@k_blackfire
|
Keyifli okumalar... Bu saate bölüm atmadı da detirmem artık 😎 ... Her yerde kan var.
Ve ben bu kanın içinde boğuluyorum.
Bu bir kabus muydu, yoksa ben alev alev yanan bir cehennemin içine mi düşmüştüm bilmiyordum ama tüm bu yaşananlar gerçekten korkunçtu. Artık işler öyle bir raddedeydi ki, hatta bu son olanlarla birlikte öyle bir raddeye ulaşmıştı ki, artık önüm tamamen sis kaplanmıştı. Göremiyordum... Gerçekten artık önümü göremiyordum.
Baran'ın üzerindeki beyaz gömleğe, göğsünün biraz altından açılan bir yaradan kanlar yayılmaya başladığında, gözlerime yayılan dehşetle beraber, derin bir çığlık koptu boğazımdan. Bu görüntü hem bir o kadar net hem bir o kadar da bulanıktı ama zihnim tamamen donmuş ve olanları idrak etmekte zorlanıyordu.
Aras, Baran'ı vurmuştu.
Aras...
Aras, Baran'ı vurmuştu!
"Aras!" diye tekrar çığlık attığımda ellerimi saçlarıma geçirip dehşetle yere düşen Baran'a baktım.
Baran'ın gözleri yarı kapalıydı ve yüzü acıyla buruşmuştu. Ayık kalmak için çaba sarf ettiğini anlayabiliyordum. Gömleği saniyeler içinde kıpkırmızı olmuştu ve acilen müdahale edilmesi gerekiyordu. Çok kanaması vardı... Lanet olsun ki çok kanaması vardı ve ben şu an yerimden dahi kıpırdayamıyordum.
Anlayamıyordum...
Gerçekten Aras'ın gözü Baran'ı vuracak kadar dönmüş müydü? Daha önce Baran'ı ayağından vurmuştu, buna şahit olmuştum ama bu seferki tamamen öldürmek için yapılan bir hamleydi. Hatta öyle ki şuan ikinci bir kurşunu daha sıkabilirdi. Nefesimi tutmuş ve çığlıklarımı boğazıma hapsetmeye çalışıyordum.
"Seni gebertirim demedim mi lan?" Aras, adeta kükrercesine bu cümleyi kurup elindeki silahın namlusunu tekrar yerde yatan Baran'a doğrulttuğunda, Baran'ın gözlerine inen korkuyu çektiği acıya rağmen açıkça görebilmiştim.
Aras'ın parmağı tetiğe baskı uygulamak üzereydi ki, aniden birinin Aras diye bağırdığını işittim. Bakışlarım sesin sahibine doğru döndüğünde Murat ağabeyin, Aras'ın bulunduğu tarafa doğru hızla koştuğunu gördüm. Murat abi, direkt olarak Aras'ın elindeki silaha yönelip onu Aras'ın elinden almaya kalktığında Aras silahı bırakmamakta kararlı gibiydi.
Murat ağabey kıpkırmızı olmuş bir suratla Aras'a baktı. "Lan oğlum delirdin mi sen?" diye bağırdı. "Bırak şu silahı!"
Aras, abisinin dediğini zerre umursamadı. "Geberteceğim bu şerefsizi!" diye bağırdı. "Geçen defa yapmadım bu sefer yapacağım!"
Murat ağabey elini alnına götürdü ve sonra etraftaki adamlara baktı. "Lan ne bakıyorsunuz kaldırıp arabaya bindirin şu adamı!" dedi ve ardından Aras'a döndü. "Oğlum sende ver şu silahı bana!"
Murat ağabey, Aras'ı kollarından tutarak silahı almaya çalıştı ama Aras direnince aralarında ufak bir münakaşa çıkmıştı. Her an silah patlayabilir ve ikisinden biri yaralanabilirdi. Ama beklenen olmadı ve Murat ağabey Aras'ın elindeki silahı zorluklada olsa alıp kendi beline yerleştirdi.
Etrafıma baktım. Etraftaki adamlardan birkaçı Baran'ın kollarını ve bacaklarını tutmuş onu kaldırmaya çalışıyorlardı. Baran'ın bilinci tamamen kapanmamıştı ve arada bir acıyla inleyip yüzünü buruşturuyordu. Yerdeki kanlara baktım bu defa. Ellerim titremeye başladığında nefes dahi alamıyordum. Birkaç saniye sakinleşmeyi bekledim ama ellerimle beraber vücudumunda titrediğini farkettiğimde bunun asla mümkün olmadığını anlamıştım. Az önce neler yaşanmıştı? Zihnim idrak etmekte zorlanıyor, tüm vücudum buz kesmişcesine yerinden bile kıpırdamıyordu.
"V-vurdun o..." diye fısıldadım belli belirsiz. "onu... Vurdun!" dedim bu sefer sesimi biraz daha yükselterek. "Ne yaptın sen?" Artık bağırıyordum. "Ne yaptın!"
Dizlerimin üzerine çöktüğümde nefes almakta bile güçlük çektiğimi farkettim. Vücudum tamamen uyuşmuştu, herşey bulanıktı. Ellerimi saçlarıma geçirip kesik kesik nefesler almaya başladığımda, vücudum durmaksızın titremeye başlamıştı. Ya da ben öyle zannediyordum bilmiyorum. Tek bildiğim şuan iyi olmadığımdı. Gerçekten iyi değildim ve şuan ölecek gibi hissediyordum.
O benim gözümün önünde birini vurmuştu.
Bu korkunç bir şeydi...
Aras'ın sesini duyar gibi oldum ama kafamı kaldırıp bakacak kadar bile mecalim yoktu. Sonra biri onu engelledi ve birşeyler söyledi. Muhtemelen Murat ağabeydi bu. Ne konuştuklarını anlamıyordum sadece Aras'ın bas bas bağırdığını ayırt edebiliyordum, gerisi yoktu. Kafamda derin bir uğultu vardı ve başım dönüyordu. Gözlerimi kapattım ve baş dönmesinin geçmesini bekledim. Geçmedi. Gözlerimi tekrar araladığımda görüntü tamamen bulanıktı.
Nefes al...
Alamıyordum.
Nefes al Sena!
Hayır alamıyordum.
