvi hanım koşarak içeri girdi. Dışarı da yeteri kadar sabretmişti. Boynuna sarılan kollar ile neye uğradığını şaşırdı. Onun arkasından babası Halit bey geldi. Zeynep yutkundu. Ailesini görmek istemiyordu.

 

Aslında kimseyi görmek istemiyordu. Nedensizce bir yere sığınıp ağlamak istiyordu.

 

Annesi o'na sarılıp şevkatle sarmalarken " Zeynep'im güzel kızım sana ne oldu" diye konuştu. Halit beyde arkasında durmuş ikisini izliyordu.

 

Genç kız üstünde ki şoku atmaya çalışırken Hilal onları yalnız bırakmak için sessizce dışarı çıktı. Belki içeride konuşulanları bilse değil çıkmaz onlardan kimseyi hastane odasında bırakmayacaktı.

 

Genç kız ailesine hasret olsada yaptıklarını unutup sineye çekecek değildi. Annesi geri çekilip yüzünü elleri arasına aldığın da ağlamaklı sesiyle " kızım sana ne oldu. Abin bayılmış dediğin de yüreğim ağzıma geldi " dedi ve duraksayıp sesini kısıp ikisinin duyacağı bir tonda " yoksa hamilemisin?" Dedi.

 

Zeynep beyninden vurulmuş gibi bedeni buz kesti. Boğazında kocaman bir yumru yutkunamadı. Solgun gözlerinden bir yaş akıp giderken Selvi hanım keyifli bir sesle " kesin hamilesin Serpil duyunca çok sevinecek hem babanlarda affeder " diye devam etti.

 

Halit bey soğuk bir sesle "nesi var "dediğin de Zeynep sanki başka bir evrenden kendini izler gibiydi.

 

Selvi hanım doğrulup " iyi iyi yakında daha iyi olur " dedi ve gülümseyip kızının saçlarını okşadı.

 

Başı dönüyor midesi çalkalanıyordu. Baran içeri girdiğin de bakışları önce annesini sonra yatakta solgun teniyle kız kardeşine baktı.

 

Zeynep abisini gördüğün de midesinde ki çalkalanma çoğaldı. Midesi ağzında atıyor gibiydi. Baran ile olan konuşmasını hatırladığın da artık midesinde ki bulantıyı durduramadı. Gözlerini odada gezdirdiğin de gördüğü kapıyla elini ağzına götürdü ve üstünde ki pikeyi atıp oraya kaçtı. Açtığı kapı ile doğru yere geldiğini anlayıp içeri girdi klozete eğildi.

 

Geğirdikçe ağzından akan içtiği bir yudum suydu. Oysa midesini bulandıran yaşadıklarıydı ve insan yaşadıklarını kusamıyordu.

 

Annesi saçlarını kenara vermeye çalıştığın da ellerini itip kendisinden uzaklaştırdı. Baran kolundan tuttuğun da iğrenç bir şey tenine nüfus etmiş gibi onu itti ve dizlerinin üstüne çöktü ve yere oturdu. Bir eliyle klozetin kapağını kapatıp diğeri ile yüzünü sıvazladı. Niye bayıldığını abisinin söylediği her şeyi hatırlıyordu.

 

Annesi Selvi hanım endişeyle kızım dediğin de Zeynep bu hitaptan nefret etti. Öfkeyle kızarmış gözleriyle ona dönüp " kızın sen onu abi dediği adama gelin ettiğin de öldü Selvi hanım" diye bağırdı. Lakin güçsüz kalan bedenin de çıkan bağırtı mırıltı gibiydi.

 

Baran kız kardeşine bakıp " Kadir abin değil kocan bunu kabul ve ona göre yaşamaya bak, başkalarının yanında böyle söyleyip bizi rezil etme" diye konuştu. Beden diliyle ne kadar öfkelendiği belliydi.

 

Oysa yerde ruhunu paramparça ettikleri küçük bir kız vardı. Ruhu darmadağındı.

 

Zeynep kafasını olumsuzca sallayıp " evlilik falan yok benim için ha Kadir ha sen arada hiçbir fark yok. Arada ki nikah duygularımı değiştirmiyor" derken onların kafasına kazımak ister gibiydi.

 

Selvi hanım eliyle ağzını kapatırken Baran ileri geri gidip gelip önünde durdu ve işaret parmağını ona sallayarak " amacın ne senin! Kadir'den boşanıp o gavurla evlenmek değil mi?" Diye gürledi ve duraksayıp " andım olsun seni de onu da vururum" diye devam etti. Yüzünde ki sadist ifade insanı ürpertiyordu.

 

Zeynep üzgün gözlerle yutkundu. İnsanın gözlerinden yaş gelmeyip her zerresinin ağladığı anlar olurdu. Zeynep'in gözünden yaş gelmiyordu ama içindeki her şey ağlıyordu.

 

Babası Halit bey kapıda durup bariton bir sesle " ne oluyor" dediğin de Zeynep çenesini kaldırıp içli bir sesle " kızın ölüyor. " Dedi ve babasının gözlerine bakarak "Hepiniz el birliği yapıp beni öldürmeye niyet ettiniz. Bu kadar mı gözden çıkardınız beni " diye sitem etti.

 

Halit bey kendinden taviz vermeden" sen evliliğini devam ettiğin sürece başımın üstünde yerin var " diye konuştu.

 

İnsanoğlu vicdansızdı.

 

Bazen kıtlıkta kalmış gibi vicdanını yer yutar. Zeynep'in çevresindekiler o'na karşı vicdanlarını yemişlerdi.

 

Zeynep kafasını olumsuzca sallayıp " hepiniz kafayı yemişsiniz " diye söylendi dizlerini kendisine çekip kafasını koyup gözlerini yumdu. Kimseyi görmek istemiyordu.

 

Selvi hanım kızına yaklaşıp elini saçlarına koydu. Şevkatli bir sesle " kızım babanı aileni düşün kaderini kabul et. Aldığını sevmeye çalış" diye onu ikna etmeye çalışarak konuştu.

 

Zeynep soğuk suya kalmış gibi titreyip irkildi. Tek dertleri bu muydu?

