Yeni Üyelik
39.
Bölüm

38. Bölüm "İntikamın Soğuk Tadı"

@k_blackfire

 

Keyifli okumalar...

 

"Baran'a o dosyayı kendi ellerimle verdim."

 

Bu son cümlem, avlunun ortasına bir ateş gibi düştüğünde buz gibi bakışlarım Aras'a sabitlendi. İçimde ufacık bir pişmanlık kırıntısı bile yoktu. Hatta elimden gelse daha fazlasını bile yapardım. Evet kabul ediyordum, artık gerçekten bu insanlara acı çektirmekten keyif alıyordum. Bana yaşattıklarının kat ve kat fazlasını onlara yaşatmak artık boynumun borcu olmuştu. Şu an tam da bunu yapıyordum.

 

Çünkü ihanet denen şeyin nasıl can yaktığını bizzat yaşayarak öğrenmiştim ve ben Aras'ı bu ateşin içinde cayır cayır yakmaya başlamıştım.

 

Herkes bir gün yaşattığını yaşardı.

 

Avluda derin bir sessizlik oldu. Kimseden çıt bile çıkmıyordu. Hepsinin bakışları bir mıh gibi üzerime dikilmişti. Öyle ki, o benden herşeyi bekleyen Hatice Hanım'ın bile gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kimse bu kadarını beklemiyordu. Kimse bu kadarına cesaret edeceğimi düşünmüyordu. İşte en çok yanıldıkları nokta da tam burasıydı. Bizzat, Merve odadan dosyayı bulup getirmişti. Kendi içlerinden, kendi kanlarından biri bizzat buna cesaret etmişti.

 

İşte bu en büyük darbeydi.

 

Nurcan Hanım, eliyle ağzını kapattı ve sonunda bu sessizliği böldü. "Aman Yarabbi!" diye bağırdı bana hayretle bakarak. "Kız delirdin mi sen?"

 

"Yoo," dedim merdivenlerden inip bir kaç adım onlara taraf yaklaşarak. "Gayet aklım başımda benim...."

 

Nigâr abla eliyle başını tuttu. Hicran Hanım bayılacak gibi oldu, hatta ayakta durmakta zorlanınca sendeleyip az kalsın düşüyordu. Murat Ağabey ve Nurcan abla yetişip Hicran Hanım'ı kollarından tuttular ve köşedeki iskembeye oturttular. "Ayy!" diye konuştu kesik kesik. "Ay bu da mı gelecekti başımıza!"

 

Alayla güldüm ama gözlerimde hâlâ belirgin bir öfke vardı. Hasan Ağa'nın gözleri adeta öfkeyle parladı ve bir anda bastonunu yere vurarak üstüme yürümeye başladı. "Seni edepsiz!" diye bağırdı öfkeyle. "Sen nasıl cesaret edersin ha buna?"

 

Tam önümde durduğunda elini kaldırdı, tam tokat atacakken, biri onu engelledi. Hasan Ağa'nın eli havada kaldığında, gözlerimi onu engelleyen kişiye çevirdim. Gözlerimin gördüğü kişi Aras'tan başkası değildi. Yüzü beton gibiydi. Gözleri benim üzerimdeydi ve bakışlarında ki o derin ve şiddetli öfkeyi çok net görebilmiştim.

 

Babasını geriye doğru çekti ve gelip tam karşımda durdu. O sırada Hatice Hanım arkada bas bas bağırıyor ortalığı birbirine katıyordu. "Ben size demedim mi? Bu kızdan herşey beklenir! Ah... ah, başımıza açtığı işe bak... Beni dinlemediniz, gördünüz işte bu edepsizin yaptığını!"

 

Annemin sesini işittim. "Kes sesini be!" diye bağırdı Hatice Hanım'a. "Sen benim kızıma nasıl edepsiz dersin?"

 

"Hem de en âlasını derim!" diye çıkıştı Hatice Hanım. "Kalkıp burada özür dileyeceğinize, gelip bana bağırıyorsun! Kızın da sana çekmiş demekki! Nankörler!"

