42. Bölüm

41. BÖLÜM "Bedel"

Kardelen T
k_blackfire

 

 

Keyifli okumalar...

 

 

"Sena, Aras geldi."

 

 

Aslı'nın kurduğu bu cümleyle beraber kaşlarım aniden çatılırken, anlam veremeyen bir ifadeyle bir süre duraksadım.

 

 

Niye gelmişti?

 

 

Daha bir kaç saat önce kavga gürültü eşliğinde yanından ayrılmıştım ve anlaşılan o ki, Aras bu mevzuyu uzatmaya niyetliydi. Sabır dilercesine derin bir nefes aldığım sırada, annem yanıma yaklaştı ve önce bana, sonra da Aslı'ya taraf baktı. "Ay niye geldi acaba?" diye sordu ve ardından imayla tekrar bana baktı. "Kız yoksa af dilemeye falan mı geldi? Bana bak Sena, eğer öyleyse hemen celalenme, konuş biraz."

 

 

"Ne saçmalıyorsun anne?" diye çıkıştım ve ardından sinirle Aslı'ya baktım. "Ne istiyormuş Aras bey?"

 

 

Aslı, "Seni görmek istiyor, hemen gelsin dedi," diye konuştuğunda sinirle karışık bir alay eşliğinde geriye doğru adımladım.

 

 

"Git söyle, onunla tek kelime bile konuşmam ben bu saatten sonra," dedim ve köşedeki koltuklardan birine geçip oturdum. "Defolsun gitsin."

 

 

Annem kaşlarını çatarak bana baktı. "Ben ne diyorum, sen ne diyorsun..." Tekrar yanıma geldi ve itiraz istemeyen bir ifadeyle kapıyı gösterdi. "Hemen gidip konuşuyorsun, adam buraya kadar gelmiş işte," dediğinde eliyle beni hafifçe çekiştirdi. "Kızım kalksana."

 

 

Geriye doğru çekilip omuz silktim. "Hiçbir yere gitmiyorum ben," dedim sert ve yüksek bir sesle. Ardından annemin gözlerine gayet ciddi olduğumu gösterircesine baktım. "Bitti."

 

 

"Bitmedi," diye bir ses yankılandı odanın içinde. Hepimizin bakışları aynı anda kapıya taraf dönerken, Aras'ın yüzündeki o sert ifadeyle içeri girişini öylece seyrettim.

 

 

Bedenime nüfuz eden yakıcı bir öfke, gözlerime büyük bir nefreti misafir ederken, Aras bir an bile bozuntuya vermeden gelip oturduğum koltuğun tam karşısında durdu ve gözlerini üzerime dikti. Kafamı kaldırıp öfkeyle yüzüne baktım. "Senin ne işin var burada?" diye sordum buz gibi bir sesle. "Dışarıda yeterince olay çıkardığın yetmedi mi?"

 

 

Bir kaç saniye boyunca bir şey söylemeden yüzüme baktı. Hâlâ öfkeli görünüyordu ve anlaşılan bu öfkesi kolay kolay geçmeyecekti.

 

 

Odadaki bir kaç saniyelik sessizliğin ardından annem hafifçe gülümseyerek, "Biz çıkalım," diye mırıldandı ve ardından Aslı'yı da beraberinde çekiştirerek odadan çıktı.

 

 

Odada Aras'la yanlız kalmış olmamız bedenimdeki siniri ve gerginliği arttırmaya yetmişti. Derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim ve sonra ayağa kalkarak Aras'ın tam karşısında durdum. "Niye geldin?" diye sordum düşlerimin arasından. "Seninle tek bir kelime konuşmaya bile tahammülüm yok."

 

 

Bana bir adım yaklaştı ve gözlerini üzerimde yavaşça gezdirdi. "Kendini kandırmayı bırak Sena," dedi, oldukça ciddi bir sesle. "Yaptıklarından bu kadar kolay sıyrılabileceğini falan mı zannediyorsun?"

 

 

Sinirle güldüm. "Sana daha önce de söyledim Aras," Baş parmağımı kaldırarak ona doğru uzattım. "Elinden geleni ardına koyma. Çünkü benim sizinle henüz işim bitmedi."

 

 

Suratında en ufak bir değişme olmadı. Öfkesinin şuan daha ağır bastığının farkındaydım ama asıl niyetinin Cihangir'le ne alakam olduğunu öğrenmek olduğunu görebiliyordum. Bana doğru bir adım daha yaklaştığında, geriye doğru istemsizce çekildim. O ise gözlerimin içine sinirle baktı. "Çok merak ediyorum," diye konuştu kısık bir sesle. "Bu kadar delirecek kadar aşık mısın bana?"

