Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm "Cevapsiz Sorular"

@k_blackfire

İyi okumalar...


"Ben Baran, Baran Eroğlu!"

Adam kendini tanıtığında ismini daha önce duyup duymadığımı bilmiyordum. Hâlâ sorar gözlerle adama bakmaya devam ederken adam açıklama yapma gereği duymuş olmalı ki hemen konuşmaya başladı.


"Aras'ın eski bir dostuyum, kendisi beni pek sevmez ama..."

Adam bunu söylediğinde, Baran ismini nerede duyduğumu anımsamıştım.


Geçenlerde Murat ağabey kahvaltıda Baran diye birinden bahsetmişti ve Aras, Baran ismini duyunca oldukça sinirlenmişti. Söylediğine bakılırsa bu adam o adam olabilirdi.


Şaşkın bir şekilde Merve'ye baktım. Merve hâlâ gergin gözüküyordu. Bu Baran denen adamın kim olduğunu çok merak etmiştim.


"Beni nereden tanıyorsunuz?"

Ben bunu sorduğumda Baran hafifçe gülümseyip, eliyle Merve'yi gösterdi.


"Aras'ın yeğeninin yanında görünce karısı olduğunuzu tahmin etmiştim. Görünüşe bakılırsa yanılmamışım."

Baran bunu derken anlamış bir şekilde kafamı salladım.


"Sena kalkalım mı?"

Merve masadan kalkıp bunu söylediğinde onu kafamla onayladım. Bu adamla konuşmamın ne kadar doğru olduğunu bilmiyordum ve bu yüzden sohbeti burada kesmek en iyisi olacaktı.


Ayağa kalkıp çantamı elime aldığımda adam hâlâ gülümsüyordu.

"Görüşmek üzere Sena Hanım!"

Baran bunu söylediğinde ben sadece kafamı yapmacık bir şekilde sallamakla yetindim. Adamın söyleyiş şeklinde hoşuma gitmeyen bir şeyler vardı ve gerilmiştim.


Hesabı ödeyip çay bahçesinden çıktığımızda merakla Merve'ye baktım.

"Bu Murat ağabeyin bahsettiği Baran'mı? Hani Şanlıurfa'dan yeni dönen?"


Merve adımlarını yavaşlatıp kafasını salladı.

"Evet, Aras amcamın en büyük düşmanı desek daha doğru olur!'

Merve bunu dediğinde şaşırmış bir şekilde kaşlarımı çattım.


"Neden düşmanlar?"

Bunu söyledikten sonra meraklı gözlerle Merve'ye baktım.


"Nedenini ben de bilmiyorum!"

Merve bunu dediğinde merakım daha da artmıştı.


Arabanın olduğu yere vardığımızda hava hafiften kararmaya başlamıştı. Arabaya bindikten sonra araba hızla konağa doğru yol almaya başladı.


Bugün kafam yeterince doluydu ve birde Baran denen adam kafamda bir sürü soru işareti bırakmıştı. Bu adamın kim olduğunu merak ediyordum ama kafamı ondan daha çok kurcalayan bir şey daha vardı ve o da sabah yaşanan olaydı.


İçimdeki sinir bir an olsun azalmamıştı. Olanlar tüm netliğiyle aklımdaydı ve hâlâ çok öfkeliydim. Konakta ki her günüm farklı bir olayla geçiyordu. Bunları hak edecek ne yapmıştım ki ben? Daha ailemin beni para için sattığı gerçeğini kabulenememişken birde bunlarla uğraşıyordum. Bilinmez bir çıkmazın içerisindeyken artık hiç bir şey düşünmek istemiyordum.


Sessiz geçen bir yolculuktan sonra araba nihayet konağa varmıştı. Şöfor poşetleri taşırken biz çoktan içeri girmiştik.


İçeri girer girmez avluda oturan Hatice Hanımın bakışları bize kaymıştı.


"Nihayet evin yolunu bulabildiniz gelin hanım!"

Hatice Hanımı duyduğumda umursamaz bir tavırla ona baktım.


"Yerimiz çokmu belli oluyor?"