Elimle boğazımı tuttum ve öksürmeye başladım. Kafamdaki uğultu geçmiyor ve her geçen saniye şiddetini daha çok arttırıyordu. Tekrar öksürdüm. Tırnaklarımı boynuma öyle bir geçirmiştimki muhtemelen kanatmıştım. Etraftan bir sürü ses geliyordu ama ben tek kelimesini dahi anlamıyordum.
Vücudumdaki uyuşukluk kafama kadar ulaştığında, ellerim güçsüzce boynumdan indi ve gözlerim hafiften kararmaya başladı. Dünya tamamen durmuş gibiydi ve bir kaç saniye sonra ben hiçbir şey hissetmiyordum...
***
Derin bir hafiflik vücudumu pamuktan bir yorgan gibi sarmış ve göz kapaklarıma ağırlığını bindirmişti. Zihnim bomboştu, hatta o kadar boştu ki düşünmek ne demek onu bile bilmiyordum. Derin bir karanlığın içine hapsolmuştum ve kendimi burada hiç olmadığım kadar güvende hissediyordum. Hiçbir his yoktu. O karanlık dış dünyada kaçmak istediğim şeylerden ötürü bana hiç ürkütücü gelmiyordu.
Sonra başımda ufak bir ağrı hissettim, bu ağrı bir kaç saniyede büyüdü ve göz kapaklarımı zorlamama neden oldu. Yüzüme vuran beyaz bir ışığın, göz kapaklarımdan sızdığını hissettiğimde yüzümü buruşturarak aralamaya çalıştım gözlerimi. Her bir düşünce birer birer zihnimin sert zeminine düştüğünde, kafam oldukça karışmış ve midem bulanmaya başlamıştı.
Araladığım gözlerimi tavanda gezdirdim. Başım dönüyordu bu yüzden nerede olduğumu bir türlü ayırt edemiyordum. Kafamı güçlükle kaldırmaya çalıştım ama bu sırada başımda şiddetlenen derin ağrı bunu yapmamı engelledi. Dudaklarımdan kısık bir inilti döküldüğünde, kafamı hafifçe çevirip etrafta göz gezdirdim. Baş dönmem biraz olsun hafiflediğinden şimdi etrafı daha net görebiliyordum. Bir odadaydım ama nerenin odası olduğunu kestiremiyordum. Kollarımda ve bacaklarımda yeni yeni hissetmeye başladığım ağrılar vardı ve bu ağrılara rağmen hâlâ her tarafım uyuşturulmuş gibi hissediyordum. Burası neresiydi, buraya kim tarafından getirilmiştim bunu bilmiyordum ve kafam tamamen karışmıştı.
Net olmayan görüntüler zihnimin duvarlarına yansıdığında gözlerimi birbirine bastırarak ne olup bittiğini hatırlamaya çalıştım. Ve ben her hatırlamaya çalıştığımda, başımda keskin bir ağrı eşliğinde görüntüler birleşmeye başlıyor ve görüntüler yavaş yavaş netleşmeye başlıyordu. Kulaklarımda derin bir uğultu oluşmaya başladığında derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim ve tekrardan doğrulmaya çalıştım. Dudaklarımdan ufak bir inilti koptuğunda kollarımdan destek alarak sırtımı yatak başlığına dayayabilmiştim. Tam bu sırada kapı açıldı ve ben o an konakta olduğumu anladım. Nigar abla elinde ufak bir tepsiyle içeri girdiğini gördüm, bu görüntüyle beraber olanlar tekrar tekrar aklımı bulandırmaya başlamıştı.
Aras, Baran'ı vurmuştu.
Evet, Aras Baran'ı vurmuştu ve ben muhtemelen geçirdiğim şok yüzünden baygınlık geçirmiş ve konağa getirilmiştim. İyi de benim burada ne işim vardı. Allah kahretsin ki benim bu lanet konakta olmamam gerekiyordu ve bunu biliyor olmam üzerimdeki ince örtüyü avuçlarımla ezmeme neden oldu. Sadece bir kurşun sesi yankılanıyordu zihnimde, ondan sonrası yoktu. Aras ikinci bir kurşun sıkacaktı ama o kurşunun tabancadan çıkıp çıkmadığı hakkında en ufak bir fikrim dâhi yoktu. Lütfen çıkmamış olsundu. Eğer Baran'a bir şey olursa bu tam bir felaket demekti. Ne olacağını düşünmek bile istemiyordum.
Aras'ın Baran'ı vurabilecek kadar gözünü kararttığını hesaba katamamıştım. Allah kahretsin ki şu an gerçekten kafama sıkmak istiyordum. Ben ne kadar kendimi bu çukurdan kurtaramak istersem isteyeyim daha çok o çukura batıyordum ve bu sefer bu çukurdan kurtulmam epey zor gibi gözüküyordu.
Burnumdan sert bir nefes verdim ve gözlerime dolan dehşet ifadesiyle Nigar ablaya baktım. "B-baran..." diye mırıldandım zorlukla. "Öldü mü? Aras nerede? Ne işim var benim burada..."
"Şşt, sakin ol Sena," diye konuştu Nigar abla yatıştırıcı bir ses tonuyla. "Ufak bir sinir krizi geçirdin, kendini nasıl hissediyorsun canım?"
Elimi saçlarıma geçirdim ve kaşlarımı çatarak Nigar ablaya baktım. "Bırak şimdi beni Nigar abla," diye bağırdım sinirle. "Aras, Baran'ı vurdu, benim burada ne işim var Allah aşkına! Nerede Aras? Baran'ı nereye götürdüler? Öldü mü?" Soruları ard arda sıraladığımda adeta çıldırmak üzereydim ama vücudum o kadar bitkin düşmüştü ki sesim bile doğru düzgün çıkmıyordu.
Nigâr abla sıkıntılı bir nefes verdi ve bir süre duraksadıktan sonra yavaşça yanıma yaklaştı ve elindeki küçük tepsiyi baş ucumdaki sehpanın üzerine yavaşça bıraktı. Gözlerimi Nigâr abladan bir saniye bile ayırmıyordum çünkü derhal bir cevap bekliyordum. Burada böyle hiçbir şey bilmeden durmak beni her geçen saniye daha çok delirtiyordu. Nigâr abla geçip yatağın yanındaki tekli koltuğa yavaşça oturdu ve stresli olduğunu bariz bir şekilde belli ederek başını ellerinin arasına aldı.
