Yeni Üyelik
32.
Bölüm

31. Bölüm "Aşk ve Gurur"

@k_blackfire

Keyifli Okumalar...

 

Sena'dan...

 

Kafamın içinde ufak bir savaş meydanı kurulmuştu.

 

O savaş meydanında her şey mübahtı.

 

Kozlara oynuyor, attığım her adımı ölçülü atıyordum. Zihnimin biraz olsun dinlenmediğini biliyordum çünkü ben buna izin veremezdim. Tek çarem akıllıca düşünmekti, akılıca ve herkesin sadece hak ettiğini yaşaması için hareket etmeliydim.

Karmaşık bir labirentte kaybolmuş gibi görünüyordum ama ben hangi yöne gideceğimi gayet iyi biliyordum.

 

Yol haritam çizilmişti ve ben o haritayı kendi ellerimle çizmiştim.

 

Artık durmak yoktu.

 

"Gönül'ün o surat ifadesini görmeyi o kadar isterdim ki? Ne diye gelir gelmez yukarı çıktım ki ben?" Merve alayla gülerek elindeki yeşil bluzu üzerine tutarken bir yandanda benimle konuşuyordu.

 

Elimdeki ufak kutuyu makyaj masasınım üzerime koydum ve bakışlarımı birkaç saniye aynada gezdirdim. "Orada yokmuşum gibi, Dicle'nin iyi olduğunu söyledi Aras'a," dedim hissiz bir sesle. "Ama artık kızmıyorum biliyor musun," gözlerim aynada gezinmeye devam etti. "Sadece komik geliyor."

 

Merve aynanın önünde durmaya devam ederken gözleri aynada beni buldu ve yüzündeki alaycı gülümsemeyi silmeden bana baktı. "Şimdi Gönül bunu Dicle'ye de söylemiştir," diye mırıldandığında sesi keyifli çıkıyordu. "Ay şimdi kıpkırmızı kesilmiştir hanımefendi... Yine üzüntüden bayılırsa şaşırma, pek narin kendisi."

 

Merve dalga geçercesine bunları söylediğinde kafamı hafifçe salladım. "Artık her fırsatta karnındaki bebeği kullanacak desene..." dedim makyaj malzemeleriyle oynarken. "Bir insan kendine neden bunu yapar ki?"

 

Merve kaşlarını kaldırdı. "Valla hakketiğini yaşıyor bence," diye mırıldandığında sesi ciddileşmişti. "Yani evli olduğunuzu bile bile, aşkından biran olsun vazgeçmiyor... Bu kadar gurursuzluk olmaz."

 

Merve elindeki bluzu yatağın üzerine bırakıp komidine yaslandı ve bana bakmaya devam etti. "Ben sana anlatacaktım da zamanım olmadı," dediğinde neyi diye sorarcasına kafamı salladım ve oda devam etti. "Bu Gönül'le dün gece yine tartıştık, gelip saçma sapan konuştu. Yok Sena boşansada boşanmasada Dicle'yle amcam evlenecekmiş. O bebek varken Sena'nın söz hakkı yokmuş. Yok Dicle karnında veliaht taşıyormuşta, o bebek varken Dicle'ye hiçbir şey diyemezmişiz... Bu işin evlilikten başka oluru yokmuş... Bunun gibi bir sürü zırvalayıp gitti." Merve kafasını iki yana salladı. "Bak bunlar ciddi ciddi hayal kurmaya başlamışlar ben sana söyleyeyim."

 

Alayla güldüm ve kaşlarımı hayretle kaldırdım. "Kendilerini bu kadar aşağıladıkları yetmezmiş gibi birde beni mi böyle aşağılık bir duruma sokacaklar," diye konuştum alay ve öfke dolu bir sesle. "Boşansada boşanmasada evleneceğim ne demek ya? Kafayı mı yedi bunlar?"

 

Merve kollarını önünde bağlayarak bana baktı. "Sen boşanarak onlara istediğini vermeyecek misin Sena?" diye sordu oldukça ciddi bir sesle. "Eğer amcamla boşanırsanız Dicle'nin önünde hiçbir engel kalmaz..."

 

Dudaklarım alayla kıvrıldı ve bakışlarımı aynaya çevirip gözlerimi kendi yansımamın üzerinde gezdirdim. "Ben boşanacağım," dedim oldukça hissiz ve sakin bir sesle. "Ama onlar evlenemeyecekler."

