Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26. Bölüm "Ateş"

@k_blackfire

Keyifli okumalar...

 

 

Umut, mutlaka bir yerde bizi bekliyor. Az daha dayan gönlüm.

 

Ahi Aratoğlu

 

Acı, insanı dört bir yandan sardığı zaman kelimelerin artık ne bir tesiri ne de bir önemi vardır. Çünkü artık konuşan kelimeler değil, acılardır. Kor bir ateş yüreğinizin orta yerine düşüp orayı alev alev yakmaya başladığında, sarfettiğin tüm kelimelerde yüreğinle birlikte ağır ağır yanar.

 

Taaki geriye sadece külleri kalana kadar.

 

Şimdi, kelimeler boğazıma birer birer dizilmiş, hayat bir kez daha bana büyük bir darbe vurmuştu. Ama bu öyle bir darbeydi ki vadettiği tek şey zifiri bir karanlıktı. Ne en ufak bir ışık sızıyordu oradan, ne de küçücük bir umut...

 

Bu çok ağırdı.

 

Bu, bu zamana kadar omzuma yüklenen tüm yüklerden daha ağırdı.

 

Bu yük boynumu büküyordu.

 

Bu yük dizlerimin bağını çözüyordu.

 

Bu yük beni öldürüyordu...

 

"Hamileyim."

 

Koca bir sessizlik.

 

Avlunun içerisi, az önceki o bağırış çağırıştan bir anda sıyrılıp derin ve ağır bir sessizliğe gömüldüğünde, bir bıçak göğsümün orta yerine saplandı.

 

Nefes alamadığımı hissediyordum ama neden hâlâ ayaktaydım?

 

Aras'ın beni tutan kollarının gevşediğini farkettim ama adımlarım beni sendelettiğinde beni tutan şey yine onun kolları olmuştu. Boğazıma oturan yumru ve gözlerimde hissettiğim keskin yanma hissi, donuk bakışlarımı eritmeye yetmediğinde, yerimde öylece durmaya devam ettim. Göğsüme bir anda çöken ağırlık tüm algılarımı kapatmış, nefes almamı bile engellemeye çalışıyordu. O kelime, zihnim sanki bir mağaraymışcasına defalarca kez zihnimde yankılandığında, ilk defa kalbimin bu kadar net bir şekilde acıdığını hissettim.

 

Gözlerim, ağır ağır beni tutan kolların sahibine doğru döndü. Sızlayan göz kapaklarımın üzerine yüklenen bu ağır yük bakışlarımın üzerine yerleşirken, nefesim bir kez daha boğazımda takılı kaldı. Hissettiğim tek şey acıydı.

 

Aras'ın bakışları Dicle'den ayrılıp beni buldu. Yüzündeki sert ve ciddi tavıra bu sefer somut bir şaşkınlık eşlik ediyordu. Gözlerinde taşıdığı ifade o kadar karmaşıktı ki ne düşündüğünü asla tahmin edemiyor, zaten buna kafa yoracak gücü de kendimde bulamıyordum.

 

"Ne demek oluyor bu?"

 

Babamın sinirli ve sert sesi avluda yankılandığında, zorlukla yutkundum. Bilincim açıkken şoka girmiş gibiydim ve zihnim derin bir acıyla boğuşuyordu.

 

Bakışlarımı Aras'tan ayırmadım. Gözlerimdeki ifade ona ağır gelmiş olacakki çenesinin kasıldığını farkettim. Gözlerime binen ağırlıkla beraber bir adım geri sendeledim ve onun beni tutan kollarını sertçe iterek ondan birkaç adım uzaklaştım.

 

Herşey çok karmaşıktı.

 

Herşey çok netti.

 

Ellerimin titrediğini hissettiğimde, ellerimi sıkı bir yumruk yapıp bunu bastırmaya çalıştım. Kafamı hafifçe salladığımda, duyduğum şeye inanmak istemiyordum. Herkesin yüzünde somut bir şaşkınlık, bazılarının yüzünde ise büyük bir zafer gülümsemesi vardı.

 

Zorlukla yutkundum. "N...ne diyor bu kız?" diye sordum dişlerimi birbirine bastırarak. Sorumun muhattabı Aras'tı çünkü bu durumda bana açıklama borçlu olan tek kişi oydu.

 

Beni aldatan oydu.

