@k_blackfire
|
Keyifli okumalar...
Kalabalıkların içinde kimsesiz kalmak.
Hayatımın özeti sadece buydu. Ben kalbime, tek bir kişinin onlarca ihanetini sığdırdığım zaman tüm iyi niyetimi kaybetmiştim. Kelimelerim birer silah olmuş, kalbim herkese düşman kesilmişti.
İhanet öldürür müydü?
İhanet insanı değil, içindekileri öldürürdü.
Şimdi nefeslerin bile bana ihanet etmişti. Karanlığın içinde yine yalnızdım. Aynı Aras'ın, Baran'ı vurduğu gün olduğu gibi. Aynı sessizliğin daha korkutucu bir haliydi bu. Karanlığı bazen bir takım ışıkların böldüğünü görüyor gibi oluyordum. O korkunç karanlıktan kurtulmak için göz kapaklarımı zorladığımı hissedebiliyordum.
Sonra yavaş yavaş bir şeyler netleşti. En azından artık karanlıkta değildim. Göz kapaklarım birbirlerinden ayrıldıklarında bulanıklaşan görüntüler yüzünden yüzümü buruşturdum.
Bu sefer her yer daha aydınlıktı.
Hastanedeydim.
"Ne oluyor?" diye zorlukla konuştuğumda, ağrıyan boğazım konuşmamı zorlaştırıyordu. Zorlukla yutkunup, etrafıma bakındım.
"Sakin olun," diye bir kadın sesi duydum. Sanırım hemşireydi. "Hastanedesiniz."
Kadın koluma takılan serumu kontrol ederken, bedenindeki ağırlık göz kapaklarımı ağırlaştırıyordu. Kendimi zorladım ve hemşireye taraf kafamı çevirdim. "Ne oldu bana?" diye sorduğumda başıma saplanan korkunç acıyla yüzümü buruşturdum.
Hemşire hafifçe gülümsedi. "Panik atak geçirip bayılmışsın," dedi köşede ki sehpanın üzerindeki kağıtları incelerken.
"Kim getirdi beni buraya?" diye mırıldandım zorlukla. "Annem burada mı?"
Kadın, "Hayır," diyerek bana döndü. "Bir adam var sadece dışarıda, o getirdi seni," Kadın gülümsedi tekrar. "Erkek arkadaşın galiba."
Kaşlarımı çattım. Aklıma gelen ihtimalle beraber vücudum sinirle kasılırken üzerimdeki örtüyü avuçlarımla ezdim.
Beni buraya getiren kişi umarım Aras değildi...
Olmasındı.
Kadın bir süre yüzüme baktı. "Çağırmamı ister misin?" diye sorduğunda zorlukla yutkundum ve hafifçe kafamı salladım.
"Lütfen," dedim durgun bir sesle.
Hemşire odadan çıktığında, ara sıra başıma saplanan ağrıyla beraber elimle başımı tuttum ve derin bir nefes aldım. Annemin olanlardan haberi yoktu muhtemelen. Belki de arama zahmetine bile girmemişti. Zaten söylediği şeylerden sonra bana hala kızgın olduğunu biliyordum ama ne yaparsam yapayım bu kızgınlığı haklı çıkaracak bir sebep bulamıyordum.
Bir insan neden kendi kızına böyle bir hayatı reva görürdü ki?
Babam ise hiçbir olaya tepki göstermiyordu. Bana bunca yapılan şeye rağmen hâlâ sessizdi ve bu beni çok yaralıyordu. En azından tüm bu olanları öğrendiğinde beni o konaktan çekip çıkarmasını isterdim.
Ama ne annem ne de babam bu zamana kadar güvene bileceğim bir liman olmamışlardı bana.
Ben bunca şeyle bu zamana kadar tek başıma savaşmıştım.
Bundan sonra da savaşırdım.
Yatakta hafifçe doğruldum ve sırtımı yatağın başlığına yasladım. Hâlâ tam olarak ayıldığım söylenemezdi. Kendimi oldukça halsiz ve yorgun hissediyordum. Bir kaç saniye sonra, kapı tıklatıldığında bakışlarımı kapıya taraf çevirdim. Kapı hafifçe aralandı ve içeriye uzun boylu genç bir adam girdi. Aras değildi. En azından buna sevine bilirdim. Onunla karşılaşmak istemiyordum.
Adam; yapılı, kumral tenli ve genç bir adamdı. Üzerinde, beyaz düz bir tişört ve siyah kot bir ceket vardı. Uzun boyu ve yapılı vücuduyla oldukça dikkat çekici bir adam olduğu aşikârdı. Ama asıl dikkatimi çeken şey sert yüz hatlarına rağmen oldukça dostane bakan ela gözleriydi.
