Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. KAN YERDE KALMAZ

@k_blackfire

 

KEYİFLİ OKUMALAR.

 

Buraya bir siyah kalp bırakıp Yılanın Yavrusu evrenine ilk adımını atmayı unutma.🖤

 

 

1. BÖLÜM

"Kan Yerde Kalmaz"

 

▪️

Şebnem Ferah, Deli Kızım Uyan.

 

▪️

 

 

İnsanlarla şeytanlar.

 

Zehirlerle, yılanlar.

 

Gecelerle, kabuslar...

 

Doğrularla, yalanlar oynar.

 

Ve yeryüzünde cirit atarken maskeli canavarlar;

 

Kötü kadınlar,

 

Ateşle oynarlar.

 

Hayatın üvey çocuklarının oyuncakları olmaz çünkü geceler birer cehenneme evrilirken, onlar kendileri seçer kartlarını. Kendi sonlarını kendi getirir bazı insanlar. Adamlar, kendileri öldürür sevgilerini kalleşçe ve sevilmediğini hissetmeden ölmez kadınlar.

 

8 Ağustos, Ankara.

 

Her sene üzerine basıp geçtiğimde, unutamayacağım tek tarih.

 

Çünkü ben, rüzgar camlara çarpa çarpa infaz edilirken; o gece, rüzgârın idam çığlıkları eşliğinde ablamın bir iple tavana asılı cansız bedenini buldum.

 

Kalbimin dehşetle nasıl sarsıldığını ama gördüğüm bu manzaraya neden şaşırmadığımı o geceden sonra hiç unutamadım. Ne yazık ki hadisenin olduğu gece, bir ateş gibi doğmuştu bu his içime. İçimde hep var olan o şeytan uyanmış ve zincirlerinden kurtulmuştu. Amansız bir yeis sarıp sarmalamıştı tüm gece kabuslarımı. Ve ben ilk defa annemin, Yaren için ağladığını görmüştüm. Son bir kaç gecedir insanların acıyarak ismini andığı o bahtsız kız, ancak toprağın altına girdiğinde alabilmişti o anne şevkatini. Ama ben, annemin vicdansızlığını o zehirli gözyaşlarıyla nasıl örttüğünü görüyor, kendi öz kızı toprağa verilirken bile bu kadının iğne ucu batmış kadar canının yanmadığını biliyordum.

 

Çünkü Feraye Sonay, şeytanı bile kandırır lâkin beni gerçekten ağladığına inandıramazdı.

 

Tam üç gündür yakama yapışan bu çetin buhranla savaşıyordum. Yaren'in o buz gibi toprağa verilişini soğuk bir sükunetle izlemiş, içimde kalan son vicdan kırıntısını da ablamla beraber o soğuk toprağa yolcu etmiştim. Sonra, hayatımın orta yerinde beliren o korkunç boşluğa, içimde ölen o son merhametin cesedini gömmüş üzerini vicdansızlığımla kapatmıştım.

 

Amansız, geri dönüşü olmayan o gidişin üçüncü günüydü. Bu ani ölümün, insanların aklından uçup gitmesi için son saatlerdi artık. Yüzlerine yerleşen o üzüntülü ifadenin yerine kahkahalar yerleşecek, Yaren'in ismi geçtiğinde iki saniyeliğine maskelerini tekrar yüzlerine indirecek ve sonra tekrar ve tekrar güleceklerdi. Çünkü bu ölüm onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu ve eğer Feraye Sonay'ın nezih çevresine göstermelik olarak döktüğü o timsah gözyaşları olmasaydı hiçbirinin suratı dahi asılmazdı.

Yaren'i bulduğum odada, şimdi onun taziye yemeği yeniliyordu. Sanki, Yaren o odada son nefesini vermemiş gibi az önce o odaya girip annemin arkadaşlarının sahte başsağlığı dileklerini dinlemiş, dakikalarca yüzüme inen maskemle ruh gibi ortalıkta gezinip durmuştum.

 

Başımda feci bir ağrı vardı. Üç gündür vücudumu terketmeyen ağır bir bitkinlik ve derin bir yorgunlukla geçiriyordum bu günüde. Mutfakta oturmuş, içerde ki uğultunun can sıkan gürültüsü eşliğinde tek bir noktaya dalmıştım. Yaren'in gözümün önünden gitmeyen o son görüntüsüyle başbaşaydım yine. Bir saniye bile kurtulamıyordum ve o görüntü ne zaman aklıma gelse, aynı Yaren'in gidişi gibi nefeslerime prangalar vuruluyordu.