 

"Anne abim askere gittiğin de ben onun dizin de yatıp onunla hasret giderirdim. Sen bana abi dediğin adama kocan de kadınlık yap diyorsun. Aklınız alıyormu sizin " artık kendisini ifade etmek veya anlatmak istemiyordu. Birilerinin onu anlamasına çok ihtiyacı vardı.

 

Kör sağır olan vicdanların anlaması zor olurdu.

 

Baran önünde diz çöküp "bak kardeşim Kadir iyi biri yıllardır tanırım sana bir kötülüğü dokunmaz. Hem yanlış bir şey yaparsa ölmedik yanındayız " dediğin de o konuşurken Zeynep akıl sağlığını kaybettiğini düşünüyordu.

 

Onu bir hiçmiş gibi Soyhan konağına atan kimdi.

 

İlyas ile evlendirmek istediklerini de unutmuş gibiydiler.

 

Zeynep dizlerini kendisine çekip kendisini ailesinin zihniyetinden korumaya çalışıyordu.

 

Selvi hanım "kocana alış sev hem belki karnında ki hislerini değiştirir sizi birleştirir " diye devam ettiğin de Zeynep kulaklarını tıkayıp " yeter " diye bağırdı.

 

Kimse onu anlamıyordu. Kadir'den çocuk sahibi olma düşüncesi zihninde zehirli bir örümcek gibi ağlarını örüp delirtiyordu.

 

O yeter demişti ama ailesinin durma gibi bir niyeti yoktu. Baran onu kollarından tutup ayağa kaldırdığın da o hala elleri ile kulaklarını sımsıkı kapatmıştı. Yumduğu gözleri tıkadığı kulakları ile sanki onları duymayıp görmese yok sayacaktı.

 

Ama kanlı canlı karşısında olan aile bireyleri onu yok saymıyordu.

 

Selvi hanım oğluna yalvaran gözlerle bakıp " bırak oğlum zaten hasta iki canlı" dedi.

 

Zeynep annesinin bu fikrine neden nasıl kapıldığını bilmiyordu ama düşüncesiyle karnına kramplar giriyordu.

 

Gözlerini açıp dolu dolu gözlerle "ben hamile değilim" diye bağırdı.

 

O artık anne olmak istemiyordu.

 

Baran kız kardeşinin yüzüne " hala o gavurla olmanın hayallerini kuruyorsun değil mi utanmaz " diye gürlediğin de yerinde sarsıldı.

 

Bedeni titriyordu. Bunlar saçının teline zarar geldiğin kıyamet koparan ailesiydi.

 

Yalvaran gözlerle babasına döndüğün de Halit bey hiddetli sesiyle " sakın ola yanlış bir şeye kapılma kızımsın belki sana kıyamam ama o itin gözünün yaşına bakmadan alnının çatısından vururum. Beni bu yaşımda katil edip mapus damlarına düşürme" diye bağırdı.

 

Zeynep'in kanatları kırıldı.

 

Umutları yıkıldı ve o enkazın altında kaldı.

 

Sustu dili lal kesildi.

 

Baran kız kardeşinin gözlerine bakarak " sanma ki sineye çekeriz nereye giderseniz gidin sizi bulur gözlerinin önünde bir şarjörü onun kafasına boşaltırım. O mezara biz hapse sende ömür boyu sevdiğinin mezarında ağıt yakar durursun " diye keskin bir sesle konuştu.

 

El bebek gül bebek büyüyen bir kız çocuğuydu. Nasıl bir şey olmuştu bu kadar kıymetten düşmüştü.

 

Boncuk boncuk terler alnından dökülürken gün içinde yaşadığı gibi yine nefesi kesiliyordu.

 

Halit Bey'in " kızım namusumuza leke getirmez , eli gâvuru için hepimizi yakmaz " diyen sesiyle göğsünü doldurmayan oksijeni solumak için dudakları aralandı. Bedeni karıncalanıyor başı dönüyordu.

 

Bu saatten sonra nefes olmasa da olurdu ama bedeni onunla aynı düşüncede değildi.

 

Zeynep'in derdi birdiyse ona katlandı. Göğsü sıkıştı kalbi zaten hep ağrıyordu. Titreyen sesiyle " ben okulumdan sevdiğimden ailemden her şeyden oldum. Hayatım tepetaklak oldu ama sizin tek derdiniz kızınızın elalemin gâvuru ile evlenmemesi değil mi?" Dedi ve burnundan sesli bir nefes aldı.

 

Annesi Selvi hanım oğlunun kollarını tutup ağlarken babası sadece izliyordu. Baran bir şeylerin yine ters gittiğinin farkında tuttuğu bedeni sirkeleyip "Zeynep " dedi.

 

Zeynep kışın soğukta kalan küçük bir serçe kuşu gibi ellerinin arasında titriyor çırpınıyordu.

 

Ağzından çıkan tek kelime "yazıklar" oldu. "Yazıklar olsun " diyecekti ama geçirdiği kriz tamamlamasına izin vermedi.

 

Küçük serçe kuşu gibi gözleri yumuldu ve boynu büküldü. Kollarındab tutulduğu için yere düşmedi ama bedeni kendisini bıraktı.

 

Selvi hanım göz yaşları içinde "Zeynep kızım" diye çığlık attı. Baran onu kucaklayıp yatağa taşıdı.

 

Halit beyin taşlanmış yüreği sızladı. Bu toprakların insanıydı. Önceliği namusu itibarıydı. Eli kalbine gitti. Biricik kızının üstüne çok gittiğinin farkındaydı. Elbet keşke o gün çekip alsaydım diyeceği günlerde gelecekti.

 

Baran kardeşini yatağa bıraktığı gibi kapıya koşup doktor diye bağırdı. Koridorda " kardeşime bir şey oldu" sesi yankılanırken Kadir elinde ki dosyayla koştu arkasında doktor ve hemşireler.

 

Dakikalar içinde müdahale edildi. Önce rahat bir nefes alsın diye oksijen maskesi sonra da tekrardan yapılan tetkikler.

 

Kadir yüreğinin sıkıştığını hissediyordu. O'na bakarken canından can gitti. Yatakta nefes almak için çırpınan sevdiği. Kendisiine gelip yeniden bayılmıştı.

