Yeni Üyelik
14.
Bölüm

12. BİR NEFES KADAR (Part 2)

@k_blackfire

Selamlar🌸

Pazartesi için söz vermiştim ama babaannem vefat ettiği için maalesef ne buraya nede Wattpad'de giremedim. Beklettiğim için üzgünüm, toparlanmaya başladığımda diğer bölümleri de yayınlayacağım.

Seviliyorsunuz ❤️

 

....

 

 

"Çok güzelsin."

 

Duyduğum şey, parmak uçlarıma kadar adeta yanmama neden olurken, bir kaç saniye boyunca duyduğum şeyi idrak etmek için öylece bekledim. Buna sebep olan o iki kelimenin sahibi olan o tanıdık ses tam arkamda, bana bir nefes kadar yakındı.

 

Kafamı indirdim ve bedenim yavaşça ona taraf döndü. Gözlerim, onun içine yıldızları hapsettiği gece karanlığı gözlerine değdiğinde, bana olan yakınlığı bedenlerimizin birbirine temas etmesini sağlamıştı. Geriye doğru çekilmek istedim ama ayaklarım olduğu yere çivilenip tek bir adım atmama bile izin vermedi. Bedenimi saran o karmaşık ve yoğun duyguyu görmezden gelmeye çalışarak, "Ne?" diye mırıldandım en sonunda. Sesimi normal tutmayı başarsamda, yüzümde ki o umursamaz ifadeyi sabit tutmakta zorluk çekiyordum.

 

Azer, kafasını hafifçe eğip yüzümü inceledi bir kaç saniye boyunca. Yüzünde herhangi bir alaycılık aradım ama yoktu. Ciddiydi. Saçlarından alnına doğru akmaya başlayan ufak yağmur damlaları, şuan neden burada olduğumuzu sorgulamama sebep olurken o bana bakmaya devam etti. "Daha önce bunu defalarca kez duyduğuna eminim," dediğinde sesindeki tını algılarıma saplanıp beni bir kez daha uçuruma itti. "Ama ilk defa duymuş gibi bakıyorsun."

 

İfadesiz görünmeye çalışarak, "Bunu söyleyen sen olduğun için olabilir mi?" diye sordum, sesimin hiç olmadığı kadar sakin çıkmasına anlam verememiştim.

 

Azer'in yüzünde ve bakışlarında en ufak bir değişiklik bile olmadı. Bakışları saçlarımı boylu boyunca takip etti, sonra bir kez daha gözlerimin içine baktı. "Ben gerçekleri söylemekten kormam, Yılanın Yavrusu," diye konuştu adeta fısıltılı bir sesle ve gözleri dudaklarıma değdi. "Bence sende korkma."

 

Gözlerime dolan o meydan okuyan ifadeyle kafamı biraz daha kaldırıp gözlerinin içine baktım. "Eğer bir gün gerçekten yalan söylersem," dediğimde bana baktı tekrardan. "O zaman bu tavsiyeni dikkate alırım, Azer Boranlı."

 

Azer'in dudaklarında alaycı bir tebessüm peyda oldu ve bu söylediğim şeye zerre kadar inanmadığını belli ederek alayla gözlerime baktı. "Şu an bile yalan söylüyorsun," Sert bir rüzgar saçlarımı geriye doğru savururken, o yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdı. "Eğer gözlerindeki bu ifadeyi görmüyor olsaydım, bu söylediğine belki inanırdım."

 

Histerik bir şekilde gülümsedim. "Belki gözlerimdeki ifadeyle bile kandırıyorumdur seni," diye konuştum sesime yerleşen sisli ve soğuk bir tınıyla. "Hani yalancıyım ya ben..."

 

Dudakları hafifçe kıvrılırken gözlerindeki ciddiyet hâlâ yerini koruyordu. "Gözlerinde yalan barınsaydı Dilba," dedi beklemeden. "Emin ol, bu kadar güzel bakmazdın."

 

Yüzüme inen ateşle beraber bir kaç saniye öylece ona baktığımda, kalbime inen ağırlığı saklayamayacağımdan ölesiye korktum. Sert bir rüzgar daha esip saçlarımın arasından bedenime sızdığında, yavaşlayan yağmura rağmen hâlâ saçlarımdan sular damla damla süzülmeye devam ediyordu.

 

"Burada olduğumu nasıl öğrendin," diye konuştuğumda son söylediği cümleden uzaklaşmaktı amacım ama onun bana olan yakınlığı işimi bir hayli zorlaştırıyordu. "Güven söyledi değil mi?"

 

Azer, bakışlarında ki ifadeyi geçen saniyelerin öldürmesine izin vermeyerek bana bakmaya devam etti. Sert çehresinde en ufak bir tebessüm bile yoktu ama gözlerinin, gözlerimde takılı kaldığı her saniye sanki suratında hep var olan o öfkeden sıyrılıyor ve bambaşka bir adam oluveriyordu. Bir araba yanımızdan hızla geçip giderken, "Sence buna gerek var mı?" diye sordu, erkeksi bir sesle. "Midyat senin sandığından çok daha küçük bir yer."

 

Ona bir adım yaklaşıp, gözlerinin içine baktım. "Ve burada ne olursa olsun, senin kulağına gelmek zorunda öyle değil mi?" dedim onun söylediği cümleyi tamamlayarak. "Bana böyle demiştin."

 

Dudağının kenarına ufak bir tebessüm yerleşti. Alaycılıktan uzak, sıcak bir tebessüm gibiydi ama o kadar belirsizdi ki gerçekten var olup olmadığını bile çözemiyordum. Gözleri saçlarımda gezinmeye başladığında, "Dilba," diye mırıldandı, sesi bir rüzgâr misali saçlarımı okşarken. "Bu tavırlarınla bana hiç unutamadığım birini hatırlatıyorsun."

 

Kurduğu bu cümle göğüs kafesimin içindeki gökyüzüne kara bir bulut misali çöktüğünde, bir kaç saniye boyunca bir şey söylemeden öylece ona bakmaya devam ettim. Çiseleyen yağmurun bir kaç saniye arayla tenime bıraktığı imzalar, bir şeytanın tırnakları gibi ruhumu kanatıp paramparça ediyordu. "Kimi hatırlatıyorum?" diye sorduğumda sesimdeki cam kırıklarına rağmen ona bakmaktan vazgeçmedim. "Senin bile unutamadığın birinin olmasını beklemiyordum açıkçası."