 

Mutfağın ahşap kapısının aralandığını duysamda aldırış etmedim. Muhtemelen, kadınlardan biri o taziye evinde olduklarını unutan bazı insanların bitmek bilmeyen isteklerini yerine getirmek için uğramıştı mutfağa. Öyle ya, birileri ciğeri sökülene kadar ağlarken, o bazı insanlar özellikle taziye evlerinde çaylarını limonsuz bile içemezlerdi.

 

"Dilba," genç bir kadının bana seslendiğini işitsemde, ona bakmayıp sadece kafamı sallamakla yetindim. Muhtemelen adını unuttuğum yan komşunun kızıydı. Kadın kapıdan içeri süzülüp yanıma geldi ve eliyle sandalyelerden birine tutunup hafifçe eğildi. "Bir kadın geldi az evvel, seni soruyor."

 

Huzursuz bir nefes dudaklarımdan döküldü. "Annem içeride değil mi?" diye sordum ruhsuz bir sesle. "O baksın."

 

Göz ucuyla kadına baktığımda, kadın olumsuz anlamda kafasını salladı ve yazmasını hafifçe çekiştirip elini beline yerleştirdi. "Feraye abla çıktı az önce, kocası aradı sanırım," dedi düz bir sesle. "Ama kadın bizzat seni sordu, böyle alımlı aynı Feraye abla gibi bir kadın... Bir de pek havalı haspam, taziye için mi geldiniz diye sordum sen karışma Dilba'yı çağır dedi!"

 

Dudaklarımın kenarı alayla belli belirsiz kıvrıldı. Feraye Hanım, iki saat bile dayananamamış, kendi kızının cenazesinde misafir gibi kalkıp kocasına gitmişti. Tam da ondan beklenilecek bir davranıştı şüphesiz...

 

Ayağa kalktım, "Odada mı kadın?" diye sorduğumda sesimde ki soğukluk beni bile korkutmuştu.

 

"Belli ki özel bir şey diyecek..." dedi kadın durgun bir sesle. "Ben de arka tarafta ki boş odaya aldım."

 

Kafamı hafifçe salladım ve bir şey demeden ağır adımlarla çıktım mutfaktan. Kadına teşekkür etme gereği duymadım çünkü bu kadın komşu vasfından çoktan çıkmış, bir dürbün gibi tüm olanları gözetleyen ve annem tarafından fonlanan bir gözetmendi. Feraye Sonay kontrol etmeye bayılırdı ve biz her ne kadar onun umurunda olmasakta, kendi egoist ruh halini beslemek için etrafa küçük piyonlarını yerleştirir ve bundan bizim haberimizin olmadığını düşünürdü.

 

Salonu tıklım tıklım dolduran kalabalığa aldırış etmeden, aralarından sıyrıldım ve koridorda ilerleyerek arka tarafta ki küçük odanın önüne geldim. Sinirlerim epey bozuktu ve böyle perde arkasına gizlenmiş ani ziyaretler beni daha da bunaltıyordu. Kapıyı açtım ve buz gibi surat ifademi zerre bozmadan odaya girdim. Bu gizli misafirimiz, daha önce görmediğine emin olduğum en fazla ellili yaşlarında bir kadındı. Kadın köşede ki tekli koltukta oturmuş, çantasını koltuğun yanında ki küçük beyaz sehpanın üzerine bırakmıştı. Kadın, ela gözleri ve kızıla boyattığı saçlarıyla epey bakımlı ve genç gösteren bir kadındı. Kadının kızıla boyanmış saçları arkadan sımsıkı toplanmıştı ve gözleri benim üzerimde geziniyordu.

 

Bakışlarımı, ifadesiz bir şekilde kadının üzerinde gezdirip ağır adımlarla kadının karşısında ki koltuğa oturdum. "Evet," dedim kaşlarımı hafifçe kaldırarak. "Beni görmek istemişsiniz."

 

Kadın, beni birkaç saniye inceledi. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı ama bu gülümseme keyiften tamamen uzak, daha çok hafif alaycı ve memnun bir gülümsemeydi. "Öncelikle başın sağolsun," dedi oldukça düz bir sesle. "Ablanı kaybetmişsin."

