Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21. Bölüm "Tutkunun Pençesi"

@k_blackfire

Keyifli okumalar...♡


"O gün Aras'la ne yaptığımızı merak ediyor musun Sena?"


Duyduğum kelimeler zihnimin ücra köşelerine saplanıp orayı yavaşça kanattı. Söylediği şeye şaşırmadım ama göğsümün içinde başlayan acıyıda önleyemedim. Bir an, bu kelimelerin karşımda ki nefret ettiğim kızın bogazına dizilmesini, hatta onu nefessiz bırakmasını istedim. Böyle hissetmemin nedenini ben gayet iyi biliyordum ama keşke bu kadar derin hissetirmesini önleyebilseydim.


Vücudum Dicle'ye taraf yavaşça döndü. Başıma saplanan ağrı kendini belli etmeye başlarken, göz bebeklerimde büyük bir ağırlık hissediyordum.


Buzdan bile daha soğuk olan bakışlarım, Dicle'nin üzerinde birkaç saniye gezindiğinde, vücuduma nükseden sinire mâni olmayı şimdilik başarabiliyordum.


"Hayır," diye mırıldandım buz gibi bir sesle.


Dicle gözlerini kısıp yüzüme kısa bir süre baktı. "Ama ben duymanı istiyorum," diye konuştuğunda gözlerime yerleşen alayla beraber hafifçe gülümsedim. Bu gülüşüm neşeden tamamen uzaktı.


Dudaklarımdan kısık bir nefes verdim ve Dicle'ye bakmaya devam ettim. O ise gözlerinde ki yaşları silip konuşmaya devam etti. "Harika bir gün geçirdik." dediğinde benim ifadem zerre değişmedi. "Hatta hayatımda geçirdiğim en harika gündü."


Kaşlarımı kaldırdım ve karşımda konuşan kıza düz düz baktım. O gün, Aras'ın, Dicle'yle gittiği gün benim için bir kabus gibiydi ama ben yaşadığım o kabusun daha beterini tamda o gün onlara yaşatmıştım. Ne olup bittiği hakkında birşey duymak istemiyordum. Tek istediğim karşımda ki kızdan, bu konağa geldiğinden beri sırtıma yüklenen yüklerin hıncını çıkarmaktı.


Ama bu sefer sakin olmalıydım.


Başarabilirsem...


Dicle kıpkırmızı olmuş gözlerini kısaca yumdu ve sonra tekrar açarak bana baktı. "Çok yakınlaştık," diye mırıldandı gözlerinden yaşlar süzülmeye devam ederken. "Daha fazlasını anlatmama gerek var mı?"


Kelimeler boğazıma bir bıçak gibi saplandı ve vücudumda dolaşan tüm kan oradan boşalmaya başladı.


Çok yakınlaştık...


Bu kelime bir an canımı öyle bir yaktı ki ifademi sabit tutmakta oldukça zorlanıyordum. Ne kadar ileri gitmişlerdi? Ya da bir önemi var mıydı? Yoktu.


Sırf bu cümle için bile onlara hayatı dar edebilirdim ve şuan bunun için müthiş bir istek duyuyordum. Zihnim uyuşuyor, gözlerim kararıyordu. Bu sinir ve nefrettendi.


Kısa bir an nefret dolu bakışlarımı Dicle'ye yönelttim. Bu nefretim öyle güçlü ve şiddetliydi ki kendimi kontrol etmekte hiç olmadığım kadar zorlanıyor ve her geçen saniye daha çok sinirlendiğimi hissediyordum.


Yapacaklarımdan korkuyordum.


Dicle'nin gözlerine nefret dolu bir bakış gönderdim. "Sen ne zamnediyorsun?" diye mırıldandım şaşırdığım bir sakinlikle. "Ben aradan çekileceğim, sende Aras'la evleneceksin, öyle mi?"


Duruşunu dikleştirdi ve bana baktı. "Evet," dedi titreyen bir sesle.


Alayla güldüm ve gözlerimi kıstım. "Ben aranızdan çekilir miyim bilmem ama," diye mırıldandım gözlerim alayla parlarken. "Bu saaten sonra ben gitsem de, kalsam da sizin mutlu olmanıza izin vermeyeceğim."