 

"Bana bak!" diye bağırdı annem. "Sen benim kızıma laf atacağına, önce o evli adamın kucağına atlayan metres yeğenine söyle bu lafları!"

 

"Düzgün konuş Dicle hakkında!"

 

Murat Ağabey'in sesi duyuldu. "Hanımlar sakin!"

 

"Yalan mı metres değil mi yeğenin!" diye bağırdı annem zerre sakinleşmeden. "Kes sesini otur yoksa seni de o Dicle'yi de paralarım burada!"

 

"Asıl ben se..."

 

"Yeter!" Aras'ın öfkeli sesi bir bıçak misali sesleri kestiğinde, gözleri adeta öfke saçıyordu. "Hepiniz kesin sesinizi!"

 

Gözlerini gözlerime dikti, kasılan çenesi ve ateş saçan gözleri öfke kusuyordu. Bir kaç saniye bekledi. Yumruğunu sıktığını görebiliyordum. Öfkesine hakim olmakta zorlandığı gayet açık ortadaydı. Bir süre kendini sakinleştirmeye çalıştı. Ya da bana öyle geliyordu çünkydeğil sakinleşmek gözlerinde ki öfke her geçen saniye daha çok artıyordu. Ona nasıl bir darbe vurduğumu gözlerinden şimdi daha iyi anlıyordum. Bu öyle bir darbeydi ki, Baran'ı vurduğu gece bile gözlerinde gördüğüm ifade bu kadar şiddetli değildi. Bu bambaşka bir şeydi.

 

Benden beklemiyordu.

 

Bu kadarını yapacağımı gerçekten beklemiyordu.

 

Elleri ensesine gitti. Bir kaç adım geriye doğru ilerledi ve arkasına döndü. Sonra bir süre kafasını kaldırıp gözlerini kapattı. Olanları hazmetmeye çalışıyordu. Bir kaç saniye sonra tekrar gelip karşımda durdu ve bana baktı. "Sen," dedi kesik kesik. "Sen..." diye tekrarladı, sesinde bastırmaya çalıştığı öfkesi vardı. "Sen ne yaptın?"

 

Dudaklarımın kenarı hafifçe kıvrıldı. Cevap vermedim ama bakışlarım zaten bir çok şeyi anlatıyordu. Sustum ve öfkesini, karşımda cayır cayır yanışını izledim bir süre. Zerre canım acımımıyordu.

 

Acıyamazdı.

 

Bundan sonra izin vermezdim.

 

Aras bana biraz daha yaklaştı ve anlam veremiyormiş gibi yüzüme baktı. "Ne demek dosyayı ben verdim Sena!" diye bağırdı adeta konağı inleterek. "Cevap ver! Sen ne dediğinin farkında mısın?"

 

Kollarımı önümde bağladım ve kafamı hafifçe yana eğdim. "Farkındayım," dedim gayet sakin bir ses tonuyla. "Ne oldu şaşırdın mı? İhanetin tadını beğendin mi Aras? Nasılmış?"

 

Aras'ın gözleri öfkeyle parladı. "Yok..." dedi hazmetmeyerek. "Yok... Bu kadarını da yapmazsın!" Öfkesine hakim olamayarak köşedeki saksılardan birini tekmeledi ve eliyle tekrar ensesini tuttu. "O kadar da değil, değil mi Sena! Olmaz lan olmaz!"

 

"Oldu," dedim kin dolu bir sesle. "Ve hiç pişman değilim biliyor musun?" Dicle'ye baktım ve sonra tekrar Aras'a döndü bakışlarım. "Sizin yaptıklarınızın yanında bu hiçbir şey! Nasıl hissediyorsun? Berbat değil mi? İşte ben bunun kat be kat fazlasını yaşadım."

 

Aras, kafasını salladı. "Hayır," dedi reddederek. "Kafayı yiyeceğim, lan hayır!"

 

Gözlerimi devirdim. "Ne oldu?" diye sordum. "Kabullenmesi zormuş değil mi?"

