@k_blackfire
|
Keyifli okumalar... Herşeyin bir kırılma noktası vardır ve ben o noktaya defalarca kez ulaşmıştım. Toparlanmak zor değildi lâkin defalarca kez kırılmak insanı epey bir yoruyordu, ve ben artık toparlanmak için uğraşmak istemiyordum. Ben artık kırılmakta istemiyordum... Araba hızla ilerliyordu ve ben gözlerimi yola dikmiş öylece duruyordum. Konağa dönüyorduk. Bunu Aras değil ben istemiştim. O konuşmanın üzerine gelen o telefon kırılma noktasıydı benim için. Tüm o düşündüklerim tuzla buz olmuştu bir anda. Durmadan acı çekiyordum ve buna bir dur demem lazımdı. Hiçbir şey umurumda değildi artık. Kendim için birşeyler yapmalıydım. Aras'la tek kelime etmemiştik yol boyunca. Konuşmak istemiyordum, daha doğrusu hiçbir şey yapmak istemiyordum artık. Konağa dönünce yine aynı şeyler olacaktı biliyordum. Hatice Hanım veya Gönül imalı imalı konuşacak, Dicle gözümün önünde Aras'a aşkla bakacak ve ben yine sinir krizleriyle baş başa kalacaktım. Hepsi bundan ibaretti. Doğrusunu söylemek gerekirse bu konağa ilk geldiğimde bu kadar zorlanacağımı beklemiyordum. Herşeyi boşverip gidebilirdim, bir anda beni para uğruna satan ailemin itibarını yerle bir ederek. Ya da herşeye boyun eğip sadece bekleyebilirdim. Yapabilir miydim? Yapamazdım... Benim sorunum tam olarak da buydu. Ne gidebiliyordum, ne de kalabiliyordum... Arasın telefonunda Dicle'nin ismini görür görmez kan beynime sıçramıştı. Daha da sinirlendiğim şey ise Aras'ın telefonu açmasıydı... Ne konuştuklarını bilmiyordum. Bu saaten sonra bilmekte istemiyordum açıkcası. Artık, Aras'ı düşünmekte istemiyordum, en azından bunun için savaşabilirdim. İstediğim tek şey, bu saçma oyunun bir an önce bitmesi ve kendi yoluma bakmanın bir yolunu bulmaktı. Öyle ki konağa gitmek için yola çıktığımızdan beri tek kelime bile etmemiştik. Belki de böylesi daha iyiydi. Konuşulanları ve hatırladıklarımızı unutmak gerekiyordu. Aras haklıydı ve bunları bir an önce unutmalıydım. Araba son sürat ilerliyordu. Konağa az kalmıştı ve ben bu yolculuğun bir an önce bitmesini istiyordum. Nihayet bir kaç dakika sonra, araba konağın önünde durduğunda tek kelime etmeden kapıyı açmak için elimi uzattığımda, Aras'ın sesi doldu kulaklarıma. "Sena!" Dediğinde bağırıp çağırmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Sinirlenmemeliydim, ama elimde değildi. Şuan ne konuşmak istiyordum, ne de kavga etmek. Ona bakmadım. Arabanın kapısını açıp indiğimde oda bir şey söylememişti zaten. Ben somurtgan bir suratla konağa girerken duyduğum tek ses arabanın teker sessiydi. Bu adamın gerçekten hız takıntısı vardı. Yüzüme gelen saçlarımı elimle geriye doğru itip konağın avlusuna girdiğimde karşımda Dicle'yi görmeyi beklemiyordum. Hazırlanmıştı ve dışarı çıkacak gibiydi. İçimden bağırıp çağırmak gelsede kendimi sakin tutmak için fazla çaba sarf ediyordum. Artık ne Aras, ne de Dicle'yi umursamak istemiyordum. Ne yaparlarsa, yapsındılar. "Sena!" Onu umursamayıp merdivenlere doğru yöneldiğimde