 

Aras'ın bakışları bana döndü, ardındanda hıçkırıklarla ağlayan Dicle'ye. Dicle zorlukla kafasını kaldırdı ve Aras'a baktı. Gözleri mosmor ve yüzü kıpkırmızıydı.

 

Merve'nin öne atıldığını gördüm. "Yalancı," diye bağırdığında Dicle tekrar kafasını eğdi. "Kim bilir kimden peydahladın..."

 

Hatice Hanım, ellerini beline koyarak Merve'nin karşısına dikildi. "Bana bak," dedi kaşları çatık bir şekilde. "Sen Dicle'ye nasıl böyle birşey yakıştırırsın, laflarına dikkat et!"

 

Sakinleşmek adına derin bir nefes aldığımda, Nurcan abla hızlı adımlarla Merve'nin yanına yürüyüp kızını arkasına aldı ve dehşete düşmüş bir ifadeyle Hatice Hanım'a baktı. "Kafayı yiyeceğim, sen nasıl bir kadınsın Hatice?" diye sordu bas bas bağırarak. "Senin yeğenin az önce hamile olduğunu söyledi, sen birde kalkmış onu mu savunuyorsun?"

 

Hatice Hanım imâyla Nurcan ablayı süzdü. "Savunuyorum, bir diyeceğin mi var?"

 

Nurcan abla, sinirle Hatice Hanım'ın üzerine yürüdü. "Bana bak Hatice, o sesini kes yoksa kopartırım o dilini haberin olsun, sen benimle boy ölçüşeceğini mi zannediyorsun?"

 

Hatice Hanım'ın cecap vermesini bekledim ama o ağzını açamadı. Gözlerim sinirle etrafta gezinirken, yaşananların şokunu artık daha net ve açık bir şekilde hissediyordum.

 

Dicle hamileydi.

 

Dicle, Aras'tan hamileydi.

 

Hamile.

 

Kafayı yiyecektim.

 

"Sen nasıl yaptın..." diye bağırdığımda tüm bakışların bana dönmesini sağlamıştım, benim bakışlarım Aras'ın üzerindeydi. "Hamileymiş!"

 

"Sena," Aras bana doğru birkaç adım attı.

 

"Yaklaşma!" diye bağırdım tekrardan. Boğazımda keskin bir acı vardı. "Sen bana söz vermiştin!"

 

Aras, benden gözlerini ayırmadı ve bana doğru yürümeye devam etti. "Sena, yukarıda konuşalım..." dediğinde sinirle güldüm.

 

"Ne konuşacağız ya?" diye sordum boğazımda ki acıyla. "Hamileyim diyor... Dicle hamileyim diyor, sen bunun farkındamısın?"

 

Hasan Ağa'nın öfkeyle merdivenlerden indiğini gördüğümde bir anda tüm bakışlar Hasan Ağa'ya dönmüştü. Hasan Ağa bastonunu sertçe yere vurarak Dicle'nin olduğu yöne doğru yürüdüğünde, Nigâr abla koşarak babasının yanına gitti.

 

"Ne demek hamileyim!" Hasan Ağa gür bir sesle bunu söylediğinde, Dicle kafasını yerden kaldıramıyordu.

 

Hasan Ağa'nın elini yumruk yaptığını gördüğümde ne yapacağını tahmin edip onların olduğu tarafa doğru süratli adımlarla ilerledim. Tam da tahmin ettiğim gibi Hasan Ağa elini kaldırıp Dicle'ye tokat atmak için yeltendiğinde son anda onun kalkan elini sıkıca tutup onun Dicle'ye vurmasını engelledim.

 

Hasan Ağa'nın bakışları öfkeyle bana döndüğünde, benim bakışlarım öfke saçıyordu. Şuan herkesin saşkın bakışlarının beni izlediğinin farkındaydım ama bu umurumda bile değildi. Sinirle Hasan Ağa'ya baktım. "Kendi oğluna tek laf etmeyip, sadece kadınlara diklenebilen biri..." diye konuştum sinirle karışık bir sakinlikle. "Kendine ağayım demesin."