 

Aras'ın öfkeli bakışları beni buldu. Bir kaç saniye bana baktı öylece. Kabullenmek istemiyordu ama bakışlarımda bunu yapmış olduğum gayet net anlaşılıyordu. O da yaptığımı anlamıştı. Ne kadar kabullenmek istemesede bunu şuan çok net görebiliyordu. Bana yaklaştı. "Sena?" dedi sert bir sesle. "Bu kadar mı döndü gözün? İhanet edecek kadar mı nefret ediyorsun benden?"

 

Derin bir nefes aldım ve Aras'a baktım. "Ben bunu kelimelerle anlatamam," diye mırıldandım. "Ne yaparsam yapayım soğumaz benim içim..."

 

"Yazıklar olsun Sena!" diye bir ses işittim. Bu Nigâr ablanın sesiydi. Bana artık o bile öfkeyle bakıyordu. Aslında hep öfkeliydi, şimdi o öfkesi gün yüzüne çıkmıştı. Buna şaşırmamıştım.

 

Nigâr ablaya taraf döndüm. "Şimdi hiç bana böyle laflar etmeyin Nigâr Hanım," dedim mesafeli bir sesle. "Ben hepinizi uyarmıştım, eğer bunca şeye göz yummasaydınız bunların hiçbiri olmayacaktı."

 

Nigâr abla tam ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki, Aras ondan önce davrandı. "Sen, bitirdin bizi Sena," dedi öfke dolu bir sesle. "Keşke konu sadece dosya olsaydı! O herif, o dosyayla sadece kendini kurtarır, ama sen bizi de kendini de bu ihanetinle mahvettin!"

 

Yanılıyordu.

 

Beni zaten hep hafife alıyordu. İşte onun en büyük hatası da tam olarak buydu.

 

Ben kendimi çoktan garantiye almıştım.

 

Dosyanın orjinali bendeydi ve Baran dosyayı yok ettiğini zannediyordu. O da yanılmıştı. Dosya bende olduğu sürece Baran'a istediğim herşeyi yaptırabilirdim. Her şey sırayla olacaktı, bu daha hiçbir şeydi...

 

Omuz silktim ve gözlerimi Aras'a taraf çevirdim. "Hepimiz göreceğiz, kimin mahvolup kimin olmadığını..." dedim, alaycı bir ses tonuyla. "Beni buna siz zorladınız, unutmayın ki benim artık kaybedecek hiçbir şeyim yok."

 

Aras, geriye doğru sendeledi. Gerçekten yıkılmış gibiydi. Tüm herkes bana nefretle bakıyordu. Sanırım Merve dışında, herkesin nefretini zaten çoktan kazanmıştım. Merve konusuna gelince... Onun bana yardım ettiğinden kimsenin haberi olmayacaktı. Ne olursa olsun, onlar Merve'nin ailesiydi ve ben böyle bir yükü onun omuzlarına yükleyemezdim. Ayrıca onun bu işte parmağı olduğu öğrenilirse, başta Hasan Ağa olmak üzere herkes ona burada kan kustururdu. Zaten yaptıklarından dolayı ona minnetardım, burada yaşayan herkes hatta kendi öz ailem bile benden nefret ederken o yanımda durmuştu. Hakkını gerçekten ödeyemezdim.

O yüzden kimsenin bilmemesi hepimiz için en doğrusuydu.

 

Ve Merve'nin benim için yapması gereken ufacık bir iyiliği daha olacaktı.

 

Geriye doğru adımladım. Tam arkamı dönüp gidecekken, Aras'ın gür sesi aramızda yankılandı. "Beni kendine düşman etmeyecektin Sena!" diye bağırdı, oldukça sinirli ve kararlı bir sesle. Gözlerini üzerime dikti ve bir süre öfkeyle yüzüme baktı. "Bu yaptığın karşılıksız kalmayacak!"

