Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37. Bölüm

@jutenya

 

Nasılsın Elfida

 

Kalu bela'dan sonra hasretteymişim gibi

 

O'ne Elfida anlamadım

 

"Biz de insanların ruh eşlerini ilk yaratıldıkların da Kalu bela'da birbirini gördükleri ve dünya da ilk karşılaştıkları gibi birbirini tanıdıklarına inanılır."

 

"Nasıl yani Elfida "

 

"Yani sen benim ruh eşimdi ve ben seni ilk görüşte tanıdım "

 

"O zaman bende sana kalu bela'dan sonra hasretim Elfida "

 

"Sen müslüman değilsin Afran "

 

"Ama sana hasretim Elfida "

 

************************************

 

Gözlerinlmi açıp tavanla bakıştım. Evleneli bir buçuk yıldan fazla bir süre olmuştu. İçimde ki hasret günden güne büyüyordu. Sevdiğini kalbinden çıkarmaya çalışmak ne zordu.

 

Tavanla bakışırken fısıltı halinde "Allah yaşayana sabır versin" dedim. Yaşayan bilirdi. Yükün ağırlığı sanaydı kim ne bilebilirdi..

 

Sabrı zor imtihanı çetindi. Abi dediğim adama gelin oldum ve bu duygu da gram değişim yok. Bana göre insan abi dediği adama kocam gözüyle bakamaz. Gerçi şükür onun da bakacağını düşünmüyorum ama sanki mecburiyetler ve paylaşımlar duygu değişikliği yapıyor gibiydi. Ya da bana öyle geliyor çünkü bazen bana olan bakışlarını yakalıyorum.

 

Üstümde ki pikeyi kaldırıp yatakta doğruldum ve ayaklarımı zenime bıraktım. Parkenin serinliği biraz ferahlatırken bakışlarım yatakta uyuyan Kadir'i buldu. Aynı yatakta uyumaya alıştık. Ben hala onun ayak ucunda uyuyorum. Geceleri yaklaşmamaya veya ayağımı savurmamaya dikkat ediyorum. Eskiden davul zurna çalınınca anca uyanan ben şimdi yaprak kımıldasa uyanıyorum.

 

Kalbimde ki ağırlık uykumu hafifletti.

 

Sessiz olmaya dikkat ederek pencereye ilerledim. Perdeyi yarım aralayıp söken şafağın aydınlattığı Mardin'i izlemeye başladım. Bu şehirden nefret ediyordum. Çünkü sanki bu şehir bizi ayırmış gibi hissediyorum. Nedenini bilmiyorum ama öyle.

 

Kalbimden söküp atamadığım dilime yasakladığım bir adam var. Yatakta uyuyan nikahlı kocam varken bunu düşünmek günah gibi geliyor ama zihnimin kaydığı her yer o ben bunun önüne geçmiyorum.

 

Ben Zeynep ismi sevdiği adama yasaklı olanım. İsmini dilime yasakladım.

 

Ailemin göz bebeği iken acımadan gözden çıkarılanım. Kendimi o kadar değersiz görüyorum ki balık olsam avlanmak istenmezmişim gibi.

 

Ailemden sadece Çınar abinle görüşüyorum. O'da bu halime alışmış gibi artık seni kurtaracağım sözlerini işitmiyorum. Belki alıştı! Umarım alışmamıştır.. Çünkü ben alışamıyorum.

 

Şafak sökerken güneşin yaydığı ışık etrafı aydınlatıyordu. İçimde ki ses sanki o güneş senin için hiç doğmayacak diyor.

 

Çaresizlik nasıl zor bir şeydi. Sanki nefesim kesilse tüm acılarım bitecek gibi. Bazen bunu istiyorum. Kendi elimle ittiğim sevdam sanki kapı aralığın da bana kırgın gibi. Sevdiğim adamın yüzüne bakacak yüzüm yok. Malum uzattığı eli tutmayan benim. Ailem olurda boşanırsam adlarının lekeleyeceğini ve sevdiğimi adamı öldürmeklw tehdit ediyor. Yatakta uyuyan adama minnet duyuyorum. Yanlış bir hata yapmam ailemden çok Kadir'in alnına sürülen bir leke olacak veya o'da zor durumda kalacak. Kadir'i de arkam da bırakıp gidemem. Her yanı duvarlarla kaplı bir labirentte gibiyim sanki çıkış yolunu hiçbir zaman bulamayacağım.

 

Bundan üç ay önce onu gördüm. Gözlerimi kaçırdım. Bir anda harama değmiş gibi gözlerine bakmaya utandım. Kızıp bağırarak neden elimi tutmadın demesini bekledim ama kısa bir süre bana bakıp yanımdan geçip gitti.

 

Niye gitti diye kendimi sorgularken küçük bir çocuk elinde papatya buketi ile geldi ve elime sıkıştırıp gitti. Almam haksızlık gibiydi lakin atmaya da kıyamadım. Biliyorum papatyaları o göndermişti.

 

Papatya seviyorum fakat sadece onunla olan papatyaları seviyorum.

 

Eskiden olsa elimde ki bukettin yarısını seviyor sevmiyor diye fal bakarak ziyan ederdim. Ama şimdi kıyamıyorum. Sadece tek birini alıp kavuşur muyuz kavuşmayız diye papatya falı baktım.

 

Artık papatya fallarım seviyor sevmiyor değil de kavuşur muyuz kavuşmazmıyız diye.

 

Hani kalbe ferman işlemez denilir. Kalbe ne ferman ne söz işliyordu.

 

Ayıbı sevabı ile seviyorum.

 

Yasak olduğunu bile bile seviyorum.

 

Onunla sanki yer ve gök gibiyiz ve sura üflenmedikçe kavuşamıyacakmışız gibi geliyor.

 

Başlayan her gün içime biraz daha hüzün ve hasret katıyor. Biten her güne şükretmeyi çoktan öğrendim. Ömürden gidene şükredilir mi diyorsunuzdur ama ben onsuz olup biten her gün için şükrediyorum. Bu akşam kınaya gidecekmişiz. Azad abi evleniyor. Onun evlenebileceğini hiç düşünmüyordum. Etrafına o kadar soğuk ki sanki hep tek başına kalabilecekmiş gibiydi. Gerçi aşık olup evlenmiyor. Berdel evliliği, kahrolacası töreler yine birilerinin hayatını kararttı.

 

Etraf iyice aydınlanmaya başladığın da dolaba ilerledim ve içinden giyebileceğim bir elbiseyi seçip banyoya girdim. Kalbim hızlı hızlı atmaya başladığın da hızlıca kapıyı kapadım. Yine oluyordu. Nefesim kesilmeye başladığın da bana ne olduğunu biliyorum. Bildiğim şeyin bitmesi bilince kriz geçiriyorum. Soğuk soğuk terler dökerken Afran'ın ölme korkusu tüm zihnimi talan etmeye başladı. Kalbim sıkıştı. Büyük bir nefes alıp fısıltıyla "ölmeyecek" dedim ama bilinç altım benden güçlüydü. Baran abimin birgün sevdiğim adamı öldürme endişesi ile duvarlar üstüme üstüme geliyor. Anksiyete krizi geçiriyorum. İnsan buna alışırmı ben alıştım. Korkularım ile yüzleşsem bil bu endişe zihnimi esir alıyor. Belki abim Baran'ın beni hastanede tehdit etmesi yüzünden bilmiyorum.

 

Evde yanlız olsam kendimi banyiya kilitleyip bitmesini bekliyorum. Bazen de yatakta geçmesini. Bugün o lüksiyete sahip değilim çünkü Kadir uyuyor. Uyanmadan geçirsem onu da endişeye sokmamış olurum. Karnıma giren kramp ile neye uğradığımı şaşırdım. Nefes alamakta zorluk çekmeme rağmen hissettiğim ağrıyla elimi ağzıma götürdüm. Çığlık atarsam Kadir uyandır ve yine soluğu hastanede alırdık.

 

Hastanelerden nefret ediyorum. Krizlerim gittikçe sıklaşıyor. Elimi ağzıma götürüp hissettiğim ikinci kramp ile çığlık atmamak için baş parmağımı ısırdım.

 

Hissettiğim ağrı o kadar dayanılmaz ki ışığın açık olmasına rağmen banyonun kararması ile gözlerimin karardığının anladım.

 

Birazdan bayılacaktım. Kadir uyanmadan ayılmak için dua ederken gözlermi yumdum...

 

Gözlerimi açtığımda sanki eski Mardin'i sırtıma yüklemiş gibiydim. Artık kendi kendime bayılıp ayılmaya alışmıştım. Başımı duvara dayayıp toparlanmayı bekledim. Nefes alışverişlerim ve kalp atışlarım normale döndüğün de ayağa kalkıp aynada ki ya yansımam ile göz göze geldim.

 

Eskiden nefes almaya çalışırken bilinçsiz bir şekilde boğazımı çiziyor birde onu gizlemek mecburiyetin de kalıyordum. Şimdi tırnaklarımı hiç uzatmıyor derin derin kesiyorum.

 

Neyse yaşadıklarımın içinde en acısı da kimsenin beni baygın bulamamasına sevinmek. Çünkü baygın bulurlarsa boşuna yaşanan bir hastane ve doktor süreci. Üstüne Kadir'i zor durumda bırakacağım ve herkesin bana ve ona olan sitemlerini dinleyeceğim.

 

Boş gürültüye gerek yok.

 

Boynuma su atıp iyi olduğuma kanat getirdikten sonra Elimi yüzümü yıkayıp rutin ihtiyaçlarımı halletim. Sanki biraz önce anksiyete krizi geçirmemiş gibi saçlarıma şekil verdim. Daha sonra yaşadığım kriz ve uykusuzluktan dolayı morarmış göz altlarıma kapatıcı dudaklarıma ruj sürüp banyodan çıktım. Bakışlarım yatakta uyuyan Kadir'i bulduğun da gülümsedim ve rahatladım. Adımlarımı sesiz olmaya dikkat ederek yatağın yanından geçtim ve uyanmadığından emin olduktan sonra yatak odasından çıktım.

 

Gökyüzüne baktığında gülümsedim çünkü çok uzun süre baygın kalmamıştım. Hızlı adımlarla merdivenleri asıp mutfağa indim.

 

Kahvaltı hazırlamaya başladığım da bu benim için rutin bir işti ve her gün tekrar ediyordum. Zaten sanki sabah oluyor akşam oluyor ve gün geçiyor gibiydi.

 

Çalışanlardan önce uyanıp nefesi mutfakta almak. Tek başıma kalmayı seviyordum ve tek başıma kaldım anlar çok azdı. Serpil hanımla aramızda aşamadığımız sorunlarımız vardı. Ben didişmekten artık yorulduğum için sessizce kenarıma çekiliyor söylenmelerine sağır olmaya çalışıyordum.

 

Yapacak bir şey yok. Sanki oğlunun kafasına silah dayayıp evliliğe mecbur bırakmışım gibi tavırlar. Oysa elimde olsa bu konakta bir saniye bile kalmazdım. Ama ne yazık ki arkama bakmadan gitmem Kadir'in yüzünü eğmem demekti ve ben bunu ona yapamazdım.

 

Benaz hatun ve Hewlin sultan beni gördükleri her yerde kocamı sevmem adlı uzun bir nutuk çekiyorlar. Kadir'i sevmemem haksızlıkmış onun gibi biri nasıl sevilmez. Kocam evimin direği gönlüm de olmalıymış bakarsam onunda beni sevdiğini görürmüşüm falan. Bir Allah'ın kulu da çıkıp sen zaten aşıksın gönlüne onu koyan Rabb'in istese çıkarır demiyor. Hem Yusuf Züleyha'nın kalbine bir rüyayla girmedi mi? Mısır'a rüyasında gördüğü adama gelin gittiğini sanan Züleyha Firavun'a eş olmadı mı? Züleyha'nın dini farklı değil miydi?

 

Kader de kavuşmak varsa direnme nedendi. Kalbinin bir sahibi varken başkasına buyur demek olur muydu?

 

Hem günahı bu kadar büyükse sınavı yapan Rabb'i değil miydi? Kul niye sorguluyordu.

 

Ben belki Züleyha gibi seviyorum. Benim günahımdan kime neydi.

 

Kalbimde ki yasaktı ya günahı banaydı.

 

Evet Kadir sevilmeyecek biri değildi ama ben onu abi diye severim. Arkadaş olarak severim. Lakin kocam diye sevmem. Kalbim onun değilken bedenimi vermem.

 

Yine beni delirtecek düşüncelere dalıyordum. Böyle devam ederse psikolojik destek almam gerekiyor. Bu düşüncelerle kahvaltıyı hazırladım. Çayı demleyip bardakları tepsiye yerleştirdiğim de sabah güneşim sevgili kaynanam mutfağa girdi.

 

Dilinde peltekmiş gibi sevimsiz bir sesle "Roj baş" dedi ve hazırladığım kahvaltılıklara baktı. Suratını asıp memnun olmayan bir ifadeyle " kocanı uyandırmadan işe hazırlamadan mutfakta ne işin var gelin " diye şiveli sesi ile konuştu.

 

Beni sevmediğini tavrı ve hareketleri ile belli ediyordu. Ben de aynı tavırla " ma kocam küçüktür. Ben onun ilk okula başladığından beri uyanıp kandi hazırlandığını sanıyordum Serpil hanım " diye konuştum. Aynı onun gibi şiveli konuşmaya dikkat ettim.

 

Serpil hanım öfkeyle bana bakıp " kocandır gelin sabah erkenden mutfağa inip hizmetçilerin yapacağı işi yapacağına onunla ilgilen malum bir yıldır evlisin " dedi ve duraksadı, belli ki söyledikleri yeterli değildi. İçinde ki öfkeyi kusmak için yanlız olduğumuz vakitleri tercih ediyordu. Ben ne diyeceğini bildiğim için dişlerimi gıcırdatarak çenemi sıktım.

 

Malum karşımda ki kadın laf anlayacak biri değildi. Anlasaydı zaten bu konuşmayı yapmazdı. Elimde ki tepsiyi masaya bırakıp mutfaktan çıktım. Artık yorulduğumu hissediyordum. Yeter diye bağırmamak için kendimle mücadele ediyorum. İnsanın canı bedenine ağır gelir miydi? Benim canım bedenime ağırdı.

 

Keşke bir kuş olup uçup gidebilseydim. Ne bir kuş olup gidebiliyordum. Ne de kalacak kadar sabrım vardı.

 

Bu konak benim için neydi. Mahkûmiyet...Esaret... Mecburiyet veya Minnet! Hangi kelime kaderimdi. Hangisi yüzünden buradaydım veya gidemiyordum.

 

Serpil hanımın devamın da ne diyeceğini biliyordum. Konuyu olmayan evliliğimize rağmen çocuğa bağlayacaktı. Evet Kadir iyi biriydi. Yakışıklı mertti ama benim gönlüm yasaklı olandaydı.

 

Ben onu cehennem azabında yanmayı göze alacak kadar sevdim. Bunca şey yaşamama rağmen tekrar dünyaya gel ve tekrar bu acıları yaşa dese yaşarım.

 

Unut diyorlar. Unutmak benim ne haddime!

 

Dilime lal olan gönlüm de kraldı ve onun orada ki hükümdarlığı sonsuzluğa kadar hüküm sürecek gibiydi.

 

O benim yarım kalmış cümlemin yüklemi gibiydi. Olsa da olmasa da arafta kalmamış duygularımın ilham kaynağı. İlk aşkım ilk uykusuzluğum ilk endişem ilk üzüntüm ve ayrılığım. O benim hem yaşama sebebim hem de ölüm nedenim olacaktı.

 

Gücüm onsuzluğa yeniliyor ve tüm direncimi ezip geçiyordu. Dayanma ve unutmak gibi bir gaflete bürünmemesi benim kalelerimi yıkıp geçiyordu.

 

Merdivenleri çıkıp yatak odasına girdiğimde öfkeliydim. Kapıyı açıp sertçe çarptığım da Kadir uyuduğu yatakta irkilip yataktan sıçradı.

 

Garibim neye uğradığını şaşırmış gibiydi. Uykulu gözlerle etrafına bakıp gözleri beni bulduğun da ne olduğunu anlaması zor değildi. Onu da kendimle beraber yoruyordum. Bunun için de ayrı azap çektiğimi inkar edemem.