Ben bunu dediğimde Hatice Hanımın kaşları çatılmıştı.


Sinirlenmesi umurumda bile değildi. Bu zamana kadar çok bile sabretmiştim. Bundan sonra olduğum gibi davranacaktım. Eski Sena gibi...


"Sen böyle kafana göre davranmaya başladıysan işimiz var seninle!"

Hatice Hanım iğneleyici bir şekilde bunu söylerken gözlerimi devirme isteğimi son anda yenip umursamaz tavrımı bozmadım.


"Size kolay gelsin o zaman!"

Bunu dedikten sonra arkamı dönüp şöfor'ün içeri taşıdığı poşetlerimi elime aldım ve ardından merdivenlere taraf yöneldim. Hatice Hanım'ın bu tavırlarına alıştığım için artık laflarını umursamıyordum.


"Ben bunları odama bırakayım, sonra yanına uğrarım."

Merve bunu dediğinde onu kafamla onayladım."Tamam."


Merve gülümseyerek hızlı adımlarla merdivenleri çıkarken benim gözüm çalışma odasının kapısına kaymıştı.


Odayı tekrardan görmemle beraber sabah ki olanlar bir bir zihnimde canlanmaya başlamıştı. Tüm netliğiyle gözümün önüne gelenler yüzünden sıkıntıyla ofladım.


Aras gelmişmiydi acaba? Bundan kaçış yoktu, elbet karşılaşacaktık. Onu gördüğümde içimde beliren heyecana, yada bugün olanlarla ilgili bu aşırı fazla sinirime anlam veremiyordum. Ne olduğunu bilmiyordum ama kafamda Aras'la ilgili soru işaretleri vardı. Cevabını kendimde bile bulamadığım soru işaretleri...


Bu düşünce beni germeye başlarken, gözümü çalışma odasının kapısından ayırıp, merdivenleri çıkmaya başladım. Bu arada düşüncelerimden sıyrılmayı umuyordum ama bu pek mümkün değildi.


Hızlı adımlarla merdivenleri çıkarken sinirimin yüzüme yansıdığını biliyordum. Her aklıma geldiğinde sanki şu an yaşanmış gibi sinirim tazeleniyordu.


Odamın olduğu kata vardığımda büyük odalardan birinin kapısı açılmıştı.


Kafamı kapıya taraf çevirdiğimde gördüğüm ilk şey Aras'ın siyah gözleri oldu. Demek ki bizden önce gelmişti.


Aras herzamanki sert duruşuyla bana bakıyordu. Yine onu gördüğümde içimde beliren garip duyguya mani olamamıştım. Sadece sinirmiydi ona duyduğum şey? Oysa başka insanlara sinirlendiğimde hiç böyle hissetmiyordum ve bu duyguyu daha önce tatmadığıma emindim.


Ona sinirli olduğumu olduğunca belli ediyordum. Bunu anlamak pek zor değildi.


Aras sert ve karanlık bakışlarıyla beni baştan aşağı süzerken, gözlerimi ondan zorlukla ayırıp odaya doğru gitmeye yeltendim ama Aras beni aniden kolumdan tutup engelledi.


Bu hareket gerginliğimi arttırırken sinirli tavrımı hiç bozmadım. Aras gözlerini tekrar gözlerime diktiğinde bu sefer gözlerimi kaçırmamıştım.


"Ne bu tavırlar, Sena!"

Aras düz bir sesle bunu söylediğinde sinirle güldüm.


"Hâlâ soruyor musun?" Dedim sinirimi olduğunca belli ederek.


Bakışları her zaman ki gibi sertti. Gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu.


"Sabah ki mevzu yüzünden beni mi suçluyorsun?" Bu soruyu sorarken sesi biraz daha sert çıkmıştı.


Gözlerimiz tamamen birbirine kenetlenmişken kalbimin ritmi de gitgide artıyordu. Böyle bir durumdayken dudaklarım zar zor aralanmıştı.


"Benim neye kızgın olduğumu sen gayet iyi biliyorsun Aras! Sana bunu defalarca dile getirmiştim."

Bunları söylemiştim ama bu kızgınlığımın nedeninin sadece bu olmadığını biliyordum.