 

Kafamı kafifçe salladığımda dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı. Bu zamana kadar benim yanımda olduğunu falan mı zannediyordu? O zaten en başından beri benim düşmanımdı ve benim bunu anlamam ne yazık ki çok geç olmuştu. Aras'a baktım, gözlerimde öfke vardı. "Elinden geleni," dedim, meydan okuyan bir ses tonuyla. "Ardına koyma!" Gözlerim alayla karşımda ki adamın yüzünde gezindi. "Çünkü ben koymayacağım Aras Karaaslan!"

 

Gözlerini yüzümden ayırmadı. Bu sefer gerçekten anlamıştı ona olan nefretimi. O haftalarca gözlerini kapattığı, görmek istemediği, duymak istemediği o nefretim dimdik karşısında dikiliyordu şimdi. Bununla geçte olsa yüzleşmişti. Ne yazık ki, bunu anlaması için araya ihaneti sokmuş, buraya gelmeden önce düşünsem gülüp geçeceğim, aklımın almayacağı işlere kalkışmıştım. Ve nefretim bunca olana rağmen hâlâ dipdiriydi. Ve şimdi içinde büyüttüğüm o nefretin aynısının Aras'ın gözlerinde büyüdüğüne şahit oluyordum. Bakışlarında bazı şeyleri anlamaktan çok bir kabulleniş vardı ve artık bunu gizleyemiyordu.

 

Arka tarafta bir hareketlenme oldu. Hasan Ağa, öfkeyle soludu ve eliyle kapıyı gösterdi. "Defol git evimden!" diye bağırdı bana hitaben. "Kızımız dedik bağrımıza bastık, seni evimize gelin ettik! Yaptığına bak... Sen kimsin? Kimsin de koskoca Hasan Ağa'nın evine fitne sokuyorsun! Ahlaksız!"

 

Hasan Ağa, öfkeden deliye dönmüş bir halde bunları söylerken, sıraladığı o iğrenç hakaretleri duymazdan geldim ve zerre umursamadım. Ama o durmak bilmiyordu.

 

Bastonunu bir kez daha serçe yere vurdu. "Lânet olsun seni getirdiğimiz güne!" diye bağırdı. "Geldiğin günden beri ne huzur kaldı ne başka bir şey!"

 

Hicran Hanım'ın yarı baygın bir şekilde bana taraf baktığını gördüm onun da sinirden gözü dönmüştü. "Ateş düşürdün konağa ateş!" dediğinde, gözlerimi devirdim. "Keşke Dicle'yi isteseydik de senin gibi bir gelin gelmeseydi başımıza."

 

Hatice Hanım, "döversiniz böyle dizinizi," diye lafa girdi aniden. Konu Dicle olunca susması imkansızdı nasıl olsa. "Ben size defalarca dedim! Gül gibi Dicle dururken elin İstanbul'u kızını gelin diye konağa getirdiniz... Alın işte, gördünüz mü yaptığını şimdi?"

 

Gülmeme mâni olamadım. Şuan Hatice ve Dicle için mükemmel bir durum söz konusuydu. Her şey istedikleri gibiydi ve herkes benden nefret ediyordu. Ama maalesef bu o kadarda uzun sürmeyecekti. Sevinsinlerdi bakalım...

 

"Şimdi anladınız mı asıl hainin kim olduğunu?" diye konuştu Gönül. "Bu kızdan ne çektiğimizi biz biliyoruz..."

 

"Ya Gönül?" diye sordum alaycı bir sesle. "Senin kendi hayatın yok mu? Hani ne bileyim, kendi düşüncelerin, kendi lafların, kendi geleceğin mesela?" Sorarcasına gözlerimi üzerinde gezdirdim. "Hayır, böyle hareketler yaparak bir oyuncaktan farkın kalmıyor çünkü."

 

Gönül, cevap vermedi. Gözlerinde bana nefretle bakan bir ifade vardı. Ama haklı olduğumu o da gayet iyi biliyordu.

 

Merve'ye taraf baktım ve hafifçe kafamı salladım. Yapacağı şeyi çok iyi biliyordu ve doğru zaman geldiğinde bu işi kusursuz bir şekilde yapacağından şüphem bile yoktu. O da aynı şekilde kafasını salladı ve hafifçe gülümsedi.

