Yeni Üyelik
39.
Bölüm

Hiraeth (final son part)

@jutenya

Geçmiş küllerinde ki ateşten yangın çıkarmak için alevlenmeyi bekleyen bir yeldi.

 

Zeynep geçmişin o küllerinde yandıkça yanan taraftı. Geçmişin onu yakması için bir aleve ihtiyacı yoktu. Onun yangını hiç sönmemişti.

 

Beran bey bakışları ile duran ambulansları ve içinden indirilen yaralıları gösterdiğin de Zeynep'in içine apayrı bir ateş düştü. Sanki bedeni kavruluyordu. Haykırmak istedi lakin bedenini saran endişe yüzünden boğazı düğüm düğümdü.

 

Zeynep!

 

Bir garip Zeynep daha kaç kişiye sebep olacağım diye kendi kendine karalar bağladı. Sanki adının geçtiği yere bela götürüyordu.

 

Kendinde zar zor bulduğu takat ile kafasını olumsuzca sallayıp " hayır" diyebildi.

 

Beran bey o'na bakmadan soğuk bir sesle " Kadir önümde yığıldığın da bende senin gibi çaresiz hissettim"

 

Zeynep boğazı düğüm düğüm konuşmak için kendisini zorlasa da konuşamadı.

 

Beran bey o'na dönüp " senin baban gibi değilim bir oğlum birde kızım var. Gerekirse ikisi için dünyayı yakarım " sesinde ki küçümseyen edayla Zeynep üşüdü.

 

Gururu ayaklar altında kendisini bir hiçmiş gibi hissetti. Beran bey açık açık ben senin baban gibi değilim evlatlarım için dünyayı yakarım diyordu.

 

Zeynep yutkunup " benim de babam aynı şeyleri söylerdi" dedi ve duraksayıp " daha sonra elalem ne der diye başkalarının merhametine bırakıp gitti" konuşurken sesi titrememişti ve bir umut aşağıda ambulanslardan indirilenlenlerin ailesinden birileri olmamaları için dua ediyordu.

 

O konuştuğun da Beran bey o'na bakmadan gülümseyip " ben baban değilim. Evladım hakkında konuşacak elalemin dilini keserim" diye konuştu. Oysa daha birkaç saat önce elalem neder diye oğlunun üstüne gitmiş ve kalp spazmı geçirmesine sebep olmuştu.

 

Zeynep bunu bilmediğinden cevap veremedi.

 

Beran bey bileğinde ki tespihi parmakları arasına alıp tespihleri çekerken " Kadir benim canım. Canıma zarar veren de benim düşmanım. Ben düşmanım ölsün istemem. Ben ne yaşarsam o'da yaşamalı"

 

Zeynep anlamayan gözlerle ona baktığında burnundan soluyan bir öfkeyle "o gâvur aşığın aşağıda gidip son nefesini vermeden vedalaş " dedi.

 

Zeynep'in gözünden yaşlar akmaya başladığın da acılı sesiyle " hayır bunj yapamazsınız" deyip hıçkırarak ağlamaya başladı.

 

Beran bey gözlerini kısıp " belki inanmayacaksın ama yaptım. Görmek istersen son nefesini vermeden git koş"

 

Bedeni taş kesilirken Zeynep üşüdü.

 

Arkasını dönüp asansöre doğru koştuğun da Beran bey keyifli sesiyle " çok fazla endişelenme Azrail'in sözü var. Sen gitmeden ölmeyecek" diye küçümseyerek konuştu.

 

Açılan asansör kendisini içine attığında adamın dedikleri bir uğultu gibi kulaklarında raks etti. Asansör acilin olduğu katta durduğun da dışarı çıkıp korkuyla etrafına bakındı. Gözleri aradığını bulamazken içinde ki korku daha çok büyüyordu. Gözünde ki yaşı silip yanında geçen güvenlikçiyi fark edip onu kolundan tutup " biraz önce gelen yaralılar nerede " dedi.

 

Genç güvenlikce önce kolunda ki ele daha sonra ona baktı. Üstünde ki endişeden dolayı " yakını mısınız ?" Diye sordu.

 

Zeynep kafasını olumlu anlamda salladığın da " siz bekleyin şimdilik doktorlar müdahale ediyor. Birazdan size de bilgi verilir " dedi ve yanından geçip ondan uzaklaştı.

 

Zeynep yüzünü sıvazlayıp tekrardan etrafına bakındı. Danışmada kim olduğunu öğrenebilirim umuduyla oraya koştu ve ellerini masaya dayayıp titreyen sesiyle " iyi akşamlar ben biraz önce gelen yaralıların kim olduğunu öğrenebilirmiyim?" Diye korkuyla sordu.

 

Danışman geç kız gülümseyerek o'na bakarak " gelen yaralıları tanıyor musunuz? Kan bağınız veya akrabalık varmı?" Diye arka arkaya sorularını dile getirdi.

 

Zeynep kafasını olumsuzca sallayıp " ben Zeynep Botan eşim burada yatıyor ve akrabalarımın yaralı olarak buraya getirildiği söylendi " dedi.

 

Çalışan onu anladığını belirtir gibi kafasını sallayıp " geçmiş olsun, adınız soyadınız ne demiştiniz "

 

Zeynep yüzünü sıvazlayıp" Zeynep Botan " dedi.

 

Zeynep'in endişeli haliyle genç kız ona yardımcı olabilme umuduyla tuşlayıp " Çınar Botan galiba abiniz" dedi ve ekrana bakıp " endişelenmeyin ufak bir kaza " diye devam etti.

 

Zeynep aşağı inerken Afran ve aile üyelerinden diğerlerinden biri olabilir diye korkuya kapılmıştı. Şimdi ise Çınar abisi olduğunu öğreniyordu. Masaya sıkı sıkıya tutunup zar zor ayakta durmaya çalışarak " diğeri kim " diye sordu.

 

Beran bey kendinden çok emin konuşmuştu. Danışman genç kız söyleyip söyleme arasında kararsız kalsa da genzini temizleyip " korkmayın diğeri Marcus Afran Karadağlı" dedi. Ama Zeynep için dünya durdu. Nefes bile alamazken Marcus ismini çok sorgulamadı korkuyla " peki o nasıl" dedi.

 

"İyi olmaları gerekiyor. iyi olacaklar" diye fısıldadı.

 

Genç kız Zeynep'in iki yaralıyı tanıdığını anlayınca "korkmayın endişelenecek bir şeyleri yok. Doktor gerekli müdahaleyi yapıyor" dedi .

 

Gerekli müdahale neydi. Kim ne yapıyordu.

 

Sevdiği adam ve abisi yaralıydı.

 

Boncuk boncuk göz yaşları gözlerinden sözülüp akarken titreyen sesiyle " neredeler " dedi ve masanın önünde dizlerinin üstüne çöktü.

 

Nefesi kesiliyordu.

 

Nefesini kesmek için her şeyi yapan birileri yok muydu?

 

Devamında olaylar çok hızlı gelişti. Onu abisinin alındığı odaya yönlendirdiler. Abisiyle iletişimini kesmişti. O doktorun iyi haberlerle dışarı çıkmasını beklerken koridorda yankılanan bir çift ayakkabı sesi duyulduğu. Beran bey sert adımlarla ilerdledi ve yanında durdu. Genç kızın bakışları kayınbabasını bulduğunda Beran bey gelinin yanında oturdu ve yüzünde sahte bir tebessümle " geçmiş olsun abim iciny üzüldüm" dedi.

 

Zeynep şaşkınca ona döndüğün de Beran bey elinde ki tespihi çekerek " ama ben senin yerinde olsam abime değilde sevdiğim adam için endişelenirdim " dedi.

 

Zeynep ayağa kalktığında elinde ki tespihi bileğine geçirip elini kaldırıp "orada ama korkma ikisi de bu gece atlatacak" dedi ve Afran'ın kaldığı odayı gösterdi.

 

Zeynep onun gösterdiği yere koştu. Beran beyin bakışları içeri girmek için çabalasa da boşunaydın.

 

Sevdiği adam içerdeydi.

 

Beran bey her şeyi planlamanın verdiği rahatlıkla onu izledi. Nasıl olsa istediğini alacaktı.

 

Zeynep dakikalarca kapı önünde bekledi. Doktor içeriden çıkıp iyi olduğunu söylese de içeri giremedi. Beran bey bileğinde ki tespihin imamenesini sıkıp ayağa kalktı. Tok adımlarla ilerleyip Zeynep'in yanında durdu. Bakışları ile kapıyı gösterip tok sesiyle " içeri gir ve her şeyi içeride bırak çık. Ben Kadir kadar merhametli değilim. İçeridekinin nefesini keser seninde o acıyla yaşaman için elimden geleni yaparım. Sen o acıya alıştıkça her seferinde başka bir sevdiğinin nefesini keserim ve seni ölmekten bile vazgececek bir hale sokarım. Biliyorsun bu seferki küçük kazalar abin ve o gavurun yaralanmasına sebep oldu. Bir dahaki mezara sokar" dedi.

 

Zeynep dehşete düşmüş gibi o'na döndüğün de orta yaşlı adamın dudakları kenara kıvrıldı. Sakin bir sesle " bak senin o gavurla vedalaşmana izin verecek kadar medeni bir adamım. Kıymetimi bil " dedi ve yanından geçip koridoru dönüp oradan uzaklaştı.

 

O gözden kaybolduğun da genç kız ne yaşadığını düşünüyordu. Önüne gelen onu bir seylerle tehdit eder hale gelmişti.

 

Başını kapıya dayayıp ne yapacağını düşündü. Gitse içeridekiyle gel beraber öl dese ve ölüme yürüse bir an fikri bile güzel geldi. Ama yapamazdı. Artık olacakları az çok tahmin edebiliyordu.

 

Titreyen eliyle kapı kulpunu indirip birkaç dakika bekledikten sonra içeri girdi. Kaçamak bakışlarını odada gezdirip en son yatakta durdurdu.

 

Sessiz olmaya çalışarak küçük küçük adımlarla ilerleyip yatağın önünde durdu. Afran yatakta gözleri kapalı bir şekildeydi. Uzun uzun önü seyre dalmak istedi.

 

İlk defa vakit geçmesin aynı zamanda kalsın istiyordu. Bir kenara oturup sevdiğinin gül cemalini seyre dalsa.

 

Ayıp mıydı?

 

Yoksa günah mıydı?

 

Peki bunun için canına kıyarlarmıydı?

 

Peki bunun için ölmeye değer miydi?

 

Değerdi!

 

O onu izlemeye dalmışken Afran'ın gözleri açıldı. Gördüğü gerçeğe inanmaz bir halde kaşları çatıldı. Fısıldar bir şekilde "lütfen uyandığımda gitme Elfida"

 

Elfida!

 

Zeynep kendisine yakışan bir isim bulduğunu düşünüyordu. Feda edilmişti.

 

Kendini feda ediyordu.

 

Afran gördüğü görüntünün silinmemesi ile gülümseyerek " kaza da bir şeyler oldu ve ben uyanıkken sen gitmiyorsun " soruyu kendine soruyordu. Ağrısından dolayı uyulmadığından emindi.

 

Zeynep'in dudakları onun gibi kenara kıvrıldı .

 

Afran kafasını olumsuzca sallayıp " uzun süre sonra ilk defa gülümsedin. Gülümsemeni özlemişim" diye kendi kendine konuşmaya devam etti.

 

Onun konuşması sesi sanki bir masaldı ama mutsuzluğun yasak olduğu bir masal.

 

Afran Zeynep'in gözlerine bakıp " lütfen bana gerçek olduğunu söyle" dedi. Oysa birazdan lütfen hayal ol diye yalvaracak bir duruma gelecekti.

 

Zeynep dudaklarını birbirine bastırıp kafasını olumlu anlamda salladı.

 

Afran acı içinde inleyerek uzandığı yatakta doğrulup o'na dikkatlice baktı. Hissettiği acıdan artık rüya görmediğine emindi.

 

Zeynep yatağa doğru ilerledi ve yatağın kenarına oturdu. Elini kaldırıp sanki yasak bir meyveye dokunur gibi elini onun yüzünde dolaştırıp " iyisin değil mi?" Diye sordu. Duymak istediği tek şey onun iyi olmasıydı.

 

Yüzünde gezinen parmaklar ile Afran gözlerini yumup " şimdi iyiyim " diye ona muhtaçmışcasına konuştu.

 

Zeynep yanındayken iyi olmaması imkansızdı.

 

Zeynep kafasını yana eğdi ve gözlerini onun ezilmiş darbe almış teninde gezdirip " nasıl oldu" amacı soru sormak değildi. Sadece konuşsa bile olurdu.

 

Afran gözleri kapalı bir şekilde gülümseyerek " iyi oldu" dedi. Geçirdiği kaza Zeynep'i ona getirmişti. Şimdi git bir daha kaza geçireceksin deseler koşa koşa giderdi.

 

Zeynep acı buruk bir gülümsemeyle " duyunca çok korktum "

 

Afran gözlerini açıp içinde kaybolmak istediği yeşilliklere bakarak " bende çok korktum" dedi ve elini uzatıp ona dokunmaktan korkarak havada asılı bıraktı. Bakışları eli ve Zeynep arasında gidip gelirken " ölme ihtimali ve ölürken seni son defa görememek beni çok korkttu " dedi.

 

İkisinin korkuları ortaktı.

 

Zeynep sesli bir nefes alıp içinde bulundukları ana çok kapılmamak için " nasıl olduğunu görmeye geldim"

 

" İyi değilim. Lütfen gitme "

 

Afran'ın yalvarır gibi çıkan sesi genç kızın yüreğine sancıydı.

 

O'da iyi değildi ve gitmek istemiyordu. Lakin mecbur gitmeler vardı. İstemeye istemeye atılan adımlar.