 

Duyduğum minnet vicdanıma azaptı.

 

Omuzlarımı indirip mahçupca " üzgünüm oda da olduğunu unutmuşum" dedim ve pencereye ilerledim.

 

Artık kanadı kırık bir güvercin pencerede kenarlarına konup uçmayı bekliyorum. Yakın ve uzak illa ki uçacağım.

 

"Sana da günaydın Zeynep" diye kinayeli bir sesle konuşan Kadir ile omzumun üstünde dönüp " günaydın" dedim ve tekrar önüme döndüm.

 

Sıcak bir yaz günüydü ve Mardin şafağın sökmesi ile bunaltmaya başlıyordu. Ya da ben bu şehirde bunalıyorum.

 

Duyduğum hışırtı ve kısa bir süre sonra banyodan gelen su sesinden Kadir'in duş aldığını anladım. Annesi ile aram iyi değildi. Mevsim'de eskisi gibi değil, bana olan davranışları değişti. Can ciğer daha doğrusu olmayan kız kardeşim gibiydi ama annesi ile ayrı düşünce o'da benimle arasına mesafe koydu ve tartıştığımız her konuda annesinin yanında olmaya başladı.

 

Haklı ve haksız bu durum hiç hoşuma gitmiyor.

 

Serpil hanım oğluna aşık olmadığımı biliyor ve her seferinde oğlum gibisini zor bulurdun ama neyse diye laf çarpıyor.

 

Aslında söyleniyor. Bazen duymamazlığa vuruyorum. Bazen de öfkemi kontrol etmeye çalışıyor. Bir fino köpeği gibi otur otur! Kalk kalk! İnsanın insanı sömürmesi ne kadar kötü bir azaptı.

 

Kadir'in " Zeynep" diyen sesiyle kendime gelip ona döndüm. Yine fazla dalmıştım. Adımlarım ona yöneldiğin de memnun olmadığını belli eden bir yüz ifadesiyle " annem mi yoksa Benaz hatun mu? " Diye meraklı bir sesle konuştu.

 

Ailesinden yakınmaya veya onları şikayet edecek hakkı kendimde bulmuyorum. Kafamı olumsuzca sallayıp yanında durdum ve bakışlarımı çektim. O'da benim konuşmak istemediğimi anlayıp elini uzattı.

 

Elimi onun kocaman avucunun içine bıraktığım da zihnime sus diyerek kapıya yöneldim. Zihnim benden yana değil. Beni susturanlar gibi bende zihnimi susturmak istiyorum ama bu imkansız.

 

Yatak odasından ele ele çıktığımız da her gün büründüğüm role odaklanıp evcilik oynumuza kendimi kaptırıyorum. İyi bir oyuncuyum oskarlık performansım daha doğrusu performansımız var. Yani bu konuda Kadir'e de haksızlık edemem o'da benim kadar iyi oynuyor. Yatak odasından çıkıp merdiven başına geldiğimiz de yüzümüzde sahte emanet gülümsemelerimiz yer edindi. Tuttuğun el sevdiğinin eli olmayınca yük olurmuş. Benimki de öyle bir şey. Aşağı indiğimiz de terasa ilerledik. Yazın kahvaltı ve akşam yemekleri ya terasta ya avluda yiyilirdi.

 

Aynı anda "Roj baş"deyip yan yana oturduğumuz da tüm bakışlar bize döndü. Kaynanam yüzünde ki sahte gülümseme Mevsim dostca olmayan bakışları. Beran Ağa'nın ilk başta ki tavırları değişse de ben duyduklarımdan sonra arada ki mesafeyi bir türlü aşamadım.

 

Beran Ağa'nın "afiyet olsun" demesiyle önüme konulan çaya uzandım. Yemek yiyemiyor ve gittikçe zayıflıyorum. Çevremde ki herkes bunun farkında ve ben onları geçiştirmek için rejim yapıyorum diyiyorum. Kadir ile aramızda en az hafta iki kere rejimin gereksizliği hakkında uzun bir konuşma yapıyor ve onu dinlemeyeceğimi anlayıp susuyor. Dayem Hewlin'de bu durumdan çok şikayetçi ama yediklerim boğazıma batıyor gibi bir şey sanki yuttuğum her şey bedenime fazla. Kadir'in soyduğu yumurtayı önüme itmesiyle bakışlarımı o'na çevirdim.

 

O kafasını olumsuzca sallayıp emreden bir sesle "elinde ki çayı bırak ve bir şeyler ye " diye keskin bir sesle konuştu.

 

Gözlerimi devirdiğim de ensem de hissettirdiğim nefesi ve kısık çıkan sesiyle " bir deri bir kemik kaldın Zeynep! Böyle devam ederse tekrar doktora gideceğiz" diyen sesi tüylerim diken diken etti. Bilmiyorum her nedense kimsenin yakınlığını istemiyorum. Kimse nasıl olduğumu sorgulamasındı. Hem doktora niye gidiyorduk ben ne güzel kendim idare ediyor kimseye dert olmadan yaşayıp gidiyorum değil mi?

 

O iyi biri bunu biliyorum ama bu onu kalbime almam için yetmiyor.

 

O'na bakmadan kafamı olumlu anlamda sallayıp " abartma hepiniz üstüme geldikçe iştahım daha kapanıyor "diye sinirle konuştum. Herkesin iyiliğimi isteyip benim için bir şeyler yapmaya çalışması beni delirtiyordu. Annem arayıp iyiliğim için Kadir'le evlendirdiğini söylüyor ve af diliyor. Anne olduğum da onu anlayacakmışım?

 

Oysa ben anne olmak istemiyorum. Böyle bencil bir dünyaya çocuk getirmek bana vicdansızlık geliyor. Sevgili kaynanam ve aşiretin diğer üyeleri çocuk haberi için deliriyor. Bilmedikleri o haberi hiçbir zaman alamayacaklar.

 

Boğazım da dizile dizile lokmaları yuttum. Hiçbir şeyden tat alamıyorum. Sanki ne yesem aynı besini tüketiyor gibiyim. Bu hallerin normal değil ben hayat dolu biriydim lakin tüm hayat enerjim tükendi.

 

Yumurtayı bitirip büyük bir gururla kafamı kaldırdığım da Kadir'in çatılı kaşlarıyla peynir tabağını göstermesine surat astım. Hadi ama haşlanmış bir yumurta bitirdim değil mi?

 

Dişlerim arasında kısık bir sesle " senin işin yok mu? Hadi bak geç kalacaksın" diye söylendim.

 

Her kahvaltı ve akşam yemeğinde bunu yaşamamız. Onun üstüme titremesi yemek yemem için yaptığı baskı beni geriyordu.

 

Çıkan sesten elinde ki kaşığı masaya bıraktığını anlamam zor olmadı. Aldığı hırıltılı nefes sinirli olduğunun göstergesiydi. O'na bakmaktan çekiniyordum çünkü yine azarı yiyeceğimin bilincindeyim.

 

Elimin üstünde hissettiğim elle bakışlarım tekrar onu bulduğun da düşündüklerimin yanlış olmadığının bilincinde tatlı olmaya çalışan bir yüz ifadesiyle dudaklarım kenara kıvrıldı.

Ama onun "sen kahvaltı yapmadan işe gitmiyorum" diyen sinirli sesiyle başarılı olmadığımı anlamam ani oldu.

 

Öfkeli bakışlarımla sinirli olduğumu göstererek elimde ki çatalı peynire batırıp ağzıma götürdüm. Ben ağzım da büyüyen lokmayı çiğneyip yutmaya çalışırken o'da beni taklit ederek biraz önce sinirlenerek bıraktığı çatalı aheste bir şekilde eline aldı ve peyniri dudaklarına götürüp suratını ekşitti.

 

Evet kendimi gidip bir yerden atabilirsem ne mutlu bana değil mi?

 

Herkesin ürküp korktuğu dağ gibi ağa adam sofrada çocuk gibi taklidimi yapıyor. Hadi bana afferin.

 

Ben kaç lokma yedim ise o'da benimle aynı şekil de yedi. Tabağımı bitirip annesinden afferin bekleyen bir çocuk gibi gururlu bir edayla başımı kaldırdığım da sofrada ki herkesin bize baktığını görüp başımı eğdim. Rezil olduk.

 

Tabi bu yanımda oturan kocaman adamın umrunda mı?

 

Hayır!

 

Benim umrumda mı?

 

Evet!

 

Yanımda ki sandalyenin çekilmesi ile Ağa'mın pardon kocamın işe gideceğini anlayıp ben de ayağa kalktım. Yoksa kaynanam Serpil hanım akşama kadar bu konuyla ilgili verdiği uzun vaazlarını dinleyecektim ve ben sevmediği dersten kaçan öğrenciler gibi bu durumdan kaçıyorum.

 

Kadir'in ceketini bana uzatması Beran beyin homurdanması eş zamanlıydı. Bu adamı da anlayamıyorum. Bir iyi bir kötü. Orta yolu bir türlü bulamıyor ama yapacak bir şey yok.

 

Artık hepsini oldukları gibi kabullenmeye çalışıyorum.

 

Yoksa günler zehir gibi oluyor.

 

Kocasını işe uğurlayan uslu bir gelin edasıyla salına salına merdivenleri indim. Pek tabi yanımda heybetli bedeniyle kocam yürüyordu. Yediklerim yüzünden midem çalkalanıyor ve ben kusmamak için kendimi zor tutuyorum. Bunu Kadir fark ederse işe gitmez kolumdan tuttuğu gibi nefesi hastanede alırım. Sokak kapısına geldiğimiz de içimden bildiğim tüm duaları edip şükür ettim ve Kadir'in çıkmadan anlımı öpmesine izin verip kapıdan çıktığı gibi arkamı döndüm ve koşar adımlarla avluyu aşıp lavaboya koştum. Midem resmen çalkalanıyor gibiydi. İçimde ne var ne yok kustuktan sonra doğruldum ve aynada ki yansımama baktım.

 

Kötüydüm ve gittikçe kötüye gidiriyorum.

 

Kusarken de kimsenin görmesini istemiyorum çünkü bu sefe de hamile dedikodusu dönüyor. Abi kardeş gibi girdiğimiz bir yatakta benim hamile kalmamı bekliyorlar ve bu benim midemi bulandırıyor.

 

Buna sebep olan hiç kimseyi affetmeyeceğim. Ailem bunun başını çekiyor. Elimi yüzümü yıkayıp dışarı çıktım. Mardin'in sıcak havası yüzüme nüfuz ederken başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Aynı gökyüzünün altında yaşayan ve kavuşamayan iki insan.

 

Biri ben biri o!

 

Bakışlarım sonsuz mavideyken iki tane beyaz güvercin kanat çırparak üstümden geçti. Çok güzeldiler. Benle o ayrılmasaydık ikimiz de güzel bir çift olacaktık. Dudaklarımdan fısıltıyla çıkan "keşke bir güvercin olup üstünden geçsem" zerdenişsin de bulunurken. O iki güvercinin onun üzerinden geçtiğini hayal ettim.

 

Bizim kavuşmamız ya hayaller de ya da ahirette! Anneanem ahirette bile kavuşmayacağımızı söylüyor.

 

Dinlerimiz bize karşı çevremizde ki insanlar bize karşı. Çıkış yolumuz yok gibi... Suç onların bize oturup konuşma fırsatı bile vermedi. Belki Afran benim için inandığı tanrıdan vazgeçerdi. Züleyha'yı çıkmazda bırakmayın Rabb'imiz belki bize de çıkış yolu açacaktı. Lakin ailem dediğim insanlar bizi anlayıp dinlemeden ayırdılar. Sanki en sevdiğim insanlar urganı boynuma geçirip bir ağaca asmışlar ve altımda ki tabure kaydı kayacak. Afran karşım da uzattığı el hala havada ve ben o eli tutsam ailem dediğim insanlar boynumdan çıkardığım urgan ile intihar edecek.

 

Ben öyle bir çıkmazdayım ama kimse anlamıyor ki ben İbrahim değilim içinde olduğum yaşamın ateşi beni yakıyor. Yusuf hikayesinde çıkmaz kuyuya düşen Züleyha'yım. Dipsiz bir kuyuda çabam boşuna sesimi kimse duymuyor. Sanki bir köleyim ve suskun bir dille sahibime biat ediyorum. Sevdiklerim ailem dediklerim hayatımda ki Firavun. Ve ben buna rağmen Rabb'ime küsmüyorum. Biliyorum verdiği şerrin hayrı çok güzel olacak.

 

Üstümden uçan güvercinler gözden kaybolduğun da adımlarım yukarıya yöneldi. Başka bir kuş gittiğin de selam göndereceğim hangi diyarda olduğunu bilmediğim o'na...

 

Nur yüzlü kaynanam Serpil'i görmek istemediğim için adımlarım üst katta olan yatak odasınaydı. Kocaman konak ama benim yaşam alanım değil.

 

Yatak odasına girdiğimde etrafıma bakındım. Hiçbir şey yapasım yok ama bir şeyler ile oyalanıp geçen zaman için şükredeceğim.

 

Yatağın kenarında olan komidine ilerleyip alt çekmece olan ahşap sekterliği ve kalemimi alıp yatağa oturdum. Yazmayı ve resim çizmeyi seviyorum. Mektubuma başlarken "Merhaba" diye giriş yapıp "adı yasaklım bugün yine seni özledim. Güne sana hasret uyanmak nasıl bir şey biliyor musun? Pardon sorduğum soru aptalıktan öteye bir şey değil. Biliyorum sende bana hasret uyanıyorsun.

 

Adını dilime yasakladım ama tüm isimler sanki sen ve senin ismini telaffuz etmediğim her cümle dilime batıyor. Bu gidişle peltek olacağım. Bazı insanlar peltek doğar tedavi görüp düzelir. Ben ise bunu sonradan kazanıp yapan bir birey olacağım.

 

Neyse ismi yasaklı olsa da herkesten güzel olan. Ben adını yazmasamda yazdığım çizdiğim her şey sana; bugün iyi ve dinç olduğunu hayal ederek mutluyum. Beden sağlığın benim için çok önemli çünkü ruh sağlığın için yapabileceğim bir şey yok.

 

Çünkü ikimiz de iyi değiliz.

 

Neyse günaydın adı kaderim olmayan. Şimdi yanında olup giyeceğin gömleği seçmek isterdim. Beyaz gömlek gitmene izin vermezmişim gibi çünkü esmer teninde beyaz gömlek çok çekici geliyor. Şimdiden zerdenişte bulunuyorum ama ben kıskanç biriyim. Aynı yatakta uyanıp giyeceğin gömleği seçmek nasıl güzel bir his. Biliyorum ufak tefek kıskançlıklarım yüzünde küçük bir tebessüme sebep.

 

Yüzünde ki gülümseme bulaşıcımı be adam bende gülümsüyorum.

 

Senden uzakta beynime kazıdığın yüz hatlarını hatırlamak. Dudaklarının kıvrılırken kaç çizgi kıvrıldığı bile aklımda.

 

Şairin dediği gibi ; mıh gibi aklımdasın!

 

Neyse ben hayallerimi yazmaya devam edeyim. Sen beyaz olmayan gömleğini giyip aynadaki yansımana bakarken sessiz ve usulca arkadan sana sarılıp kollarımı karnında birleştirip başımı omzuna dayıyorum. Sank çok yorgunum ve omzun yorgunluğumu alacak gibi.

 

Yüzünde ki gülümseme daha büyüyor ve sende yorgunluğunu almak ister gibi başını arkaya eğip ağırlığını vermeden başıma eğiyorsun.

 

Başın başıma değip "seni seviyorum" diye fısıldıyorsun.

 

Hayallerimiz de bile isimlerimiz birbirine yasaklı. Bu çok kötü bir durum. Bazen bu yüzden bile hayalimde hasta olup sana yük olmaktan korkuyorum.

 

Ben de seni seviyorum demiyorum çünkü... Neyse beraber el ele tutuşup dışarı çıkıyoruz. Ap aydınlık bir gökyüzü ve üstümüz de beyaz güvercinler uçuyor. Hepsi emanet aldıkları selamlarımı sana teslim ediyor. Kaşlarım çatılıyor. Çünkü güvercinler çok rahat. Aman canım bu ne duyarsızlık ayrı olduğum süreçte her gördüğüm kuşla sana hasret göndermişim.