 

Aras'a taraf döndüm. "Şimdi izin verirseniz," dedim düz bir sesle. "Eşyalarımı alıp defolup gideceğim!"

 

Arkamı döndüm ve merdivenlere taraf ilerledim. O nefret ettiğim duvarlara son kez baktım.

 

Son kez olmasını umarak...

 

***

 

Zihnimde, en ufak bir pişmanlık hissetmiyordum. Aslında dürüst olmak gerekirse bu işlere kalkışmadan önce tüm bunlar olup bittiğinde, üzerimde ki bu yükün bu denli hafiflemesini beklemiyordum. Şüphesiz bu aileye büyük bir darbe vurmuştum ve o yalandan yüzüme gülen bazı insanlar bile gerçek yüzlerini daha fazla gizleyememişlerdi.Yüzlerinde bana karşı her zaman bir nefret vardı. Bazıları bunu gizliyordu ya da zamanla baş göstermişti nefretleri. Biz burada aylarca aynı sofraya oturup yüz yüze bakarken, şimdi herkesin sahte olduğunu daha net anlıyordum. Ailem bile yanımda durmamıştı bu zamana kadar, belki bu beni en fazla yaralayan şeylerden biriydi. Şimdi herkesin safı belliydi. Konaktaki herkes benden nefret ediyordu, hep etmişlerdi...

 

Ben, Aras'ın benden nefret etmesini istiyordum.

 

Ve başarmıştım.

 

Elimde ki büyük çantamda, burada bıraktığım bir kaç kıyafetim vardı. Geri kalan herşey Baran'ın çiftliğindeydi. Az önce Baran'ın benim için tuttuğu avukatı aramış ve boşanma sözleşmesini hazırlamasını söylemiştim. Her maddesini teker teker benim belirlediğim ve bu olaydan sonra Aras'ın okumadan imzalayacağı o sözleşme benim garantim olacaktı. Ve sonra son darbemi vuracak ve bombayı patlatacaktım.

 

Annemler çoktan eşyalarını toplamış, aşağı inmişlerdi. Bunca olandan sonra onların bile gururları incinmiş olacakki bana bu konu hakkında tek kelime dahi söylememişlerdi. Söyleyemezlerdi, çünkü haklıydım. Onların bile artık bu kadar hakarete dayanacak hallleri kalmamıştı. Annem her zamanki gibi yine somurtuyordu ama bu sefer beni suçlayacak zamanı olmamıştı. Ya da artık yüzü yoktu, bilmiyordum...

 

Beni hapsettikleri odadan çıktığım zaman, etraf bir kaç saat öncesine nazaran daha sakindi. Aras, ortalarda görünmüyordu. Hasan Ağa'dan da ses seda yoktu. Muhtemelen sinirden küplere bindiği için yorgun düşmüş ve odasına çekilmişti.

 

"Sena," bana seslenildiğini işittiğim zaman bir anda düşüncelerimden sıyrılıp kafamı sesin geldiği tarafa doğru hafifçe çevirdim. Sesin sahibi Merve'den başkası değildi. Elimde ki çantaya baktı, "Gidiyor musun?" diye sordu.

 

Hafifçe kafamı salladım. "Evet," diye yanıtladım onu düz bir sesle. "Annemler bekliyor aşağıda..."

 

Merve biraz duraksadı. "İstanbul'a mı gideceksiniz?"

 

Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Tabi ki de hayır," dedim kararlı bir tavırla. "Ne o öyle korkup kaçar gibi," duruşumu dikleştirdim. "Bir ev bulana kadar otelde kalırız, sonrasına da bakacağız artık."

 

Merve etrafına baktı ve kimsenin olmadığına emin olduktan sonra hafifçe bana yaklaştı. "E herşey Baran'ın çiftliğinde kaldı..." diye mırıldandı sessizce. "Dosyanın orjinali de orada değil mi?"