 

Esen rüzgar saçlarının bir kaç tutamını alnına düşürürken, yüzünde en ufak bir mimik bile oynamadı bu sefer. "Herkesin vardır," dediğinde, derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim ama bunu yapmadım. "Unutmak isterken bile bir yanının sana sürekli hatırlatığı birisi," Gözleri yüzümün her zerresini bir kez daha keşfetti, bunu hep yapıyordu. "Hatta seni yaktığını bile bile onu aklından çıkaramazsın, ne kadar direnirsen diren gözlerini her kapattığında onun yüzü gelir," Gözlerimin içine nefesimi kesecek bir ifadeyle baktı. "Çünkü kafana sıksan bile geçmeyecek bir iz bırakmıştır."

 

Kelimelerinden dökülen anlamlar ruhumun içindeki zindanın demir parmaklıklarını zorladığında, kalbimin o zindandaki isyanına bir kez daha sağır oldu kulaklarım. Elimde tuttuğum ceketi istemsizce sıktığımı farkederken, zihnimden geçen hiçbir duygunun ifademe yansımasına izin vermedim. "Niye onunla evlenmedin peki?" diye mırıldandım duygusuz, buz gibi bir sesle. Sesimde ki suçlayıcı ifade onun suratında en ufak bir değişim yaratmadı, oldukça rahat ve ciddi görünüyordu.

 

"Bu kişinin Elvan olmadığından neden bu kadar eminsin?" diye sorduğunda, biçimli dudaklarına alaycı bir tebessüm yerleşti ve bakışlarını benden ayırmadı.

 

Elimdeki ceketi bir kez daha sıktım ve umursamaz bir ifade yerleştirdiğim gözlerimi Azer'in üzerinde gezdirdim. "Aynı odada kalmıyorsunuz," diye konuştum ruhsuz bir sesle, ardından bakışlarım ellerine indi. "Alyansını sadece bir kez, misafirler geldiğinde taktın. Doğru dürüst konuştuğunuzu bile görmedim, bence böyle düşünmem için yeterince haklı sebepler bunlar." Gözlerimi kaldırıp onun gözleriyle buluşturdum. "Tabi sen, benim sevme şeklim bu diyorsan ona bir şey diyemem."

 

Elini cebine koyup, dik duruşunu bozmadan gözlerini üzerimde gezdirdi. "Hep böyle dikatli misin Dilba?"

 

Güldüm, ama bu tamamen yapmacık ve zoraki bir gülüştü. "Gözüme çarpan şeyleri unutmuyorum diyelim," dedim kendimden emin bir tavırla.

 

Bir kaç saniye boyunca konuşmadan sadece beni izledi. Esen rüzgar, ıslanan saçlarımı geriye doğru savururken hafiften üşümeye başladığımı yeni yeni farkediyordum. Azer, tekrar saçlarıma sonrada yüzüme baktı ve ağır adımlarla ilerleyip biraz ilerideki varlığını yeni farkettiğim arabanın kapısını açarak kafasıyla içeriyi gösterdi. "Hadi bin," diye mırıldandığında, istemsizce gözlerimi kaçırdım.

 

"Sen git," dedim mesafeli tutmaya çalıştığım sesimle. "Ben sonra Güven'le gelirim."

 

Bunu dedikten sonra geriye doğru adımlayıp arkamı döndüğümde, kolumda hissettiğim eliyle beraber bir an ne yapacağımı bilememiştim. Beni kendine taraf çekip tekrar ona dönmemi sağladığında, kafamı kaldırıp bu sefer tam gözlerinin içine baktım. Yüzü, yüzüme öyle yakındı ki bizi dışardan gören başka biri bunu kesinlikle yanlış anlayabilirdi. Ama o bu ihtimali zerre umursamadan bana biraz daha yaklaştı ve kafasını eğerek gözlerime baktı. "Böyle inatlaşmaktan keyif mi alıyorsun?"

 

Sinirle gözlerimi devirdim. "Sen insanların ne düşündüğünü umursamıyor olabilirsin Azer," diye konuştum hafiften sinirli çıkan sesimle. "Ama birinin bunu bilip öyle hareket etmesi lazım, bilmem anlatabiliyor muyum?"

 

Azer alayla güldü. "İnsanları zerre umursamadığını bilecek kadar tanıyorum seni," diye fısıldadı kulağıma doğru. "O yüzden bu gereksiz inatlaşmayı bırak ve bin şu arabaya."

 

Yağmurun tekrardan şiddetini arttırmaya başladığını hissederken, üşümeye başlayan kollarım ve ıslanan saçlarımla daha fazla burada durmak istemiyordum. O yüzden karşı çıkma isteğimi zorlukla bastırıp huzursuz bir nefes aldım ve hoşnutsuz bir ifadeyle Azer'e baktım. "İyi," dedim buz gibi bir sesle. "Senin yüzünden burada hasta olmaya niyetim yok."

 

Bakışlarımı ondan ayırıp açtığı kapıdan arabaya bindim ve kapıyı kapattım. Şuan yüzünü göremesemde güldüğüne adım kadar emindim. Gözlerim büyük jeep arabanın siyah döşemelerinde gezinirken Azer şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı ve klimayı açtı. Arabanın içi saniyeler içinde ısınmaya başladığında, üşüyen bedenim yavaş yavaş gevşiyordu.

 

Araba, hastanenin önünden ayrılırken arkama yaslanıp gözlerimi akıp giden yola diktim. Helin'e hastaneden ayrıldığımı haber vermediğim için huzursuz hissetsemde, bunu düşünmeyi sonraya bıraktım. Aynı gün hem Azat'la, hemde onun ağabeyiyle burada karşılaşmam ve üzerine Azer'in buraya gelmesi hiçte iyi bir tesadüf değildi.

 

"İyi mi böyle?" Kulağıma Azer'in sesi dolduğunda, sorarcasına ona baktım. Onun ise gözleri yoldaydı. "Klimayı diyorum, biraz daha açayım mı?" diye devam ettiğinde, sesindeki düşünceli tavır beni şaşırtmıştı.

 

Tekrar yola çevirdim bakışlarımı. "Gerek yok," diye mırıldandım. "Üşümüyorum ben."

 

Gülümsediğini hissettiğimde, "Belli," dediğini işittim.