arkamdan seslenmesiyle ona taraf döndüm. Yüzünde ki keyifli gülümsemesi alışık olduğum birşey değildi. Dicle'yi geldiğimden beri ilk defa böyle mutlu görüyordum. "Ne var?" Diye çıkıştığımda sesimi olabildiğince sakin tutmaya çalışmıştım ama pek işe yaradığını söyleyemezdim. "Bir sorun mu var?" Bunu derken yüzünde beliren yapmacıklık sinirlerimi bozuyordu. "Evet," dedim soğuk bir sesle. Ardından gözlerimi onun üzerinde gezdirdim bir kaç defa. "Bir sorun var!" Gözlerimi devirip yoluma devam ettim. Sorunun kendisi olduğunu pek iyi biliyordu. Sinirlerimi bozmak için böyle söylediğini biliyordum. Bu kız kendini ne zannediyordu? Odama çıktığımda ilk işim sıcak bir duş almak olmuştu. Öyle ki tenim haşlanana kadar suyun altında kalmıştım resmen. Sinirlerim tepeme çıkmıştı ve kendimi yeterince yorgun hissediyordum. Kafamda iki elektrik telinin çarpışmasını andıran bir enerji patlaması mevcuttu. Pişmandım... Evet, bunu söylemek benim için çok zordu, ama kesinlikle pişmandım. En başından bu evliliği kabul etmemeliydim. Ve tek suç bana sevdiği birinin olduğunu söylemeyen Aras'taydı. En başta ne ben suçluydum, ne de Dicle. Ben Aras'a güvenerek çıkmıştım bu yola ve güvenmemem gerektiğini artık çok iyi biliyordum. Duştan çıktığımda, hızlıca giyinip yatağa attım kendimi. Yorgunluğum ağırlığını göz kapaklarıma bindirirken daha fazla uyanık kalamadım. Gündüz uyumayı fazla sevmiyordum ama tüm gece gözüme bir damla uyku girmemişti. Belki de stres ve gerginlik uykumu getiriyordu, bilmiyorum ama çok uykum vardı. Umarım uyku bana biraz olsun yardım edebilirdi. Umarım, sırtımda ki yükleri bir kaç saatte olsa unutabilirdim. Ve yine umarım ki, bu işkence bir an önce sona ersindi... *** Kullağıma gelen sesle birlikte uykumdan bir anda sıyrılıvermiştim. Göz kapaklarım açıldığında sesin kapıdan geldiğini anlamam uzun sürmemişti. Yattığım yerden doğruldum ve yüzüme gelen saçlarımı geriye doğru ittim. "Gel," dediğimde kapı hemen açılmıştı. İçeriye giren kişi Nigar abladan başkası değildi. Nigar abla yüzünde kocaman gülümsemesiyle yanıma geldiğinde bende zorlukla da olsa gülümsemeye çalışıyordum ve çok başarılı olduğum söylenemezdi. "Uyuyormuydun?" Diye sorduğunda kafamı salladım. "Evet, dalmışım!" Nigar abla gelip yanıma oturdu. Gözleri sorarcasına bana bakıyordu. Birseyi anlamaya çalışıyor gibiydi. "Ne bu hal Sena?" dedi ve gözleriyle beni süzdü. "Görende çiftliğe değilde, tarlada çalışmaya gittin sanır..." Alayla güldüm. "Tarlada çalışmayı yeğlerdim..." Bunu söylediğimde Nigar abla kaşlarını kaldırdı. "Anlaşıldı," dedi kafasını aşağı yukarı sallarken. "Siz yine kavga etmişsiniz!" Cevap vermeme verek yoktu. Nigar abla zaten hemen anlamıştı. "Evlilikte olur böyle şeyler, takma kafana..." Dediğinde içinde beliren gülme isteğini bastıramamıştım. Yüzümde ki gülümseme mutluluktan değil sinirdendi. "Evlilik," diye tekrarladım sorarcasına. "Ortada evlilik diye bir şey yokki," dediğimde yüzümde ki gülümseme solmaya