 

Merve'nin kaşları hayretle havalandı ve anlamayan bakışlarını uzerimde gezdirdi. "O nasıl olacak?" diye sordu meraklı bir sesle. "Onlar daha siz boşanmadan evlenmeyi bile akıllarına sokmuşlar..."

 

Bakışlarımı aynadaki yansımamdan ayırmadım. Oraya bakınca zihnimdeki herşeyi gözlerimle görür gibi oluyordum. "İnan, ben ne yaptığımı biliyorum Merve," diye mırıldandığımda sesim buz gibiydi. "Bekle ve olacakları gör."

 

Merve bir süre durdu ve ardından hafifçe kafasını salladı. "Herşey o kadar karmaşık ki inan ne düşüneceğimi bilmiyorum," dedi gözlerini üzerimde gezdirerek. "Ama sana güveniyorum."

 

Merve'nin derin bir nefes verdiğini işittim, gözlerinin hâlâ üzerimde olduğunu biliyordum. "Peki bu dosya mevzuusu ne olacak?" diye sordu en sonunda huzursuz bir sesle. "Yani o Baran denen herife o dosyayı vermek çok tehlikeli... Nasıl bulacağız?"

 

Dudaklarımın kenarı alayla kıvrıldı. Merve'nin gözünde yapacağım şey sadece Baran'a dosyayı verip Aras'a ihanet edeceğimdi ama maalesef aklımda çok başka şeyler kol geziyordu. Bunları ona açıkça anlatmayacaktım, zaten o bana bu konuda yardım ettikçe kendi görerek öğrenecekti.

 

Bakışlarım aynada Merve'yi buldu. "Öncelikle o dosyanın nerede olabileceğini bulmalıyız," diye mırıldandım sakin bir sesle. "Biraz düşün nerede olabilir?"

 

Merve gözlerini kıstı ve kendine düşünmek için kısa bir süre tanıdı. "Aklıma sadece şirket geliyor," dedi en sonunda. "Yani öyle bir dosyayı muhtemelen şirkette saklıyordur."

 

Onun bakışları beni incelerken kafamı olumsuz anlamda salladım. "Hayır," dedim oldukça net bir sesle. "Hepimizin aklına ilk şirket geliyor, yani eğer biri onu almaya kalkarsa ilk şirkete bakacaktır... Şirkette herkese güvenemez, yani Aras onu oraya hayatta saklamaz."

 

Merve sorar gözlerle yüzüme baktı. "Peki neresi olabilir?"

 

Birkaç saniye hiçbir şey söylemedim. Bakışlarım tek bir noktaya sabitlenmişti. O dosyanın nerede olabileceğini düşünüyordum ve çalışma odasından sonra aklıma yatak odamız geliyordu. Yani şuan içinde bulunduğumuz oda.

 

Gözlerimi kıstım ve Merve'ye baktım. "Burada olabilir mi?" diye sordum bakışlarımı odada gezdirmeye başlayarak. "Ya da çalışma odasında?"

 

Merve kaşlarını kaldırdı. "Çiftikteki çalışma odasında da olabilir..." dedi düşünceli bir sesle.

 

Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Öyle önemli bir dosyayı çiftlikte saklamaz bence," dedim gözlerim tekrar Merve'yi bulurken. "Her an elinin altında olmalı, orası fazla uzak kalıyor... Neyse önce bu odayı arayalım."

 

Yerimden kımıldayıp büyük elbise dolabına doğru yöneldim. Merve ise komidinin çekmecelerini açmaya baslamıştı. Ben Aras'ın dolabını açıp içinde göz gezdirdiğimde burnuma onun kıyafetlerinin hoş kokusu doluşmuştu. Bir an duraksadım. Kalbim sanki yerinden çıkıyormuşcasına çarpmaya başladığında aklıma sadece onun yüzü gelmişti. Gözlerimi yumdum ve içimde beliren acıyı en net haliyle hissettim.

 

Bir kac dakika sonra boğazımda hissettiğim yanma hissiyle beraber zorlukla yutkundum ve dolabı geri kapattım. Kızaran gözlerimle Merve'ye döndüm ve, "burada birşey yok," diye mırıldandım soğuk bir sesle.

 

Dogdu dürüst aramamıştım bile ama kalbimde öyle bir acı belirmişti ki nedemse burada olmadığına emin olmuştum bir anda.