 

Islak saçlarımla dışarıdan üşüyormuş gibi göründüğümün farkındaydım. Dışarıda yağmurun önünde dakikalarca durup kendimi sakinleştirmekti niyetim ama bu gidişle muhtemelen hasta olacaktım. Yine de fazla umursamayıp omuz silktim. "Sen niye geldin hastaneye?" diye sorduğumda sesim hafiften yorgun çıkmıştı. "Benim için değil herhalde."

 

Azer bana baktı ve dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı. "Senin için geldim," dediğinde, kaşlarımı çattım ve sorarcasına ona baktım.

 

"Niye?" Gözlerim onun üzerinde gezinirken, onun gözleri hâlâ yoldaydı.

 

"Henüz farketmedin ama," diye mırıldandı sesi ciddileşmişti. "Sahran'ların itleri dünden beri etrafında geziniyor."

 

Anlam veremeyen bir ifadeyle bir süre duraksadım. Sahran'lar. Annemin ailesi. O gün sofrada Arzu'nun söyledikleri aklıma gelince bir an olayın ciddiyetini daha iyi kavramıştım. Belki de Arzu gerçekten abartmıyordu.

 

İfadesiz bir şekilde tekrar arkama yaslandım. "Bir bu eksikti," diye konuştum, sesimde herhangi bir tedirginlik yoktu sadece biraz şaşkındım.

 

"Senin bu kafana her estiğinde yalnız başına dışarı çıkmalarını olmasa sorun yok," dedi Azer.

 

Yağmur damlaları arabanın camlarına çarpıp tok sesler çıkartırken, gözlerimi ön cama dikip yolu izlemeye başladım. "Amaçları ne peki," diye mırıldandım sakince. "Üzerinden onca yıl geçmiş sonuçta, bana bile kinlenecek kadar taze mi hâlâ öfkeleri?"

 

Azer belli belirsiz kafasını salladı. "Burada o kadar kolay unutulmuyor yaşananlar," dediğinde sesine bariz bir öfke oturduğunu o an farkettim.

 

Bedenime inen halsizlikle beraber histerik bir şekilde gülümsedim. "Anneme ödetemedikleri bedeli, benim ödememi istiyorlar yani..."

 

Azer'in direksiyonu tutan parmakları sıkılaştı ve yüzünde ki ifade biraz daha sertleşti. "O sıkar biraz," diye konuştuğunda sesinin bu denli güven vermesi beni afallatmıştı.

 

Bir şey söylemedim. Onun bakışları yoldan ayrılmazken benim gözlerim camdan akan damlaları takip ediyordu. Aklıma gelen şeyle beraber telefonumun ekranını açıp Helin'e hastaneden ayrıldığımı bildiren kısa bir mesaj yolladım.

 

Azer'in de muhtemelen, Azat ve Yaman'ın hastanede olduğundan haberi yoktu. Eğer olsaydı kesinlikle bu kadar sakin kalmazdı. Zaten olaylar bu kadar karışık bir hal almışken, yeni bir Azat olayını daha çekmek istemiyordum.

 

"Bundan sonra, yanında koruma olmadan dışarı çıkmayacaksın," Azer'in sesini duyduğumda ona taraf bakıp kaşlarımı çattım.

 

"Yok artık," dedim hoşnutsuz bir ifadeyle. "Korumayla gezmek ne, ulu orta beni öldürecek halleri yok ya..."

 

Azer'in gözleri beni buldu. Yüzünde ki ifade ve itiraz istemeyen bakışları bu konuda oldukça ciddi olduğunu gözler önüne sererken, "Bu benimle inatlaşacağın bir konu değil," dedi ve tekrar yola baktı.

 

Gözbebeklerime hapsolan flu bir merak eşliğinde, bakışlarımı direksiyonu kavrayan ellerinde gezdirdim. "Adil Bey'le yıllardır aynı şehirde yaşayan insanlar bana niye taktı kafayı anlamadım," Yüzüme dökülen nemli saçlarımı elimle tekrar geriye ittim. "Çok saçma değil mi?"

 

Yüzünü tekrar kadrajıma aldığımda o ifadesiz görünüyordu. "Çünkü işlerine gelmiyor," diye mırıldandı bir kaç saniyenin sonunda. "İşin sonunda kendilerinin yanacağını biliyorlar."

 

Alayla gülümseyip önüme döndüm. "Herkes gücünün yettiğine..." dedim kelimelerimi dudaklarımın esaretinden kurtarırken. "Kendilerinden olanın cezasını kesince kimse çıkıp bir şey demeyecek," Zorlukla yutkundum. "Annemi yakamadılar, beni yakacaklar akkılları sıra."

 

Azer'in gece karası gözleri, benim üzerime döndüğünde anlam veremediğim yoğun ve sert bir duygunun onun gözlerinden benim gözlerime aktığını hissettim. "İki metre yanına yaklaştıkları an," diye konuştuğunda, sesi oldukça sert çıkmıştı. "Yaktıkları o ateşi, onların kanıyla söndürürüm Dilba."

 

Bu söylediği şey kalp atışlarımı gereğinden fazla hızlandırdığında, bunun olmaması gerektiğini hatırlayıp kendime kızdım. Kontrol edemiyordum. Sadece bir cümle diye tekrarladım içimden. Sadece Boranlı sınırlarında olduğun için seni koruyor.

 

Eğer aynı evin sınırları içinde yaşamasaydın, onun umurunda bile olmazdın Dilba.

 

Bunları neden kendime inandırmaya çalışıyordum bilmiyorum ama, bir tarafım bana oldukça yabancı gelen bu hissin varlığını reddetmek istiyordu. Bu zamana kadar içine düştüğüm her çukurdan kendim çıkmayı başarmıştım. Ne elimden tutan olmuştu, ne de yanımda duranım. Ama şimdi yanımda duran bu adam bana tam tersini söylüyordu ve ben buna rağmen hâlâ kimsenin umurunda olmadığıma kendimi inandırmaya çalışıyordum.

 

Umurunda değilsin Dilba.

 

Sen kimsenin umurunda değilsin.

 

Araba konağa varana kadar ikimizde konuşmadık. Söylediği herşey kelimesi kelimesine aklımın orta yerine kazınırken, arabanın garaja girişini seyrettim öylece. Garajın kapısını açan kahyanın meraklı bakışları arabanın üzerinde gezinirken, şuan neden Azer'in arabasında olduğumu sorguladığına adım kadar emindim.

