Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. SAPTANAN İHANETLER

@k_blackfire

Keyifli okumalar...

 

11. BÖLÜM

"Saptanan İhanetler"

 

𓆙

 

İhanet, bir insanın inebileceği en alçak noktadır.

 

İşte o kör duygu, bedenine saplandığı vakit asla kanatmaz sadece derin bir öfke akar o yaradan.

 

Cehennem ateşi gibi.

 

Bu yakıcı öfke, Ruken'i ne denli yaktıysa tek bir saniye düşünmeden silaha sarılmıştı.

 

Ya kendini vuracaktı.

 

Ya da celladını.

 

"Bilmiyorum, çıkmış gitmiş. Her tarafa baktık ama yok." Güven'in kurduğu bu son cümleyle beraber, odanın içinde ki herkes ayaklanmıştı.

 

Yan tarafımda duran Berşan Hanım'ın hareketlendiğini farkettiğimde hafifçe ona döndüm. Bir anda yüzü bembeyaz kesilmişti ve gözlerine inen dehşetin şiddeti karşısında bir kaç saniye duraksamak zorunda kaldım. Berşan Hanım, ilk önce Azer'e taraf baktı. Ellerinin titremeye başladığını görür görmez kaşlarım çatıldı ve hafifçe Berşan Hanımın koluna dokundum. "İyi misiniz?"

 

Berşan Hanım, gözlerini bir an olsun Azer'den ayırmadı. "Kendine," diye konuştu kesik kesik, sesi titriyordu. "Azer," Kolları bana tutundu. "Azer, kardeşin bir şey yaptı kendine..."

 

Azer'in bakışlarına o an öyle bir ifade yerleşti ki, odadaki herkesin onun bu öfkesinden korktuğuna yemin edebilirdim. Kasılan çene hatları ve gözlerine yerleşen bu ifadeyle bakışlarını Güven'e taraf çevirdi. "Nasıl farketmezsiniz lan?" diye sordu oldukça sert bir sesle.

 

Berşan Hanım'ın koluma tutunan elleri sıkılaştığında, Berşan Hanıma taraf baktım. Adeta donup kalmış gibiydi. Neden bilmiyorum ama bu korkunun sadece bu olaydan kaynaklandığını düşünmüyordum. Travması var gibiydi.

 

Şu an farkında değildi ama nefesini tutuyordu.

 

Hafifçe Berşan Hanımı sarstım. "Berşan Hanım," diye konuştum ama o beni duymadı bile. Onu bu sefer biraz daha şiddetli sarstığımda adeta irkilircesine bana taraf baktı. "Nefes alın."

 

Berşan Hanım zorlukla nefes almaya çalıştığında, Mercan hemen yanımıza koşup Berşan Hanımı tuttu ve beraber koltuğa oturttuk.

 

O sırada Güven, Azer'e taraf baktı ve kafasını salladı. "Adamlar kapıdan bir an bile ayrılmamışlar," dedi telaşlı bir sesle. "Arka garajın kapısından çıkıp gitmiş."

 

Azer, bu son cümleyle beraber bir saniye bile beklemeden odadan çıktı. Güven, Azer'in peşine takılacağı sırada bir an duraksadı ve hızlıca odanın içinde gezdirdi bakışlarını ve en son bana baktı. "Dilba Hanım," diye konuştu ciddi bir sesle. "Ne olduğunu bilmiyoruz, eğer kendine bir şey..." O bunu dediğinde Berşan Hanım herkesin aklına gelen ihtimalle hıçkırarak ağlamaya başladı. Güven ise göz ucuyla Berşan Hanıma baktı ve sonra tekrar bana döndü. "Siz de gelseniz iyi olacak."

 

Hafifçe kafamı salladım ve bekletmeden Güven'in olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. Biz beraber odadan çıktığımız zaman, Harun da koşarak yanımızdan geçip Azer'e yetişmeye çalıştı. Aceleci adımlarla merdivenlerden inerken, hafifçe Güven'e taraf baktım. "Adil Bey'i neden çağırmadın?" diye sordum. "O da doktor sonuçta."

 

Güven göz ucuyla bana baktı. "Azer Ağa çok sinirli," dedi merdivenleri ikişer ikişer inerken. "Adil Bey saçma bir laf eder, daha büyük olay çıkar."

 

Biz aşağı inip avlu kapısına doğru ilerlerken, Azer'in arabasının bir şimşek gibi, çıkardığı tekerlek sesi eşliğinde konaktan uzaklaştığını gördüm. O sırada Güven kapıda ki adamlara bir şeyler söyledi ve kapıdaki arabaya doğru yöneldi. Bende peşinden gidip hızlıca arabaya bindiğimde, bir kaç adamın daha arabalara bindiğini yeni farketmiştim.

 

Güven arabayı çalıştırdığında, bakışlarım konağa taraf döndü. Herkes konağın taş terasından olduğumuz tarafa doğru bakıyordu. Araba hızlıca konağın olduğu sokaktan çıkarken, bakışlarımı ön cama çevirdim. "Nişanlısının evine gitmiş olabilir mi?" diye mırıldandım.

 

Güven gözlerini yoldan ayırmadı. "Orası kesin ama," dediğinde araba Midyat'ın dar sokaklarına rağmen hızla ilerlemekteydi. "Çok büyük olay çıkacak ben size söyleyeyim."

 

Güven bunu der demez, Azer'in siyah arabası girdi kadrajıma. Araba öyle hızlı gidiyordu ki yetişmek neredeyse imkansızdı. Azer'in öfkesini şu an düşünmek bile istemiyordum. O Azat denen herifi bulduğu yerde öldürmek isteyecekti.

 

Bakışlarımı ön camdan ayırmadan, "Dillendirmek istemiyorum ama," diye konuştum zorlukla. "Ya kendine bir şey yaptıysa ne olacak?"

 

Güven, telaşlı bir ifadeyle derin bir nefes aldı. "Düşünmek bile istemiyorum," diye konuştu kafasını hafifçe sallayarak.

 

Bundan aylar önce ablasının intihar görüntüsüyle yüzleşen bir kız için fazla cesur davranıyordum. Daha o korkunç gidişi aklımdan bir an olsun çıkaramazken şimdi başka birinin kendine bir şey yapmış olma ihtimaline karşı bir bilinmezlikle yüzleşmeye gidiyordum.

 

Bir an kalbimin sıkıştığını hissetsemde bunu belli etmedim.

 

Bir kaç dakika sonra, Azer'in arabasının bir konağın önünde durduğunu gördüm. Güven yetişmek istercesine biraz daha yüklendi gaza. Biz konağın sokağına yeni girmiştik ki Azer'in bir hışımla arabadan inip konağa girmesi bir olmuştu. Muhtemelen, Azat denen adamın yaşadığı konaktı burası. Boranlı konakları kadar büyük değildi ama yine de gayet varlıklı bir aileye ait olduğu belli olacak kadar görkemliydi burasıda.

 

Konağın önüne vardığımızda, Güven arabayı Azer'in arabasının hemen arkasında durdurdu ve hiç beklemeden indi arabadan. Bende hemen arkasından indiğimde, bakışlarımı etrafta gezdirdim. Kapıda adam bile yoktu, muhtemelen herkes içerideydi.