Beni hastaneye getiren kişinin ailem yerine hiç tanımadığım bir yabancı olması yeterince trajikomikken, bir kez daha hayatın acımasızlığına içimden lanetler ettim.
Adam bana doğru yürüyüp elinde tuttuğu telefonu bana doğru uzattı. "Annenle pek iyi anlaşamıyorsunuz sanırım?" diye sorduğunda kaşlarımı çatıp telefonumu adamın elinden aldım.
Telefonu açtığımda ekranda annemin attığı onlarca mesajla bir süre bakıştım.
Ne halt etmeye gittin sen yine Sena?
Derhal telefonunu aç!
Konağa mı gittin yoksa?
Gözünü seveyim yine olay çıkarma.
Annemin mesajlarına bir süre baktıktan sonra gözlerimi devirdim ve telefonu baş ucumda ki sehpanın üzerine bıraktım. "Telefonumu mu kurcaladın sen?" diye sordum göz ucuyla adama bakarak.
Adam alayla güldü ve köşedeki sandalyeyi çekip oldukça rahat bir tavırla sandalyeye oturdu. "Kurcalamak demeyelim," diye mırıldandı arkasına yaslanıp gözlerini üzerime dikerken. "Sen içerdeyken mesaj gelince bende bakmak durumunda kaldım."
Ters ters adama baktım. "Bakmak durumunda kaldın," diye tekrarladım onu. "Bahanen çok yaratıcı gerçekten."
Biraz daha doğrulduğumda adam gözlerini üzerimde gezdirdi. "Hep mi böyle sinirlisin," diye sorduğunda kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Yoksa bayılınca mı böyle oldu?"
Huzursuz bir nefes verdim. "Sence bir insan neden panik atak geçirir?" Zorlukla yutkundum ve bakışlarımı odanın içinde gezdirdim. "Mutluluktan değil herhalde."
Adam bir süre beni izledi ve sonra belli belirsiz kafasını salladı. "Onu anlayabiliyorum zaten," dedi düz bir sesle.
Adam bunu dediğinde bir süre duraksadım ve bakışlarımı ellerime indirdim. Annemle kavga ettikten sonra otelden çıkmış ve biraz olsun nefes almayı umarken tamamen nefessiz kalmıştım. Bu olanları artık ne aklım ne de bedenim kaldırabilmişti. "Bu arada," dedim kafamı kaldırıp beni izleyen adama bakarken. "Beni sen getirmişsin buraya. Teşekkür ederim, yaptıkların için."
Adam hafifçe doğruldu ve dirseklerini dizlerine yaslayarak ellerini önünde birleştirdi. "Teşekkürlük bir durum yok," dedi ciddi bir sesle. "Yapılması gerekeni yaptık."
Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Beni bu duruma kimlerin getirdiğini bilseydin neden teşekkür ettiğimi anlatdın," dedim durgun bir sesle. "Gerçekten çok sağol."
Beni delirmenin eşiğine getirenler bizzat kendi ailemdi. Güvenip, sevdiğim adamdı. Ama şimdi hiçbiri yoktu yanımda. O yede göğe sığdıramadığım adam bana hayatımdaki en büyük darbeyi vurmuştu. Ailem arkamda durmak yerine karşıma geçip benden bizzat hesap sormuştu. Bir gün beni gerçekten anlayacaklardı ama her şey için çok geç olacaktı.
Adam, bir süre yüzümü inceledi ve en son gözlerimde durdu bakışları. Gözlerinde ki ifade ciddileşmişti. "Ya bilmek istiyorsam," diye mırıldandığında gözlerine merak yerleşti ve tam gözlerimin içine baktı. "Sana bunu kim yaptı?"
Bakışlarımı kaçırdım. Olanlar bir bir gözlerimin önüne gelirken, gözlerimin yaşarmasını engelleyemedim. En çok da yalnız olmak koyuyordu. Annem varken, babam varken, kardeşim varken bu şehirde yalnız olmak...
Göz bebeklerim acımaya başladığında bir kaç saniye gözlerimi yumdum ve sonra tekrar beni buraya getiren adama çevirdim bakışlarımı. "Güvendiğim herkes," diye yanıtladım onu. Sesim istemsizce ağlamaklı çıkıyordu. "Bu zamana kadar arkamda olduğuna inandığım herkes..."