 

Hasan Ağa'nın kaşları öfkeyle çatıldı. Kurduğum bu cümle herkesten bir şaşkınlık nidası duyulmasına neden olduğunda, Hasan Ağa'nın bakışları sinirle üzerimde gezindi. "Senin ağzından çıkanı kulağın duyar mı Gelin Hanım?" diye sinirle konuştuğunda, bize doğru ilerleyen adım seslerine aldırış etmeyip Hasan Ağa'nın kolunu bıraktım. Hasan Ağa ise devam etti. "Bu ne hadsizlik! Bu kız nikâhsızken oğlumun koynuna girmiş, üstelik gebedir, bu cezasız mı kalacak?"

 

Gözlerim Dicle'nin üzerinde gezindi. Bakışlarımda büyük bir öfke vardı ve bu öfkeyle beraber tekrar Hasan Ağa'ya döndüm. "Onun cezasını oğluna keseceksin!" diye konuştum sinirle. "Üstelik herkes suçlu ama en başta siz suçlusunuz, bizi bu evliliğe mecbur bırakan siz değilmişsiniz gibi şimdi burada böyle ahkam kesemezsiniz!"

 

"Terbiyesiz!" Hasan Ağa bu sefer benim üzerime yürümeye kalktığında avlunun icinde sert bir ses yankılandı.

 

"Hasan Ağa!" Aras, babasının önüne geçip beni arkasına aldığında, Hasan Ağa sinirle oğluna baktı ama birşey söyleyemedi.

 

Bence hâlâ oğlunda bir suç bulamıyordu.

 

Bu cahillikti.

 

Aras, sinirle nefesini verdi. "Bir daha bu tekrarlanırsa, babamsın demem Hasan Ağa!" dedi oldukça sert ve yüksek bir sesle.

 

Babam, sinirle yanıma gelip beni yanına çekti ve sinirle Hasan Ağa'ya baktı. "Bu kadarı çok fazla artık!" dedi sinirle. "Benim kızım sahipsiz değil!"

 

Gözlerimi devirdim ve sinirle güldüm. "Hepiniz aynısınız!" diye bağırdım birkaç adım geri sendeleyerek. "Hepinizi," dedim yumruğumu sıkarak. "Hepinizi pişman edeceğim!"

 

***

 

Göğüs kafesimde, büyük bir ateş sükunetini koruyarak yavaş yavaş yanıyordu. Aldığım hiçbir nefes, çiğerlerime ulaşamıyor, boğazımda takılı kalıp oraya bir ok gibi saplanıyordu.

 

Saat sabahın kaçıydı bilmiyordum, bildiğim tek şey tüm gece gözüme bir damla uykunun bile uğramadığıydı. Göz kapaklarım acıyordu ve başımda korkunç bir ağrı vardı ama ne bu acı nede başımda ki ağrı, canımı kalbimde ki soyut acı kadar yakmıyordu. Dün akşam ban öyle bir acı vaadedilmişti ki o acı kadar hiçbir şey canımı bu kadar yakamazdı.

 

Bakışlarımı karşımdaki duvardan ayırıp ellerime indirdim. Odanın içi, pencereden içeri süzülen gün ışığı sayesinde aydınlıktı. Ellerim sızlıyordu, öyle ki kaşımaktan ellerim bileklerime kadar kızarmıştı. Tüm gece boyunca yatağın üzerinde öylece oturmuş ve uyumadan beklemiştim. Dün gece herkesi avluda bırakıp odama çıktığımda bağırış çağırışlar uzun bir süre dinmemiş ve herkes birbirine girmişti. Hasan Ağa'nın bu duruma gerçekten öfkelendiğini biliyordum -bu öfkeyi sadece Dicle'den çıkarıyordu- ama Hicran Hanım'ın öfkesinin sahte olduğunun farkındaydım.

 

Hicran Hanım, içten içe torunu olacağına seviniyordu, buna emindim.

 

Aras, defalarca kez benimle konuşmak istemişti ama ben kilitlediğim kapımın ardında tek kelime bile etmeden onun gitmesini beklemiştim. Öfkeyi en çok ona hissediyordum. Bana söz verişini hatırladığımda delirecek gibi oluyor hatta nefes alamayacak hâle geliyordum.

 

Bunu nasıl atlatacaktım?

 

Zihnim birçok soru ve acıyla tek başına boğuşurken, tıklatılan kapı sesi bakışlarımın kapıya dönmesine neden oldu.

 

"Sena, müsait misin kızım?"

 

Annemin sesini duyduğumda vücudumun öfkeyle kasılmasına mâni olamamıştım. Zihnim öfkeyle kavrulurken, tek kelime dahi etmedim ve bu sefer başka bir ses daha duyuldu.

