@k_blackfire
|
Keyifli okumalar... Garip bir duygu, hayatımın orta yerine yerleşmiş ve göğüs kafesimin içinde ki mahkumiyetine son vermişti. Uzun zamandan sonra kendimi biraz olsun iyi hissediyordum. En azından şimdilik. Gözlerimi aynadan ayırmadan, elimdeki kırmızı ruju dudaklarıma dokundurduğumda , kırmızının sıcak rengi yüzüme canlı bir hava kazandırmıştı. Üzerimde siyah, askılı bir elbise vardı. Yüzümde ki abartılı olmayan ve yeterli gördüğüm makyaj, elbiseyle iyi bir uyum sağlıyordu. Nereye gideceğimiz hakkında bir fikrim yoktu ama yine de özenle hazırlanmıştım. Telefonumun ekranında yanan ışıkla beraber, elinde ki rujun kapağını kapatıp masanın üzerine koydum ve telefonumu elime aldım. Aras: Aşağıdayım, seni bekliyorum. Gözlerimi telefonun ekranında bir kaç saniye gezdirdikten sonra yüzüme yerleştirdiğim hafif gulümsemeyle telefonumu ufak çantamın içine koydum ve kapıya doğru yöneldim. Ben odadan çıktığımda rüzgar tenime çarpıp saçlarımı uçurmuştu. Tamamen kararan gökyüzü havayı serin bir hale getirirken ben merdivenlere yönelip ağır adımlarla avluya indim. Herkes avludaydı. Hasan Ağa, Hicran Hanım ve annemler yemek masasında oturuyorlardı ve diğerleride oturmak yerine gözlerini benim üzerime dikmişlerdi. Umursamadan bakışlarimı onlardan ayırıp beni bekleyen Aras'ın yanına yürüdüm. Aras, yuzünde ki hafif gülümsemeyle beni baştan aşağı süzdüğünde ben çoktan yanına ulaşmıştım. "Çok güzelsin," diye fısıldadı, yüzünü hafifçe bana yaklaştırarak. Dudaklarımı birbirine bastırıp hafifçe gülümsedim. O herzamanki gibi nefes kesici gözüküyordu. Gözlerim onun gözlerinde gezinirken o elimi tutmus ve kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atmasına neden olmuştu. "Gidelim mi?" diye sordu gözlerini gözlerimden ayırmadan. Hafifçe kafamı salladım. "Gidelim." Gözlerim bizi izleyen Dicle'ye kısaca dokundu. Bakışları artık alıştığım cinstendi. Gozlerinde hüzun ve mutsuzluk ama o mutsuzlugun içinde hâlâ yaşayan bir umut vardı. Sanki her an Aras ona geri dönecekmiş gibi bakıyordu. Sanırım bur zamanlar yaşadıkları aşklarının bitemeyecek kadar büyük olduğunu düşünüyordu. Ne kadar büyük bir aşk olabilirdi ki? Bu soru, içimde garip bir kıskançlığın varlığını tetiklerken, gizleme gereği bile duymadan ona olan nefretimi bakışlarımda açıkça göstermiştim. Sabah Gönül'le aramizda geçen o sinir bozucu diyalogdan sonra sinirlerim iyice bozulmuş ve dayanılamaz bir öfke vücudumu esir almıştı. Şimdi Aras'ın yanındayken, biraz olsun sakin kalabiliyorken bu sakinliğimin bozulmasına izin vermeyecektim. "Hayırdır oğlum, nereye?" Hicran Hanım'ın sesini duymamla bakışlarımı Dicle'den ayırıp Hicran Hanım'a taraf baktım. Aras'ta bakışlarını annesine çevirmişti. "Yemeği dışarıda yiyeceğiz." diye konuştu oldukça rahat ve umursamaz bir sesle. Hicran Hanım hafifçe kafasını salladı. "İyi bari," dedi gözlerini benim üzerimde gezdirirken. Bu arada annemin keyifli bir ifadeyle bizi izlediğini de farketmemiş değildim. Sabah bana söylediklerinden sonra keyifli olmasına şaşırmıyordum. Benim Aras'la aramım iyi olması onun işine geliyordu. Annem onaylayan bakışlarını uzerimde gezdirip, "İyi eğlenceler," dediğinde cevap vermek yerine önüme dönüp yürümeye başladım. Annemin hâlâ arkamdan keyifle baktığını biliyordum. Aras'la el ele avlunun kapısından çıktığımızda, Aras