Adamın çenesi kasıldı. Yüzünde ki ifade biraz daha ciddileşirken bakışlarına yerleşen ifadeyi tam olarak çözemiyordum. Bakışlarını pencereye çevirdi ve bir kaç saniye duraksadı. "Ailen yani," dedi en sonunda tekrar bakışlarını bana çevirerek. "Ya da ailen sandıkların."
Elimle gözyaşlarımı sildim. "Yabancı değilsin sanki sende," diye mırıldandım zorlukla.
Adam hafifçe kafasını salladı. "Biz hiçbir zaman sırtımızı ailemize yaslamadık," dedi düz bir sesle. "Emin ol, ailen de olsa bu hayat birilerine güvenebilmek için fazla kötü." Bir şey söyleyemedim. Haklıydı ve bu cümlenin haklılığı canımı yakıyordu. Adam, histerik bir tebessümü dudaklarına misafir etti. "Takma yani," dedi güven veren bir sesle. "Ağlamak hiçbir kadına yakışmıyor."
Zorlukla gülümsedim ve henüz adını bile bilmediğim adama baktım. O ise bir kaç saniye bekledikten sonra tekrar konuştu. "Ben doktorla konuşayım," dedi düz bir sesle. "Taburcu edeceklerse, seni evine bırakalım."
"Gerek yok," diye konuştum. "Annemi ararım, gelirler beni almaya."
"Olmaz öyle," dedi itiraz istemeyen bir sesle. "Böyle tek başına bırakmak olmaz, en azından bizim adamları arayayım onlar bıraksın seni."
Kafamı salladım. "Israr etme lütfen," dedim ciddi bir ifadeyle. "Tekrar teşekkür ederim ama kendi başımın çaresine bakacak yaştayım."
Adam oturduğu yerden kalktı ve göz ucuyla bana baktı. "Anlaşılan biraz inatçıyız," dediğinde kapıya doğru ilerlemeye başladı. "Peki o zaman, dikkat et kendine."
Aklıma gelen şeyle bir anda, "Bir dakika," diye seslendim adamın arkasından. Adamın elâ gözleri tekrar beni bulurken gözlerime merak yerleşti. "Kimsin sen?"
Adamın dudaklarında uçarı bir tebessüm yer edindi. "Cihangir," dedi ve bakışlarını benden ayırıp kapıyı araladı. "Cihangir Şanlı."
***
Bazen hayat, içinden bir türlü kurtulamadığım bir labirenti andırıyordu. Ne kadar koşarsam koşayım hep aynı yerde sayıyor gibi hissediyordum.
Dünya bana dar gelmeye başlamıştı.
Konaktan çıkınca kurtulurum zannediyordum ama asıl zindanın benim kendi hayatım olduğunun çok geç farkına varmıştım.
Aras'ın beni sevdiğini söylediği zamanlar, her şeyin düzeldiğine bir saf gibi inanmıştım. Belki de o zamanlar hissettiklerim, bünyemde barınan en temiz duygularımdı. En azından, gözlerinde kaybolduğum adamın beni gerçekten sevdiğine inandırmıştım kendimi. Sırtımı ona yaslamış, beni bırakmayacak kadar aşık olduğunu düşünmüştüm.
Ama o, unutamadığı heveslerinin pençesindeydi hâlâ. Öfkesinin, benim hayatımı paramparça ettiğinden haberi vardı artık.
Ama diyorum ya, artık çok geçti...
Hâlâ kalbimde bir yerlerde acısını hissetsemde, bazı şeyler unutulmuyordu.
Adının Cihangir olduğunu öğrendiğim adamın gidişinin üzerinden yarım saat geçmişti. Doktor, hastaneden çıkabileceğimi söylediğinde annemi arama gereği duymamıştım.
O adama annem gelir alır demiştim ama ben yine gururuma yenik düşmüştüm.
Ben ne hâlde olursam olayım, kendi başımın çaresine bakardım.
Hastane koridorunda çıkışa doğru ilerlerken yüzümde ki ifadenin çokta sevecen olduğu söylenemezdi. Nasıl olsa yaşadıklarım benden bütün hayat neşenit neşemi alıp götürmüştü. Artık küçük bir tebessüm bile bana oldukça garip geliyordu. Ama bir yandan da bağıra bağıra gülmek istiyordum.
Yaşananlara inat.
Susturmayı başaramadınız diye haykırmak istiyordum.
Doktor beni bir pskiyatristen yardım almam için yönlendirmişti. Dediğine göre, bu bayılmalarım tamamen sinir ve stresten kaynaklanıyordu. Halbuki ben delirmediğim için bile şükredecek raddeye gelmiştim ve buna şaşırmıyordum.