Tekrar gözyaşlarını sildi, ben ise umursamadan devam ettim. "Sen bana aşktan bahsediyorsun ya hani," dediğimde ifadem zerre değişmemişti. Dicle kafasını salladı. "Hah, işte o aşk artık yok." dedim umursamadan.


Gözlerimi kısıp öfke saçan ve içinde büyük bir alay barındıran bakışlarımla Dicle'yi bir kaç kez süzdüm. "O deli gibi aşık olduğun Aras Ağa varya," diye konuştuğumda sesimde soğuk ve meydan okuyan bir tını vardı. "Bana aşık." gözlerimde ki alay arttı. "Yani artık benim."


Dicle ağzını açmaya yeltendi ama konuşmasına fırsat vermeden arkamı dönüp kapıya doğru yöneldim.


Dicle'nin hıçkiriklarla ağladığını duyabiliyordum ama bu zerre umursamadan çalışma odasından çıktım ve merdivenlere yöneldim. Zihnimde bir sürü düşünce kol geziyordu. Bu son gece yaşananlar işin seyrini bir hayli değiştirmişti. Önce Aras beni sevdiğini söylemiş, sonrada Dicle o gün Aras'la yakınlaştığını imâ etmiş hatta açık açık söylemişti.


Şuan beklediğimin aksine bir bilinmemezlik yaşamıyordum, tam tersi ne yapmam gerektiğini ve ne yapacağımı gayet iyi biliyordum. Bunun bana getireceklerini zaman gösterecekti ama bildiğim bir şey varsa, o da kolay kolay vazgeçmeyeceğimdi.


Buradan sessiz sedasız gitmeyecektim.


Belki de hiç gitmeyecektim, burada kalıp yasadıklarımın hesabını sormak için icimde büyük bir nefret vardı ve nefretin yanında da kalbimi paramparça eden bir duygu.


Aşk.


Her ikisiylede savaşmayacaktım. Gerekirse aşkımı, hatta onun bana olan aşkını kullanacaktım ama bu o kadar basit bitmeyecekti.


Adımlarım merdivenleri bitirip odaya doğru yöneldiğinde, odanın kapısının açılması bakışlarımı kapıya çevirmeme neden olmuştu. Aras, üzerinde ki siyah takımla oldukça göz alıcı görünüyordu. Siyah gözleri bir ok misali beni süzüp bakışlarını gözlerime yönelttiğinde, kısa bir süre hiç bir şey söylemeden ona baktım.


Aşağıdan gelen sesler, kahvaltının yavaştan hazırlanmaya başladığını gösteriyordu. Aras odanın kapısını kapatmadan bana dogru yürüyüp tam karşımda durduğunda göğsumde yanan kıvılcıma engel olamamıştım.


"Uyandın mı?" diye sordum normal görünmeye çalışarak.


Aras, gözlerimin içine aramızda olan bu şeyi en derinden hissetirecek şekilde baktı ve bana bir adım daha yaklaştı. "Evet," dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan. "Sen neredeydin?"


Elimle yüzüme gelen saçlarımı arkaya attım ve Aras'a baktım. "Dicle'nin yanındaydım," diye mırıldandım oldukça normal bir sesle.


Şaşımadı. Bende şaşırmayacağını bildiğim için şaşırmadım. Sonuçta o mesajı silmemiştim ve Aras benim o mesajı gordüğümü anlamış olmalıydı, o zaman yalan söylemek beni komik bir duruma sokardı.


Kısa bir süre bana öylece baktı. "Bunu neden yaptın?" diye sordu, aslında nedenini biliyor ama bunu benim ağzımdan duymak istiyordu.


Bu sefer ben ona bir adım yaklaştım ve aramızda ki iki karışlık mesafeyi tamamen kapattım. "Sence," diye fısıldadım gözlerini gözlerimden ayırmadan.


Bir elini kaldırıp saçlarıma dokundu ve yüzünü hafifçe yana yatırarak bana yaklaştırdı. Nefesi boynuma çarpıyor ve bu yakınlık nefesimin kesilmesine neden oluyordu. Deli gibi çarpan kalbim gögüs kafesimi parçalamak ister gibiydi.