 

İnsanoğlu çaresizlikten aklını yitirir. Zeynep nefes almakta zorluk çekerken o'na olamadığı nefes için Kadir kahroldu. Sevdiği rahat bir uykuya daldığın da yumruk olan eli sert adımlarla odadan çıktı. Bakışları aradığını bulduğun da yürüdüğü koridoru titreten adımlarla yürüdü ve Baran'ın önünde durdu. Rojawan ve Harran haberi aldıkları gibi hastaneye koşmuşlardı.

 

Baran endişeyle ayağa kalkıp " Zeynep iyimi?" Diye sorduğunda yumruğunu suratına indirdi. Rojawan ve Harran onu tutmaya çalışırken Kadir elini kaldırıp işaret parmağını Baran'a sallayarak " ulan ne yaptında Zeynep bu kadar kötü oldu söyleyeceksin yoksa seni mahvederim " diye bağırdı. Hilal ifadesiz bir şekilde onları izledi müdahale etmedi. O'na göre hepsi suçluydu.

 

Baran kanayan burnunu tutup " ben bir şey yapmadım. Seninle evlendirdik diye bizi görmek istemiyormuş " kısık bir sesle konuştu.

 

Selvi hanım ve Halit bey hava almak için dışarı çıkmıştı. Kadir'in ailesi de dışarıda bekliyordu.

 

Kadir söylenene üzülse de bir şey diyemedi. Zaten Zeynep ikisi için küçücük bir umut dahi vermiyordu. Şaşırmadı.

 

Onu tutan Rojawan ve Sis'e rağmen Baran'ı yakasından tutup " madem seni görmek istemiyor karşısına çıkmayacaksın Baran " dedi ve onu tiksintiyle itti.

 

Rojawan ve Harran arkadaşları için tedirgindiler. Kadir elini kaldırıp " bırakın sakinim " dedi ve tekrardan Baran'a dönüp " yarın sabah erkenden şirkete geliyorsun seninle olan ortaklığı fes ediyorum. Zeynep'in olduğu hiçbir ortama girmeyeceksin " dedi ve daha fazlasına müsaade etmeden aynı öfkeyle arkasını dönüp Zeynep olduğu odaya geri döndü.

 

Baran'ın itirazları umrunda bile değildi. Bu iş onun için bitmişti.

 

Ona göre Zeynep bugün abisini şirkette görmeseydi bu kadar kötü olmayacaktı.

 

Hastane odasında yatağa ilerlerken aklında olan tek şey Zeynep'in iyi olmasıydı. Zeynep'i kontrol edip karşı koltuğa oturdu. Bakışlarını ondan çekmeden düşünmeye başladı.

 

Boşa koyuyor olmuyor doluya koyuyor olmuyordu. Zeynep'in birgün onu sevebileceğine ihtimal bile vermiyordu çünkü Zeynep tek açık bir kapı bile bırakmıyordu.

 

Kaç saat orada kaldı. Kaç saat düşündü farkında değildi. Hemşirenin ışığı yakmasıyla kendisine geldi. Genç bir hemşire ona bakıp gülümseyerek yataga ilerledi. Serumu kontrol etti ve nabzını ölçerken " endişelenmeyin kardeşiniz iyi " dedi.

 

Kadir duyduğu kardeşiniz hitabıyla dişlerini sıkıp sert bir tonda "karım" dedi ve bakışlarını uyuyan Zeynep'e çevirdi. Bugün onun sınanma günü gibi bir şeydi.

 

Baran'ın ne yapıp Zeynep'in bu kadar kötü olduğunu deli gibi merak ediyordu ve öğrendiğin de ağzının burnunu dağıtacağıni biliyordu.

 

Zeynep'in yerin de hareketlenip yüzünü buruşturması ile yerinden kalkıp yatağa ilerledi. Acı içinde inleyip "soğuk üşüyorum" dediğin de elini uzatıp üstünde ki pikeyi çekip üstünü örttü. Saçları yastığın üstüne dağılmış terlemiş gibiydi. Elini yüzüne dağılan saçlarına götürdüğün de gözlerini açıp o'na bakan sevdiğiyle eli havada kaldı.

 

İkisi sessizce birbirine bakarken Zeynep bedenini biraz doğrulttup kenara kaydı ve elini uzatıp Kadir'in havada kalan elini tuttu ve tarazlı yorgun sesiyle " hiçbir şey sormasan bende sana sarılsam olur mu?" Dedi. Beklentiyle Kadir'e baktığın da genç adam onun elini bırakıp arkasını döndü. Tekli koltuğa ilerlediğin de Zeynep üzüntüyle ona bakıp gözlerini yumup başını yastığa bıraktı.

 

Duyduğu birkaç hışırtı ve adım sesiyle gözlerini açtı. Ceketini ve kemerini çıkarıp yanına gelmişti. Kadir yuzunde ki tebessümle kaşlarını kaldırıp "kay bakalım Zeynep hanım" dediğin de Zeynep pikeyi kaldırıp onun yatağa girmesini bekledi. Kadir ayakkabılarını çıkarıp yatağa oturduğunda "ben çok iriyim sen hastasın rahat edemeyiz " diye söylendi.

 

Yatağa uzandığın da Zeynep başını kaldırıp göğsüne koydu.

 

Kadir'in kalbine küçük bir serçe kuşu kondu. Korunmaya ihtiyacı var gibiydi.

 

Zeynep fısıltıyla "sana sarılmaya ihtiyacım var " dedi ve gözlerini kapattı.

 

Kadir neyin var demeyecekti biliyordu ki iyiyim deyip geçiştiricekti. Zaten beni sorgulama demişti.

 

Sol elini onun omzuna attı sağ eliyle önce koluna takılı olan serumu kontrol etti daha sonra saçlarını okşamaya başladı. Dudaklarını saçlarına bastırırken kısık bir sesle " iyi misin?" Dedi.

 

İyi olmadığını biliyordu ve Zeynep iyi değildi.

 

Zeynep yumduğu gözlerini açmadan" iyi değilim ama bu soruyu sormana ihtiyacım vardı" dedi.