 

Araba durduğunda Azer'e taraf bakmadan kapıyı açtım ve beklemeden indim arabadan. Kahyanın üzerimde gezinen bakışlarına aldırış etmeden avluya taraf yürümeye başladığımda, çalışanlardan Yasemin ve Hatice köşede durmuş olduğumuz tarafa doğru bakıyorlardı. Yürümeye devam edip, önlerinden geçtiğimde Hatice denen kadının sesi doldu kulağıma. "Odanıza mı çıkacaksınız Dilba Hanım?" Ters bir ifadeyle kafına taraf döndüğümde onun gözleri arsız bir ifadeyle benim üzerimde geziniyordu. Sorarcasına kaşlarımı çattığımda kadın Yasemin'e baktı ve sonra ekledi. "Yani, akşam yemeği birazdan hazır olurda... İnecek misiniz diye şey ettiydim."

 

Buz gibi bir ifadeyle Hatice'ye baktım. "Aç değilim ben, inmeyeceğim." Bunu söyledikten sonra, bakışlarımı onlardan ayırıp yürümeye devam ettim.

 

Bir kaç kişinin avluda oturduğunu görsemde, onlara taraf bakmayıp direk olarak merdivenlere yöneldim ve odama girip kapıyı arkamdan kapattım. Çantamı gelişigüzel bir şekilde yatağın üzerine atıp direk banyoya yöneldim.

 

Yer yer kendini belli eden baş ağrım yine artmaya başlarken, zihnimi kurcalayan herşeyi bir köşeye atıp dinlenmekti niyetim ama bu pek mümkün görünmüyordu. Hatta kafamın içindeki sesler gitgide artıyor ve kalbim zihnimdeki düşüncelerle boğuşuyordu.

 

Beni kendime getirecek tek şey ılık bir duş olacaktı.

 

•••

 

Gecenin koynunda sabahlayan o ağacın gölgesine düşen bir yaprak misali kimsesiz kalmışken, umudumu diri tutacak tek bir şeyin olmaması beni kötülüğe çelik bir zincirle bağlıyordu.

 

Alabileceği tüm darbeleri almış bir insanın hırsıyla üzerime gelen herşeye savaş açıyordum. Dün hastanede Azer'in söyledikleri gece boyu bir örtü misali bedenimi sararken, yapabildiğim tek şey zihnimdeki sesleri susturmaya çalışmak ve bana iyi geldiğini düşündüren herşeyi silip reddetmekti.

 

Benim evim, ruhum kara toprak altındayken, bu hayattaki hiçbir şey bana iyi gelemezdi.

 

Gelmemesi gerekiyordu.

 

Ciğerlerime giden yolun önünde dikilen o canavarın bedeni, aldığım her soluğu bana zehir ederken, Berşan Hanım geçip tam karşımdaki tekli koltuğa oturdu ve ela gözlerini sorgulayıcı bir ifadeyle benim üzerimde gezdirdi. Saat altıyı çoktan geçiyordu ve ben kahvaltıdan sonra Berşan Hanım'la konuşma fırsatını anca bulmuştum.

 

Sabah kahvaltıda ne Azer, ne de Adil Bey yoktu. Denilene göre geçenlerde bahsi açılan arsa ihalesi bugün yapılacaktı ve açıkçası Adil Bey ve Azer arasındaki bu rekabet en çok bugün hissettirecekti kendini çünkü Adil Bey bu ihaleyi kazanamayacaklarını ileri sürüp çekilme taraftarıydı. Ama Azer tabi ki de çekilmeyecekti bunu bilmek için müneccim olmaya gerek yoktu.

 

Berşan Hanımın yüzünde oldukça rahat bir tavır vardı. Kendinden o kadar emindi ki oynadığımız bu oyunda çıkan hiçbir aksilik onun gardını düşürmüyordu. Oturduğum koltukta hafifçe doğrulup, Berşan Hanıma taraf baktım. "Berşan Hanım," diye konuştuğumda, onun bakışları beni buldu. "Kimin neyi ne kadar bilmesi gerektiğiyle ben ilgileniyorum demiştiniz," Sorarcasına yüzüne baktım. "Ama Azer'in benim hakkımda çok daha fazlasını bildiğini düşünmeye başladım."

 

Berşan Hanım'ın dudaklarında ufak bir tebessüm belirdi. "Belki de biliyordur," dedi ve ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi. "Sen Azer'in attığı her adımdan benim haberimin olduğunu falan mı düşünüyorsun?"

 

Kaşlarımı kaldırıp anlam veremeyen bir tavırla Berşan Hanıma baktım. "Azer'in hakkımda ne bildiğinden haberiniz yok mu yani?"

 

Berşan Hanım oldukça sakin bir şekilde arkasına yaslandı. "Azer gelip bunu bana söyleyecek biri değil," dedi ve ağırca kafasını salladı. "Bir şeyi bilmek isterse öğrenir ve bundan kimsenin haberi olmaz. Benim bile."

 

Durum düşündüğümden daha vahimdi. Berşan Hanım'ın bile, Azer'in neyi bilip bilmediğinden haberi yoktu ama asıl şaşırdığım şey oldukça rahat görünmesiydi. "Peki neden bu kadar rahatsınız?" diye sorduğumda gözlerim Berşan Hanımın üzerinde gezindi. "Kurduğumuz bu oyunun tehlikeye girmesinden korkmuyor musunuz?"

 

Berşan Hanım'ın yüzüne kendinden emin bir ifade yerleşti. Bir kaç saniye bir şey söylemedi ve düşündü. Daha çok bir şeyi yeniden hatırlıyor gibiydi. Bakışları sabitlediği noktadan ayrıldı ve bu sefer gözlerimin içine baktı. "Sen Adil Bey'den ne kadar nefret ediyorsun Dilba?"

 

Sorduğu bu soruyla kaşlarım hafifçe havalanırken, göz bebeklerime tarifi mümkün olmayan bir nefretin yerleştiğini hissedebiliyordum. Berşan Hanım, sırf bu bakışımdan bile nefretimin boyutunu anlayabilirdi ama ben dilime damlatılan zehri saklamayı reddedip, "Tarif edemem," diye mırıldandım. "Öyle bir kelime yok."

 

Berşan Hanım gözlerini benden ayırmadan kafasını ağır ağır salladı ve o an içimde büyüyen nefretin aynısını onun gözlerinde de gördüm. "Emin ol, Dilba," dediğinde sesindeki ton intikam hırsıyla yıkanmış gibiydi. "Azer'in nefreti senin bu nefretinden çok daha büyük," Yüzü ciddileşti ve baş parmağıyla koltuğun kenarına hafifçe vurdu. "İşte ben tam olarak buna güveniyorum."