 

Ellerimiz sımsıkı birbirine kenetlenmiş ayırmaya kimsenin gücü yetmeyecek gibi. Beraber aşağı inip mutfağa indiğimiz de ben ocağa doğru ilerliyorum. Hayal kuruyorum senli senden başka kimsenin olmadığı. Biraz önce kahvaltı ederken yediklerimi geri çıkardım. Sensiz yutmaya çalıştığım her lokma boğazımda düğüm gibi. Galiba tat almaya duygumu yitirdim.

 

Neyse adı dilimde yasaklı olup ismi en güzel olan. Canın sana emanet emanetime iyi bak " diye yazdım ve kağıdımı çekip katladım. Sekreter altlığını komidinin çekmecesine koyup elimde katladığım kağıtla ayağa kalıp dolaba ilerledim.

 

Kışlık kıyafetlerimin arasında sakladığım kilitli sandığı çıkarıp küçük kilit ile açtım ve diğer yazdığım mektupların arasına koyup kutumu tekrar kilitledim ve aldığım yere koyup dolabın kapısını kapattım.

 

Kadir görürse üzülür diye saklıyorum. Normalde ondan bir şey saklamam ama belki evli olduğu kadının aşık olduğu adama yazdığı mektupları okumak istemez.

 

Duyduğum telefon sesi içine düştüğüm girdaptan beni sıyırdı. Telefonu elime aldığım da gördüğüm isimle gülümsedim. Arayan Duru'ydu ve bu süreçte beni hiçbir zaman yalnız bırakmayarak iyi bir arkadaş olduğunu gösterdi.

 

Hilal ve Duru ile gerçekten iyi anlaşıyorum gerçi onlar artık arkadaşım değil kardeşim gibiler.

 

Telefonu açıp kulağıma götürdüğüm de Duru'nun sitem ederek " kızım yine nereye daldın. Kaç defa aradım seni ve aramalarım ile kocanı bile taciz edip adamı bıktırdım " bağırması ile telefonu kulağımdan uzaklaştırıp öfkesinin geçmesini bekledim. Kendi kendine konuştuğunu anladığın da susardı.

 

Kısa bir süre sonra telefonda ki ses kesildiğin de konuşmayı hoparlöre alıp " aşağıdaydım yeni yukarı çıktım" diye kendimi açıkladım. İnanmayacaktı.

 

"Hasta mısın sen. Sesin iyi gelmiyor"

 

Sesimden bile nasıl olduğumu anlayan bir arkadaş onu inandırmaya çalışarak "midemi bozmuşum" dedim ve gülümsedim.

 

Duru saf gibi görünse de şeytan gibiydi. Yüz ifademden bile ne halde olduğumu anlıyordu. Beni tek tük anlayan insanlar arasındaydı.

 

"Kahvaltı mı hazırla köle Isaura, oraya geldiğim de cezan büyük olacak" dedi ve telefonu yüzüme kapadı.

 

Bu kız tam deliydi. Telefonu komodine bırakmak için uzandığımda alt dudağımı ısırıp doğruldum ve heyecandan titreyen parmaklarımı telefon ekranında gezdirip ezbere bildiğim numaraları tuşladım ve kalbim hızlı atışları ile beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra karşıdan duyduğum "sayın abonemiz numarayı eksik ya da yanlış tuşladınız. Aradığınız numarayı kontrol edip tekrar deneyin " sesi ve hayal kırıklığı ile kapatıp telefonu komodine bırakıp yatak odasından çıktım.

 

Merdivenleri inerken aşağıdan söylenerek çıkan kaynanamın sesiyle yüzümü buruşturdum. Birini iyi tanımak istiyorsanız onunla aynı evde tanışın melek gibi sandığım kadın farklı bir şey çıktı.

 

Boşuna bir gerginlik yaşamamak için kenara çekilip geçmesini bekledim. O'da benimle aynı hisleri yaşadığı için yüzünü asıp "akşama bize yaraşır bir şekilde hazır ol " dedi ve yanımdan hızlıca geçip gitti . Eski Zeynep olsaydı sırf o'na inat askılı mini bir elbise giyer tüm aşiretlerin önünde salınarak gezinirdi ama bu Zeynep kimseyle dalaşmak istemiyordu. Duymamazlıktan gelip yoluma devam ettim. Sanki o söylemese ne giyeceğimi bilmiyordum. Şeytan diyor çık karşısına yüzüne karşı kusura bakma siz bana layık olmadığınız için ne giyeceğimi bulamadım diye söylen ama dediğim gibi eski dik başlı hayat dolu Zeynep tükendi.

 

Her şeyden herkesden küsüp başımı alıp çok uzaklara gidesim var ama görünmeyen prangalarım buna izin vermiyor. Bazen mahkum olmak için zincire ve kilide ihtiyaç duyulmaz.

 

Mutfağa girdiğim de benim zır deliye kahvaltı hazırlamaya başladım. Onun sevdiği şeyleri hazırlarken keyifliydim. Arada Mevsim mutfağa girip çıktı. Bir ara kız kardeşim gibi seviyordum. Dediğim gibi insanları tanımak istiyorsanız ortak paylaşım ortak bir yaşam alanında kalın. Saat öğlene doğru geldiği için kahvaltılıkların yanına patlıcan biber közleyip patates kızarttım. Yanına güzel bir menemen yapıp yaptıklarımı üst katta yatak odasımın terasına taşıdım. Orası bana ait son kalem çünkü dünya üzerinde olan hiçbir yer bana ait değil. Bir onun kalbi bir yerde Kadir'in yatak odası.

 

Kadir'e olan sonsuz güvenim yüzünden yatak odasını sahiplene biliyorum. Çünkü sanki onu'da kaybedersem bir avuç... Neyse zihnimi bunlarla yormak istemiyorum. Duru gelecek.

 

Sokaktan gelen araba sesiyle bakışlarım sokağı buldu ve arabadan inen Duru ile yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Dışarıya nasıl fırladım nefes nefese o merdivenleri nasıl indim bilmiyorum ama hatırladığım tek şey kendimi bir anda aşağıda buluşumdu.

 

Konak kapısı açılıp Duru içeri girdiğin de kollarımı açtım ve arkadaşımın bana gelmesini bekledim. Her seferinde bana gelen oydu. Sımsıkı sarıldık. Hasreti kırmak ister gibiydik.

 

Kollarımı biraz açıp arkadaşımla göz göze geldiğimde onda ki değişimlerin farkındaydım. Artık o masum liseli kız değildi. Bazen onu hiç tanımadığımı düşünüyorum ama kim olursa olsun ona güvenip seveceğimin bilincinde umursamıyorum.

 

Duru gözlerini kıstı ve beni dikkatlice süzdükten sonra yılmışcasına " yine zayıflamışsın " dedi ve yüzünü buruşturup "o adam ve ailesi sana iyi bakmıyor değil mi?" Diye zerdenişlerine devam etti.

 

Onu merdivenlere yönlendirip "bana iyi bakıyor ama ben galiba midemi üşüttüm " diye kendimi açıkladım.

 

Duru beni onaylamadığını ifade eder gibi kafasını olumsuzca sallayıp elini omzuma attı ve ifadesiz bir tınıyla" boşver ölümden başka her şeye çare bulunur" dedi

 

Haklıydı ölümden başka her şeye çare bulunurdu.

 

Ya da ölüm çare olunurdu.

 

Biliyorum zihnimin gittiği yer hiç değil. Yapacaklarımdan korkuyorum.

 

Yatak odasının önünde durduğumuz da yüzünde memnun olmadığı belli olmayan bir ifadeyle bize bakan Serpil hanımı görmemiş gibi yaparak kapıyı açtım. Duru içeri girmeden "sizi görmek çok güzel Serpil hanım" dedi ve yatak odama girdi.

 

Ben görmezlikten gelsem sevgili arkadaşım görmezden gelmiyordu. Yaşadıklarım yüzünden hem benim hem de Kadir'in ailesinden nefret ediyordu. Ve bunu gizlemiyordu.

 

Duru gideceği yerin bilincinde terasa ilerledi. Bende annesini takip eden yavru ördek edasıyla onu takip ettim.

 

Terasa girdiğimiz de yazın sıcak havası kendisini anında hissettiriyordu. Şükür ki gölgelik ve soğutma sistemi serin kılıyordu.

 

Duru'yla masaya geçtiğimiz de keyifle kahvaltı etmeye başladık. Aslında öğlen yemeği. Yaptığım söğülmeyi ağzına atarken " ev hanımlığını bilmiyorum ama harika bir aşçı oldun " dedi ve yerken ağzından beğendiği belli olan mırıltılar çıktı.

 

Gülümsedim ve ben de uzanıp ekmeğimi söğülmeye batırdım. Elim de hissettiğim acıyla yüzümü buruşturup kafamı kaldırdım.

 

Duru tek kaşını kaldırmış bir halde bana bakıp yarı alayvari bir sesle "yemeğimden uzak dur " diye söylendi. Çatalı elime vurmuştu. Yüzüm de emanet bir kızgınlıkla "arkadaş şiddetine hayır" diye söylendim ve onu takmayarak ekmeğimi ağzıma attığım da ikimiz de bu halimize gülmemek için mücadele ediyorduk.

 

Duru bana iyi geliyordu. Onunda kendince sorunları vardı ama bunu bana yansıtmıyordu. Her hâlde dertlerimin farkındaydı. Beraber sohbet ederek kahvaltı ettik.

 

Okuldan arkadaşlardan sohbet ederken onun da pek kimseyle görüşmediğini söylemesi bilmiyorum sadece benimle görüşüyor. Emir derken abisi Ali Asaf ile görüşmeye başladığını öğrendim. Açıkçası bu kızı anlayamıyorum.

 

Yatak odasınageçtiğimiz de baba dönüp sitem ederek "Zeynep kendine ettiğin bu eziyet ne zaman bitecek " dedi.

 

Bitecek miydi?

Umudum olsa da sanki kendimi kandırıyormuşum gibiydi!

 

Kendimi kandırıyor gibiyim ben ne Afran'dan ne de beni bu hala düşürmüş ailemden vazgeçe biliyorum.

 

Boşluğa düşen gözlerim ve geçmişe giden zihnim. Ben hem sevdiği adam tarafından hem de ailesi tarafından çok sevilip el üstünde tutulan bir kızdım. Şuanda olduğum durumu sindiremiyorum.

 

Anne babam ve abilerimin yaptıklarını hiçbir zaman unutmayacağım.

 

Zeynep babasının süsü demekti. Ben kapı önü çöpü gibi terk edildim.

 

Demek ki kimsenin kalbinin süsü olamamışım.

 

Boynuma sarılan kollar ile kendime geldim.

 

"Ağlama" diyen arkadaşımın sesiyle ağladığımı anladım ve sanki sadece buna ihtiyacım varmış gibi kollarımı kaldırıp o'na sarıldım.

 

Duru durgun bir sesle "çok mu kırdılar seni" dedi.

 

Çok kırmışlardı beni.

 

Daha ona cevap vermeden bu sefer " kalbin mi kırıldı?" Dedi. Bu kız bugün beni ağlatmak istiyordu.

 

Hüngür hüngür ağlamama az kalmıştı. Titreyen sesimle "

Sorun kalbimin kırılması değil ki Duru " dedim içli bir nefes alıp "

Onların kalbim de olan yeriydi" dedim ve sustum.

 

Böyle yıllarca lal kesilesim ve içimi dökesim vardı.

 

Kollarını çözüp birkaç adım geri gittiğin de başımı yana eğip gözlerimin titremesine mani olamadan elimi kaldırıp yumruk yaptığım parmaklarımla "Kalbimi böyle sıkıp sanki boşaltılar. Şimdi sanki boşluktayım " dedim

 

Arkadaşım benimle beraber üzülüyordu. Üzülsün istedim. Birinin benim için üzülmesine ihtiyacım vardı. Çökmüş omuzlarımla "Zamanla geçer diyorlar " dedim ve duraksayıp büzdüğüm dudaklarımla elimi kalbimin üzerine koyup "

Zaman geçiyor o olduğu yerde sanki tarihi bir anıt gibi zamana meydan okuyup yerli yerinde" dedim ve yanından geçip yatağa oturdum

 

Boşluğa düşen bakışlarımla "Kısacası zaman geçiyor ama ne kalp kırıklığım ne de o geçmiyor. İnan ki zamanla geçer diyenlerin hepsi yalancı! " Dedim ve yatağa uzanıp elimi başımın altına koydum.

 

Duru adımlarını bana yönlendirip

Biliyorum acı çekiyorsun " dedi ama

Duru sandığından bildiğinden kat ve kat fazla acı çekiyorum. Anlatsam dilimde tüy biter. Sussam... Bazen susup kelimeler ile vedalaşıp parça parça ölüyorum. Bir defa değil yüzlerce kez dirilip ölmek gibi.

 

Çevremde ki herkes bana onu unutmaya çabala unutabileceğine inan diyorlar. Unutsam bana biçilen kadere teslim olacakmışım gibi.

 

Onu unutmak aşkımızı ziyan etmek gibi. Aşkımızı ziyan etmek istemiyorum.

 

Bazen ellerimi semaya açıp "Allah'ım biran önce sessiz sedasız bir ölüm " diye dua ediyorum. Çünkü benim tek kurtuluşum bu.

 

Hem onunla olacaksa bir ömür onunla olmayacaksa bin ömür heba olsun değil mi?

 

Sıcak bir gün ve ben bir gün de aşkımla gönlümü kavuruyorum. Günün sıcaklığına inat onula olacağım günleri beklemekteydim. Yüreğim yüreğine dokunsaydı işte ben oracıkta ölecektim.

 

Duru yanımda yatağa oturup elini dizine vurdu. Bende buna ihtiyacım varmış gibi başımı kaldırıp dizine koydum. Göz yaşlarım benden izin alıp gidiyordu. İçimde düğümlenmiş dertler göz yaşıma boğuluyor.

 

Her şeye rağmen babamın annemin saçlarımı okşayıp geçecek demesine ihtiyacım vardı. Ama Duru keskin bir sesle "anlat " dedi. Gerçi o merhamet barındıran bir sesle insana umut vaad edecek biri değildi. Hele hele insan avutan biri olamazdı.

 

Belki de o dertleri açma vakti geldi.

 

Kalbimde ki yük bir cesetten daha ağır ama ben onu ömür boyu taşımaya gönüllüyüm.

 

"Gerçekten nasılsın Zeynep sen bana onu anlat. İyiyim deme iyi olmadığını biliyorum" diye azarlar gibi konuşmaya devam etti.

 

Bana gerçekten nasılsın diyordu. İçli bir nefes alıp "Sanki derin bir deniz de boğulmuşum da cesedimi gören herkes yüzme bilmiyorsa neden yüzdü demişler gibi" dedim. Çünkü çevremde ki herkes bana böyle bakıyordu.

 

"Hilayemi anlatsam sanki suçlu benimişim gibi. Bazen kendimi hikayemi masal gibi çocuklara anlatıp onların beni yargılamadan dinleyip yol göstermesini istiyorum. Belki bizim için onlar mutlu bir son yazar " diye devam ettim çünkü derdimi anlatacak takat yok bende.

 

Duru bunu bildiği için elini havada boşlukta sallayıp 'Boşver zaten sadece masallar mutlu sonla biter" dedi ve burukça gülümsedi. O masal sevmeyen biri.

 

Ben onun dizin de doğrulup gözümde ki yaşlara rağmen gülümseyerek

"Belki bizde ileride masal karekteri oluruz. Bizim masalımız da kavuşmamıza engel olanlar gerçek anne babamız ve sevdiklerimiz olur. Ne dersin olmaz mı?"

 

Dudaklarını büzüp ifadesiz bir sesle "Sizi okuyan veya dinleyen çocuklar ağlar be kimseye tranva yaşatmayın" dedi. Evet benim arkadaşımın tesellisi bu kadardı.

 

Omuz silkeyelip "Sadece çocuklar mı masal okur veya dinler. Belki bizim masalımızı büyükler okur " diye ısrarla devam ettim. Belki ben içimde ki aşkı birileri ile paylaşmak istiyorum. Hem biz güzel ve temiz sevdik herkes bilmeli değil mi?