 

Dünden beri sayısız defa duyduğum bu cümleyi zihnime birkez daha kazıyıp, saklanan o soluk acının üzerini kapatığımda, bakışlarım o soluk acının kalan son izinide acımasızca katletti. Gözlerim karşımdaki kadının üzerinde gezinirken, "Dostlar sağolsun da," dediğimde sesim soğuk ve hafif alaycıydı. "Tanıyamadım ben sizi."

 

Kadın duyduğu bu cümleyle beraber kafasını ağır ağır salladı ve yüzüme baktı. "Berşan ben," dedi duruşunu dikleştirerek. "Berşan Boranlı."

 

Gözlerimde ki ifade aniden değiştiğinde bir süre duraksadım ve duyduğum kelimeyi idrak etmeye çalıştım. Boranlı... Yaren'in ağzından bir çok kez duyduğum o soyadını tanımadığım bir kadının ağzından tekrar duyduğumda, ne tepki vereceğimi bir an bilememiştim.

 

Boranlı.

 

Adil Boranlı.

 

Yaren...

 

Kelimeler kafamda birer birer canlandığında, anlam veremeyen bir ifadeyle gözlerimi karşımda oturan kadına diktim. "Boranlı," diye tekrarladım sorarcasına. "Bir dakika..."

 

"Muhtemelen duymuşsundur," diye sözümü kesti kadın. "Rahmetli ablandan değil mi?"

 

Şaşkınlığımı belli etmemeye çalıştım. Zira, Yaren'in defalarca kez o adama ulaşmak istediğini hatta ulaşmak için kimlerle muhattap olmak zorunda kaldığı zihnimde hâlâ diriydi. Ona ulaşmak için şeytanın bile girmeye korktuğu Çinçin'e girme cesaretini göstermiş yirmili yaşlarında eroin bağımlısı bir ayaşa cebinde ki paranın yarısından fazlasını kaptırmıştı. Hiç şüphesiz hackerlar, gölgelerini bile gizleyen adamların izini bulmak için iyi bir seçenek olabilirdi. Tabi başvurduğu adam hacker kimliğinin ardına saklanmış iğrenç bir pedofil ve dolandırıcı olmasaydı.

 

Kadının yanıtını fazla geciktirmedim. "Adil denen adamın karısı olmadığına göre kimsin?" diye sordum buz gibi bir sesle. "Kardeşi falan?"

 

Kadın belli belirsiz kaşlarını kaldırdı ve bana baktı. "Sana Adil Bey'in karısı olup olmadığım hakkında bir şey söylemedim," dedi biraz duraksadıktan sonra. "Neden bu kadar eminsin?"

 

"Karısının burada ne işi var?" gözlerimi Berşan denen kadının üzerinde gezdirdim. "Kim kocasının yüzünü bile görmediği gayrimeşru kızının cenazesine gelir? Üstelik ondan tamamen kurtulmuşken..."

 

Kadının dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. Bu ifadeyi yüzünde çoğu zaman taşıdığı belli oluyordu. "Haklısın," diye mırıldandı sakin bir tınıyla ardından duruşunu dikleştirdi. "Ne karısıyım, ne de kardeşiyim. Adil Bey'le o kadar yakın bir akrabalığımız yok..." Sorarcasına kaşlarımı kaldırıldım, kadın ise konuşmaya devam etti. "Adil, rahmetli eşim Ali Boranlı'nın kuzenidir ama ne yazık ki, ailelerimiz bir türlü birbirinden kopamayacak kadar da yakındır.

 

"Anladım," diye araya girdim, alaycı bir tavırla. "Şu iki konak olayı..."

 

Kadın hafifçe kafasını salladı. Yaren'in o adam hakkında öğrenebildiği tek şeydi bu. İki konak. Bu iki konak her neredeyse, ikisinde de bir Boranlı ailesi yaşıyordu. Bu bilgiye gazetecilik okuyan bir kız sayesinde ben ulaşmıştım. O meşhur Boranlı konaklarından bahsetmişti telefonda ama ertesi gün bir daha bu konu hakkında ağzını bile açmamıştı. Ne olduğu açıkça ortadaydı, biz daha o konakların nerede olduğunu bile öğrenemeden Adil Bey'in herhangi bir piyonu o kızı da susturmayı başarmıştı. Adil denen adam öldürmüyordu, insanların önüne ölümden daha beter tehditler sunuyor, sonra o insanların ağızları hiç açılmamış gibi tekrar kapanıyordu.