 

"Sena, canım aç şu kapıyı biraz konuşalım ha?"

 

Bu Nurcan ablanın sesiydi. Derin bir nefes aldım. Annem beni nasıl bir ateşe attığının farkında mıydı bilmiyordum ama ona nasıl bir ateşle yandığımı gösterecektim. Sinirle soluyup ağırca ayağa kalktım ve kapıya doğru yürüyerek anahtarı çevirdim. Buz gibi bir suratla kapıyı açtığımda annem ve Nurcan abla, endişeli bir suratla içeri girdiler. Onlara bakmadım ve tekrar geçip yayağa oturdum. Ayakta duracak gücü bile şuan kendimde hissedemiyordum.

 

Histerik bir gülümseme eşliğinde anneme bakıp ne hâlde olduğumu görmesine izin verdim. "Ne oldu?" diye sordum kızaran gözlerimi annemin üzerinde gezdirirken. "Beni babamla ne hâle getirdiğinizi görmeye mi geldin?"

 

Annem endişeli gözlerle birkaç saniye beni izledi ve sonra ağır adımlarla gelip yanıma oturdu. "Saçmalama Sena," dedi ellerimi tutarak. "Ben senin üzülmeni ister miyim hiç?"

 

Sertçe elimi çektim. "Bak gör," dedim sinirle dudağımı ısırırken. "El birliğiyle delirtiniz beni... Mutlu musunuz?"

 

Nurcan abla, yanımıza yaklaşıp hafifçe eğildi ve bana baktı. "Sakin ol canım," dedi yatıştırıcı bir sesle. "Bak kendini ne hâle getirmişsin, gözlerin kan çanağına dönmüş..."

 

Dudaklarım acıyla kıvrıldığında gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Kalbim göğüs kafesimin içinde parçalanmaya devam ederken bakışlarımı ağır ağır Nurcan ablaya çevirdim. "Hamileymiş," diye mırıldandım acıyla. "Nurcan abla, Dicle hamileymiş, ben bunu nasıl kaldıracağım?"

 

Nurcan abla, kafasını salladı. "Geçecek," dedi yumuşacık bir sesle. "Sen güçlü kal, hepsi geçecek..."

 

Gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım. Geçecek demek çok kolaydı, mühim olan gerçekten geçmesiydi.

Belki geçecekti, belki göğüs kafesimin icinde ki ateş sönecekti ama ben bana bunları yaşatan herkesin içinde yeni bir ateş yakacaktım. Hemde benim icimde yanan bu ateşin kat be kat fazlasını...

 

Gozlerimi açtım ve donuk bakışlarımı Nurcan ablanın üzerinde gezdirdim. "Aras konakta mı?" diye sordum, ismini telafuz etmek bogazımda bir bıçak varmış gibi hissettirmişti.

 

Nurcan abla hafifçe kafasını salladı. "Çalışma odasında," diye cevapladığında sesi durgundu. "Seninle konuşmak istedi ama biz beklemesini söyledik, herşey çok taze ve sen iyi görünmüyorsun..."

 

Nurcan abla bunu dediğinde annem hemen söze atladı. "Tabii," dedi hafifçe gülümseyerek. "Sen biraz sakinleş öyle konuşursunuz..."

 

Sinirle güldüm, bu sözlere akıl sır erdiremiyordum artık. "Ya siz şaka mısınız?" diye sordum dehşetler içinde. "Ne konuşmasından bahsediyorsunuz?"

 

Annem kafasını hafifçe yana eğdi ve tekrar ellerimi tuttu. "Bak suan sinirlisin diye böyle konuşuyorsun," dedi gözlerini üzerimde gezdirerek. "Biraz sakinleşip düşünürsen bizi anlayacaksın..."

 

Annem kaşlarını kaldırdı ve önce Nurcan ablaya sonra bana baktı. "Bak kızım," dedi cümlesine devam etti. "Siz evleneli daha üç ay bile olmadı, bak Nurcan Hanım, Gönül'ün ağzını aramış Gönül'de, Dicle'nin onbeş haftalık hamile olduğunu söylemiş yani siz evlenmeden önce..."

 

"Yeter!" diye lafını kestim annemin. "Sen ne söylediğinin farkında mısın? Kız hamile, sen bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Dicle ha-mi-le!"