 

Bir kadının bağırma sesi duyuldu önce ama bu Ruken'e ait değildi. Daha çok olgun bir kadının sesine benziyordu. Güven'in çoktan avlu kapısından içeri girdiğini farkettiğimde hızlı adımlarla kapıya doğru yürüdüm ve bende içeri girdim.

 

O sırada karşılaştığım manzara bir kaç saniye duraksamama sebep oldu.

 

Avlu oldukça kalabalıktı. Ellili yaşlarında bir kadın eliyle ağzını kapatmış korkuyla bir noktaya bakıyordu. Sanırım az önceki ses bu kadına aitti. Kadının baktığı noktayı görebilmek için bir kaç adım daha ilerlediğimde, şimdi her şeyi daha net görebilmiştim. Ruken, elinde ki silahı Azat'a doğrultmuş gözlerinde ki müthiş öfkeyle, parmağı tetikte bekliyordu. Gözleri kıpkırmızıydı ve adeta öfkeden gözü dönmüş gibiydi.

Azat ise suratındaki şaşkınlık ve korku ifadesiyle Ruken'e bakıyordu.

 

Sonra, Azer girdi kadrajıma. Gözleri Ruken'in üzerindeydi. "Ruken," dediğini duydum sakin tutmaya çalıştığı sert sesiye. "Ver o silahı bana."

 

Ruken'in silahı tutan elleri titrer gibi oldu ama hemen toparlayıp silahı daha sıkı tuttu ve biraz daha kaldırarak Azat'ın alnının ortasına hizaladı. Kafasını hafifçe salladı bakışlarını Azat'dan ayırmadı. "Hayır," dedi titreyen bir sesle. "O beni nasıl öldürdüyse, ben de onu öldüreceğim."

 

Müdahale edip etmemek arasında kararsız kaldım. Şuan onu sakinleştirebileceğimi zannetmiyordum. Gözlerinde ki acı, her geçen saniye öfkesini daha çok alevlendiriyordu, bunu buradan bile görebiliyordum.

 

Azer'in, gözleri Azat'a taraf döndü. Ona öyle bir öfkeyle baktı ki, adeta Ruken'den önce silahını çıkarıp onu vurabileceğini bile düşündüm. Diğer taraftan Azer'in yaşlarında bir adamın temkinli bir şekilde Ruken'e taraf yaklaştığını gördüm. Genç bir adamdı ve oldukça şık giyimliydi, muhtemelen Azat'ın abisi veya kuzeniydi.

 

Adam Ruken'e baktı ve "Sakin olman gerekiyor," diye konuştu elini sakinleştirmek istercesine havaya kaldırarak. "Bak Azat'ı vurursan senin hayatın da mahvolacak..."

 

"Benim hayatım zaten mahvoldu," diye bağırdı Ruken, hıçkırıklar eşliğinde. "Senin kardeşin benim hayatımı mahvetti!"

 

Az önceki kadın elini ağzına bir kez daha kapattı ve korkuyla Azat'a taraf baktı. Azat'ın annesi olmalıydı muhtemelen ve gözlerinde ki endişe her şeyi açıkça belli ediyordu. "Kızım," dedi Ruken'e taraf bakarak. "Allah için bırakasın o elindekini..."

 

Ruken herhangi bir tepki vermedi. Gözleri kan çanağı gibi şişmişti ve Azat'ın üzerinden ayrılmıyordu. Parmağı tetiğe biraz baskı uyguladı. O an Azat'ın suratı kıpkırmızı kesilmişti. "Ruken," diye konuştuğunda sesinde ki bariz korku kendini hemen belli etmişti. "Bak konuşuruz hallederiz," Ruken silahı biraz daha ona yaklaştırdığında bir an korkuyla titrer gibi oldu. "Hadi bak," dedi kesik kesik. "Ne olur bırak, gerçekten vuracak mısın beni?"

 

Azer'in, bakışları öfkeyle Azat'a döndü ve adeta üzerine yürüdü. "Kes lan sesini!" diye konuştu dişlerinin arasından.

 

Ruken'in bir an dikkati dağılır gibi olduğunda, Azer hiç beklemediğim bir anda Ruken'in elinden silahı aldı ve Ruken'i kollarından tutarak Azat'tan bir kaç adım uzaklaştırdı. O sırada Ruken öfkeyle Azat'a bakıp debelenmeye başlamıştı. "Abi bırak," diye bağırdığında Azer onu daha sıkı tuttu. "Benim içim soğumaz, bırak beni."

 

Azer, sakinleştirmek istercesine Ruken'e baktı. "Tamam," dedi kafasını hafifçe sallayarak. "Sakin ol, ben buradayım."

 

O sırada Ruken'in ellerindeki titreme bariz bir şekilde artmıştı. Gözlerinin kaydığını farkettiğimde istemsizce bir kaç adım ilerledim. Bayılacaktı. Ağlaması aniden kesildiğinde, Azer'e taraf baktım. "Azer," diye konuştum.

Azer'in göz ucuyla bana baktığını farkettim, ben ise Ruken'e taraf döndüm. "Bayılacak."

 

Bunu söylememle beraber, Ruken'in gözleri tamamen kapandı ve saniyeler içinde abisinin kollarına yığıldı. Azer'in kaşları çatılırken gözleri Ruken'in üzerinde geziniyordu. Güven hızla koşup adamlara taraf seslendiğinde Harun'un yanımıza taraf koştuğunu yeni farketmiştim.

 

Azer, Harun'a taraf baktı. "Ruken'i arabaya götür," diye konuştu oldukça ciddi ve sert bir sesle.

 

Harun bir saniye bile düşünmeden Ruken'i kucağına aldı ve yanımızdan uzaklaştı. Azer'e taraf göz ucuyla baktığımda, onun gözleri Azat denen adamın üzerine dikilmişti.

 

Onu öldürecekmiş gibi bakıyordu.

 

"Benim kardeşimi," diye konuştu ölüm gibi bir sesle. "Bu hale getirmenin bedelini çok pis ödeteceğim sana Azat efendi."

 

Azat kıpkırmızı olmuş suratıyla, yalvarırcasına Azer'e baktı. "Abi benim bir suçum yok, yemin ederim," diye konuştuğunda bu söylediğine muhtemelen kendi bile inanmamıştı. "O günde dinlemediniz beni, Allah aşkına..."

 

Azer sinirle bir kaç adım Azat'ın üstüne yürüdü. "Bana bak lan," diye konuştu öfkeyle. "Seni bir daha Ruken'in yanında, yamacında görürsem," Gözlerine tehditkar bir ifade yerleşti. "Bir an düşünmem, patlatırım o küçük beynini."

 

Azat'ın abisi olduğunu düşündüğüm adam bir adım öne çıktı ve Azer'e taraf baktı. "Azer, sakin ol biraz," diye konuştu. "Belki bir yanlış anlaşılma vardır__"

 

Azer'in gözleri, diğer adama taraf döndü. "Yanlış anlaşılma falan yok," dedi oldukça kesin bir sesle. "Lan siz dua edin babamın hatrı var."