 

Arkama yaslandım ve parmağımla koltuğun kenarına ritmik bir şekilde dokunmaya başladım ama gözlerim karşımda ki kadından ayrılmamıştı. "Adil Bey, saklandığı o kara perdenin arkasından çıkmayı kabul mü etti yoksa?" diye sordum. "Biraz geç olmadı mı ya?"

 

"Yaren için artık çok geç, haklısın." diye beni yanıtladığında sesi ciddileşmişti. "Ama bizim için değil Dilba."

 

Gözlerimi çok hafif kıstım. "Yani?" diye sordum soğuk bir sesle.

 

Kadın üzerinde ki elbisesinin yakasını düzeltti. "Adil Bey'in, Yaren'in öldüğünden haberi olmadığını biliyor muydun?" diye sorduğunda bir an afallar gibi oldum. "Ya da... Kızının adını bile bilmediğini, sadece varlığından haberdar olduğunu?"

 

Biraz duraksadım. Bu kadarını gerçekten beklemiyordum. Derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim ve ensemde hissettiğim sıçaklıkla beraber sağ ellerimi saçlarımın arasından geçirip biraz ferahlamaya çalıştım. Berşan Hanım'ın gözleri hâlâ benim üzerimdeydi. "Adını bile öğrenmek istemeyecek kadar nefret ediyordu yani Yaren'den..." diye mırıldandım daha çok kendimle konuşarak. "Ama hissediyordu Yaren bu nefreti, o adamın yüzünü bir kere bile göremese de hissediyordu. O yüzden..." Cümlenin devamını getiremedim. O kayıbı dile getirmek şuan bile canımı yakıyordu.

 

Şayet Yaren'in gidişi bir ölüm değil vazgeçişti. Kendinden.

 

Kadın bir süre duraksadı ve duyduklarını anlamlandırmaya çalıştı. Ama, ne duyarsa duysun duruşundan zerre ödün vermiyordu. "O gencecik kızın ölümüne sebep olan şeyi söyleyip yaranı tekrar deşmeme gerek yok herhalde..." diye mırıldandığında sesindeki yıkılmaz soğukkanlılık kendini bariz bir şekilde belli etmişti. "Ama senin hakkında öğrendiğim şeylere bakılırsa, bunu karşılıksız bırakacak bir kız olmadığını düşünüyorum."

 

"Ne bu?" diye sordum alaycı bir ses tonuyla. "Manipülasyon falan mı?" Gözlerim kadının üzerinde gezinirken bakışlarıma sorgulayıcı bir ifade yerleştirdim. "Ya da..." diye devam ettim. "Aklınızca nabız yoklamaya mı geldiniz?"

 

Kadın hafifçe gözlerini kıstı ve öne doğru yavaşça doğruldu. "Ne demek o?" diye sordu yüzüme bakarak.

 

"Nereden bileceğim diyorum..." diye yanıtladım onu buz gibi bir sesle. "Ne belli Adil denen o adam için buraya gelmediğiniz? Belki de peşine düşüp düşmeyeceğimi öğrenmek için o yolladı sizi."

 

Kadın yüzüme baktı ve oldukça alaycı ve üstten bir tavırla kısık bir kahkaha attı. Kadının bu hareketine zerre şaşırmadım çünkü kendiyle beraber buraya kadar taşıdığı o dağ gibi egosu bir kaç kilometre öteden bile farkediliyordu. Kadın dikkatle yüzüme baktı. "Tatlım sen beni anlamadın galiba," diye mırıldandığına sesi alaycıydı. "Berşan Boranlı'yım ben. Ben piyon olarak kullanılmam, kullanırım."

 

Kaşlarımı kaldırdım. "O piyon da ben mi oluyorum?" diye sordum.

 

Kafasını salladı. "Hayır tabiki de," dedi, sesi ciddileşmişti. "Sen bir piyondan daha fazla işime yararsın... Hakkında çok şey öğrendim, sen de tahmin edersin ki bu öğrendiklerim pek iç açıcı şeyler değil." Kadın gözlerime imayla baktı. "Mesela şu iki sene önce mekanında şarkıcı olarak çalıştığın adam hakkında..." Yapmacık bir merakla bana baktı. "Sana sarkıntılık yaptığı herkes tarafından biliniyordu öyle değil mi? Tesadüfe bak ki, adam hiçbir rahatsızlığı olmamasına rağmen tam senin sahneye çıkacağın gece hık diye ölüyor."