Aras beni çekip biraz daha kendine yaklaştırdı. Nefesini artık hissedebiliyordum. Bu haldeyken gerginliğim ve heyecanım bin kat daha artmıştı.


"Bu söylediğine sen kendin inanıyormusun?"

Aras sanki aklımı okumuş gibi, fısıltıya benzer bir sesle bunu söylediğinde zorlukla yutkundum.


Doğrusunu söylemek gerekirse Aras haklıydı. Bu cümleme ben bile inanmıyordum. Neydi bu içine düştüğüm durum? Kendime gelmeliydim artık, içimde bu duygulara yer vermemeliydim.


Zor da olsa gözlerimi Aras'tan kaçırıp, ondan kolumu kurtarmaya çalıştım. İlk denemede başarısız olmuştum ama ikincide Aras kolumdaki elini gevşetmişti.


Sinirli tavrımdan ödün vermeyip arkama bile bakmadan uzaklaştım Aras'ın yanından. Yine tüm duyguları bir arada yaşıyordum. Kafam karmakarışıktı. Ne hissettiğimi bile tam olarak kestiremiyordum artık.


Hızlı ve sinirli adımlarla odama girip kapıyı sertçe kapattım. Yine stres içindeydim ve gerginlik vücudumda haysafaya çıkmıştı.


Elimdeki paketleri sinirle yere fırlatıp odanın içinde bir oraya bir buraya gidip dirmaya başladım. Nefes alış verişlerim hızlanmış ve ellerim kaşınmaya başlamıştı.


Hersey yine ardarda geliyordu. Birde bu Baran mevzusu vardı. Bunu Aras'a söylemelimiydim bilmiyorum ama ona olan sinirim yüzünden birde hesap veriyormuş gibi görünmek istemiyordum. Şimdilik bunu söylemeyecektim.


Derin derin mefesler alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Bu tepkim çok fazlaydı biliyordum ama yinede kendime hakim olamıyordum.


Gözlerimi tavana dikip tekrar derin bir nefes aldım. Sakinleşmeliydim.


Adımlarımı yavaşlatıp yatağın üzerine oturdum. Ellerimi yine parçalarcasına kaşıyor sinirimi böyle çıkarıyordum.


Bir süre sonra biraz sakinleşebilmiştim. Kalkıp aldığım kıyafetleri dolaba yerleştirdim.


Kıyafetleri yerleştirme işini bitirdiğimde odadan çıkıp avluya inmiştim. Avluda bir süre Merve'yle oturmuştuk. Bulunduğum ruh halini olduğunca belli etmemeye özen gösteriyordum ama bu pek işe yaramıyordu. Merve ikide bir neyim var diye sorup durmuştu.


Saat geç olunca tekrar odama çıktım. Aras'la olduğunca karşılaşmamaya çalışıyordum. Sanırım çalışma odasındaydı.


Odaya geldiğimde hızlı bir şekilde kıyafetimi değiştirip kendimi yatağa attım. Düşüncelerim beni serbest bırakırsa biraz uyumak istiyordum. En azından bir kaç saat herşeyi unutabilirdim...


*"*"*


Pencereden süzülen gün ışığı gözlerime temas ettiğinde zorlukla aralandı gözlerim. Üzerimdeki örtüyü kaldırıp yatakta oturur pozisyona geldim.


Gözlerim ilk olarak Aras'ın yattığı koltuğa kaymıştı. Sırtüstü elleri başının altında bir şekilde uyuyordu. Aras'ın odaya saat kaçta geldiğini bile hatırlamıyordum.


Fazla ses çıkarmadan yataktan çıkıp banyoya doğru ilerlemeye başladım. Aras'la olduğunca karşı karşıya gelmek istemiyordum. Her konuşmamızda içimde beliren garip duyguya anlam veremiyordum. Zaten dünkü konuşmamızın sonu pek iyi bitmemişti. Ondan hiçbirşey saklayamıyordum. Gergin yada heyecanlı olduğumda bunu hemen anlıyordu.