 

Zeynep üzgün gözlerle o'na bakarken Afran bu sefer anlamak istemiyordu.

 

Gitmesin kalsındı. Sarar saklardı onu tüm korkulardan.

 

Zeynep gözünde ki yaşlar serbest kaldığın da Afran'ın yüreği sızladı. Yutkunarak " gitmeyeceksin değil mi?" Diye bir umut sordu.

 

Gitmesindi!

 

Hem gitmek güzel bir şey değildi. Niye gidilirdi. İnsan istemediği yere niye giderdi. Kafasında gitmek ve o'na dair cevaplar.

 

Zeynep başını eğip fısıldayarak " mecburum " dedi. Afran ilk defa onu duymayı red etti. Hayır giderken aklını kalbini de kendisiyle götürüyordu. Bu zulüm niyeydi.

 

Serum takılı elini uzatıp haram olduğunu bildiği halde elini tuttu. İkna etmeye çalışan bir çabayla " gitme orada mutlu değilsin. Benimle kal " histeri

kli sesi yalvarır gibiydi.

 

Zeynep gözlerine bakmaya bile utanıyordu. Onu yarı yolda bırakan kendisiydi.

 

"Kalmak bu dünyada yapmak istediğim tek eylem"

 

"O zaman kal!"

Anlamıyorsun "

 

"Yeteri kadar anladım. Seni anlamaya çalışmak çok acı veriyor "

 

" Ben yapamam olmaz!"

 

" Niye olmasın "

 

"Bizi öldürürler "

 

"Şimdi yaşıyor muyuz?"

 

"Nefes aldığını biliyorum"

 

"Aldığım nefes acıdan başka bir şey vermiyor "

 

Zeynep konuştukça Afran tepki gösteriyordu. Diğer elini uzatıp çenesini kaldırdı. Göz göze geldiğin de boğuk yaralı bir sesle " Zeynep'im ben Elfida olmanı hiç sevmedim "

 

Genç kız onun yaralı yüzünü seyre dalarken Afran deniz de değilde bir çift yeşilde boğulmak istiyordu.

 

" Gel gidelim sensiz üç yıl yaşadım. Sensiz bir otuz yıl daha yaşayacağıma senile üç gün yaşar en azından yaşadım derim "

 

Zeynep'in göz yaşları pıtır pıtır dökülürken çenesini onun elinden çekip " olmaz yapamam. Hem ben sana adımı anma ben evliyim günah demedimmi" diye acı gerçeği dile getirdi.

 

Neyi yapamıyordu.

 

Niye sürekli engemelli konuşuyordu.

 

"Unut anma aklına getirme, sadece merak ettim geldim"

 

Afran burnundan soluyarak "

Ulan zalım dilime ismini yasakladın diye gönlüm sana lal olur mu sandın?" Diye gürledi. Artık isyan etmek istiyordu. Serum takılı eli yumruk olurken" ben seni dün gibi ve ilk gün gibi veya yarın gibi çok seviyorum. Takvim yaprakların da rakamlar değişiyor iken sen yerli yerinde gönlümdesin. Ve sen bana unut diyorsun "

 

Zeynep'in gözleri titrerken. Elini tutup göğsüne götürdü. Bedeninde ki acı sesine yansırken "Seni severken 206 kemiğim sızladı.

24 kaburga kemiğim kalbimi koruyamadı" konuşurken sesi titriyordu. Artık ayrılığı red ediyordu.

 

Hastane odasında o konuşurken Zeynep Afran'ın gözlerine bakıp gözleri dolu dolu bir şekilde son defa sevdiği adamın çehresini seyre dalarak gözlerinde ki yaşlara engel olamadı. İsyanını anlıyordu ama onun isyan etmeye bile hakkı yoktu.

 

Söylediklerie yanıt alamayınca Afran'da onu seyre daldı. Nasıl güzeldi. Bakılmayacak kadar narindi sevdiği. Odada sessizlik ikisinden çıt çıkmıyordu. Sevdiği adamı seyreden Zeynep. Afran ise sevdiği kızın titreyen çenesinin gözlerinde ki yaşların akışını izliyordu. Bana bakma haramım demişti o sözü tekrar eder diye ödü koptu. Buna rağmen elini kaldırıp sevdiğinin dininde ki yasakları çiğneyerek gözünden dökülen yaşları tek tek avucunda toplamaya çalıştı. Sevgileri ziyan olurken onun gözünden dökülen yaşların ziyan olmasını istemeyen bir telaşı vardı. Zeynep gözlerini yumup yanağını sevdiği adamın avuç içine bastırdı. Afran hırsızlığa çıkmış yetim gibi alelacele bir edayla onu kendisine çekip dudaklarını yanağına bastırdı ve fısıltıyarak "bitti mi?" Dedi. Lakin sesinde ki fısıltı sanki bir zerdeniş isyan ah gibiydi. Buraya neden geldiğinin farkındaydı. Çaresiz çırpınan bakışları. Sessizliği.

 

Zeynep dudaklarını ıslatırken akan göz yaşlarının tuzlu aroması diline bulaştı. Dudaklarını acı bir tebessüm ile kenara kıvrıldı ve dile kemiğe batan bir acıyla " uzattığın eli tutmadığım da bitmişti" diye belki de acı gerçeği dile getirdi. Kendi diliyle gönlünde yaktığı ateşin göz yaşlarıyla söndürmek mümkün müydü?

 

Uzattığı eli tutmadığın da " bitmişti" değil mi? Afran duyduğu gerçek ile sarsıldı.

 

O zaman mı bitmişti?

 

Peki bu bekleyişler neye dairdi.

 

Niyeydi.

 

O zaman kalbinde ki sancı niye yerli yerinde bitmiyordu.

 

Neden sıladan gelecekmiş gibi bekliyordu.

 

"Elfida" dedi yasaklı bir kelimeyi teleffuzdan korkmadan dile getirir gibiydi. Duraksadı... O Elfida değil Zeynep'ti... Yerinde sarsıldı. Birden bir ayaza bir doluya yakalanmış gibiydi. Gökgürültüsü veya şimşekler çakmıyordu lakin Zeynep'in "uzattığın eli tutmadığım da bitmişti" demesi daha çok ses çıkarıyor gibiydi. O sesle Afran sağır olup sevdiğinin sesini duymak istemedi. Çünkü o'na uzattığı elini kullanamıyordu.

 

Eskiden dünyanın en güzel sesinden emsalsiz olan bir besteyi dinlemek gibi gelen tınıyı duymak istemiyordu.

 

Hem bitmek ne demekti. Afran bu kelimeyi öğrenmeyi red ediyordu.

 

Anlamıyordu.

 

O Süryani'ydi. Elfida Süryani'ce öğrensindi değil mi?

 

Afran Türkçe Kürtçe ve bildiği diğer dillerde duymayı red ediyordu.

 

Süryanice öğrensin öyle söylesindi. Kendi kendine Zeynep'in kaç yılda Süryani'ce öğrene bileceğini hesap etmeye çalıştı. O küçücük zaman dilminde aklından geçen milyon senaryo vardı. Bir bahanenin arkasına sığınıp bitmemesi gerekiyordu.

 

Hem bitmekte ne demekti. Ne kadar saçma ve gereksiz bir şeydi.

 

Bitmek!

 

O kadar şey yaşanmışken bitmek. O kadar beklemişken bitmek!

 

İçinden gerizekalı bitmek diye bir şey yok sen yine aptal gibi beklersin. O seni beklemesede de olur. Kalbindekini bitirmeye kimin gücü yeter dedi.

 

Haklıydı kimin gücü kalbine yete bilirdi ki?

 

Sevdiği kadına bu kadar yakın ama onunla olmayacağı gerçeği bir el gibi boğazını sıkıyordu. Ama sanki o el ile mücadele eder gibi direniyordu.

 

Artık dökülen göz yaşları sadece Zeynep'in değildi. Afran her şeye rağmen sevdiğini anlamaya çalıştı. Aşklarını heba ediyordu ve Afran onu suçlayacak tek bir kelimeyi dile getirmiyordu.

 

En çokta Zeynep'i bu üzüyordu. Sevdiği adamın sorgulamadan vaad ettiği sonsuz bir aşkı vardı. Diğer yanda ise Kadir'in merhameti ve diğerlerinin tehditleri.

 

Zeynep Kadir'in merhameti altında eziliyordu. Bazen gösterilen merhamet insana yük olurdu. Tıpkı Zeynep gibi... Zeynep'in vicdanın ki yük Kadir'in merhametiydi. Hele duygularını öğrendikten sonra bu yük daha ağır olmuştu.

 

Afran ise farklı bir durumdaydı. Mevcut bir savaş veriyordu. Verdiği savaş yakının da olan sevdiği içindi. Lakin Zeynep onu yalnız bırakmak ister gibiydi. Tüm yükü sırtlanacak günahı vebali ne varsa alıp gidecekti lakin Afran bırakmaya niyetli değildi. Gerekirse onunla savaşmaya hazırdı.

 

Fakat kıyabilirse savacaktı.

 

Tercih belliydi. Tek taraflı bir savaşta yenilgiydi ve zafer imkansızdı. Afran'ın yenildiği tek kişi Zeynep'ti.

 

Zeynep'in yüzünü elleri arasına alıp fısıltıyla " olurda evin dediğin yer yıkılırsa beni hatırla ve yalın ayak olsan bile bana gel. Yüzüne tüm kapılar kapanmış olsada Kalbimin kapıları her zaman sana açık olacak" dedi ve geri çekildi.

 

Daha söyleyecek çok sözleri vardı. Bu andan bitmesin. Acı verse de bu anda kalsın istiyordu. Kuruyan dudaklarını göz yaşları ıslatırken "olurda birgün geri dönersen yemin ederim hiçbir şeyin nedenini sormam sadece kollarımı açar beklerim. Yalvarırım gitme bizden vazgeçme ya da bize açık bir kapı bırak bir yerlerde bizim için açık bir kapının olduğunu bilmeye ihtiyacım Zeynep benim sana çok ihtiyacım var" dedi ve gözleri boşluğa düşerken " Kadir yoğun bakımda ama benim ondan çok sana ihtiyacım var. O ölmeyecekse gel beraber ölelim " dedi ve sustu. Kadir'in durumundan haberi vardı. Ama bu sefer bencil olan taraf olmak istiyordu.

 

Çalıya takılmış bir serçe'nin kalp atışları gibi çaresizlik içindeydi.

 

Tükenilmişlik içinde "bitmesin " diye fısıldadı.

 

Zeynep gözleri dolu dolu kalbinin sahibi olan adama bakıp "mahşer günü dirildiğimiz de ben o telaşla ilk seni arayacağım ama bu dünyada bizden olmaz" dedi.

 

Bu ondan ikinci vazgeçişiydi ilkin de umutları vardı. Belki birgün kavuşuruz diye tanrıya yapılan duaları.

 

Afran için mutluluk sanki bir okyanusun en dibiydi ve ne kadar yüzerse yüzsün boğulacak gibiydi.

 

Afran boğazında olup yutamadığı bir yumruyla "tamam belki mutsuzduk ama ben; belki senden başkasıyla mutlu olur muyum? Diye aklımın ucundan bile geçirmedim. Şimdi sen diyorsun ki biz bu dünyada kavuşamayacağız. Söylesene bana Elfida ben hayalini kurmadığım bir uykuya bile yatamazken sen bizden vazgeçip yaşa diyorsun. Ben sensiz nasıl yaşanır bilmiyorum. Hadi bensiz nasıl yaşanıyor öğrendin ise sensiz nasıl yaşanır öğret bana lütfen eğer bitecekse bile gel beraber aynı enkazın altında aynı mezara gömülelim " konuşmaktan çok yalvarır gibiydi.

 

Zeynep artık konuşacak takadi kendisinde bulamıyordu. Hem ne söylese yalan olacak.

 

" Bekleme " dedi... " Bizden olmaz " dedi. Arka arkaya kelimelerle cümleler kuruldu ama hiçbiri yeterli gelmedi.

 

Ondan uzaklaşıp yataktan kalkmak istediğin de Afran onu kolundan tutup " lütfen biraz daha kal " diye yalvarır gibi konuştu. Zeynep gitmesi gerektiğinin bilincinde " gitmek gerekiyor" deyip gözlerine baktı.

 

Gitmesini istemeyen bir sevgili ve gitmek istemeyen bir aşık. Bakışları birbirindeyken Afran bakışlarını çekmeden "lütfen sadece birkaç saniye daha kal "

 

Kalacağı birkaç saniye için yalvaracak durumdaydı. Zeynep yutkunup kalkmak istediğin de bu sefer fısıltıyla "Lütfen beş saniye daha " dedi.

 

Zeynep onun gözlerine bakarak " yedi saniye " dedi ve birbirlerinin gözlerine bakarak içten yediden geriye saymaya başladılar.

 

Sessiz geri sayımları bittiğin de Zeynep yatakta kalktı, kalbi "Allah'ım aklım en güzel imkansızım olarak ömrüme yazdığında kaldı. Bedenimin her zerresi onu seviyor ama biz imkansızız" diyordu.

 

Arkasını dönüp giderken Afran kolunda ki serumu çekip zorlanarak yataktan kalktı. Genç kız kapıyı açıp giderken Afran ona yetişe bilirim umuduyla son takadi ile arkasından yürüdü. Koridora çıktığında uzaklaşan Zeynep'in arkasından " gitme diye bağırıp dizlerinin üstüne çöktü ve onu bıraktığı yerde sırtını duvara dayayıp hıçkıra hıçkıra ağladı.

Kim demiş erkek adam ağlamaz diye yeri geldi mi hüngür hüngür ağlardı.

 

Afran'ın elinden gelen hiçbir şey yoktu. Zeynep sonsuza kadar onlara veda edip arkasında bırakıp gidiyordu.