 

Gözlerime bakmadan "İnsan büyüdükçe masalları gerçek olmadığını anladıkları için dinlemeyi veya okumayı bırakıryor Zeynep! Büyükler masallara inanmadıkları için çocuklar masal dinliyor " sesinde ki soğuk tını sıcak yaz gününde benim üşümeme sebep oldu.

 

"O zaman bizde uzaktan kavuşmayacağımızı bilerek sevmeye devam edeceğiz " diye ısrarım da devam ettim. Hayır birinin tamam sen ve o sevmeye devam edin demesine ihtiyacım var.

 

Akıl verir gibi "Sen hiç ilacının ne olduğunu bilip almayan hastanın iyleştiğini gördün mü Zeynep " dedi.

 

Gözlerim boşluğa düşer gibi onun söylediklerini düşündüm. Sen hiç ilacının ne olduğunu bilip almayan hastanın iyleştiğini gördün mü?

 

Ben dermanımın ne olduğunu biliyordum ama onu alacak veya ona gidecek cesareti gösteremiyorum. Aslında cesaret değil. Ama....

 

İşte amalar dilimde.

 

Kafamı olumsuzca sallayıp " belki hasta değildir ve sadece yorgundur o yüzden ilaç içmeyi red ediyordur " diye onun sorusuna soruyla cevap verdim.

 

Duru gözlerini kısıp "aynaya bakıp ben eski Zeynep'im hiçbir şeyim yok diyebiliyorsan " sorusunu açıklıkla bana getirdi.

 

Dudaklarımı birbirine bastırıp "Biliyor musun Duru ben belki kanser olmadım ama o hastalıktan daha acı veren bir aşka tutuldum. O yüzden doktorların vereceği hiçbir ilacın bana faydası olmadığının bilincindeyim" dedim ve ayağa kalktım.

 

Malum akşama katılmamız gereken bir kına vardı.

 

Bugün en yakın arkadaşım yanımdaydı ve ben günümü kendime zehir etmeyeceğim.

 

Hilal'i arayıp beraber alışveriş etme teklifinde bulundum ve tabiki o'da keyifle kabul etti.

 

Hilal ile gezmeyi veya alışveriş yapmayı seviyorum. Hazırlanıp aşağı indiğim de kaynanamın klâsik olarak "kocandan izin aldın mı?" Sorusuna cevap verip konaktan çıktık.

 

Eskiden onsekize girdiğim gibi araba kullanmak gibi bir hayalim vardı çoğu hayalim gibi bunu da rafa kaldırdım. Duru ile çoğu zaman beraber hayal kurduğumuz için bunu biliyor ve bana çok kızıyor. Abimin gönderdiği arabayı kabul etmedim Kadir'in de alacağı arabayı istemiyorum.

 

Zaten okulum çoğu şey yarım sanki bunlar kafa da kulak gibi değil mi?

 

Şofürün bizi alışveriş merkezine bırakmasıyla çoktan alışveriş yapmaya başlamış olan Hilal'in yanına yürümeye başladık. O'da acısını Rojawan abiden böyle çıkarıyor gibi. Ya da gerçekten bir alışveriş delisi.

 

Mağazaya girdiğimiz de tahminin de yanılmadım çünkü üç çalışan ellerinde tuttukları elbiseler ile o'na eşlik ediyordu.

 

Bizi gördüğü gibi ellinde tuttuğu ve daha alıp alamayacağına karar vermediği elbiseyi çalışana uzatarak " Duru seni görmek çok güzel" diye çırladı. Hayır bu normal bir çağrım değil çırlamaktı.

 

Duru'yla sarıldıktan sonra bana bakıp yüzünü buruşturarak sitem eder gibi "her gün erimeye devam eden canım arkadaşım seni böyle görmek hiç güzel değil" dedi ve beni kollarına çekip sarıldı.

 

Bunu duymaktan bıktım aslında çok kötü görünmüyorum ama işte çevremdeki insanlar her gördükleri her yerde erimişsin diye söylenmeseler daha mutlu olacağım.

 

Ondan uzaklaşıp gülümseyerek " hadi oyalanma giymemiz için bir şeyler buldun mu ?" Deyip ilgi odağını değiştirmeyi umut ettim ve Hilal'in askılarda ki elbiselere olan bakışları ile başarılı olduğumu anladım.

 

Mağaza mağaza gezip kıyafet denerken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Tabi gün içinde Rojawan abimiz on defa arayıp lütfen Hilal'e mukayyet ol alışveriş yaparken kendisini kaybetmesin diye diye deyim yerinde başımın ettini yedi.

 

Yemek yiyip kuaföre girdikten sonra rahat bir nefes aldım. Ben Duru ve Hilal üçümüz saçlarımızı yaptırıp hazırlandık. Buradan Saruhan konağına geçecektik. Azad Saruhan'ın evlenmesi Mardin'de olay olurken gelinin güzelliği şimdiden dilden dilere yayılmıştı. Bende merak ediyorum çünkü Azad abim evlenmeyi düşünen biri değildi ve öyle berdel hükmünün işlemesine şaşırıyorum. Gerçi adam kendi bildiğini okumuş herkese baş kaldırdı ve kendi hükmümü kendim veririm dedi ama olsun. Cidden ona neyin evliliği kabul ettirdiğini merak ediyorum.

 

Tabi Hilal onu abisi olarak gördüğü için şimdiden görümce modunda ve yapacak bir şey yok.

 

Kadir arayıp bizi almaya geldiğini söylediğin de üçümüz de hazırlanmış bir şekilde dışarı çıktık.

 

İki adam da gözlerinde güneş gözlüğü yanyana sırtını arabaya dayamış bir şekilde bizi bekliyordu. İkisi de bizi gördüğü gibi güneş gözlüklerini çıkarıp dikkatli bakışlarla bize baktılar. Benim üstümde gözlerimle aynı tonda yeşil yukarıdan bedenimi saran belden aşağı genişleyen bir elbise vardı. Ben alırken çok beğenmiştim. Kadir'in bakışlarından onunda beğendiğini anlamam zor olmadı.

 

"Çok güzel olmuşsun" deyip arabanın arka kapısını açmasıyla "teşekkür " edip arabaya bindim.

 

Bakışlarım Rojawan ve Hilal arasında gittiğin de Rojawan'ın durumdan pek memnun olmadığı yüz ifadesinden belliydi. Cimri abimiz çocuk olarak gördüğünü iddia ettiği kızı deli gibi kıskanıyordu.

 

Duru arabaya bindiğinde Kadir'e dönüp "siz gidin bizim terziye uğramamız gerekiyor. Sonra geliriz " deyip Hilal'i kolundan tutup kendisine doğru çekmesi aynı anda oldu. Hilal kaşlarını çatıp " bırak kolumu " diye söylendi.

 

Kadir hiç müdahale etmeden şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdığın da Hilal Rojawan'a fark ettirmeden bize döndü ve göz kırpıp öpücük atıp parmaklarını salladı. Ben ve Duru birbirimize bakıp kahkaha attık çünkü denediği elbiselerde önceliği pahalı ve Rojawan abiyi delirtmek olanları seçmekti.

 

Arabaya yol almaya başladığın da Hilal sahte bir öfkeyle Rojawan'ı takip ediyordu.

 

Yolculuk sırasında Kadir'in arada bana kayan bakışlarının farkındaydım ve bana başka bir duygu hissetmesinden ödüm kopuyor. Güvendiğim tek insan o kaldı onu'da kaybedersem yaşayamam gibi bir şey.

 

Ben bu düşünceler içindeyken araba Saruhan konağının önünde park etti. Kadir arabadan indiğinde bende ve Duru aynı anda arabadan indik. Konağa girmeden kaynanamlar da arabadan iniyorlardı. Kadir durduğu için bende mecburen durup beklemeye başladım. Duru'da baba ayak uydurduğu için somurttuyordu.

 

Serpil hanım önümde durup dikkatlice bana baktı. Gördüğünden memnundu çünkü üstümde ki elbise uzundu ve yöreye uygundu.

 

Yüzümde sahte bir gülümseme ile "içeri girelim mi herkes bize bakıyor" dedim. Çünkü gerçekten konağın önünde ki tüm bakışlar bizdeydi.

 

Kaynanam kafasını olumlu anlamda sallayıp önümüzden geçerken " keşke arkadaşına buraları adetlerimizi anlatıp ne giymesi gerektiği hakkında fikir sahibi olmasını sağlasaydın " dedi.

 

Duru üstünde ki şaşkınlığı atıp ona doğru adım attığında elimi kaldırıp '"

Boşver kendi kusurunu görmeyen ayıbı hep başkasın da arar" dedim ve onun gitmesini engellediğim elimi çektim.

 

Beraber konağa girdiğimiz de çoğu bakış bize döndü. Bir anda evlendik malum olarak bebek beklenen bir çiftiz. İlk evlendiğimiz hakkımızda iğrenç dedikodular dönüyordu. Çoğu söylemler midemi bulandırıyordu ve artık insan içine çıkmak istemiyordum.

 

Yok Kadir ile yasak aşk yaşamışız yok işte Kadir beni kandırıp dokunmuş ya da ben koca adamı ayartmışım ve o yüzden İlyas ile evlenmem istenmiş. İlyas karısını benim yüzümden boşanmış.

 

Dil kemiksiz ya hayayı bilmeden konuşur. Yüzüme konuşamayanlar arkamdan konuşuyor ve çoğu şey kulağıma geliyordu. Yaşadıklarımın üstüne duyduklarım beni daha çok üzüyordu.

 

İnsanlar söyler ve susar.

 

Kadir bu söylenleri duydumu bilmiyorum ama bana hiç yansıtmadı. O'na karşı da mahcubum çünkü sanki tek sebep benim.

 

Bu söylemlere yaşadıklarıma rağmen

Onun yokluğu tüm çıplaklığıyla sarmıştı yarım kalan bedenimi. İçimde ilkbahar olup,açan papatyaların yapraklarını götüren yokluğu. O giderken yüreğim harman yeriydi ve mahsulü hasret ve hüzündü. İlkbahar seven yüreğim Sonbahar da harmanlaştı ve sonbahar hiç geçmiyordu.

 

Bazen zemheri bir kara kış.

 

Yazın ortasında gönlü kara kış olanın yüreğin de mevsim değişissede çiçekler yeşermiyordu.

 

Bazen keşke diyorum.

 

Ama keşke demek yetmiyordu.

 

Yerime oturup merakla gelinin gelmesini bekledim. Hakkında hiçbir şey bilmiyorum çünkü Kadir üzüleceğim hiçbir şeyi anlatmıyor.

 

Sadece Azad evleniyor demişti.

 

Duru ile gülümseyerek sohbet etmeye başladık. Çünkü herkesin eğlendiği bir ortamda ben sıkılıyordum.

 

Kaynanam Duru'nun giydiği elbiseden memnun değildi. Lakin Mevsim'in daha kısa giyindiği zamanlar da görmüştüm. Herhalde onun durumu hocanın kızıma yakışıyor dediği durumdu. Yani ben böyle insanları anlayamıyorum. Başka birinin giyiminden sana ne değil mi?

 

Sesizlik oluştuğun da bakışlarımı kaldırıp merdivenlerden inen gelin ve damada diktim. Sarsılmaz gibi görünen Azad abiyi ilk defa heyecanlı ve stresli görüyorum. Gelin ve damat için ayrılan tahtın önünde durdukların da Azad abi kızın duvağını kaldırıp dudaklarını onun alnına bastırdı ve kısa bir süre gelinin yüzüne bakıp ellerini indirip Kadir'lere doğru ilerleyip onlarla beraber konaktan çıktı.

 

Üstünde bindallı olan geline döndüğüm de genç kızın gözlerinde ki hüznü anında fark ettim. Masmavi gözleri sanki gökyüzünw küsmuş gibi daha doğrusy aynı benim gibiydi. Yutkundum çünkü onunda benim gibi kurban seçildiğini anlamam zor olmadı.

 

Elimi Duru'nun elinin üzerine koyup sıktığım da arkadaşım endişeli bakışlarla bana döndü. Çünkü bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı. Bugün ikinci bir anksiyete krizi geçirmek istemiyorum. Kaldırabilirmiyim? O bile muamma.

 

Fazla düşünmemek için bakışlarıma geline çevirdim. Düşünmez ise yaşamam. Bindallı içinde ki genç kız birileri arar gibi bakışlarını etrafında gezdirdi. Daha adını bilmiyorum ama yaşı küçük gibi.On sekize yenj girmiş gibi duruyor. Yüzünde ki makyaj bile bunu gizleyememiş. İki tane genç kız gülümseyerek ona doğru gidip sarıldılar. Belki kız kardeşleri belki de arkadaşlarıydı. Benim o anımda yakın olduğum kimse yoktu. Ailem beni kimsesiz gibi bırakıp gitmişlerdi.

 

Mevsim'in gelip yanımda ki sandalyeyi çekip oturmasıyla kafamı eğip "gelin çok güzel adı ne " dedim.

 

Mevsim yüzünü buruşturup "Azad abim o sümüklüyle evlenmeyi nasıl kabul etti" dedi ve duraksayıp " adı Zerya" dedi.

 

Haspam asıl Zerya Azad abinle nasıl evlendi demek vardı ama sustum. Çünkü konu dönüp dolaşıp bana gelecekti.

 

Bakışlarımı Mevsim'den alıp geline çevirdiğim de Zerya gülümsedi . Onun bu haline bende gülümsedim.

 

Onunla tanışıp hikâyesini öğrenme merakımın önüne gecemedim. Duru'ya hemen geliyorum dedim ve tahta doğru yürüdüm.

 

Kına yakılmadan konuşmam gerekiyordu. Daha sonra imkansız olurdu.

 

İki arkadaşıyla konuşan berdel gelinin oturup " Merhaba ben Zeynep" dedim.

 

Dönüp bana baktığında beni görmeyi beklemediği belli olan bir yüz ifedasine sahipti.

 

" Zeynep Soyhan, Kadir Soyhan'ın eşiyim. Kadir'le Azad abi yakın arkadaşlar. Yanına gelip hem tanışmak hem de hayırlı olsun istedim" diye devam ettim.

 

O'da gözlerinde ki acıya rağmen samimi bir sesle "Ben de Zerya Mirşah! Azad'ın berdeli"

 

Berdel geliniydi ve Azad'ın berdeli dediğin de gözlerinde hüzün derinleşti.

Onu anlıyordum. Gülümseyip "kader Zerya emin ol kaderde varsa misafir geldiğin eve gelin oluyorsun. Abi dediğin adam kocan oluyor. Sadece adlar değişiyor kimine berdel kimine mecburiyet" dedim.

 

Bana göre o şanslıydı. Babası Bekir Mirşah'ın yaptıkları dilden dile dolaşıyordu. Eskiden olsa bende babamdan aynı performansı beklerdim.

 

Elini tutup "sen şanslı olan tarafsın ailen arkanda, gözünden dökülecek bir damla yaş için Mardin'i yakarlar" dedim.

 

Söylediklerimden sonra gülümsedi. Ben kafamı yana eğip Durgun bir sesle "Benimkiler Mardin'i ateşe verip beni içine attılar" dediğim de aklım zihnim o gündeydi.

 

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp "hiç düşünmeden tek kızlarını sildiler" dedim. Çünkü ailesine şükür etmesi gerekiyordu. Benimkiler beni bir çöp gibi atıp gitmişlerdi. Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi görüşmek istiyorlar.

 

Yüzünde ki hüzün sanki biraz dağıldı. Bana göre o daha şanslıydı. İkimizin acısı ortak yaramız aynı gibiydi. Zaten bu topraklarda kadın olunca acılar aynı renkleri değişiyordu.

 

Tuttuğum eli sıkıp diğer eliyle tahtın minderine vurup samimi bir sesle "oturmak istemez misin?" Dedi ve çekingen bir edayla "Ben kimseyi tanımıyorum tanışmış oluruz" dedi. Anlıyordum onu bende bu yoldan aynı acıların verdiği hüzünlü geçtim.