 

Merve açtığı çekmeceleri birer birer geri kapattı. "Burada da bir şey yok," diye mırıldandı bana bakarak. "Büyük ihtimal çalışma odasında..."

Merve gözlerini üzerimde gezdirdi. "Ne oldu sen iyi misin?"

 

Belli belirsiz kafamı salladım. "İyiyim," dedim geçiştirerek. "Hadi aşağı inelim."

 

"Amcam konakta," dedi Merve düz bir sesle. "O buradayken çalışma odasını arayamayız..."

 

Kafamı salladım. "Önce bir aşağı inelim," dedim sakin bir sesle. "Olmadı yarın ararız."

 

Merve, beni kafasıyla onayladı ve beraber odadan çıktık. Hava hafiften kararmaya başlamıştı ve konağın ışıkları yanıyordu. O an bizim çıktığımız odanın bulunduğu yerin en sonunda Dicle'nin odası bulunuyordu. Gözlerim öfkeyle o tarafa takılı kaldığında sinirle yumruğumu sıkıp bakışlarımı oradan ayırdım ve merdivenlere taraf yöneldim.

 

Tenime çarpan rüzgâr beni biraz olsun kendime getirirken, gözlerim avluda geziniyordu. Adımlarım merdivenleri teker teker iniyor, bakışlarım ise beni izleyen insanların üzerinde buz gibi bir tavırla geziniyordu.

 

Merve'yle beraber boş olan koltuklardan birine geçip oturduğumuzda, karşımızda bize buyük bir kinle bakan Gönül'e aynı sekilde karşılık veriyordum. Kendince arkadaşını düşündüğünü zannediyordu.

 

Arkadaşını nasıl bir duruma düşürdüğünü bilmeden.

 

Arkama yaslandım. Gözlerimi en başta duran tekli koltuğa çevirdiğimde, göz göze geldiğim kişi, az önce yukarıda kokusunu duydum diye beni darmaduman eden adamdı. Şimdi de bakışları aynı şeyi yapıyordu. Üzerinde ki takım elbisesinin ceketini çıkarmıştı ve üzerinde ki beyaz gömleğin kollarını kıvırmıştı. Yüzü ciddi ve sertti ama bakışları geldiğimden beri benim üzerimden ayrılmamıştı.

 

Gözlerimi ondan kaçırmadım. Kalbim bunu yaptığım her saniye için bana beduallarını savururken ben bakışlarımı bir an olsun ondan ayırmadım. Belki de bir şey arıyordum. Tüm bu olanların koca bir yalan olduğunu gözlerinde görmek, bir kurtuluş yolu bulmak istiyordum.

 

"Ya sen hangi yüzle aşağıya indin be?" Merve'nin sinirli sesi Aras'la aramızda ki bu garip şeyi bir bıçak gibi böldüğünde bakışlarımı hızla Merve'ye çevirdim. Ve gördüğüm kişiyle vücudum bir anda gerilmiş ve zihnim uyuşmuştu.

 

Dicle, Hatice Hanım'ın koluna tutunmuş ve muhtemelen olduğumuz tarafa doğru yürürken Merve tarafından durdurulmuştu. Gözleri bizim üzerimizde gezinirken yüzünde o herzamanki acınası ifadesi vardı.

 

Ellerimin kaşınmaya başladığını hissettiğimde, bakışlarımda ki öfke alevini söndürmeden onlara bakmaya devam ettim. Hatice Hanım'ın yüzünde arsiz bir gülümseme vardı. Sanki hiçbir şey yaşanmamış, tüm bunlar onun icin mükemmel birşeymiş gibi Dicle'yi yönlendirip konltuklara doğru yürümeye başladı.

 

Onlar gelip Gönül'ün yanında ki bos yere oturduklarında Merve kaşlarını çatmış sinirle onlara bakıyordu. "Gerçekten pes artık ya," diye söylendiğinde dehşete düşmüş gibiydi. "Artık söyleyecek kelime bulamıyorum..."

 

"Ne var kız..." diye araya girdi Hatice Hanım. "Kızin tüm gün odada canı çıktı, bu kız hamile hamile... Azıcık hava almak onunda hakkı."

 

Hatice Hanım igneleyici bir tavırla bize bakıp bunu söylediğinde Aras'ın ayaklandığını hissettim. Vücudum büyük bir öfkeyle kavrulurken, Aras gelip tam yanımda durdu. "İyi," dedi oldukça soğuk bir sesle. "Siz havanızı alın o zaman."