 

Sorarcasına Berşan Hanıma baktım. "Bu nefretin sebebi ne peki?"

 

Berşan Hanım oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru ağır ağır yürüdü ve tam kapının önüne geldiğinde hafifçe arkasını dönüp bana baktı. "Sen niye öfkeliysen," dedi ve eli kapı kulpuna gitti. "O da o yüzden öfkeli."

 

Adil Bey benden ablamı almıştı.

 

Azer'in her hareketinden oldukça anlaşılan bu nefretinin altında buna benzer bir şey yatıyor olmalıydı ve benim aklıma sadece tek bir ihtimal geliyordu. Bu konu Azer'in ölen babasıyla ilgili olabilir miydi?

 

Berşan Hanım odadan çıkıp gittiğinde, zihnimde beliren soru işaretleriyle baş başa kaldım bir süre. Berşan Hanım'ın bile konusu açıldığında gerildiği bu şey zannettiğimden çok daha ağır bir şeydi. Adil Bey'in geçmişi sadece anneme yapılanlardan ibaret değildi anlaşılan. Berşan Hanım'ın beni bulup bu konağa getirmesi bile bunu açıklıyordu.

 

Adil Bey'in günahları, sadece ablamı yakmamıştı anlaşılan...

 

Sorular zihnimi kurcalamaya devam ederken oturduğum koltuktan kalkıp yavaşça kapıya doğru yürüdüm ve zemin kattaki oturma odasından çıktım. Avluda oturan sadece iki kişi vardı. Elvan ve Mercan.

Birazdan akşam yemeği yenileceğinden odama çıkmaktan vazgeçip onların olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. Dün erkenden çıkıp, üstüne bu sabahta kahvaltıya inmediğim için Lebriz Hanım'ı biraz sinirlendirmiştim o yüzden aşağıda olmakta fayda vardı. Herşey dozunda ilerlemeliydi ve ben bazen kendimi tutamayıp Lebriz Hanım'a bile karşı gelsemde bu yaptığımın oynadığım oyun açısından tehlikeli olacağını anlayabiliyordum. O yüzden Lebriz Hanım'a karşı biraz daha sakin yaklaşmalıydım.

 

"İyi akşamlar," diyerek Mercan'ın yanındaki boş yere oturduğumda, ikisininde gözleri benim üzerime çevrilmişti.

 

Mercan keyifle gülümseyip, "İyi akşamlar," diye beni yanıtladığında sorarcasına yüzüme baktı. "Valla yüzünü gören cennetlik, dünden beri hiç ortalıklarda yoktun merak ettik bizde."

 

Bu sırada Elvan'ın gözleri durgun bir ifadeyle benim üzerimde geziniyordu. Kollarını önünde bağladığında yüzünde nedense sinir bozucu bir tavır vardı. "Merak etmeye gerek yok, zaten yanlız değilmiş," diye mırıldandığında, hafifçe kafasını yana eğdi. "Azer'le beraber gelmişler konağa..."

 

Sesi içinde binlerce imâ barındırırken, bu duyduğum cümleyle bir süre duraksadım. Normal şartlarda buna alayla gülüp geçer, umursamazdım ama şimdi içime doğan o keskin sinire anlam veremiyordum. Söylemeye çalıştığı şeyi gayet iyi anlamıştım. Azer'i benden kıskanıyordu.

 

Kocasını...

 

Kafamın içinde onlarca ses aynı anda yankılanmaya başladığında, vücuduma bir iğne misali batan bu uğursuz hissi yok saymaya çalıştım. Bu şeyin ifademe sızmasına izin vermeyerek oldukça rahat bir tavırla arkama yaslandım ve hafifçe gülümsedim. "Yalnızdım ben," diye konuştum kelimelerin üzerine basarak. "Sadece konağa beraber geldik."

 

Elvan yapmacık bir şaşkınlıkla bana baktı. "Öyle mi," diye konuştu anlıyormuş gibi yaparak. "Hatice beraber geldiler deyince, ben yanındaydı sandım..."

 

Sesindeki kinayeye karşı sinirlerim giderek bozulurken, Mercan önce Elvan'a sonra da bana baktı. "Yine bir olay mı çıktı yoksa," diye sordu meraklı bir tavırla.

 

Sesli bir şekilde gülüp yüzüme yapmacık bir maske yerleştirdim. "Biraz meraklı mıyız bugün?" diye sordum samimiyetsiz bir tınıyla.

 

Onların bir şey demesine fırsat kalmadan, çalışanlardan biri yanımıza gelip sofranın hazır olduğunu, Büyük Hanım'ın da inmekte olduğunu söyledi. Bizim aramızda ki bu gergin diyalog yarıda kesilirken, hepimiz geçip masadaki yerlerimizi almıştık. Bir kaç dakika sonra Arzu ve Orkun, onlardan sonra da Berşan Hanım gelip masaya oturdu. En son ise Ruken'in geldiğini gördüğümde buna epey şaşırmıştım. O olaydan sonra bir kere bile odasından çıkmamıştı. Yüzünde yorgun bir ifade vardı. Hiç kimseyle konuşmayıp yerine oturdu ve bakışlarını masaya indirdi.

 

Azer, Adil Bey ve Harun hâlâ ortalıklarda yoktu. Bugün çok önemli bir ihale olduğu için sabah erkenden çıkmış ve hâlâ gelmemişlerdi. Ne zaman gelecekleri hakkında bir fikrim yoktu ama bu ihalenin sonucunun herkes için önemli olduğunu biliyordum.

 

Lebriz Hanım'ın bastonunun sesi duyulduğunda, hafifçe kafamı çevirip masaya doğru yürüyen Lebriz Hanım'a baktım. O yüzünde oldukça otoriter bir ifadeyle geçip baş köşedeki yerine oturduğunda, gözleri ilk beni bulmuştu ve tahmin ettiğim gibi hafiften sinirli bakıyordu. "Sonunda teşrif etmişsiniz küçük hanım," diye konuştuğunda herkesin bakışları benim üzerime çevrilmişti. "Malum dünden beri yüzünü doğru dürüst göremedik."

 

Arzu oturduğu yerden gözlerini benim üzerime dikip, "Bence buna da şükredelim," dediğinde, alayla güldü. "Hiç gelmeyede bilirdi..."