 

O sırada Azat'ın korku dolu gözlerinin beni bulduğunu farkettim. Bu korkunun yanına ufak bir şaşkınlık yerleşti. Muhtemelen Azer'in yanında ne işim olduğunu düşünüyordu ama şuan o kadar korkuyordu ki ağzını açıp tek kelime bile edemedi.

 

Azer, son cümlesinden sonra arkasını dönecekti ki bir an duraksadı ve elini beline uzatıp silahını çıkardı. Etrafta ki adamlar silahlarına davrandıklarında, Azer onlara öyle bir baktı ki, adamların elleri olduğu yerde duraksadı ve öylece kala kaldılar. Azer silahın emniyetini kapatıp Azat'a taraf doğrulttu ve iki ayağına da ard arda iki kez ateş etti.

 

Avluda aniden çığlık sesleri duyulduğunda, Azat yere düştü ve boğukça inleyerek ayaklarını tuttu. Herkes Azat'ın suçlu olduğunu biliyordu ve bu yüzden abisi bile Azer'e herhangi bir karşılık vermemişti.

 

Azer, yerde acıyla bağıran Azat'a taraf baktı. "Bir dahakine," diye konuştu tehditkar bir tınıyla. "Direk kafana sıkarım haberin olsun."

 

Bu son uyarıyı yaptıktan sonra, göz ucuyla bana bakıp, "Dilba," diye mırıldandı. "Hadi."

 

Azat'a son kez bakıp gözlerimi devirdim ve Azer'le beraber avludan çıktık. Azer, o kadar sinirliydi ki Güven bile konuşmaya korkuyordu.

 

Harun, Ruken'i o sırada Azer'in arabasının arka koltuğuna oturtmuştu ve ne yapacağını bilemeyerek bize taraf bakıyordu. Adımlarımı hızlandırdım ve gelip Ruken'in önünde hafifçe eğildim. Nefesini ve kalp atışlarını kontrol ettiğimde herşey normal görünüyordu. Sadece aşırı öfkeden dolayı baygınlık geçirmişti muhtemelen bir kaç dakikaya kendine gelirdi.

 

"Hastaneye mi götürsek," Harun bunu dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım.

 

"Gerek yok," dedim düz bir sesle. "Kendine gelir birazdan."

 

Azer'in arabaya bindiğini farkettiğimde, Harun da Ruken'i biraz daha içeri doğru itti ve kapıyı kapattı. Arkadan dolanıp diğer taraftan arka kapıyı açıp bende Ruken'in yanına bindim. Azer omuzumun üzerinden hafifçe kafasını çevirip bize taraf baktı. "Emin misin, hastaneye gerek olmadığına?"

 

"Eminim," dedim buz gibi bir sesle. "Ayrıca hastanede Helin'le karşılaşmalarını hiçbirimiz istemeyiz öyle değil mi?"

 

Azer, bakışlarını üzerimde gezdirdi ve sonra tekrar önüne dönerek arabayı çalıştırdı. Harun ve Güven'de diğer arabaya çoktan binmişlerdi.

 

Araba konağın önünden ayrılırken, benim bakışlarım hâlâ Ruken'in üzerindeydi. Kafası cama yaslı bir şekilde öylece baygın yatıyordu. O Azat denen adamın, iki kadını da bu denli yaralamış olması akıl alır gibi değildi. Bir insan buna nasıl cesaret edebilirdi ki?

 

Kısa bir süre sonra konağa vardığımızda, herkesi kapıda görmeyi beklemiyordum. Berşan Hanım, arabayı görür görmez bir adım öne çıktı ve gerçekten onun yüzümde ilk defa gördüğüm bir endişeyle arabaya baktı. Lebriz Hanım ise elindeki bastonu sıkı sıkıya kavradı ve oldukça soğukkanlı bir ifadeyle beklemeye devam etti.

 

İlk önce Azer indi arabadan. Konağın kahyası Ziya, koşarak gelip kapımızı açtığında, Ruken de yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı. Ben arabadan indiğimde, Berşan Hanım derhal koşup Ruken'in yanına geldi. "Ah Ruken," diye konuştu, sesi hâlâ endişeli çıkıyordu. "Canımdan can gitti benim burada."

 

Ruken, gözlerini annesinin üzerinde gezdirdi. Şimdilik iyi görünüyordu, herhangi bir anormallik yoktu. Annesinin söylediği şeye herhangi bir tepki vermedi ve doğrulmaya çalıştı. Harun ve Berşan Hanım, ayağa kalkmasına yardımcı olurlarken, Cenap Ağa'nın bize taraf geldiğini gördüm ve bakışlarımı o tarafa çevirdim.

 

"Çok çok geçmiş olsun," diye konuştu önce Ruken'e, sonra da Azer'e taraf bakarak. "İyi mi bari? Elinden bir kaza çıkmadı inşallah... Yahu ne demek silah alıp kaçmak, ya birine bir şey olsaydı?"

 

Azer, Cenap Ağa'nın söylediklerine herhangi bir cevap verme gereği duymadan, suratında ki o sinirli ifadeyle avlu kapısından içeri girdiğinde, Dilcan Hanım dönüp Cenap Ağa'ya taraf baktı. "Sen ne boş boğaz bir insansın Cenap?" diye söylendi. "O çenen beş dakika durmuyor be adam!"

 

Cenap Ağa hafifçe kaşlarını çattı. "Allah Allah! Ben şu kızcağızı düşündüğümden öyle diyorum," dedi elinde ki tesbihini sallarken. "Hem bizim bu Ruken niye dellendi bu kadar? Onu de sen bana önce."

 

Dilcan Hanım, sabır dilercesine derin bir nefes aldı. "Sana ne Cenap? Sırası mı şimdi, bir sus allah için."

 

Bu sırada Harun ve Berşan Hanım, Ruken'i içeriye götürmüşlerdi. Misafirler ortada görünmüyordu, gitmiş olmalıydılar.

 

Ve tabi yanlarında büyük bir dedikodu malzemesiyle...

 

Diğerleri yavaş yavaş avluya geçerlerken, bende burada fazla durmayıp içeri girdim. Adil Bey, Ruken'in yanına oturmuş durumuna bakıyordu. Orkun ve Harun ayaktaydılar, Berşan Hanım ve Lebriz Hanım ise dikkatle Adil Bey'in, Ruken'i muayene etmesini izliyorlardı. Herkesin endişesi henüz taneydi ve bu bugün kolay kolay geçeceğe benzemiyordu.

 

Gözlerim Azer'i bulduğunda, onun öfkesinin buradaki insanların endişesinden çok daha taze olduğunu anlayabiliyordum. Ayaktaydı ve elleri ceplerinde, ifadesiz gözlerle Ruken'e taraf bakıyordu. Gözünü bile kırpmadan Azat'ı vurmuştu. Bu demek oluyordu ki, daha kötüsünü yapmak için Azat'ın tek bir hatası yeterli olacaktı.

 

Azat'ın tek bir hatası, Azer'in onu öldürebileceği anlamına geliyordu.

 

Onları izlemeyi bırakıp, merdivenlere taraf yürümeye başladım. Adil Bey burada olduğuna göre bana ihtiyaç yoktu. İçimi saran derin bir sıkıntıyla beraber yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya başladım. İçime doğan garip bir boşluk hissi bedenimi sarıp sarmalıyordu. Adil Bey gibi taş kalpli bir insanın bile biri için endişelendiğini bilmek, bir tokat gibi yüzüme çarpmıştı.