 

Gülümseyip dudaklarımı büzdüm ve bakışlarım ile kaynanamın oturduğu masayı gösterip "maalesef canım, kaynanam masada birazdan nerde olduğumu sorgulamaya başlar" dedim. Serpil hanım birazdan gelirdi. Sanki benim kimseyle yanlız kalmamı istemeyen bir tavrı var.

 

Belki bana öyle geliyor.

 

Zerya duru bir su gibiydi ve bana beklentiyle bakmaya devem etti. Diğer elimi elinin üzerine koyup aradaki hüznü dağıtmak ister gibi şakıyarak "Ama düğünden sonra gelirim o zaman sohbet etme şansı da yakalamış oluruz" dedim.

 

Zerya'nın gülümseyerek "tamam" deyip kafasını sallamasıyla arkamı dönüp geldiğim masaya geri döndüm. Sandalyemi çekip oturduğum da Duru gözlerini kısıp " kızım sizin yörenin kızları hep mi güzel oluyor. Gelin bir içim su erkekleriniz çok şanslı" dedi.

 

İçimden keşke kızları da şanslı olsaydı dedim ve gülümsedim.

 

İnsanın yüzü değil bahtı güzel olsundu.

 

Bakışlarımı etrafta gezdirdiğim de gördüğüm kadınla elimi kaldırıp "Duru bak bu Heja Karadağlı" dediğim de sesimde ki hayran tını Duru'yu meraklandırmıştı.

 

Bakışlarımı Heja'dan çekmeden " hani şu üstüne kuma getiren kocasını boşayan " diye ona hatırlatmada bulundum.

 

Duru gözlerini kısıp " böyle bir kadını kaybeden adam aptaldır" deyip "beni onunla tanıştırsana " diye heyecanla konuştu.

 

Giydiği elbise uzun dalgalı saçları burnunda hızması ve çenesinde ki deq ile ben asil ve güzelim dedirtiyordu.

 

Duru kısa bir süre Heja'ya baktıktan sonra alayvari sesiyle "senin çatlak kendi gibi çatlak birilerini bulmuş" dedi.

 

Gözlerimi kısıp baktığım da Hilal ve Zerya'nın yanında oturan genç kızla didiştiğini fark edip gülümsedim. Hilal kavga edecek birilerini illaki bulurdu. Onun için zaman ve mekan çok önemli değildi.

 

Kıyafetini değiştirmiş diye düşündüğüm de attığı adımla elbisenin yırtmacının dikildiğini anlayıp kafamı olumsuzca salladım. Sözde Rojawan abim onu çocuk olarak görüyor ama kıskanmaktan geride kalmıyordu.

 

Hilal giydiği elbisenin eteklerini toplayıp bize doğru geldi ve masada ki suyu alıp "Arkadaşlar hiç merak etmeyin bu arkadaşınız biz Mardin'lileri canı pahasına savundu. Diyarbakır tarafıyla tek başıma savaştım. Halay başını mendili o kaçkın yabaniyen vermedim " dedi ve onu onaylayıp takdir etmemizi bekleyen bir duruşla kafasını eğdi.

 

Duru sanki bundan bana ne der gibi somurtup " ben Mardin'li değilim " dedi.

 

Aslında iyi anlaşıyorlar ikisi de kafa dengi ama galiba beni paylaşmıyorlar.

 

Somurtup Duru'ya bakarken istediği takdiri alamadığı için saçlarını savurdu ve bakışları halay başında olduğunu gördüğü kıza çevirdi.

Saçlarını savurup "misafir diye bir kereliğine halay başı olmasına izin verdim. Ama bu kız ileri gidiyor abimin düğünün de sürekli hayal başı olmasına asla izin vermem " dedi. Elini dudaklarına götürüp zılgıt çalarak halaya ilerledi.

 

Ben ve Duru onun bu haline gülerken, o halay başının elinde ki mendili alıp"ki zava ki zava " diye bağırdı.

 

Karşıdan aldığı"Azad zava"cevabıyla bu sefer ki buka bi buke " diye bağırması gecikmedi ve coşkuyla halay çekmeye devam etti.

 

Halay çekilip müzik durduğun ışıklar kapandı ve konak kapıları tekrar açıldı. Bakışlarımızı oraya çevirdiğimiz de erkekler yöresel kıfayetleri omuzların da fuşi ellerinde meşalelarle iki sıra ortalarında Azad ile içeri giriyorlardı. Azad ağanın düğününe çok özendiği yapılanlardan belli oluyordu.

 

Erkeklerin meşaleleri organizasyondaki kızların eline vermesiyle sıra olup halay çekmeleriyle görsel bir şov ortaya çıktı. Üç ilin ağaları kol kola omuz omuzaydı. İçlerinden bazılarını tanıyordum.

 

Hazar ağayı Heja aşkıyla Amed'de tanımayan yoktu. Bende abilerle olan işleri yüzünden tanıyorum. Gözlerim tanıdık simalarda dolandı. Murat Polat ve Behram abi kol kolaydı. Amcamın ve Boran ağa uzaktan da olsa bir dostlukları vardı. Murat abi evlendiğin de düğünlerine katılmıştım. Birde Agah abi Kadir ile yakın arkadaşlar. Urfa'ya gittiğim de anneannemi görmeye gelirdi.

 

Davul sesinin durmasıyla kadınların da halaya girmesi gerekiyordu. Kaynanamın beni dürtmesi ile ayağa kalktım. Hilal ve Rojawan kol kola kendilerinden geçmiş gibiydiler. Belki farkında değildiler ama aralarında ki boy farkları çok komik ve tatlıydı.

 

Kadir'in önümde durup elini uzatmasıyla elini tuttum. Kaynanam sunduğunuz görsel yüzünden baya mutlu olacaktı.

 

El ele yürüyüp kol kola halaya girdiğimiz de birçok bakış bize döndü. Ben gözlerim ile aynı renkte olan uzun yeşil elbise ile göze çarpıyordum. Kadir ise giydiği lacivert takım esmer teni uzun heybetli bedeniyle, ikimizi birbirimizi yakıştırıyor ve deng olduğumuzu söylüyorlardı.

 

Güzel ile yakışıklı.

 

Bakışlarım Azad abiyi bulduğun da onun da bakışları gelinindeydi. Aşk olmuştu. Yani bakışlarıyla kendisini ele veriyor gibiydi yada ben öyle düşünüyorum.

 

Biz halaya devam ederken herkes bize bakıyordu. Biliyorum benim güzelliğim ve ağır başlılığınım herkes tarafından takdir ediliyor ve konuşuluyordu. Bir düğüne veya etkinliğe katıldığım da çalışanlar aylarca konuşulduğumuzu söylüyor.

 

Aslında aklımdan geçenleri bilseler hepsi ağırlığın altında kalacaktı.

 

Bazen düşünüyorum gözlerimde ki hüznü kalbimki ağrıyı hisseden bir Allah'ın kulu yokmu?

 

Müzik durup halay bittiğinde Kadir elimi bırakmadan yürümeye başladı. Hayran bakışlarla ilerledik ve Serpil hanımın üsten bakışlarıyla annesinin olduğu masaya doğru gittik. Sandalyemi çekip beni oturttmadan dudaklarını anlıma bastırdı.

 

Alışmıştım.

 

Bu hareketlere alışmıştım

ama keşke anlımı öpüp , anlımda ki kara yazgıyı silse, silmesini çok isterdim

 

Yerime oturup hayatımı düşünmeye başladım. Düşlediğim hayat ile yaşadığım hayat birbirine yabancı gibiydi.

 

Ben kendimi hep okuyup mesleğini almış ekonomik özgürlüğü olan biri olarak hayal ederdim.

 

Şimdi ise tüm hayallerimden uzağım.

 

Tıpkı sevdiğim adamdan uzak olduğum gibi.

 

Bazen diyorum ikisi karşı karşıya rakı masasına otursa, hayal ettiğim hayat yaşadığım hayata kadeh kaldırıp gelmişine geçmişine sövüp bu ne dese... Güzel olurdu değil mi?

 

Duru elini elimin üzerine koyup " lavaboya gidelim mi?" Dedi.

 

Gülümseyip kaynanama yukarı çıkıp döneceğimizi söyledim. Duru'yla beraber yürürken Rojawan ve Hilal hala coşkulu bir halde halay çekiyorlardı.

 

Lavaboya girdiğimiz de Duru ellerini yıkayıp " Zeynep sizin bu haliniz ne olacak " dedi .

 

Kaslarım çatılırken "kızım gözlerinden hüzün eksik değil, Kadir'de hâlinden hiç memnun görünmüyor " dedi.

 

Yüzüme vurulan gerçekler beni bir kez daha sarstı. Yutkunduğum da elini omzuma koyup " seni üzmek için söylemiyorum ama başkaları için yaşıyorsunuz. Yaptığınız fedakarlık değil aptallık " derken doğruları yüzüme vuruyordu. Ama birde bilmediği buranın doğruları vardı.

 

Üzgün bir sesle "Bir kere karşı karşıya oturup Kadir ile dertleşmediniz değil mi?"

 

Artık kimsenin bana akıl vermesini istemiyorum. Kimsenin beni teselli etmesini istemiyorum. Onun teselli verecek sözlerine maruz kalmamak için "Oturduk oturduk orada bile ikimiz de yarım kaldık, ben derdimi anlattım. O'da sessizce dinlerken yutkundu. Benim derdim hasretinle ile daha hüzünlendi. Daha sonra ben onu derdini dinlemek istedim o'da omzuma kendi derdini yüklememek için daha fazla devem etmeden arkasına bakmadan kalkıp gitti" dedim.

 

Biz aşk acısı çekenler yarım yaşayan insanlarız.

 

Hiçbir zaman tam olmayacağız.

 

"Zeynep ne zamana kadar böyle yarım yamalak yaşayacaksın " derken sanki beni sorguluyor olmazı bana oldurtmaya çalışıyor gibiydi.

 

Sesli bir nefes alıp "bu saatten sonra çok zor Duru. Benden kimseye hayır gelmez. Ondan başka kimseyi sevmem kimsede beni sevsin istemem. Bir mağaraya koysalar tek başına ömür geçir deseler kabulüm" dedim ve bıkkın bir nefes verdiğim Duru isyan ederek " böyle yarım yamalak mı yaşayacaksın" diye söylendi.

 

Omzumu öylesine sirkeleyip " "Tam olmadım ki yarım yaşayayım. Sanki her şey yorgunluğuma değmiyor. Kimsenin hiçbir şeyin umrunda değilim gibi... Kuşlar bensiz de uçuyor ya gökyüzünün umrunda değilim. Balıklar yüzüyor deniz beni takmıyor . Bir sandalda çektiğim her kürekte karşım da bana set olmuş kocaman bir dalgayla karşılaşım. Ben ne kadar dirayetli olup kürek çekmeye devam etsem de başka birileri demiri yedi kat yerin dibine atmışta bu hayatı yaşamaya tutsak gibiyim" bugün edebiyat edesim vardı. İçimi saçma sapan sözler ile dökmek istemiyorum. Elimi havada sallayıp "Gökyüzüne zaten uçamıyorum " dedim .

 

Benim tesellim bitmişti. Artık onunda tesellisi bitsindi. Duru üzgün gözlerle bana baktı ama yapacak bir şey yoktu. Kaderim buydu ve ben kabul etmiştim. Biliyorum yardım etmek istiyordu ve beni burada bırakıp gittiğin de aklı bende kalıyor.

 

Son kelimelerimi söyledikten sonra daha fazla uzatmamak için aşağı inmeye başladık. Merdivenleri inerken aşağıdan yukarı çıkan iki genç kıza yol vermek için kenara çekildik. İki genç kız gülüşerek önümüzden geçerken "duydun mu Afran Karadağlı evleniyor" dediler. Duyduklarımı idrak etmeye çalışırken boynundan sırtıma doğru kayan ter damlaları içime ürpertti. Parmaklarımı konağın trabzanlarına geçirirken nefesim kesilmeye başladı.

 

Afran Karadağlı demişlerdi değil mi?

 

Kül başıma derlerdi ama köz başıma.

 

Duru'nun bana bir şeyler olduğu bilincinde endişeli bakışlarıyla bana bakıyordu ben ise kriz geçirmemek için içimden dua ettim.

 

Kulaklarımda yankılanan ses kör bir bıçak gibi ete kemiğime batırıyor canımı yakıyordu.

 

Afran evleniyor ne demekti.

 

Afran ve evlilik. Ben bu kısmın neresindeydim. Gelini veya sevdiği kadın değil.

 

Kadir'in karısı.

 

Afran başka bir kadınla evleniyordu. Tıpkı benim başka bir adamla evlenmem gibi.

 

Soğuk terler dökerken yutkunmaya çalıştım. Aldığım nefes boğazıma dizildi.

 

Afran evleniyordu. Azad abmin evlendiği gibi mi evleniyordu. Yani zoraki bir evlilik miydi?

 

Ben isteyerek evlenmedimki?

 

O isteyerek mi evleniyordu. Benden umudu tükenince vazmı geçiyordu.

 

Kalbim sıkıştı. Başım dönüyordu. Elimi tutanın Duru olduğunu fark ettiğim de tırnaklarımı arkadaşımın tenine bastırdığımı fark ettim.

 

Duru kötü olduğumu anladığın da tereddüt bile etmeden "hadi hastaneye gitmemiz gerekiyor, aşağı inip Kadir'i bululalım" derken kolumdan tutup basamakları inmeme yardımcı olmaya çalışıyordu.

 

Parmaklarımı tenine batırıp soluklanıp " hayır lütfen" diye yalvarırcasına konuştum.

 

Hastaneye gitmek istemeyişim Duru'yu şaşırtmış olacak ki irileşmiş gözlerle " Zeynep farkında değilsin ama sen iyi değilsin" diye itiraz etti.

 

Ben iyi değilim. İyi olmadığımı biliyorum ama geçirdiğim kriz geçecekti.

 

Ben kesik kesik nefes alırken Hilal endişeyle merdivenleri çıkıp nefes nefese kalmış bir halde yanımızda durdu. Ben artık başımı bile gövdemin üzerinde tutamıyordum soluklanarak kesik kesik çıkan sesimle " beni yukarı çıkarın" dedim.

 

Duru ve Hilal'in birbirine baktıklarını fark ettiğin de " lütfen" diye acıyla yalvardım.

 

Erkeklerin avluda olmayışı benim için büyük bir şanstı çünkü Kadir avluda olsaydı gözlerini üzerimden çekmez ve durumumu hemen anlardı. Başımı gövdemin üstün de tutmak zor geliyor nefesim gittikçe sıklaşıyor ve gözlerim kayıyordu. Duru'nun kolunu sıkıp " panik atak krizi " diye onları ikna etmeye çalıştım. İkisi koluma girip beni yukarı çıkardıkların da nereye gittiğimizi bilmiyordum. Hilal'in sadece 'buradan şurada gelini hazırladık yan oda boştur " dediğini duydum.

 

Sonrası ne oldu hatırlıyorum sık sık nefes almaya çalışırken ellerim boğazıma gidiyordu ve birinin veya birilerinin ellerimi tutmaya çalışırken Duru'nun çığlık atıp bedeni titriyor dediğini duydum. Daha sonra sesler olaylar her şey karıştı ve benim gözlerim yumuldu. Koyu karanlık bir girdaba süreklenir gibi bir yerlere sürükleniyordum.

 

Lakin o karışıklıkta o kadar kötü olmama rağmen yanımdan geçen kızların "Afran Karadağlı evleniyor" sözleri kulaklarımda çınlıyordu.

 

Ben ölürken Afran evlenebilirdi ama gömüldüğüm toprakta bile canım yanacaktı.

 

*

*

*

 

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama başıma giren keskin bir ağrı ve burnumun ucundaki keskin kokuyla inledim.

 

Göz kapaklarım hareketlenip gözlerim açıldığın da "şükür" diyen iki tını kulaklarımı doldurdu. Elim sanki için de nükleer bir patlama yaşamış ağrıyan başıma gitti.

 

Gözlerimi etrafta dolaştırıp nerede olduğumu algılamaya çalıştım. İki tane genç kız gözlerini açmış bana bakıyordu. Gözlerimi yumup bana ne olduğunu hatırlamaya çalışırken yine aynı sesler " Zeynep iyi misin?" Dedi.

 

Zeynep ben miyim?