 

Lebriz Hanım, gözlerini masadakilerin üzerinde tek tek gezdirip, "Neyse," diye mırıldandı. "Afiyet olsun."

 

Lebriz Hanım'ın bunu söylemesiyle herkes yemeklerine odaklanırken, Arzu'nun bakışları hâlâ benim üzerimdeydi. Buz gibi bir ifadeyle ona aynı şekilde karşılık verdiğimde, Berşan Hanım, Arzu'ya küçümseyici bir ifadeyle baktı. "Ya Arzu," diye konuşmaya başladı. "Sen en iyisi Dilba'yla uğraşmayı bırakıp kocana bir kaç tane teselli cümlesi hazırla. Bugün keyfi pek yerinde olmayacak, malum."

 

Arzu, "Ne demek o?" diye sorduğunda, Berşan Hanım alayla güldü.

 

"İhaleden çekilelim diye kendini yiyip bitiriyordu ya hani," Berşan Hanım, sesinde ki küçümseyici ifadeyi değiştirmeden ekledi. "E şimdi Azer ihaleyi kazanınca, onunda haliyle morali bozulacak. Gidip kendi ailesinin menfaatini değilde, başkalarının itibarını düşündüğü için..."

 

Elimle gülüşümü bastırmaya çalışarak, Berşan Hanıma baktım. "Berşan Hanım çok haklı," diye konuştum onaylarcasına. "Maalesef Adil Bey'de laf var ama icraat sıfır."

 

"Sen o burnunu anlamadığın işlere sokmasan mı acaba?" Orkun'un sinir bozucu sesini işittiğimde ona taraf döndüm, o ise ekledi. "Sen ilk önce kendi arkanı topla, buraya geldiğinden beri yemediğin halt kalmadı."

 

Yüzümü buruşturarak Orkun'u baştan aşağı süzdüm. Sinirlerimi bozmak için ikide bir aynı şeyi söylüyordu ve bundan resmen zevk alıyordu. İstemsizce tırnaklarımı avuç içlerime batırırken, "Benim yaptıklarım seni zerre kadar ilgilendirmez," diye konuştum, sesimde mani olamadığım bir öfke vardı.

 

Lebriz Hanım bana bakarak, "Sakin kızım," diye konuştu.

 

Sinirle nefesimi verdim. "Bir benim yaptıklarım sorun herhalde," dedim. "Herkes istediğini söylemekte özgür."

 

Lebriz Hanım, elindeki çatalı sertçe masaya bırakıp bana taraf döndü. "Kızım senin etrafta dönen laflardan haberin yok herhalde," dediğinde, sesi hafiften öfkeli çıkmıştı. "Hele ki Mardin gibi bir yerde bu kadar düşüncesiz davranman hiç hoş değil, Orkun haklı."

 

Bahsettiği şeyin, Azer'le benim hakkımda çıkan o saçma dedikodu olduğunun farkındaydım. Dillendirmiyordu ama imâ ettiği şey tam olarak buydu. Gözlerimi tabağımdan kaldırıp Lebriz Hanım'a baktığımda, onun otoriter bakışları hâlâ benim üzerimdeydi. "Beni buraya siz getirdiniz," diye konuştuğumda, Lebriz Hanım'ın kaşlarının ortasında ufak bir çukur oluştu, benim ise ifademde en ufak bir değişiklik olmamıştı. "Nasıl bir yaşam tarzım olduğunu gayet iyi biliyordunuz, şimdi ise her hareketim batmaya başladı nedense..."

 

"Aynı şekilde devam diyorsun yani," Orkun arkasına yaslanıp alayla güldüğünde, gözlerimi devirip Orkun'a baktım.

 

"Seninde her halta bir yorumun var," Vücudumdaki sinir dozu giderek artarken sesimdeki tını oldukça tersti. Onlara istediklerini vermemek adına tekrar Lebriz Hanım'a döndüm. "Sizden de özür diliyorum," dedim, bu söylediğime Lebriz Hanım dahil herkes şaşırmıştı, bozuntuya vermeden devam ettim. "Saygısızlık yapmak değildi amacım."

 

Lebriz Hanım, bu cümlemle beraber hoşnut bir tavırla arkasına yaslandı. Kimse bunu beklemiyordu. Benim amacımda zaten onları şaşırtmaktı. Lebriz Hanım ile aramın bozulması Arzu'nun işine gelecekti ve ben ona bunu vermeyecektim. Lebriz Hanım bilgiç bir tavırla kafasını salladı ve "Özüre hacet yok," diye konuştu diri bir sesle. "Ben ne söylüyorsam senin iyiliğin için söylüyorum. Sen bizim sorumluluğumuz altındasın, bu ailenin kızısın artık."

 

Berşan Hanım, "Ayen öyle," diye araya girip önce Lebriz Hanım'a, sonra da bana döndü. "Bundan sonra daha dikkatli olmakta fayda var ama."

 

Berşan Hanım'a baktığımda dudaklarımın kenarı alayla kırıldı. Yalan konusunda tam bir profesyoneldi. Bir kaç saat önce konuştuklarımızı bilmesem buna ben bile inanabilirdim.

 

"Büyük Hanım," Elvan, Lebriz Hanım'a taraf hafiften çekinerek bunu söylediğinde Lebriz Hanım göz ucuyla Elvan'a baktı, Elvan ise devam etti. "Biliyorum sırası değil belki ama..."

 

Lebriz Hanım, kaşlarını çatıp hadi dercesine elini kaldırdı. "Söyle hadi kızım."

 

Elvan bir kaç saniye duraksadıktan sonra belli belirsiz gülümsedi. "Düğünde çıkan olaydan sonra, arada kaynayıp gitti," dedi ve göz ucuyla bana bakarak tekrar Lebriz Hanım'a çevirdi bakışlarını. "Müsait bir günde el öpmeye bizimkilere gidelim diyorum. Adettendir."

 

Lebriz Hanım, duyduğu şeyden belliki hiç hoşlanmamıştı. Öyle ki, geçiştirircesine "Herşeyin yeri, vakti var," dedi. "Sanki herşey halloldu da bir o kaldı..."

 

Lebriz Hanım'ın bunu neden söylediğine zerre anlam veremedim. Geleneklere oldukça bağlı bir kadın olduğu aşikârdı ama genel olarak Elvan ve Azer'in evliliğinden hiç memnun olmadığını anlayabiliyordum. Bu söylediği şeyle beraber Elvan'ın yüzü düşerken, Mercan'ın alayla güldüğünü işittim. "Benim eltime bak sen ya," diye kıkırdadığında, Elvan ters ters Mercan'a baktı. Mercan ise ekledi. "Damdan düşer gibi evlendiği yetmedi, birde el öpmeye gidecekmiş..."