"Artık bir şey söyleyecek misiniz?" diye bağırdım elimde olmadan. Başıma ilişen korkunç ağrıyla beraber yüzümü buruştururken boğazıma keskin bir ağrı saplanmıştı.
Nigâr abla kafasını hafifçe kaldırdı ve bana baktı. Yüzü oldukça yorgun ve stresli gözüküyordu. "Bunları sana söyleyerek seni daha fazla delirtmeyeceğim," diye mırıldandı hafiften sinirli bir sesle. "Bak rica ediyorum bu kadar olayın içinde lütfen daha fazla zorluk çıkarma Sena, rica ediyorum lütfen yat ve dinlen... Düşünme bunları."
Kaşlarım öfkeyle çatıldı. "Ne demek zorluk çıkarma?" diye sordum öfkeli bir sesle. "Bana cevap vermek zorundasınız, Baran yaşıyor mu?"
"Sena, lütfen."
"Ya delirtmeyin beni, Baran yaşıyor mu Nigâr abla?" Diye bağırdım onu duymazdan gelerek. "Aras benim gözlerimin önünde Baran'ı vurdu sen gelmiş bana yat dinlen diyorsun..."
Bir yandan bağırıyor bir yandan da ayağa kalkmaya çalışıyordum. Nigâr abla oturduğu koltuktan kalkıp beni tuttu ve kalkmamı engellemeye çalıştı. Bu sırada kapı açılmış ve annem içeriye girmişti. O koşarak yanımıza gelirken ben hâlâ avaz avaz bağırmaya devam ediyordum.
"Sena, sakin ol kızım." Annem beni yatıştırmak adına yüzümü elleri arasına alırken ben sinirle kendimi onlardan kurtarmaya çalışıyordum.
Ne yapmaya çalıştıklarını gerçekten anlayamıyordum. Böyle cevap vermeyerek beni sakin tutmaya çalışıyorlardı ama bu benim akıl sağlığımla oynamaktan başka hiçbir şey değildi. Sinirle anneme baktım. "Bırakın beni!" diye bağırdım delicesine bir öfkeyle. "Hepinizden nefret ediyorum, bırakın beni!"
Yüzümde yer edinen o feci öfkeye göz yaşlarımda dahil olmuştu ama bunun duygusallıkla en ufak bir ilgisi yoktu. Tek nedeni öfkeydi. Şuan elimden gelse bu konağı ateşe verebilirdim. Öfkeli çırpınışlarım ve avazımın çıktığı kadar haykırarak bağırışlarım öfkemi biraz olsun dindirmiyordu. Herkesten nefret ediyordum, şuan çevremde olan herkesten nefret ediyordum. Kalbim paramparçaydı, kalbim artık atmıyordu.
"Sena!" Annemin sesi kulaklarımda yankılandı lakin onu zerre umursamadan kendimi onlardan kurtarmaya çalıştım.
"Bırak!" diye bağırdım avazımın çıktığı kadar. "Bir saniye bile durmak istemiyorum bu lanet yerde, bırakın!"
"Böyle yaparak kendine zarar veriyorsun, bunun farkında değil misin?" diye konuştu Nigar abla yatıştırıcı ve sakinleştirmeye çalışan bir ses tonuyla. "Böyle yaparak eline hiçbir şey geçmeyecek! Zamanı gelene kadar bu konaktan çıkamazsın!"
Dehşetle Nigâr ablanın yüzüne baktım. "Bana en çok siz zarar veriyorsunuz!" diye çemkirdim. "Ya kafanız basmıyor mu sizin? Aras, Baran'ı vurmuş, Baran öldü mü, kaldı mı belli değil siz hala buraya beni hapsetmeye çalışıyorsunuz!"
"Yeter!" Annemin gür ve sinirli sesi odanın içinde yankılandığında yüzümdeki derin öfkeyle bakışlarımı anneme çevirdim. Annem ise oldukça sinirli bakışlarla bana bakıyordu. "Yeter," diye konuştu bana bir adım yaklaşarak. "Tüm bu olanların sorumlusu sensin, suçunu kabul edeceğine kalkmış burada ortalığı birbirine katıyorsun!"
"Sen nasıl bir insansın ya?" diye sordum öfkeyle. "Sen nasıl bir annesin? Bunca olandan sonra hala beni sucluyorsun ya utanmadan..."
"Suçlarım!" diye lafımı kesti. "Sen ister kabul et ister etme, bu olayda en çok senin suçun var! Sen bir gece vakti kalkıp evi terketmeseydin Aras bu kadar dellenmeyecekti," dehşetle annemin yüzüne baktım, o ise acımasızca devam etti. "Ben sana alttan al dedikçe sen kafana eseni yapmaya devam ettin, al işte sonuç bu!"
Sinirle güldüm. "Ne oldu?" diye sordum. "Ben sizin kadar gurursuz değilim diye mi üzüldün bu kadar?"
"Benimle düzgün konuş Sena!" dediğinde sesi sinirliydi. "Bu yaptıklarından sonra hala istediğini yapabileceğini mi zannediyorsun? Uğruna kan bile dökülmüşken hala bu konaktan kurtulabileceğini mi zannediyorsun? Susacaksın! Ortalık durulana kadar tek kelime bile etmeden duracaksın bu konakta, başka yolu yok!"
Yüzümde derin bir öfke yer edindi. "Senin işine gelecek tabii böylesi!" diye konuştum bu sefer sakin ama nefret dolu bir tınıyla. "Ben sizin sigortanızdım öyle değil mi?"
Annem yüzünü buruşturdu. "Saçmalama Sena! Ben seni düşün..."
"Öldürürüm kendimi!" diye kestim aniden lafını. Sesimdeki tını sinirli ve bir o kadar da tehditkardı. Gözlerimdeki öfke geçen her saniye büyümeye devam ederken odayı bir anlığına derin bir sessizlik kapladı. Annemin bakışları üzerimde asılı kalmıştı ve gözlerindeki korkuyu en net şekilde hissedebiliyordum. "Bir saniye bile düşünmem," diye devam ettim konuşmaya. "Üzerime inşa ettiğiniz o sahte itibarınızı bir daha geri gelmemek üzere, kendimle beraber yok ederim..."