 

İşte o bir kaç saniye ilk defa yalnızlığımı bu kadar net hissedebilmiştim.

 

Bu hayatta benim için gerçek anlamda endişelenen tek kişi ablamdı. O gitmişti ve ben şimdi hiç olmadığım kadar kimsesizdim. Daha önce hiç bilmediğim bir şehrin ortasında kimsesiz ve onlarca kişi arasında yapayalnızdım. Bir gece yarısı kendimi dışarı atıp, Midyat'ın ıssız bir uçurumunun kenarında sıksam kafama, kimsenin umurunda olmayacağımı bilecek kadar ayıktım bu hayata.

 

Çünkü ben Dilba'ydım.

 

Bencil, hissiz, duygusuz.

 

Kötü.

 

Şeytan.

 

Yılan Dilba.

 

Nefeslerim, bir kaç saniye boyunca ciğerlerime yetmediğinde buna inat duruşumu daha çok dikleştirdim ve az önceki o duygu karmaşasını hızlıca ifademden kovdum. İkinci katın uzayıp giden balkonunda bakışlarım gezinmeye başladı. Lebriz Hanım'ların konağıyla birleşen ve bir kaç saat önce misafirlerin ağırlandığı ortak kullanılan büyük oturma odasının kapısı sonuna kadar açıktı. İçeride biri olduğu kesindi. Merakıma yenik düşüp adımlarımı o tarafa doğru yönlendirdim ve açık olan kapıdan içeri doğru baktım.

 

Gaye, elinde telefonla koltuklardan birine oturmuş ve oldukça dalgın bir ifadeyle telefona bakıyordu. Ruken'in durumunu pekte merak etmişe benzemiyordu. Hatta o kadar dalgındı ki, odaya girdiğimi bile farkettmedi.

 

Bir kaç adım ilerleyip tam arkasında durdum. Telefonunun ekranında gördüğüm fotoğrafla beraber hafifçe kaşlarım havalandı. Gaye'nin böyle dalgın bir şekilde izlediği şey Azer'in dışarıda çekilmiş bir fotoğrafıydı. Aile fotoğrafına benziyordu lakin Gaye fotoğrafı büyütüp sadece Azer'i izleyebileceği bir şekle getirmişti.

 

Geldiğimi farketmemiş olacakki fotoğrafı biraz daha büyütüp Azer'in yüzüne baktı bir süre. Hayranmışcasına.

 

Bir kaç adım ilerleyip Gaye'ye taraf baktım. "Vay," diye konuştuğumda Gaye aniden irkilip bana baktı ve telefonunun ekranını hızlıca kapattı. Dudaklarımın kenarı hafifçe kırılırken, "Platonik aşık ha?" diye mırıldandım.

 

Gaye'nin suratı bir anda değişti ve bakışlarını kaçırarak telefonuna baktı. Yüzü kızarmıştı. "Ne platoniği ya," diye konuştu geçiştirmeye çalışarak. "Yeni," Duraksadı ve ayağa kalktı. "Yeni hesap açmıştım da istek gönderecektim."

 

Kollarımı önümde bağladım ve Gaye'yi baştan aşağı süzdüm. "Sen böyle istek atacağın herkesin fotoğrafına dakikalarca bakıyor musun?" diye sordum sinir bozucu bir imayla. "Yoksa sadece Azer'e mi özel bu durum?"

 

Gaye bakışlarını üzerimde gezdirdi ve gizlemeye çalıştığı bir telaşla bir kaç saniye duraksadı. Gizlemeye çalışsada pek başarılı olamıyordu. "Ya öylesine bakıyordum işte ne var bunda?" dediğinde sesi oldukça huzursuz çıkmıştı. "Ayrıca sen ne zaman geldin, onlarla gittin zannediyordum?"

 

Alayla güldüm. "Günaydın tatlım."

 

Elinde sıkıca tuttuğu telefonu hafifçe arkasına sakladı. "Geldiler mi?" diye sordu. "Nereye gitmiş Ruken?"

 

"Geldiler," diye yanıtladım onu buz gibi ve alaycı bir tavırla. "Burada oturup Azer'in fotoğraflarına bakacağına, inip aşağıda kendin öğren ne olup bittiğini."

 

Gaye sıkıntıyla nefesini verdi. "İstek gönderecektim diyorum Dilba," dedi toparlamaya çalışarak. "Ayrıca sana ne ya? Azer'in fotoğrafına bakmam yasak mı benim?"

 

Kaşlarım hafifçe havalandı ve gözlerimi Gaye'nin yüzüne diktim. "Azer," diye mırıldandım buz gibi bir sesle. "Ağabeye ne oldu?"

 

Gaye bir an affalladı ve geriye doğru adımladı. Suratında ki tedirginlik dozunu baya arttırmıştı. Anlaşılan o ki, Gaye'nin fotoğrafa bakarken ki o hayran bakışlarının altında gizlenmiş bir duygu yatıyordu. Hatta bu son söylediğim cümleyle beraber morali baya bozuldu ve kapıya doğru yöneldi. "Saçmalama," diye söylendiğinde alayla güldüm. "Aşağıya iniyorum ben."

 

Gaye gözden kaybolduğu sırada bende dışarıya çıkıp odama taraf ağır adımlarla yürümeye başladım. Bunu öğrendiğim iyi olmuştu. İşime yarayabilirdi. Gaye'nin o küçük platonik aşkı, herhangi bir tehlike arz etmesede bu konuyu kullanmak için doğru zamanlar gelecekti elbet.

 

Odamın kapısını açıp içeri girdiğimde, bir süre bakışlarım odanın içinde gezindi. Bir kaç saattir hüküm süren kaostan sonra, bu sessizlik biraz ağır geliyordu. Hava yeni yeni kararmaya başladığından odanın içi karanlıktı.

Lambayı yakıp, kıyafet dolabımın önünde durdum.

Yaren'in yokluğu yine bir karabasan gibi çökmüştü üzerime. Gittiği günden beri sık sık oluyordu bu durum. Hiç beklemediğim bir anda, Yaren'in gidişini hatırlıyor ve bazen nefes almakta bile zorlanıyordum. Buda aynen o anlardan biriydi.

 

Dolabın kapısını açtım ve dizlerimin üzerine çöküp, en alttaki çekmecelerden birini araladım. Gözlerim, üst üste dizilmiş takı kutularının üzerinde bir kaç saniye gezindi. Sonra onları çekmeceden çıkarıp yere koydum ve en arkadaki siyah kutuyu elime aldım. Tamamen yere oturup elimde ki kutuyla bir süre bakıştığımda, gözlerim içimde doğup büyüyen o ağlama isteğine karşı büyük bir savaş veriyordu.

 

Suratımda ki o buz gibi ifadeyi bir an olsun bozmadım ve elim tekrar kutuya uzandı. Kutunun kapağını açtığımda, enseme soğuk bir silah dayanmışçasına irkilmiştim. İlk gözüme çarpan şey kutunun içindeki mor atkıydı. Yaren'in kendi elleriyle ördüğü o mor atkı.

 

Benim ablam, kendini bu atkıyla asmıştı.