 

"Şşt! Burada bahsetme o dosyadan..." diye fısıldadım. "Biri duyarsa tüm plan suya düşer... Bir daha sittin sene çıkamam bu konaktan."

 

Merve kafasını salladı. "Tamam sustum," dedi telaşlı bir sesle.

 

Burada ne konuştuğumuza dikkat etmeliydik. Olayın gerçek yüzünü sadece ben ve Merve biliyorduk ve bir üçüncü kişi asla bilmemeliydi. Huzursuz bir nefes verdim. "Eşyalarımı yarın sabah erkenden gidip alacağım o çiftlikten," diye mırıldandım. "Şu sözleşmeyi Aras bir imzalasın, ondan sonra biz senle buluşuruz bir şekilde... Burada sana çok iş düşüyor Merve; aman ağzından bir şey kaçırma, sana o gün telefon da söylediklerimi de unutma. Arayacağım seni tekrar."

 

Merve beni kafasıyla onayladı. "Merak etme," dedi sessizce. "O iş bende, o Dicle neye uğradığını şaşıracak..."

 

Alayla güldüm. "Bırakalım da bu son mutlu günlerinin tadını çıkarsın..." diye konuştum. "Neyse ben gidiyorum, bu konakta daha fazla kalmak istemiyorum..."

 

Merve kafasını salladı. "Tamam," dedi gülerek. "Haberdar et beni..."

 

"Tamam," dedim merdivenlere taraf yönelirken. "Görüşürüz."

 

"Güle güle..."

 

Merdivenlerden aşağıya doğru seri adımlarla ilerlerken amacım kimseyle karşılaşmadan konaktan sessiz sedasız gitmekti. Bu kadar kaos beni gerçekten yormuştu. Daha faa olayla baş başa kalmak istemiyordum, en azından bu günlük.

 

Aşağı indiğimde avluda bir kaç çalışan, Hatice Hanım, Nurcan Hanım, Dicle ve Gönül benim gidişimi izlemek için avlu da oturmuşlardı. Dicle ve Gönül gayet mutlu görünüyorlardı. Hatice Hanım'ın da onlardan bir farkı yoktu. Üçüsünün de yüzünde güller açıyordu. Hele Dicle utanmasa kalkıp oynayacak gibiydi. Bakışlarımı onlardan ayırıp kapıya taraf yöneldiğim sırada, Hatice Hanım'ın bana seslendiğini işittim.

 

"Kız Sena!" diye arkamdan bağırdığımda gözlerimi devirerek ona taraf baktım. Bu kadın gerçekten arsızdı. İki dakika kavga gürültü olmadan dayanamıyordu. Bence artık konu Dicle ve Aras'da değildi. Bu kadın genel olarak sıkıntılıydı.

 

Kadın yüzünde arsız bir gülümsemeyle ayağa kalktı ve bir kaç adım atarak bana doğru yürümeye başladı. Gözlerinde oldukça keyifli bir ifade vardı. Daha çok Dicle için değil, benim gidişime seviniyordu. Ona göre ben kesinlikle kaybetmiştim ve onlar zafer kazanmıştı. O bana karşı zafer kazandığı için seviniyordu çünkü ben onlar için potansiyel bir düşmandım ve böylesine arlanmaz bir kadın için bu zafer mükemmel bir şeydi.

 

Hatice Hanım gelip tam karşımda durdu ve bana baktı. "Tebrik ederim, aferin!" dedi kinayeli bir sesle. Gözlerimi devirdim ve alayla karşımda ki kadına baktım. "Bizim bir şey yapmamıza gerek bile kalmadı. Sen böyle kendi kendini yaktın."

 

Dudaklarımdan kısık bir kahkaha döküldü ve küçümseyici bir tavırla Hatice Hanım'ı baştan aşağı süzdüm. "Çok merak ediyorum ne yapardınız?" diye sordum gülmeye devam ederken. Ardından elimle bizi izleyen Dicle'yi gösterdim. "Yoksa, bir çocuk daha mı peydahlardınız?"