Kelimelerim birer birer dudaklarımdan dökülürken sesimdeki ruhsuzluk bariz bir şekilde ortadaydı. Hatta kendileri kabul etmeselerde benim çektiğim acıları gayet iyi biliyorlardı ve bunu yapacak raddeye çoktan geldiğimin farkındaydılar. Bunu ikisininde gözlerine yerleşen korkudan anlayabiliyordum.
Acaba kızını ölümü bile düşünecek bir raddeye getirmiş olmak nasıl bir duyguydu. Ölsem bana mı üzülürdü yoksa elinden kayıp giden o ağzından düşürmediği itibarına mı? Sahi gözlerindeki korku kim içindi? Beni bu raddeye onlar getirmemiş miydiler? Bu noktaya gelişimde konaktaki herkesin parmağı yok muydu? İçimde ki birazcık yaşama hevesini, o ağır duyguları bir anda nasıl da söküp almıştı kader benim elimden... Bir insanın içine en fazla ne kadar nefreti aşılayabilirdi bu hayat? Ben şimdi her zerremde o nefretle beraber yaşıyordum. Aldığım her nefes ciğerlerime o zehri tekrar tekrar dolduruyordu.
"Neleri göze aldığımı bilmiyorsunuz," diye mırıldandım buz gibi bir sesle. "Ne raddede olduğumu bilmiyorsunuz..." Annemin gözlerinin içine baktım. "Yaparım." dedim buz gibi bir sesle. "Aklımla oynamayın benim ve insan gibi anlatın, Baran yaşıyor mu?"
Annem bir süre öylece duraksadı ve bana bakmaya devam etti. Gözlerimde ki ciddiyetin farkındaydı, bunu çok iyi biliyordum. Derin bir nefes aldı ve ne yapacağını bilemez bir şekilde Nigâr ablaya baktı ve sonra tekrar bana döndü. "Tamam," dedi endişeli bir sesle. "Tamam sakin ol önce..."
"Cevap verin bana," diye konuştum sakin tutmaya çalıştığım sesimle. "Derhal!"
Annem yutkundu ve bana baktı. "Baran Hasan Bey'in tanıdığı bir doktorun yanında," dedi oldukça gergin ve endişeli bir ses tonuyla. "Durumunu bizde bilmiyoruz ama yaşıyor," diye devam etti. "Murat Bey yetişmeseymiş kocan öldürecekmiş Baran'ı..."
"Oradaydım," diye konuştum titreyen bir sesle. Gözlerim dolmaya başlamıştı. "Gözümün önünde vurdu Baran'ı..." Kafamı iki yana salladım ve o anı tekrar hatırlayıp başımı ellerimin arasına aldım. "Nasıl aklımdan çıkacak bu an benim?"
Nigâr abla, stresli bir nefes verdi ve bir süre gergince etrafına bakındı. "Allah verede Baran'a birşey olmasın," dedi en sonunda. "Bu olayın polisin kulağına gitmemesi gerekiyor, Aras bir anlık öfkeyle hemen köpüren bir adam... Onun bu bir anlık öfke yüzünden hapse girmesine izin veremeyiz!"
Gözlerimde büyüyen öfke ve şaşkınlık dolu ifanemle Nigâr ablanın yüzüne baktım. "Bir dakika bir dakika..." diye mırıldandım öfke dolu bir sesle. "Sırf polisin haberi olmasın diye Baran'ı hastaneye götürmediniz öyle mi?" Göz bebeklerim öfkeyle büyüdü. "Ya siz şaka mısınız? Kafayı yiyeceğim, bir doktorla olacak şeymi Allah aşkına..."
"Sena," diye araya girdi Nigar abla. "Farkında mısın bilmiyorum ama eğer Baran'ı hastaneye götürselerdi, Aras hapise girebilirdi."
Umursamazca kafamı salladım. "Girsin!" diye bağırdım aniden. "Hepimizin hayatını mahvetti, Baran'ı vurdu, hâlâ onu mu savunuyorsun bana? Bizim bu hale gelmemizin tek sebebi Aras!" Öfkeyle gözümden akan yaşları sildim. "Ne Dicle'den vazgeçti ne de benden... Onun bu saçma öfkesi yüzünden hiçbirimizin yüzü gülmedi aylardır... Şimdi bana Aras'ı savunmayı bırakın yoksa size karşı içimde biraz olsun saygı varsa onu da umursamadan söker atarım!"
Sözlerimin birer bıçak olduğunun farkındaydım ama benim bedenim de zaten bıçak yaralarıyla dolmuştu ve kimseyi incitmeme cabasına girmek için fazla yaralıydım. Kimse beni düşünmemişti, şimdi benden de hiçbir şey beklemesinlerdi. Hayatım yokuş aşağı kayıp gidiyorken biraz bile alttan almaya ne sabrım nede mecalim vardı.
Nigâr abla bir süre duraksadı ve sonra anneme baktı. "Belliki sen fazla sinirlisin," diye konuştu bakışları bana dönerken. "Biz çıkalım da sen biraz dinlen, sen kendini toparlayınca tekrar konuşuruz."
Annem bana taraf baktı ve birkaç saniye bakışlarını üzerimde gezdirdi. "Ben kalayım istersen Sena," dedi yorgun bir sesle.
"Yalnız bırakın beni," diye mırıldandım buz gibi bir sesle. "İkinizde..."
Annem nefesini verdi ve kafasını hafifçe kaldırıp indirdi. "Peki," dedi sadece ve sonra hoşnutsuz bir tavırla kapıya doğru ilerledi.
Nigar abla da annemin peşinden dışarıya çıkıp kapıyı kapattığında odayı derin bir sessizlik kaplamıştı. Vücudumda derin bir hissizlik mevcuttu. Sanki şuan kalkmaya çalışsam kalkamayacak gibiydim. O kurşun sesi bir an olsun aklımdan çıkmıyor ve kulaklarımda yankılanmaya devam ediyordu. O kurşun sesini her hatırladığımda başıma öyle bir ağrı saplanıyordu ki, sanki o kurşun benim beynimin içinde gibi hissediyordum.
Gerçekten iyi değildim.