 

Yüzümde mimik dahi oynamasına izin vermedim. "Bunun benimle ne alakası var?"

 

Kadın kafasını hafifçe yana eğdi ve imayla beni süzdü. "Sen o sırada tıp fakültesi üçüncü sınıf öğrencisisin ve ne hikmetse bu adam öldükten sonra otopside kanında zehir bulunuyor ve sen o sırada o hastanede staj yapıyorsun." diye konuştu. "Zehir ağız yoluyla alındığı için kayıtlara intihar olarak geçiyor ve bak şu işe..." Elerini hafifçe birbirine vurdu. "Dosya kapanıyor."

 

Bu ince ince araştırılmış tespit önüme atıldığında, gözlerimde taşıdığım ruhsuz ifadeyle bir süre karşımda ki kadına baktım. Geride bıraktığım bir kaç yıl içinde zaten çokta beyaz sayfaları olmayan hayatım bir kaç sevimsiz hadiseyle beraber tamamen siyaha boyanmıştı. Sadece sonuca bakan insanlar için detaylar elbette önemsizdi ve tâbi ki biz bu noktaya detaylar sayesinde gelmiştik.

 

Gerçeklerden kaçmak için serbesttiniz.

 

O gece, cehennemin içinde ki o bataklığa battığımda, beni oraya kimin ittiğine şahit bulamazdınız.

 

Çünkü kendi gözlerinizi de kendiniz kör etiniz.

 

Kadın parmağıyla beni gösterdi. "İşte bana tam olarak senin gibi biri lazım."

 

O sırada dışarıda odanın dışında gürültüler duyuldu. Çok geçmedi ki odanın kapısı gürültüyle açıldı. "Ya Dilba, ne zaman bitecek kızım bu taziye?"

 

Odaya dalan münasebetsiz, Volkan'dan başkası değildi. Volkan denen bu ayyaş karşı komşunun, içip gezmekten başka bir halta yaramayan müsvedde oğluydu. Maalesef ki bir kaç gün onunla takılma hatasına düşerek, bir kez daha peşimi bırakmayan bir saplantı kazanmıştım. Ama bu, önceki pislik herife kıyasla benim için tehlike arz etmiyordu.

 

Peşimden ayrılmaması dışında.

 

Gözlerimi sinirle Volkan'a taraf çevirdim. "Ne dalıyorsun odaya?" diye söylendim. "Çık git şu odadan, görmüyor musun bir şey konuşuyoruz şurada..."

 

Volkan, Berşan Hanım'ı baştan aşağı süzdü ve sorgulayıcı bir tavırla, "Hanımefendi kim?" diye sordu ağzında eğreti duran bir kibarlıkla. Gözleri sabit durmuyordu ve göz altları mordu. Bir şey kullanmıştı yine.

 

İçki dışında bir şey.

 

Ayağa kalktım ve kapıya doğru ilerleyip Vokan'ı kapının dışına ittim. "Çık git Volki," dedim bıkkın bir sesle. Burnuma dolan yoğun içki kokusuyla yüzümü buruşturdum ve Volkan'ın sırıtan suratına karşı kapıyı kapattım.

 

"Ne kadar nezih bir çevren var." diye konuştu Berşan Hanım arkamdan alayla.

 

Gözlerimi devirdim ve arkamı dönerek sabırsız bir tavırla karşısına oturdum. "Ne istiyorsunuz Berşan Hanım?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. "Açık açık söyleyin, buraya içinde bulunduğumuz çöplüğü görmeye gelmediniz herhalde..."

 

Kadın duruşunu dikleştirdi. "Tamam," dedi düz bir sesle. "Lafı daha fazla uzatmayacağım," kafasını hafifçe salladı ve bakışlarını bana dikti. "Sana bir fırsat sunuyorum, eğer bir hafta sonra Mardin'e gelmeyi kabul edersen..."

 

"Anlamadım," diye sözünü kestim. "Mardin ne alaka?"

 

Kadın hafifçe gülümsedi. "Adil Bey, Mardin'de Dilba." dedi ciddi bir sesle. "Bu zamana kadar Yaren'in aradığı her şey Mardin'deydi. O iki konak, Boranlı ailesi, herşey..."