Banyoya girip hızlıca duş aldım ve ardından hemen giyindim. Olduğunca ses çıkartmamaya çalışarak banyodan çıktığımda Aras'ın hâlâ uyuyor olduğunu görmem rahat bir nefes vermemi sağlamıştı.


Telefonumu alıp hızlı adımlarla, kapıya yöneldiğimde arkamda duyduğum ses yine kalbimin ritmini arttırmıştı.


"Yavaş, ne bu acele?"

Aras'ın sesini duymamla beraber yine deli gibi heyecanlanmıştım.


Arkamı dönüp baktığımda Aras'la gözgöze gelmiştik. Yine gerilmiştim.

"Acele etmiyorum, bu benim herzamanki halim!" Dedim. Söylediğime kendim bile inanmamıştım.


Aras yattığı yerden doğrulup ciddi bir tavırla tekrar gözlerime baktı.

"Herzaman ki halin?" Bunu duyduğumda zorlukla yutkundum.


"Evet!"


Aras inanmayan bakışlarını bana yöneltirken, gözlerimi ondan zorlukla ayırıp hızlı bir şekilde çıktım odadan. Resmen kaçıyordum ondan. Bu duygularımdan böyle kurtulacağımı zannediyordum ama bu pek işe yaramıyordu.


Odadan çıkıp merdivenlere taraf yöneldim. Hızlı adımlarla ilerlerken Dicle'nin kaldığı odanın kapısı açılmıştı. Dicle'nin yüzünü görmemle tüm sinir hücrelerim harekete geçmişti. Öfke yine tüm vücudumu sarmaya başlamıştı.


Dicle benimle göz teması kurmamaya çalışarak önümden geçecekken kendimi tutamayıp onu kolumla durdurdum. Ona söyleyecek iki çift lafım vardı ve bunu içimde tutamayacaktım.


"Varmı öyle hiçbirşey yokmuş gibi davranmak?"

Düz bir sesle ama sinirimi belli edecek bir tavırla bunu söylediğimde Dicle gözlerini yere dikmiş tek kelime dahi etmiyordu.


"Konuşsana?"

Sakin kalmaya çalışarak bunu söylediğimde Dicle kafasını kaldırıp yüzüme baktı.


"Ben, sadece..."

Dicle lafını tamamlamadan durduğunda bu sefer sesim daha yüksek çıkmıştı.


"Sen sadece ne?"

Sinirle bunu söylediğimde Dicle'nin gözleri dolmuştu.


"Sevdim!" Dedi ağlamaklı bir sesle.

"Ben sadece deli gibi sevdim Aras'ı!"


Bu sözleri duyduğumda yüzümde sinirle karışık alaycı bir gülümseme belirmişti. Hâlâ böyle konuşması sinirimi hatsafaya çıkarmıştı. Birde karşıma geçmiş 'sevdim' diyordu.


Evet hayatlarına pat diye girdiğimi biliyordum ama bu ona Aras'ı öpme hakkını vermiyordu. En azından Aras'ın benimle evliyken böyle davranması hiç doğru değildi. Bu evlilik anlaşma bile olsa böyle birşeyi hiçkimse kabul etmezdi.


Dicle'nin bu anlaşmadan haberi bile yoktu ve bunu bile bile Aras'ı sevdiğini söylüyordu bana. Bu beni sinirlendirmeye yeterde artardı.


"Beni hafife alıyorsun Dicle!"

Kendimden emin ve düz bir sesle bunu söylediğimde Dicle gözlerini tekrar yere dikmişti.


"Bir daha böyle birşey olursa bu kadar sakin kalmam!"

Bunu söyledikten sonra Hızlı adımlarla Dicle'nin yanından ayrıldım.


Evet Aras'a da sinirliydim ama, Dicle'ye olan sinirim daha ağırdı. Sonuçta Dicle, Aras'ı öptüğünde Aras onu itmişti. Evet ikisinede çok sinirliydim ama gerçekçi olmakta fayda vardı.


Kendimden emin adımlarla merdivenleri tek tek indikten sonra mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Yine avluda suratı asık bir şekilde oturan Hatice Hanım'ın iğneleyici bakışlarına aldırış etmeden yoluma devam ettim.