Kapıdan çıkacağım sırada birinin hışımla yanımdan geçmesi bir oldu. Omzu omzuma değdiği için biran duraksayıp omuzumu tuttum. Bana çarpan kişi her kimse duraksadı ve arkasını döndü. "Çok par_"
Beni görmesiyle cümlesi yarıda kesilirken, benim suratıma bir anda müthiş bir öfke oturdu.
Çünkü karşımda ki kişi Aras'tan başkası değildi.
İçimden bunun bir şaka olmasını dilerken, o an içime dolan öfkenin haddi hesabı yoktu.
Aras'ın ise gözleri bir süre üzerimde gezindi. Kaşları hafiften çatıldığında, gözlerine inen ifadeyle burada olmama onun da şaşırdığını görebiliyordum. Burada ne işleri olduğu hakkında en ufak bir bilgim olmasa da bunu zerre kadar umursamadım. Tam arkamı dönüp gideceğim sırada, Hatice Hanım'ın sesini duymamla istemsizce durakladım.
"Ah, geldin mi Aras?" diye bağırıp koşar adımlarla Aras'ın yanına geldi. "Kızcağız perişan oldu içeride, doktor düşük tehlikesi var diyor."
Şaşırmadım bile.
Ama şaşırmadığım için canım öyle bir yandı ki, tekrar düşüp bayılmaktan korktum.
Ne düşüneceğimi, ne tepki vereceğimi bile bilmiyordum. Tek istediğim bu hastaneden defolup gitmekti. Artık hiçbirinin sesini dahi duymak istemiyordum.
Hiçbir şey söylemeden arkamı döndüm ve kapıdan dışarı çıkıp yürümeye başladım. Gözlerimde biriken öfke etrafa ateş saçarken, dönüp ikisine de ağızlarının payını vermemek için kendimi çok zor tuttum. Çok sinirliydim ve bu artık hayatımın bir parçası olmuştu. Beni bu hale soktukları için hepsinden nefret ediyordum.
"Bunun ne işi var burada?" Hatice denen kadının sesini duyduğumda onu umursamadım ve yürümeye devam ettim.
O ise arkamdan bağırmaya başladı.
"Sana diyorum," Sesi tüm koridorda yankılanırken kendini herkese rezil ettiğinin farkında bile değildi. Çünkü herkes şuan dönüp ona bakıyordu.
"Eserini görmeye mi geldin yoksa," diye bağırmaya devam ettiğinde, adımlarım istemsizce duraksadı. "Senin yüzünden Dicle'm az kalsın bebeğini düşürecekti. Utanmıyor musun yaptıklarından?"
Yavaşça arkamı döndüm ve bulundukları tarafa doğru yürümeye başladım. Bunu beklemiyor olacakki, Hatice Hanım'ın suratı aniden dondu ve kaşları çatıldı. Adımlarım beni onlara doğru yöneltirken suratımda ki ifadenin bir betondan farksız olduğunu biliyordum. Zira zihnim tek bir lafı bile kaldıramayacak kadar doluydu.
Ve bu kadın artık çok oluyordu.
İlerleyip Hatice Hanım'ın tam karşısında durdum ve bir süre aşağılayıcı bir ifadeyle Hatice Hanım'ı süzdüm. Aras ise ifadesiz bir suratla bizi izliyordu. "Hatice Hanım," dedim tehditkar bir ses tonuyla. "Eğer bir daha senin ağzından benim hakkımda tek bir kelime dahi duyarsam..."
Hatice Hanım, alayla güldü. "Ne gaparsın?" diye sordu arsız bir tavırla. "Daha yapmadığın ne kaldı ki? Söylesene sen bu saatten sonra bize ne yapabilirsin?"
Kaşlarımı kaldırdım. "Ne yapabileceğimi görmek mi istiyorsun?" diye sordum buz gibi bir suratla. "Peki. İzle o zaman."
Etrafa şöyle bir göz gezdirdim ve ellerimi iki defa birbirine vurdum. "Herkes buraya bakabilir mi?" diye sordum yüksek bir sesle.
Etrafta ki tüm bakışlar bir anda üzerimize dönerken Hatice Hanım'ın huzursuz bir nefes verdiğini işittim. "Ne yapıyorsun sen?" diye sorduğunda gözlerine tedirginlik inmişti.
Alayla güldüm ve elimle Hatice Hanım'ı göstererek etraftaki insanlara baktım. "Bu kadın var ya,"
"Sena," diye araya girdi Aras öfkeli bir sesle. "Kes şunu."