bana arabanın kapısını açmış ve bende bekletmeden binmiştim. Bu dışarı ilk çıkışımız değildi ama bu gerçekten evli bir çift olarak çıktığımız ilk akşamdı. İçimde garip duygular vardı ve ben artık biraz olsun iyi hissediyordum. Aras şoför koltuğunda ki yerini aldığında gözleri bana dönmüş ve yüzüme birkaç saniye boyunca bakmıştı. "Nefes kesici gözüktüğünün farkındasın değil mi?" diye sorduğunda yanaklarıma inen sıcaklıkla beraber hafifçe gülümsedim. O ise gözlerini gözlerime sabitleyerek devam etti. "Herzamanki gibi." Arkama yaslanıp ona baktım. "Teşekkür ederim," diye mırıldandım sıcak bir sesle. Gözlerimi ön cama çevirdiğimde Aras arabayı çoktan çalıştırmıştı. Araba ilerlemeye başladığında kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başlamıştı. Belki de aşk denen duyguyu ilk defa böyle açıkça ve en yoğun haliyle hissediyordum. Tabii yaşanan seyler aklımın bir köşesinde hâlâ varlığını surdürüyordu ama şuan yanimda ki adamdan başkasını düşünmek istemiyordum. Aklımda sadece o vardı. Umarım, onu aklımdan çıkarmak isteyeceğim zamanlar yaşamazdım. Şu an istediğim şey sadece buydu. Kısa bir yolculuktan sonra araba, büyük ve gösterişli bir restorantın önünde durduğunda, kapıda bekleyen siyah takım elbiseli adamlar hemen gelip kapılarımızı açmışlardı. Ben aceleci olmayan hareketlerle arabadan inip bir kaç adım ilerlediğimde Aras, arabayı valeye teslim etmiş ve yanıma gelmişti. Gözlerimi etrafta gezdirdim. Mekan oldukça gösterişli ve büküktü. Restorantın içinde çalan slov müzik ve insan sesleri birbirine karışmıştı ve etrafta hoş bir hava vardı. Aras elimi tutup beni hafifçe kendine çektiğinde, ona uyum sağlayıp beraber restoranta girmiştik. Restorantın içi kalabalıktı ve neredeyse tüm masalar doluydu. Biz bir garson eşliğinde restorantın içinde ki merdivenlere yöneldiğimizde Aras'ın ayırttığı masanın bu katta olmadığını anlamıştım. Kalabalıktan fazla hoşlanmadığım için bu hosuma gitmişti. Yukarı çıktığımızda, bizi aşağıdakinden çok daha farklı bir ambiyans karşılamıştı. Aşağının aksine burası açık bir teras tarzıydı ve elleri önünde bekleyen garsonlardan başka kimse yoktu. Ortada özenle hazırlandığı belli olan bir masa vardı. Burası sessiz ve huzur verici bir yerdi ve açıkçası aşağıdan çok daha güzel ve şıktı. Etrafta kimse olmadığını da hesaba katarsak Aras bu geceyi sabahtan organize etmiş olmalıydı. Gözlerimi Aras'ın gözleriyle buluşturdum. "Burası çok güzel," diye mırıldandım kafamı hafifçe kaldırarak. Aras, bana yaklaştı ve kafasını eğip yüzüme yaklaştırdı. "Sen daha güzelsin." dedi ifadesini bozmadan. Onun nefes kesici bakışları yüzümde bir kaç saniye boyunca gezindiğinde yüzüme inen ateş daha net hissetmiştim. Onunla el ele, bizim için hazırlanmış masaya doğru ilerleyip oturduğumuzda, biraz olsun sinir ve stresten arındığımı, içinde bulunduğumuz andan başkasını düşünmek istemediğimi daha iyi anlıyordum. İki garson içecekleri servis etmeye başladığında Aras'a bakmamama rağmen onun bakışlarını üzerimde hissediyordum. Kafamı hafifçe kaldırıp ona baktığımda bu düşüncemde yanılmadığımı görmüştüm. Aras arkasına yaslandı ve bana bakmaya devam etti, bense bakışlarımı önümüzde uzayıp giden manzrada gezdirip hafifçe gülümsedim. "Güzel yer seçmişsin." Aras, arkasına yaslandı. "Açık havayı sevdiğini biliyorum," diye