 

Aynı odada kocaman yatakta bile ayak ucunda yatıp gece hareket etmeden uyumaya çalışırdı. Şimdi ise Kadir'in kollarına girip başını göğsüne koymuştu.

 

İnsanın sevdiğiyle uyuması göğsüne yatırıp uyutması nasıl güzel bir duyguydu. Kalbi onun için atıyordu ve başı göğsünde kalbinin sesini duyuyordu.

 

Kadir belki onun göğsün de oluşunun heyecandan belki bayılmasının verdiği endişe ile uyuyamıyordu. Hemşire gece gelip serumu çıkarmış uykuda acıyla inleyen Zeynep'e ağrı kesici yapmış ışıkları da kapatıp gitmişti.

 

İnsanın bedeni yara bere almadan da acırdı. Zeynep yaşadıklarıyla sanki bir yerden düşmüş yara bere içindeymiş gibi acı çekiyordu. Sabaha doğru yazın ortasında olmasına rağmen üşüyüp titremeye başladı. Alnı boncuk boncuk titrerken Kadir yatakta doğrulaymaya çalıştığın da Zeynep uyku mahmurumu yoksa sayıklayarak söylendiği belli olmayan bir halde " Kadir ben onu severken seni sevemem " diye fısıldadı.

 

Kadir bildiği gerçeği

 

Kadir eskiden kollarında ki kızla aynı yatakta uyuyacağı bir gece için ömrünü vermeye hazırdı. Ama şimdi anlıyordu ki beraber uyuyup farklı duygular beslememek ölümdü.

 

Zeynep kollarındaydı ama aklı ve kalbi Afran'ındı. İçi içini yiyense acaba benim kollarımda onun hayalini koruyor muydu sorusuydu.

 

Onun kaderi kollarındaki kızı uzaktan sevmekti.

 

Beraber uyanıp beraber uyusalarda Kadir'in uyanıp görmek istediği Zeynep'ti! Ama Zeynep'in uyanıp günaydın demek istediği Afran'dı.

 

Elini anlına koyup ateşi olmadığını anladığın da rahat bir nefes aldı. Ama Rojawan'ın evlenmeden önce söyledikleri bir ok gibi aklına saplanmıştı.

 

"En acısı da birgün acaba benim kollarımda onun hayalini kuruyor mu diyeceksin" demişti. Kadir yutkundu. Zeynep'in hayalini kuracağı adam değildi. Bu gece o'na sığınmıştı ama iyi olduğun da bu değişecekti.

 

Kadir Zeynep'i ısıtmaya çalışırken üşüdü. Ruhu üşüyordu çünkü kabul ediyordu kollarında ki kız onu hiçbir zaman sevmeyecekti. Duygularını bir iki yıldır kabul ediyordu.

 

Zaten hakkı olduğunu hiçbir zaman düşünmemişti. Ama kader onları bir araya getirmişti.

 

Zeynep kanatları kırık yetim bir güvercindi ve sanki ait olduğu gökyüzüne uçamıyor diye ona sığınıyordu.

 

O an Kadir için dünyanın ekseni kaydı. Lakin bunca şey rağmen Zeynep kalbinde bir milim hareket etmedi. Nasıl bir hükümdardı da kalbine böyle hükmede biliyordu.

 

Kollarında ki kadını sevmekten vazgeçmek istiyordu. Sanki efsunlu bir büyü ile ona bağlanmıştı. Bazen izlerken kızdığ filim karekterleri gibi sevmekten kendisini alamıyordu. Buna bir çözüm bulması gerekiyordu. Çünkü Zeynep o'na tek bir adım gelmemiş tek bir umut vermemişti. Aksine en baştan kalbim ruhum Afran'ın demişti.

 

Sevdiği kız ilk defa ona sarılıp kolları arasına girmişti ama onun gözüne bir damla uyku girmemişti. Sabaha kadar şafak sökünceye kadar uyumadı. Gecenin karası gibi kara düşünceler ile sabahladı.

 

Sabah hemşire tekrar odaya girdiğinde usulca pikeyi kaldırıp Zeynep'in yanından kalktı. Uyandığında yanında uyudu diye pişmanlık yaşamasından korkuyordu.

 

Hemşire gittikten sonra kahvaltı servisi yapıldı. Kadir Zeynep'e doğru ilerleyip onu uyandırdı. Hiçbir sormadan onun ben iyiyim demesine rağmen elini yüzünü yıkamasına yardım edip zorlada olsa kahvaltısını yaptırdı.

 

Hilal ve Mevsim onun için kıyafet getirmişlerdi. İyi olduğunu söylemesine rağmen yardımcı.olmsys çalıştılar.

 

Saat ona doğru Harran ve birkaç doktor geldi. Yapılan tahlil ve tetkikler de hiçbir sonuç çıkmıyordu. Zeynep yaşadıkları ağırdı ve kendi dalında iyibir psikolog onunla konuşmaya çalıştı.

 

Neyin var dediğin de " hiçbir şeyim yok " diyordu.

 

Karşısında olan uzman olunca konuşmayı red etti. Eski Zeynep'ten eser yoktu.

 

Doktorlardan biri panik atak diğeri anksiyete bozukluğu dedi ama Zeynep önce yaşadığı başım döndü deyip kriz anında yaşadıklarını gizliyordu.

 

Kimseden yardım istemiyordu. Artık kimseye yük olmak gibi bir niyeti yoktu.

 

Kendi kendine yeteceğini sanan toy bir Zeynep'ti yada umutları tükeniyordu.

 

Saatler sonra Kadir doktorlarls giderken genç biri elindeki papatya buketi ile odaya girdi ve "bunlar Zeynep Botan'a " dedi. Zeynep kaşları çatılı bir şekilde çiçekleri aldığında kimden geldiğini çok merak ediyordu. Hilal ve Mevsim onun elinde tuttuğu bukete bakarken "acaba kimden " diye fısıldadılar.

 

Her şeye rağmen içinde küçük kelebekler kanat çırpmaya başlamış gibiydi. Papatya buketini eline aldığında üstünde not veya kart aramaya başladı ama kimden olduğunu anlayacağı hiçbir şey yoktu.

 

Başını kaldırıp çiçek getiren çocuğa sormak için bakındığın da çoktan gitmiş olduğunu anlayıp kafasını eğdi.