Mutfağa girdiğimde yine kahvaltı için hazırlanan yiyecekler avludaki masaya taşınıyordu. Boş durmamak adına elime kahvaltılıklarla dolu bir kaç tabak alıp çıktım mutfaktan.


Bir kaç dakika sonra kahvaltı tamamen hazırlanmış konaktakilerin neredeyse hepsi inmişti aşağı.


Masada bir tek Aras ve Hasan bey eksikti. Sinirimin tepeme çıkmaması için Dicle'ye taraf bakmamaya çalışıyordum.


Bir kaç saniye sonra gözlerim, kendine has duruşunu bir an bile kaybetmeden merdivenlerden inen Aras'ı seçmişti. Aras merdivenleri inerken bir yandanda telefonla konuşuyordu.


Gözlerim onun her hareketini istemsizce takip ederken o konuşmayı sonlandırıp telefonunu cebine koydu ve gelip yanımdaki sandalyeye oturdu. Gözleri bendeydi. Hatta telefonla konuşurken bile bana bakıyordu. Surat ifadesi herzamanki gibi sertti ama o bana bakarken yine kalbimin ritmini arttırmayı başarmıştı.


Onun bakışı farklıydı. Daha önce kimsede görmediğim bir bakıştı. Sertti ama inanılmaz bir güven hissi yayıyordu vücuduma. Her göz göze geldiğimde kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bana etraftaki herşeyi unutturacak bir şekilde bakıyordu.


Bu bakışta onlardan biriydi. Kısa ama unutamayacağım kadarda derin birşeydi.


Gözlerimiz ayrıldığında yine o adını koyamadığım bir takım duygunun zihnimi esir alışını seyretmiştim. Engel olmaya çalışıyordum, hatta bunu defalarca denemiştim ama kalbim benden bağımsız hareket ediyormuş gibi, delicesine çarpıyordu.


Ne yapacaktım ben bu adını koyamadığım, isimsiz duyguyla?


Düşüncelerim beni rahat bırakmazken hayali bir şekilde kafamı salladım. Bu duygulara asla yenilmemeliydim!


Sofrada sessizlik hakim olurken Hasan Bey'in de gelmesiyle herkes kahvaltısına başlamıştı.


Kahvaltıdan sonra yine herzamanki gibi avluda oturmuştuk. Hicran Hanım yine baş köşeye kurulmuş ağır bir şekilde, tam bir hanımağa edasıyla kahvesini yudumlarken, Hatice Hanım bana pis pis bakmakla meşkuldü.


Bana bir tek öyle bakan Hatice Hanım değildi tabi. Gönül'ünde bakışları üzerimdeydi ve bana dünyanın en kötü insanıymışım gibi bakıyordu resmen. Anladığım kadarıyla beni bu konuda tamamen suçlu buluyorlardı. Aras ve Dicle'yi ayırdığımı, sevenleri ayıran kötü bir insan olduğumu düşünüyorlardı belki ama onların bu saçma düşünceleri benim umurumda bile değildi. Dicle, Gönül'e olanları anlatmış olmalıydı ve bu bakışların sebebi birazda bundan kaynaklanıyordu.


Merve'de tam yanımda oturmuş Gönül ve Dicle'ye tehditkar bakışlar fırlatıyordu. Merve'nin bu olanlardan haberi yoktu ama onların bu tavırlarına sinirlenmesi gayet normaldi.


"Şu tavırlara bak Allah aşkına! Biri görse benim değilde Dicle onun kardeşi sanacak! Sevimsiz!"

Merve sadece benim duyacağım bir şekilde bunu söylediğinde alaycı bir tavırla Gönül ve Dicle'ye taraf baktım.


"Hemde ne sevimsiz!"

Bu söylediğim cümleyi duyduklarına emindim ama cevap vermemişlerdi. Onların yerine lafı Hatice Hanım devraldı.


"Bakıyorumda ikiniz gezip tozmaktan vakit bulabilmişsiniz!"

Hatice Hanımın bize yönelttiği bu imâlı cümleyle Merve gözlerini devirdi.