 

Aras, elimden tutup beni oturduğum yerden kaldırdığında kaşlarımı kaldırıp Aras'a baktım. O ise elimi tutmuş ve beni kendiyle beraber kapıya doğru götürüyordu. "Ne yapıyorsun ya?" diye söylenip elimi çekmeye çalıştığımda o elimi daha sıkı tuttu ve beni kendine çekerek onunla beraber yürümemi sağladı.

 

Öfkeyle nefesimi verdim ve Aras'a baktım. "Bıraksana beni ya," dediğimde sesim sinirli çıkmıştı.

 

Aras, söylediklerimi umursamadı ve biz kapıdan çıkana kadar tek kelime bile etmedi. Ceninden arabanın anahtarını çıkarıp düğmesine basarak arabanın kapılarını açtığında, ben tekrar debelenip ondan kurtulmaya çalıştım ama nafileydi.

 

"Nereye gidiyoruz?" diye sertce sorduğumda Aras ön yolcu kapısını açıp binmemi bekledi.

 

"Doğru düzgün konuşabileceğimiz bir yere," dedi sakin bir tınıyla.

 

Gözlerimi devirdim. "Daha sabah konuşmak istemediğimi söylemedim mi ben?" diye soruğumda bakışlarım sertti. "Neyi konuşacağız ya biz?"

 

Aras, beni kendiyle araba arasına sıkıştırdı ve ciddi ve sert bir yuz ifadesiyle tam gözlerimin içine baktı. "Bin şu arabaya Sena," dedi kısık ama sert bir tonla, ardından birkaç saniye gözlerime bakmaya devam etti. "Lütfen."

 

Bakışları dudaklarıma indi ardından tekrar gözlerime baktı. Bir adım gerileyip arabaya binmem için bana alan tanıdığında gozlerimdeki alevlerle ona baktım ve ardından beş karış suratla arabaya bindim.

Benim bakışlarım sinirle ön camda gezinirken o kapımı kapattı ve ardından geçip şoför koltuğunda ki yerini aldı.

 

🖤

 

Huzur, karanlıkla beraber gökyüzüne dizilen yıldızlar kadar uzaktı. Acı ise o yıldızlar kadar sonsuz. Sırtımı oturduğumuz tahta banka yaslayıp bakışlarımı uzayıp giden manzaraya diktiğimde, esen hafif rüzgâr parmak uçlarıma kadar ürpermeme neden olmuştu. Aslında beni ürperten rüzgâr değil, yanımda oturan adamla yaşadığımız onca hatıranın bir anda gözlerimin önüne serilişiydi.

 

Midyat'ın tamamen ayaklarımızın altında olduğunu hissetmemizi sağlayan bir yere gelmiştik. Etraf sessizdi. Bakışlarım gökyüzüne kaydığında, derin bir nefes alma ihtiyacı hissetmeme rağmen bunu yapmadım. Aras'ın bakışlarını tenime değen rüzgâr misali üzerime çevrildiğinde gözlerimi gökyüzündeki yıldızlardan ayırmadım.

 

"Hayatımda ilk defa," diye mırıldandı birkaç saniyenin ardından. "Birini kaybetmekten ölesiye korkuyorum." Sesi, içinde binbir duygu barındırıyordu ama ben o duygulara kulaklarımı kapatmıştım.

 

Bakışlarımı yıldızlardan usulca ayırıp akıp giden manzaraya diktiğimde, zihnim derin bir çığlıkla başbaşa kalmıştı. Kısık bir nefes verdim. "Korkmak için geç değil mi?" diye sordum, sesim bir enkazı andırıyordu.

 

Yüzüne bakmasamda, histerik bir şekilde gülümsediğini hissedebiliyordum. "Hayatıma biraz daha erken girmiş olsaydın," diye konuştuğunda gözleri benden ayrılıp manzaraya dönmüştü. "Hiçbir şey için geç olmayacaktı."

 

Kelimeleri tınaklarımı avucumun içine geçirmeme neden olacak kadar ağır geldiğinde zorlukla yutkunup bakışlarımı ona çevirdim. "Ya da hayatına hiç girmemiş olsaydım." diye konuştum kelimelerin bir iğne misali boğazıma batmasına aldırış etmeden.