 

Zihnime bir bomba gibi düşen bu görüntüyle kafamı kaldırdım ve derin bir nefes almaya çalıştım. Hayır ağlamayacaksın Dilba.

 

İzin yok.

 

Gözlerim bu sefer atkının hemen yanında duran açılmamış o mektuba değdi. Okumaya cesaret edemediğim o son mektup. Mektubu elime aldım ve bir an cesaretimi toplayıp okumak istedim. Ama kalbime o an öyle bir acı saplandı ki o cesaret kırıntısı saniyeler içinde sönüverdi.

 

Adeta irkilircesine mektubu kutuya koydum ve hızlıca kapağı kapattım. Bir saniye bile beklemeden kutuyu, diğer kutularla beraber çekmeceye geri koyup dolabın kapısını kapattığımda derhal ayağa kalkıp toparlanmaya çalıştım.

 

Hayır Dilba.

 

Şimdi değil.

 

•••

 

Üzerime geçirdiğim güçlü maskemle, bedenime çöken o puslu kasveti gizleyerek çıktım odadan. Yaklaşık iki saattir odamdan çıkmamıştım ve en son duvarlar beni boğacak gibi olduğunda kendimi dışarı atabilmiştim. Adımlarım taş zeminde ilerlerken, ağır adımlarla merdivenlerden inmeye başladım. Cenap Ağa'nın sesi buradan bile duyuluyordu. Tabiki de onun gibi bir adamın canlı bir kaos ortamını bırakıp evine gitmesini beklemiyordum.

 

Avluya indiğimde konak halkının çoğunun hâlâ burada olduğunu görmüştüm. Ruken ve Berşan Hanım ortalarda görünmüyorlardı. Muhtemelen Ruken'i odasına çıkarmışlardı. Cenap Ağa ve Dilcan Hanım, üçlü koltukta oturuyorlardı ve Cenap Ağa yine hararetli bir sohbetin içerisindeydi. Lebriz Hanım herzamanki yerine kurulmuş dingin bir ifadeyle Cenap Ağa'yı dinliyordu. Gaye ve Mercan bir koltukta, Elvan'da tek başına diğer koltukta oturuyordu. Azer ve Harun ortada görünmüyorlardı, hatta Orkun bile yoktu. Sadece Adil Bey buradaydı.

 

Mercan beni görür görmez, "Hah, Dilba geldi," diye konuştu ve tüm bakışların üzerime dönmesini sağladı.

 

Sanki beni bekliyorlarmış gibi herkesin gözleri üzerime çevrilirken,

Lebriz Hanım, bana bakıp eliyle Elvan'ın yanında ki boş yeri gösterdi. "Gel otur kızım," dedi diri bir sesle.

 

Geçip oturduğumda sorarcasına Lebriz Hanım'a taraf baktım. "Ne oldu?" diye sordum buz gibi bir sesle.

 

Lebriz Hanım, elinde tuttuğu bastonunu kenara koydu ve bakışlarını bana çevirdi. "Sen bir de bakalım hele kızım," dedi gözlerini üzerimde gezdirerek. "Azer, Azat'ı vurdu mu gerçekten?"

 

Hafifçe kaşlarım çatılırken rahat bir tavırla arkama yaslandım. "Harun anlatmadı mı size?" diye sordum. "Haberiniz yok muydu?"

 

Mercan diğer taraftan, "Nerede..." diye araya girdi. "Harun'un ağzından öyle kolay kolay laf çıkmaz, adamların biri silah sesi duymuş dışarıdan."

 

Hafif bir rüzgar saçlarımı yüzüme doğru dağıtırken elimle saçlarımı geriye doğru ittim ve Lebriz Hanım'a baktım. "Evet vurdu," Herkesin bakışlarına derin bir şaşkınlık indiğinde dudaklarımın kenarı hafifçe kıvrıldı. "Ama öldürmedi merak etmeyin."

 

Cenap Ağa, tespihini hızlıca avucunun içine aldı. "Nasıl öldürmedi yahu?" diye sordu meraklı bir sesle. "Adam iki el ateş sesi duydum diyor, dediğine göre işi garantiye almak için iki defa sıkmış kafasına."

 

"Kim diyor bunu ya?" diye sordum alayla kıkırdayarak. "Uydurmuş işte, inanmayın."

 

Lebriz Hanım oldukça ciddi bir tavırla kaşlarını çattı. "Ee?" dedi gözlerini benim üzerimde gezdirerek. "Vurdu mu, vurmadı mı kızım?"

 

"Topuklarına sıktı iki tane," diye cevapladım onu sanki çok normal bir şey söylüyormuşum gibi. "Azat hakettiği için fazla bir şey diyemiyorum."

 

Cenap Ağa, sırıtarak arkasına yaslandı ve Lebriz Hanım'a taraf baktı. "Azer Ağa önce topuğa sıktıysa, bir dahakine direk kafasına sıkar ben size söyleyeyim."

 

Dilcan Hanım, kafasını hafifçe sallayarak kocasına döndü. "Ağzını hayra aç Cenap," diye konuştu tedirgin bir sesle. "Bu saatten sonra kan davası mı çıksın?"

 

"Tabi canım, daha sırada bekleyenler var öyle değil mi?" Arzu, oldukça imâlı bir sesle bunu söylediğinde, herkesin bakışları bu sefer ona taraf dönmüştü.

 

Somurtgan bir ifadeyle bakışlarını bana çevirdi sonra da Lebriz Hanım'a taraf baktı. Lebriz Hanım'ın ise kaşları bir anda çatılmıştı. "O ne demek şimdi Arzu?"

 

Adil Bey'in huzursuz bir tavırla Arzu'ya baktığını gördüm. Anlaşılan yine Adil Bey'in canını sıkacak bir konu açılmıştı.

 

Arzu oturduğu yerde duruşunu dikleştirdi ve kinayeli bir gülüş yerleştirdi dudaklarına. "Sahran'ları diyorum Büyük Hanım, Sahran'ları." dedi kafasını ağır ağır sallayarak. "Bu sessizlik hiç hayra alamet değil."

 

Adil Bey huzursuz bir nefes verdi ve memnuniyetsiz bir ifadeyle Arzu'ya baktı. "Nereden çıktı bu şimdi?"

 

Arzu bana taraf baktı ve sonra tekrar Adil Bey'e döndü. "Sence içleri soğumuş mudur?" dediğinde Adil Bey'in kaşları çatılmıştı.

 

Lebriz Hanım kafasını öteki tarafa çevirdi ve sabır dilercesine derin bir nefes aldı. "Ya sabır," diye söylendi. "Seneler geçti üzerinden, seneler... Ne diye böyle şeyleri ortaya atıp huzurumuzu kaçırıyorsun?"

 

Arzu kaşlarını kaldırarak, "Ben olanı söylüyorum Büyük Hanım," diye konuştu. Sonra bana taraf dönüp beni baştan aşağı süzdü. "Sahran'lar o kadının kızının Mardin'e geldiğini bile bile niye bu kadar sessizler hiç düşündünüz mü?"