Kollarımı kaldırıp onun omuzlarına koydum ve hafifçe gülümseyip, yüzüne baktım. O yüzünü boynuma yaklaştırıp kısık bir nefes verirken elleride belimi kavramıştı. Yuzünü artık göremiyordum ama nefesi boynumdaydı.


Elleri belimde gezindi. "Biliyorum," diye fısıldadı kulağıma doğru. "Biliyorum, güzelim."


Parmaklarım, gömeleğinin açık bıraktığı göğsünde birkaç saniye gezindi. Bu hareketimle onun elleri belimi daha sıkı kavrarken sıcak nefesi bir kez daha boynuma çarpıp kalp atışlarımı hızlandırmıştı.


Aras'ın gözlerini kapattığını hissettim. "Şuan kendimi o kadar zor tutuyorum ki," diye fısıldadı. "Dua et, yeri değil."


Gözlerimi kıstım ve bir adım geri çekilerek Aras'ın gözlerime baktım. Yüzümde hafif bir gülümseme vardı. "Sen in aşağı," diye mırıldandım, Aras'ın dudaklarında hafif bir tebessüm peyda olurken. "Ben üzerimi değiştirip geliyorum."


Bunu dediğimde beklemeden odanın açık kalan kapısından içeri girdim ve kapıyı kapattım. Kisa bir süre odanın içerisinde öylece bekledikten sonra etrafa aptal aptal bakmayı bırakıp banyoya yöneldim ve kısa bir duş aldım. Banyodan çıkıp kıyafetlerimi giyindiktem sonra saçlarımı düzleştirip taradım. Hafif bir makyaj yaptıktan sonra telefonumu alıp odadan çıkmıştım.


Avludan gelen seslere bakılırsa herkes kahvaltıya inmişti. Ben merdivenlere taraf yönelip aşağıya inerken bir yandanda avluya göz gezdiriyordum. Hasan Ağa, dışında herkez sofradaydı. Dicle'ninde yerinde utanmadan oturuyor olması sinirlerimi tepeme çıkarırken bunu belli etmeden avluya indim ve kahvaltı masasına doğru yürümeye başladım.


Herkesin bakışları bir dürbün misali üzerimde geziniyordu ama ben sadece Aras'a bakıyordum. İnsanların bakislarını umursamadan geçip Aras'ın yanında ki yerime oturduğumda, karşımda oturan Hatice Hanım'ın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.


Merve, yengesine somurtgan bir bakış atıp bakışlarını bana döndürdü. "Toparladın mı biraz, Sena?" diye sorduğunda sesi düşümceli çıkıyordu.


Kafamı hafifçe salladım ve gülümsedim. "Toparlamam gereken bir durum yok," diye mirıldandım. "Gayet iyiyim."


Merve gulümsediğinds bende aynı sekilde karşılık verdim ve önüme döndüm.


"Şükür, gelin hanım," Hicran Hanım bunu söylediğinde gözlerim ifadesiz bir şekilde ona döndü. "Kaç gündür yüzünü gören cennetlik, sonunda teşrif ettin."


Gözlerimi devirmek istesemde bunu yapmadım. Tam ağzımı açacaktım ki Hasan Ağa'nın gelmesiyle beravber susmayı tercih edip arkama yaslandım.


Hasan Ağa geçip baş köşedeki yerini aldığında herkes yavaştan kahvaltıya başlamıştı. Kimse Dicle konusunu açmiyor ve bu konuda tek kelime dahi etmiyorlardı, bu unuttuklarından dolayı değildi, tembihlendikleri apaçık ortadaydı.


"Hicran Hanım," Hasan Ağa diri bir sesle bunu söylediğinde, Hicran Hanım'ın bakışları hemen Hasan Ağa'ya dönmüştü.


"Buyur Ağam."


"Herşey hazır değil mi? Dünürler bugün gelecekmiş." Hasan Ağa bunu dediğinde, Hicran Hanım kafasını hafifçe salladı.


"Herşey hazır, merak etmeyesin."


