46. Bölüm

45. BÖLÜM "Geçmişin Hesabı"

Kardelen T
k_blackfire

Keyifli okumalar...

 

 

Kalbim ve zihnim büyük bir çıkmaz ve sebebi belirsiz bir bunalımın içine çekilmişti yine.

 

Dicle'nin sırrını ortaya çıkarmış ve oyunlarını bozmuştum. Artık rahatlamam gerekirken çok daha gergin hissetmeye başlamıştım ve işin kötüsü sebebini ben bile tam olarak bilmiyordum.

 

Aşağı inip otelin çıkışına doğru yürürken, aklımda bir ton soru vardı. Kafamı dağıtmam gerektiğinin farkındaydım bu yüzden üzerime bir kaç kıyafet alma bahanesiyle dışarı çıkmaya karar vermiştim. Annemin gözü herzamanki gibi üzerimdeydi. İlk başta benimle gelmek için diretsede onu bir şekilde ikna etmiş ve en sonunda yanlız başıma çıkmaya ikna etmiştim.

 

Yanlız kalmaya ihtiyacım vardı. Hemde hiç olmadığım kadar.

 

Otelin ön kapısından çıkar çıkmaz yüzüme vuran güneşle beraber hafifçe gözlerimi kıstım ve elimi alnıma siper ettim, birkaç adım ilerlediğim sırada bir beden dikattimi çekti. Sonra onu gördüm. Siyah tişörtü, güneş gözlükleri ve elleri ceplerinde, arabasına yaslanmış bekliyordu.

 

Cihangir.

 

Buraya neden gelmişti bilmiyordum. Gerçi onun buraya gelmek için herhangi bir sebebe ihtiyaç duyduğunu da zannetmiyordum. Gördüğüm ilk andan beri bir garipti zaten bu adam. Tehlikeli bir rahatlığı vardı. Umursamaz ve sadece ana odaklıydı.

 

Ona doğru ilerlemeye başladım. “Ne işin var burada?” dedim, pat diye. “Sevdim herhalde burayı, sürekli buralarda takıldığına göre..."

 

“Yolum buradan geçiyordu,” dedi, gözlüklerini indirip yümüme bakarken. “Hem seni görmeden güne başlamak içime sinmiyor artık.”

 

Kaşlarımı kaldırdım. “Fazla mı açık sözlüyüz," diye konuştum hafiften alaycı bir tavırla.

 

“Alışsan iyi edersin,” dedi, sesi bir tık ciddileşmişti. “Dün olanlardan sonra merak ettim seni. Nasılsın?”

 

Biraz duraksadım. Bunun cevabını kendimde bilmiyordum açıkçası. "İlgilenmiyorum,” dedim en sonunda sessizliği bozarak. “Söyledim ve bitti, artık gerisi onların bileceği iş.”

 

“Senin kötü hissettiğini anlayacak kadar tanıyorum artık seni,” dedi gözlerini ellerime indirerek. “Özellikle ne yaşadığını duyduktan sonra.”

 

Sustum. Çünkü haklıydı. Aras’la yaşadıklarım, o konağın, bu şehrin ağırlığı. Hepsi hâlâ omzumdaydı. Ama bir yandan da artık unutmak istiyordum. “O aileyle herhangi bir bağım kalsın istemiyorum,” dedim, açık konuşmayı tercih ederek. "Yine saçma sapan oyunların içine çekilmek istemiyorum. Eğer intikam gibi bir düşüncen varsa beni karıştırma lütfen."

 

“O herifle evliydin,” dedi bana bir adım yaklaşarak. “Sana ne yaşattığını da az çok biliyorum. Ama ben senin düşmanın değilim, Sena.”

 

“Sen onun düşmanısın,” dedim hafifçe kafamı sallayarak. “Birbirinize öldürecek gibi bakıyorsunuz.”

 

“Ben Aras’la savaşımı çoktan başlattım,” dedi. “Ama bunun seninle bir alakası yok.” Bir kaç saniye boyunca gözlerimin içine baktı. "Emin sen tüm bu oyunların dışındasın benim için."

 

Kafamı iki yana salladım. “Bu işin dışında kalmak diye bir şey yok Cihangir," diye konuştum sakince. "Ben daha yeni toparlanıyorum. Sadece çok yoruldum."