 

Afran'ın gitme diyen sesi kulaklarına dolduğunda adımlarını durdurmadı. Dursa gidemezdi. Koridoru döndüğün de fısıltıyla " beni sevmekten vazgeçme ne oluyor. Biliyorum bencillik ama ben sensiz en sevdiğim müziği bile dinleyemiyorum. Biliyorum giden benim ama yine beni sev! Farzet gitmedim ilk esen yelde sana geleceğim gibi bekle, evinin olduğu sokaktan geçeceğim gibi bekle, belki camdaymışsın gibi ve ben geçerken özlemle gülümsüyorsun gibi... Beni sevmekten vazgeçme ne olur. Kısacık ömrüme kocaman bir aşk sığdırdın. Biliyorum yaşarken kaburgaların kırıldı. Kalbini oraya sığdıramadın fakat yine de beni sevmekten vazgeçme ne olur. Ben fısıldasam duyucak gibisin. Yalvarırım beni sevmekten vazgeçme ne olur" diye kendi kendine konuşarak yürüyüp oradan uzaklaştı.

 

Afran için de durum farklı değildi. Sırtını yasladığı duvar onu tutmaya yeterli değildi. Nefes alamaz gibiydi. Hastanedeydi ama hiçbir doktor yarasına derman bulamazdı.

 

Zeynep'in fısıltısını duymasa bile kimseyi sevecek hali yoktu. Kendini kaybetmiş bir durumda zaman mekanı unuttu. Zarzor ayağa kalktıp etrafına baktı. Sevdiği bırakmıştı onun burada ne işi vardı. Sendeleyen adımlarla yürüyüp hastaneden çıktı. Serin hava yüzüne nüfus ederken aklını yitirmiş sarhoş gibiydi.

 

Mevsim yazmıydı? Yoksa kışmı?

 

Afran bunun farkında bile değildi lakin tepeden tırnağa üşüyordu. Hastanenin bahçesinde attığı birkac adımla dizlerinin üstüne çöktü. Viran bir haldeydi. Gecenin o saatinde oradan geçenler durup bakmaya başladılar. Kimse ne olduğunu bilmiyordu ama harap olmuş bir adam vardı.

 

Kim bilebilirdi ki sevdiği gitmişti ve bu gidişin dönüşü yoktu.

 

Hastane bahçesinde gelip gidenler etrafına toplanıp ona ne olduğunu anlamaya çalıştılar.

 

Afran ise dizlerinin üstüne çökmüş kimseye aldırmadan hüngür hüngür ağlıyordu.

 

Herkes ona üzgün gözlerle bakarken aralarından biri sıyrılıp elinde ki şu şişesinin kapağını açıp dudaklarına uzatarak " al iç ne oldu yakının mı hasta " diye sordu. Yüzüne dikkatlice baktığında kaza geçirdiğini düşündü.

 

Hastamıydı?

 

Afran kafasını olumlu anlamda sallayıp elini kalbinin üzerine koyarak " burası hasta çok acıyor" dedi.

Suyu uzatanlar o'na ne olduğunu anlamıyordular ama suyu uzatan anlamıştı. Uzattığı su havada asılı kaldı.

 

Afran sevdiğim kız beni bıraktı kalbim ağrıyor diyemedi. Hislerin verdiği acıyı duyguyu dile dökmek zor gelirdi. Hem söylersen nasihat vereni de çok olur. Dermansız bir derdin vardır ve önüne gelen sana merhem sürmeye çalışır gibi bir şey!

 

Afran'ın ki öyle bir şeydi.

 

Gewer onu iyi anlıyordu. Kelin ilacı olsa kendi başına sürer misali diz çöküp açtığı su şişesinden bir yudum alıp "ben doktorum ama yaşadığın şeyin bir ilacı yok ve geçmiyor" dedi.

 

Suyu Afran'a uzatmış ama kendi içmişti.

 

O'da bu açılardan geçmiş biriydi.

 

Afran annesini kaybeden çocuklar gibi hıçkırarak göz yaşı dökerek " peki ne olacak " diye iç geçirdi.

 

Gewer onun gibi sesli bir nefes alıp elini yere koydu ve yanına oturdu. Hastane bahçesinde Gelen geçen yedi yabancı olan herkes onun için üzülüyordu. Kimse derdinin ne olduğunu biliyordu.

 

Sol kaburgasının altında onlar için inşa ettiği evi talandı ve sol kaburgası kalbini koruyamıyordu. Zeynep'i oradaydı ya Afran'ın evi orasıydı. O bu kadar acı çekerken Zeynep arkasına bakmadan gitmişti. O'da biliyordu arkasına baksaydı gidemezdi ve Afran ilk defa arkasına bakmasını çok istemişti. Başını kaldırıp etrafına baktı. Bir umut pişman olur gelir diyordu ama gitmişti. Bir daha bakıp onun ne gittiğine nede geldiğine bakamayacağının bilincindeydi.

 

Son defa arkasına bakıp "bensiz mutlu ol yaşamaktan asla vazgeçme" diye fısıldadı.

 

Ama yaşamadan nefes al der gibiydi.

 

Küfretseydi bu kadar ağır olmazdı.

 

Onun için atan kalbini zincirlemek istedi. Dursa daha rahat edecekti. Gewer bıkkın bir nefes alıp etraflarına toplanan kalabalığa hitaben " dağılın önemli bir şey yok" dedi. Etraflarında ki insanlar kısa bir süre ne olduğunu anlamaya çalışsalar da kısa bir süre sonra dağıldılar.

 

Gewer elini dizine koyup " korkma bu gecenin sabahı olacak" dedi.

 

Afran'ın bakışları o'na döndüğün de yüzünde sahte bir tebessümle " ama sen asla eskisi olmayacaksın" diye devam etti.

 

Eliyle kalbini gösterip " oranın atması sana yük gibi gelecek ama sonra alışacaksın "

 

Afran kafasını olumsuzca sallayıp " ben alışmak istemiyorum" diye red etti.

 

Niye alışıyordu ki?

 

Gewer başını kaldırıp gökyüzüne bakarak " istemediğine alışmayı öğreneceksin "

 

Afran'ın kaşları çatıldığın da " bak ben doktorum ama kendime yararım yok " dedi ve ayağa kalktı. Elini Afran'a uzatıp " sana da yararım olmaz ama seni teselli ederim"

 

Afran ona uzatılan ele baktığında " seni olacak umutlan diye olmayacak yalanlar söyleyemem ama dinlerim" dedi.

 

Afran uzatılan eli tutup ayağa kalktığında yarı alayvari bir sesle " bu gece kendi dertlerimi bir kenara bırakıp senin için efkarlanacağım " dedi.

 

"İstemiyorum " diye aldığı cevapla destek olmak için Afran'ın kolunu tutup " şimdi böyle diyorsun ama eve gidip tek başına kaldığın da kendi kendine konuşmaya başlayacaksın" dedi ve yürümeye başladı. Afran'da onunla beraber yürüyordu.

 

" Tamam bırak gidip kendi evimde kendi kendime konuşayım"

 

" Deli misin niye kendi kendine konuşacaksın "

 

"İnsan kendi kendine konuşunca deli olmaz "

 

"Akıllı olan da kendi kendine konuşmaz"

 

İkisi yürüyüp hastane bahçesinden çıkarken sanki tek dertleri kendi kendine konuşmak gibiydi.

 

Gewer'in amacı saçma bir konu olsa bile Afran'ı konuşturmaktı. Afran ise kalbinde ki ağrı ile aklını yitirmemek için mücadele ediyordu.

 

Gewer cebinden arabasının anahtarını çıkarıp kapıları açtığın da Afran ne yapacağını bilmiyordu. Hastaneye dönmesi gerekiyor mu yoksa eve gitmeli miydi?

 

Ya da başka bir yere!

 

Aklının almadığı bir yere gidebilirdi.

 

Gewer onun arabaya binmediğini fark ettiğin de kolundan tutup binmesine yardım etti.

 

Üzgündü.

 

Kendisi için tanımadığı yabancı için. Aşk acısı çeken herkes için. Eskiden Zerya'nın aynı acıyı yaşamadığı için mutluydu ama bu bile uzun sürmemişti.

 

Arabayı sürerken nereye gideceğini düşündü. Yanındakini nereye götürebilirdi. Kısa bir süre düşündükten sonra arabasının yönünü belirledi. Bir kaç saatlik bir yolculuktan sonra şehrin dışında bağ evine geldiler. Gewer arabayı durdurup etrafına bakındığın da sesli bir nefes alıp " hadi inelim burası sessiz sakin bir yer " dedi.

 

Ama Afran onu duyacak halde değildi. Başka bir evrene geçiş yapmış gibiydi. Gewer arabanın kapısını açıp inmek için hareketlendiğin de Afran'ın hiçbir eylem de bulmadığını fark edip o'na döndü. Afran'a döndüğü anda kendinde olmadığını anlayıp arabadan indi ve diğer tarafa geçti. Kapıyı açıp onu kolundan tutarak arabadan indirdi. Sabah olmasına çok yoktu. Zaten bu gece de uyku tutmazdı. Eve doğru yürümeye başladıklarında Afran nerede olduğunu idrak etmeye çalışarak " nereye gidiyoruz " duygularını yitirmiş gibi bir sesle konuştu.

 

Gewer sesli bir nefes alıp " seni tanımıyorum ama orada yalnız bırakamazdım " dedi ve saksıda olan anahtarı alıp kapıyı açtı.

 

İçeri girdiklerinde Gewer karanlıkta eliyle elektrik düğmesini arayıp ışıkları açtı. İkisinin gözleri ışığa alıştığın da Afran boş bakışlarla etrafına bakındı. Gewer onu izlerken kendisini görüyordu. O'da o gece Cemal Varon olmasa ne yapacağını hiç bilmiyordu.

 

Her şafağın etkisinden çıkmadığı bir gecesi vardı. Gewer o geceyi nasıl atlattığını hatırlamak bile istemiyordu. Eliyle yer gösterip " otur sana bir çay demleyeyim iyi gelir" deyip küçük tezgaha yöneldi.

 

Afran kanepeye otururken" bu saatten sonra bana hiçbir şey iyi gelmez. İyi gelecek olanda bana iyi gelmez "

 

Gewer'in dudakları kenara kıvrıldı. Bunu en iyi bilen kendisiydi. Çayı ocağa koyup " bugün en kötüyü yaşadığını sanıyorsun ama bekle daha kötüsü elbet vardır " deyip Afran'ın karşısına oturdu.

 

"Başkasına gelin olduğunu gördüm "

 

"Kollarımda onu terk eden kocası için ağladı "

 

Afran yutkunurken ona baktığında sırtını kanepeye yaslayıp "çocukluk aşkımdı nişanlanacağım gün benim o'na gönderdiğim elbiseyle başka bir adama gelin oldu" diye devam etti. Herkes en büyük dert onun sanırdı. Takı daha büyüğünü duyuncaya kadar.

 

Gewer alt dudağını yuvarlayıp dişlerinin arasına alıp ezerek " bebeklerinin ilk kalp atışını ben dinlettim " başını geriye yatırıp tavanla bakışırken " hiçbiri onun bana değilde o adama aşık olduğunu anladığım an kadar canımı yakmadı"

 

Afran o an buzullar da üryan kalmış gibi üşüdü. Bedenini soğuk bir titreme sardığın da Zeynep'in Kadir'e aşık olabilme ihtimaliyle aklını yitirecek gibi oldu. Sol kolunu hareket ettiğin de çok zorlanıyordu ve bu gidişle hiç kullanamaz hale gelecekti.

 

O gece sökmeyen bir şafağa meyilli gibiydi.

 

Afran kah isyan etti. Kah eve sığmadı. Gewer bazen teselli ediyor. Bazen de dinliyordu. Sabaha doğru evden çıkıp beraber yürümüşlerdi.

 

Afran çaresiz.

 

Gewer ise o yolu yürüyendi.

 

Biri yaşasın diye iki kişinin aşkı ölmemeliydi.

 

Onlar başkaları yaşasın diye aşklarından olan adamlardı

 

*

*

*

Zeynep ise başka bir alemdeydi.

 

Afran'ın yanından ayrıldıktan sonra saatlerce ağladıktan sonra geri dönmüştü.

 

Artık pes eden bir Zeynep'ti. Kaderin o'na getireceklerini kabul edecekti.

 

Ölümün kurtuluş oldugunu düşüncek kadar çaresiz kaldığı bu geceyi nasıl atlattığını hiç anlamayacaktı. Güneşin kaybeden ay gibi karanlığa düştü. Ama elbet gün doğacaktı.

 

Ayrı olsalar da aynı gökyüzünün altında nefes alacaklarının umuduna sarılıyordu. Lakin bu bile yaşamak için bir nedendi. Fakat o'na bunları bile fazla görmüşlerdi. Ailesi, Afran'ın dinine kökenine karşıydı. Ya da bu onlar için bir bahane olmuştu. Zeynep sevdiği ve ailesi arasında heba oldu.

 

İstemediği bir seçime zorlanmak ve istemediği bir seçimi yapmak. Kalbi ve mantığı emsalsiz bir savaş içindeydi. Kalbinin dediğini yapsa vicdanı, vicdanın dediğini seçse kalbi ağrıyordu.

 

Sanki çıkmaz bir sokakta bir kapı açılmasını beklemek gibi bir şey.

 

İzin verseler di Zeynep o çıkmaz sokakta adım atmadan ömür tüketecek haldeydi ama buna bile izin vermiyorlardı.

 

Biri namını gururunu düşünürken diğer tarafta oğlunun mutluluğunu düşünüyordu. Ya zavallı Zeynep o ne yapsındı. Niye kimse onu düşünmüyordu.

 

Aile baskısı altında kalan Zeynep, zaten istemediği halde Kadir ile evlenmeye zorlanıp mecbur kalmıştı.