başlamıştı. Yüzüm tekrar soğuk ve ciddi bir tavır alırken gerilim beynimi tekrar ele geçirmişti. "Bu sadece bir oyun," diye eklediğimde Nigar abla elini omzuma koymuştu. "Tamam, sakin ol canım!" Keşke o kadar kolay olabilse... "Sena," dediğinde yüzüne baktım. Söylemekte tereddüt ediyor gibiydi. "Dicle'yle ilgili mi?" Bu ismi duyduğumda gözlerimi devirdim. Tahammül edemediğim bu ismin zikredilmesi sinirlerimi bozuyordu. "Az önce çıktı gitti, yüzünde güller açıyordu," dediğimde Nigar abla kafasını salladı. "Evet biliyorum, arkadaşına mı ne gidece__" "Aras'a gitmiştir!" Diye sözünü kestiğimde Nigar abla bana şaşkınlıkla baktı. Bunu söylememi beklemiyor gibiydi. Beynimde ki katil şüpheler, hançerlerini birer birer göğsüme saplarken, suratımda görünen tek şeyin buz gibi bir yüz olduğunu biliyordum. Göstermek istediğim tam olarakta buydu. Herkese karşı tavrım bu olmalıydı... Nigar abla bir kaç saniye boyunca bana bakıp şaşkınlığını üzerinden atmaya çalıştı. Bende onun şaşırmasına şaşırıyordum. Kardeşini hiç mi tanımıyordu? En azından ben, daha bir kaç ay bile geçmeden Aras'ın, Dicle'ye gideceğinden emindim. Evet, Dicle'ye gidecekti. Nigar abla derin bir nefes aldı. "Eminmisin?" Diye sordu tereddütle. "Hiç olmadığım kadar," düşünmeden verdiğim cevaptan emindim. Onun gözünde paranoyak biri gibi gözükebilirdim, ama çocuk değildim. Beni kandıramazlardı. "Ama ne var biliyormusun Nigar abla, ben artık onların ne yaptıklarıyla ilgilenmiyorum." Diye söylendiğimde, Nigar ablanin bakışları tekrar bana dönmüştü. "Daha ne olduğu belli değil Sena, hemen öyle kestirip atma," Bu soylediği sey yüzümde alaycı bir gülümseme oluştururken Nigar abla gayet ciddiydi. "Şu boşanma işini biraz daha erkene alsak iyi olacak..." Sanki çok normal birşeymiş gibi bunu söylediğimde Nigar abla şaşkındı. "Sena," dedi, elini omzuma koyarken. "Aceleyle karar veriyorsun," Yüzüm tekrar ciddileşirken, söylediklerimden pişmanlık duyacağımı zannetmiyordum. Kararlarımdanda öyle. "Bu zaten eninde sonunda olacaktı, ben bir an önce bitsin istiyorum," dediğimde gözlerimin yandığını hissettim. Başıma giren korkunç ağrı ağlama isteğimi alevlendirirken konuşmaya devam ettim. "Yeter artık, neyin bedelini ödüyorum ki ben?" Ağlamıyordum ama sinirden ne yapacağımı bilemez haldeydim resmen. Oturduğum yerden kalkmamak, kalkıp her tarafı dağıtmamak için kendimi o kadar zor tutuyordum ki. "Tamam Sena, sakin ol!" Dedi Nigar abla yumuşak bir sesle. "Toparlan, aşağı yemeğe in olur mu?" Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışırken, cevap vermek yerine kafamı hafifçe salladım. Nigar abla odadan çıktığında, ben hala olduğum yerde durup sakinleşmeyi bekliyordum. Öfke tüm bedenimi ele geçirirken aldïğım derin nefesler ciğerlerime ulaşmak yerine öfkeme enerji veriyordu sanki. Kendimi berbat hissediyordum. Ayağa kalkıp banyoya yöneldim. Banyoya girdiğimde ilk işim aynaya bakmak olmuştu. Sinirli bir surat ve öfkeden kıpkırmızı olmuş gözlerden başka birşey