 

Tam geriye doğru adımlayacakken onun bakışları bir anda omzumun arkasına kaydı. Gözleri kısıldı, çenesi kasıldı.

 

“Ne oldu?” diye sordum hafiften endişeli bir sesle.

 

Cevap vermedi. Sert adımlarla yolun karşısına geçti. O an fark ettim. Köşede park etmiş gri bir araba vardı. Cihangir doğrudan oraya yürüyordu.

 

“Cihangir?” dedim peşinden giderken.

 

Bir saniye bile durmadan, arabanın kapısını açtı, içerideki adamı bileğinden kavrayıp dışarı çekti. Adam bağırmadı bile. Sadece neye uğradığını şaşırmış gibiydi.

 

“Kimin köpeğisin lan sen?” dedi adamın boğazını sertçe sıkarken. “Kime çalışıyorsun? Konuşsana lan!”

 

Adam kekeliyerek bir şeyler söyledi ama Cihangir dinlemedi. Adamın bedenini arabaya sertçe çarptı. "Aras mı gönderdi seni?" diye sordu dişlerinin arasından. Adam cevap vermediğinde adamın yüzüne sert bir yumruk geçirdi.

Adamın kafası geriye doğru sarsılırken ağzında bir şeyler geveledi. "Karaaslan..." dediğini duydum sadece.

 

Zaten fazlasına da gerek yoktu.

 

Tam da tahmin ettiğim gibi, Aras yine rahat durmamıştı.

 

Cihangir sinirle güldü ve adamın ensesinden tutup yere doğru itti. "Bin lan arabaya," diye konuştu kendi arabasına doğru yürürken. Adamı sertçe arabaya ittiğinde bakışları tekrar beni bulmuştu. "İçeri gir Sena."

 

Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Neler oluyor?"

 

Cihangir bir şey söylemeden arabaya bindi ve bir saniye bile beklemeden çalıştırdı arabayı. Araba hızla otelin önünden uzaklaşırken, bende arkalarından bakakalmıştım.

 

Konağa gidecekti.

 

 

***

 

Akşamın serinliği konağın taş duvarlarına yavaşça yayılıyordu. Masanın etrafında toplanan Karaaslan ailesi ellerindeki çay bardaklarını sıkıca tutuyor, arada kısa cümleler kuruyor ama konuşmalar hep yarım kalıyordu. Biri bir şey söyleyecek gibi olsada vazgeçiyordu. Herkes fazladan bir kelimenin bile ortalığı karıştıracağının farkındaydı. Herkes yeterince gergindi.

 

Özellikle Aras Karaaslan.

 

“Bu işin sonu nereye varacak...” dedi Hasan Ağa, çayını yudumlayıp bardağı masaya bırakırken. Dün olanlardan sonra, herkesin asabı bozulmuştu. Hatice Hanım ve Dicle'nin konaktan gönderilmesini kimse beklemiyordu ama itiraz etmeye veya sorgulamaya kimsenin dili varmıyordu.

 

Hatice Hanım ve Dicle'nin yaptığı şeylerim affedilecek yanı kalmamıştı.

“Ben dedim size,” diye mırıldandı Merve, hafiften alaycı bir tavırla. "Bakın yine ben haklı çıktım. Onların nasıl insanlar olduğu çıktı ortaya."

 

"Annem hakkında doğru konuş," dedi Serhat, normalde bu konulara asla karışmazdı ama annesinin konaktan gönderilmesi görmezden gelemeyeceği kadar sıkmıştı canını.

 

"Dicle'nin böyle bir şeyi saklayacağını ben bile tahmin etmezdim," dedi Gönül.

 

“Sen ne bekliyordun ki?” diye homurdandı Nurcan Hanım gergince, kaşlarını çatıp çay tabağını sertçe masaya koydu. "Bana bak, bir daha sakın o Dicle'yle görüştüğünü duymayacağım.”

 

Aras sinirli bir ifadeyle elini ensesine attı ve hafifçe gözlerini yumarak öfkesini kontrol etmeye çalıştı. Dünden beri diken üstündeydi, her an herkese patlatabilirdi.