 

Şimdi kimlerden bahsettiklerini çok daha iyi anlamıştım. Berşan Hanım'ın bana anlattığına göre, Sahran'lar annemin ailesiydi. Buke Sahran, Feraye Sonay olmadan önce, buradan karnında bebeğiyle tek başına kaçarken verilmişti ölüm hükmü. Onların ki öyle bir kindi ki, belki de ben gelmeden önce hâlâ Buke'nin izini arıyorlardı.

 

Ama şimdi ben buradaydım. Buke'nin değil, Feraye Sonay'ın öz be öz kızı olarak annemin topraklarındaydım. Senelerdir görmedikleri kızlarının kanından, canından bir parçaydım.

 

Yıllar önce, ölüm hükmü vermelerine sebep olan o çocuğu herkes ben zannediyordu.

 

Ve bunun nelere sebep olabileceğini şimdilik ben bile kestiremiyordum.

 

Adil Bey, konudan rahatsız olduğunu belirtircesine Arzu'ya baktı ama bu Arzu'ya pek bir etki etmemişti. Tekrar bana döndüğüne yüzüne yapmacık bir ifade yerleşti. "Allah verede," diye konuştu yüzüme bakarak. "O kadının günahları yüzünden sana da yazık olmasın..."

 

Küçümseyici bir ifadeyle Arzu'ya baktım. Annemin konusu açılınca bünyeme çöken o korkunç öfkeyle beraber başıma büyük bir ağrı saplanırken, "Bu seni zerre alâkadar etmez," diye konuştum, sesim buz gibiydi.

 

Arzu eliyle beni gösterip Lebriz Hanım'a döndü. "Gör işte Büyük Hanım," dedi sinir bozucu bir sesle. "Ben iyiliği için söylüyorum, onun ettiği lafa bak."

 

Sinirle ayağa kalktım ve "Sus Arzu," diye mırıldandım sakin tutmaya çalıştığım bir sesle. "Kendi iyiliğin için, sus."

 

Arkamı dönüp mutfağa doğru yürümeye başladığımda Arzu'nun söylendiğini işitiyordum. Öfkemi kontrol etmekte şuan feci derecede zorlanıyordum.

 

Beni annemle vurdukları her an içime nasıl bir kin tohumu ektiklerini bilmiyorlardı.

 

Ama gösterecektim.

 

Mutfaktaki kapıyı açıp kim var, kim yok aldırış etmeden içeri girdim ve buz dolabına doğru yürüdüm. Sakinleşmem gerekiyordu. Çalışanların üzerime dönen bakışlarını umursamadan buzdolabını açtım ve içinde ki cam sürahiyi alıp tezgahın üzerine koydum.

 

"Siz zahmet etmeseydiniz, biz verirdik."

 

Çalışanlardan adının Hatice olduğunu bildiğim kadın bu söylediğinde ona taraf bakmadan, "Gerek yok," diye mırıldandım.

 

Buzluğu açıp bir süre içine baktığımda gözüme ilişen buz kalıplarını hızlıca buzluktan çıkardım ve dolaptan aldığım büyük bir bardakla beraber onu da tezgahın üzerine koydum. Tüm vücudumu anlık olarak ele geçiren öfke ve gerilim bakışlarıma korkunç bir soğukluk indirirken, sürahiyi kaldırıp içinde ki suyun bardağa dolmasını seyrettim bir kaç saniye. Sonra buz kalıplarını aldım elime. Bir maşa yardımıyla içinde ki buzları çıkarıp suyun içine teker teker koymaya başladım. Kadınların sanki hiç işleri yokmuş gibi beni izlediklerinin farkındaydım. Onlara patlamamak için şuan büyük bir çaba sarf ediyordum.

 

Buzların bardağa atılırken çıkardığı sesler mutfağın içinde yankılanırken durmadım ve bardağın neredeyse tamamı buzla dolana kadar doldurmaya devam ettim. Çok soğuk olmalıydı. Hissettiğim herşeyi dondurabilecek kadar soğuk...

 

Maşayı tezgahın üzerine sertçe bıraktığımda çıkan sesle beraber mutfakta ki herkes irkilmişti. Bir kaç saniye bekledikten sonra bardağı elime aldım ve hiç düşünmeden bardakta ki buz gibi suyu sonuna kadar içtim. Su o kadar soğuktu ki, resmen damarlarım bile donacak zannettim. Ama beni kendime getiren şey bu olmuştu. Buz gibi su vücudumda dolanan öfke ateşini söndürebilecek tek şeydi.

 

Bardağı masaya bırakıp, bana bakan şaşkın bakışları zerre umursamadan kapıya doğru yürüdüm ve mutfaktan tekrar avluya çıktım. Kimin ne diyeceğini düşünmedim ve tekrar onların yanına gitmek yerine avlu kapısına doğru yöneldim. Tam o sırada Lebriz Hanım'ın otoriter sesi doldu kulağıma. "Hayırdır küçük hanım," dediğinde göz ucuyla o tarafa doğru baktım. "Nereye gidiyorsun?"

 

Huzursuz bir nefes verdim. "Dolaşacağım biraz," diye konuştum oldukça samimiyetsiz bir sesle.

 

Yürümeye devam edeceğim sırada, Lebriz Hanım, ayağa kalktı ve bana doğru yürüyüp tam önümde durdu. "Bu konuda seni uyardığımı zannediyordum," dediğinde gözlerimi devirmemek için kendimi çok zor tutmuştum. Lebriz Hanım'ın bakışları beni baştan aşağı süzdü. "Ne zamana kadar böyle başına buyruk davranacaksın küçük hanım?"

 

Gözlerime oldukça ciddi bir ifade yerleşti. "Bakın Lebriz Hanım," dedim buz gibi bir sesle. "Böyle kısıtlamalar beni gerçekten huzursuz ediyor ve eğer ben huzursuzsam," Çok hafif kafamı salladım. "Sizin konaktaki huzurunuz da kaçar," Lebriz Hanım'ın aniden kaşları çatılırken ben ciddiyetimden ödün vermeden Lebriz Hanım'a baktım. "O yüzden benim hareketlerimi bu kadar kafanıza takmayın lütfen."

 

Lebriz Hanım'ın gözlerine, söylediğim bu cümleyle beraber hoşnutsuz bir ifade yerleştiğinde arkamı dönüp kapıya doğru yürüdüm ve kapıdaki adamları zerre umursamadan çıktım avludan. Taş evlerin arasından uzayıp giden dar sokakta nereye gittiğimi bilmeden öylece yürümeye başladım. Buna ihtiyacım vardı. Aksi takdirde yine bir sinir kriziyle baş başa kalacaktım. Yaren, bugün aklıma her zamankinden daha çok geliyordu. Sonra konuşulan konunun dönüp dolaşıp yine anneme getirilmesi hazırda bekleyen öfkemi tetiklemeye yetiyordu.

 

Rüzgar saçlarımı geriye doğru savururken başka bir sokağa saptım ve kollarımı önümde bağlayarak yürümeye devam ettim. Ne yaparsam yapayım olmuyordu. Geçmişin o kanlı ellerinden yakamı bir türlü kurtaramıyordum ve ne kadar debelensem daha çok kana bulanıyordum.

