Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20. Bölüm "Sinir Krizi"

@k_blackfire


"Seni seviyorum."


Bu iki kelime ve altı hecelik cümlesi dudaklarından bir nefes misali döküldüğünde göğsümün sıkıştığını hissettim. Gözlerim karşımda ki adamın gözlerinde takılı kalırken zihnim bir uçurumun eşiğine son adımını atmış gibiydi.


O uçurum beni her geçen saniye kendine çekiyor, düşüncelerim birer birer o uçurumdan atlayıp canlarına kıyıyorlardı.


Gözlerimi kıstım.


Bakışlarımda şaşkınlık yoktu.


Onun bakışlarında ise ilk defa öfke yoktu.


Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Sert yüz hatları hareketsizdi ama gözleri o kadar yoğun bakıyordu ki istemsizce yumruğumu sıkmıştım.


Bir adım geri sendeledim. Kolları belimden ayrıldığında bakışlarında herhangi bir değişiklik olmamıştı. Dudaklarıma yerleşen alaycı gülümseme gözlerimi kısmama neden olurken ona bakmaya devam ettim.


"Dalga mı geçiyorsun?" diye sordum, sesim alaycı, ruhum ise öfkeliydi.


Cevap vermedi.


Bana öyle olmadığını haykırırcasına gözlerime baktı sadece.


Alaycı gülümsemem kahkahalara dönüşürken, gözlerimin yandığını, boğazıma yerleşen yumrunun nefes almamı engellediğini farkettim. Buna inat kahkahalarım dur durak bilmezken, zihnimin tamamiyle bulandığının farkındaydım.


Bana kafayı yedirtecekti.


Artık dursundu.


"Sena," diye mırıldandığında ben artık ona bakmıyordum. Başımı kaldırmış, gözlerimi tavana dikmiştim ve dudaklarımdan peyda olan kahkahaların odada yankılanmasına izin veriyordum.


"Sen yalancısın," diye bağırdım. Bu kelimeler zihnimin duvarlarına acımasızca çarparken, sesimde saf nefret vardı. "Sen yalancının tekisin Karaaslan!"


Ona öfkeliydim.


Kendime öfkeliydim.


Kalbime öfkeliydim.


Hayatıma öfkeliydim.


Başımda keskin bir ağrı vardı. Hiçbir şey düşünmüyordum, zihnim tıka basa öfkeyle doluydu. O az önce beni sevdiğini mi söylemişti? Peki ya bu iki kelimeyi Dicle'ye de söylemiş miydi?

Hayat benimle oynuyordu, ben insanlara oynuyordum, o ise benim akıl sağlığımla oynuyordu.


Boğazımda keskin bir acı vardı. Gözlerim yanıyordu, kalbim paramparcaydı, zihnim ise sayısız kere kaltledilmişti. Gözlerimi kapattım. "Delirttiniz beni."


Ellerimin titrediğini hissederken fütursuzca bağırıyordum ama kendi kelimelerim bile o kadar fluydu ki kontrolümü yavaş yavaş kaybettiğimi anlamıştım. Kelimeler vardı ama anlamları yoktu.


"Sena, iyi değilsin."


Onun sesini duydum, sesi endişeli çıkıyordu. Gözlerimi sıkıca kapatmıştım ve ellerimi saçlarıma geçirmiştim. Saç diplerim acıyordu ama bunu zerre umursamıyordum. Sadece karanlık vardı, soyut bir karanlık.


Gözlerimden yaşlar boşalmaya başladığında kahkahalarım hıçkırıklara dönüşmüştü. Nefes alıyordum ama nefeslerim ciğerime ulaşmak yerine nefes borumda asılı kalıyor ve oraya bir bıçak misali batıyordu. Oda hiç olmadığı kadar sıcaktı, ya da bana öyle geliyordu bilmiyordum ama boynumdan akan sıcaklığı hissedebiliyordum.


Sarsıla sarsıla ağlarken, aldığım nefesler canımı yakıyordu. Durmadan birşeyler söylüyordum ama ne söylediğimin bile farkında değildim. Kelimeler sisliydi, sadece arada bir birşeyleri algılıyor ve bağirmaya devam ediyordum.