 

“E ne olacak bu iş?” diye sordu Hicran Hanım, Aras'a doğru bakarak. "Madem Dicle gitti, git karınla konuş, konağa döndür. Onun derdi de Dicle değil miydi zaten?

 

Aras göz ucuyla annesine baktı, "Biz Sena'yla boşandık," Sesi alçak ama sertti. "Siz her şeyin bu kadar kolay halledilebileceğini mi sanıyorsunuz?"

 

“En başta Dicle var diye boşanmanıza bir şey demedim,” dedi Hasan Ağa, araya girerek. “Ama Hicran haklı. O kız bir kere bizim gelinimiz oldu, öyle otel köşelerinde kalması bize uymaz. Ne yapıp et, karını konağa geri getir, önce bir imam nikahı kıyar sonrasına bakarız.”

 

Merve alayla güldü. "Sena bu konağa hayatta dönmez."

 

"O işler hiç belli olmaz," dedi Hicran Hanım, ters ters Merve'ye bakarak. "Babasıyla o kadar anlaşma yaptık. Sena kabul etmese bile babasıyla anası, o kadar parayı kaybetmeyi göze alamaz."

 

Aras, sabrı tükenmiş gibi hızlıca ayağa kalktı ve Hicran Hanım'a baktı. "Siz bu konuya karışmayın," dedi sertçe. "Ben halledeceğim."

 

Aras arkasını dönüp kapıya doğru yürümeye başladığı sırada avlunun kapısı sertçe açıldı. İçeriye dolan ayak sesleri taş zeminde yankılandı. O an herkesin bakışları o tarafa doğru döndü.

Kapının önünde kısa bir sessizlik oldu, sonra ağır adımlar avluda yankılandı. Tam o sırada Aras'ın adımları duraksamıştı. Gördüğü kişiyle beraber adeta beynine kan sıçradı. Korkunç bir öfke bedenini esir alırken, herkes hızla ayaklanmıştı.

 

Cihangir Şanlı'yı bu konakta görmeyi kimse beklemiyordu.

 

“Bunun ne işi var lan burada?” diye konuştu Murat Bey, Aras'a doğru yürümeye başlarken.

 

“Kansız herif,” diye karşılık verdi Hasan Ağa, dudaklarını sıkıca birbirine bastırarak.

 

Korumalar silahlarını çıkarıp Cihangir'e doğrulttu. Cihangir kendisine dogrultulan silahları zerre umursamadan içeriye doğru adımladı. Hemen arkasından yürüyen başka bir adam daha vardı. Ağzı burnu kan içindeydi. Muhtemelen sağlam bir dayak yemişti.

 

Aras, adamı görünce ne olduğunu anlamıştı.

 

Öfkeyle Cihangir'in üzerine yürüdü, gözleri adeta öfke saçıyordu. "Senin ne işin var lan burada?"

 

Cihangir bakışlarını herkesin üzerinde tek tek gezdirdi. Gözlerinde yoğun bir nefret ve öfke vardı. Öyle ki bu konağa adım atmayı bile kendine hakaret sayıyordu. Hızlı bir hareketle arkasında ki adamın ensesinden yakaladı ve adeta bir çöp gibi Aras'ın önüne fırlattı. Adam yere düştüğünde, Aras'ın bakışları Cihangir'den ayrılmamıştı. Cihangir ise bir adım ilerleyip Aras'ın tam karşısında durdu. "Köpeğini getirdim," dedi dişlerinin arasından. "Peşime taktığın itlere mi güveniyorsun? Bu kadar mı lan senin şerefin?"

 

Aras alayla güldü ve Cihangir'e baktı. "Senden alâ şerefsiz mi var lan bu Mardin'de?" diye sordu.

 

Hasan Ağa bir adım öne çıktı. "Soysuz herif."

 

Cihangir'in yüzü öfkeyle kasılırken, bakışlarını Aras'ın üzerine dikti. Kendini çok zor tutuyordu. "Ben miyim lan soysuz? diye konuştu, ardından göz ucuyla Hasan Ağa'ya baktı. "Kendi öz kardeşini öldüren bir adam mı söylüyor bunu?"

 

Hasan Ağa bir anda dönüp kaldı. Yüzü bembeyaz kesilmişti, Cihangir'in herkesin içinde bunu söyleyebileceğini hesaba katmamıştı.