 

Kafam için de kocaman bir boşluk ve bir anda yankılanan "Afran evleniyor" söylemi. Madem kim olduğunu unutuyordum Afran niye aklımdan çıkmıyordu.

 

Başımı ellerimin arasına alıp parmaklarım ile sıkarken "kimsiniz bilmiyorum ama başımda söylenmeyi bırakın" diye söylendim.

 

Geçeceğinden emin olduğum bir zaman diliminde kim olduğumu bilmiyordum. Hislerime güvendiğim için kendimi toparlayıp hatırlamaya beklemeye karar verdim.

 

Afran evleniyordu.

 

Ben kimdim ve Afran kiminle evleniyordu. Bunları düşünürken "bizi korkutma Zeynep" diye bağıran sesle yüzümü buruşturup gözlerimi açtım. Karşım da ki simalar tanıdıktı ama nereden tanıdıkları da veya benim neyimdiler. Kız kardeş veya ablam arkadaş. Gözlerimi kısıp sakin olmaya çalışarak "lütfen bana biraz zaman verin" dedim.

 

Onlar endişe ve korkuyla birbirine bakıp ne yapacakları hakkında düşünmeye başlarken ben başımdaki ağrıyla baş etmeye çalışıyordum.

 

Yaşadığım anda ki tek derdim Afran'ın evleniyor oluşuydu. Başımda ki keskin ağrıyı da bir kenara bırakıp bunun için üzülebilirdim.

 

Karıncalanan zihnim yavaş yavaş yerine gelirken bana ne olduğunu anlıyordum. Yine bir anksiyete krizi geçiriyirdum. Bu sefer tek olmadığım için birde durumu açıklamak zorundaydım.

 

Gözlerimi tekrar açtığım da Hilal dolu dolu gözlerle ile bana bakıp elinde ki bardağı uzattı.

 

Ona minnetle bakıp bardağı elime aldım. Kuruyan dudaklarımı aralayıp sudan bir yudum aldım. Boğazım kurusa da içtiğim su geçmiyordu.

 

Sanki kocaman bir

 

Duru ise çattığı kaşlarıyla onu izliyor ve sessizlikle bekliyordu. Arkadaşının kötü hali yumuşamasına sebep oldu. Yumuşak ve şefkatli bir sesle "Ne oldu sana Zeynep " dedi. Hilal de sorunun cevabını onun kadar çok merak ediyor gibi bakıyordu.

 

Soğuk bir sesle "Birazcık ruhum öldü Duru " dedim.

 

Hilal şaşkınlıkla araya girip şaşırmış bir sesle "Birazcık mı? " Diye sordu. Bu nasıl birazcıktı. Biraz önce geçirdiği krizi onların gözünde görseydi. Bu kadar rahat konuşur muydu diye merak ediyordu.

 

Boş bakışlarımla duvara bakıp "Hala ölmedim veya delirmedim ise birazcıktır" dedim. Çünkü benim için geçireceğim büyük bir rahatsızlık ya delirmek ya da ölmek olurdu.

 

Kriz geçirdikten sonra kısa bir süre kim olduğumu veya çevremde ki insanları unutuyordum. Onca acı çekmeme rağmen o anları seviyorum. Çünkü hayatımda sevip sevmediğim herkes kısa bir anlığına olsada zihnimden siliniyor.

 

O kısacık anda mutlu oluyorum.

 

Çünkü herkesi unutan ben bir tek sevdiğim adamı unutmuyordum.

 

Her şeye sanki dünya yansa bile karşısında oturup ısınacak kadar duyarsız olan deli dolu arkadaşım beni çekip sımsıkı sarıldı. Bunu beklemediğim için şaşkın şaşkın olan bedenim öylece kala kaldı. Arkamdan sarılan Hilal ile ne kadar güzel dostlarım olduğunu anladım. Titreyen sesim gözümden akan yaşlar ile fısıldayarak "iyi ki varsınız" dedim.

 

İyi ki varsınız demem gereken insanlara ihtiyacı vardım. Duru biraz geri çekildi ve akan göz yaşları mı silip " nefesin kesilecek kadar seni bu dertlere düşürülenlerin yatacak yeri olmasın " dedi.

 

Herkesin de yeri rahat olsun. Ben bu kadar şey yaşadıktan sonra kim ne yaşarsa yaşasındı. Banane!

 

Ben bu acıyla kül olmadan köz gibi sürekli yanarken onların vicdan azabından banane değil mi?

 

Afran evleniyor diyorlardı.

 

Sanki kalbimin içine bir köz düşmüş ve yaktıkca yakıyordu.

 

Bu gece benim kıyametimdi. Sevdiğim adamın evlendiği doğru muydu? O'da mı bizden vazgeçti. Ne yani duyguları hisleri bu kadar basitmydi?

 

O'da mı kıydı Zeynep'ine?

 

Gerçi o'na Elfida'ydım. Herkes Zeynep olan ben sevdiği adama Elfida olmuştum. Nasıl bir keder.

 

Zeynep babasının süsü demekti. Babam gül goncam diye severdi. Üç erkeğin üstüne gül goncası gibi doğdun derdi. Ve bu yüzden Zeynep adını bana vermişti.

 

Sözde babasının süsü eve alınan bir köpek yavrusundan vazgeçer gibi benden vazgeçtiler.

 

Afran evleniyordu. Öyle demişlerdi değil mi?

 

Unutmak istiyorum. Herkesi her şeyi unutmak. Hatta ölmüyorsam bitkisel hayata görebilirsin. Bu acı çok ağırdı.

 

Kalbimin içine bir köz düşmüş gibiydi ve kalbim her attığın da harlanıp kaburgalarımı deşiyordu.

 

Hissettiğim duyguyu kaburga kemiklerim hissediyor ve benimle beraber sızlıyorlardı.

 

Böyle diri bir acı varken unutmakta neymiş.

 

Hangi organım veya tenim bedenim nasıl unutacaktı. Büyük bir nefes aldım. Düşündükçe tekrar bir kriz geçirebilirdim.

 

Yüzümü sıvazlayıp bana endişeyle bakan arkadaşlarıma baktım ve gülümseyerek "yavaş yavaş ruhumu kaybediyorum " dedim.

 

Eve gidip kendimi banyoya kilitledikten sonra kriz geçirebilirdim. Olmadı orada kafayı yerdim. Bunu söylerken tırnaklarımı yediğimi fark etmem de ayrı bir olaydı.

 

"Nasıl görünüyorum " deyip dağılan saçlarıma şekil vermeye çalıştım.

 

Sanki biraz önce kriz geçiren ben değilmişim gibi davranmam arkadaşlarımı çileden çıkarmış olacak ki Duru yüzünü asıp " bok gibi görünüyorsun" dedi. Hilal'in ağzı o gibi açılıp kapandıktan sonra " ben deli gibi diyecektim ama senin benzetmen daha doğru oldu" deyip beni biraz geriye itti ve öfkeyle " kızım sen gerizekalımısın biraz önce gözümüzün önünde kriz geçirdin. Nefes alamıyordun. Bir kuş gibi çırpındın lan sen. Biz sen gözlerini açıncaya kadar kafayı yedik ve sen nasıl görünüyorum diyorsun. Duru'nun dediği gibi bok gibi görünüyorsun " diye üstüme gelerek bağırdı.

 

 

Haklılardı. Diyecek bir şey yoktu. Onları bu kadar korkutmaya hakkım yoktu.

 

Gözlerimi yumup " şimdi değil bu gece bitsin size anlatırım " dedim ve Hilal'i kenara itip etrafta ayna aramaya başladım.

Hilal ve Duru beni böyle görmeye alışık değildiler ama burada kalırsam tekrar kriz geçirmekten korkuyorum.

 

Arkadaşlarımın inen omuzlarını ağızların da geveleyerek konuştuklarını görsem de görmezden geldim. Hilal sanki ne aradığımı bilir gibielinde ki telefonun uzatıp memnuniyetsiz bir tınıyla "burada ayna yok telefon kamerası ile idare et" dedi.

 

Ben telefonu elime alıp yüzüme baktım.

 

Afran evleniyordu ve ben aynada ki berbat yansımama baktım.

 

İsrafil sura üflemedi ise içimde kopan kıyamet neydi.

 

Kızların şaşkın bakışlarını es geçip kendimi olduğunca toparlanmaya çalıştım. Onları yanımdan geçen kızların söylediklerini duyduklarımı söylediğim de ikisi de ne diyeceğini bilemiyordu.

 

Cidden Afran bir başkası ile nasıl evlenebilirdi ki?

 

Saçmalıktı!

 

Kendimi toparlayıp aşağı indiğimde de kaynanamın iğneleyici bakışları ile gülümsedim. Malum konu belliydi. Ben ne zaman hamile kalacağım. Nereye gidersem gideyim sanki evliliğimizde başka birileri söz gakki sahibiymiş gibi bu sözleri işitiyor ve karşıma geçip kızım bir doktora görün diyorlardı.

 

Serpil hanım onlara bak ben dedim deyip üstten üstten bakıyordu.

 

Yanına oturursam işte falanca böyle dedi. Şu böyle dedi sözleri ile karşı karşıya kalacaktım. Bu yüzden Duru'nun elinden tutup halaya girdim.

 

Afran evleniyordu. Bir halay çekeyim değil mi?

 

O benim düğünüme gelmişti bende onun düğünün de halay çekerdim. Kimseyi duymuyor görmüyordum. Zihnimi neyle meşgul etmeye çalışsa düşüncelerimin gittiği yer Afran evleniyor oluyordu.

 

Bizden vazgeçmiş olamazdı değil mi?

 

Tamam ben evli olsamda o vazgeçmesindi. Halay çekip oynarken bunları düşünen tek insan bendim galiba.

 

Saatler sonrası kına yakıldı ve herkes evine dağılmaya başladı. Kına boyunca Çınar abim bana mahçup bakışlarla bakmıştı ama Afran evleniyor diye onun yanına da gitmek istemedim.

 

Beni bu hayata mecbur bırakan herkesten befreg ediyorum.

 

Çünkü Afran evleniyordu.

 

Kalbimin ortasında bir köz varmış gibi acı veren bir sızı. Allah'ım bu nasıl ızdıraptı.

 

Kınanın bitip herkesin dağılmasıyla Kadir yanıma geldi. Çenemi tutup yüzümü kaldırdığın da o'na da haksızlık yaptığımı biliyorum ama keşke kendisini yakmasaydı. Afran evlense bile benden ona hayır gelmezdi. Bakışlarını yüzümde gezdirip "çok solgun görünüyorsun. İyi misin?" Diye konuştuğun da sesinde ki endişe hemen anlaşılıyordu.

 

Kafamı olumsuzca sallayıp "iyiyim galiba çok oynadım ve yoruldum. Uzun süredir bu kadar çok oynanamamıştım " diye onu ikna etmeye çalışarak konuştum. İkna olmazsam nefesi hastanede alacak geceyi orada geçirecektim.

 

Hem Afran evleniyor diyorlardı. Oynamamam haksızlık olurdu değil mi? İçimden geçirdiğim her kelimeyle kalbimi sızlatıyordum. Kadir'e araştır böyle bir şey yalan de diye yalvarmak istedim fakat bu ona haksızlık olur diye sustum.

 

İçim içimi kemirirken sustum.

 

Bu aralar çok susar olmuştum.

 

Duru'ya döndüğüm de Kadir'e dönüp gülümseyerek " Kadir abi uçuşu iptal edelim ben bu gece Zeynep'le kalacağım" dedi.

 

Benim gidip bir köşeye saklanıp ağlamam gerekiyordu. Acıma kimse ortak olamazdı.

 

Kafamı olumsuzca sallayıp "ben iyiyim Duru sen git yine gelirsin olmazsa birkaç gün sonra ben gelirim " diye onu ikna etmeyi umut ettim.

 

Kadir'in kaşları çatıldığın da yalvaran bakışlarla Duru'ya baktım. Çünkü Kadir bir şeylerin ters gittiğini anladığı anda üstüme daha çok düşecek ve ben tek başıma ağlama istediğimi bile kaybedecektim.

 

Duru omuzlarını indirip "tamam ama söz ver haftaya sen geleceksin" dedi.

 

Şartını gülümseyerek kabul ettim. Ve

ona sarılıp ayrıldık. Ali Asaf'la beraber arabaya bindiğinde gülümseyerek el salladım.

 

Afran evleniyordu ve gülümseyip başkalarına el sallıyordum. Birinden bunun doğruluğunu öğrenmem gerekiyordu. Kadir'le beraber arabadayken ona sormak istedim. Lakin vicdanım el vermedi.

 

"Üzülme tekrar gelir" diyen Kadir'in sesiyle düşüncelerimden sayıldım. Kafamı olumlu anlamda sallayıp " biliyorum ama ayrılık hep zor geliyor" diye onu cevapladım.

 

Ayrılık zordu ama Afran'ın başkası ile evlenebileceği ihtimali daha zordu.

 

Kadir buruk bir gülümseme ile " istediğin zaman seni götüre bilirim" diye devam etmesiyle başımı cama dayayıp " olur gideriz " dedim.

 

Sonrada annesi Serpil hanımın yönlendireceği doktor veya hastaneler ile uğraşırdım. Malum çocuğumuz yok.

 

Sanki hayatımız da eksiklik buymuş gibi.

 

Kadir kafamın içinden geçen düşüncelerin tahmini ile sustu. Araba konağın önünde durduğun da elimi kapı kulpuna attım galiba o gelmeyecek gibiydi. Omzumun üstünde ona döndüğüm de " bizimkilerle buluşacağız Azad ve Agâh beni bekliyor geç geliriz" diye açıklama yaptı.

 

"Keyifine bak arkadaşını yalnız bırakma " deyip arabadan indim.

 

Arkama bakmadan konağa girdiğim de artık kendi dertlerim ile debeleşebilirdim. Merdivenleri çıkmaya başladığım ilk anda gözümde ki yaşlara serbest kaldı. Bu nasıl bir ağır imtihandı. Ödülü Afran değilse ben bu kadar niye sınanıyorum diye düşündüm. Belki isyan gibi geliyordu ama artık kaldıracak gücüm yoktu. Yukarı çıkıp yatak odasına girdiğim de kapıyı kapatıp hıçkırıklarımı serbet bıraktım. Elimle ağzımı kapatıp çığlık attım.

 

Sabrım da dermanım da yoktu.

 

Ağlarken sanki burada olmamalıydım ama nerede olmam gerektiğini bilemiyormuşum hissi.

 

Kapıyı kilitleyip üstümdekileri yırtar gibi çıkardım. Banyoya girip soğuk suyun altına girdim. Suyun altında kaldıkça bedenim üşüdü ama kalbimde ki köz yerli yerindeydi.

 

Belki söner diye bekledim ama bedenim soğuktan titrerken içim kavruldu. O an unutmak istedim kendimi her şeyi lakin içimde ki köze rağmen onu unutmaya kıyamadım.

 

Banyodan çıkıp üstüme rahat bir şeyler giyinirken olduğum odaya sığamıyordum. Sanki duvarlar üstüme üstüme geliyordu. Bir odaya bir eve sığamamak. Kaç defa daha evsiz kalacaktım. Her seferinde üstüme yıkılan bir şeyler oluyor ama hiçbiri bu kadar ağır değildi.

 

Gözümde ki yaşı silip komodinden telefonu elime alıp terasa çıktım. Serin hava yüzüme nüfus ederken kimi arayıp bilgi alacağımı düşündüm. Lakin ekranda ki saati gördüğüm de gözümden düşen yaşla kahkaha attım.

 

Evren üzüleyim diye bana sinyal veriyordu. Saat gecenin 02:43'ü ve ben birileri aramayı düşünüyorum. Ah deli kafam herkes benim gibi dert sahibi değil ki bu saatte ayakta olsun.

 

Bakışlarım Mardin'in gece ışıkları ile aydınlanan silüetini bulurken herkes senmi Zeynep gecenin sabahına kadar dertle kavrulsun. Beni bh hake düşüren herkes yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Ben ise delirmemek için kendimle mücadele ediyorum. Zihnim karıncalanıyor ve gittiği her hiç iyi değil.

 

Telefonu elime alıp ezbere bildiğim numaları tuşlamaya başladım. Beni uyutmayan dert onu uyutmazdı değil mi?