 

Evlenmek kelimesinin üzerine yaptığı vurgu ve oldukça imâlı çıkan sesi Ruken'in bile alayla Elvan'a bakmasına neden olurken ben hiçbir şey anlamamıştım. Azer'in, Elvan'a aşık olmadığını bilmeyecek kadar salak değildim ama bu olayın içinde çok daha başka şeyler vardı. Elvan yeşil gözlerini Mercan'a diktiğinde, sinirlenmişe benziyordu. "Sen önce gidip kendi kocanla ilgilensene Mercan," Kinayeli sesi Mercan'ın gözlerindeki ifadeyi değiştirirken, Elvan imayla kaşlarını kaldırdı. "Malum erkek bu... Bir bakarsın elinden uçup gitmiş."

 

Mercan küçümseyici bir ifadeyle Elvan'ı baştan aşağı süzdü. "Bana bak, o laflarına dikkat et," diye mırıldandı ama sesi oldukça tehditkardı. "Senin o evlilik dediğin şey dudağımın arasından çıkacak iki çift söze bakar haberin olsun."

 

Lebriz Hanım, yapmacık bir şekilde öksürerek ikisine uyarı dolu bir bakış attığında, Elvan bir anda suspus kesilmişti. Mercan'ın söylediği şey apaçık bir tehditti ve buradaki herkes bunu anlamıştı. Masada kısa bir sessizlik oldu. Göz ucuyla Elvan'a baktığımda onun suratında bariz bir öfke vardı ama Mercan bu gerginliği burada bitirmek istemiyor olacakki, "Ne oldu, sesin soluğun kesildi Elvan?" diye sordu. "Tabi sen alışıksın her haltı yeyip masum masum ortalıkta dolaşmaya..."

 

"Mercan," Lebriz Hanım'ın uyarı dolu sesi masada yankılandığında, Mercan arkasına yaslanıp kollarını önünde bağlayarak Elvan'a bakmaya devam etti.

 

Elvan duruşunu dikleştirip, adeta nisbet yaparcasına Mercan'a baktı. "Hiç kimsenin yapamadığını ben yaptım diye mi bu öfken?" diye sordu, sesini sakin tutmaya çalışarak. "Ben en azından sevdiğim adamın yanındayım, senin gibi mal mülk uğruna evlenmedim..."

 

Mercan alaycı bir kahkaha atarak, Elvan'ın lafını kesti. "Senin bu konağa nasıl geldiğini unuttuğumuzu mu zannediyorsun?" dediğinde, Elvan'ın kaşları çatıldı. "Ayol sen tek başına babanın evinden kaçtın be."

 

Elvan tam ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki, Lebriz Hanım sertçe elini masaya vurdu. "Yeter bu kadar!" diye konuştu sinirlendiğini belli eden bir sesle, sonra Elvan'a taraf baktı. "Sende kabahatini bil, otur oturduğun yerde!"

 

Lebriz Hanım bunu dediğinde ikiside konuşmadı. Biraz daha devam etseydiler muhtemelen aklımda ki bütün soru işaretlerini ortadan kaldıracaklardı. Anlaşılan Mercan, herşeyi ortaya dökmeye oldukça meyilliydi. Ortada neler dönüyordu bilmiyordum ama artık gerçekten merak etmeye başlamıştım.

 

Bir kaç dakika öylece geçti. Lebriz Hanım'ın bu son uyarısı herkesi susturmaya yetmişti ama açılan avlu kapısı bu derin sessizliği bıçak gibi böldü. Harun'un keyifli bir suratla içeri girip olduğumuz yöne doğru ilerlediğini gördüğümde, onun hemen arkasından Azer girdi kadrajıma. Adil Bey ise en son girmişti ve asık suratıyla onların peşinden ağır ağır ilerleyerek olduğumuz tarafa geldi.

 

Lebriz Hanım, Azer'e taraf bakıp hafifçe gülümsedi. "Hayırlı haberlerle geldiniz inşallah Ali'm."

 

Lebriz Hanım, çoğunlukla ona hep Ali'm diye sesleniyordu ve ben bunun nedenini şimdi daha iyi anlıyordum. Ali, Azer'in babasının ismiydi ve belkide Lebriz Hanım'ın, Azer'e bu kadar bağlı olmasının sebebi buydu.

 

Ali Azer Boranlı, genç yaşta ölen babasının ismini taşıyordu.

 

Adil Bey ve Harun, geçip masada ki yerlerine oturdular ama Lebriz Hanım'ın bakışları hâlâ Azer'in üzerindeydi. "Geç otur oğlum," diye konuştuğunda eliyle Azer'in sandalyesini gösterdi ve azıcık ileride elleri önünde bekleyen çalışanlara taraf döndü. "Öyle durmayın da gelip servis açın."

 

Azer, yerine oturdu ve bakışlarını herkesin üzerinde tek tek gezdirerek en son Lebriz Hanım'a taraf baktı. "Gerek yok, aç değilim," dediğinde rahatça arkasına yaslandı.

 

Adil Bey, huzursuz bir ifadeyle ona servis açan çalışanı eliyle geri çevirdi ve "Bende yemeyeceğim," diye homurdandı. Anlaşılan ihale onun istediği gibi gitmemişti.

 

Bu sırada Elvan'ın bakışları Azer'in üzerinden bir an olsun ayrılmıyordu. Öyle bir hayranlıkla bakıyordu ki bir an gözlerimi devirme isteğimi çok zor bastırdım ve sonra kendime kızdım. İstediği gibi bakabilirdi.

 

Seni ilgilendirmez Dilba.

 

Lebriz Hanım'ın bakışları Adil Bey'e çevrildiğinde, Adil Bey'in asılan suratına baktı bir müddet. "Hayırdır Adil, yüzünden düşen bin parça?" diye sordu hafiften meraklı çıkan bir sesle. "Yoksa bir aksilik mi çıktı ihalede?"

 

Adil Bey, Lebriz Hanım'ın bu son sorusuyla beraber kafasını kaldırıp Lebriz Hanım'a baktı. Bu sırada Adil Bey'in hemen yanında oturan Arzu merakla Adil Bey'e dönmüştü. Adil Bey, bir kaç saniye duraksadıktan sonra, "Torununa göre gayet iyi bir sonuç çıktı ihaleden," dedi ve sonra Azer'e baktı. "Ama iyi olup olmadığını göreceğiz."