 

Dicle huzursuzca yerinde kıpırdandı ve duruşunu düzelterek bize taraf baktı. "Başka birşey yaptığınız yok zaten, anca laf..." diye mırıldandım kollarımı önümde birleştirerek. "Yeğenini Aras'ın kollarına gönül rahatlığıyla teslim edebilirsin, Aras dünden razı zaten fazla sorun çıkarmaz merak etme."

 

Hatice Hanım kaşlarını çattı. "Bakıyorum da artık gerçekleri kabullenmişsin." dedi hafiften şaşkın bir sesle. "Hayırdır, yoksa Aras mı söyledi sana Dicle'ye aşık olduğunu? Ondan mı bu kabulleniş?"

 

Alayla güldüm. Bu herşeyden habersiz sevinmelerini görünce keyfim yerine gelmişti. Nasıl olsa, bu gülüşleri uzun sürmeyecekti. Güldükleri kadar ağlatacaktım ikisinide. "Evet," dedim dalga geçercesine, ardından Dicle'ye taraf baktım. "Aras söyledi, ben Dicle'ye aşığım, seni hiç sevmedim en başından beri aklım ondaydı falan dedi..." Kafamı salladım. "Çekiliyorum işte aranızdan, sende gidip Aras'la hasret giderebilirsin."

 

Ne tepki verdiklerine bakma gereği bile duymadan arkamı döndüm ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. İkiside midemi bulandırıyordu. Ne olursa olsun bir kadının böyle bir duruma düşmesi, üstelik Hatice denen kadının da böyle bir rezilliğe alkış tutması gerçekten de hiç hoş değildi. Maalesef ki bunu kendileri istiyorlardı ve biz ne dersek diyelim onlar düşüncelerinden vazgeçmeyeceklerdi.

 

•••

 

"Aslı, benim kırmızı küçük çantam hangi valizdeydi?" annem, sinirden kendini işe vurmuş oradan oraya koşturuyordu. Hâlâ bana herhangi bir şey söylememişti. Otele geldiğimizden beri hiç biriyle doğru dürüst tek bir kelime bile konuşmamıştım. Zaten babam otele gelir gelmez eşyaları yukarı taşımış sonra da çarşıya çıkmıştı. Biz ise hâlâ yerleşememiştik.

 

Aslı, elinde ki çantayı anneme doğru uzattı. Annem Aslı'nın elinde ki çantayı aldı ve ne yapacağını unutmuş gibi bir süre düşünüp sonra çantayı kenara attı. Sıkıntılı bir nefes verdi ve bakışlarını sinirle bana dikti. "Rezil olduk!" dedi kafasını ellerinin arasına alırken. "Cümle aleme rezil olduk!"

 

Dediklerine aldırış etmemeye çalıştım ve geçip odanın kenarında bulunan tekli koltuklardan birine oturdum yavaşça. Bakışlarım pencereye daldı bir süre, ne hissedeceğimi bilmiyordum. Bundan sonra olacaklar beraberinde ne getirecekti onu da bilmiyordum. Sadece umduğum olsun istiyordum ve bunun için elimden ne geliyorsa yapmaya hazırdım.

 

"Sena sana diyorum!"

 

Annemin yüksek bir sesle bunu söylemesinin ardından arkama yaslandım ve sıkıntılı bir ifadeyle anneme baktım. "Ne oldu?" diye sordum bıkkınca.

 

Annem bir süre gözlerini üzerime diktiğinde bakışları oldukça endişeli ve sinirliydi. Endişesinin sebebi tabiki de ben ve benim hayatım değildi. Bunu artık herkes biliyordu. Siniri ise tamamen banaydı. Bana sinirlenmemesi gereken ilk kişi olmasına rağmen bu kadar düşmanlığı gerçekten hakettiğimi düşünmüyordum. Annem derin bir nefes aldı ve bana bakmaya devam etti. "Afferin sana kızım," dedi kınayan bir ses tonuyla. "Ne yaptın ettin, başardın...Artık kocan bile senden nefret ediyor."