 

 

Ellerim bedenimdeki öfkenin etkisiyle kaşınmaya başladığında, zorlukla yutkunup duruşumu dikleştirdim ve ifademden bir an olsun ödün vermemeye çalışarak ona baktım. "Öyle zannetmiştim," diye konuştum ve ardından dudaklarıma alaycı bir tebessüm yerleşti. "Ama artık benim için hiçbir şey ifade etmiyorsun."

 

 

İnanmadığını açıkça belli eden bir ifadeyle hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Bana pek öyle gelmedi," diye konuştu. "Gözlerindeki kıskançlığı görmüyorum mu zannediyorsun?"

 

 

"Ne saçmalıyorsun sen?"

 

 

"Gerçek bu değil mi?" diye yanıtladı beni, damarıma basmak istediğinin farkındaydım. Üzerime doğru bir adım daha yürüdü ve kafasını hafifçe eğerek gözlerimin içine baktı tekrar. "Ama sana kötü bir haberim var," dedi fısıltılı bir sesle. "Ben yaşadığım müddetçe kurtulamayacaksın bu duygudan. Yanımda Dicle'yi her gördüğünde aynen böyle hissedeceksin. Kendi cehenneminden kurtulamayacaksın Sena."

 

 

Alayla Aras'a baktım. "Bence bu söylediklerini bir kez daha düşün," diye konuştum ardından kaşlarım hafifçe havalandı. "Cihangir'i tanıdığımı öğrendiğinde deliren sendin."

 

 

Aras'ın yüzü bir anda sertleştiğinde, gözlerine dolan öfkeyle bir kez daha yüzleştim. Çenesi kasılırken, "Anma şu herifin ismini," diye konuştu, sesi beton gibiydi.

 

 

Ama benim durmaya niyetim yoktu. Onun sinirlerini daha çok bozmak adına, "Neden," diye sordum. "Bence gayet kibar bir adam. Senin aksine."

 

 

Bu söylediğim şeyle beraber, gözlerindeki öfke öyle bir büyüdü ki, alayla gülmekten kendimi alamadım. Baran'ın ismini duyunca bile bu denli kuvvetli değildi öfkesi. Anlaşılan o ki, Cihangir'le aralarında çok daha farklı ve büyük bir mevzu vardı. Aras'ı biraz olsun tanıyorsam, Cihangir'e sinirlenmesinin altında çok büyük bir neden yattığına adım kadar emindim.

 

 

Yüzü öfkeyle kasılırken, "Sena," diye konuştu, dişlerinin arasından. "O herifle bir daha konuştuğunu görürsem, yemin ederim o herifi çeker vururum," Gözlerine oldukça ciddi bir ifade yerleşti ve gözlerimin içine baktı. "Daha önce yaptım. Yine yaparım."

 

 

"Sen kimsin de insanları tehdit ediyorsun ya?" Yüzümü buruşturdum. "Benden de, etrafımdaki insanlardan da uzak dur Aras. Ben senin bu saçma tavırlarından çok sıkıldım. Yeter artık."

 

 

Gözlerini hafifçe kıstı ve bakışları yüzümde gezindi. "Sen ister kabul et, ister etme ben hâlâ senin kocanım," diye konuştu sakin ama oldukça ciddi bir tavırla. "Yaptıklarını unutmadım ama benim karım olduğun sürece, ne o herifin ne de başka birinin etrafında dolaşmasına izin vermeyeceğim."

 

 

Anlam veremeyen bir tavırla kaşlarımı kaldırdım. "Ben senin hiçbir şeyin değilim," diye çıkıştım öfke dolu bir sesle. "Boşanma davasını açtım, artık istediğinle evlenebilirsin. Beni ilgilendirmiyor."

 

 

Aras'ın dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. "Seninle boşanırsam, sonuçlarının ne olacağını gayet iyi biliyorsun," Bir adım daha ilerledi ve bana biraz daha yaklaştı. "Ailenin tüm mal varlığı tehlikede. Ben yapmasam bile babam durmaz. Bunları göze aldın mı gerçekten."

 

 

Gözlerime aylardır içimde biriken öfkeyi doldurup onun gözlerine baktım. Yüzümde ki tek ifade nefretti ve onun bunu gördüğüne emindim. "Senden o kadar çok nefret ediyorum ki Aras," diye mırıldandığımda, sesim buz gibi çıkmıştı. "Ailem bile umurumda değil artık. Yeter ki uzak dur benden."