Kafamı hafifçe yastığa koydum ve ellerimle örtüyü üzerime hafifçe çektim. Avuç içlerimle örtüyü sıkarken gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı ama suratım tamamen ifadesizdi. Beynimin içinde derin bir sessizlik o sessizliğin içinde ise öfke dolu bir uğultu oluşmaya başlıyordu. Dört duvar içinde tıkılıp kalmıştım ve duvarlar sanki her an üzerime yıkılacak gibiydi. Nefes alamıyordum. Boğuluyordum... Duvardaki saatin sesleri her saniye kafamın içinde yankılanıyordu. Odadaki derin sessizlik vücudumu bir yorgan misali sarmıştı. Uyumak istiyordum, sadece uyumak istiyordum ama gözümü kapatmaya korkuyordum. Çünkü gözümü kapattığımda o görüntülerle tekrar yüzleşmek zorunda kalacaktım. Bunu istemiyordum. Bununla başbaşa kalmak istemiyordum, çok yorgundum...
Orada öyle kaç saat kaldım bilmiyorum ama gözüme bir damla bile uyku girmediğinin çok net farkındaydım. Başım ağırıyordu ama bu umurumda bile değildi. Hava yavaştan kararıyordu. Dışardan hafif bir kalabalık sesi işitiliyordu. Birileri yine birileriyle tartışıyor olmalıydı. Yatakta doğrulup oturur pozisyona geldim ve sırtımı yatak başlığına dayadım. O sırada hâlâ parmağımda olan yüzüğümü yeni farketmiştim. Yüzüm buruştu ve sinirle parmağımda ki alyansı ve tek taş yüzüğü çıkartıp yanımdaki sehpanın üzerine gelişigüzel fırlattım. Nefret ediyordum. Bu konağa ait, Aras'a ait hiçbir şeyi istemiyordum.
"Allah hepinizin belasını versin," diye fısıldadım elimle başımı tutarken. Elimde olsa bu konağı saniyesinde ateşe verirdim. O kadar kin doluydum.
Ayağa kalktım ve kapıya doğru yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. Kapının kulpunu indirdim ama kapı açılmamıştı. Kilitlemişlerdi. Sinirle nefesimi verdim ve öfkeyle kapıyı yumruklamaya başladım. Öfke tüm vücudumu sararken ard arda yumruklarımı ve tekmelerimi kapıya indirmeye devam ettim. "Açın şu kapıyı!" Ellerim acıyordu ama bu umurumda değildi. "Nigar abla, anne!"
Geriye doğru bir kaç adım attım ve sinirle başımı tuttum. Kapının önünde adım sesleri ve bir takım fısıltılar işittim ama kimse kapıyı açmadı. Buradaydılar biliyordum ama kapıyı açmayacaktılar. Akıları sıra beni buraya hapsetmeye çalışıyorlardı ama ben buna izin vermeyecektim. Derin bir nefes aldım ve yavaşça yatağın yanındaki sehpaya doğru ilerledim ve üzerindeki cam bardağı ve sürahiyi elime aldım. Tekrar eski yerime döndüğümde kapı önündeki konuşmalar devam ediyordu ve avludanda hala kalabalık sesler geliyordu.
Bir adım geriledim. Sonra bir adım daha. Elimdeki cam sürahiyi kaldırdım ve kapıya doğru fırlattım. Sürahi müthiş bir gürültüyle kapıya çarpıp paramparça olurken, dışardan bağırma sesleri gelmişti. Durmadım ve elimde ki bardağı da yere fırlatarak onunda tuzla buz olmasını sağladım. Bir kaç saniye sonra kapı önündeki sesler artmaya başladı ve anahtarın çevrilme sesi geldi. Kapı açıldığında bir sürü endişeli suratla karşı karşıya kalmıştım. Annem, Nigâr abla, Nurcan abla, Merve, Gönül...
Bakışlarımı öfkeyle, hepsinin üzerinde teker teker gezdirdim. Nigâr abla önce yere sonra tekrar bana baktı. "Sena, sen ne yaptığını zannediyorsun?" diye sordu endişeli ve sinirli bir sesle. "Hayır böyle yaparak neye ulaşmak istiyorsun anlamıyorum..."
Annem sinirle gözlerini üzerinde gezdirdi. "Bir yerine bir şey oldu mu?" diye sordu sanki çok umurundaymış gibi. "Sena cevap ver bana!"
Sinirle nefesimi verdim ve yerdeki camları umursamadan, kapıya doğru yürüyüp dışarı çıkmaya yeltendim. Annem ve Nigar abla önüme geçip beni engellediğinde müthiş bir öfke bedenimi sarmaya başlamıştı. "Nereye gidiyorsun sen?" diye sordu annem. "Gidemezsin hiçbir yere..."
"Bırak!" diye bağırıp kendimi onlardan kurtardım ve sinirli adımlarla odadan çıktım. Peşimden gelen adım seslerine zerre aldırış etmiyordum. Adımlarım öyle öfkeli ve hızlıydı ki kimse beni durduramazdı, bunu biliyordum.
Koşar adımlarla merdivenlere yöneldim ve bakışlarımı sinirle avluda gezdirdim. Orası da en az benim odamın önü kadar kalabalıktı. Şuan neler yaşanıyordu bilmiyordum ama yine herkes birbirine girmişti. Kadrajıma Aras girdiğinde, tüm bedenim öfkeyle adeta titredi. Saf öfkeydi bu, hatta o kadar şiddetliydi ki bu öfkeyle ben bile baş edemiyordum. Avludaydılar. Hasan Bey, Aras'ın karşısındaydı ve oldukça sinirli gözüküyordu. Tartışmış gibiydiler. Hicran Hanım, Hatice Hanım ve Dicle ayakta durmuş onları izliyorlardı.
Kasılan bedenimle öfkemi daha fazla içimde tutamadım. "Aras!" diye bağırıp adeta tüm konağı inlettiğimde, herkesin bakışları adeta bir ok gibi benim olduğum yöne çevrildi. Öfkeli adımlarımla merdivenleri hızlıca indim ve onların olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. Kızaran gözlerim ve nefret dolu bakışlarımla ne kadar öfkeli olduğumu en net haliyle yansıtıyordum. Bakışlarımı Aras'a dikip, üzerine yürüdüm ve "Sen ne yaptın?" diye adeta kükredim. O kadar sinirliydim ki, Nigâr abla ve Merve'nin yanıma ulaşıp beni tuttuğunun bile yeni farkına varmıştım.