"Allahtan sadece bir kere çıktık yenge! Artık bir yıl dilinden düşürmezsin bunu!"

Merve bunu derken bende olduğunca soğuk bir surat ifadesiyle Hatice Hanım'a bakıyordum.


"Bırak Merve! Laf anlayana anlatılır!"

Ben bunu dediğimde Hatice Hanım'ın kaşları çatılmıştı.


Hicran Hanım yapmacık bir şekilde ömsürüp ortamdaki varlığını hattırlattığında kimse konuşmadı.


Yine herzamanki rutinle devam ediyordu işte Hatice Hanım'la tartışıp günlük rutinimi devam ettiriyordum.


Doğrusunu söylemek gerekirse artık tartışmadığım zamanlar garip geliyordu...


°•°•°•°


Artık konaktaki kargaşaya ve gerginliğe alışmışlığın verdiği hissiyatla hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Gözlerimi tavana dikmiş hiç bir şey düşünmemeye çalışıyordum lakin birisi aklımdan bir an olsun çıkmıyordu.


Aras!


Onu bu kadar çok düşünmem normalmiydi? Yada her an aklıma gelmesi?


Bu sorulara artık yanıt aramak istemiyordum çünkü zihnimin ya da kalbimin vereceği cevaplardan korkuyordum.


Saat geçti ve hava kararmak üzereydi. Aşağıda herzamanki gibi uzun süren bir gerginlikten sonra odama çıkmıştım. Yaklaşık bir saatir tek başıma odadaydım.


Uzanmış boş gözlerle tavanı izlerken can sıkıntısıyla doğruldum yatakta. Odada boş boş durmaktan çok sıkılmış ve bunalmıştım. En iyisi biraz balkona çıkıp hava almaktı.


Sıkıntıyla oflayarak ayağa kalktım ve odadan çıktım. Üst kattaki teras balkonu gözüme çarpmıştı. Hava karardığı için hafif ve serin bir rüzgar vardı.


Üst kata çıkan merdivenlere yönelip hızlı adımlarla yukarı çıktım. Serin rüzgar tenime nüfuz ederken buranın konağın en güzel yeri olduğunu düşünmeden edememiştim.


Rüzgar saçlarımı uçurmaya başlarken derin bir nefes aldım. Burası olduğunca hoşuma gitmişti ve yüzümde beliren hafif tebesüm bunun göstergesiydi.


Midyat'ın eşsiz bir manzarası vardı ve bu yine çok hoşuma gitmişti. Zaten oldum olası böyle yerlere bayılırdım.


"Burası seni sakinleştirmeyi başarmış bakıyorum!"

Ben manzaraya dalmışken duyduğum bu tanıdık sesle aniden kafamı sesin geldiği yöne doğru çevirdim.


Gördüğüm ilk şey Aras'ın siyah bakışları olmuştu. Yine herzamanki gibi mükemmel gözüküyordu. Bu görüntüsü kalbimi ritmini arttırırken zorlukla yutkundum.


Aras sert duruşunu bozmadan yanıma gelip durdu ve ardından gözlerini benden ayırıp manzaraya dikti.


"Gülümsüyorsun!" Dedi düz bir ses tonuyla.


Bu cümleyi duyana kadar gülümsediğimin farkında değildim. Heyecanım gitgide artarken aptal gibi sırıtmayı kesip düz bir sesle konuşmaya başladım.


"Böyle yerlerde kendimi iyi hissediyorum!"

Bunu söyledikten sonra tekrar önüme döndüm.


Aras sert ve dik duruşunu bir an bile kaybetmiyordu. Duruşu bile insanın nefesini kesmeye yetiyordu.


"Gülüşün çok güzel!" Dedi ummadığım bir anda. Bu cümlesi'ni duymamla beraber zaten deli gibi atan kalbim yerinden çıkacak derecede arttırdı hızını.


Bana iltifatmı etmişti o? Yok ben gerçekten aklımı kaçırıyordum. Nefes alış verişlerim bile hızlanmıştı ama o oldukça rahat gözüküyordu.


Heyecanımı belli etmemeye çalışıyordum ama ne kadar başarılı olduğum bir muamaydı.