 

Zeynep çiçeğin aslında kimden olduğunu biliyordu. Dalgın bir şekilde bir papatyı çekip o'na bakan Hilal ve Mevsim'in farkında olmadan "kavuşur muyuz ? Kavuşmaz mıyız? Kavuşur muyuz? Kavuşmaz mıyız?" Diye papatya falı bakmaya başladı.

 

Seviyor sevmiyor diyen papatya falları kavuşur muyuz? Kavuşmaz mıyız? Diyen papatya falı olmuştu.

 

Bir papatya falında kavuşmak için umut aramak.

 

Kavuşmaz mıyız? Diye çektiği son papatya yaprağıyla eli havada papatya yaprağı parmakları arasında kaldı. Gözünde sıyrılıp giden bir damla yaşla "sende mi kavuşmamızı istemiyorsun papatya" diye fısıldadı.

 

Herkes her şey mi onlara karşıydı?

 

Papatyanın nefretini ne yapıp kazanmıştı!

 

Afran'ın uzattığı el gibi eli havada papatyanın kavuşmayacaksınız demesini sindirmeye çalışıyordu. Onları engellileri aşılacak gibi değildi.

 

Hilal yanında durup "papatyalar çok güzel kimden gelmişler " dedi. Zeynep'te ki durgunluğun farkındaydı elinden bir şey gelmemesine kahroluyordu.

 

Zeynep duyduğu sesle düşüncelerinden sıyrılıp "üstünde kart yok getiren çocuğuda sormayı akıl edemedim" Afran'dan geldiğini düşünüyorum diyemezdi. En iyisi kimden geldiğini bilmiyorum demekti. Hem yanında Mevsim varken bunu nasıl derdi.

 

Sonra belki Afran'dan değildir diye içinden geçirdi.

 

Mevsim gülümseyerek " belki abim gönderdi " diye lafa girdi ve elini papatyalar da gezdirip kafasını eğdi. Kokladıktan sonra " bunlar kır papatyası nasıl güzel korkuyorlar" diye devam etti.

 

Kadir'in göndermiş olabileceği tezi çürüdü.

 

Hilal eline aldığı papatyayı parmakları arasında çevirip " papatya arsız bir çiçek olur olmadık yerde yetişiyor ve insanlar onu koparıp yapraklarını yolmalarına rağmen küsmüyor" maksadı arkadaşlarını güldürmekti. Yoksa koparılan hangi çiçek küserdi.

 

" Evet papatya yaprakları koparılarak sevilen bir çiçekti ve her şeye rağmen onu başka diyarlara savurup yeniden yaşamasını sağlayan bir rüzgarı var. Bence papatya onu seven insanlar içinde değil onu savuran rüzgar için tekrar yeşeriyor " bunu diyen Zeynep'ti. Niye böyle konuştuğunu yorum yaptığını bile bilmiyordu.

 

Mevsim bakışlarını papatyalara çevirip " Ama papatya rüzgarla savrulsa bile toprakta yeşeriyor değil mi?" Diye sordu.

 

Hilal ve Zeynep onu onayladığın da tek kaşını kaldırıp" o zaman papatya rüzgarı değil toprağı seviyor " dedi.

 

Üçü ciddi bir konu konuşur edasında papatyalara bakıyordu. Zeynep parmak uçlarını papatyalarda gezdirip "Evet toprakta yeşeriyor lakin rüzgarın ondan vazgeçmeyeceğini biliyor " dedi. O an kendisini papatya gibi hissetti. Toprakta yeşereceğini bildiği halde sevdiği rüzgardan vazgeçmeyen bir papatya.

 

Zeynep papatya olmalıydı.

 

Aralarında ki papatya konuşmaları kapının birde açılıp "Zeynep" diye bağırıp içeri giren Duru ile kesildi.

 

Herkesin şaşkın bakışlarıyla, genç kız telaşla içeri girip Zeynep'e doğru koştu yanında duran Hilal ve Mevsim'i itip onu kendisine çekti ve sıkıca sarıldı.

 

Hilal ve Mevsim düşmemek için birbirine tutunup sarılırken o arkadaşına sarılıyordu.

 

Biraz geri çekilip gözlerini kısarak " kendine bakmıyorsun değil mi?" Diye sakin bir sesle konuştu ve Zeynep'in kolunu çimdikleyip " kızım ben olmasam hayatta kalma gibi bir gayen olmayacak değil mi?" Diye sordu. Ama cevabı beklemeden " ah güzelim bir deri kemik kalmışsın " dedikten sonra Hilal ve Mevsim'e dönüp " bu kız bu hale gelirken siz be yapıyordunuz " diye çemkirdi.

 

Zeynep ağzı açık onu izlerken Hilal ve Mevsim yerinde irkildiler. Çünkü Duru bakışları ile ikisini öldürecek gibi bakıyordu.

 

Kadir'in elinde ki raporlarla içeriye girip " taburcu edildin " demesiyle Zeynep'i arkasına çekti ve yavrusuna siper olan bir ana edasıyla " seni damat dedik abi bildik ayıp be " diye konuştu.

 

Beklenmedik tepkiyle kaşları çatılırken Duru'nun muhatabı oydu.

 

"Arkadaşımın nesi var " direkt sorduğu soruyla Kadir bıkkın bir nefes verip elinde ki dosyayı papatyaların yanına bırakıp " arkadaşın söylese biz de öğreneceğiz ama hiçbir şeyim yok deyip kimsenin yardım etmesine izin vermiyor" diye konuştu. Zeynep'in duyarsız tavrı gittikçe içine kapanması hiç hoşuna gitmiyordu.

 

Baran'la aralarında bir şeylerin olduğunun farkındaydı ama Zeynep anlatmamakta inat ediyordu ve durun onun hiç iyi görünmüyordu.

 

Kadir Duru'nun sorularına maruz kalmamak için "çıkabiliriz" dedi ve papatya buketine bakıp kaşları çatılırken " çiçekler kimden" dedi.

 

Zeynep ile göz göze geldiğin de Duru durumun farkında " ben getirdim" dedi.

 

Zeynep ona bakarken Hilal ve Mevsim onun yalan söylediğini biliyordu.