 

Cihangir'in bakışları tekrar Aras'ı buldu. "Eğer bir daha sizden birini etrafımda görürsem," diye konuştu oldukça tehditkar bir ifadeyle. "Allah şahidim olsun, bitiririm hepinizi."

 

"Kimsin lan sen?" diye çıkıştı Aras, öfkeyle.

 

Cihangir sinirle güldü. "Siz benim kim olduğumu çok iyi biliyorsunuz," dedi belli belirsiz kafasını sallayarak. "Eğer kan dökülsün istemiyorsanız itlerinizi benim üzerimden çekeceksiniz," Bakışlarını herkesin üzerinde tek tek gezdirdi. "Yoksa yıllar önce döktüğünüz o kanı misliyle alırım sizden."

 

Avluda kısa bir sessizlik oldu ama bu fazla uzun sürmedi. Aras bir adım öne çıktı, öfkeyle yumruğunu sıktı.

 

“Bana gözdağı mı veriyorsun lan?” dedi dişlerinin arasından. “Sen beni tehdit edecek adam değilsin.”

 

Cihangir, gözlerini kıstı. “Tehdit falan değil," diye konuştu kendinden emin bir ifadeyle. "Eğer çizgiyi biraz daha asarsanız olacakları söylüyorum. Benim şakam yok."

 

O sırada Murat Bey öne atıldı. “Çık buradan olay daha fazla büyümesin.”

 

Cihangir başını yana eğip alaycı bir ifadeyle Murat Bey'e baktı. “Olay daha fazla büyümesin öyle mi?" diye tekrarladı. "Döktüğünüz kanda boğulacaksınız lan siz."

 

“Kes lan sesini!” diye bağırdı Aras. Yumruğunu kaldırdığı an, birkaç koruma hemen araya girdi. "O kanda ben seni boğacağım, bekle sen."

 

Hasan Ağa elini kaldırdı, sesi çatallıydı. “Yeter!”

 

Ortam bir anlığına dondu. Cihangir, Aras’ın gözlerine baktı tekrar. “Dinle babanı,” dedi dalga geçer gibi. “Ben söyleyecegimi söyledim. Ya ayağınızı denk alırsınız, ya da bedelini ödersiniz.”

Cihangir konağın avlusundan çıkarken derin bir sessizlik esir aldı herkesi. Herkes birbirine bakıyordu ama kimse tek kelime etmiyordu. Aras ise hareketsizdi. Öfkesini kontrol etmekte zorlanıyordu.

 

Merve sessizce yaklaştı. “Dedikleri doğru muydu?”

 

Kimse tek kelime etmedi. Aras ise sadece gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. O an herkes anlamıştı: Bu, sadece başlangıçtı.

 

Aras, göz ucuyla yerde yatan adama baktı. “Kim bu?” diye sordu, sesi soğuk ve netti.

 

Korumalardan biri yaklaşıp hafifçe başını eğdi. “Adı Ömer. Hasan Ağa birinin Cihangir'i takip etmesini istedi. Bizde Ömer'i yolladık. Beceriksizin teki çıktı.”

 

“Bir bu eksikti,” dedi Aras. “Kaldırın şunu, hastaneye götürün."

 

İki adam Ömer’i kucaklayarak dışarı çıkardı. Arkalarından izleyen herkesin aklında aynı soru vardı.

 

Bu iş nereye kadar gidecekti?

 

Hasan Ağa bastonunu yere iki kez vurdu. “Bu herifin niyeti belli. Bu kadar rahat gelip tehdidini savurup gidiyorsa, arkası sağlam demektir."

 

“Madem anlamıyor,” dedi Aras, sesi sertleşmişti. "Anladığı dilden konuşuruz bizde."

 

“Ne yapacağız?” diye sordu Murat Bey, hâlâ öfkesini bastıramamıştı.

 

Aras yüzünü avluya çevirdi. Gözleri karanlık taş duvarlarda dolaştı ama bir şey söylemedi.

 

Hicran Hanım, oğluna baktı. “Bu iş kanla kapanmaz, eski defterleri açmayın artık.”

 

Merve kısık bir sesle, alaylı bir tonla mırıldandı. “Ama kanla açıldı.”