Debelenip, onlardan kurtulmaya çalıştım ama bu işe yaramadı. Kendimde değildim. "Sen ne hakla benim hayatımı mahvedebiliyorsun ya?" dedim bağırarak. "Gözümün önünde vurdun adamı, kafayı yiyeceğim ya!"
Aras, gözlerini üzerimde gezdirdi ve bana bir adım yaklaştı. "Önce bir sakin ol istersen Sena," diye konuştu, sert bir ses tonuyla. "Belli ki iyi değilsin."
Gözlerim öfkeyle parladı. "Olamam sakin falan!" diye bağırıp sinirle ona yaklaşmaya çalıştım ama beni tutan Nigâr abla ve Merve bunu engellemişti. "Bunun hesabını soracağım hepinizden anladınız mı? Hepiniz yaptıklarınızın bedelini ödeyeceksiniz! Yanınıza bırakmayacağım!"
Aras, öfkeyle nefesini verdi ve elini ensesine götürüp gözlerini yumdu. Bir kaç saniye öyle bekleyip tekrar gözlerini araladığında bakışları ilk beni bulmuştu. "Sen ne bekliyordun ya?" diye sordu bana yaklaşarak. "Söylesene ne bekliyordun, o herif gelip senin bu evden kaçmana yardım edecek, birde üstelik sana evini açacak bende öylece seyredeceğim öyle mi?" Sinirle çenesi kasıldı. "Öldürmediğime dua etsin!"
"Ha yani tüm bunlardan birazcık bile pişmanlık duymuyorsun öyle mi?" diye sorduğumda, sesim öfkeden titriyordu.
"Durmuyorum!" diye cevap verdi bir an bile düşünmeden. "Bir daha olsa bir daha yapardım, hatta neye pişmanım biliyor musun? O ikinci kurşunu sıkmadığım için çok pişmanım mesela! Keşke gebertseydim o piçi!"
"Hâlâ gebertseydim diyor ya..." diye bağırdığımda öfkeden delirmek üzereydim. Adeta gözüm dönmüştü. "Hâlâ gebertseydim diyor, Allah'ım delireceğim ya!"
"Sena sakin ol," diyen Nigâr abla, yüzümü elleri arasına almış beni sakieştirmeye çalışıyordu. "Aras sende yangına körükle gitme görmüyor musun kız iyi değil!"
"Ya siz bir bıraksanıza beni!" dediğimde öfkeyle debelendim. Herkesin bakışları bizim üzerimizdeydi ve delirmiş gibi göründüğümünde gayet farkındaydım. Ama şuan gerçekten öfkeme hakim olamıyordum, elimde değildi.
Aras, hafifçe kafasını salladı ve bir kaç adım yaklaşarak tam yüzüme baktı. "Tamam," diye konuştu sakin tutmaya çalıştığı bir ses tonuyla. "Önce biraz sakinleş, sakin sakin konuşalım." Gözlerime baktı. "Kendine daha fazla zarar verme, lütfen."
"Bana sakin ol deme artık!" diye carladım. "Önce delirtip sonra da sakin ol deme, yeter! Anladın mı? Yeter!" Titreyen ellerimi sinirden yumruk yaptığımın bile farkında değildim. "Buradan gitmek istiyorum tamam mı, hemen şimdi!"
Aras'ın zaten sinirli olan suratı daha çok sertleşti ve yüzüme baktı. "Gideceksin?" diye konuştu, öfke ve alay karışımı bir sesle. "Tam olarak nereye? Bu sefer hangi düşmanımın yanına gideceksin?"
Alayla güldüm ve etrafıma baktım. Herkesin üzerinde bakışlarımı gezdirip tekrar Aras'a döndüm. "Ben zaten bana düşman insanların arasındayım şuan," diye mırıldandım aynı alaycı tavırla. "Kendi düşmanlarımla kalacağıma," dedim ve başparmağımla Aras'ın göğsüne hafifçe dokundum. "Senin düşmanlarınla kalmayı tercih ederim."
Aras, sabır dilercesine bakışlarını gökyüzüne kaldırdı ve bir kaç saniye sonra tekrar bana baktı. "Yukarı çık," dedi beton gibi bir sesle. "Yukarı çık ve sakinleş." Bakışlarını üzerimden çekti. "Böyle devam ederse kalbini kıracağım çünkü."
"Sen benim kalbimi kıramazsın," diye konuştum umursamaz bir sesle ve ardından Dicle'yi gösterdim bakışlarımla. "Onunkini kırarsın çünkü, senden bir beklentisi olan o," kafamı salladım. "Ben değil."
Bunu söyledikten sonra gözlerimi devirdim ve merdivenlere taraf yöneldim. Adımlarım beni kaldığım odaya doğru götürürken saçlarımı geriye doğru düzeltip derin bir nefes aldım. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Nasıl olsa bu konaktan öyle ya da böyle çıkacaktım. Haftalar önce yaptığım planın şimdi işime yarayacak olması trajikomik bir durumdu ama her şekilde işime yarayacaktı. Şimdi güçlü durmak zorundaydım.
Sonrada bum...
Patlatacaktım bombayı.
***
Saaatlerdir, odanın içinde bir o yana bir bu yana yürümekten ayaklarım ağrımaya başlamıştı ama sinirlerim o kadar bozuktu ki hiçbir şeyi umursamıyordum. Ama biraz olsun kendimi toparlayabilmiştim. Yani en azından şuan tüm konağı içinde insanlarla beraber yakmak istemiyordum. Daha sakindim.
Hava tamamen kararmıştı. İki ya da üç saatir odadaydım. Tam olarak bilmiyordum. Bu odadan da nefret ediyordum. Dört duvarın içinde saatlerimi geçirmek bu bozuk kafayla adeta bir kabus gibiydi. Bir yandan aşırı derecede meraklanıyordum. Baran'ın durumu nasıl diye düşünmeden edemiyordum. Evet kabul ediyorum, Baran iyi bir insan değildi, hatta hiç iyi bir insan değildi. Ama birinin benim yüzümden ölecek olması korkunçtu. Düşüncesi bile beynimi bulandırıyordu. Onu vuranın Aras olması ise ayrı bir kabustu.