 

 

Bir an duraksadı. Bakışları bir kaç saniye gözlerimde takılı kaldığında, bana bir şeyi anlamak istiyormuş gibi uzunca baktı. Benim ise bakışlarım hâlâ öfke ve nefret doluydu. Aras, istemsizce bir adım geriledi ve sonra burnundan sert bir nefes aldı. "Bu kadar mı nefret ediyorsun benden," diye sordu, sesinde hafif bir kabulleniş var gibiydi. Tekrar bana baktı. "Madem öyle, boşanacağım senden." Tam konuşacağım sırada baş parmağını kaldırdı ve beni gösterdi. "Ama sana istediğini vermeyeceğim. Çok pişman olacaksın Sena. Ve eninde sonunda, yine bana geri döneceksin." dedi kendinden emin bir tavırla. "Ama önce yaptığın ihanetin bedelini ödeyeceksin. Senin cezan pişmanlığın olacak, çünkü hâlâ aşıksın bana."

 

 

Gözlerimi devirdim. "Birimiz pişman olacak doğru," diye konuştum oldukça net bir şekilde. "Ama o kişi ben değilim."

 

 

Aras, alayla gülerek geriye doğru adımladı. "Göreceğiz," dedi ve kapıyı açarak çıktı odadan.

 

 

Arkasından sinirle bakarken, "Ruh hastası," diye mırıldandım ve koltuğun üzerine oturup başımı iki elimin arasına aldım.

 

 

Adeta beni manipüle etmeye çalışıyordu. Bu zamana kadar yaptıkları yetmezmiş gibi birde üzerine ben suçluymuşum gibi davranıyordu herkes ama artık buna son vermenin zamanı gelmişti.

 

***

 

 

Yazardan...

 

 

Karaaslan konağı, sessizdi. Ama bu sessizlik tamamen masumiyetten uzak ve biraz sonra kopacak olan fırtınanın habercisiydi. Hasan Ağa ve Hicran Hanım, karşılıklı oturmuş kahvelerini yudumluyorlardı. Dışarıdan sanki aylardır hiçbir şey olmamış gibi görünsede, ikisininde içi sıkıntıyla doluydu. Zira günlerdir, konakta hiç kimse birbiriyle tek kelime dahi konuşmuyor, aynı sofraya oturmuyor, hatta birbirlerinin yüzlerine bile bakmıyordu.

 

 

Ama bunların dışında, en önemli sorun Aras Karaaslan'ın tavrındı, konaktakiler için.

 

 

"Aras'ı hiç iyi görmüyorum Hasan Bey," diyordu Hicran Hanım, sesinde hissedilen derin bir endişeyle. "Dün gece zil zurna sarhoş geldi konağa. Bir görseydin halini, ben onu hiç bu kadar yıkılmış görmemiştim..."

 

 

Hasan Ağa, elinde ki kahveyi yavaşça masaya bıraktı ve karısına baktı. "Hata ettik, Hicran. Çok büyük hata ettik, kabul et," diye yanıtladı dingin bir tavırla. "En başta belliydi bu evliliğin olmayacağı... Ama ne edeceksin, oldu bir kere. Hâlâ yaptığımız hatanın bedelini ödüyoruz."

 

 

Hicran Hanım, sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Bunları düşünmek bile adeta nefesini kesiyor, göğsünü daraltıyordu. "Bilseydim böyle olacağını, göz yumar mıydım o kızın bu konağa gelin gelmesine?" Hicran Hanım bunu dedikten sonra, ağıt yakarcasına dizlerine hafifçe vurdu. "İşin kötüsü, Aras kıza kör kütük aşık olmuş. Görmüyor musun, günlerdir ne halde olduğunu. Ben oğlumu bilmez miyim? Ne olacak bu işin sonu, hiç bilmiyorum."

 

 

"Ben söyleyeyim ne olacak," diye bir ses duyuldu. Gelen kişi, Dicle'den başkası değildi. "Aras o kızdan boşanıp benimle evlenecek. Evlenmek zorunda."

 

 

Hicran Hanım ve Hasan Bey'in bakışları Dicle'ye taraf dönerken, Dicle'nin gözleri ağlamaktan kıpkırmızı kesilmişti. Yüzünde öfkeli bir ifade vardı. Öyle ki bu insanların, Sena'yı kabul etmek istemedikleri gibi, kendisinide istemediklerini adı gibi biliyordu. Eğer hamilelik hiç olmasaydı, bu konakta bile olamayacaktı ama şimdi elindeki son kozu da yok olmuştu...

 

 

Hicran Hanım, hafifçe kaşlarını çatarak Dicle'ye taraf baktı. "Kızım ben sana odandan çıkma demedim mi?" diye sordu tahammülsüz bir sesle. "Kendini düşünmüyorsan karnındakini düşün."