mırıldandığında kafamı kaldırıp gözlerimi onun üzerinde gezdirdim. "Gerçekten ihtiyacım vardı," dedim düz bir sesle. Aras'ın dudaklarında varlığı belirsiz hafif bir gülümseme peyda oldu ve bakişları benden ayrılmadı. "Biliyorum," dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan. "Konakta her an birine saldıracakmış gibi duruyordun." Kaşlarımı kaldırdım ve hafifçe gülümsedim. "Ben aslında o kadar sinirli bir insan değilim," diye konuştum arkama yaslanarak. "Konaktakiler fazla sinir bozucu, hele o..." Dilimin ucuna gelen kelimelerin ağırlığı konuşmamı zorlaştırdığında Aras, ifadesini değiştirmeden bana bakmaya devam etti. Bense yüzümde ki gülümsemeyi silip kısık bir sesle mırıldandım. "O son olanlardan sonra, kafayı yiyeceğimi falan zannetmiştim," kısık bir nefes verdim. "Hiç geçmeyecek gibiydi..." Aras, gözlerine ve yüzüne yerleşen ciddi ifadeyle beni izlerken, garsonlar yemekleri masaya yerleştirmekle meşguldüler. Bir kaç dakika sonra onlar işlerini bitirdiklerinde Aras'ın nefes kesici bakışları tekrar beni bulmuştu. "Geçti mi peki," diye sordu bir kaç saniyenin sonunda, ciddi bir sesle. Bakışlarında ki ifade, yoğun ve ciddiydi. Bir kaç saniye boyunca öylece ona baktım. Zihnim kalbimin orta yerine hançerlerini saplarken, sessizlik bir ok misali karanlığı delip geçiyordu. Gözlerimi onun gözleriyle buluşturup, kalbimin delicesine atmasına izin verdim. "Geçmedi," dedim dürüstçe. "Hafifledi ama tam anlamıyla geçmedi." Aras, hicbir tepki vermeden beni izlemeye devam ederken ben, konuşmaya devam ettim. "Konağa geldiğim günden beri, senin geçmişinin yükü omuzlarıma yüklenmişti zaten," diye mırıldandığımda sesim sakindi. "Ama gün geçtikçe o yükü taşıyamaz hale geldim, ben farkında olmadan sana çekilirken, senin o kıza gitmiş olma ihtimalin çok ağır geldi... Taşıyamadım." Aras, gözlerini kısıp bana baktı. "Hiçbir zaman senin canını yakmak istemedim Sena," diye mırıldandığında histerik bir şekilde gülümsedim. "Biliyorum," diye yanıtladım onu. "Bende bu hale gelmek istemedim, bunları yapmak istemedim ama oldu işte, ikimizde istemedik belki... Ama oldu..." Aras, kafasını geriye doğru hafifçe yatırdı ve bana baktı. "Çiftlikte kaldığımız gece konuştuklarımızı hatırlıyor musun?" diye sordu, sesi düşünceli çıkmıştı. "Sana kendini ateşe atma demiştim, iste tam olarak bundan bahsediyordum." Gözlerini kıstı ve bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Farkında değildim, ben o ateşe kendimle beraber seni de çoktan atmıştım zaten." İçime dolan acıyla bakışlarımı masaya indirdim. Kalbim ritmini şaşırmış, zihnim ise karmakarışık düşüncelere dalmıştı. Ona olan duygularım, içimde bir çığ misali her geçen saniye büyüyor ve taşarak beni içine hapsediyordu. Seviyordum. İlk defa bunu açıkça kabullenip kalbime haykırıyordum. İş işten çoktan geçmişti. *** 2 Gün Sonra... "Bak Zehra, senin elinde ki tepsi erkeklere gidecek, Zilan senin ki de kadınlara gidecek... Aman karıştırayım demeyin ha." Nurcan abla, tezgahın başında durmuş kızlarını tembihlerken, iki çalişan kadın ellerinde ki kocaman tepsilerle kapıya doğru yürüyorlardı. Konak misafir kaynıyordu. Mutfak tıklım tıklım, avlu ise gelen erkek misafirlerle doluydu. Dediklerine göre gelenler aşiret reisleri ve aileleriydi. Oldukça kalabalıtılar ve bütün çalışanlar telaşla etrafta koşturup