"Sena tamam, sakin ol..." Gözlerimi aralayıp ona baktığımda, onun gözlerinde saf endişe vardı. Bakışları tenime bıçak gibi saplanırken sinirle elime gelen ilk şeyi yere fırlattım.


Ne olduğunu bilmediğim cam şey yerde paramparça olurken, yere düşen cam parçaları odanın dört bir yanına dağılmıştı. "Bana kafayı yedirttiniz." diye bağırdığımda boğazımda ki ağrı kendini tekrar belli etmişti.


Aras, bana doğru yürüdüğünde, vücudumda direnen sinirle makyaj masasının üzerinde ne varsa yere firlattım ve onlarında yerde paramparça olmasını sağladım.


Göğsüm sıkışıyor, ellerim kaşınıyordu. Kalbim höğüs kafesime hapsolmuş ve oradan çıkmak için direniyordu.


"Yeter bu kadar, Sena." diye bağırdı Aras, beni durdurmaya çalışırken. "Sakin ol."


Kollarımı ondan kurtarıp sinirle yüzüne baktım. "Sen kim bilir o kıza kaç defa bu kelimeyi söyledin..." diye bağırdım. "Şimdi gelip bana seni seviyorum diyemezsin!"


"Tamam, iyi değilsin şuan, sakinleş öyle konuşalım, olur mu?" o beni tekrar kolumdan tutup sakinleştirmeye çalışırken ben debeliniyor ve sinirle bağırıyordum.


"Yalancı!"


Dudaklarımı ısırdım. "Yalancı!"


Dışarıdan konuşma sesleri geliyordu ama ben şuan bağırıp çağırmak dışında hiçbir şey yapmıyordum. Bir aralık kapının aralandığını duydum ama o sesin hemen ardından Aras'ın sesini duymuştum.


"Çıkın dışarı!"


Aras'ın sesi odada yankılanırken, kapı tekrar kapanmıştı. Ellerimi tekrar saçlarıma daldırdım, tüm saçlarımı koparmak istercesine. Yetmedi, defalarca kez sertçe kafamı ellerimin arasına aldım.


Zihnim, öfkenin acısıyla uyuşmuş gibiydi.


Aras, yanıma gelip tekrar beni durdurmaya çalıştı. Güçlü kolları ellerimi sıkıca tutmuş ve kendime zarar vermemi engellemişti. Ben şidetle debeleniyordum.


"Dokunma bana!" diye bağırdım tekrardan. O kollarını belime sarıp bedenimi kendine çekerken ellerimi yumruk yapıp onun göğsüne vurmaya başlamıştım.


"Tek suçlu sensin," diye bağırdım, debelenmeye devam ederken. "Hayatımı mahvettin."


O beni daha çok kendine çekerken, "Haklısın," diye fısıldadı sadece. Dudaklarından dökülen bu kelime zihnimde defalarca kez yankılandığında o elini başımın arkasına yerleştirip başımı göğsüne yasladı ve kollarını sıkıca bana sardı.


Hareketlerim yavaşlarken, yumruklarım onum göğsünde asılı kalmıştı. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya devam ederken, ıslak saçlarım darmadağın olmuştu. Artık bağırmıyordum. Boğazımda ki ağrı yerli yerindeydi ve artık kendimi tamamen tükenmiş hissediyordum.


Elleri saçlarımda dolaşırken ona karşı koymayıp kendimi tamamen onun kollarına bırakmıştım. Şimdi odada sadece ikimizin nefes sesleri vardı. Başımı onun göğsüne yaslayıp gözlerimi kapattığımda, o bana daha sıkı sarılıp yüzünü boynuma gömdü ve derin bir nefes aldı.


"Özür dilerim," diye fisıldadığında sıcak nefesi boynumda gezinmişti. Cevap vermedim, ve ikimizde tek kelime dahi konuşmadık.