 

Kadir burun kemerini sıkıp " Zeynep'in en sevdiği çiçek" dediğin de bunu Duru'nun bildiğinin bilincindeydi.

 

"Arkadaşımın en sevdiği çiçeğin ne olduğunu biliyorum herhalde" yarı alayvari sesi onu küçümser gibi duruşu gözden kaçmıyordu.

 

O'na göre hikâyede olmaması gereken insan Kadir'di. İyi biri olması bu düşüncesine engel olamıyordu. Bu toprağın insanı değildi. Kuralları yaşam tarzlarını anlaması zordu ve arkadaşının mecbur kaldığı hayata öfke duyuyordu.

 

Ve en önemlisi Kadir kendisinden haz edilmeyişinin farkındaydı.

*

*

*

Saatler sonra taburcu edilip konağa dönmüşlerdi. Serpil hanım başta yayılan haber yüzünden sinirliydi. Nerden çıktığını bilmiyordu ama birileri Zeynep hamile o yüzden baygınlık geçirdi diye bir algı yaratmıştı.

 

Serpil hanım da bunu duyunca koşarak hastaneye gitmiş bunu söylediğin de Kadir'in öfkesine maruz kalmıştı.

 

Duyanlar geçmiş olsuna gelirken Zeynep kendi odasında arkadaşlarıyla oturuyordu. Kadir annesine karısının kalabalık içine çıkıp strese girmesini istemediğini söylemişti.

 

Kızlar arkadaşlarının kafasını dağıtmak için gülüşüyor konudan konuya giriyorlardı.

 

Gece olup kızlar gittiğin de Zeynep pijamalarını giyip banyoda ihtiyaçlarını giderdikten sonra yatak odasına girdi. Saçlarını tarayıp elinde ki tarağı makyaj masasına bıraktığın da bakışları komodine gitti ve adımları oraya yöneldi. Yatağa oturup eğildi ve çekmecede ki sekreterliği kalemi eline alıp sesli bir nefes aldı.

 

Yine yazacaktı.

 

İnsanın dile dökümediklerini yazması daha kolaydı.

 

" Bugün yine sensiz bir gece gözlerimi yummak üzereyim. Yaşadıklarımı kaldıracak güç artık bende kalmadı gibi.

 

Yakın veya uzak ama bir zaman diliminde pes edeceğim. Sensizlik atan şah damarım gibi yakın ama elimi uzatsam ulaşılmayacak kadar uzak. Ve ben bunu aşamıyorum.

 

Yorgunum.

 

Ama bazen acaba belki bir yanılgı diyorum. Sonra kalbimde ki sızı hemen seni hatırlatıyor.

 

Bugün gönderdiğin papatyalar ile bizim için fal baktım orada bile kavuşamadık. Ama endişelenme umdum hala taptaze.

 

Tamam seni kandıramayacağımı biliyorum ama bunda Baran ve babamın etksi çok fazla.

 

Kavuşmamıza izin vermeyecekler. Seni öldürmek ile tehdit ettiler. Keşke seni değil de beni öldürmek ile tehdit etselerdi. Ben alınların da olan kara bir leke gibiyim ve galiba ölmeden temizlenmeyecek. Yani ben öyle hissettim.

 

Kirli değilim tek suçum seni sevmek. Ve bundan asla vazgeçmeyeceğim.

 

Gerçekten çok kötüyüm. Benden önce ölmenden deli gibi korkuyorum. Ya sensizliğin yanına ölüm acısı da eklenirse... Allah'ım düşüncesi bile nefesimi kesiyor.

 

Bana ne olduğunu bilmiyorum. Nefesim kesiliyor. Başım dönüyor. Karnıma aniden bir kramp giriyor. O anlarda kendimi banyoya kitleyip geçmesini bekliyorum. Bazen biran önce yaptığım şeyi veya yapacağım şeyi unutuyorum.

 

En korktuğum şey seni unutmak.

 

Allah korusun.

 

İşte banyoda beni o an tedirgin eden şey kaybetmek veya unutmak. Kafam da milyon seneryo birkaç dakika da gelip geçiyor. Kendime geldiğimde terden sırılsıklam olmuş bir vaziyette oluyorum.

 

Neyse bunları yazmama gerek yok. Bu aralar kendime bir oyun buldum. Kendi kendime yazıp çiziyorum ama sanki senin bilmediğin soruların cevabını veriyormuşum gibi bazen de yaşadıklarım.

 

Sen her sabah bana nasılsın Elfida diyorsun. Tüh gördün mü orada bile ismim diline yasaklı.

 

Ama olsun değil mi? Hem sen nasıl olduğumu çok merak ediyorsun. Öyle olmasa papatya göndermezdin. "

 

Zeynep yazdıkça yazıyordu ama öbür tarafta bir Kadir vardı. Misafirler gittikten sonra gecenin köründe terasa çıkıp ölse bile gerçek olmayacak hayalleri için sigara yakan.

 

Çünkü Zeynep onların ne kadar imkansız olduklarını yüreğini sızlata sızlata göstermişti. Kollarında kendin de değilken bile seni sevemem diye fısıldamıştı.

 

İnsan silahla ölmezdi. İnsan bazen yaşamayacağı hayaller kurduğunu anladığında ölürdü.

 

Ve insanın aklı kalbini öldürürdü.

 

Kadir elini sandalyeye çekip oturdu ve düşünmeye başladı. Kara kara düşünceler zihnini istila ederken Yusuf'un düştüğü kör kuyusunda gibiydi.

 

Derdi kör kuyuda kuruyacak bir damlaydı ama denize koysa taşacaktı.

 

Zeynep onun göğüs kafesine haps olmuş bir serçe kuşuydu. Aralık gördüğü yerde uçacaktı.

 

Gece sıcaktı yazdı. Sanki yağmur yağsa derdini anlatacak gibiydi ama burası Mardin'di yazın yağmur az yağardı.

 

Yılın en uzun gecesinde şafağı beklemek. En uzun gündüz de geceyi beklemek. Zeynep'in ona hiç bir zaman gelmeyeceğinin bilincinde sevmeye devam etmek.