Yolum tamamen bulanıktı, ama yolumu bulmak için risk almalıydım.
Kapım iki defa tıklatıldığında, düşüncelerimden sıyrıldım ve memnuniyetsiz bakışlarımı kapıya taraf çevirdim. Yavaş adımlarla kapıya doğru yürüdüm ve anahtarı çevirip kapıyı hafifçe araladım.
Karşımda dikilen kişi Dicle'den başkası değildi.
Sınanıyordum.
Gözlerimi devirdim ve sinirle Dicle'ye baktım. O ise hafiften üzgün ve stresli bir tavırla, "Konuşmak için geldim," diye konuştu. "İkimizde birbirimizden haz etmiyoruz biliyorum ama, bazı konulara açıklık getirmek gerektiğini hissediyorum."
Sinirle ofladım. "Akşam akşam hiç senin ağlamalarınla, aşkını meşkini anlatmalarınla uğraşamam," dedim oldukça umursamaz bir sesle. "Hadi canım başka kapıya!"
Kapıyı kapatacağım sırada, "Baran'ı, niye vurdu Aras?" diye sordu sinir bozucu bir sesle. "Sebebi neydi?"
Alayla güldüm. "Anlaşılan hamilelik sana yaramamış Dicle," diye mırıldandım. "Herkes biliyor da bir sen mi bilmiyorsun?"
Kısık bir nefes verdi ve kollarını önünde bağladı. "Senin için vurduğunu söylüyorlar ama bence öyle değil," dedi kafasını hafifçe sallayarak. "Sadece senin olayın bardağı taşırdı o kadar."
Sorarcasına kafamı salladım. "Ne saçmalıyorsun ya sen?" diye sordum yüzümü buruşturarak. "Bunca olayın içinde gerçekten şuan bunu mu sorguluyorsun?"
Dicle duruşunu dikleştirdi. "Hayır ama," dedi hafiften titreyen bir sesle. "Ne bileyim, eğer Aras senin için adam vurdu diye düşünüp kafan karışır..."
"Bir dakika, bir dakika..." diye lafını kestim aniden. "Şimdi anlaşıldı senin derdin." Hayretle güldüm ve kaşlarımı kaldırdım. "Sen Aras'ın, Baran'ı benim için vurmasından etkilenip ona geri döneceğimden korkuyorsun öyle değil mi?"
Dicle, bir şey demedi. Gerçekten bu konakta ki herkes kafayı yemişti. Bir kaç saniye seslice güldüm. "Sen beni kendinle karıştırdın herhalde Dicle..." diye konuştum alay ve sinir karışımı bir sesle. "O hastalıklı düşüncelerini bir de gelmiş utanmadan söylüyorsun ya," Dalga geçercesine yüzüne baktım. "Ben senin gibi gurursuz değilim, hele bu saçma durumdan etkilenecek bir kadın hiç değilim."
"O halde niye bu konakta tutuyor seni Aras?" diye sordu saçmalayarak. "Boşanmakta kararlıysan bu evde ne işin var?"
Sinirle Dicle'ye baktım. "Bir," dedim buz gibi bir sesle. "Ben bu konakta kendi isteğimle kalmıyorum." Biraz duraksadım. "İki... Sen benimle bu konuyu konuşacak son insan bile değilsin!" Ellerimi yumruk yaptım. "Üç... Aras'da senin olsun, konakta!" Tiksinircesine bakışlarımı Dicle'nin üzerinde gezdirdim. "Şimdi yıkıl karşımdan, yoksa elimden bir kaza çıkacak."
"Ben sadece bebeğimi düşünüyorum..." dedi bana bakarak. Ardından derin bir nefes aldı.
Gözlerimi devirdim. "İyi," dedim soğuk bir sesle. "En azından Aras'tan başka birini daha düşünmeyi öğrenmişsin, buda bir şey."
Ben tam bunu söylemiştim ki, aşağıdan büyük bir gürültü sesi geldi. Bir kapının şiddetle kapatılmasının sesiydi bu. Bir takım sesler daha duyuldu. Birileri aşağıda bağırarak konuşuyordu ama ne dedikleri tam olarak anlaşılmıyordu. Dicle, sesleri duyar duymaz merdivenlere taraf yöneldi ve aşağıya indi. Bense buz gibi bir suratla odadan çıktım ve bir kaç adım ilerleyerek balkondan avluya baktım. Birkaç kişi çalışma odasına doğru giderken diğerleride merakla onları izliyorlardı. Bir kaç saniye sonra Hasan Bey, bastonunu taş zemine vura vura, hızlı adımlarla avluya geldi ve Nigâr ablaya bir şeyler sordu. Nigâr abla birşeyler söyledi ama ne dediğini anlamadım. Söylediği her neyse Hasan Bey'in kaşları çatıldı ve oda çalışma odasına doğru ilerledi.
Birkaç saniye bekledim ve ardından bende merdivenlere taraf yönelip avluya inmeden merdivenlerde onları izlemeye devam ettim. Buradan herşey daha netti. Nigâr abla, elini başına koyup huzursuzca nefes aldı ve ardından kapının önünde dikilen Dicle, Hatice Hanım ve Gönül'e taraf baktı. "Çekilsenize şuradan," diye bağırdı sinirli bir sesle. "Kapatmışsınız odanın önünü, sınırını sizden çıkaracak şimdi."
Hatice Hanım kollarını önünde bağladı. "Niye böyle dellendiki Aras," dedi meraklı bir sesle. "Bu Sena şeytanı yine bir haltlar mı karıştırmış yoksa? Valla benim aklıma başka bir şey gelmiyor."
Nigâr abla, öfkeyle Hatice Hanım'a baktı. "Hatice size şu kapının önünden çekilin diyorum, sen hâlâ Sena diyorsun!" diye bağırıp onlara taraf yürüdü. "Delirtecek misiniz beni çekilin şuradan!"
Nigâr abla, onları kapının önünden uzaklaştırırken, çalışma odasından bir şeylerin devrilme sesi geliyordu. Nigâr abla arkasını döndü ve Murat Ağabeye baktı merakla. "Neyi arıyor Aras, biliyor musun?"