 

Hasan Ağa o lafı duydu ama tepki vermedi. Sadece başını eğdi, sonra gözlerini Hicran Hanım'a çevirdi. “Kimseye bir şey olmasın diye yıllarca sustum,” dedi. “Ama artık yeter.”

 

Avluda rüzgâr hafifçe esti. Herkes bir şey söylemek istedi ama kimse söyleyemedi.

 

Çünkü herkes, fırtınanın henüz başlamadığını biliyordu.

 

***

 

İçimdeki huzursuzluk gitgide artarken taksi konağın önünde durmuştu. Bir saniye bile beklemeden aşağı indim. İçimde korkunç bir huzursuzluk vardı, nedense kötü bir şey olacakmış gibi hissediyordum.

 

Tam içeri gireceğim sırada, avlu kapısı açıldı. Dışarı çıkan kişi Aras'tan başkası değildi. O da beni görmeyi beklemiyor olacakki adımları duraksadı ve gözlerini benim üzerime dikti. Sinirli görünüyordu.

 

İçeride ne olmuştu veya Cihangir hâlâ burada mıydı bilmiyordum ama Aras'ın yüz ifadesine bakılırsa bir şeyler olmuştu yine.

 

Aras, beni baştan aşağı süzdü ve ağır adımlarla bana doğru ilerleyip tam karşımda durdu. "Sena?" diye konuştu, kaşları hafifçe çatılırken. "Senin burada ne işin var?" bir an aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. "Lan yoksa o herif mi getirdi seni buraya?"

 

Hafifçe kafamı salladım, “Ben yanlız geldim,” dedim düz bir sesle. "Konunun seninle bir alakası yok, Cihangir nerede?"

 

Kafasını hafifçe bana çevirdiğinde tepkisizdi, “Cihangir nerede öyle mi?” diye konuştu. "Ne ara bu kadar samimi oldunuz siz bu herifle?"

 

Gözlerimi öfkeyle kapattım ve derin bir nefes aldım, “Sana ne ya,” dedim alçak tutmaya çalıştığım bir sesle. "Ayrıca siz hangi hakla bizim peşimize adam takıyorsunuz?"

 

Rahat bir ifadeyle omuz silkti, “Geldiğim iyi oldu," diye mırıldandı son söylediğm şeyi görmezden gelerek. "Konuşmamız lazım."

 

Huzursuz bir ifadeyle derin bir nefes aldım ve bir süre bekledim. Kim bilir yine ne saçmalaycaktı. Konakta neler olup bittiği hakkında hiçbir şey bilmiyordum, doğrusunu söylemek gerekirse merakta etmiyordum.

Ne halleri varsa görsünlerdi.

Başımı hafifçe çevirdim, onun gözlerine bile bakmadan birkaç adım uzaklaştım. O ise peşimden gelmeye devam etti. En sonunda kolumdan hafifçe tutup beni kendine çevirdiğinde bakışlarım onun yüzüne sabitlenmişti. “Sena,” dedi kısık bir sesle. “Bir kez olsun dinle beni.”

 

“Neyi dinleyeceğim ya?" diye sordum kafamı sağa sola sallayarak. "Bitti bu iş, daha fazla uzatma artık."

 

“Hayır, bitmedi,” diye cevapladı hemen. “Bitmiş olsaydı, gözüme soka soka buraya kadar gelmezdin."

 

Alayla güldüm. “Kendine pay çıkarma," dedim. "Ben artık ne seninle, ne bu konakla, ne de bu saçma hesaplarla ilgilenmiyorum.”

 

“Öyle mi?” diye sordu, bana bir adım daha yaklaşarak. “O zaman niye buradasın?"

 

“Ben buraya Cihangir için geldim,” dedim damarına basarak.

 

Aras birkaç saniye sustu. Son söylediğim şeyle beraber gözlerinde korkunç bir öfke alevlendi bir kez daha. Öyle ki bir kaç saniye boyunca gözlerini yumdu ve burnundan sert bir nefes aldı. “Hata yaptım, kabul ediyorum,” dedi öfkesine hakim olmakta zorlanırken. "Ama o herifte masum değil. Ve emin ol o adamı senin etrafında gördüğüm her an, sabrım biraz daha azalıyor."