 

Sinirle soluyup annemin yüzüne baktığımda onun yüzünde herzamanki bencilliğiyle karşılaştım. Kendisi bu durumda olsaydı ne yapardı acaba?

 

Nurcan abla gelip diğer yanıma oturdu. "Sena'cığım bak ben seni çok iyi anlıyorum," dedi gözlerime bakarak. "Ama annen haklı biraz fevri karar veriyorsun, biraz bekleyelim, ne olacağını görelim illa bulunur bir çaresi."

 

Hayal kırıklığıyla Nurcan ablaya baktım. "Sende mi Nurcan abla ya..." diye mırıldandım acı dolu bir sesle. "Sizin başınıza gelse ne yapardınız acaba?"

 

Nurcan abla söylediği seyden pişman olmuş olacakki yüzüme mahcup bir ifadeyle baktı. "Tamam canım," dedi kafasını hafifçe sallayarak. "Ben senin en doğru kararı vereceğine inanıyorum."

 

Kafamı salladım. "En doğru kararı vereceğimden emin olabilirsiniz..." dedim oldukça donuk ve kararlı bir sesle. Onlar doğru karar olarak ne düşünüyorlardı bilmiyorum ama ben ne yapacağımı gayet iyi biliyordum.

 

Bunu düşünmek için tüm gece zaten benimdi.

 

Gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim ve kararlı bir ifadeyle ayağa kalktım. Kapıya doğru yürüdüğümde, annemin arkamdan, "Nereye?" diye sorduğunu duydum.

 

Hafifçe kafamı çevirdim ve anneme baktım. "Madem Aras konuşmak istiyor," dedim hissiz bir sesle. "Konuşalım o zaman."

 

Annemin yüzünde ufak bir tebessüm oluştuğunda ne düşündüğünü anlamak o kadar da zor değildi. Ama o benim aklımdan geçenleri bilseydi eğer yine böyle gülebilecek miydi acaba?

 

Arkamı döndüm ve ağır adımlarla odadan çıktım. Güneş yüzüme vururken ben bakışlarımı etrafta gezdiriyordum. Adımlarım beni merdivenlere taraf yönelttirken kalbimde ki acı büyüyor ve beni boğmak istiyor gibiydi.

 

Ama herşeye rağmen duruşum dikti.

 

Düşmeyecektim.

 

Çalışma odasının önünde durduğumda, boğazıma oturan yumrunun beni ağlatmasına izin vermedim ve derin bir nefes alarak odanın kapısını açıp içeri girdim.

 

İçerideydi.

 

Köşedeki deri koltuklardan birinde oturuyordu ve kafasını koltuğa yaslayıp bakışlarını tavana dikmişti. Geldigimi farkettiğinde önce kafasını kaldırdı ve siyah gözlerini hafif bir şaşkınlık eşliğinde benim üzerimde gezdirdi. "Sena," diye mırıldandığında ağırca ayağa kalktı ve bana doğru birkaç adım attı.

 

Buz gibi bakışlarımı onun üzerinde gezdirdim. Yüzündeki yorgunluk uyumadığının bir göstergesiydi. Onu ilk defa böyle görüyordum.

 

Aras, bir süre öylece gözlerimin içine baktı. Benim bakışlarım içinde binbir türlü acı barındırken, bu acıya inat duruşumu dikleştirip onun yuzüne baktım. "Biliyor muydun?" diye sordum sadece. Sesimde acının kırık tonları vardı.

 

Aras'ın bakışları gözlerimden ayrılmadı. "Hayır," diye mırıldandı net bir sesle. Sesindeki yorgunluk, benim bakışlarımdaki acıyla birleştiğinde kalbimin bir kez daha acıdığını hissettim.

 

Dudaklarımda histerik bir gülümseme oluştu, gözlerimin dolduğunu biliyordum ama gözlerimde yaşlar varken bile ağlamak istemiyordum. "Hayır," diye tekrarladım onu. "Bilmiyordun yani?"

 

Yüzündeki ifade değişmedi, bakışları ciddiydi ama gözlerindeki acıyı görebiliyordum. Canım acıyordu ama bu umurumda değildi, onun pismanlığıda umurumda değildi.

 

Gözlerimden bir damla yaş yanaklarıma süzüldüğünde gözlerimi onun yüzünde gezdirdim. "Çiftlikte kaldığımız geceyi hatırlıyor musun?" diye sordum acı dolu bir sesle. "Hani bana kendini ateşe atma demiştin," kafamı hafifçe salladım. "Haklıymışsın."