Gözlerimde ki yanma hissi yavaş yavaş geçerken, biz hâlâ orada birbirimize sarılmış bir hâlde, öylece duruyorduk.


Aklım karman çormandı. Ne düşümem gerektiği ve ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Şuan düşümek istemiyordum da zaten. Bitik bir hâlde olduğumun farkındaydım, herşey üstüste geliyor ve beni delirtmek istercesine geçmek bilmiyordu. Sağlıklı düşünemediğimin farkındaydım ve bunun için sağlıklı hareket edemiyordum.


Bildiğim tek şey şuan beni bu hâle getiren adamın kollarında olduğumdu.


Böyle olmamalıydı.


~~~


Karanlık, bir sis misali vücudumu kaplıyor ve görüşümü engelliyordu. Başımda ki ağrı hafiflemişti ve kendimi biraz olsun gevşemiş hissediyordum. Gözlerim aralanırken karanlığı bir iğne misali yaran ışık gözlerimi acıtmıştı.


Gözlerim yavaş yavaş aralanırken, dudaklarımdan kısık bir nefes dökülmüştü. Kollarımda hafif bir ağrı vardı ve bacaklarım halsizdi, gözlerim odanın içerisinde gezinirken en son durağım kollarında uyuduğum adamın kusursuz suratı olmuştu.


İkimizinde üzerinde dünkü kıyafetler vardı. Aras'ın bir kolu sırtımın altında, diger elide saçlarımın üzerindeydi. Gözleri kapalıydı ve aldığı düzenli nefesler hâlâ uyuduğunun göstergesiydi. Onunla şuan bu hâlde olmamız kendime sinirlenmeme neden olurken, bir taraftanda garip bir şekilde sankindim.


Dün gece kendimi kaybettiğimin farkındaydım. Muhtemelen sinir krizi geçiriyordum ve acıyan boğazım ve üzerimde ki bitkinlik krizin şiddetinin bariz bir örneğiydi. Öfkemin tamamiyle geçtiğini söyleyemezdim ama üzerimde bir hafiflik olduğu kesindi.


Kısık bir titreşim sesi duyduğumda sesin sahibinin Aras'ın telefonu olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Aras'ın telefonu hemen yanda ki komidinin üzerindeydi. İçime yayılan merak beni içten içe ele geçirirken, düşünmeden yattığım yerden Aras'ı uyandırmamaya dikkat ederek doğruldum ve beni saran kolunun altından yavaşça sıyrıldım.


Uzerimde ki ince örtüyü kaldırıp yataktan çıktım ve komidinin üzerinde ki siyah telefonu elime alıp ekranını açtım.


Dicle: Çalışma odasında seni bekliyorum, konuşmamız lazım. Lütfen...


Gözlerime alaycılık yerleşti. Bu alaycılığın yanında, gözlerime yerleşen öfkeyle telefonun ekranına baktım bir kaç saniye. Dicle'ye olan nefretim tekrar harlanmaya başlarken, sinirli bakışlarım Aras'ın üzerinde gezindi.


Hâlâ uyuyordu ve bu benim için bir fırsattı.


Bakalım Dicle ne istiyordu?


Hızlı davranıp telefonun ekranını kapattım. Aslında silmeyi düşünüyordum ama telefonun kilitli olması bu planımı suya düşürmüştü.


Hızlı davranırsam Aras uyanmadan hemen gidip gelebilirdim.


Telefonu tekrar komidinin üzerine koyup, ses çıkarmamaya özen göstererek odadan çıktım. Vücuduma nükseden sinir dalgası adımlarımın hizını arttırırken, donuk bakışlarım etrafta geziniyordu. Henüz sabahın erken saatleriydi ve etrafta kimse gözükmüyordu. Hava serindi. Ben merdivenlere taraf yürürken bir yandan arkama bakıyor ve tekrar önüme dönüyordum.