Onları zerre kadar umursamadım. "İşte bu kadının yeğeni benim kocamdan hamile." dedim oldukça rahat bir tavırla. Benim utanmam gereken bir şey yoktu. Utanması gerekenler utanacaktı.
Kalabalık arasından şaşkınlık nidaları duyulurken Hatice Hanım'ın suratı kıpkırmızı kesilmişti. Elimle Aras'ı gösterdim. "Bu adam, Aras Karaaslan muhtemelen hepiniz de tanıyorsunuz," dediğimde sesimden nefret akıyordu. "Beni bu kadının yeğeniyle aldattı."
Herkes şok olmuş bir ifadeyle onlara bakarken, bir an bile tereddüt etmeden alayla güldüm ve duruşumu dileştirerek kalabalığın arasından çıkışa doğru yürümeye başladım.
Birileri eğer, bir kadının gururunu böyle ayaklarının altında ezebileceklerini düşünüyorsa, bunu karşılığını misliyle alacağını öğrenmeliydi. Artık hiç kimseye tolerans göstermek zorunda değildim. Beni buna kimse mecbur bırakmazdı.
Artık izin vermezdim.
Bunu kendileri istemişlerdi.
***
Bu koskoca dünyada, evim diyebileceğim hiçbir yer yoktu.
Sanki, herkes sığıyor da bir ben sığamıyordum.
Tutunamıyordum.
Kaç kere, ölümü arzuladığımı düşündüm. Kırıldığımda, umursanmadığımda, bir hiç gibi görüldüğümde defalarca ölümü düşlediğimi.
Hiç gelmemiş gibi bu dünyadan çekip gitmeyi...
Ama ben her şeyden önce bir kadındım. Her yıkıldığımda, eskisinden daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmayı kendime borç biliyordum.
Eğer düşersem kendime ihanet ederdim.
Onların bana ihanet ettiği gibi...
Zihnimde ki düşünceler, kalbime bir ok gibi saplanırken bakışlarımı ellerimden ayırıp, içinde bulunduğum taksinin camından dışarıya doğru çevirdim. Taksi saniyeler önce otelin önünde durmuştu ama benim için tekrar annemin yanına gitmek bir cezadan farksızdı.
Yine de kendime hakim olmam gerektiğinin farkındaydım.
Sakinleşmek adına bir kaç derin nefes aldım ve taksi ücretini ödeyerek kendimi dışarı attım. Nefessiz kaldığım saniyelerin hesabını sormak istercesine ard arda defalarca kez derin nefesler almaya devam ettim. Ne yaparsam yapayım içinde ki yangın sönmek bilmiyordu. Bazen tamamen geçtiğini düşünsem bile, ertesi gün o ateş beni yine buluyor ve bu sefer daha şiddetli yakıyordu.
Artık bu durumdan kurtulmak istiyordum.
Umut var mıydı?
Bir kaç dakikanın ardından otele girdiğimde, lobide ki insanlara zerre aldırış etmeden asansöre bindim ve odanın olduğu kata çıkıp yürümeye başladım. Annem olanları duyduğu an küplere binecekti.
Ama inadına anlatacaktım.
Biraz da o delirsin...
Odanın önüne gelip kapıyı iki defa tıklattığımda, kapı iki saniye bile geçmeden açılmıştı. Kapıyı açan Aslı'nın suratı birazdan kopacak olan kıyametin habercisiyken, rahat bir tavır takınarak içeri girdim.
"Sena neredesin sen Allah aşkına?" Aslı'nın tedirgin sesini duyduğumda göz ucuyla Aslı'ya baktım.
"Hastanede," diye mırıldandım sanki çok normal bir şey söylüyormuşum gibi.
Aslı'nın gözleri kocaman açıldı. Tam ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki arkadan birinin adım sesleri duyuldu.
"Ne demek hastanedeydim?" Annemin sesi tam arkamdan duyulduğunda, yavaşça arkamı döndüm ve anneme taraf baktım umursamaz bir ifadeyle.
Kaşlarımı kaldırdım. "Bir insan hastaneye neden gider anne?"
Annemin suratı asıldı. "Yoksa konaktan birine bir şey mi oldu?" diye sordu meraklı bir ses tonuyla. "Kesin sen de olay çıkarmaya gitmişsindir."
Gözlerimi devirdim ve bir süre anneme baktım. Aslı arkadan, "abartma anne," diye söylendiğinde annemin bakışları hâlâ sorduğu sorunun cevabını beklercesine suratımda geziniyordu.