Annemlerin bugün geleceğini tamamen unutmuştum. Bu konuyu hatırlamam içimde bariz bir gerginliğe neden olurken donuk bakışlarımı masada gezdirdim. Gözlerim Dicle'yi bulduğunda, onun Aras'ı izliyor olması gözlerimi devirmeme neden olmuştu.


Arkama yaslandım ve yapmacık bir şekilde gülümsedim. "Ne güzel böyle ya," diye mırıldandım gözlerime yerleşen hafif alayla. "Böyle herkes bir arada..."


Masadaki insanların bakışları yavaş yavaş bana doğru çevrilirken benim alaycı bakışlarımda onların üzerinde geziniyordu. "Yaşananlar nede çabuk unutuluyor böyle," gözlerim Dicle'nin üzerinde alayla gezindi. "Valla bravo."


Dicle'nin kızarmış gözleri bana dönerken, küçümseyici bakışlarımı ondan ayırıp yapmacıktan öksüren Hasan Ağa'ya çevirdim. Hasan Ağa gözlerini kıstı ama birşey söylemedi.


Bu arada Gönül'ün bakışlarının bana döndüğünü gördüm. "Demek ki bir sorun görülmemiş ki konu kapanmış," dedi bana bakmaya devam ederek. "Öyle değil mi Sena."


Alayla güldüm. "Sorun yok, öyle mi?" Diye sordum soğuk bir sesle. "Bence sen olayları tam kavrayamamışsın, o yüzden herşeye burnunu sokma bence..."


Gönül'ün dudakları düz bir çizgi halini alırken, Nurcan ablanın Gönül'ü susması için dürttüğünü gördüm ve Gönül tek bir kelime daha etmeden önüne dönüp kahvaltısına odaklandı.


"Bu olanları unutalım," Hasan Ağa bunu söylediğinde bakışlarım o tarafa döndü. "İnşallah bir daha böyle bir olay yaşanmayacak."


Hasan Ağa'nın söylediklerini duyduğumda yüzüme kabullenmiş bir ifade yerleştirip -ki bu gerçek değildi- Hasan Ağa'ya baktım. "Bence de unutalım," diye mırıldandım. "Umarım dediğiniz gibi olur..."


Arkama yaslanıp etrafımı izlemeye başladığımda bu sefer konuşan Hatice Hanım olmuştu. "Bence de yeğenime atılan bu iftirayı unutmalıyız," diye konuştuğunda gözlerim ona taraf alayla döndü. "Yalan dolan şeyleri konuşmaya hiç gerek yok, demek ki Gelin Hanım ve Aras Ağa'nın arası ne kadar kötüyse, Gelin Hanım'da hıncını Dicle'den çıkardı demek ki..."


Yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirdim. "O zaman ben yanlış anlamışım," diye mırıldandığımda gözlerim Hatice Hanım'ın yüzüne buz gibi hatta biraz da tehdit dolu gözlerle bakıyordu. "Hatice Hanım."


Üzerine basa basa bunu söylediğimde sesimde ki alay ve gözlerimde ki ifadenin bunun tam tersi olduğunun farkındaydım ama herşey şuan kontrolüm altındaydı.


Bu arada Aras gözlerini kısa bir süre masada gezdirdi. Sert bakışları insanların üzerinde gezinirken eli elimi kavramış ve güven veren bir ifadeyle elimi tutmuştu. Bu içinde bazı garip hislere yol açarken onun dudakları aralandı.


"Bir daha," diye konuştu sert bir sesle. "Bu konu hakkında tek bir kelime dahi duymayacağım," gözleri önce bana sonra da tekrar masadakilere döndü. "Bu konu hakkında Sena'ya tek bir kelime bile etmeyeceksiniz ve bende duymayacağım."


Aras'ın bu sözleri sofrada derin bir sessizlige yol açarken, Hasan Ağa kafasını sallayarak oğlunun söylediklerini onayladığını gösteriyordu.