 

Elinde ki çakmağı dizine vurup döndürürken en uzun günün gecesinin bitip Zeynep'in onu sevmeyeceği bir şafağa uyanmayı bekleyecekti.

 

Günlerce oturup aç kalarak sevdiğini düşünebilirdi. Ya da akan bir nehri kana kana içerek hasret kalabilirdi.

Arafı yoktu dermanı sadece Zeynep'ti. O'da yatak odasında aynı yatakta fersah fersah uzaktaydı.

 

Sanki otobüsün geçmediği bir yerde yolcuydu ve gelmeyecek olan otobüste sevdiği vardı.

 

Düşüncelere dalmış iken sigara paketini cebinden çıkarıp dudaklarına götürüp elinde ki çakmakla yaktı. Aldığı zehir gibi tarla kaşları çatıldı. Elini uzatıp parmakları arasına aldığı sigarayı çekip baktığında dudakları kenara kıvrıldı.

 

Sigarayı tersten yakmıştı. Kaşları olduğunca çatıltığın da burnundan soluyarak "Ahh Zeynep Ahh! Derdinden sigarayı tersten yaktırdın sevdiğim" dedi ve ayağa kalktı. Sarhoş değildi ama sendeleyerek yürüyordu.

 

Elini göğsüne vurup "Kalbimin içinde deli bir sensizlik müebbet hapis ve firar etmek için can çekişiyor. Ne acıki onu engelleyen parmaklar değil kalp atışlarım ve firar ederse kalp atışlarım duracak " dedi.

 

Yatak odasının önün de durduğun da içeri de sevdiği kızın olduğu bilincinde kalp atışları değişti. Elini kapı kulpuna atıp içeri girdiğin de ses çıkarmamaya dikkat ederek ışığı yaktı. Bakışları yatakta uyuyan Zeynep'i gördüğün de beklediği manzara ile şaşırmadı.

 

Gene ayak ucunda uyuyordu. Dün gece kolları arasında uyumuştu ama o bir kereye mahsustu.

 

Dolaba ilerleyip pijamalarını aldı ve banyoya ilerledi. Soğuk suyla duşunu alıp pijamalarını giydi ve yatak odasına girdi. Işığı kapadığın da yerini bilir gibi yatağa ilerledi ve yatağa girdi.

 

Onun yeri sevdiğinin kalbi değil ayak ucuydu.

 

*

*

*

Diğer günler de Duru birkaç gün arkadaşının yanında kaldı ve İstanbul'a döndü.

 

Kadir ve Rojawan işleri gereği Karadeniz'e Trabzon'a gideceklerdi. Kadir Zeynep'i yanlız bırakmak istemediği için kendisiyle gelmesi için ısrar etti ve Zeynep mecbur kabul etti.

 

Sabah erken kalkıp herkes uykudayken konaktan çıktılar.

Havalimanına erken gelmişlerdi ve Hilal ve Rojawan görünürlerde yoktular. Zeynep onları ve uçuş saatini beklerken etrafına bakınırken gördüğü kitaplar ile adımlarını oraya yönlendirdi. Gördüğü Nazım Hikmet şiir kitapları ile gülümsedi. Nazım şiirlerini çok severdi. Şimdi düşününce ne çok şeyden vazgeçtiğini anlıyordu çünkü Afran gittikten sonra Nazım okumayı bırakmıştı.

 

Gerçi sevdiği adamın uzattığı eli tutmayıp vazgeçen biriydi. Nazım şiirlerinden vazgeçmesi normaldi.

 

Belki normal değildi ama artık her şeyin suçlusu olarak kendisini görüyordu.

 

Zeynep ben Nazım Hikmet şiirlerini çok seviyorum bence en güzel aşk şiirleri Nazım 'ın demişti. Afran'da ben daha şiir yazmadım demişti.

 

Ona göre aşkları şiir yazılacak kadar uzun olamamıştı. Kitabı eline alınıp Afran'ın okuduğu şiire gitti. Zeynep o mavili gözlü bir devdi şiirini çok severdi ve sevdiği adamın sesiyle daha çok sevmişti. Buğulu gözler ile kitabı yerine bırakıp bakışlarını raflardaki diğer kitaplara çevirdi.

 

Gördüğü kitap ile gözünden bir damla yaş akıp gitti. Ondan uzakta olsa da kendini her an hatırlatmak ister gibiydi. Veya kaderin onlara oynadığı bir oyundu.

 

Girdikleri bir asafta Bilinmeyen bir kadının mektubu kitabına not yazmışlardı. Ve başka bir seferde Afran Canan Tan 'ın yüreğim seni çok sevdi kitabını okuyalım demişti. Çünkü o'na göre Afran'ın kalbi Zeynep'ini çok sevmişti.

 

Zeynep kitabın üzerin de parmaklarını dolaştırırken fısıltı halinde "yüreğim seni çok sevdi " dedi ve boşluğa düşen bakışlarıyla " yürekleri çok seven insanlar neden kavuşamıyor " dedi.

 

Bu da her hâlde kaderin bilinmez kara bir yazgısıydı. Yüreğin çok sevse de kavuşamıyordun. Kitabı eline alıp parmaklarını üstün de gezdirip kısa bir süre düşündü ikisi elinde ki kitabı alıp okusaydı ne yorum yapacaklardı.

 

O dalmış bir şekilde kitaba yapacakları yorumu düşünürken Kadir onun elinde ki kitabı alıp Zeynep'in boşluğa düşen gözlerine bakarak " Yüreğim seni çok sevdi " dedi .

 

Zeynep daldığı düşünce denizinden Kadir'in sesiyle sıyrıldı. Bakışları Kadir'i bulduğun da anlamaz bir şekilde kaşları çatıldı. Adam sevdiğinin gözlerine bakarak " yüreğim seni çok sevdi veya seni seviyorum" diyemiyordu.

 

Aralarında elle tutulur bir engel yoktu ama geçemediği bir duvar vardı. Ve biliyordu ki bu duvar Zeynep'in Afran için atan kalbiydi.

 

Gözlerini yumup kafasını toplamaya çalışarak " dalmışım söylediğini anlayamadım" dedi. İfadesiz sesi adamın olmayan cesaretini bile kırıyordu.