Hızlı adımlarla alt kata indiğimde yüzümd buz gibi bir ifadeyle bir an bile düşünmeden içeri daldım.


Dicle, masanın yanında ki tekli, deri koltuklardan birine oturmuş, gergin bir sekilde elleriyle oynuyordu. İçeri girdiğimi görünce yüzüne yerleşen şaşkınlık gözlerini kısmasına neden olmuştu.


Ben buz gibi bir ifadeyle ona taraf ilerlerken o gözlerine yerleşen afallmaış ifadeyle bana bakmaya devam ediyordu. "Sena?" diye mırıldandığında, sesimde ki şaşkınlık kendini belli etmişti.


Gözlerimi devirdim ve Dicle'yi baştan aşağı süzdüm. "Aras'ı mı bekliyordun?" diye sordum, demirden bile daha soğuk bir sesle.


Dicle ayağa kalktı. Gözleri benim üzerimde gezinirken benim suratıma alaycı bir gülümseme yerleşmişti. "Boşuna bekleme," diye mırıldandım, sessime yerleşen alayla. "Uyuyor."


Dicle yüzüme sorarcasına baktı. Yüzünde ki afallamış ifade görülmeye değerdi. Sinirlerimi bozan bu kıza şuan saldırmak istesemde bunu yapmadım ve ona alayla bakmaya devam ettim.


Dicle gözlerini kısıp yüzüme baktı. "Ben Aras'ı çağırmıştım," diye mırıldandı. "Onunla konuşmama engel olmaya çalışıyorsan..."


"Ya sen ne yüzsüz bir insansın ya?" diye sordum igneleyici bir ses tonuyla. "Birde karşıma geçmiş Aras'ı çağırdım diyorsun, insanda biraz utanma olur ya..."


Dicle huzursuz bir nefes verdi ve ardından bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Neden utanayım," diye sorduğunda, suratına bir tane carpma isteğim daha bir şiddetlenmişti. "Aşık olduğum için mi?"


Bu cümleyi duyduğumda içimde beliren gülme isteğini bastiramamıştım. Bu kız artık yüzsüzlükte çığır açmıştı. Karşıma geçip bu kelimeleri söylerken içinde büyüyen öfkeye zar zor mani oluyordum.


Sakin olmalıydım.


Küçümseyici bir ifadeyle Dicle'ye baktım. "Biliyor musun Dicle," diye mırıldandım. "Sizin aranızdakileri ilk öğrendiğimde sana üzülmüştüm, evet aşık olmak suç değil..." Gözlerimi kıstım. "Ama evli bir adama aşık olman suç."


Dicle kızaran gözlerini benden ayırmadı. Ben ise kollarımı önümde bağlayıp devam ettim. "Eğer ben sizi bile bile Aras'la evlenmiş olsaydım sana biraz olsun hak verebilirdim. " Kaşlarımı kaldırdım. "Ben bilmiyordum ama sen benimle evlenmek isteyen kişinin Aras olduğunu biliyordun."


Dicle gözlerini yumdu. "Evet ama ben Aras'a aşığım," diye mırıldandı ağlamaklı bir sesle. "O da bana aşık."


Alayla güldüm. Dicle'nin gözleri üzerime dikilirken alayla gülmeye devam ediyordum. "Senin yerinde olsam," diye mırıldandım, sakin bir sesle. "Aras'a fazla güvenmezdim."


Dicle huzursuz bir nefes verdi. "Ben Aras'a güveniyorum, hem sen ne yapmaya çalışıyorsun Sena," diye konuştu kısık bir sesle. "Yaptıkların yetmedi mi?"


Gözlerimi devirdim. "Yetmedi,"diye konuştum yüksek bir sesle. "Birde hâlâ çıkmış Aras beni seviyor diyorsun.."


Kafasını salladı ve yüzüme baktı. "Evet seviyor."


Dicle'ye bir adım yaklaştım ve alaycı bir ifadeyle yüzüne baktım. "Ne tesadüf," diye mırıldandım buz gibi bir sesle. "Dün gece bana da beni sevdiğini söyledi mesela..."