 

Feraye Sonay. Annem. Demek bu zamana kadar bizden sakladığı memleketi Mardin'di. Öyle ya, sırf Yaren o adamı bulmasın diye bizden nereli olduğunu bile saklamıştı.

 

Berşan Hanım, derin bir nefes aldı. "Mardin'e gelmen lazım," dedi sakin bir sesle. "Ama Yaren'in kardeşi olarak değil," Sesini çok hafif azalttı ve gözlerini üzerime dikti. "Adil Bey'in kızı olarak."

 

Bir anda kaşlarım çatıldı. "Ne saçmalıyorsunuz siz ya?" diye sordum ayağa kalkarken. "Dalga mı geçiyorsunuz benimle?"

 

Kadın sakinliğinden asla ödün vermedi. Bu söylediği şeyi gayet aklı başında bir soğukkanlılıkla söylemişti. Aynı şekilde bana bakmaya devam etti. "Adil Bey, Yaren'in öldüğünü bilmiyor." dedi kendinden emin bir sesle. "O adamdan bunların hesabını sormak için böyle bir fırsat asla ayağına gelmez." Kadın ayağa kalktı ve gelip karşımda durdu. "Senin ondan alman gereken bir intikam var, Dilba." diye devam etti. "Rahmetli kocamın da o adamla kapanmamış bir hesabı vardı," Bakışlarına ciddi bir ifade oturdu. "Ve o hesabı sormak bana ve evlatlarıma düşüyor."

 

Bir an duraksadım. "Neymiş o hesap?" diye sordum ciddi bir sesle. Gözlerim kadının üzerinde gezinirken, bakışlarım oldukça sorgulayıcıydı.

 

Anlam veremiyordum.

 

Berşan Hanımın bakışları bir süre aynı noktaya takılı kaldı. O an, geçmişte her ne yaşnadıysa şimdi gözlerinin önünde o anın tekrar canlandığını anladım. "Orası da bana kalsın," dedi buz gibi bir sesle. O adama olan öfkesini sesinden akıtmıştı. "Sen sana söylediklerimi bir düşün Dilba..." diye devam ettiğinde ifadesiz bir suratla ona baktım. "O adamın üzerinde çok kişinin ahı var, Yaren'in kanı yerde kalmasın bari..."

 

Kadın koltuğun üzerinden çantasını aldı ve içinden bir kağıt çıkarıp elime tutuşturdu. "Eğer gerçekten merak ediyorsan ve bu olanların hesabını o adamdan sormak istiyorsan beni ara Dilba."

 

Bakışlarım kağıda değdiğinde, üzerinde kadının numarasının yazdığı kağıtla bir süre bakıştım. Kadında beklemedi ve odadan çıkıp gitti. Bir an bu olanlara anlam veremedim. Ama benim kardeşimin kanı hâlâ yerdeydi. Kendini astığı o atkı hâlâ dolabımda, gözyaşlarının mürekkebiyle yazdığı o açılmamış intihar mektubunun üzerinde duruyordu. O atkıya dokunabilecek kadar duygusuz, mektubunu okuyamayacak kadar uykusuzdu gözlerim ve sırf o mektubu okumaya cesaret edemediğimden, ablamın mezarının başında gözyaşı dökmeye bile utanmıştım.

 

Sonra bu şuursuz hayatın kolpa yalanlarını kendime bir duvar diye örmüş, onun ardında sabaha kadar ağlamıştım.

 

Özür dilerim uyuyan güzel...

 

Ben senin kardeşin olmak için fazla bencilim.

 

Kapının tıklamaya bile zahmet edilmeden ikinci kez pat diye açıldığını hissetsemde, o tarafa bakamayacak kadar allak bullaktı zihnim. O sırada bir kaç gündür duymaya alışık olduğum seslerden biri yine aynı küstahlıkla insanların ne kadar vurdumduymaz oluşlarını gözler önüne seren bir cümle kurdu.

 

"Dilba, evde ada çayı var mı? Ahsen Hanım'a çay dokunuyormuş da."

 

İnsanlar asla değişmiyorlardı.

 

...

BÖLÜM SONU

 

Bu bölüm ikinci bir giriş niteliğindeydi. Yarın, 2. Bölüm aynı saatte yayımda olacak. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum❄️

 

Bana ulaşmak için.

İnstagram: Wattyblackfire

Pinterest: Cherryred00

 

Duyurulardan haberdar olmak için: @K_Blackfire hesabını takip edebilirsiniz.

 

Loading...
0%