O an aklıma, bu konu hakkında Aras'ı tam anlamıyla dinlemediğim düşüncesi gezinmeye başladı. Evet kızgınlığım aynıydı lâkin onun ağzından bu konunun önünü arkasını dinlememiş bir açıklama bile yaptığını duymamıştım. Bana, beni dinle demişti ama ben o an o kadar sinirli ve öfkeliydim ki değil dinlemek etrafımda ki hiçbir şeyi göremeyecek haldeydim.


Onunla bu konuyu konuşmak istiyordum. Zamanı önemli değildi ama ben şuan elimi tutan ve kabimi yerinden çıkacakmış gibi attıran bu adamı dinlemek istiyordum.


Ona gore yapacaklarım tam bir netlik kazanacak ve oklarımın kime dönmesi gerektiğine tam olarak karar verecektim.


•°•°•


Konağın önüne yaklaşan siyah araba, bir kaç saniye sonra konağın kapısının önünde durduğunda içimde büyük bir gerginlik vardı. Bu siyah arabanın içinde ailemin olduğunu bilmem dudaklarımdan huzursuz bir nefes dökülmesine neden olurken bakışlarım oldukça solgundu.


Hava tamamen karanlıktı ve saat geçti. Aras, tam yanımda duruyordu. Ellerini ceplerine sokmuş, dik bir duruş ve sert bakışlarıyla önüne bakıyordu. Hicran Hanım ve Hasan Ağa misafirlerini karşılamak adına kapıya doğru yürüyorlardı ve yüzlerinde nezaketen bir gülümseme yerleştirmişlerdi. Dicle ve Gönül köşede durmuş hiçbir şey demeden öylece bekliyorlardı. Dicle'nin gözleri arada bir Aras'a değiyor sonra Aras'ın ona bakmadığını farkedince tekrar önüne dönüyordu.


"Ooo Mehmet Bey, hoşgelmişsiniz sefa getirmişsiniz..." Hasan Bey bunu söylerken babam çoktan arabadan inmiş Hasan Ağa'yla tokalaşıyordu.


"Hoşbulduk Hasan Bey, hoşbulduk."


Annem ve Aslı arabadan indiklerinde, annem ve Hicran Hanım hemen tokalaşmaya başlamış, Aslı ise beni görür görmez yanıma koşmuştu.


"Ya Sena..." Aslı sıcak bir tebessümle bana sarıldığında, bende uzun bir aradan sonra ilk defa gerçekten gülümseyerek ona sarıldım.


Sanırım ailemden gerçekten en çok özlediğim kişi Aslı'ydı. Bu sarılmanın verdiği sıcaklık yüzümde ki gülümsemeyi arttırırken gözlerimi yummuştum.


Bir kaç saniye sonra ayrılıp Aslı'yla birbirimize baktık. "Ya Sena, çok özledim seni..." Aslı gülümseyerek bunu söylerken bende aynı şekilde karşılık vermiştim.


"Bende çok özledim."


Annemler hâlâ Hasan Ağa ve Hicran Hanım'larla meşguldüler. Hatta annemin gozü hiç olduğum tarafa değmemiş ve bu gözlerimi devirmeme neden olmuştu.


Biraz sonra babam ve annem yanıma gelmiş ama önce Aras'la selamlaşmışlardı. Bu kadar insan arasında sıra en son bana geldiğinde ise gülümsemek yerine ifadesizce onlara bakmayı tercih etmiştim.


Annem kısaca bana sarıldığında 'ne bu beş karış surat, biraz gülümse,' demesi bile zerre kadar değişmediğinin bir göstergesiydi.


Kısa bir süre sonra herkes avluya geçip oturmuştu. Ben Aras'ın yanındaydım ve onun elleri benim ellerimin üzerindeydi. Böyle olunca iyi hissettiğimi biliyordum ve Aras'ın üzerimde bıraktığı bu etkiyi istemsizce seviyordum.


"Valla, ben uçakla gelelim dedim ama dinleyen kim, Mehmet tutturdu arabayla gidelim diye... E uzun yol gelene kadar canımız çıktı tabii," annem bunları anlatırken babamda kafasıyla onu onaylıyordu.


"Oldum olası uçağa binmeyi sevmemişimdir," diye lafa girdi babam. "Araba yorucu ama tadı böyle çıkıyor..."