 

Bu sefer eksik veya yanlış tuşlamadım. Heyecanla karşı tarafın aramama cevap vermesini beklerken karşıdan duyduğum "aradığınız kişiye ulaşılamıyor " sesiyle kendimi boş bir çuval gibi yere bıraktım.

 

Hıçkıra hıçkıra ağlarken evlendiğim gece Afran'ın ne yaptığını nasıl dayandığını düşündüm. Kahrolmuştur! Çünkü ben kahroluyorum.

 

İnsan göğün altında ki yere sığamaz ve toprak almaz ya işte öyle bir şey. Ben hiçbir yere sığamıyorum. Sokağa çıksam sanki yanlış yöne gidecekmişim. Ya da gideceğim yerin neresi olduğunu bilmiyormuşum gibi.

 

Bir şeylerle oyalanman gerekiyordu yoksa delirecektim. Delirip onu unutmak dehşet verici bir şekilde korkunç. Hızlıca ayağa kalkıp gözümde ki yaşı sildim ve elimde ki telefonu bırakmadan yatak odasına girip kapının kilidini açtığım gibi merdivenlere yöneldim. Ev ahalisi düğünden dönüp uyumuş olmalıydılar. Afran evleniyordu. Biri de onun düğünene katılalım demişti. Bilseydim ben giderdim. Sevdiğim adamı damatlık ile görmek hakkımdı.

Bari bize olan umudum biterdi.

 

Biter miydi?

 

Merdiven basamaklarını bitirip mutfağa girdiğim de ne yapacağımı düşündüm. Aklıma gelen ile gülümsedim. Baklava açabilirdim. Birkaç tepsi işimi görürdü. Elimde ki telefonu ketılın önünde sabit kalacak şekilde dik indirip işe koyuldum.

 

Saat sabahın 03:25'i ben baklava açıyordum. Acaba Afran baklava sever miydi? Ben açsam kesin severdi. Gerçi bundan sonra karısı açsındı.

 

Kahroluyordum.

 

Kahroluyorken Afran'ın sevip sevmediğini bilmediğim baklavayı açıyorum.

 

Kadir sever miydi?

 

Kendime kızdım kimin sevdiğinden bana neydi!

 

Kaç zaman geçti bilmiyorum ama dört tepsi baklava açtım ve fırına koydum. Şerbetini hazırlayıp soğuması için altını kapadım. Saatte bakmadım ama dışarısı hala karanlıktı.

 

Havanın aydınlanması gerekiyordu.

 

Bir şeyler ile zaman geçirmem gerekiyordu. Yoksa zaman takılı kalmış gibi hiç geçmeyecekti.

 

Bir bardağa nohut koyup küçük bir tepsiye koydum ve tektek saymaya başladım.

 

576 tane nohut vardı. Saatte bakmadım ama dışarısı hala karanlıktı.

 

Bir bardak mercimek doldurup tepsiye boşalttım 2591 tane mercimek vardı. Tek tek saydım.

 

Saatte bakmadım ama dışarısı hala karanlıktı ve zaman geçmiyordu.

 

Bu sefer pirinç döktüm ve saymaya başladım 5518 tane pirinç tanesi saydım.

 

Başımı kaldırıp pencereden dışarıya baktım. Sanki şafak söküyordu.

 

Bu coğrafyada güneşi kadın doğurur derlerdi. Ben niye güneşi doğurmuydum. Gün niye doğmuyordu.

 

Fırında ki baklava tepsilerini kontrol ettim. Pişmişlerdi. Üstüne şerbetini döküp masaya koydum.

 

Şafak sökecek gibiymiydi?

 

Gün aymamıştı. Bir bardak aşurelik buğdayı tepsiye döktüm ve yine tane tane saymaya başladım. 4210 tane buğday tanesi vardı. Bir bardak pirincin tanesi daha fazlaydı.

 

Ben sayarken sabah olmadı.

 

Bu sefer bir bardak fasulyeyi tepsiye döktüm. 394 tane vardı.

 

Olacak gibi değildi. Gün aymadı. Sanki inat etmiş ben seni için doğmam der gibiydi.

 

Dolaptaki kaseleri çıkarıp saymaya başladım. Daha sonra servis tabaklarını. Öyle devam ettim.

Kaynanam misafirler için 6 takım aynı desen ve modelden 12 kişilik yemek takımı almıştı. 72 servis 72 yemek tabağı 72 kase ve 72 tane tatlı tabağı vardı. Aynı desenden 6 tane büyük oval 6 tane de orta boy 12 tane de küçük oval tabak vardı.

 

Dolap kapaklarını kapattığımda bakışlarım pencereyi buldu. Şafağın söküp günün ayması gerekiyordu.

 

Şafak sökmüştü ama gün daha aymamıştı.

Bulduğum her şeyi saymaya başladım. Yani bir mutfakta 240 kahve fincanı ne arar diyecektimki aşiret olunca normal olduğunu hatırladım. Kaldı ki bu sadece el altı olanlardı. Birde bunun yedeği cımhat gibi başka durumlar için ayrı olanları vardı.

 

Kahvaltı da hatırlarsam artık gün tam doğacak gibiydi. Hızlıca menemen için biber ve domates doğrayıp ocağa verdikten sonra kahvaltılıkları dolaptan çıkarmaya başladım.

 

Kahvaltı hazırlamayı bitirdiğim de bakışlarım pencereyi buldu.

 

Gün aymıştı. Birazdan herkes kalkar mutfağa inerdi.

 

Günün doğmasını sağlayan Rabbime dua edip ellerime yüzüme sildim. Acaba Afran gerçekten evlenmiş miydi?

 

Evlense başka bir tene dokunursa kalbim dururdu. Kalbim hala attığına göre evlenmemiştir.

 

Yani öyle düşünüyorum. Gidip bir duş alıp birilerinden gerçeği öğrenirim umuduyla mutfaktan çıktım. Merdivenlere ilerlediğim sıra da dış kapının açılma sesi geldi. Bakışlarım oraya döndüğün de Kadir içeri giriyordu.

 

Durup onun yanıma gelmesini bekledim. Bakışları beni bulduğum da gülümsedi. Onun bana olan bakışları yüzünden bana karşı olan duygularından şüphelensem de toz kondurmayıp hadi ve o senin Kadir abin yanlış yapmaz diyorum.

 

Oysa bana en yakınlarım yanlış yapmıştı.

 

Afran evlenirse en büyük yanlış onun olurdu.

 

Kalbim atıyor Zeynep diye kendimi teskil edip Kadir'in önümde durması ile emanet bir gülümseme ile "günaydın" dedim.

 

Kadir "günaydın güzelim" deyip dudaklarını anlıma bastırdı. Herkesin bizim normal evli bir çift olduğumuzu anlaması için böyle şeylere ses çıkarmıyorum. Elimi tutabilir ve anlımdan öpebilir.

 

"Yine erken mi uyandın " diye sitem eder gibi konuştuğun da yüzümü buruşturdum. Uyudummu ku erken uyanayım.

 

Elini omzuma atıp beni merdivenlere yönlendirirken "işe gitmiyorum hadi gel biraz daha uyuyalım sonra bir yerlere kahvaltıya gideriz" dedi.

 

Uyumak istemiyordum.

 

Zaten uyuyamazdım ama Hilal'e gidip ne olduğunu öğrenebilirdim.

 

Afran evlenmezdi!

 

Evlenemezdi!

 

Sessiz düşünceler içim içimi yiyordu. O gitsin uyusundu. Sesli bir nefes alıp "sen çık yukarı benim telefonum mutfakta kaldı. Alıp geliyorum " dedim ve kolunun altından sıyrılıp mutfağa ilerledim. Onun arkamdan baktığını biliyorum ama o yatağında uyurken ben ayak ucunda kendi kendime kahrolacağım. Mutfakta oyalanacak bir şeyler bulabilirdim. Olmadı kaynanam Serpil hanımla birbirimizi yerdik.

 

Mutfağa girdiğim de etrafa bakınıp telefonumun nerede bıraktığımı hatırlamaya çalıştım.

 

O kadar çok şey yaptım ki telefonumu nereye bıraktığımı hatırlamıyorum.

 

Etrafa bakınırken duyduğum telefon sesiyle başımı çevirdim. Saati rahatlıkla göre bileyim diye ketılın önünde dik bırakmıştım. Telefonumu elime aldığımda bu saate kimin aradığını merak ediyordum. Ekran da gördüğüm isimle omzumun üstünde döndüm. Kadir omzunu mutfak kapısına dayamış elinde telefon ile beni izliyordu.

 

En azından uydurduğum bahane yüzünden yalancı duruma düşmediğim için şükredip gülümseyerek " aramayı iyi akıl ettin . Yoksa ben akşama kadar mutfakta telefonumu arardım" dedim. Gerçekten oyalanmak için yapardım.

 

Kadir açıklamama dinlemiyormuş gibi bakışlarını mutfakta gezdirip " gece hiç uyumadın değil mi?" Dedi ve yapılı bedeniyle mutfağa girdi.

 

Ben etrafıma bakınırken kendimi ele verdiğimi anladım. Çünkü kahvaltı hazırlanmış üstüne masada dört tepsi baklava hazırlanmıştı.

 

Pes edercesine omuzlarım indi. Şimdi ne diyecektim. Hangi bahanenin arkasına saklanacaktım ben.

 

Kadir bunun farkında masada ki baklava tepsilerine baktı.

 

Sahne bir gülümseme ile " gece canım çekti. Mutfakta bakındım yoktu çalışanlardan isteyecektim ama sizinkiler yine yanlış anlar diye kebdim yaptım" dedim. Yalandı ama onun ailesi yanlış anlar kısmı doğruydu. Konaktakiler bir baş dönmesini bile hamile olabilme ihtimaline bağlıyorlardı.

 

Benim arkasına sığındığım bahanelere inanmıyordu ama onunda elinden gelen bir şey yoktu.

 

Ben imkansız bir derde düşmüştüm ve bahanelerin arkasına sığınıp yaşıyordum.

 

"Beni arasaydın güzelim" dediğin de sesinde samimi gerçek bir tını vardı. Güven vaad eden güzel bir adamdı. Kafamı yana eğip mahçupca " arkadaşlarınla eğlenmeni bölmek istemedim " o kadar kötüydüm kü aklıma bile gelmedin. Ya da ben acımı kimseyle paylaşmayacak kadar bencilim diyemedim.

 

Yalan değildi ama dilim de peltek olmuş bahanelerim var.

 

"Senden önemli bir işim yok Zeynep! Bir daha çekinmeden arayacak kendini yormayacaksın " keskin sesi emriyaki değilde itiraz kabul etmeyen cinstendi.

 

El mecbur kafamı olumlu anlamda salladım.

 

O'da beni sıkmamak için bir baklava dilimini alıp bakışları ile masadaki tepsileri göstererek " canın çekince bütün mahalleye de yapayım dedin herhalde " diye alayvari bir sesle konuştu.

 

Asılan yüzüm ile " kendimi kaptırmışım " dedim. Afran evleniyor dediler ben yere göğe sığamadım kendimi mutfağa attım diyecek halim yoktu.

 

Acaba sorsam mı?

 

Haksızlık olurdu. Sustum!

 

Hem ne diyecektim sevdiğim adam evleniyor diyorlar haberin varmı?

 

Olacak şey değildi.

 

Kadir parmakları arasında tuttuğu baklavayı dudaklarına götürüp "lezzettli görünüyor" dedi ve baklava dilimini ağzına attı. Çiğnerken yüz ifadesi değişmeye başladı. Yutkunmaya çalışıyor ama zorlanıyor gibiydi. Öksürmeye başladığın da bir şeylerin ters gittiğini anladım ve hızlıca bir bardak su doldurup o'na uzattım.

 

Yediği baklavayı değilde suyu içerken minnet eder gibiydi. İkinci bardağı doldururken hırıltılı çıkan sesiyle " yaparken ne kullandın " dedi.

 

"Ne kullanmış olabilirim ki?

Beğenmedin ise yeme " diye çıkıştım ve mutfak tezgahına ilerleyip Afran evlenirken baklava açtım ben diye içimden söylendim.

 

Adını sesli dile getirmeyi kendime yasaklamıştım ama içime söz geçiremiyordum. Kalbim ismini yasaklamayı red ediyordu.

 

Kendime bir bardak su doldurup Kadir çatılı kaşlarını görmezden gelerek " bir defa çok emek verdim. Çok uğraştım" diye içerlendim.

 

Kadir burun kemerini sıkıp " eline sağlık ama annem tadarsa " diye söze girdi ama bana ne anasından değil mi? Kalbimde ki köz yanarken anasını düşünecek halde değildim ve teesüp eden bir sesle " annen gece kalkıp baklava açan bir gelin bulmuş diye yatıp kalkıp şükre etsin" diye eli maşalı gelinler gibi konuştum.

 

Bugün cazgır olup herkesle kavga edebilir içimde ki öfkeyi kurabilirdim.

 

Kadir'in dudakları kenara kıvrıldı. Ellerini göğsünün altında çapraz bir şekilde bağlayıp "annem senin gibi güzel bir gelin bulduğu için zaten şükür ediyor ama sen yinede yaptığın baklavanın tadına bak ve ne kadar şükretmesi gerektiği hakkında bir karara var" dedi. Benimle dalga geçiyordu.

 

Onu kenara itip olimpiyat oyunların da evladı altın madalya kazanan bir ana

edasıyla yaptığım baklavadan bir dilim alıp "elimin lezzeti tartışmaya kapalı"dedim ve baklava dilimini ağzıma attım. Çiğneyip aldığım tadın damağımda yayılması ile " yapmaz olaydım. Yemez olaydım" sözlerini yad ederek. Ağzımdakini hızlıca geri çıkardım.

Lanet olsun şerbetine şeker yerine tuz koymuştum. Geri çıkardığım bakla dilimini çöpe atarken Kadir'in uzattığı suyu kafama dikip endişeyle " hepsini yok etmemiz gerekiyor yoksa annen sadece Mardin'e değil tüm Türkiye'ye beni rezil eder " dedim.

 

Afran evleniyorken yaptığım şeyden ne beklenirdi ki.

 

Kadir beni onayladığın da tepsileri üst üste koymaya başladım ve birden duraksadım.

 

Olmuyordu işte! Kendimi neden bu kadar çok zorluyorum ki? Oturup birinin yanında hıçkırarak ağlasam beni yargılayıp evlisin ayıptır diyeceklerdi.

 

Ayıp olan gönlü gönlümde olan birinden ayrılık değil miydi? Kadir'in bana olan bakışları arasında " Kadir ben iyi değilim gece rüyamda anneannemi gördüm ona gitsek olur mu?"diye söylendim.

 

Dayeme gitsem dizine uzanıp içimden geçenleri anlatsam iyi olur gibiydim.

 

Kadir beklemediğim bir şekilde yüzümü elleri arasına alıp " Zeynep bak ne yaşarsan yaşa yanındayım ve hep yanında olacağım. Canın bir şey mi istedi arada Kadir bunu istiyorum de, bir yere birine mi gitmek istiyorsun Kadir ben gitmek istiyorum de bedenim de takat oldukça elimden ne gelirse gocunmadan yaparım " derken sesinde ki şevkat merhamet yüreğime işledi.

 

Ne adam bu kadar iyi olma demek istedim ama sadece kafamı salamakla yetindim.

 

Ailem sanki özgüvenimi kendimi savunacak kelimelerimi almış gibiydi.

 

Ellerini serbest bırakıp "git hazırlan seni burada bekliyorum " dedi ve ben gülümseyerek yanından geçip mutfaktan çıktım. Merdiven basamaklarını ikişer ikişer çıkarken tek derdim konaktan uzaklaşmaktı.

 

Yatak odasına nasıl girdim üstümü nasıl değiştirdim hatırlamıyorum. Aşağı indiğimde direkt mutfağa ilerleyip "Kadir ben hazırım" diye seslendim. Mutfağa girdiğim de bakışlarım ilk yaptığım baklavalara gitti ama yoktular. Kaşlarım çatılırken Kadir arkamdan mutfağa girip tok bir sesle "hazırsan çıkalım" dedi.