 

Taş evlerin çoğunun ışıkları hâlâ yanmaktaydı. Serin bir rüzgar ağır ağır esiyor ve taş duvarlara çarpa çarpa yolunu buluyordu. Bense aynen bu rüzgar gibi oradan oraya savrulup duruyordum. Hiçbir yere ait değildim. O gittiğinden beri evim yoktu. Kalbim, ruhum yerinden söküp alınmıştı. Duygularım acımasızca katledilmiş ve yerini intikam ve kin almıştı.

 

Adımlarımı biraz daha hızlandırdım ve bu sefer başka bir sokağa çevirdim yönümü. En ufak bir fikrim bile olmadan sadece yürümek istiyordum. Kaybolup yitmek istiyordum.

 

Bu sokak diğerlerine göre oldukça sakindi. Zihnim ve bedenim adeta donduğundan farkedebildiğim tek şey bu sakinlikti. Rüzgarın kısık uğultusu kulaklarıma dolduğunda zorlukla nefes almaya çalıştım ve saçlarımı geriye atarak kafamı hafifçe kaldırdım. Nefes alabiliyordum ama yetmiyordu.

 

O an arkamda birinin varlığını hissettiğimde arkamı dönmek istedim ama buna bile fırsat kalmadan bir el ağzıma kapandı ve sırtım hemen yanımda ki duvara yaslandı. Gözlerim şaşkınlıkla büyürken, karanlık sokakta önümde beliren gölgeyi seçmekte zorlanıyordum. Debelendim ve önümdeki kişi her kimse onu itmeye çalıştım ama pek başarılı olamamıştım. "Sakin ol, Yılanın Yavrusu," Fısıltı şeklinde çıkan tanıdık sesi kulağıma dolduğunda bir an ne tepki vereceğimi bilememiştim.

 

Görüşüm netleşmeye başlarken, kafamı biraz daha kaldırıp beni tutan adamın tam yüzüme baktım.

 

Azer?

 

Ağzımı kapatan ellerini yavaşça çekip gözlerini yüzümde gezdirdiğinde sorarcasına ona baktım. "Ne oluyor ya?"

 

Azer'in dudaklarına hafif, alaycı bir tebessüm yerleşti. Karanlığa rağmen gözlerimiz kesiştiğinde, siyah gözlerine yerleşen o kendine has ifadeyle bana bakmaya devam etti. "Hayırdır," diye sordu. "Sana yaklaştığımı bile farketmedin. Ne bu dalgınlık?"

 

Ters ters yüzüne baktım. "Böyle hayalet gibi yaklaşmasaydım farkederdim herhalde," dediğimde sorarcasına yüzüme baktı.

 

"Niye yalnızsın sen?" diye sordu, aramızdaki mesafeyi en aza indirerek.

 

Sırtımı duvara biraz daha yaslayıp mesafeyi açmaya çalışsamda pek başarılı olamadım. "Hava almaya çıktım," dedim buz gibi bir sesle. "Buna da mı karışacaksın?"

 

Gözlerine yine anlamlandıramadığım bir ifade yerleşti. Kafasını biraz daha eğip yüzünü yüzüme hizaladığında "Başka bir şey var," diye konuştu, bakışları ve sesi ciddileşmişti. "Biri mi sıktı canını?"

 

Bakışlarımı ondan ayırdım ve olumsuz anlamda kafamı salladım. "Hayır," dedim kendimden emin bir sesle. "Canım sıkıldı, yürümek istedim. Bu kadar."

 

Ellerini çenemde hissettiğim an, tüm bedenim bir anda buz kesti. Kafamı kaldırıp ona bakmamı sağladığında, gözleri tekrar benim gözlerimi bulmuştu. "Gözlerin öyle demiyor Yılanın Yavrusu," dediğinde elleri çenemden saçlarıma doğru ilerledi. "Farkında mısın bilmiyorum ama," Gözleri dudaklarıma indi, sonra tekrar gözlerime baktı. "Bunu sen bile gizleyemiyorsun."

 

Söylediği son cümleyle beraber suratıma buz gibi bir ifade yerleşirken, bir kaç saniye duraksadım. "Nasıl bakıyormuşum ben?" diye sordum en sonunda.

 

Dudaklarının kenarına varla yok arasında alaycı bir tebessüm yerleşti. "Kin ve öfkeyle," dedi, sesi zihnimde yankılanmaya devam ederken. "O gece annenin bahsi açıldığında nasıl baktıysan, şimdi de aynen öyle bakıyorsun."

 

Anlam veremeyen bir ifadeyle ona baktım. "Annemle nasıl bir ilişkim olduğu hakkında hiçbir şey bilmiyorsun," diye konuştum sesime yerleşen bariz bir sinirle. "Bence bu kadar emin konuşma."

 

Gözlerini hafifçe kıstı. "Hakkında hiçbir şey bilmediğimi nereden çıkardın?" diye sorduğunda üzerime çöken bariz gerginliği saklamakta zorlandım.

 

Beni izledi bir süre. Bakışları öncekilerin aksine tehditkar değildi ama yine de bu bakışlarda beni geren bir şey vardı. Hep aynı şeyi hissediyordum. Sanki karşımdaki bu adam gizlemeye çalıştığım herşeyi biliyormuş gibi. Zihnim, gereğinden fazla heyecanlanan kalbime meydan okurken, "Sen açık konuşsana ya," diye mırıldandım.

 

Dudaklarındaki o silik tebessüm hâlâ yerli yerindeydi. Saçlarımda hissettiğim parmakları, varlığını reddetmek istediğim garip bir duyguyu bedenime misafir ederken, onun gözleri yüzümden bir an olsun ayrılmadı. "Açık konuşmamı mı istiyorsun?" diye mırıldandığında, çenesi neredeyse alnıma değecek kadar yakındı bana. "Kaldırabilecek misin peki?"

 

Gözlerimi kaçırmadım. Kullandığı parfümün o kendine has, erkeksi kokusu algılarımı bulunduğumuz anın içine hapsetti adeta. Gerçekten çok güzel kokuyordu. Bakışlarım gözlerinden bir an olsun ayrılmadı. "Neyi imâ ediyorsun?" diye sordum mesafeli tutmaya çalıştığım sesimle. "Canımı yakmaya mı çalışıyorsun," Zorlukla yutkundum. "Yoksa keyif mi alıyorsun beni geçmişimle vurmaktan..."

 

"Keyif falan aldığım yok," diye konuşarak lafımı yarıda kesti. Ellerini tekrar saçlarımda hissettiğim o an kalbimin neden yerinden çıkacakmış gibi attığına anlam veremedim. Ya da anlam vermek istemedim. Gözleri yüzümün her zerresini keşfetti ve sonra tekrar gözlerimi kendi gözlerinin esareti altına aldı. "Bildiklerimi kaldırabilecek misin diye sordum," diye fısıldadı tekrar. "Ve cevabını da aldım."

 

Dalgın bir ifadeyle ona bakmaya devam ettim. "Hiçbir şeyden korktuğum falan yok," dediğimde sesim yorgundu. "Ne bildiğin umurumda bile değil."

 

Azer alayla güldü ve hafifçe geri çekildi. "Bu söylediğine kendin inanıyor musun sen?"

 

Gözlerimi devirdim ve sinirle bakışlarımı ondan ayırıp önünden çekildim. "Neye inanmak istiyorsan ona inan," dediğimde sinirle yürümeye başladım.

 

Bilerek yapıyordu.