duruyorlardı. Aras ve ağabeyleri, avluda erkek misafirlerin yanındaydılar. Annemler muhtemelen üst katta kadınların yanında oturuyorlardı. Ben elimde tuttuğum, içi boşalmış çay bardaklarıyla dolu tepsiyi tezgahın üzerine bıraktığımda, Nurcan ablanın bakışları bana dönmüştü. "Sena, Gönül'ü gördün mü?" Nurcan abla bunu sorduğunda ben bilmediğimi belirtircesine kafamı salladım. "Hayır görmedim, niye ki?" diye sordum düz bir sesle. "Ayol konak misafir kaynıyor, bunlar ortada yoklar bende belki görmüşsündür diye sordum." Nurcan abla bir yandan elinde ki tabakları tepsiye koyarken bir yandan da benimle konuşuyordu. Bu arada Merve yanımıza gelmişti ve yüzünde somurtgan bir ifade vardı. "Bizim burada iki ayağımız bir pabuca girdi, Gönül Hanım, o Dicle denen kızla gezsin dursun..." dediğinde Nurcan ablanın bakışları kızına dönmüştü. "Dicle'yle beraber mi çıkmışlar?" diye sorduğunda, Merve hoşnutsuz bir ifadeyle kafasını salladı. "Evet," diye annesini yanıtladığında gözleri bu sefer de beni bulmuştu. "İşleri mi varmış ne, gelirler şimdi." Bu sırada Hatice Hanım mutfağa girmiş ve yüzündeki yapmacık gülümsemeyle yanımızda bitmişti. Nurcan abla, Hatice Hanım'a iğneleyici bir bakış firlatıp, tekrar bana döndü. "Valla Dicle'nin burada olmaması daha iyi," dedi sesine yerleşen hoşnutsuzlukla. "Misafirler gidene kadar gelmezse, bizde milletin ağzına laf vermemiş oluruz." Nurcan abla bunu söylediğinde Hatice Hanım'ın kaşları havalanmış ve bakışlarını Nurcan ablaya çevirmişti. "Ne yapmış be benim yeğenim," diye konuştuğunda sesi iğneleyiciydi. "Ne demeye çalışıyorsun?" Nurcan abla alayla güldü. "Sen ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsun, Hatice..." dedi sesine yerleşen alayla. "Gözleri Aras Ağa'nın üzerinden bir dakika bile ayrılmıyor, utanmasa adamın ağzının içine düşecek." "Ne var bunda?" Hatice Hanım bunu sorduğunda kaşlarımı kaldırıp ona baktım, o ise devam etti. "Şimdi açık konuşalım, Aras Ağa ve Dicle'nin arasında olanları hepimiz biliyoruz," Hatice Hanım'ın bakışları kısa bir an benim üzerimde gezindiğinde, benim ifadem buz gibi ve alaycıydı. Hatice Hanım, kimayeli bir tavırla bana bakmaya devam etti. "Bazıları buna engel olmaya çalıştılar ama hâlâ sevenlerin arasına girilemeyeceğini öğrenemediler..." Küçümseyici bir ifadeyle Hatice Hanım'a baktım. "Bahsettiğin kişinin benimle evli olduğunun farkındasın degil mi?" diye sordum küçümseyici bir sesle. "Yoksa anlama kıtlığı mı var?" O tam ağzını açmış birşey söyleyecekken, içeriye iki kişinin girmesiyle lafı daha ağzından çıkmadan kesilmişti. Gelenler, Gönül ve Dicle'ydi. Onlarla aynı ortamda bulunmak vücuduma müthiş bir sinir dalgası yayarken, bakışlarım hoşnutsuz ve buz gibiydi. Dicle, yüzünde gizleyemediği bir gerginlikle Hatice Hanım'ın yanına ilerlediğinde, Gönül'ünde ondan bir farkı yoktu. İkiside gizlemeye çalışsalarda, kızaran yüzleri ve sanki bir şeyin etkisinden hâlâ çıkamamış gibi bakan gözleri, oldukça gergin olduklarını gösteriyordu. Bunun sebebini bilmiyordum ve açıkçası bu umurumda bile değildi. Nurcan abla ellerini beline koydu. "Neredesiniz siz sabahtan beri?" diye sordu Gönül ve Dicle'ye hitaben. "Haber vermeden bu konaktan dışarı çıkılmayacağını bilmiyor musunuz?" Gönül, normal görünmeye çalışarak -ki bunu başaramıyordu- annesine baktı. "Babaanemin haberi