göremiyordum. Musluğu açtım ve buz gibi suyu defalarca kez suratıma çarptım. Soğuk suyun yarattığı her şok beni daha çok kendime getirirken aldığım nefeslerim gittikçe derinleşiyordu. Banyoda işim bittikten sonra hızla üzerimi değiştirip çıktım odadan. O oda artık bana bir hapisten farksız gibiydi. Öyle ki nefes bile alamıyordum artık. Avluya indiğimde Hasan Ağa, Aras ve Dicle dışında ki herkes sofradaydı. Hatice Hanım'ın yüzunde ki gülümsemenin sebebi o kadar açıktı ki ona saldırmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Ama beklesinlerdi, bunu onların yanına bırakmayacaktım. Çökük ruh halimi koluma takıp Aras'ın boş sandalyesinin yanında ki yerimi aldığımda bana bakan gözlere buz gibi bakışlar gönderiyordum. "Aras, nerede gelin Hanım," diye soran Hatice Hanım'a baktığımda yüzünde ki keyifli ifade gittikçe artıyordu. "Sana ne?" Dediğimde sesim buz gibiydi. Ardından gözlerimi kapatıp başımda ki keskin ağrıyı geçirmeyeceğini bile bile elimle şakaklarıma masaj yapmaya başladım. Lanet olsun, baş ağrım geçmiyordu... Hatice Hanım'ın sesi soluğu kesilmişti. Onun yerine Hicran Hanım konuşmayı devraldı. "Bugün pek sinirlisin gelin hanım, ne oldu?" Hicran Hanım'ın uyarıcı ses tonuna aldırış etmeden düz ve soğuk bir şekilde mırıldandım. "Başım ağırıyor," Bu cevabımdan sonra zaten Hasan Ağa gelmiş herkes yemeğini yemeye başlamıştı. Ben ağzıma tek lokma koymamıştım sadece bedenim oradaydı o kadar. Masadaki insanların da sanki başka hiçbir işi yokmuş gibi beni izlemeleri masayı yerle bir etme isteğimi uyandırsada, sakin kalmayı zorda olsa başarabilmiştim. "Aras nerede?" Hasan Ağa'nın sorusunu duyduğumda kafamı umursamazca iki yana salladım. "Bilmem..." dediğimde sesim oldukça düz çıkmıştı. Hasan Ağa'nın sıkıntıyla nefes verişini işittim. Tam ağzını açmış birşey söyleyecekken, avlunun kapısının açılmasıyka herkes o tarafa bakmıştı. "Oğlum," Hicran Hanım'ın konuşmasıyla gelenin kim olduğunu anlamıştım. Beyefendi teşrif ettiler.... Aras yüzünde ki sert tavırla ilk önce bana sonra da annesine taraf baktı. "İyi akşamlar," dedi düz bir sesle, ardından bana bakmadan merdivenlere taraf yöneldi. "Oğlum, bari yemek yeseydin," Hicran Hanım arkasından bağırdığında Aras'ın tek cevabı "Aç değilim," olmuştu. O gözden kaybolduğunda Hicran Hanım'ın bakışları beni buldu. "Kocana bakmayacak mısın gelin hanım?" Gözlerimi devirdim. Hiç Aras'la kavga edecek halim yoktu. "Aldığınız geline bakın," Hatice Hanım kısık bir sesle bunu söylediğinde gözlerimi kısıp ona taraf baktım. "Doğru söylüyorsun ya," diye onayladım onu dalga geçercesine, "Neden ben, başka kızmı yoktu?" Şaşkın bakışları üzerimde hissederken Hasan Ağa'nın sinirli bakışları ve yapmacıktan öksürmesi, öfkelendiğinin kanıtıydı. "Gelin hanım bugün pek iyi değil galiba," Hasan Ağa'nın bu sözlerinden sonra, Nigar abla ayaklanmış ve benim yanımda bitmişti. "Hadi Sena, yukarı çıkalım biz," Alayla güldüm ve ayağa kalktım. Hatice Hanım'ın kinayeli bakışları benim