Hasan Ağa kafasını salladı. "Doğru diyorsun valla," dediğinde gözleri babamın üzerindeydi. "Bir kaç ay önce İstanbul'da ki işler için sürekli gitgel yapmak zorunda kalıyorduk, e şimdi bizim bu ortaklık sayesinde ondan da kurtulduk..."


Babam göğsünü kabartarak güldü. "Faydamız dokunduysa ne mutlu Hasan Bey."


Gözlerimi devirip arkama yaslandım. Sanki kendi bileğinin hakkıyla yapmıştı herşeyi de şimdi böyle konuşabiliyorlardı. Tüm bu olanlar babamın batan şirketi yüzünden başıma gelmişti, eger olmasaydı bunca şeye katlanmak zorunda kalmazdım, bunca laf işitmek zorunda kalmazdım, böyle bir insana dönüşmek zorunda kalmazdım...


Eğer o şirket olmasaydı, deli gibi aşık olmazdım...


Aras'ın gözlerini üzerimde hissetim. Bakışlarım ona dönerken gözlerimiz kesişmiş ve kalp ritmimde bir hareketlenme meydana gelmişti. Gözleri çok derin bakıyordu ve aynı bakısların bende de mevcut olduğunu biliyordum.


Ona bakınca herşey bilinmezlikti...


Bunca yaşanan olay bir yana ona bakınca öyle derin hissediyordum ki bu kelimelerke ifade edilemeyecek kadar derin ve karmaşık bir duyguydu. Ona kızgın olmam bu duygularımı zerre değiştirmiyordu ve belki de tüm bu olanların yalan olma ihtimali bile içimde ufacık bir umut doğurmaya yetiyordu.


İçimde şuan onunla konuşmak için müthiş bir istek vardı ve kafamda ki bu karmaşayı çözebilecek tek insanın o olduğunu biliyordum, düzeltiyorum hissediyordum...


"Bildigim kadarıyla sizin şirket batmıştı öyle değil mi?" Hatice Hanım iğneleyici bir tavırla bunu söylerken gözleri önce annemin sonra da benim üzerimde gezinmişti. "Bu evlilik vesilesiyle hem şirketiniz kurtuldu hemde kızınızı böyle bir aileye gelin verdiniz, ne yalan söyleyeyim sizde de şans varmış..."


Hatice Hanım'ın bu sözleri annemin alaycı bakışlarının ona dönmesine neden olmuştu. "Bu hanımefendi kim? Çıkartamadım da..." diye sordu küçümseyici bir tavırla. Bakışlarında ki küçümseme ve alay Hatice Hanım'ın yerine sinmesine ve tek bir kelime dahi etmemesine neden olurken ortamda gergin bir hava oluşmaya başlamıştı.


Bu gergin hava Hicran Hanım'ın yapmacıktan öksürmesiyle sona ermişti. "Siz şimdi yol yorgunusunuz," diye konuştu yumuşak bir tınıyla. "Kızlar size odanızı göstersin de biraz dinlenin, neys ihtiyacınız olursa da söylemekten çekinmeyin."


Annemler zaten yeterince yorgun oldukları için bu teklife hayır demeyip ayağa kalktılar. "Valla hiç hayır diyemeyeceğim, dizlerimde derman kalmadı." Annem bunu söylerken hafifçe gülümsemişti.


Onlar odalarına çıkarken Hatice Hanım suratı asık bir şekilde bana bakıyordu. "Senin kime benzediğin ortaya çıktı," diye mırıldandı iğneleyici bir tavırla.


Gözlerimi devirdim. "Bence susun Hatice Hanım." dedim düz bir sesle.


Hatice Hanım huzursuz bir nefes verip ayağa kalktı ve yanımızdan uzaklaştı. Bu arada bende bakışlarımı Aras'a çevirmiştim.


"Biraz konuşabilir miyiz?" Diye mırıldandım kısık bir sesle.


Aras'ın siyah ve etkileyici gözleri kısa bir süre yüzümde gezindi. "Olur," dedi parmakları elimi daha sıkı kavrarken.