 

“Herkesi kendin gibi sanma,” dedim gözlerimi devirerek. "Ayrıca beni bu konuda uyaracak en son insan sensin. Üstelik Dicle hâlâ bu konaktayken."

 

Aras kaşlarını çattı. “Dicle konakta değil artık. Gönderdim. Hatice yengemle birlikte.”

 

Bu söylediği şey beni saşırtsada belli etmedim. “Sence de biraz geç kalmadın mı?"

 

“Bir şans ver bana,” dedi beklemediğim bir anda. “Allah şahidim olsun, sana asla aynı şeyleri yaşatmayacağım Sena."

 

Başımı iki yana salladım. “Bitti,” dedim kesin bir ifadeyle. "Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok benim."

 

Sessizlik birkaç saniye daha sürdü. Sonra o bir adım geriledi bakışlarını üzerimden çekti. “Peki,” dedi kısık bir sesle. “Ama bu iş burada bitmedi. En azından ben bitmesine izin vermeyeceğim."

 

Arkasını döndü ve yavaşça yürümeye başladı. Onun arkasından baktım bir süre. Tam bu sırada Aras'ın adımları duraksadı. Cihangir'in bana doğru geldiğini görmemle beraber içimdeki gerginlik artarken, Aras'ın öfke dolu bakışları bir şimşek gibi Cihangir'in üzerine saplandı. “Sen hâlâ," dedi Cihangir'in üzerine yürüyerek. "Sen hâlâ burada mısın lan?"

 

Cihangir göz ucuyla bana baktı ve ardından bakışlarını Aras'a çevirdi. Benim buraya geldiğimi öğrenmiş olacakki geri dönmüştü. "Sen ne yüzle bu kızla konuşuyorsun hâlâ?” dediğinde sesindeki yoğun öfke beni bile şaşırtmıştı.

 

Aras, "Sana ne lan?" diye sordu sertçe. "Seni ne ilgilendiriyor lan benim karımla ne konuştuğum."

 

Cihangir bir adım daha attı. “İlgilendiriyor,” dedi. “Çünkü bu kız senin karın falan değil. Daha fazla kendini kandırıp durma.”

 

“Gebertirim lan seni,” dedi Aras öfkeyle. “Sana mı düştü bana laf etmek?"

 

Cihangir alayla güldü. “Elindeki şansı kullanamadın Aras Karaaslan," diye konuştu. "Artık çok geç. Bu kızın üzerinde söz hakkın yok artık."

 

Aras birkaç adım daha attı, birbirlerini öldürecekmiş gibi bakıyorlardı. “Seni bir daha Sena'nın etrafında görürsem,” dedi Aras tehditkar bir ifadeyle. “İçeride lafını ettiğin o kanı ilk ben dökerim haberin olsun."

 

Ben araya girmek istedim ama Cihangir elini kaldırdı, durmamı ister gibi. Gözlerini Aras’tan ayırmadan konuştu.

 

“Ben Sena'nın yanında değil, arkasındayım,” dedi. “Senin gibi önünde durup yolunu kesmem. Bu kızdan asıl uzak durması gereken sensin."

 

“Sen kimi kimden koruyorsun?” diye bağırdı Aras, sesi oldukça yüksek çıkmıştı. "Niyetin ne lan senin? Canını almamı mı istiyorsun?"

 

“Elinden geleni ardına koyma lan,” dedi Cihangir. “Beni bu saatten sonra ne sen, ne de o kardeş katili baban korkutabilir."

 

O an Aras hızla Cihangir'in üzerine yürüdü ama ben hemen aralarına girdim. Ellerimle ikisini de ittim.

 

“Yeter,” dedim sertçe. “Daha fazla saçmalamadan dağılın."

 

İkisi de bir süre daha birbirine dik dik baktı, s

onra Aras dişlerini sıkarak geri çekildi. Cihangir ise bir adım bile kıpırdamadı.

 

O an ne kalbim yerindeydi ne de aklım. Ama şundan emindim; bu iki adamın kavgası, sadece ikisinin değil, herkesin yüreğine ateş düşürecekti.

 

 

____

 

BÖLÜM SONU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 11.05.2025 20:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...