üzerimde geziniyordu. "Yok ağam, bu kız bize hep böyle..." Dönüp cevap vermek istesemde Nigar ablanın beni çekiştirip durması bunu engellemişti. "Ne yapıyorsun Sena?" Merdivenlerden çıkarken Nigar ablanın sorduğu soruyla ona faraf döndüm. "Birşey yaptığım yok," "Tamam hadi odan çık sen," Nigar abla bunu dedikten sonra tekrar aşağıya inmişti. Bizim odanın önüne geldiğimde beklemeden girdim içeri. Banyodan su sesleri geliyordu. Bu demek oluyordu ki Aras banyodaydı. Etrafa göz gezdirdim. Ve birde ne göreyim... Aras'ın telefonu. Koltuğun üzerinde ki telefonu gördüğümde teredüt etmeden elime aldım. Şifre. Lanet olsun. Hayal kırıklığıyla telefonu tekrar yerine bıraktığımda dakikalar geçmesine rağmen sinirden saçlarımı yolmak üzereydim. Acaba Dicle neredeydi? Eğer Aras'la beraberdilerse, birazdan damlardı. Ben emindim, birazdan o kızda konağa gelecekti. Pencereye yöneldim. Bizim odadan konağın kapısı net bir şekilde gözüküyordu. Şu an bir hareketlilik yoktu. "Kimi izliyorsun?" Arkamda duyduğum sesle kafamda ki iki elektrik teli tekrar çarpıştı ve inanilmaz bir sinir basıncı beynime nüfuz etti. Arkamı döndüm ve buz gibi bakışlarımı Aras'a yönelttim. Saçları nemliydi ve üzerinde siyah bir tişört vardı. "Nereye gittin sen?" Diye sordum düz ve soğuk bir sesle. Kaşlarını kaldırdı ve hafifçe gülümsedi. "Ne fark eder?" Gözlerimi devirdim. "Soruma soruyla karşılık verme, bilerek yapıyorsun değil mi?" Gülumsemesi daha da büyüdü. "Az önce sende aynısını yaptın," Söylediği şeyle beraber kafamı geriye doğru yattırıp derin bir nefesi ciğerlerime çektim. Bu kadar rahat olması sinirlerimi o jadar çok bozuyordu ki şu an ona saldırmak istiyordum. Aslında bugün karşıma çıkan herkese saldırmak istiyordum. Aras'ın yüzü tekrar ciddi bir hal aldı. "Sorun ne Sena?" Diye sordu beni daha fazla sinirlendirerek. Sonrunun ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Sinirle yüzüne baktım. "Sorun senin iki yüzlü olman," dedim sert bir sesle. Onun yüzünde mimik dahi oynamadı. "İki yüzlü, öyle mi?" "Evet," Bana birkaç adım yaklaştı ve tam karşımda durdu. "Seni bazen hiç anlayamıyorum Sena," Bunu duyduğumda alayla güldüm. Gözleri gözlerime kenetlenmiş olmasına rağmen yüzü ifadesizdi. Gözleri gözlerime birşeyi anlamak ister gibi bakıyordu. "Asıl ben seni anlamıyorum," diye çıkıştım. "Daha bir iki gün önce san karşı koyamıyorum diyorsun, sonra biz olamayız diyorsun," Ağzımdan çıkan kelimeler canımı yaksada pişman değildim. Onun gözleri ise şimdi daha yoğun bakıyordu. Susmadım ve devam ettim. "Bir gün beni mutlu etmeye çalışıyorsun, sonra birde bakıyorum bugün Diclen'in yanına gidiyorsun..." İnkar etmesini bekledim. Onun yanında değildim demesini bekledim, ama demedi. Sad ece sustu, ne gittim dedi, nede gitmedim... Sessizlik evet demekti. Hayır dese içinde bir umut kalabilirdi ama lanet olsun ki demedi. Bu bardağı taşıran son damlaydı. "Yeter bu kadar," dedim ruhsuz bir ses tonuyla. "Boşanmak istiyorum." Bölüm Sonu. |
0% |