 

Aras'ın bakışları bana döndü. "Ben böyle bir ihtimali aklımdan bile geçirmedim Sena," dedi gözleri yüzümün her zerresinde gezinirken. "Elimde olsa sensiz geçirdiğim her dakikayı yine seninle doldururdum ama sensizlik..." Kafasını olumsuz anlamda salladı ve bunu kabulenmediğini belirtti.

 

Dudaklarımın kenarı histerik bir şekilde kıvrıldığında, boğazıma akan acıyı yok sayarak ona bakmaya devam ettim. "Bir zamanlar o kızıda seviyordun," diye konuştum gözlerimi gözlerinden ayırmadan. "Belki o zaman bir çocuğunuz olduğu hayalini beraber kuruyordunuz," Gözlerime acı uğradı umursamadan devam ettim. "Simdi ikinizin bir çocuğu olacak, aranızda artık kopmayacak bir bağ oluştu ve ben sizin içinde o çocuk içinde bir engelden başkası değilim..."

 

"Hayır," diye lafımı kesti tam gözlerimin içine bakarak. "Seni kalbimde hissettiğim andan beri hayatımın merkezinde bir tek sen varsın, benim o kızla aramda bağ falan yok, olamaz."

 

Kafamı salladım ve onu reddettim. "Var," dedim gözlerimin yanmaya başladığını hissederken. "O kız senin çocuğunu taşıdığı sürece de olmaya devam edecek." Bakışlarımı ondan ayırdım ve tekrar önüme döndüm. "Ve ben bunu görerek hergün bir kez daha ölüyorum, hergün konaktakilerin gözlerimin içine baka baka senin Dicle'yle eninde sonunda evleneceğini yüzüme vurmalarından, sanki yokmuşum gibi davranmalarından çok yoruldum."

 

Bir hançer kalbime saplanıp acılarımı yetim bıraktığında, Aras'ın bakışları bana döndü ve birkaç saniye boyunca beni izledi. Hissetsin istedim, nasıl yandığımı, nasıl acı çektiğimi görsün istedim.

 

"Buna asla izin vermem Sena," dediğinde sesi ciddi ve netti. "Değil sana bunu yaşatmak, bir saniye bile geçmedi aklımdan."

 

Gözlerimi yumdum ve gözlerime dolan yaşın yanaklarımdan süzülmesine izin verdim. Acıyla derin bir nefesi ciğerlerime bahsettiğimde bu nefes ciğerlerime ateş çekmişim gibi hissettirmişti. "Zaten bunca şeyin içinde yaşamak taşıyamayacağım kadar ağır," dedim gözlerimden yaşlar süzülmeye devam ederken. "Sen izin versen bile ben böyle birşeye izin vermem," bunları söylerken artık hıçkırarak ağlıyordum. "Bitecek bu evlilik."

 

Kalbimin içindeki savaş, gözyaşlarıma kadar taştığında kelimelerin ağırlığı bir yük misali sırtıma yüklenmişti. Aras'ın bakışları bana döndü. Gözlerimi ona çevirdiğimde onun gözleriyle bir araya gelmek ağlamamı daha da şidetlendirmişti.

 

Aras, kafasını belli belirsiz salladı ve bana bakmaya devam etti. "Olmayacak böyle bir şey," dedi sesi sakin ama tınısı sertti.

 

"Olacak," diye direttim hıçkırıklarımın arasından.

 

Aras, gözlerini gözlerimden ayırmadı. Hissettiğim acı tüm netliğiyle onun gözlerinin önündeydi. Onun gözlerinde esir kalan acıyı hissettiğimde onun canımın nasıl acıdığını hissettiğini biliyordum. "Böyle bitmesine izin vermeyeceğim Sena," dedi en sonunda kararlı bir sesle. "Ne yaparsan yap senden vazgeçmeyeceğim," Gözleri gözlerime uğradı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Vazgeçmem."

 

Sesinde ki kararlılık, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın kırılamayacak bir beton gibiydi. Benden vazgeçmeyeceğini söylüyordu, belki vazgeçmeyecekti kabul ama ben dediğimi yapacaktım.

 

Vazgeçecekti.

 

Vazgecerek vazgeçmememesi gerektiğini öğren

ecekti.

 

Ve bunu öğrendiği zaman artık istesede benden vazgeçemeyecekti.

 

Bunu yapacaktım.

 

Bölüm Sonu...

 

Seviliyorsunuz, gelecek bölüm görüşmek üzere ❣️

 

Loading...
0%