"İltifatmı ettin sen?"

Sesimin titrememesine şükürler ederek kısık bir sesle bunu sorduğumda Aras gözlerini manzaradan ayırıp benim gözlerime dikti.


"İltifat değil..." Dedi gözlerini bir an bile ayırmadan. "Gerçek bu!"


Titrememek için resmen kendimi zor tutuyordum. Bu cümle ona olan sinirime rağmen o kadar hoşuma gitmişti ki resmen kalp krizinden gidecektim.


Aras'la aramızda sadece bir adımlık mesafe vardı ve çok yakındık. Bu kadar heyecan vücuduma oldukça fazla geliyordu ve bu yakınlıkta heyecanıma tuz biber olmuştu.


Derken Aras bir adım daha bana yaklaştı ve aramızdaki mesafeyi tamamen kapattı. Nefesini hissettiğimde vücuduma yeni bir heyecan dalgası daha yayılmıştı.


Elleriyle, rüzgar yüzünden yüzüme gelen saçları nazikçe geriye attı. Yüzü yüzüme çok yakındı ve ben heyecandan resmen nefesimi tutmuştum.


Gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmıyordu ve bu eşsiz bir andı.


Dudakları aralandı. Tam birşey söyleyecekti ki avludan gelen bir gürültüyle ikimizin bakışları da avluya taraf dönmüştü.


Aras sert surat ifadesine geri dönüp balkondan avluya taraf baktığında bende peşinden bakakalmıştım.


"Neredesin Aras Karaaslan!"


Aras bunu duyduğunda ağzından bir küfür duyuldu ve sinirli bir şekilde merdivenlere yöneldi. Bende ne yapacağımı bilemez bir şekilde peşinden koşuyordum.


Avluya indiğimizde gördüğüm yüzle aniden duraksadım. Bu adam dün tanıştığım adamdı.

Baran Eroğlu.


Baran'la tanışıyorduk ve Aras'ın bundan haberi yoktu. Yine büyük olay çıkacaktı.


"Senin ne işin var lan burada!"

Aras resmen burnundan soluyordu. Çok öfkeliydi.


Baran ellerini iki yanına açarak Aras'a taraf baktı ve sinir bozucu bir şekilde gülümsedi.


"Eski dostumuzu ziyaretede mi gelmeyelim?"

Baran bunu dedikten sonra pis pis sırıtmaya devam ediyordu.


Aras bunu duyduğunda Baran'a bir adım yaklaştı. Onu her an öldürecekmiş gibi bakıyordu.


Herkes avluya inmişti. Korumaların hepsi silahlarını çıkarmak için Aras'tan işaret bekliyorlardı. Murat ağabey ve Ahmet ağabey ise Aras'ın yanında duruyorlardı. Tabii Baran'da yalnız değildi. Yanında en az beş tane silahlı adam vardı.


"Lan Baran! Ölmeden rahat etmeyeceksin değilmi!"

Aras tehditkar bir sesle bunu söylediğinde kendini zor tutuyor gibiydi.


"Konağınıza gelen misafire böylemi davranıyorsunuz? Koskoca Karaaslan ailesine yakıştımı!"

Baran yapmacık bir şekilde bunu söylerken belindeki silahı çıkarıp havaya doğru sallamaya başladı.

Aras bunu gördüğünde sinirle güldü.


"Onu eline alınca adammı oldun lan sen!?"

Aras'ın sesi tüm konağı inletmişti resmen. Aras'ın bu cümlesi Baran'ın yüzünü düşürmüştü.


Baran'ın yüzü yavaş yavaş sinirli bir hâl alırken gözleri bir anda bana kaymıştı. Beni görür görmez o pis gülümsemesi tekrar suratına yayılmaya başlamıştı.


Baran dilini üç kez art arda damağına vurdu ve ardından konuşmaya başladı.


"Bak hâlâ böyle davranmaya devam ediyorsun! Oysa karın Sena ne kadar misafirperver biri!"


                   -BÖLÜM SONU-


OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM, GELECEK BÖLÜM GÖRÜŞMEK ÜZERE (:


Loading...
0%