Aras oturduğu koltuktan kalktığında bende oturduğum yerden doğrulup ayağa kalkmıştım. Çoğu bakış bize dönerken özellikle Dicle bibirine kenetlenen ellerinimize bakıyordu.


"İyi geceler," Aras sert ses tonuyla bunu söyledi ama verecekleri cevabı dinlemeden yürümeye başladı. Bende onun peşinden Küçük adımlarla ilerliyordum.


Odanın olduğu kata çıktığımızda Aras elimi bir an bile bırakmadan odanın kapısını araladı ve beni hafifçe çekerek odaya girmemi sağladı. O kapıyı arkamızdan kapatırken bende lambayı açıp odanın aydınlanmasını sağlamıştım.


Aras geçip tam karşımda durduğunda gözlerimiz kesişmişti. Kısık bir nefes verdim. "Aras," diye mırıldandım düz bir sesle. Sesimde hafif bir kırılganlık seziliyordu.


Aras'ın gozleri dudaklarıma kaydı. "Söyle," dedi bakışları tekrar gözlerime uğrarken.


Yutkundum. "O gün," diye mrıldandım, kelimeler boğazıma takılıyordu. "Hani sen ve..." Kelimeler canımı yakıyordu. "O kız..."


"Hiçbir şey olmadı." Dedi hiç beklemediğim bir anda. Boğazıma yerleşen yumru soluklarımın önüne bariyerlerini döşerken gözlerim kestiremediğim bir ifadeyle Aras'ın gözlerimde takılı kalmıştı.


Hiçbir şey olmadı.


Bu kelime zihnimde defalarca kez yankılandı. "Na...nasıl?"


Aras'ın bedeni bedenime yaklaştı ve gözleri gözlerime bir gerçeği kanıtlamak istiyorcasına baktı. "Kardeşimin üzerine yemin ederim," diye fısıldadı sıcak nefesi yüzüme çarparken. "Sana aşık olduğumu kabullendikten sonra Dicle'ye elim bile değmedi, Sena."


Ölen kardeşinin üzerine yemin etmişti. Bu kelimelerden sonra artık nefes almıyordum, zihnim tıkanmış kalbim artık duracak kadar hızlanmıştı.


"Aras," diye fısıldadım gözlerimi gözlerimden bir an bile ayırmadan.


"Sadece konuştuk," dedi cümlemin devamını beklemeden, zaten beklese bile söyleyebileceğimi zannetmiyordum. "Çiftlikte konuştuklarımızdan sonra kafam bozulmuştu, sana aşık olduğumu anlamıştım ama arada Dicle varken sana bunu yapamazdım."


Ona bakmaya devam ettim, o ise bana daha çok yaklaşarak gözlerime baktı. "Sen Dicle'ye gittiğimi, onunla birlikte olduğumu zannettin," dedi yüzünü yüzüme yaklaştırarak. "Zaten bende öyle bilmeni istedim."


Göğus kafesimin içinde büyük bir savaş vardı ve ben şuan ne düşünmem gerektiğinin farkında değildim. O bana şuan o kadar yakındı ki zihnim bulanmış gözlerim sadece onun gözlerine kilitlenmişti.


"Öyle bilmemi istedin, ama şuan bana bunları söylüyorsun," diye fısıldadım, sesimde binlerce duygu vardı. "Neden?"


Elleri yüzümü kavradı ve bedeniyle aramızdaki mesafe tamamen kapandı. Parmakları yüzümü okşarken gözleri gözlerimden bir an bile ayrılmamıştı.


"Çünkü anladım," dedi gözleri dudaklarıma kayarken. "Sana karşı koymam imkansızmış."


Gözleri dudaklarımda ve gözlerimde geziniyorken onun biçimli dudakları kalbimi durdurmak istercesine aralandı. "Aklımı alıyorsun, Sena."


Bu kelimeler zihnimin duvarlarına çarpıp beni nefessiz bıraktı. Artık onun gözlerine hapsolmuş, nefesinde kaybolmuştum ve dudakları dudaklarımın üzerine kapandığı an, ben artık yoktum...


BÖLÜM SONU.


​​​​​Diğer bölüm akşam gelecek ❤️

Loading...
0%