 

 

Dicle kafasını hızlıca sağa sola salladı. Bu cümleyi duydukça canı acıyordu. Zira onun artık düşünmesi gereken bir bebeği yoktu. "İyiyim ben," diye bir yalan uydurdu. "Ve inanın artık dayanacak gücüm kalmadı. Ne zaman bitecek bu evlilik Hicran Hanım? Aras ne zaman boşanacak Sena denen o kızdan?"

 

 

Hasan Ağa huzursuzca Dicle'ye baktı. "Sırası değil şimdi, sen düşünme böyle şeyleri..."

 

 

Dicle anlam veremeyen bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı ve Hasan Ağa'ya baktı. "Düşünmeyeyim öyle mi?" diye sordu ağlamaklı bir sesle. "Ya ben artık susmaktan çok sıkıldım. Beni oyalamaktan ne zaman vazgeçeceksiniz siz? Ben karnımda sizin oğlunuzun çocuğunu taşıyorum. Hiç mi önemi yok bunun sizin için?"

 

 

Hicran Hanım sinirle ayağa kalktı ve bir kaç adım ilerleyerek, Dicle'nin tam karşısında durdu. "Bana bak," diye çıkıştı yüksek bir sesle. "Bunu evli adamın koynuna girmeden evvel düşünecektin. Düşünmediysen eğer istediğin kadar bağır çağır, fayda yok. Susup bekleyeceksin. Ne zamanki Aras boşanır, o zaman konuşulur ne konuşulacaksa."

 

 

Bu sırada Gönül kollarını önünde bağlamış ve merdivenlerden yavaşça inerek bakışlarını imayla Dicle'nin üzerine dikmişti. "Ama öyle deme babaanne," diye konuştuğunda Hicran Hanım ve Dicle'nin gözleri, Gönüle taraf döndü. "Ne de olsa, Dicle kuma olmaya bile razı olmuş bir kadın. Onun için Aras amcam evliymiş, bekarmış hiç farketmez..."

 

 

Dicle sinirle nefesini verdi. "Gönül!"

 

 

"Yalan mı?" diye çıkıştı Gönül. "Kabul etmedin mı kuma olmayı? Bunca zaman seni savunduğuma o kadar pişmanım ki... Hâlbuki senin ne olduğun en baştan belliydi."

 

 

Dicle, gözünden akan yaşları elinin tersiyle sildi ve Gönül'e baktı tekrar. "Sana da yazıklar olsun," diye konuştu suçlayıcı bir tınıyla. "Ben seni dostum bildim be. Bunu mu reva görüyorsun bana?"

 

 

"Sana layık olan bu." dedi Gönül alayla gülerek. "Kabul et artık. Sen hep metres olarak kalacaksın."

 

 

Dicle tek bir kelime dahi etmeden geriye doğru adımladı. Tam arkasını dönüp gideceği sırada, aniden duraksadı. Zira Aras şimdi tam karşısında duruyordu.

 

 

Aras, yüzünde beton gibi bir ifadeyle önce anne ve babasına, sonra da Dicle'ye taraf baktı. O kadar, duygusuz ve soğuk görünüyordu ki bu, Dicle'yi bir an affalatmıştı.

 

 

Bunca yıl aşık olduğu adam, ona düşmanıymış gibi bakıyordu. Sanki aralarında ki geçmiş hiç var olmamış, hatta hiçbir zaman Aras, Dicle'ye aşık olmamış gibi bakıyordu. Dicle'nin kalbinde ki acı, nefes almasını dahi zorlaştırırken, zorlukla yutkunup Aras'a baktı.

 

 

Aras ise az önce Sena ile yaptığı konuşmadan dolayı hâlâ öfkeliydi. Zira, ne Sena'dan vazgeçebiliyor, ne de onu affedebiliyordu. Tamamen arafta ve ne yapacağını bilemez bir haldeydi.

 

 

Dicle'ye göz ucuyla baktığında, yüzünde en ufak bir mimik dahi oynamadı. "Ne oluyor burada?" diye sordu, oldukça sert bir sesle.

 

 

Gönül alayla gülerek, Aras'a baktı. "Dicle Hanım, hâlâ neden boşanamadın diye hesap soruyordu amca."

 

 

Aras'ın yüzü sinirle kasıldı. Bir kaç saniye sessizliğini koruduktan sonra, bu sefer babasına taraf baktı. Ardından bakışları herkesin üzerinde tek tek gezindi. "Madem merak ediyorsunuz, o zaman sizde bilin," diye konuştu ciddi ve kendinden emin bir sesle. "Bir hafta içinde boşanıyoruz Sena'yla."

 

 

Bölüm Sonu...

 

Bölüm : 12.01.2025 15:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...