Bu kelimeler dudaklarımdan döküldüğü an, Dicle'nin yüzü kıpkırmızı kesilmiş ve gözyaşları yanaklarından firar etmeye başlamıştı. Gözlerinde ki şaşkınlık ve korku kendini bariz bir şekilde belli ederken bir süre hiçbir şey söylemeden öylece kaldı.


Zihnimde, nefret ve öfkenin birleşimiyle oluşan bir kaos vardı. Sabahki sakinliğim yavaş yavaş yok oluyordu lâkin kendimi dizginlemeyi başarıyordum. Gözlerimde öfke geziniyor, dudaklarımda ise alaycı bir gülümseme peyda oluyordu.


Gözlerimi kıstım ve bir kaç saniye Dicle'nin şaşkınlıktan kızaran suratına baktım. "Ne oldu," diye sordum, düz bir sesle. "Yoksa şaşırdın mı?"


Dicle'nin gözleri tekrar bana döndü. "Yalan söylüyorsun," diye diretti titreyen bir sesle. "Aras'la olan aşkınmızı bilseydin böyle konuşamamazdın, yalan söylüyorsun."


Alayla gülmeye devam ettim. "Bence sen yalan söyleyip söylemediğimi gayet iyi biliyorsun," diye mırıldandım, sesimde ki alaycı tını yerli yerindeydi. "Sana Aras'a güvenme demiştim."


Dicle gözlerini kaçırıp bir kaç kez derin derin nefes aldı. Bunu kabullenmek istemiyor gibiydi. Kabullenip kabullenmemesi umurumda bile değildi. Canının yanması da umurumda değildi, ben dün gece olanlara rağmen hâlâ Aras'a güveniyor değildim, hiçbir zaman güvenmemiştim ve sırf beni sevdiğini söyledi diye gözlerimi kapatıp ona koşacak birisi değildim. Bu zamana kadar yaptıklarını öyle kolay kolay unutmayacaktım ve unutturmak gibi de bir niyetim yoktu.


Dicle'nin bakışları tekrar bana döndü. "Aramıza giremeyeceksin Sena," diye konuştu yüzsüzlüğünden zerre ödün vermeden. "Bizim birbirimize olan aşkımızı bu konaktaki herkes biliyor, sende göreceksin."


Bu kız gerçekten şaka gibiydi. Böyle gozlerini kapamış bir şekilde aşkını savunuyor ve yüzsüzlüğüne devam ediyordu. Aras'ın ona aşık olup olmaması zerre umurumda değildi, evet canımı yakıyordu ama artık umursamıyor ve düşünmekte istemiyordum. Bu yapılanlar oldukça fazlaydı ve ben sakin kalmaya çalıştıkça birşeyler daha çok sarpa sarıyordu.


"Bana ne be sizin aşkınızdan," diye bağırdım Dicle'nin suratına bakarak. "Sen zaten gözün kapalı bir şekilde Aras'a güveniyorsun," gözlerimi kısıp sinirle soludum. "Ama bizim evliliğimizi umursamadan yaptığınız bunca rezzilikten sonra, kabullenip köşeme çekilmemi mi bekliyorsun, çok beklersin."


Dicle eliyle göz yaşlarını sildi ama silinenlerin yerine hemen yenileri eklenmişti. "Sen çok kötü ve yalancı bir insansın!"


Kaşlarımı kaldırdım. "Cesaretin varsa gidip Aras'a dogru olup olmadığını sorsana," diye mırıldandım acımasız bir ses tonuyla. "Doğruları duymaya cesaretin varsa git sor!"


Gözlerimi devirerek Dicle'nin kızarmış gözlerine baktım. "Ama bakıyorum da," dediğimde, sesim alaycıydı. "Sende o cesaretin zerresi yok."


Dicle'ye son kez alayla bakıp arkamı döndüm ve kapıya doğru yürümeye başladım. Adınlarım beni kapıya dogru yönlendirirken

Dicle'nin kurduğu o kısacık cümle adımlarımı olduğum yere kilitlemişti.


"O gün Aras'la ne yaptığımızı merak ediyor musun Sena?"


BÖLÜM SONU...


Dicle'yi boğmak isteyen bir tek ben miyim?


:D


Loading...
0%