"Bu suçlayıcı bakışları çok iyi biliyorum ben," diye mırıldandım düz bir sesle, gözlerimde alay vardı. "Bu ben senden herşeyi beklerim bakışı."
Annem beni baştan aşağı süzdü. "Ben kızımı tanımaz mıyım?" diye sordu üstten bir tavırla. "Nasıl bir canavara dönüştüğünü hepimiz gördük, bu saatten sonra masum rolleri kesme bana."
"Panik atak geçirdim," diye konuştum aynı suçlayıcı bakışı bu sefer kendi gözlerime yerleştirerek. "Aşağıda, tek başımayken." Annemin yüzüne inen korkuyu görsemde umursamadım ve devam ettim. "Sen yanımda olmadığın için hastaneye beni hiç tanımadığım yabancı bir adam götürdü. Sen burada beni hunharca suçlamaya devam ederken elin adamı yardım etti bana." Biraz duraksadım ve anneme suçlayıcı bakışlar atmaya devam ettim. Zihnimde, dilimden akıp gitmeyi bekleyen zehir zemberek kelimeler yankılanırken bakışlarım annemin yüzünde durdu. "Sende, bu saatten sonra," dedim onu taklit ederek. "Bana iyi anne ayakları kesme."
Annem donup kalmış bir vaziyette yüzüme bakarken bakışlarımı ondan ayırıp içeriye doğru yürüdüm. Sinirlerim çok gergindi. Beynimin içinde ki zehirli düşünceler bir bombanın sayacı gibi her saniye tekrardan yankılanmaya devam ediyordu. Oldukça yorgun ve bitkindim. Hâlâ tam olarak ayılamamışım gibi hissediyordum.
Geçip köşede ki koltuklardan birine oturdum ve arkama yaslandım. Uyumak istiyordum, hiç uyanmamak üzere uyumak...
Aslı'nın peşinden geldiğini işitsemde o tarafa bakamadım ve gözlerimi yumdum bir süre. Neydi bu? Bedenimden söküp atamadığım bu korkunç duygu neydi? Bir kimsesiz gibi ortada kalmak mıydı?
Bir ailem varken, kimsesiz kalmak mıydı?
Aslı gelip yanıma oturduğunda gözlerimi tekrar araladım ve sıkıntılı bir nefes verdim. O ise durmuş bana bakıyordu. "Bakma öyle Aslı," diye homurdandım huzursuz bir sesle. "Hak etti söylediklerimi."
Aslı merakla gözlerime baktı. "Aşk olsun Sena," diye mırıldandı tedirgin bir sesle. "Hadi annemlere sinirlisin, bari beni arasaydın ya? Tek başına mı döndün hastaneden?"
Kafamı hafifçe salladım. "Önemli bir şey değildi, baygınlık geçirmişim sadece," dedim düz bir sesle.
Aslı'nın kaşları çatıldı. "Ne demek önemli değil?" dediğinde sesi hâlâ endişeliydi. "Gerçekten inanamıyorum, ne hâle getirdiler bu insanlar seni böyle..."
Umursamaz görünmeye çalışarak, "Hiçbiri zerre umurumda değil," dedim. "Hayatımdan çıksınlar başka bir şey istemiyorum."
Hastanede yaşananlar aklıma geldiğinde bir an nefretim tekrar tazelendi. Onları herkesin içinde küçük düşürmüştüm ve bundan zerre kadar pişmanlık duymuyordum. Özellikle o Hatice denen kadın bunu gerçekten hak etmişti.
Aslı bir kaç saniye duraksamanın ardından bakışlarını tekrar üzerimde gezdirdi. "E seni hastaneye götüren adam kimmiş?" diye sordu. "Tanıyor muydun?"
Kafamı ağırca salladım. "Daha önce hiç görmemiştim," dedim buz gibi bir sesle. "Cihangir diye bir adam. Cihangir Şanlı."
Aslı, "Sağolsun," diye mırıldandığında huzursuz bir nefes vererek arkasına yaslandı.
Gözlerimi bir süre etrafta gezdirdim. Bugün hem psikolojik hem bedensel açıdan yeterince yorgunbir gün olmuştu benim için.
Gidip uyumak istiyordum.
Sadece uyumak.
***
Yazardan...
2 gün sonra.
_________
İhanetin acı bedeli bir fırtına olup Karaaslan konağına estiği günden beri, konakta bir kaç kişi dışında kimsenin yüzü gülmüyordu. Ama olayın üzerinden henüz iki gün geçmesine rağmen Karaaslan konağı diğer günlere nazaran daha sakin sayılabilirdi.