 

Afran'ın aşkıyla yaşama hayalleri, ailelerinin duvarlarına çarptı ve sevdiği adamı bırakmak zorunda kaldı. Yüreği kırık, hayatını Kadir ile devam etmeye çalışırken son yaşananlar üstüne toz biber oldu. Soyhan konağında kimsenin gözüne batmadan hizmetçi gibi yaşamayı bile kabul etmişti ama bu bile yeterli gelmemişti ki istekler farklı yöne gitmeye başlamıştı.

 

Koridorda yürürken çarpıştığı bedenle duraksadı. Başını kaldırdığın da babası ile göz gözeydi. Arkasında Baran ve Kemal abisi vardı. Belli ki hastanede olan oğulları için gelmişlerdi. Babasını en son kalp krizi geçirdiği vakit görmüştü.

 

Halit beyde şaşkındı. Bir adım geri gidip çenesini kaldırıp "o Halit bey sizi buralar görmeyi hiç beklemiyordum" dedi.

 

Halit Bey'in kaşları çatılırken Zeynep'in dudakları kenara kıvrıldı. Artık ağlamıyor veya ağlayamıyordu. Dudaklarını birbirine bastırıp "sizde haklısınız eserinizi görmek istediniz " dedi ve kafasını sallayıp " nasıl görünüyorum " sanki konuşan Zeynep değildi. Karşılarında başka biri var gibiydi.

 

Zeynep boğazını temizleyip " biliyor musunuz? Bir gün gittiğimde;

Geride hiç bir izim kalmasını istemiyecek kadar kırgın ayrılacağım bu dünyadan ve bugün için sizi asla affetmeyeceğim "

 

Halit Bey ne olduğunu anlamaya çalışırken Baran bir adım öne atılıp " Zeynep bacım biz " diye kendisini ifade etmeye çalıştı ama artık Zeynep'in dinlemek gibi bir niyeti yoktu.

 

Halit bey gözlerini kapatıp sakin kalmaya çalıştığın da Zeynep öfkeyle "

Ben buradayım! Gör bak ne haldeyim" diye bağırdı.

 

Dün burada hastane odasında sevdiğine ömür boyu yapılmış bir veda vardı. Eliyle kendisini gösterip "Bak saçını öpmeye kıyamadığın kızın ne hâlde, nefes alıyorum ama her gün eksilerek ölüyorum "

 

Halit bey ve abileri ona bakarken" ben size ne yaptım. Benden niye bu kadar nefret ediyorsunuz " artık sevildiğini düşünmüyordu.

 

El bebek gül bebek büyütülen kız artık kimse tarafından sevildiğini düşünmüyordu.

 

"Kahramanım olmalıydınız düşmanım değil !" Diyen ses belki yaşadığı duyguları anlatan tek cümleydi.

 

Hayatı farklı olabilirdi. Mutlu olabilir. Şuanda derdi tasası severek okuduğu bölümde düşük aldığı not olabilirdi.

Lakin olmamıştı. Kemal ve Baran pişman bakışlarla o'na bakarken, onun gözlerinde yedi yabancıdan farksızdılar.

 

"Böyle yapmaya beni bu hale düşürmeye mecbur değildiniz. Beni kollarınızın altına alıp korumanız gerekirken heba ettiniz"

 

Heba olmuştu. Gelen ezip geçiyordu. Konuşurken ağlamamak için kendisiyle verdiği mücadelenin haddi hesabı yoktu. Çünkü ağlasa kendi göz yaşında boğulacak gibiydi.

 

Kader mi? Yoksa imtihan mı?

 

Peki kaderine niye kullar müdahale etmeye çalışıyordu ki?

 

Kemal mahçup dolu sesiyle "bacım biz " dedi ama devamını getiremedi.

 

Zeynep'in kaşları havalanırken abisinin ne diyeceğini merak ediyordu. Bacım ne diyecekti.

 

Peki bacıları artık onları abisi veya ailesi olarak görüyor muydu?

 

Konuşmanın devamının gelmeyeceğini anlayan Zeynep'in üst dudağı yukarı doğru havalandı ve alayvari bir sesle " bacım ne?" Diye devamını merak ettiğini belirtti. Alt dudağını yuvarlayıp dişleri ile ezerken " birkaç yıl önce olsaydı alacağım en küçük zarar da size koşarak gelirdim. Şimdi sizden başka kim bana daha zarar verebilir diye düşünüyorum " dedi ve bakışlarını babasına döndürüp " Mardin'in merhamet adalet temsili olan Halit Botan bana niye merhamet etmedin" dedi.

 

Yapılan sitem ile Halit Botan'ın göz bebekleri titredi. Ama Zeynep bugün konuşmak istiyordu ve daha söyleyeceği çok şey vardı. Gözünden dökülen bir damla göz yaşı firar ederken "düşmanın değilim baba beni bu kadar kolay niye gözden çıkardın" diye fısıldadı. Babası ve abileri onu duyuyordu.

 

Zeynep bakışlarını babasından çekmede " herkesi dinleyen babam bana niye sağır oldun" dedi ve kafasını olumsuzca sallayıp"herkesi dinleyen konuşan babam bana niye dilsiz oldun " dediğin de sözleri kurşun sıkmadan beden yaralıyordu.

 

Baran kız kardeşine doğru bir adım atıp " Zeynep'im biz iyiliğin için yaptık"diye tereddütle konuştu.

 

Zeynep onu onaylar bir şekilde kafasını sallayıp " iyiliğim için o kadar çok şey yaptınız ki öldürseydiniz bu kadar canım yanmazdı" dedi.

 

Artık iyi değildi ve kimse onun iyiliğini düşünsünler istemiyordu.

Çünkü günün sonu hep kötü oluyordu.

 

Kemal abisi o'na doğru atılıp o'na sarılmak istediğin de Zeynep onu itip öfkeyle " uzak dur benden. Bana yakın olmanız ölmüş gençliğimin kemiklerini sızlatırıyor. Bana sırt bana ev olacak beni güvende tutmanız lazımdı ama sizler beni başımın üstünde ki çatıdan ettiniz. Ben artık aldığım nefesi bile veremez hale geldim. Çok kırıldım zorlandım yemin ederim kalbimi duracak sandım, yine de her seferinde ailem yanımda olsun istedim. Şimdi ise

evin güneş görmeyen odası gibiyim. O odaya hiçbir zaman ışık girmeyeceğini biliyorum " diye feryat eder gibi konuştu. Kemal sarılmak istemişti şimdi ise taş kesilmiş gibi hareket edemiyordu.

 

Halit bey "kızım böyle olması gerekiyordu" dediğin de Zeynep kafasını olumsuzca sallayıp "babalar kızlarını savurunca insan bazen baba diye birşey olmazsa diyor " dedi ve Halit bey ilk defa acımasız olduğunu kabul etti.

 

Baran acı çeken bir sesle " Zeynep " diye konuşmak istedi ama Zeynep'in artık dinleme gibi bir niyeti yoktu.

 

Abisine bakıp " siz benim hayallerimi, güvenimi yaşam sevincimi aldınız. Artık ölmüş gençliğimin kemikleri sızlıyor ve ben yaşamak istemiyorum "

Gözünden dökülen yaşlarla " bir kızın olsun abi, o'na her baktığınız da bana yaptığınız haksızlık aklınıza gelsin ve benim gibi olurmu diye ödünüz kopsun. Bir oğlun olsun abi başını her yastığa koyduğun da Afran gibi olurmu diye aklın çıksın. Yengemi hiçbir zaman affetmeyeceğim tıpkı seni affetmeceğim gibi" dedi. Baran irileşmiş gözlerle ona bakarken o Kemal abisine dönüp " sen abi, saçlarımı okşarken bile elin titrerdi. Beni diğer abimlerinden bile kıskanır halasına benzeyen bir kızım olsun da sende abini kıskan derdin. Evlat yüzü görme saçlarını okşayacağın bir kızın hiç olmasın. Hiç acımadan saçlarımdan tutup sürükledin. Elin evlat saçı okşamasın benim saçlarıma bile hasret kalsın " dedi.

 

Kemal duydukları ile duvara dayanmış ayakta durmaya çalışıyordu. Abilerine of demeye kıyamayan kız beddua ediyordu.

 

Zeynep'in bakışları babasını bulduğun da en büyük sitemi onaydı. Evlattı! El bebek gül bebek büyütülen bir kızdı. Baba sevgisini dibine kadar görmüştü. Üstünde ki enkazın ağırlığı belki bu yüzdendi. Kalp krizi geçirdiğin de yine dayanamayıp gitmişti. Orada yine hüsrana uğramıştı. Afran'ın canı için içilen andılar yeminler. Belki onun canının kıymeti yoktu diye Afran'ın canı ile tehdit ediliyordu.

 

Şeytan sevdiğinin elinden tut git ölüme diyordu ama mevzu bahis sevdiğinin canı olunca durum farklıydı.

 

Genç kız kuruyan dudaklarını ıslatıp "sen bana keşke babam olmasaydı dedirttin ya, Allah sana uzun ömür versin. Tüm sevdiklerinin acısını gör ama can verme " dedi.

 

Babasına beddua edememişti.

 

Zeynep o gün çok göz yaşı döktü. Allah var o gecenin sabahı olduktan sonra başka hiçbir geceden korkmadı.

 

Ailesinin yanından süzülüp geçerken fısıltıyla " Allah'ım kulun merhamet etmiyor. Bu acı canımı çok yakıyor, sen merhamet et " diye sesizce yakardı. Elbet sesine sağır olanlar varsa sesini duyan yaradan vardı. Ailesi artık arkasında bıraktığı yabancılardı. Kulun kula ettiği dua kabul olurdu. Zeynep'in ki ahttı.

 

Kadir o gecenin sabahında normal odaya alındı. Doktorun daa hasta yakınlarının onu görmesine izin vermesiyle önce Serpil hanım içeri girdi.

 

Kadir ailesine kızgındı ama yaşattığı korku yüzünden de bir şey diyemiyordu. Hastaneden çıktıktan sonra konuşmayı kafasına not aldı ve onların geçmiş olsun dileklerini kabul etti.

 

Serpil Hanım'dan sonra Benaz hanım girdi torununu gördüğü acı hali hiçbir zaman unutmayacaktı. Oğlunun tek oğluydu ona göre soyunun devamıydı. Kadir'e bir şey olabilme ihtimalini bile düşünemiyordu. Bu da hepsini ders olmuştu. Onu üzmemeye dikket etme kararı almışlardı. Benaz hanım torununu saçlarını şevkatle okşayıp "oğul" dedi ama devamını getiremeden göz yaşları dökmeye başladı.

 

Kadir ne kadar kızgında olsa babaannesinin bu haline dayanamayıp ellerini tutup dudaklarına götürdü. Onu ikna etmek isteyen bir sesle " yade mé térs éz rındım " dedi.

(Nene korkma ben iyiyim)

 

Benaz hanım yaşlı gözlerle torununa bakarken onun iyi olduğuna kendisini inandırmak istiyordu. Buna ihtiyacı vardı.

 

Doktor kısa ve sırayla kalabalık yapmadan girmelerine izin vermişti. O çıktıktan sonra Beran Soyhan tüm heybetiyle sarsılmayan omuzları attığı sert adımlarla odaya girdi. Oğluna nasılsın demedi. Gözleri ile baktığın da nasıl olduğunu anlaması zor değildi. Kadir son konuşmaları yüzünden öfkeliydi ve kendisini mahcup hissediyordu.

 

Beran bey elini oğlunun omzuna koyup "bizi korkuttun " dedi.

 

Kadir'de böyle olsun istemezdi ama artık çevre ve aile baskısı yüzünden sağlığı etkileniyordu. Beran bey oğlunu sıkmak istemediği için birkaç dakika yanında kalıp odadan çıktı. Bakışlarını etrafında gezdirip aradığını bulduğunda çattığı kaşlarılayla yeri döven adımları ile koridorda yürüyüp sırtını duvara dayamış kollarını göğsünde çapraz bir şekilde sarmış bomboş gözlerle bakan Zeynep'in önünde durdu.

 

Kayınbabasından ilk defa korkuyordu. Ya da insanları onlarla yaşamaya başladıkça tanıyordu.

 

Artık maskeleri ve gerçek yüzlerinin ayrı olduğunu düşünüyordu.

 

Beran bey yüzünde küçümser bakışlarını harlayan bir öfke vardı. Önce can sonra canan derdindeydi. O'na göre oğlu karşısında ki kız yüzünde bu haldeydi. Kimse kendi yaptığını görmezdi ya öyle bir durum.

 

Zeynep gördüğü bakışlar ile yutkunurken Beran bey onu kolundan tutup "şimdi o aptal aşkını dışarıda bırakıp içeri giriyorsun ve oğlumu mutlu etmek için elinden geleni yapıyorsun. Yoksa başına gelecekleri biliyorsun bana tekrar yaptırma " diye soğuk bir sesle insanı kendi ayakları ile idam sehpasına çıkıp ipini kendisini çekmesi için konuştu.

 

Zeynep çenesini kaldırıp " Allah diye bir yaratıcı var. Belli ki siz varlığını unutmuşsunuz ama unutmayın o unutmaz " dedi ve kolunu onun elinden çekip " dün gece bu hastaneye iki yaralı getirtiniz. Ben gideceğimi biliyordunuz ve bunu gitmem için yaptınız. Merak ediyorum Kadir evladınız ahım oğlunuzdan çıkar diye hiçmi korkmuyorsunuz " dedi ve yanından geçip Kadir'in olduğu odaya ilerledi. Beran bey arkasından ilerledi ve Zeynep elini kapı kulpuna attığı gibi ondan önce davranıp kapı kulpunu tuttu. Kafasını eğip ikisinin duyacağı bir tonda ve soğuk bir tınıyla" ahın bile oğlumun canını yaksa senden bilirim ve on kat yanman için elimden geleni yaparım" dedi.