vardı," dedi gözlerini Dicle'ye çevirerek. "Dicle biraz üşütmüşte, doktora gittik beraber." Gözlerimi devirdim ve yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirdim. Bu sırada Merve'nin bakışları da Dicle'nin üzerinde geziniyordu. "Geçmiş olsun," diye mırıldandı, sesi alaycıydı. "Hiçte hasta gibi değildin sanki..." Dicle zorlukla gülümsemeye çalıştı ama başarılı olamamıştı. Evet, gayet gergindi çünkü verecek bir cevap bulamamış olacakki sözü hemen Gönül devralmıştı. "Aman... Gidip geldik işte, hastalanmakta mı suç oldu artık?" Gönül'ün bu tavrı bende gülme isteği uyandırmıştı. Normal görünmeye çalışıyorlardı ama birşey olduğu aşikârdı. Ya da söylemek istemedikleri birşey vardı bilmiyordum. Bildiğim tek şey şuan burada Dicle denen bu kızla aynı ortamda olmak istemememdi. Nurcan ablanın doldurduğu ve götürmek için eline aldığı çay tepsisini gördüğümde Nurcan ablaya taraf yürüyüp, tepsiyi elinden aldım. "Ben götürürüm Nurcan abla," dediğimde Nurcan abla gülümseyerek bana baktı. "Tamam canım, erkeklere gidecek bu tepsi." Kafamla onu onayladım ve gözleriyle beni süzen Gönül'ü umursamadan mutfaktan çıktım. Ben bir kaç dakika sonra elimde tuttuğum tepsideki çayları misafirlere dağıtıp, boş tepsiyi alarak mutfağa doğru ilerlemeye başladığımda, bir anda karşıma çıkan bedenle adımlarım aniden duraksamıştı. Merve, yüzünde düşünceli bir ifadeyle bana bakarken ben, sorar gözlerle Merve'ye baktım. "Ne oldu?" Merve kaşlarını kaldırdı ve bana biraz yaklaşarak sadece benim duyabileceğim şekilde konuşmaya başladı. "Sena," dedi gözlerini etrafta gezdirip kimsenin dinlemediğine emin olduktan sonra. "Bence bu ikisi birşeyler karıştırıyorlar, benden söylemesi..." Gözlerimi kıstım ve Merve'nin yüzüne baktım. "Ya birşeyler karıştırıyorlar," diye mırıldandım düz bir sesle. "Ya da birşeyler gizliyorlar..." Merve kafasını salladı. "Dur bakalım," dedi kaşlarını kaldırarak. "Çıkar kokusu..." Dicle ve Gönül'ün ne yaptıkları zerre umurumda değildi lâkin eğer bu işin sonu bana dokunursa o zaman onlara anlayacakları dilden konuşmasını bilirdim. İlk defa biraz olsun kafamı toparlayabilmişken, bunu bozmalarına izin vermeyecektim. Biz mutfağa doğru yöneleceğimiz sırada bize taraf yurüyen bir kadını farkettiğimde duraksayıp biraz gergin görünen kadının yüzüne baktım. Bu sırada Merve'de duraksamış ve onda benim gibi kadına bakamaya başlamıştı. Kadın, yanımıza gelip etrafına bakındı ve ardından bakışlarını bize diğru çevirip elinde tuttuğu birşeyi bana doğru uzattı. "Bunu size biri gönderdi." Kadın bunu dedikten sonra elinde ki katlanmış küçük kağıdı, benim ellerime hızlı hareketlerle tutuşturdu ve etrafına baka baka hızla yanımizdan uzaklaştı. Bizim şaşkın bakışlarımız kadının arkasından bakakalırken, elimde ki kağıdı kimin gönderdiği konusunda herhangi bir fikrim yoktu. Merve, kafasını bana çevirip merakla elimde ki kağıda baktı. "Neydi bu şimdi?" diye sorduğunda sesi merak doluydu. Bilmediğimi belirtircesine kafamı salladım ve bakışlarımı elimde ki kağıda indirdim. Katlanmış ve hafif buruşuk kağıdı açıp içinde ki yazıyı okuduğumda, hem sinir, hem gerginlik, he m de büyük bir merakla başbaşa kalmıştım. Kağıtta şöyle yazıyordu: Sena Hanım, sizinle konuşmam gereken çok önemli birşey var, sizi konağın arka tarafında bekliyorum. Baran Eroğlu. BÖLÜM SONU... |
0% |