Murat Ağabey, bilmediğini belirtircesine elini havaya kaldırdı. "Bu Baran uyandı, ağzında bir şeyler geveledi Aras'ta tekrar silahına davrandı, son anda aldım silahı elinden... Sonrada bir hışımla buraya geldi işte." dedi telaşlı bir sesle. "Artık o herif ne söylediyse..."
Dudaklarım duyduğum şeyle beraber hafifçe kıvrılırken, bir şeyler artık zihnimde daha netti. Bir kaç bakışın benim üzerime döndüğünü hissettim ama onlara bakmadım. Bunun yerine gülüşümü gizlemek için elimle ağzımı kapatıp kaşlarımı kaldırdım.
"Hayırdır ya," diye bir ses işittim. Ses Gönül'e aitti. "Neden gülüyorsun?"
Göz ucuyla Gönül'e baktım ve onu baştan aşağı alayla süzdüm. Rahatsız olmuş gibi suratı asıldı ve bana bakmaya devam etti. Kafamı hafifçe salladım. "Bilmem," dedim hafiften keyifli bir sesle, dışardan delirmiş gibi göründüğümün farkındaydım. "Komik geldi..."
Gönül, burnundan soludu ve bir kaç adım atıp yanıma yaklaştı. "Hoşuna gidiyor değil mi, böyle dağılmış olmamız?" diye sordu öfkeli bir ses tonuyla. "Bu konakta bir saniyemizin bile huzurlu geçmesini istemiyorsun."
Onu onaylarcasına kafamı salladım. "Niye isteyeyim ki?" diye sordum olduğunca olağan bir ses tonuyla. "Bu konakta değil huzur, en ufak bir mutluluk bile barınamaz..."
Gönül gözlerini devirdi. Tam ağzını açıp bir şeyler söyleyecekti ki, çalışma odasının kapısı hızla çarpıldı ve hepimiz yerimizde irkildik. Aras, çalışma odasından çıkarken kapıyı öyle bir kapatmıştı ki adeta tüm konak bu sesle inlemişti.
Kadrajıma Aras girdi. Yüzünde Baran'ı vurduğu gün olduğu gibi oldukça derin bir öfke hüküm sürüyordu. Hatta şu an ki öfkesinin o günkünden daha da şiddetli olduğunu söyleyebilirdim. Kaşları çatılmıştı ve suratı bir beton kadar sertti. Bir kaç adım attı ve avlunun ortasına, herkesi görebilecek bir yere geçip durdu. Bakışlarını herkesin, şu an avluda bulunan herkesin üzerinde teker teker gezindi. Şüpheyle.
Anlaşılan Baran, bombanın pimini çekmişti...
Aras, bir kaç saniye bunu tekrarladı. Boynunda belirginleşen damarlar nasıl sinirli olduğunu belli ediyordu. Biraz bekleyip kendine hakim olmaya çalıştı ve sonra derin bir nefes aldı. "Çalışma odasına bizden başka kim girdi?" diye sordu, sakin tutmaya çalıştığı bir ses tonuyla. "Ben o Baran itini vurmadan önce," dedi, gülümsememe engel olamadım. "Bu odaya kim girdi?"
Bakışları, tekrar şüpheyle, oldukça derin ve kuvvetli bir şüpheyle konak halkının, adamların, çalışanların üzerinde teker teker gezindi. Nigâr abla, kaşlarını kaldırdı ve Aras'a baktı çekinerek. "Oraya sizden başka kimse girmez ki," diye mırıldandı, Aras'a bakarak. "Hem neden sordun ki bunu?"
Güldüm. Siz öyle sanın...
Aras, burnundan soludu ve ateş saçan bakışlarını avluda gezdirdi. "Bana cevap verin!" diye bağırdı, sesi tüm konakta yankılanmıştı. Herkesin yüzünde korktuğunu belli eden bir ifade vardı.
Murat Ağabey, anlamayan bakışlarını Aras'ın üzerinde gezdirdi. "Neyi aradığını söylesen bize," diye konuştu sakinleştirmeye çalışan bir tonla. "Hem bir ben girerim, Ahmet abim hep şirkette zaten, birde sen kullanıyorsun arada bir bu odayı." Nefesini verdi. "Temizlik için girenler var birde..."
"Abi!" diye lafını kesti aniden Aras. "Biri," dedi ve sonra gözlerini yumup derin bir nefes aldı. Sinirlerine hakim olamıyordu. "Biri gözlerimizin önünde bu odaya girmiş ve o kilitli kasayı açmış!" Ellerini yumruk yaptı ve sonra diğer eliyle Murat Ağabeyi işaret etti. "Şifresini sadece üçümüzün bildiği kasayı!"
Hasan Bey, bastonunu yere vurdu ve kaslarını çattı. "Kim cesaret eder böyle bir şeye!" dedi hiddetli bir sesle. "Ne eksik kasada, para falan mı alınmış içinden?"
Aras, avluda ileri geri dolaşmaya başladı. "Hayır," dedi öfke saçan bir sesle. "Baran itiyle olan sözleşme dosyasını almış!" Ayağıyla orada olan bir sandalyeyi tekmeledi ve yere düşürdü. "Lan aklım almıyor kim nasıl yapar böyle bir şeyi!"
"Baran iti yaptırmıştır!" dedi Hasan Bey. "Ama kime yaptırdı bu işi?"
Hicran Hanım, Aras'a taraf ilerledi. "Ne vardı bu dosyada?" diye sordu. "Çok mu önemli birşeydi bu sözleşme?"
Aras, annesine taraf baktı. "O dosyanın içindekiler Baran'ın sonuydu," dedi hiddetle. "Onu bitirecek her şey o dosyanın içindeydi! Ulan nasıl açtılar bu kasayı? Kim açtı lan kim?"
"Ben açtım!" diye aniden araya girdiğimde, söylediğim kelimeler adeta konağa yıldırım düşmüş gibi bir etki yarattı. Herkesin bakışları birer birer bana döndüğünde, acımasızca Aras'a taraf yürüdüm ve geri dönüşü olmayan o kelimelerin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim.
"Baran'a o dosyayı kendi ellerimle verdim."
BÖLÜM SONU 🖤
|
0% |