 

Zeynep ateş saçan bakışlarla o'na baktığında kapı kulpunu indirip koridorda duyulacak bir sesle " korkma gelinim işte kendine geldi"

 

Kapı açıldığında Beran beyin söyledikleri ile kaşları çatıldı ama onun saçmalıklarına takılacak halde değildi. Açılan kapıdan içeri girdi. Tüm yük sırtında aşkını geri de bırakarak.

 

Adımları Kadir'e doğru giderken kalbi artık bedeninden farklı bir evreye gidiyordu.

 

Bakışları Kadir'le kesiştiğin de adamın kaşları çatıldı. Rahatsızlanan oydu ama harap olan Zeynep'ti.

 

"Sana ne oldu"

 

" Geçmiş olsun"

 

İkisi aynı anda konuşmuştu ama Kadir'in sesi biraz yüksek çıktı.

 

Zeynep buğulu gözlerle o'na bakıp " bizi çok korkuttun " dedi.

 

Bakışlarını üstünden çekmedi. Sessiz ve uzun söylenecek bir süreden sonra Zeynep pes eden bir edayla omuzlarını indirip " sana bir şey olsaydı kendimi asla affetmezdim" dedi.

 

Kadir onda ki değişikliğin farkındaydı. Gözlerini kısıp onu izleyerek neyin ters gittiğini bulmaya çalıştı.

 

Zeynep adımlarını masasının yanında olan sandalyeye yönlendirdi ve çekiştirerek yatağın yanında durdurup oturdu. Yorgundu.

 

Ruhen bedenen yorgundu.

 

Ve üstünde pes edilmişligin verdiği bir yenilgi vardı. Kadir iyi biriydi. Beran beyin dediklerini yapacağını biliyordu.

 

İçli bir nefes alıp " seni o halde yerde yığılınca gördüğüm de çok korktum' diyerek söze girdi.

 

Kadir o'na beni niye sevmedin demişti.

 

Kafasını eğip " ailemi kaybettim seni kaybetme korkusu beni hitap etti " dedi.

 

Onu ikna etmek istiyordu. İyi değildi ama çevresinde ki herkesi iyiolduğuna inandırmaya mecburdu.

 

Devamın da geçmiş olmaya gelenler ve Zeynep'in Kadir' e olan yakın ilgisi. Taburcu olup konağa döndüklerinde bile bu devam etti.

 

Beran bey Zeynep'i dikkatlice izliyordu. Dediğini yutacak biri değildi. Afran'ı bulup sevdiğin kadının sonu annen gibi olmasını istemiyorsan şehri terk demişti.

 

O'da Zeynep'e bir şey olur korkusu ile şehri terk etmişti.

 

Akşam olup odalarına çekildiklerin de Zeynep ilk defa ayak ucunda uyumadı ve Kadir'i en çok şaşırtan şey oldu. Zeynep yanında uyurken sabaha kadar uyuyamadı.

 

Çok gece onu uyurken izlemişti ama bu başkaydı. Çünkü ayak ucunda uyuyan Zeynep'i izlemek farklıydı. Yanında uyuyan Zeynep'i izlemek farkıylıydı.

 

Oysa iyileştiğin de Zeynep artık bu işe bir çözüm bulalım diyecekti.

 

İnsanın yüreği yenilmeye meyilli miydi bilinmez ama Kadir'in benliği bile Zeynep'e yeniliyordu.

 

Gelen giden konağa geçmiş olsuna geliyordu ve sürekli bir kalabalık vardı. Zeynep'te ki durgunluğun herkes farkındaydı.

 

Tabi insan gözünün önünde olana kör olur. Kadir onda ki durgunluğu konakta ki kalabalığa yorgunluğa veriyordu.

 

Günler o şekil de devam etti. Konak sakinleşti. Zeynep artık ilgili bir eş gibiydi. Aralarında aşılmaya başlayan bir şeyler. Bu bile Kadir için yeterli bir umut gibiydi. Arka planda yaşananlardan bir haberdi.

 

Elbet benliğini aşka kaybettirecek kadar dirayetsiz değildi. İşe gitmeye başladığın da Zeynep her sabah onu kapıya kadar uğurladı. Artık ailesi ve konak halkı için şikayette etmiyordu.

 

Geç geldiği bir gece de Zeynep onu beklemiş ve geldiğin de sarılmıştı. Kadir o'na ne olduğunu sorduğun da seni kaybetmekten korktum ve arlatamıyorum diye onu ikna etti.

 

Bazen insan inanmak istediğine kör olmak ister. Öyle de oldu. Kadir gerçeği sevdiği kızın gözleri önünde yitip gittiğini fark etmedi.

 

Haftalar geçtikçe Zeynep'in kapıdan uğurlamalarının yanına yanağına konulan küçük öpücükler eklendi. İlkinde Kadir buna çok şaşırdı. Sonrasında işten döndüğünde sarılmalar.

 

Bir gece Kadir ne oluyor dediğin de Zeynep o'na " bana aşık olduğunu niye söylemedin" dedi.

 

Kadir yutkunurken Zeynep gülümseyerek " beni sevdiğini söyleseydin seni severdim " dedi.

 

Sana aşık olurum değil de seni severdim. Kadir cümlede ki farklılığı fark etmedi.

 

Zeynep aşkı vaad etmiyordu. Herkese verilecek sevgi... Belki de onunda cezası buydu.

 

Zeynep ona sarılıp kafasını omzuna koydu. Artık söyleyeceği hiçbir şey için zorlanmıyordu.

 

" Deneyelim biz karı kocayız. Bir birimize bir şans verelim " dedi. Konuşurken Kadir'in hızlanan kalp atışlarının farkındaydı.

 

O gece çok şey konuşuldu. Çoğu duvarlar aşılmış gibiydi. Gece yatarken Zeynep başını Kadir'in koluna koyup gözlerini yumdu.

 

Ayak ucunda uyurken ayağı bile değmesin diye dikkat eden Zeynep kendi isteğiyle adamın kollarında uyuyordu.

 

Kadir her seferinde bir eşik aşıyor gibiydi. Zamanla hiçbir eşiği geçmediğini anlayacaktı.

 

Zeynep aslında ağır bir depresyondaydı. Tabi sorsan depresyon da ne!

 

Günler geçtikçe birbirine daha yakınlaşmış bir çift gibiydiler. Kadir sevdiğinin onlar için bir şeyler yapmasıyla mutlu oluyordu. Artık her akşam beraber bir şeyler yapmalar dışarıya yemeğe veya gezmeye çıkmalar.

 

İki sevgili gibiydiler.

 

Uzun bir süre geçmeden evlilikleri tam anlamıyla gerçek oldu. Zeynep artık Kadir'in gerçek anlamda karısıydı. Zeynep'in saçlarında ki dökülmelerin yerini yenileri alıyordu. Saçlarını sürekli bağlayıp kimsenin farkına varmaması için elinden geleni yaptı.

 

Kadir'in saçların demesine böyle daha rahat ediyorum. Sıkılıyorum gibi gibi sözleri ile bertaraf etti.

 

Başkaları yaşasın diye bir aşk heba oldu.

 

Zeynep ve Afran'da başka herkes mutluydu. Gerçi Zeynep'in ruhen çöktüğünün kimse farkında değildi.

 

Artık yemeklerini düzgün yiyen kilo almaya başlayan bir Zeynep vardı.

 

Soyhan konağının güzeller güzeli gelini Zeynep. Kadir'in karısı Zeynep. Beran bey oğlunu mutlu gördükçe yaptığının doğru olduğuna daha çok ikna oluyordu.

 

Lakin yüzünde sahte bir mutluluk maskesi olsa da Afran'ın anısı, her zaman kalbinde yaşamaya devam ediyordu. Kendine bile itiraf etmediği tek gerçek buydu.

 

Günler haftalara, haftalar aylara dönüştü. Zeynep, yeni hayatına alışmaya çalışıyordu ama Afran'ı unutmak imkansızdı. Her gün onu düşünüyordu, her gece onunla uyanıyordu. Ailesinin baskısı, sevdiği adamı kaybetmenin acısı, Zeynep'in ruhunu kemiriyordu.

 

Günler sonra Hilal'in konağa gelip onu kolundan tutup götürmesi ile gülümsedi. Birilerinin onun için bir şeyler yapmasını istemiyordu. Onun için bir şeyler yapanlar sürekli canını yakmıştı.

 

Gittikleri kafede Hilal ısrarla ne olduğunu sorsada Zeynep " ben iyiyim bir şey olduğu yok" deyip geçiştirmesi ile sonuçlandı.

 

Devamın da alışveriş merkezin de Hilal'in bitmeyen alışverişi başlamıştı. Girdikleri bir mağazada beğendiği eteğin bedenin de son kalanı alan başka bir müşteri ile yapılan kavga .

 

Onun bu halleri Zeynep'in gülümsemesine sebepti. Mağazadan çıktıktan sonra Hilal onu kuaföre yönlendirdi.

 

Zeynep istemeye istemeye kuaför sandalyesine oturdu. Kuaför saçlarını açıp taramaya başladığın başta saçlarında ki kırıkları fark edip

"Saçların kırılmış" dedi gülümseyerek.

 

Zeynep yüzünde sahte bir tebessümle fısıltıyarak " sadece saçlarım mı" diye kendi kendine sordu.

 

Sadece saçları değil kalbi çok kırıktı. Saçlarında ki kırıkları keser aldırtırdı ama kalbinde ki kırıklığı derman yoktu.

 

Kuaför saçlarını tarayıp kırıkları almaya başladığın da bir an keşke saçlarım gibi kalbimi de söküp atsam dedi ama sonra orada Afran'ın olduğunu hatırlayınca dehşete düşmüş gibi bedeni titredi. Bu kadarı haksızlık olurdu.

 

Saçlarında ki kırığı aldırtırdı da kalbinde ki kırıklıkla yaşamayı öğrenmesi gerekiyordu. Gerçi öğrenmişti.

 

Kuaför konuşarak elinde ki makas ve tarağı hareket ettiriyordu ve birden bire çığlığı duyuldu. Elinde ki makas yere düşerken " saçların dökülmüş" dedi.

 

Hilal yerinden fırlayıp yanlarında durduğun da kuaför açılan yerleri gösterip " bu normal bir dökülme " değil diye hayıflandı.

 

Hilal dehşete düşmüş gibiyken Zeynep aynada ki yansımasına bakıp elleriyle saçlarına şekil verip " güzel oldu" dedi ve sanki hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı.

 

Hilal üzgün gözlerle o'na bakarken " konulacak bir şey yok iyiyim. Saçlarım kullandığım bir ürün yüzünden döküldü"

 

Kimseyi ikna etme çabasında değildi. Öyle bir endişesi de yoktu ama Kadir'e söylerse öyle saçlarım döküldü yalanı ile kurtulamazdı.

 

Hilal " saçmalama karşısında çocuk mu var " diye yüzüne bağırdığın da Zeynep duyduğu telefon sesiyle eliyle dur işareti yapıp telefonunu çıkardı ve kulağına götürdü. Karşı taraftan duyduğu sesle " Hilal geldi. Kafamız biraz dağılsın diye alışverişe geldik " dedi.

 

Onun umursamazlığı karşısında Hilal'in ağzı açık kalmış konuşmasını dinliyordu.

 

Zeynep telefonu kapatıp çantasına koyduktan sonra gülümseyerek " senkiyle beraber geliyorlar. Yemeği beraber dışarı da yiyelim dediler bende olur dedim" dedi ve alışveriş paketlerine bakıp " iyi ki alışveriş yaptık hızlıca hazırlanırız " dedi ve eğilip paketler arasında ne giyebileceğine bakınmaya başladı.

 

Hilal üstünde ki şaşkınlığı atıp onu kolundan tutup " kızım saçların dökülmüş iki üç yerde açıklık var ve sen tek derdin akşam çıkacağın yemekte ne giyecekmişsin gibi davranıyorsun " diye bağırdı.

 

Zeynep'in bakışları kısa bir süre boşluğa düştü. Saçları dökülmüştü. Onlar ondan daha yürekli gibiydi. En azından gitmeyi başarmışlardı.

 

Saçlarına kadar kırılmış bir kadındı. Kime ne kadar kırıldığını bile bilmiyordu.

 

Kadın demek olduğu coğrafya da acı demekti. O'da acı çeken kadınlardı. Göğsünü dolduracak kadar büyük bir nefes alıp " iyiyim ben Hilal. Saçlarıma ne olduğunu biliyorum korkulacak bir şey yok" dedi ve eğilip " ben ne giyeceğimi buldum " dedi.

 

Onun bu haline Hilal kafasını olumsuzca sallayıp " Kadir abi biliyor mu?" Dedi ve duraksayıp " haberj yok değilmi? Ona söyleyeceğim seni bir doktora götürsün" diye konuştu.

 

Zeynep elinde tuttuğu elbise ile doğrulup " hiç kimseyi telaşa vermeye hakkın yok ve Kadir benim kocam lütfen aramıza girme "

 

Hilal üzgünce ona bakarken " bu yeni olan bir şey değil. O dönem depresyona girdim. Kadir'in durumu benim yaşadıklarım ağır geldi. Şimdi iyiyim kendimi toparladım. Doktor saçlarım içinde tekrar uzar dedi"

 

Hilal'i ikna etmek istiyordu. Doktor hastane uğraşmak istemiyordu.

 

Hilal ısrar etse de Zeynep kabul etmedi. O akşam beraber yemeğe çıktılar. Rojawan ve Kadir sohbet ederken Hilal'in bakışları Zeynep'teydi.

 

Zeynep kocasını seven mutlu kadın rolündeydi. Ve çok iyi oyuncuydu.

 

Zeynep sevdiği adamı unuttu gibiydi.