Sena'nım son yaptığı şey başta Aras olmak üzere bu konaktaki herkese büyük bir darbe vurmuştu şüphesiz. Aras Karaaslan'ın öfkesi bir türlü dinmek bilmiyordu. Evet, kabullenmişti ama bu kabulleniş tamamen öfkesinden kaynaklanıyordu.
Sena, Aras'ın öfkesini çok iyi kullanmıştı ve oyunu işe yaramıştı.
Şimdi Aras hem kırgın hem de öfkeliydi Sena'ya. Bu olayı sindiremiyordu. Bedel ödetmek istiyordu. Bu işe sebep olan herkese bedel ödetmek...
Avluda ki tekli koltuklardan birine oturmuş, öfke saçan bir suratla boşluğu izlerken zihninde ki düşünceler karmakarışıktı. Annesi Hicran Hanım, diğer koltuğa kurulmuş oğlunu izliyordu. Diğer tarafta ise Gönül ve Dicle yanyana oturmuş sessizce bekliyorlardı.
Kimsenin ağzından tek bir kelime dahi çıkmıyordu.
İki gün evvel hastanede yaşananlardan sonra Hatice Hanım'ın morali epey bir bozulmuştu. Düştüğü duruma feci derecede içerlemiş, hatta bir kere Dicle'yi bile terslemişti. Bu aralar fazla ortalıklarda dolaşmıyordu ve bu durum epey canını sıkıyordu.
Avluda adım sesleri duyulduğunda, Aras dışında herkesin bakışları o tarafa doğru döndü. Gelen Hasan Ağa'dan başkası değildi. Adam bastonunu yere vura vura geçip tekli koltuklardan birine oturdu ve gözlerini teker teker herkesin üzerinde gezdirdi. "Hayırdır," diye sordu otoriter bir sesle. "Ne bu suratınızın hâli?"
Hicran Hanım, Hasan Ağa'ya taraf döndü. "Başımıza gelen onca şeyden sonra, nasıl gülüp eğlenelim?"
Hasan Ağa kaşlarını çattı. "Hepiniz kurtulmak istemiyor muydunuz o kızdan?" diye sorduğunda kaşları çatılmıştı. "Şimdi karalar bağlamanın zamanı değil, lekelenen adımızı temizleme zamanıdır."
Hicran Hanım kafasını salladı. "Ah o kız yok mu o kız?" dedi huzursuz bir ses tonuyla. "Ateş düşürdü ocağımıza, nasıl kalkacağız biz bunun altından?"
Hasan Ağa, Aras'a taraf döndü. "Tez zamanda boşan, bir an önce kurtulalım bu beladan." dediğinde sesi itiraz istemeyen bir tondaydı. "Sonra da, bekletmeden Dicle'yle nikah kıyılır, milletin ağzı da kapanır böylece."
Aras cevap vermedi. Hasan Ağa'nın söylediklerini dinlemiyordu bile. Gözlerinde ki öfke, bir an olsun dinmezken zehirli düşünceleriyle başbaşaydı.
Dicle'nin yüzünde ki gülümseme beliginleşti lakin bu gülümsemenin ardına gizlenen bir burukluk kendini belli ediyordu. Aras'a taraf baktı. Onunla evlenmeyi herşeyden çok istiyordu hatta bu uğurda her şeyi feda etmeye bile hazırdı.
Gönül önce Dicle'ye sonra da Hasan Ağa'ya taraf baktı. Bir kaç gün önce Dicle ve Hatice Hanım'la ettikleri kavgayı hatırlayınca Dicle'ye destek veresi gelmiyordu. Sonuçta kardeşine edilen laflar az buz şeyler değildi ve onlar hadlerini fazlasıyla aşmışlardı. O yüzden bir şey söyleyecekse de lafını yuttu ve karışmamaya karar verdi. Ama sonra bu lafları karşılıksız bırakmaması gerektiğini düşünerek bakışlarını tekrar Dicle'ye çevirdi. "Bence hızlı karar vermeyin," dedi iğneleyici bir tavırla. "Hele bir boşansınlar da, o zamana kim öle kim kala..."
Dicle, bakışlarını Gönül'e taraf çevirdi. "O ne demek şimdi?" diye sordu. "Boşanmak dışında bir ihtimal mı kaldı?"