 

Histerik bir tebessüm dudaklarımda yer edindi ve zorlukla yutkundum. "Ne önemi var?" diye sordum alaycı bir ses tonuyla. "Annem bile benden nefret ediyorken, elin adamı neden nefret etmesin öyle değil mi?"

 

Annem bir an afallar gibi oldu. Gözlerinde ki ifade değişmemişti lakin gerçeklerin yüzüne vurulması da hoşuna gitmiyordu. "Saçma sapan konuşma Sena," dedi sinirli ses tonunun arkasına saklanarak. "Orada seni ben savund__"

 

"Bide alkış mı bekliyorsun anne?" diye lafını kestim bir anda. Yine sinirlenmeye başlamıştım. "Zaten en başta yapman gereken buydu, savunman gereken yerde sen beni defalarca yüz üstü bıraktın. Şimdi o Hatice denen kadının kışkırtmalarıyla iki laf ettin diye seni savunuyorum deme bana!"

 

Annem hayretle bana baktı. "Sen böyle bir kız değildin Sena," dedi gözlerini üzerimde gezdirerek. "Ne hale geldin böyle? Resmen hırsından her yeri, herkesi yakıp yıkıyorsun." Derin bir nefes aldı. "Ne oldu sana da bu kadar hırçınlaştın?"

 

Hâlâ bu soruyu sorabiliyor olmasına hayretler ederken bir süre bakışlarımı annemden ayırmadım. "Bilmem," dedim kırgın bir sesle. "Bence bir kendine sor anne? Acaba bu kız o konakta bunca zaman ne yaşadı da bu hale geldi diye bir kere olsun kendine sor!" Kafamı ellerimin arasına aldım ve gözlerimi yumdum. Gerçekten bu lafları kaldıramıyordum artık. "Üstelik," diye mırıldandım acıyla. "Çoğu şey sizin gözlerinizin önünde yaşandı... Ama siz ne yaptınız o çok sevdiğiniz itibarınız dünürlerinizin gözünde zedelenmesin diye her yaptıklarına göz yumdunuz! Ve yine yanan ben oldum."

 

"Anne, Sena!" diye araya girdi Aslı. "Sakin olun, şimdi kavganın sırası mı Allah aşkına?"

 

Annem duraksadığında sinirle ayağa kalktım ve kapıya taraf yürümeye başladım. Her yer bana dar geliyordu ve benim biraz hava almaya ihtiyacım vardı. Annemin bu aşağılamalarına gerçekten daha fazla tahammül edemeyecektim.

 

Aşağı inip kendimi dışarı attığımda, nefes alamadığımı hissediyordum. Bir kaç kez derin nefes almaya çalıştım ama başarılı olamadım. İşkence gibi geliyordu. Üzerime geldikleri her an kafayı yiyecek gibi oluyordum.

 

Ciddi anlamda nefes alamadığımı farkettiğimde, elim boğazıma gitti ve öksürmeye başladım. Nefesim boğazıma takılı kalmıştı ve ciğerlerime asla ulaşamıyordu. Gözlerimin kızadığını hissettim. Aklım bana oyun oynuyordu sanki. Ağlamak istiyordum. Bağıra çağıra ağlamak ve her tarafı yakıp yıkmak istiyordum. Ama yapamıyordum.

 

Birinin omzuma dokunduğunu hissetsemde dönüp o tarafa bakamadım. "İyi misiniz?" diye seslendiğini işittim birinin. Bu bir erkek sesiydi. "Hanımefendi?"

 

Dizlerimin bağı çözüldü ve o an dünya karardı.

 

En son hatırladığım şey ise, beni tutan bir çift koldu...

 

Bölüm Sonu...

 

 

 

Bu arada, Sena'yı tutan kişi kimdi sizce?

 

Bizi İnstagram ve Tiktok'dan takip etmek isterseniz, hesap adı:

İnstagram: wattyblackfire

​​​​​​Tik tok: ylnn.yvrs/ Yılanın Yavrusu Offical

Bu arada Yılanın Yavrusu'nugiriş bölümünü bugün buraya da yükleyeceğim. ❤️

Loading...
0%