 

Gözlerini kıstı ve bakışlarını saniyelerce yüzümde gezdirdi. Bakışlarında pişmanlık değil, çok daha farklı, pişmanlıktan çok daha öte birşey vardı. "Ben seni aldatmadım Sena," dedi beni delirtecek bir sakinlikle yüzüme bakmaya devam ederken.

 

Alayla güldüm. "Dicle hamile," dedim, bu cümleyi bugün kaç defa kurduğumu bile bilmiyordum. "Senden."

 

Aras, bakışlarını yüzümden çekmedi, sakinliği beni delirtiyordu ve bu yüzden sinirle gözlerimi yumup derin bir nefes aldım.

 

"Biz evlendikten sonra Dicle'ye dokunmadım," dedi yine aynı sakinlikle. "Seni aldatmadım Sena," çenesi kasıldı. "Aldatmam."

 

Bunu bana değilde sanki kendine defalarca kez tekrar anlatıyormuş gibiydi. Gözlerim onun gözlerine uğradı. "Bu neyi değiştirecek?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. "Dicle'yle bir çocuğunuz olacağı gerçeğini değiştirecek mi?"

 

Gözlerini kıstı. "Haklısın," dedi kafasını belli belirsiz salayarak. "Ama benim Dicle'ye artık hiçbir şey hissetmediğimi de değiştirmeyecek," Gözlerimin icine bakmaya devam etti. "Seni deli gibi sevdiğimi de."

 

Yüzümde histerik bir gülümseme oluştu. Gözümden bir damla yaş daha aktığında zihnimin içindeki kaosu artık susturamıyordum. "Sence ben o kızın hamile olduğunu bile bile senin aşkına sığınacak biri miyim?"

 

Kafasını salladı. "Hayır," dedi net bir sesle. "Ama senden sadece biraz zaman istiyorum, herşeyi tam anlamıyla kavramak için hepimizin zamana ihtiyacı var."

 

Kafamı geriye doğru yatırıp alayla gülümsedim. "Zaman," dedim onu tekrarlayarak. "Benim burada geçireceğim her dakika benim canımı bu kadar yakacakken sen benden zaman mı istiyorsun?"

 

Ona doğru bir adım ilerledim ve tam karşısında durdum. "Sana güvenmiyorum." dedim kafamı sallayarak. "Geçmişine güvenmiyorum, yaşadığın aşklarına güvenmiyorum," derin bir nefes verdim. "Bana olan aşkına güvenmiyorum Aras Karaaslan."

 

Aras'ın bakışları önce saçlarımda sonra da yüzümde gezindi ve en son gözlerimde durdu. "Güvenmediğini biliyorum," dedi sakin bir sesle. "Hatta seninle evliyken Dicle'yle birlikte olduğumu bile düşündün, öyle değil mi?"

 

"Evet," dedim kabullenerek.

 

Bunu bekliyormuşcasına kafasını salladı. Gözlerinde ki ifade gözlerimle çarpıştığında, o an kalbimin durmasını en çok istediğim andı. Canım yanıyordu ve bu soyut acı beni her geçen saniye yavaş yavaş öldürüyordu.

 

Hiçbir şeyi kabullenmemiştim ve kabullenmeyecektim.

 

Belki zamana ihtiyacım vardı, kabul ama zaman bana kabullenmeyi değil, çektiğim bu acıların öcünü kimden ne derecede alıp almayacağımı gösterecekti.

 

Kesin olan tek birşey vardı.

 

Bu acıları çekmeme sebep olan kim varsa bunun bedelini misliyle ödeyecekti.

 

"Umarım, benden zaman istediğine pişman olmazsın Aras." dedim ruhsuz ve hissiz bir sesle.

 

Cevap vermedi belki de bundan sonra yaşanacakları, yapacaklarım

ı tahmin ediyordu bilmiyordum ama göğüs kafesimde öyle bir yangın vardı ki bunu söndürene kadar yapacaklarımdan ben bile korkuyordum.

 

Herşey yeni başlıyordu.

 

BÖLÜM SONU•

 

Bölüm biraz kısaydı ama olsun...

 

Gelecek bölüm görüşmek üzere. ♡

 

 

Loading...
0%