 

Lebriz Hanım, anlam veremeyen bir tavırla Adil Bey'in yüzüne baktı ve sonra Azer'e döndü. Azer ise gözlerinde beliren bir meydan okuma eşliğinde Adil Bey'den ayırmadı bakışlarını. "Hayırlı olsun," diye konuştu adeta Adil Bey'i ezip geçerek. "Bugün resmi olarak ihaleyi aldık."

 

Bunu öyle bir sesle söylemişti ki, Adil Bey'in ilk defa Azer'in gücü karşısında ezilişini bu kadar net gördüm. Adil Bey ihaleye katılmaya kesinlikle karşı çıkıyordu ve Azer onu dinlemeyerek ihaleden çekilmeyi reddetmişti. Şimdi de ihaleyi kazandıklarını söylüyordu. Adeta senin düşüncelerinin bir hükmü yok demeye getiriyordu ve Adil Bey'in bu hoşnutsuzluğunun nedeni tam olarak buydu.

 

Orkun diğer taraftan hafifçe gülümseyerek Azer'e taraf baktı. "E çok iyi haber bu..."

 

Adil Bey'in içinde yenilmişlik barındıran o bakışları oğluna taraf döndüğünde, yüzünde sinirli bir ifade peyda olmuştu ama sadece öylece bakmakla yetinip bir şey söylemedi ve tekrar önüne döndü.

 

Lebriz Hanım'ın yüzünde ise şimdi güller açıyordu. "Aksinin olmasına ihtimal bile vermiyordum zaten," diye konuştu gururla Azer'e bakarak. "Helal olsun oğlum."

 

Adil Bey, kendini tutamayarak duyduğu hoşnutsuzluğu belli eden bir şekilde derin bir nefes aldı. "Bu ihaledeki rakiplerimizin, aynı zamanda dünürlerimiz olduğunun farkındasınızdır umarım."

 

Azer gözlerine aniden inen derin bir öfkeyle Adil Bey'e döndü. "Dünürlük falan kalmadı," diye konuştuğunda gözlerindeki o karanlık ifade ortamı bir anda buz kestirmişti. "Azat itinin yediği halttan sonra, onun kardeşimle nişanlı kalmasına izin verir miyim lan ben?"

 

Ne tepki vereceğini merak ederek Ruken'e baktığımda, onun gözleri dönük bir ifadeyle abisinin üzerinde geziniyordu. O kadar çok ağlamıştı ki bu konuşulanlara herhangi bir tepki bile vermiyordu ve sadece öylece izlemekle yetiniyordu.

 

Adil Bey, Azer'in bu sert çıkışı karşısında bir kaç saniye bekledi. Azat ve Ruken olayının ne kadarını biliyordu bilmiyorum ama eğer Azat'ın, Ruken'i aldattığını biliyorsa hâlâ nişanlı kalabileceklerini düsünmesi oldukça saçmaydı. Ya da işine böylesi geldiğinden, Azat'ın yaptığı bu iğrençliği bile görmezden geliyordu.

 

"Abim doğru söylüyor amca," diye araya girdi Harun ciddi bir sesle. "Bu saatten sonra Ruken'in o adamla nişanlı kalmasına razı gelemeyiz."

 

Daha fazla kendimi tutamayarak, "Adil Bey sanırım Azat'la empati kurdu," diye konuştum sesimdeki yoğun imâ eşliğinde, ardından alayla gülüp küçümseyici bir tavırla Adil Bey'e baktım. "Geçmişte oda aynı şeyleri yaşadığından, bu tarz şeyleri pek garipsemiyor."

 

Berşan Hanım, bu söylediğim şeyle beraber seslice gülüp Adil Bey'e baktığında, Adil Bey'in bakışları bana döndü. Aynı şekilde Mercan'ın eliyle gülüşünü gizlemeye çalıştığını farketmiştim.

 

Masada tekrar bir sessizlik oldu. Azer'in bakışlarını üzerimde hissettiğimde, bir saniyeden daha kısa bir an göz göze geldik. En azından Adil Bey konusunda aynı tarafta olduğumuzu biliyordum. Adil Bey'den en az benim kadar nefret ediyordu ve ben o nefreti onun gözlerinde çok net görüyordum.

 

Arzu, Adil Bey'in sessiz kalışından faydalanarak, "Adil'i o Azat denen adamla aynı kefeye koymaya utanmıyor musun?" diye sordu.

 

Dirseklerimi masaya yaslayarak çok hafif öne doğru eğildim ve Arzu'nun yüzüne baktım. "Ben bir fark göremedim."

 

Arzu karşılık vereceği sırada Adil Bey, "Tamam Arzu," diyerek hafifçe elini kaldırdı ve Arzu'yu susturdu. "Şuan konumuz benim geçmişim değil."

 

Bu söylediğine alayla gülüp , bakışlarımı onlardan ayırdığımda Berşan Hanım beni onaylarcasına gülümsedi ve sonra Adil Bey'e ve Arzu'ya nisbet yapar gibi Azer'e baktı. "E bunun şerefine bir yemek vermek lazım," dedi sesine dolan gururla. "Herkesin gözü kulağı bu ihaledeydi."

 

"Bak bunu iyi dedin Berşan," Lebriz Hanım, kafasını sallayıp Berşan Hanımı onayladığında, bakışları Azer'e taraf döndü. "Şöyle büyük bir davet verelim ki milletin dedikoduları da kesiliversin."

 

Adil Bey kaşlarını çatarak, "Bence böyle bir şeye gerek yok," dedi. "Ben hâlâ bu işin bizim aleyhimize olduğunu düşünüyorum."

 

Azer arkasına yaslanıp, Adil Bey'e baktı ve sonra gözlerini masanın etrafında gezdirdi. "O davet verilecek," dedi Adil Bey'in söylediklerini duymamazlıktan gelerek. "Aleyhimize olduğunu düşünüyorsan, sen katılmayabilirsin Adil Bey."

 

Adil Bey, Azer'in bu söylediğinden sonra ağzını

açıp tek kelime daha söyleyemedi.

 

Bu artık resmen aralarında ki bu savaşı daha da alevlendirmişti.

 

Azer, Adil Bey'in üzerine basıp geçiyordu.

 

•••

 

Loading...
0%