Gönül alayla gülümsedi ve bakışlarını Dicle'nin üzerinde gezdirdi. "Yok canım ondan demiyorum ben," dedi iğnelemeye devam ederek. "Sonuçta bir yere kaçmıyorsun ya, hep burada burnumuzun dibindesin diye dedim. Yani aceleye gerek yok."
Dicle bozulmuş bir ifadeyle ayağa kalktı ve Hasan Ağa'ya taraf döndü. "Müsaadenie odama gidebilir miyim?" diye sordu. "Biraz yorgunum da..."
Hasan Ağa bir şey demedi sadece kafasını salladı. Dicle merdivenlere taraf yönelip yukarı çıktığında ağlamamak için kendini çok zor tutuyordu. Bu işin bir an önce bitmesini ve Aras'la bir an önce evlenmeyi istiyordu. Artık dayanacak gücü kalmamıştı. Sena gittiğine göre aralarında hiçbir engel yoktu.
Şimdilik.
Dicle, kendi odasına gitmek yerine Hatice Hanım'ın odasına doğru ilerledi ve Murat Bey'in iceride olmadığını bildiğinden kapıyı çalma gereği duymadan direk içeri girdi. Hatice Hanım, yatağın üzerinde oturmuş saçlarını tarıyordu.
Dicle geçip, teyzesinin yanına oturdu. Hatice Hanım merakla Dicle'ye bakarken, Dicle'nin suratı iyice gergin görünüyordu.
"Hayırdır kız?" diye sordu Hatice Hanım gözlerini Dicle'nin üzerinde gezdirirken. "Ne oldu yine?"
Dicle huzursuz bir nefes verdi. "Gönül bile düşman kesildi bana," diye konuştu titreyen bir sesle. "Aşağıda söydediği lafı bir dursaydın, yok ben zaten bir yere kaçmıyormuşum da, evlenmek için acele etmelerine gerek yokmuş..."
Hatice Hanım alayla güldü. "Ne bekliyorsun?" diye sorduğunda sesi rahattı. "Bacısına o kadar laf ettik, e içerledi tabi... Bir kaç güne eskisi gibi olur merak etme sen."
Dicle'nin suratı daha da bir asıldı. "Sena gitti, hâlâ ismi bu evde... Artık gerçekten delireceğim. Ben ne zaman kavusacağım Aras'a teyze?" Sorarcasına Hatice Hanım'a taraf baktı. "Aras yüzüme bile bakmıyor, nasıl olacak bu iş?"
Hatice Hanım elinde ki tarağı bıraktı ve huzursuzca ofladı. "Sanki tek derdimiz Sena'ymış gibi konuşma Dicle," dedi sesinde ki gerginlik kendini bariz bir şekilde belli ederken. "Sena artık burada değil boşanacaklar ama sen hala kös kös oturuyorsun!"
Dicle yalvatırcasına Hatice Hanım'a taraf baktı. "Allah aşkına bbir yol göster teyze," diye konuştu, sesi hâlâ titriyordu. "Ben Aras'tan uzak kalmaya dayanamıyorum."
Hatice Hanım bir süre düşündü. Ne yapacakları hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Evet her şey yolunda gidiyordu ama en son olan şey herşeyi alt üst etmişti. Tüm herşeyin yerle bir olması an meselesiydi ve onlar bunu düşünmek bile istemiyorlardı.
Dicle ağlarcasına, "Ne ara bu kadar aşık oldu o kıza anlamıyorum," dedi. "Bir ara o kızla kavga ettiklerinde, bana döndüğüne tamamen inanmıştım. Ama ne yaparsam yapayım o kızı tamamen çıkartamıyorum Aras'ın aklından."
Hatice Hanım zorlukla yutkundu, Dicle ise devam etti. "Elimde tek bir kozum vardı ama o da..."
Hatice Hanım'ın gözleri bir anda büyüdü. "Sakın Dicle," dedi uyarı dolu bir sesle. "Bebeğin düştüğünü kimsenin öğrenmemesi gerekiyor. Düşünürken bile dikkatli ol, ağzından kaçırırsan bu ikimizin de sonu olur."
Hatice Hanım, bu gerçeği herkesten saklamaya and içmişti. Ne olursa olsun iki gün önce bebeğin düştüğü asla bilinmemeliydi. En azından nikah kıyılana kadar.
Ama o sırada farkında olmadıkları bir şey vardı.
Kapının dışında onları dinleyen Merve gibi...
______
BÖLÜM SONU Elimde stok bölüm kalmadı o yüzden yeni bölüm için kesin bir tarih veremiyorum canlar. Umarım bu haftaya yetişir. 🤍
|
0% |