 

O gece onun için güzel geçmişti. Eve döndüklerinde hiç beklemediği bir anda kapı önünde yığıldı. Kadir yerde yatan karısını gördüğün de ne yapacağını bilemedi. Önce bağırıp konak halkını çağırdı. Daha sonra da Zeynep'i kucakladığı gibi arabaya koştu.

 

Konak halkı çıkmış onlarla beraber hastaneye koşmuştu.

 

Kadir hastane koridorlarun da ileri geri gidip gelirken delirmek üzereydi. Zeynep'e bir şey olma ihtimalini bile düşünmek istemiyordu.

 

Dakikalar sonra doktor çıkıp " karınız hamile galiba yoruldu ve tansiyonu düştü. Düşük tehlikesi falan atlattımı ?" Diye sordu.

 

Kadir duyduğunu idrak etmeye çalışırken Mevsim gülümsüyordu.

 

Dudaklarından istemsiz bir şekilde firar eden " hamile mi?" Sorusuyla kaşları çatılan" taraf bu sefer doktordu.

 

Emin olmak ister gibi " siz kocasısınız değil mi?" Diye sordu.

 

Kadir kafasını salladığın da doktor yüzünü sıvazlayıp " şey karınızın hamile olduğunu bilmiyor musunuz?" Diye ikinci sorusunu sordu.

 

Kadir kafasını olumsuzca salladığın da " bebek büyük gibi görünüyor en az üç aylık" diye konuştu.

 

En az üç aylık. Kadir bekleme koltuklarına oturduğunda doktor ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

 

Zeynep kendisine gelip etrafına bakındığın da hastane de olduğunu anladı. Kadir koltukta oturmuş onu izliyordu. Doğrulamak istediğin de başına giren ağrıyla acı için de inleyip " ne oldu bana " diye sordu.

 

Kadir soğuk bir sesle " hamilesin diye tansiyonun düşmüş" dedi.

 

Zeynep anlamayan bakışlarla o'na baktığın da " hiç öyle bakma hamile olduğunu yeni öğrendim. Keşke söyleseydin " diye devam etti.

 

Onun bilmediği Zeynep'te hamile olduğunu bilmiyordu.

 

Doktor gelip ultrason ile baktığın da si azarlar gibi " kızım bugüne kadar nasıl anlamazsın biraz daha beklesem doğacak bu " diye konuştu.

 

Zeynep normalde çok uzun süredir bulantı yaşıyordu ve elinden geldiğince bulantılarını gizliyordu. Doktorun konuşması ile eli karnına gitti. Orada ondan bir parça vardı ve ne zamandan beridir onunla olduğunu bile bilmiyordu. Saçlarını kenara verip mahcupca " düzenli bir şekilde regli oluyordum. Bulantılarım hiç olmadı " diye yalan söyledi. Kadir'in bakışları ultrasondaydı. Bebeğinin sevincini bile yaşayamıyordu.

 

En son ne zaman regl olduğunu hatırlamıyordu. Unuttuğu bir çok şey gibi bunu da unutmuştu.

 

Zeynep'in söyledikleri ile doktor kısa bir süre düşünüp " bazen böyle durumlar ile karşılaşıyoruz ama bulantılar yüzünden erken anlayan çok oluyor. Galiba sizde bulantı hiç olmadı"

 

Zeynep ve Kadir aynı anda atılıp " sabahları bazen oluyordu" dedi

 

Doktor taze anne babanın heyecanına gülümsedi.

 

Önce bebeğin kalp atışları daha sonra yapılması gerekenler anlatıldı.

 

Zeynep ve Kadir muayeneden çıktığın da Serpil hanım istemeye istemeye hastaneye gelse de aldığı haberle mutluydu.

 

Konağa döndüklerinde herkes mutluydu. Birinin ki bilinmiyordu.

 

Bebek müjdesi konakta bayram havası yarattı.

 

Artık herkes mutlu gibiydi.

 

Birde Afran vardı . O ise, Zeynep'i unutamıyordu. Her gün onu düşünüyordu, her gece onunla uyanıyordu.

 

Dinlerinin farklılığı Zeynep'in ailesinin engelleri, onları birbirimden ayırmıştı. Ama Afran, Zeynep'e olan aşkını asla unutmadı.

 

Yıllar geçtikse de , Zeynep ve Afran'ın yolları bir daha hiç kesişmeyecek ve o bunun farkındydı. İkisi de, sevdikleri insanları kaybetmenin acısıyla yaşamaya devam etti. Dinleri ve ailelerinin duvarları, onları sonsuza dek ayırmıştı.

 

Buna rağmen Zeynep'in her zaman Afran'ı sevdiğini biliyordu. Ve Afran da, sevdiğini unutmayı hiç istemiyordu. Tabi daha Gewer'in dediği gibi en büyük acıları yaşamamıştı. Hayat, bazen acımasız olabiliyordu. Ve bazen, sevgi bile, bazı duvarları aşamıyordu.

 

Zeynep, Kadir ile evli olmasına rağmen, kalbini kocasına veremedi. Artık anne olacağının bilincindeydi ve korkusu telaşı artık farklıydı.

Tabi kendisinde olan değişimlerin farkında değildi.

 

Zeynep unutmaya başlamıştı. Sürekli yorgun ve sürekli unutkan bir Zeynep. Unuttukları küçük şeyler değildi ama çevresinde ki herkes zor bir hamilelik normalde diyordu.

 

Hamileliğinin dördüncü ayında Kadir Zeynep'in saçında ki dökülmeye fark etti. Nefesi doktor da aldıklarında Zeynep somurtuyor. Kadir ise endişeliydi

 

Doktor doktor gezelerse hepsi saç kıran dedi. Biri farklı bir kelime kullanmadı. Sanki ağız birliği yapmış gibiydiler.

 

Oysa Zeynep'in sorunu sadece saçları değildi ve zamanla anlaşılacaktı.

 

Doğum yakın zamandalar da Zeynep'teki değişiklikler daha çok göze gelmeye başladı. Kadir diken üstündeydi. Sevdiği kadınla bir evlatları olacak evlilik bağları daha sağlamlaşacaktı.

 

Kul niyet kader ağlarını örerdi.

 

Zeynep zor bir doğum atlatsada bebeğin doğumu sevinçle karşılandı. Zeynep bebeği kucağına alırken Kadir hayranlıkla onu izledi. İçinde ki umutlar büyüyordu.

 

Artık bir bebekleri vardı.

 

Tabi istedikleri gibi olmayan şeyler yaşanmaya başladı. Zeynep konağa sığmıyordu. Günler geçtikçe artık kimseye tahammül edemeyen bir Zeynep vardı.

 

Kadir onu kolundan tuttuğu gibi doktora götürdü.

 

Lohusalık depresyonu dediler. Kimsenin elinden gelen bir şey yoktu. Zeynep'in ailesi doğduğu gibi nefesi konakta alsalar da Zeynep onları istemediğini söyleyip herkesi def etmişti.

 

Kadir birgün yatak odasına girdiğin de küvette kendini boğmak isteyen bir Zeynep'le karşılaştı.

 

Bir yandan ölüm endişesi bedenini sarmış diğer yandan ölmek istemek. Zeynep on dakika iyisi bir saat kötüydü.

 

Bebeğin ağlamasına Tahammül edemiyor. Daha doğrusu kimseye tahammül edemiyorrdu

 

Bebeğin kırkı çıktığın da Zeynep nefesi konağın damın da aldı. Olduğu aleme sığamıyordu. Yaşama hevesi kırılmıştı ve canından olan evladı bile onu hayata tutunmayordu.

 

Kadir avluda gezinirken Zeynep damdaydı. Duyduğu bebek sesiyle etrafına bakındı ve onu gördüğü gibi yukarı koştu.

 

Her zaman yetiştirdi ama bu sefer Zeynep kimse ona yetişsin istemiyordu.

 

Kadir merdivenleri aşarken bir çığlık sesi duyuldu.

 

İlk defa Zeynep'in istediği gerçekleşti.

 

*

*

*

Zeynep gittikten sonra...

 

Afran yine yarım yamalak uyuduğu bir uykudan uyanıp yataktan kalktı ve pencereye ilerledi.

 

Onsuz artık saymayı bıraktığı kaçıncı güne uyanmıştı. Pencereyi açıp temiz havanın odaya nüfus etmesini sağlarken gökyüzüne değilde boşluğa düşmüş bakışlarıyla fısıldayarak "yine gün'aydı' sensiz " dedi sesli bir nefes aldı.

 

Bitmeyen bir kalp sancısı vardı. Derdi de dermanı belliydi de , dermansız kalmıştı.

 

Pencereyi açık bırakıp banyoya ilerledi. Önce tıraş oldu. Daha sonra her sabah yaptığı gibi duşunu alıp bedenini kuruladıktan sonra bakışlarını dolabında ki kıyafetler arasında gezdirdi.

 

Sevdiğine gidecekti ve her sabah erken üzenip hazırlanarak giderdi. Beyaz bir gömlek siyah kumaş pantolonu seçip askılardan aldığın da bakışları şalvar ve yelek olan takıma takıldı. Deneyip almıştı ama giymek kısmet olmamıştı.

 

Olmayacaktı da!

 

Üstünü giyip aynanın karşısında saçlarına şekil verdi. Ceketini de alıp yatak odasından çıktığın da daha kimse uyanmamıştı. Evden çıktı ve arka tarafta olan bahçeye ilerleyip onun için ektiği çiçeklerden bir buketi özenle hazırladı.

 

Bahçeden çıktığın da sanki ilk buluşmasına gider gibi heyecanlıydı. Şöfür arabasının kapısını açtığında elinde ki çiçek buketi ile arabaya bindi. Şöfürü arabayı çalıştırdığın da bakışları akıp giden yoldaydı.

 

Malûm gideceği yer belliydi.

 

Araba yaklaştıkça onunda heyecanı özlemi büyüyordu. Her sabah nefesi burada alıyor işe gitmeden geliyor akşam evine dönmeden yine uğrayıp gün içinde yaptıklarını anlatıyordu.

 

Araba durduğun ön koltukla ki şöfür hızlıca inip ona kapıyı açtı. Afran elknde ki papatya buketiyle arabadan indiğin de şöfürü elinde ki uzatıp "tek elle zor oluyor isterseniz" dedi ama devamını getiremeden Afran'ın sert bakışları ile karşılaşıp sustu.

 

Ne demek zor olur!

 

Sevdiğine giden yolda zorluk mu olurdu?

 

Adımları söfürünün açtığı metal kapıdan içeriyi bulurken güneş artık doğmuş her yer aydınlıktı.

 

Adımları "Zeynep Botan" yazan mezarlığa ilerledi. Mezarın önünde durduğunda elindeki papatya buketini mezarın başına koyup mezarın kenarına oturdu. Tek elle ikisini tutmak zor geldiği için papatya buketini indirip şöfürün o'na verdiği Kur'an'ı Kerim'i açıp okumaya başladı.

 

Afran Süryaniydi. Yani hristiyan.

 

Hristiyan inancında olsada sevdiği müslümandı ve Hristiyan inancıyla sevdiği kadın için Kur'an okuyordu.

 

Her sabah buraya gelip bunu yapmak kendine adet edinmişti.

 

Aynı dine veya aynı yaratıcıya inanmayan iki kişi ama kalpleri birbiri için atmış. Birbirlerine aşık olmuşlardı.

 

Kur'an okumayı bıraktıktan sonra tek elini açıp "Zeynep'in tanrısı onun bilip bilmeden işlediği tüm günahlarını affet ve ruhuna ebedi huzur ver " diye dua etti. Müslüman mezarlığındaydı. Orada yatanlara olan saygısından dua ederken bile dikkat etmeye çalışıyordu.

 

Afran'ın bakışları getirdiği papatya buketini bulduğun da elini uzatıp aldı ve elindeki çiçeğe bakıp iç çekti onun için en güzel çiçek Zeynep'ti...

 

Zeynep gittiğinden beri güzel olan her şeye Zeynep adını vermişti. En güzel çiçek, en güzel yemek, resim müzik her şeyin en güzeli Zeynep'ti...

 

Elinde ki papatya bakıp iç çekti tüm papatyalar Zeynep'ti!

 

Kimsenin duymasını istemediği bir tınıyla "Hani papatyalar koparıldığında kokardı. Sen niye soldum zeynep" dedi ve elini burnuna götürdü. Zeynep'ini koklamak ister gibi bir nefes alıp "Toprağa gömülen sen nefes alamayan ben " dedi.

 

Zeynep'siz aldığı nefese nefes demiyordu. Sanki ne kadar büyük nefes alsa ciğerleri eksik doluyor gibiydi.

 

Zeynep'i eksikti.

 

Kafasını olumsuzca mezardaki sevdiğine sitem eder gibi "Ölen sen yaşamayan ézım ez le Zeynep" dedi.

 

Zeynep'e götürdüğü ilk papatya buketinde elinden papatyayı çekip papatya falı yapmışlardı. Her yaprakta Zeynep Afran'ı çok seviyor, Afran Zeynep için ölüyor demişlerdi ama yetmemişti. Sevgileri, aşkları hiçbir şeye yetmemişti.

 

Şimdi ise gömülen sen ölen ben diyordu.

 

Zeynep papatyayı çok severdi. Şimdi evinin bahçesi sevdiğinin mezarına götürmek için ekilen papatyalarla doluydu.

 

Elinde ki papatya buketini mezarın kenarına bırakıp içinden bir papatyayı çekti. Tek elini kullanarak papatya tacı yapmak zordu ama sevdiği için değerdi. Hem zor olan yapmak değil öğrenmekti.

 

Sesli bir nefes alıp " dün gece rüyama geldiğin için teşekkür ederim" diye konuşmaya başladı.

 

Aklı pek selim değildi.