 

Kadir elinde ki sayfaları çevirip " Hiç kitabın ismi dedim Yüreğim seni çok sevdi. Okudun mu?" Derken aslında ben seni çok sevdim demek istiyordu. Kalbi başkası için atan birine seni seviyorum demeyi kendisine yediremiyordu. Ama ne Zeynep'i sevmekten vazgeçebiliyordu. Ne Zeynep Afran'ı.

 

Kafasını olumsuzca sallayıp " okumadım ama okuyucu yorumlarını okudum konuya az çok hakimim " konuyu biliyordu. Daha çok sözde okuyacaktı. Çoğu şey gibi onu'da itilemişti.

 

Kadir kitabı raftan alıp " ben merak ettim beraber okuruz " dedi ve kasaya ilerledi.

 

Kitabı Afran'la okuma planı yapmıştı. Kadir ise çok hevesli görünüyordu. İsteksizce de olsa da kafasını olumlu anlamda salladı. Kitabı aldıktan sonra Hilal ve Rojawan gelmişti. Uçuş için gerekli kontrolleri yaptıktan sonra dördü aynı uçağa bindiler.

 

Zeynep ve Kadir.

 

Rojawan ve Hilal yanyana oturuyorlardı.

 

Tek başına olduğunda yüksekten korkan biriydi. Kadir yanında olduğu için rahat olsa da tedirgindi. Tekrar bir kriz geçirmemek için gözlerini yumdu.

 

Onun tedirginliğinin farkında önce elini tuttu sonra Zeynep'in başına omzuna kuyup "uyu " dedi.

 

Genç kız Kadir'in omzunun verdiği güvenle uykuya daldı. Zeynep omzunda uyurken Kadir aldığı kitabı açıp okumaya başladı.

 

Hilal ve Rojawan yanyana misal yerinde kedi köpek gibiydiler. Başkası olsa karısı tedirginken onu yatıştırmaya çalışır lakin onlar da durum tam tersiydi. Uçak havalandığın da Hilal endişeyle Rojawan'ın koluna sarılmıştı.

 

Rojawan Hilal'e bakıp ciddi bir tavırla " ne kadar şansız bir milletiz " dedi ve camdan bakıp " çokta yüksekteyiz acaba kaç fit " dedi.

 

Hilal yüzünü buruşturup " beni korkutmak için yapıyorsun değil mi?"

 

"Hayır asla böyle bir düşüncem olmadı. Ama..." Dedi ve duraksadı.

 

Hilal gözlerini kısıp " ama " dediğin de Rojawan sırıtıp " düşüncene Amerika'da uçuyorsun uçağın düşecek bilmem hangi okyanusa tüm haber kanalların da sen. Sevdiklerin cesedinin bulunduğu yere çiçek bırakıyor. Seni yiyen balıklar balinalar senin için bırakan çiçekleri yiyor ve midesinde sevdiklerinin bıraktığı çiçekler ile buluşuyor " diye konuştu.

 

Hilal'in irileşen gözleriyle tekrar pencereden bakıp " burada düşsek bilmem neredenin kuş uçmaz kervan geçmez uc noktaları sınıra falan şebeke desen çekmiyor. Bizi bulamayacaklar bulsalar bile haber programların da arama ekibi arkasında milli kaçakçılarımız katırlar. Sonra zaten bizi kuşlar yer sevenlerimiz gelip Allah'ın dağına çiçek bırakmaz " dedi.

 

Hilal artık ne diyeceğini bilmiyordu. Ağzı açık bir şekilde"merak ederek soruyorum. Katır ve kaçakçılar ne alaka " dedi.

 

Rojawan arkasına yaslanıp " takıldığın şey katır ve kaçakçılar mı?"

 

"Hayır diğerlerini onlardan aldığım cevabın mantığına göre soracağım "

 

Rojawan onu anladığını belirtir bir şekilde kafasını sallayıp " şimdi bizi drone' yle falan bulamazlar. Mecbur kıdemli olan kaçakçılardan yardım isteyecekler. Çünkü arama bulma konusunda en üst şekilde eğitimliler. Onlar da katırsız yapamazlar " dediğin de gayet mantıklı bir cevap verdiğini düşünüyordu.

 

Hilal gözlerini yumdu. Sesli bir nefes alıp " Allah belanı vermesin ve adam . Sen nasıl bir manyaksın " diye bağırdı. Rojawan tıp denilince kollarını göğsünde bağlayan uslu çocuklar gibi bağlayıp arkasına yaslandı.

 

Uçakta çoğu bakış onlara döndüğün de kızardı ama tek sebebi yanında ki adamdı. Kadir arkadan duyulacağı tonda " bağırmayın Zeynep uyuyor " dedi.

 

Hilal ağzında geveleyip arkasına yaslandı. Gözlerini yumup sakin olmaya çalıştıktan sonra gözlerini hızlıca açıp " hem korkma uçak düşse bile sevenlerin gelip senin için çiçek bırakmaz " diye söylendi.

 

Rojawan gayet sakin bir sesle " ben fuzuli harcamalara karşıyım benim için çiçek göndermek isteyenler Darüşşafaka veya lösemi ile savaş kuruluşlarına göndersinler" dedi.

O evlenirken bile düğün yemeği vermeyip o parayı ihtiyacı olanlara dağıtmış biriydi. Adı cimriye çıksa da gönlü cimri değildi.

 

Daha sonra hiç konuşmadılar. Uçak indiğinde Kadir cebinden kalem çıkarıp kitabın ilk sayfasında yazan 'Yüreğim Seni Çok Sevdi' yazısının yanına tırnak açıp Zeynep yüreğim seni çok sevdi ama biliyorum ki yüreğin de bana hiç yer yok " yazıp kitabı kapattı. Zeynep'i sakince uyandırdı elinde ki kitabı ona uzatıp elini tutup beraber indiler. Hilal ise " herkes uçağa biner romantik anlar yaşar ben yanımda ki öküzle ölüm teorilerini üzerinden muhasebe yaptık" diye söylene söylene indi.

 

Arkasında söylene söyleyene inen Hilal ve Rojawan varken o elini tuttuğu kıza söylemediklerinin yazmanın ve birgün Zeynep'in onu okumasının rahatlığını yaşıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%