 

Ya gerçekten hakkımda ki herşeyi biliyordu, ya da beni denemek için yapıyordu. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, beni sinir etmeyi bir şekilde başarıyordu.

 

Sokağın başında duran arabasını farkettiğim an, onun sesi doldu tekrar kulağıma. "21 Haziran," kurduğu bu cümle bir anda adımlarımın duraksamasına sebep olurken, algılarım sanki bir kaç saniye boyunca tamamen dondu. O ise acımasızca tamamladı cümlesini. "Echo'da sahneye çıktığın günü hatırlıyor musun, Yılanın Yavrusu?"

 

Omuzumun üzerinden ona baktığımda, suratımda nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama bu söylediği cümleyle beraber, zaman bile durdu sanki.

 

21 Haziran.

 

Echo.

 

Ona doğru döndüm ve yürüyüp tam karşısında durdum yine. O, elleri ceplerinde, oldukça rahat ve ifadesiz gözlerle beni izlerken sorgularcasına yüzüne baktım. "Sen benim Echo'da sahne aldığımı nereden biliyorsun?" diye sordum. "Yoksa..."

 

"Doğru tahmin," diye konuştu cümlemi tamamlamama izin vermeden. Ardından tam gözlerimin içine baktı. "Oradaydım."

 

Kaşlarımı çattım ve bir süre anlam veremedim. "Ne bu?" diye konuştum, sesimi normal tutmaya çalışarak. "Bunu şimdi mi söylüyorsun bana yani?" O gecenin bana hatırlattığı şeyler canımı yakarken, bunu ona belli etmemeye çalışarak, "Ayrıca iki yıl geçti onun üzerinden," diye devam ettim. "Hatırlamıyorum bile."

 

Azer bana bir adım yaklaştı ve gözleri saniyelerce saçlarımda gezindi. Sonra yüzümü inceledi ve siyah gözlerine o an öyle bir ifade indi ki, sanki yıllardır görmediği bir şeye bakıyormuşçasına gözlerimde durdurdu bakışlarını. "Ben hiç unutmadım," diye konuştu oldukça ciddi bir sesle. Bunu öyle bir ses tonuyla söylemişti ki ifade edecek herhangi bir kelime bulamıyordum.

 

O an bedenime bir sıcaklık çöktü. Gözlerimiz sebepsizce birbirinden ayrılmak istemiyordu. Bu son kurduğu cümle beni öyle bir dumura uğrattı ki söyleyecek bir şey bulamayıp sadece sustum.

 

Ne demek istemişti?

 

Koca bir sessizlik oluştu. Zihnim birbiri ardına dizilen düşüncelerimi bir cellat misali katledip tüm sesleri kesmişti. Neden böyle hissettiğimi sorgulamak istemedim. Cesaretim yoktu. Belki de bu cümleye onlarca anlam yükleyebilirdim ama onun gözlerinde ki bu bakış sadece tek bir ihtimali canlandırıyordu zihnimde.

 

Dillendirmeye cesaretimin olmadığı bir şeyi.

 

Geriye doğru adımladım ve zorlukla bakışlarımı çektim gözlerinden. "Gidiyorum ben," diye konuştum bu anın verdiği garip histen kaçmaya çalışarak.

 

Ona bakmadan tekrar yürümeye başladığımda, bir kaç saniye boyunca esen sert rüzgar bile beni kendime getirmeye yetmedi. Adımlarımı daha çok hızlandırdım ve konağın olduğu sokağa saptım hızlıca.

 

Kendine gel, Dilba.

 

Vücudumda hüküm süren derin bir gerginlik ve adını koyamadığım sisli ve bulanık duyguyla baş edemediğim için kendime kızıyordum. Neydi bu? Kontrolümü elimde tutmaya çalışırken neden onunla karşı karşıya geldiğim zaman böyle hissediyordum?

 

Bunun olmaması gerekiyordu.

 

Olmamalıydı.

 

Düşüncelerimle boğuşmaya devam ederken konağın önüne geldiğimi yeni farkediyordum. Kapıda dikilen adamların tip tip bana baktıklarını gördüğümde, ters bir ifadeyle yanlarından geçip konağa girdim. Kulağıma dolan araba sesiyle, Azer'in de konağa geldiğini anlamıştım.

 

Muhtemelen konağa gelirken beni görmüştü.

 

Az önce yaşananları aklımdan çıkarmaya çalışarak avlunun içine göz gezdirdim. Avluda sadece Mercan, Elvan ve Arzu vardı. Diğerleri ortada görünmüyorlardı. Saat geç olduğundan herkes yatmaya çekilmiş olmalıydı.

"Dilba?" Elvan'ın sesini duyduğumda, kafamı o taraf çevirdim ve sorarcasına yüzüne baktım. "İyi misin sen? Öyle Lebriz Hanım'a bile meydan okuyup konaktan çıkınca mühim bir şey oldu sandık."

 

Elvan'ın sesindeki bariz kinaye, sinirlerimi bozarken, yüzümü buruşturup, "Seni ilgilendiren bir durum yok," diye karşılık verdim. Onun yüzünde ki kinaye ve alaycık artarken, bakışlarımı ondan ayırıp merdivenlere taraf yöneldim.

 

Helin'le buluşmaya gittiğim günden beri Elvan'ın bana düşmanca baktığının farkındaydım. Sebebini de az çok tahmin edebiliyordum ve bu benim de sinirlerimi bozuyordu.

 

Ağır adımlarla yukarı çıkıp odama doğru yöneldiğimde, istemsizce diğer konağın merdivenlerine takıldı bakışlarım. Azer'in bedeni kadrajıma girdiğinde, derin bir nefes alma isteği doğdu içime. O ağır adımlarla yukarı çıkarken, Elvan'da peşinden ilerliyordu. Azer, kendi odasına doğru ilerleyip kapıyı açtığında, Elvan'ın adımları duraksadı.

 

Şuan onları neden izlediğimi bilmesemde, bunu yapmaktan kendimi sebepsizce alamıyordum.

 

Meraktı bu.

 

Sadece merak.

 

Elvan'ın, Azer'e bir şey söylediğini farkettim ama bu mesafeden hiçbir şeyi duyamadım tabiki. Sonra Azer'in, Elvan'ın yüzüne dahi bakmadan kapıyı Elvan'ın yüzüne kapattığını gördüm. Elvan öylece kapıda kalakalırken, bu şeyle beraber kaşlarım şaşkınlıkla havalanmıştı.

 

Elvan, bir kaç saniye boyunca odanın önünde öylece bekledi. Sonra yavaş adımlarla ilerleyip odanın hemen yanında bulunan diğer odaya girdi. Herşey saniyeler içinde olmuştu ama bu gördüğüm şeye gerçekten şaşırmıştım.

 

Aynı odada kalmıyorlardı.

 

BÖLÜM SONU🌻

 

Bölüm hakkında ki düşüncelerinizden beni mahrum bırakmayın lütfen. Gelecek bölüm görüşmek üzere 🖤

 

Bana ulaşmak için:

 

• İnstagram: Wattyblackfire

 

•Tiktok: Ylnn.yvrs / Yılanın Yavrusu Official

 

•Pinterest: Cherryred00

 

 

Loading...
0%