 

Gerçi konu Zeynep olunca aklı selim düşünmek onun haddine değildi.

 

Mezarda olan sevdiğine rüyasını anlatırken yanın da duran papatya buketinden bir papatya daha alıp taç yapmaya devam etti. Söz de ilerde kızlarının saçlarına takacaktı.

 

Ne annesine benzeyen bir kızları olmuştu. Ne de annesinin isiminin kısaltılmış hali olan Zeyno ismini almıştı. Elindeki taçı bitirip iç çekti. Her şeyleri yarım ve eksik kalmıştı. Mezara uzun uzun bakıp iç geçirdi.

 

Zeynep

 

Başkasının olan.

 

Onun olmayan Zeynep!

 

Biten taçı yere bırakıp kalktı. İçinde ukte kaldığı için onun saçlarına ürer gibi her gün taç yapıyordu...

 

Gönlünü bir türlü el vermiyorduğu sevdiğinin mezar taşına o taçı takmaya o yüzden toprağına bırakıyordu papatya taçını belki sevdiğinin toprağın da yeşerir umuduyla, gerçi yaptığı taç yeşermese de sevdiğinin toprağı hep papatya doluydu.

 

Papatya seven Zeynep'in toprağı bile papatya kokuyordu. Çeşmeden su doldurup mezarı suladıktan sonra kuruyan papatya taçlarını baş ucuna koydu.

 

Her gün gelip dua okur mezarını suluyordu. Zeynep'in mezarında ki her çatlağı ezberlemişti.

 

Gitmeden önce mezar taşında olan Kur'anı eline alıp okuduğu Yasinle sevdasının ruhunu doyurmaya başladı. Her günün şafağın da yaptığı bir ritüel olmuştu artık onun için. Okuduğu Yasini bitirdikten sonra Kur'anı Kerim'i kapattı.

 

Hristiyan adamdı. Gönlünden geldiği gibi dua okuyordu.

 

Sabahın erken saatleriydi. Sanki Zeynep kokusunu ona göndermek ister gibi etrafı papatya kokusu sardı. Gitmesi gerekiyordu ama sevdiğini bırakıp gitmeyi kim isterdi.

Arkasını döndüğü gibi ona bakan Kadir'i fark etti. Dudaklarına küçük bir buse takıldı kendiliğinden. Yine Kadir'den önce gelmişti yine ondan önce koşmuştu. Yirmi bir yıldır her gün olduğu gibi yine o kazanmıştı. Afran şafak söktüğü gibi kalkıp nefesi mezarlıkta alıyordu. Zeynep'i beklerdi gece onu uyku bile tutmazdı çoğu zaman toprak altın da üşüyen sevdasını düşündükçe...

 

Kadir Afran'ın biten duası adımlarını Zeynep'in mezarına doğru attı. Zeynep yürek yangını bırakıp gitmişti onu, her sabah Afran ondan önce geliyordu. Bir aradberaber yarışa girer gibi buraya koşmaya başlamışlardı. Kadir belli bir aradan sonra pes etmişti. Çünkü bir türlü Afran'dan önce gelmeyi başaramamıştı.

 

Ayakları her gün geldiği yerde durunca Afran'a bakıp "Nasılsın" dedi. Afran buruk bir şekilde gülümseyip "Hasretli" dedi.

 

Bitmeyen bir hasret.

 

Kadir anlıyordu. Biliyordu hasretini iki adamın bitmeyen hasreti vardı aynı kadına dinmeyen özlemleri.

 

Afran onu Zeynep'le yanlız bırakmak için adımlarını mezarlığın dışına doğru çevirdi. O Kadir'e nasılsın demiyecekti biliyordu sevdayı anlardı hasreti. Gönül de olan dile dökülmeye mecal arıyordu ama bunu kaldıracak yürek kalmamıştı onlar da...

 

Kadir Zeynep'in toprağına uzun, uzun baktı. Bir de papatya tacına Afran asla vazgeçmiyordu. Artık Kadir anlıyordu içlerin de en çok seven Afran'dı. O tertemiz sevmişti. Bıkmadan usanmadan ve sevmeye devam ediyordu.

 

Zeynep bir gün Kadir'e sormuştu. Leyla'mı çok sevmişti yoksa Mecnun'mu Kadir hiç düşünmeden Mecnun demişti. Zeynep gülümseyip biz hep Mecnun'un aşkını biliyoruz. Bence çok seven Leyla'ydı. Aşkını kimseye anlatmayacak kadar çok sevdi demişti. Afran'da öyle sevenlerdendi.

 

Kadir'de duasını okuyup sevdiğiyle vedalaşıp çıktı mezarlıktan. Gerçi yarın sabah yine ilk adım atacağı yer burasıydı.

 

Eskiden tek istediği Zeynep'in kalp ağrısına ilaç olmaktı. Kalp ağrısı olmuştu da farkına varamamıştı.

 

Mezarlığın çıkışında arabasına binmek üzere olan Afran ile göz göze geldi. Bazen vicdanı sızlıyor olanlar da kendisini de suçlu buluyordu. Yine de Zeynep'i sevdiği için pişman değildi. Afran'ın arabası hareket edip oradan uzaklaştığın da o'da arabasına binip şirkete sürdü. Katılması gereken toplantıları vardı.

 

Şirketin önünde arabayı durdurup aşağı indi. Yavaş ve omuzları dik bir şekilde içeri girdi. Burada çalıştığı için kafası dağılıyordu. Bugün önemli yapması gerekenler vardı. İşlerini erkenden bitirip gitmesi gerekiyordu.

 

Kadir sessizce asansöre binip yukarı çıkmak için düğmelere basıp beklemeye başladı. Asansörden indiği gibi yaşam sebebini gördü. Canı kıymetlisi yaşam sebebi Zeyno'su.

 

Zeynep'in yadigarıydı emaneti.

 

Zeyno yemyeşil gözleri yüzünde kocaman bir gülümseme ile " babacığım" dedi ve ona doğru gelip kolları arasına girdi.

 

Kadir dudaklarını canparesi kızının saçlarına bastırıp "konaktan kaçtın ve nefesi burada aldın değil mi?" Diye sordu.

 

Genç kız kollarını babasının bedenine sarıp onunla beraber ofisine doğru ilerlerken " kusura bakma babacığım ama ben karmaşaya gelemem. Topu Hilal teyzeme atıp konaktan kaçtım" diye şakıdı.

 

" Sıkıldın ve pişmansan söyleyelim gelmesinler" diye konuşan Kadir'le Zeyno babasına dönüp ciddi mi değil mi? Diye anlamaya çalıştı babasının ciddi olduğunu anlayınca suratını asıp " baba damadına olan sevgin gözlerimi yaşarttı "

 

Kadir koltuğa onunla beraber oturup" kızım arada sen olmasan topuğuna sıktırırdım ama baba yüreği işte senin üzülmeni istemiyorum " diye eğlenen bir sesle kızıyla uğraşmaya devam etti.

 

Zeyno kollarını göğsünde bağlayıp küskünce "kabullensen o'da senin bir oğlun olacak baba "

 

Kadir yüzünü buruşturup " evde ki üç canavardan sonra erkek evlada olan sabır kotamı doldurdum. Herkes kendi babasıyla mutlu olsun " dedi ve bir an evde olan kargaşayı düşündüğün de dehşete düşmüş gibi kafasını olumsuzca salladı.

 

Zeyno'da aynı şeyi düşünmüş olacak ki "baba kardeşlerim ortalığı birbirine kattı. En son Hilal teyzem onları banyoya kilitlemek ile tehdit etmeye çalıştı" dedi.

 

Kadir bakışlarını kızına çevirip alacağı cevaptan korkan endişeli bir sesle " sonra ne oldu" diye asıl merak ettiği soruyu sordu.

 

Zeyno babasının kolları arasında doğrulup " Hilal teyzemi onlar banyoya kilitlemişlerdi" dediğin de hatırladığı anla dehşete düşmüş gibi gözleri irice açıldı.

 

Kadir'in gür erkeksi kahkahası ofiste yankılanırken genç kız yüzünü buruşturup " bunu öğrenen Rojawan amca üçünü gezdirip dondurmaya yemeye götürdü" dedi ve oda gülmeye başladı.

 

Kadir gözlerini kısıp "Rojin ablan " dediğin de Zeyno dudaklarını birbirine bastırıp "bu koşuşturma bitsin Kadir oğullarını alıp gözüme görünmesin dedi"

 

Kadir evlenmiş ve kızından başka üç oğlu olmuştu.

 

Onların sohbeti uzun sürerdi. Çünkü Zeyno'yu nişan heyecanı sarmıştı...

 

*

*

 

Aylar sonra...

 

Güneş tepeye vararken orta yaşlı adam yorgun argın bir şekilde yürüyüp kaldırama oturdu. Mezarlığa varmıştı ama içeri girmeye takadi yoktu. Sırtını taş duvara dayarken elinin tersiyle alnında ki teri sildi ve elinde ki papatya buketini bakıp dudakları kenara kıvrıldı. Sevdiği papatya severdi. Hava çok sıcaktı alnı boncuk boncuk terlerken elinde ki buketi yere bıraktı.

 

Normalde yere bırakmaya kıyamazdı ya üstünde bilmediği bir yorgunluk vardı ve kullandığı tek eliyle bu zordu.

 

Oysa kaç yıldır ruhu yorgun bedeni dilgindi.

 

Hava sıcaktı anlı boncuk boncuk terliyor nefesi sıklaşıyordu. Dudakları bitkin bir şekilde kenara kıvrıldı. Hayat yorgunuydu. Alnındaki teri silip büyük bir nefes aldı. Nabzı hızlı atarken içinden tansiyonum yükseldi diye geçirdi.

 

O yükselen tansiyonunu düşünürken sanki bir şey oldu. Ne olduğunu anlamadı ama birden yetmişlik bir ihtiyar elinde tuttuğu bir çocukla ona doğru geldi. Çocuk bir kenarına yaşlı ihtiyar adam bir kenarına oturdu ve sanki aralarında o yokmuş gibi yaşlı adam elini uzatıp küçük çocuğun saçlarını okşayıp " evlat ağabeylerin ile aranda yaş farkı çok ama onlar seni çok seviyor " diye şevkatli bir sesle konuştu.

 

Orta yaşlı adam bu sahneyi bir yerden hatırlıyordu. Küçük çocuk boynunu bükük üzüntülü bir sesle "ama baba onların çocukları ya benimle yaşıt yada benden büyükler bana amca diyorlar ve ben onların bana amca demelerini istemiyorum " diye içerlenerek konuştu.

 

Yaşlı adam saçlarını okşayıp şevkatli bir sesle " tamam ben konuşurum sana amca demezler" deyip gülümsedi. Küçük çocuk gülümseyip "benimle oynamalarına da söyleyecek misin?" Diye umutla yaşlı adama baktığın da yaşlı adamın dudakları kenara kıvrıldı kafasını sallayıp ayağa kalktı. Elini çocuğa uzattığın da küçük çocuk küçük elini adamın büyük avucuna bıraktı ve o'da ayağa kalktı gitmeden oturan yaşlı adama bakıp "büyüsen de geçmiyor. Bu anları üzülerek hatırlacaksın " dedi oysa biraz önce duvar dibinde oturduğun da onun farkında değil gibiydi. Küçük çocuk yaşlı adamla konuşarak oradan uzaklaşmaya başlarken orta yaşlı adam onların gidişini izledi.

 

İzlediği sahne ona bir yerden tanıdık geliyordu. O böyle düşünceler içindeyken siyah beyaz bir futbol topu ayaklarının önünde durdu. Küçük bir çocuk koşarak topu almaya geldiğin de dudakları kenara kıvrıldı. Çocukken o'da top oynamayı çok severdi. Çocuk eğilip topu aldığın da biraz önce yanına oturan çocuğa benzerliği onu şaşırttı ama sanki daha büyüktü abisi diye düşündü.

 

Küçük çocuk dudaklarını açıp gülümsediğin de eksik dişleri kendini dışarı vurmuş yüzünde tatlı bir ifadeye sebep olmuştu. Orta yaşlı adam oturduğu duvar dibinde bu hâline daha fazla dayanamayıp elini uzatıp çenesini tuttuğunda çocuğun yüzündeki gülümseme büyüdü. Başka bir çocuk koşarak gelip "amca yine top oynamaya daldın evi unuttun dedemler yemek vakti eve gelsin diyorlar" dedi. Çenesini tuttuğu çocuk elindeki topu sertçe yere vurup "Abil sana kaç defa bana amca deme dedim. Sınıftaki herkes benimle dalga geçiyor " diye bağırdı.

 

Onu çağıran çocuk" ama sen benim amcamsın " deyip arkasını döndü ve eve koştu. Küçük çocukta çenesini orta yaşlı adamın elinden çekip topunu almadan ağlamakla bir sesle "ben kimsenin amcası olmak istemiyorum " dedi ve küçük adımlarla onu takip etti.

 

Orta yaşlı adam gördükleri ile kaşları çatıldı. Demek ki onun gibi bu sorunu başka yaşayan küçük çocuklar da vardı. Gerçi o artık küçük değil büyüktü. O yaşlarda ileride her şeyin düzeleceğine ve en büyük sorunun o'na amca diyen yeğenleri olduğunu sanırdı. Alnında ki teri silerken güneşin tam tepede çocuğun ise akşam yemeği dediğini fark edip kaşları çatıldı.

 

O neler olduğunu anlamaya çalışırken nefesi giderken daha da sıklaşıyordu. Sol kolunda bir uyuşma ve karıncalanma vardı. Cebinden bir selpak çıkarıp boynunu sildi. Sıcaktan etkilendin yaşlandın diye kendisine hatırlatma yaparken yanına yine iki kişi oturdu. Bu seferki çocuk daha büyüktü ve gülümsüyordu. Yanında oturan orta yaşlı adam şevkatli bir sesle " Pazar ayinlerin de annen içinde dua etmeyi unutma " dedi.