 

Sorgulamadım zaten yiyilecek gibi değildiler. Arkama dönüp minnet dolu bakışlarla " hazırım çıkalım" diye onu yanıtlayıp bu sefer elimi ben uzattım.

 

Bana elini uzatan taraf her zaman oydu. Bir kerede ilk adım bendendi.

 

Konaktan çıkıp arabaya bindiğimiz de konak çalışanları arkamızdan bakıyordu. İkimizde oynadığımız evcilik oyununu çok iyi oynuyorduk. Kimse bizim zoraki bir evliliği sürdürdüğümüzü bilmiyor.

 

Araba yol almaya başladığın da artık bu şehri eskisi gibi sevmediğimi anladım. Sanki kaçıp gidesim vardı.

 

Bir buçuk saat gibi bir yolculuktan sonra Urfa'ya geldik. Anneannem'e gitmeden önce Kadir arabayı kahvaltı salonun önünde durdurdu. Ben önceden buradayı çok severdim. Zahter kahvaltı salonu tarihi bir mekândı ve bende çok severdim. Kahvaltı ettikten sonra Kadir bana gezdirmey i teklif etse kabul etmedim. Gidip anneannemin dizine yatıp içim çıkıncaya kadar özgür bir şekilde ağlamak istiyorum.

 

Arabaya anneannemin evinin olduğu taş döşemeli dar sokaklara girdiğin de beni bir heyecan sardı.

 

Kısa bir anlığına olsada Afran'ın evlenebileceği ihtimalini unutmuştum. Araba durduğu gibi kapımı açıp arabadan indim ve taş evin ahşap kapısında ki tokmağı çalmaya başladım.

 

Gören sanki tasasız Zeynep sanırdı.

 

Anneannem kapıyı açtığı gibi boynuna sarıldım. Dur deli kız dese de bırakmadım. Anlardı beni sarıp sarmalardı kimsesiz kalmış Zeynep'ini.

 

Onu sımsıkı sarıp "dayem " dedim.

 

Daye anne demekti. Çevrede ki herkes Daye Hewlin veya Hewlin daye diyordu. Benim de dilimde çocukluktan daye diye devam etti.

 

Bizi içeri buyur ettiğin de Kadir'de arkamdan elini öpüp "Hewlin sultan benim biraz işim var akşama doğru gelirim " deyip anneannemle ayak üstü bir sohbet ettikten sonra arabasına binip gitti.

 

Hava sıcaktı. Daye eski kadındı. Yazın içeride değil dışarı da otururdu. Elimden tutup beni avluya çekiştirdi. Ben de itiraz etmedim zaten ona ihtiyacım vardı. Asma ağacının sardığı çardağın altına girdiğim de ayakkabımı çıkardım ve mindere oturdum. Dayem yanıma oturduğun da eğilip ellerini öptüm oda beni kendisine çekip sarıldı. Saçlarımı okşayıp şevkatli sesiyle sitem eder gibi " özledim keyna " dedi.

 

Bende çok özlemiştim avuç içine dudaklarımı bastırıp " bende özledim daye " dedim.

 

Benim dayemdi.

 

Beni bırakmayan benden vazgeçmeyendi.

 

Sarıldım göğsüne sindim. Küçük yavru kediler gibi şevkata ihtiyacım varmış gibi.

 

Kısa bir sohbet edip nasıllar iyiyimler faslını geçtikten sonra beni kendisinden biraz uzaklaştırıp "kocanla geldin ama Azad evleniyor diye beklemiyordum. Niye geldi niye gitti " dediğin de gülümseyip " seni özledim hem kocamın en yakın arkadaşı evleniyorsa bana ne daye benden önemli mi? Hem belki o'da Seyit abileri özlemiş buluşmak istemiştir " dedim onun gibi şiveli konuşmaya çalışarak.

 

Hewlin sultan "de get " dediğin de

eğilip başımı yaşlı dizlerine koydum ve çocuksu bir edayla " daye gece hiç uyumadım uykum da yok ama sonsuz bir uykuya dalmak isteyen yanım çok ağır. Biliyorum bizim kaderimiz ayrılık ama sen bizli masal anlat kalbim kanasada ben anlattığın masala kanar umut eder ve sonsuz uykuya dalmaktan uzaklaşırım" dedim. Dayanacak sabredecek dermanım yoktu. Anlasın beni teselli etsin istedim.

 

Eli saçlarıma gittiğin de " hala alışamadın değil mi?" Dedi.

 

Gözlerimi yumup " daye göğsümde sanki küçük bir serçe kuşu var ve ona uçmak için bekliyor " dedim. Dayem saçlarımı okşarken diğer elini tutup kalbimin üzerine koydum ve ağlamamak için savaş vererek "Kalbimde küçük bir serçe gökyüzüne uçmak için can atıyordu daye. Sevdikleri tarafından kanatları kırılmış ama bir umut uçup kavuşmayı hayal ediyor " dedim ve bakışlarımı mavi gökyüzüne çevirip "Oysa gökyüzü kalbim gibi karanlık değil. Umudumu anlatmaya kalkışasam ben sana hapishane ölüm diyecek ve benim gibi umutsuz olduğu için ağladı ağlayacak. Bunu bize yaşatan sevdiklerimize beddua etmekten korkarak bu acıyla nasıl baş edilir bilmiyorum" dedim.

 

Bakışlarım beni sessizce dinleyen dayeme döndüğün " Daye sen bu acıyla nasıl baş edilir biliyor musun? " Diye sordum.

 

Benim kaldıracak gücüm yoktu. Dayem kafasını olumsuzca sallayıp saçlarımı okşamaya devam etti. Bende bıkkın bir nefesle "Bilen kim varsa bana anlatsın yemin ederim dayanması çok güç" dedim.

 

Dayem sessiz kalınca"Daye biliyorum sevmek acı. Hele onu sevmek çok acı, daha acısı onu onsuz sevmek lakin gözleri aklıma gelince göğsümde ki kuş kanat çırpıyor ve beni yakan dayanılmaz acı tatlı bir şeye dönüşüyor" dediğim de kendimle çeliştiğimin farkındaydım.

 

Ama olsun hep tek başıma üzülüyorum birazda dayem benimle üzülsün " İsmi her aklıma geldiğin de içim titriyor. İsmine lal olan dilim sessiz bir karşılık veriyor. Sanki sessime düşüyor. Kimsenin duymadığı bir tını, herkesin sağır benim ruhuma şölen. Sessizliğime karışan sesi, anlatsam kimse anlamıyor. Bu yüzden sensizliğini kimse anlatamıyorum. Anlamayınca konuşmak manasız geliyor ve sessizleşiyorum. Aşkı bilmeyene onu sormakta beyhude " dedim. Bu gün konuşasım oturup onun için şiir dizeleri yazasım vardı. Hem Afran okur evlenmekten vazgeçerdi.

 

" Kızım başka bir şeyi sevmeyi yada oyalanmayı denesen"

 

Yerim de doğrulup dayemin yaşlı yüzüne baktım. Teni kırışmış gözlerinin rengi solmuştu. Birden irkildim . Onsuz bir hayatta bu kadar çok yaş alıp yaşamak korkuttu beni.

 

Üzgün bir sesle "Daye olmuyor!" Dedim ve başımı eğip sanki utanılacak bir şey söyleyecekmişim

"Vallahi de billahi de olmuyor.

Dilimde abi olan kalbim de yar olmuyor. Yara olur dert olur baba olur abi oluyor arkadaş oluyor ama yar olmuyor " diye sona doğru isyan ettim.

 

Sev diyorlar.

 

Gönlüm de abi olanın yeri nasıl değişsin.

 

Gönlüm de abi olan gözümde nasıl yar olsun .

 

Başımı tekrar dizine koyup "Daye ben tükendim. Yapamıyorum. Katlanacak takattim yok. Rabb'im karşısına yüzüm ak çıkmak için intihar etmiyorum. Yoksa çoktan birden kendimi atıp canıma son vermiştim" dediğim de içindekileri döktüm.

 

Dayem keskin bir sesle"İsyan etme kalk toparlan keyna" dedi. Konuşurken sesinde ki öfke belliydi.

 

Elimi yere vurup "Daye ben dayanamıyorum tükendim bittim diyorum sen kalk diyorsun"

 

Susacak değilim dizinde olduğum kadına çok şey söylemem gerekiyordu. Ağlamamak için kendimle mücadele verip "Özlüyorum daye adı yasaklı olanı gönlüme yasaklayamıyorum. Gözlerim baktığım her yerde onu arıyor. Baktığım her yerde onu arıyorum" dediğim de verdiğim savaşı kaybettim ve gözümden bir damla yaş akıp gitti.

 

Gözlerimde ki yaşlarla ona bakıp "Üstümden uçan kuşu onun üstünde uçtuğu umudu ile gülümsüyorum" ben konuşmak için nasıl meyilli isem o'da dinlemek için o kadar dirayetliydi.

 

"Daye ben bu özlemin altından kalkamıyorum. Gönlüm özlüyor. Gözlerim hasretle onu arıyor. Ben bu hasretle yavaş yavaş tükenip yok oluyorum. Siz beni gömmeyinceye kadar bunu fark etmeyeceksiniz"

 

Dayem suskun kaldıkca benim dilim açılıyordu.

 

Ruhum yorgun yaşayasım yok,

bazen ne gidebiliyor ne de kalabiliyor insan öylece yok olmak istiyorum evrende tek bir zerrem bile kalmadan nefes almak istiyorum ruhumun hangi girdapta kaybolduğunu bilmeden sahi ne oldu da savruldu

nerede kayboldum ben.. şimdi o kahkahalarım hangi boşlukta yankılanıyor kendimi bulamamaktan korkuyorum . Bir daha onu hayal etmeden uyuyamamaktan korkuyorum...

 

Ben her geçen gün daha çok eksiliyorum. Yakın bir zamanda hiç zerrem kalmayacak gibi.

 

Bazen her şeye rağmen içimde ki aşk acısı umut edip çiçek açıyor.

 

Sanki kalbimi çıkarıp bir yere saklasam orada bile tek başına onu sevip onun için atmaya devam edecek.

 

Dayem saçlarımı okşarken ben ben gökyüzüne bakarken elimi kaldırıp " daye ğökyüzünün mavisinin verdiği huzuru ben bir çift acı kahvede buldum. Biliyorum bana gökyüzünü veya yeşil çam ormanlarını sunmuyor ama ben o acı kahvenin sunduğu toprak parçasında gökyüzünün altında kalmak istiyorum " dedim. Dayemle dertleşesim vardı ve saçmalıyordum.

 

Eskiden bir insan her şeyi arkada bırakıp nasıl çekip gidebilir diye düşünürdüm. Şimdi düşünmüyorum anlıyorum. Ama çekip gitmek kolay olanı ruhumuzda her zaman mücadele etmek vardı. Ben kavuşmayacağımı bile bile mücadele edendim.

 

Sabrım ve imtihanım zordu.

 

Daha fazla dayanamayıp " daye dün gece kına gecesin de Afran evleniyor dediler. Kalbimi çıkarıp sanki taş bir duvara vurdular. O kadar canım yanıyor ki gün doğdu ben o acıyla beraber hala karanlıktayım " dedim.

 

Dayem saçlarımı okşayıp " için rahat olsun keyna Afran evlenmiyor ve evlenemeyecek " dedi ve duraksayıp " Afran kara sevdaya tutuldu keyna! Sevdası kara olanın gönül kapıları bir kişiye açık olur " dedi. O konuştukça içime su serpildi. Kelimeleri bulup olup yağmur gibi içimde ki közün üstüne yağdı. Sönmedi ama sancısı azaldı.

 

Afran evlenmiyordu.

 

Ben bunu biliyordum. İnanacak olan aklıma tüküreyim.

 

Dayemin dizlerin de ağır bir uyku sarıp sarmaladı beni. Dayemin dizleri beşik oldu. Dün gece gözüme girmeyen uyku göz kapaklarımı ağırlaştırdı ve huzurlu bir uykuya gözlerimi yumdum.

 

Afran evlenmezdi kim bu dedikoduyu çıkarıp canımı bu kadar yaktı ise gün yüzü görmesindi.

 

Dayemin dizin de kaç saat uyudum bilmiyorum ama uzun süre sonra uyuduğum en huzurlu uykuydu.

 

Sözde dizin de ağlayacaktım sanki bütün dertlerimi çekip almış gibiydi. Gözlerimi arlamadığım da başımın altında bebeken uyuduğum küçük yastığım ve üstüm de ince bir pike vardı.

 

Kendimi sığıntı olarak gördüğüm bir konakta değilde dayemin evindeyim. Evet Allah var Kadir beni el üstünde tutmaya çalışıyor ama annesi ve diğerleri sanki tüm yaşanılanların sebebi benmişim gibi davranıyorlar.

 

Dinç bir şekilde üstümde ki pikeyi kenara atıp oturur hale geldim. Üstüm de dayemin kendi eliyle diktiği asma ağacı. Gülümsedim meğer eskiden ne kadarda tasasız biriymişim.

 

Ayağa kalkıp avluda ki beton bahçe çeşmesine ilerledim. Elimi yüzümü yıkayıp etrafıma bakındım.

 

Kuzenim Nefla elinde tepsi ile mutfağa çıktı ve kinayeli bir sesle "Zeynep hanım günaydın" dedi elindeki tepsiyle çardağa ilerleyip tepsiyi yere bıraktı. Kolunda fark etmediğim sofrayı serip yemekleri sofraya dizdi. Ben ona doğru ilerlerken bakışları beni buldu ve umursamaz bir tavırla sofrayı dizmeye döndü. Sanki daha sonra algılamış çattığı kaşlarıyla bana döndü ve " gözlerinin içi kan çanağı gibi neyin var " diye sordu.

 

Sanki neyimin olduğunu bilmiyordu. Herkesin bilip normal görmesi beni delirtiyordu.

 

Omzumu sirkeleyip umursamaz bir sesle " gece uyku tutmadı geç uyudum. Sabah erken araba yolculuğu falan ondandır herhalde merak etme " dedim ve yanında yere çömelip ona yardım etmeye başladım. Ben sabaha kadar uyku tutmayıp içi çıkıncaya kadar sesimi duyurmamak için mücadele verip ağlayan Zeynep! Kimdim ve kimin tarafından anlaşılmak istiyorum.

 

Ya da anlaşılmak istiyormuydum?

 

Bazen kaderin de susup anlaşılmamak vardır. Ben Tevekkül edip içimden sen sus Allah her şeye şahit elbet senin yerine konuşup bu kuluma bunu neden reva gördünüz demesini bekliyorum.

 

Anneannem elinde ayran sülahisi ile geldi ve sofraya bıraktı. Beni gördüğün de gözleri dolu dolu bana bakıp elini dudaklarına götürdü ve fısıltıyla "Zeynep bahtı karam " dedi.

 

Ben o an çığlık çığlığa bahtım kara değil. Sevdiklerim dünyamı karartı demek istedim. Yüzümde sahte bir gülümseme ile "çok güzel bir uyku uyudum daya "deyip sofraya oturdum. Nefla bugünlük bana hizmet edebilirdi.

 

Sohbet edip yemek yedikten sonra akşama doğru Çınar abim arayıp "nasılsın" diye söze girdi.

 

Nasıl olduğumu biliyordu ama iyiyim demi bekliyordu.

 

Bende iyiyim dedim.

 

Ama hiç iyi değilim. Bazen on dakika önce yaptığım şeyi unutuyorum. Bazen çok darlanıyorum. Nefesim kesiliyor. Çok tedirgin oluyorum. Yazın ortasında soğuk terler döküyorum. Dört duvar arasına sığamıyorum hiçbir yer evim değil ve ben bir çatının altın da kalamıyorum. Gökyüzü gökyüzü sanki benim için dar.

 

Bilmiyorum bu evrene ait değilim gibi... Ait olduğum evrende mutlu olacakmışım gibi.

 

Dayem sağ olsun beni teselli edip sarıp sarmaladı.

 

Akşam Kadir geldiğin de sanki bütün dertlerimi unutmuş gibi şen şakraktım. Hem Afran evlenmiyordu. Ne geri vardı hüznün değil mi?

*************************************

Bölüm sınırı 150 vote 500 yorum sınır dolduğunda final bölümü gelecek.

Loading...
0%