 

Küçük çocuk "annem yanımdayken onun için niye dua edeyim Akkad amca " dedi. Afran şaşkınca yanındaki çocuğa baktı. Akkad amcası çocuğun saçlarını okşayıp elini tutarak onu kaldırmıştı.

 

Orta yaşlı adam yüzünü sıvazlarken bir çocuk koşarak gelip ağlayarak annem öldü dedi.

 

Oysa yıllar sonra ölenin annesi olmadığını daha sonra anlayacak ve annesinin hikayesine daha çok üzülecekti.

 

Aldığı nefesler sıklaşırken lise çağında genç bir çocuk ağlayarak geldi ve yine diğer çocuğun bir büyüğü gibiymiş bir hali vardı. Genç çocuk başını duvara dayayıp "ben yıllarca sana abi dedim. Bana şimdi babanım diyorsun abi bildiğim adamlar amcalarımmış " diye isyan edip kafasını duvara vurdu.

 

Orta yaşlı adam o an neler olduğunu anlayamıyordu çünkü aynı seyleri o'da yaşamıştı. Onsekiz yaşına kadar babasını abisi olduğunu dedesini de babası biliyordu. Onsekiz yaşında yeğeni bildiği kuzeniyle kavga ettiğin de abi dediği adam karşısına geçip ben senin babanım deden yaşlandı artık bizimle yaşayacaksın demişti.

 

Baba bildiği adam bir anda dedesi abi bildiği adam ise babası çıkmıştı. Yanında omuzları sarsıla sarsıla ağlayan genç çocukla beraber o'da ağlamaya başladı. O dönemi nasıl atlatmıştı kendisi bile bilmiyordu.

 

Aradan yıllar geçse bile mecbur kalmadıkça babasına baba demiyordu. Gerçi hiçbir zaman baba dememişti.

 

Dedesi ise hep babası olarak kalmıştı. Öldüğün de babam öldü demişti. Tıpkı ölen babaannesine anne dediği gibi. Babası o an yutkunarak dolu dolu gözlerle oğluna bakmış o'na bakan babasına sen babam olarak zaten ölüsün demişti.

 

O'na annen doğumda öldü. Baban sana bakamazdı, üvey anne eline kalma diye böyle yaptık demişlerdi.

 

Babası tek başına bakamaz diye dedesi ve babaannesine verilmişti.

 

Babası bakamaz diye babasına abi dedesine baba demişti. Amcaları abileriydi yeğenlerim dediği insanlar kuzeni. Bu yüzden kendisini hep bir fazlalık hissetmişti. O'na göre kimse onu istememişti belki Zeynep'i ister demişti o'nun için diğerleri daha ağır basmıştı. Tıpkı ailesinde öncelikler başkaları olduğu gibi.

 

Orta yaşlı adam omuzları sarsıla sarsıla ağlayan genç adamın omzuna elini koyup "geçmeyecek bu yara ömür boyu seninle kalacak " dedi.

 

O'da göz yaşları arasında " hepinizden nefret ediyorum " diye bağırdı. Orta yaşlı adam o sitemin kime olduğunu biliyordu. Akkad amcası gelip yine yanına oturmuştu. Onu kendisine çekip sarıldığın da babası sokak kapısından onlara bakıyordu ve gelip sarılacak ne yüzü ne de cesareti vardı. Yıllar geçtikten sonra da Afran babasına baba değilde abi diye hitap etmeye devam etti.

 

O'na göre babası olmayı o red etmişti. Bu yaştan sonra da abisi olarak kalabilirdi.

 

Genç çocuk omzuna koyduğu elini savurur gibi ayağa fırladı ve "asla babam olmayacaksın sizi asla affetmeyeceğim " dedi ve koşarak oradan uzaklaştı.

 

Orta yaşlı adam yutkunurken adem elması zar zor hareket etti. Düşünceler içinde boğulurken başına vuran gölge ile başını kaldırıp gözlerini kıstı. Öğlen güneşi görmesini engelleyince elini siper ettiğin de gördüğü sima ile kaşları çatıldı.

 

Bu sefer gencin elinde bir buket papatya ve gülümseyerek "adı Zeynep ve papatya seviyor" dedi.

 

Adı daha Zeynep'ti ve diline yasaklı değildi.

 

Hele gönlüne yasaklamak ne mümkündü.

 

Genç adam elindeki papatya buketi ile yanına oturup papatya buketinden seçtiği bir çiçeği çekip "Afran Zeynep'i seviyor" diye papatya falı bakmaya başladı. İlk defa mutlu gibiydi ve son yaprak Zeynep Afran'ı seviyor olunca yüzünde ki gülümseme daha da büyüdü.

 

Orta yaşlı adam yutkunamadan onu izlerken genç adamın eli boynunda ki haca gitti ve fısıldayarak " tanrım senden sadece onu istiyorum" dedi ve ayağa kalktı.

 

Orta yaşlı adam yorgun argın bir şekilde diğer tarafında bulunan papatya buketine bakarken genç adam elindeki papatya buketi ile oradan uzaklaştı.

 

Orta yaşlı adamın zihni karışıyor nefesi sıklaşıyordu. O bu haldeyken iki genç el ele tutuşmuş bir şekilde ona doğru geldi ve yanına oturdu.

 

Orta yaşlı adamın bakışları onlara döndüğün de iki genç çift saf bir gülümseme ile birbirine bakıyordu. Genç kız sevdiği adama nazlanarak "ben Nazım Hikmet şiirlerini çok seviyorum. Bence aşkı çok güzel anlatıyor. Dünyanın en güzel şiirleri onun " dedi. Genç adam sevdiği kızın saçlarını kenara verip " ben daha şiir yazmadım. Benim yazdıklarımı daha seveceksin çünkü sana olan aşkımla yazacağım" dedi. Genç adam o an sevdiğine yazdığı şiirleri sevdiğinin hiçbir zaman okuyamayacağını ve sevdiği kızın da onun için not tuttuğunu bilmiyordu.

 

Malûm ikiside birbirleri için yazdıklar satırları okuyamayacaktı.

 

Orta yaşlı adam alnında ki terleri silerken iki sevgili yanından kalkıp uzaklaştı ve o'da her zaman olduğu gibi geriden onlara baktı.

 

Geçmişini iyi hatırlıyordu. O zihinde ki hatıralar ile boğuşurken iki kişi de sokakta boğuşuyor gibiydi. İkisini de tanıyordu. Biraz önceki genç kız ağlayarak " ben onu seviyorum Kadir abi" diyordu.

 

Onlar birbirlerini seviyordu işte niye kimse onları anlayamıyordu.

 

Eli sevdiği kadının mezarına götüreceği papatya buketine giderken bu gün ilk defa geç kaldığının farkındaydı ama ilk defa gidecek takadi kendinde bulamıyordu. Sesli bir nefes alıp ellerinden destek almaya çalıştı lakin gücü yeterli olmadığı için anında yerine geri oturdu.

 

Kalkmaya çalışırken yanında ki hareketlilik ile yardım istemek için bakışlarını oraya çevirdi. Gördüğü görüntü ile yutkunmadı. Bu sefer yüzlerin kime ait olduğu netti.

 

O ikisine bakarken genç adam genç kızın yüzünü elleri arasına alıp " ben Süryani'yim yani hristiyanım "diyordu.

 

Orta yaşlı adamın bedeninden sanki soğuk terler dökülüyordu genç kız genç adama gülümseyip " biliyorum " diye cevaplıyordu. Çiftin yüzünde ki endişe silinmiş yerini mutluluğa bıraktı.

 

Onlar kalkıp giderken genç kız koşarak gelip o'na "ailem beni kuzenime verecek. Ben sen Müslümansın o hristiyan olmaz dediler. Beni İlyas abiyle evlendirmek istiyorlar " diye ağlıyordu. Orta yaşlı adam elini kaldırıp göz yaşlarını silmek istedi ama genç kız geri geri gidip taş yapılı konağa girdi.

 

Daha o anda taş konaklar taştan zindanlar değildi ve onlar sevgilerinin tüm engelleri aşacağına inanıyordu.

 

Orta yaşlı adamın gözünden bir damla yaş aktı çünkü genç kız bu sefer karşısında yüzü gözü dağınık saçları ile genç adamın uzattığı ele bakıyordu.

 

Orta yaşlı "lütfen tut eli" diye fısıldadı ama genç kız bunu duymamış gibi kafasını olumsuzca salladı.

 

Genç adam da onu arafta bırakmak istemedi.

 

Orta yaşlı adam izlediği sahneye daha fazla dayanamadı ve gözlerini yumup başını taş duvara dayadı. Yumduğu gözlerinden bir yaş alıp giderken kafasını olumsuzca salladı. O eli tutması gerekiyordu.

 

Ama tutmadı.

 

Sevdiği kızın elini tutamayışı atlatamayan adam annesinin ailesini tanıştı. Sırf sevdiği kız için onlara gitmişti.

 

Tabi yıllar sonra onları tanıma ile olayın yönü değişti. Annesinin, ailesinin verdiği ölüm emri ile katledildiğini öğrendi.

 

Orta yaşlı adam bir filim şeridi gibi onları izlerken genç adamın metanetine hayrandı. Çünkü delirmeden bunları atlatmak güç isterdi.

 

Genç adam yıkık bir şekilde orta yaşlı adamın yanına oturdu. Orta yaşlı adam çöktüğü duvar dibinde onu izlerken o ise gözleri dolu dolu sevdiği kızın beyaz gelinliği bir başkası için giyişini başka bir adama gelin oldu ve genç adam izlerken kahroldu.

 

Duvar dibindeki orta yaşlı adam da onun bu halini izlerken kahroldu.

 

Orta yaşlı adamın nefesi izledikleri ile sıklaşıyordu.

 

Sonrası kalbine ağır geliyordu. Çünkü yanında oturan genç adam gibi o'da aynı şeyleri yaşamıştı ama en ağır olanın genç adamın yaşamadığını biliyordu.

 

Elini genç adamın omzuna koyduğun da o'na dönen bakışlar ile yutkundu. Kendisine ne kadar çok benziyordu. Bir oğlu veya öz kardeşi yoktu. Olsaydı bu kadar olur diye içinden geçirip yüzünde ki sahte bir tebessümle " en büyük acı sevdiğinden ayrılmak sanırsın " dedi ve kalın dudaklarını aralayarak külfeti ciğerlerine ağır bir nefes alıp " onu toprağa verdiğin de asıl acıyı anlarsın. Yüreğinin üstünde kocaman bir ağırlık ve 206 kemiğin birden kırılmış gibi bir acı! Sen öldüm dersin lakin hâlâ nefes alırsın" dedi.

O gün ruhunu teslim etmemişti.

 

Genç adam o'na döndüğün de "Zeynep "diyen bir çığlık koptu. Orta yaşlı adamın eli kalbine gitti. O anı bir daha yaşayamazdı.

 

Kalbi ağrıyordu. Öyle kemikleri ağırtır gibi değildi.

 

O ana gitmek istemiyordu. Bir daha kaldırmaya gücü yetmezdi.

 

Yanında oturan genç adam gülümsedi.

 

Çığlık çığlığa Zeynep diye ağıtlar yakarken o gülümsüyordu. Orta yaşlı adamın kaşları çatılırken tanıdık sima olan genç adam gülümseyerek " tüm acıların çektiğin hasret birazdan bitecek" dedi.

 

Orta yaşlı adam kafasını olumsuzca salladığın da önün de duran bir çift çıplak ayakla bakışlarını oraya çevirdi.

 

Zeynep gülümseyerek ona bakıyordu. Orta yaşlı adam yutkundu. Saniyeler dakikalar olurken sevdiği kızın ona gülümsediğini ancak anlayabildi.

 

Zeynep'in gencecik teni pırıldayan gözleri... Kafasını olumsuzca salladı yine rüya görüyor olmalıydı. Gözlerini yumup bu andan uyanmak istemiyordu.

 

Yutkundu. Nasıl da hasretti.

 

Geçmesini istemediği o anda Zeynep o'na bir papatya uzatıp "koklasana çok güzel kokuyor" dedi.

 

Orta yaşlı adam son takadi ile elini uzatıp papatyayı aldı ve burnuna götürdü ve kokusunu içine çekerken "sana papatya getirdim onlar da güzel kokuyor" dedi.

 

Zeynep gülümseyerek " biliyorum" dedi ve elini uzatıp " hadi gidelim çok bekledim" dediğin de adam sanki gücü kuvvetini toparlamış gibi elini tutup ayağa kalktı.

 

Zeynep'in yeşil gözleri sönük değil pırıl pırıldı. Sanki onca acıyı yaşamamış gibi.

 

Zeynep tuttuğu eli bırakmadan adım atmak istediğin de Afran omzunun üstünde dönüp "Zeynep papatyalar" dedi ve mezarlığın girişinde yere yığılmış olan orta yaşlı bedenini gördü.

 

O an onunda bütün acılarının bittiğini anladı.

 

Sevdiğinin elini bırakmadan ışık süzmesinin arasında yürümeye başladı.

 

Zeynep gülümsüyor.

 

Artık kalbi ağrımıyordu.

 

(Ve Zeynep final oldu. Bölümün Wattpad de ki adı "Hiraeth"di,Galce bir kelime; Geri dönülemeyen veya kaybedilen bir yere, kişiye, olaya karşı duyulan nostaljik ve özlem dolu hislere deniyormuş. Aynı zamanda sıla özlemini de karşılıyor. Bence Afran'ın hislerini anlatacak bir kelime, kah ağladık, kah güldük, kah sinirlendik, bu yolda bana eşlik ettiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Diğer kurgular da görüşmek üzere öpüldünüz "

 

 

Loading...
0%