
Keyifli okumalar<3
İnstagram: wattyblackfire
Tik tok: Yılanın Yavrusu Official
20. BÖLÜM
"Hisler Ve Korkular"
𓆙
Fecr ateşinin bir kor gibi yaktığı topraklar, bir annenin dilinden dökülen feryatların ahıyla susturulmuştu.
Taş evlerin soluk sarı lambaları birer birer sönmüş ve Midyat gecenin koynuna misafir etmişti kendini. Buke, mümkün olsa nefesini dahi susturacak bir sakinlikte ağır ağır yürüyordu. Dışarıda tek bir ses, tek bir insan yoktu. Sadece annesinin sabah koluna bağladığı siyah kumaş parçasının rüzgarla beraber çıkardığı soluk hışırtı doluyordu kulağına. Kumaş parçası o kadar gevşemişti ki neredeyse düşecekti. Kolunun üzerindeki kesiklerden, sızan kanlar canını yaksada, hissedemeyecek kadar dalmıştı.
Tek çaresi, oydu.
Eğer bu gece geri çevrilirse, yapacağı şeyin babasından önce kendi canını almak olduğunu düşünüyordu. Diğer ihtimal ise onu korkutuyordu. Kaç buradan demişti, annesi. Bunu yapabileceğine olan inancını yitirmişti bu sabah. Belki gerek kalmayacak diye düşündü. Bu kapıdan bir kez geri çevrildiğini anımsadı sonra. Bu, kapılarına ikinci kez gelişiydi. İlkinde, görüp görebileceği en büyük darbeyi almıştı. Şimdi ise kaybedecek hiçbir şeyi olmadan duruyordu bu kapının karşısında.
Büyük işlemeli kapıya uzun süre öylece baktı. Evden gizlice çıkmıştı ama onun içinde yakalanma korkusuna dair hiçbir şey yoktu. İki ucu da aynı yere çıkan korkunç bir labirentin içerisindeydi. Tereddüt dahi etmeden üç kez şiddetlice vurdu kapıya. İlkinde açan olmadı. Bir kez daha vurdu, ikinciye gerek kalmadan büyük bir gürültüyle açıldı kapı.
Kapıyı açan kişi konağın çalışanlarından Hatun'du. Kadının gözleri Bukê'yi görür görmez dehşetle açıldı. Çoktan öldürmüşlerdir diye düşünüyordu ama düşündüğü gibi olmamıştı. Buke yine burada, karşılarındaydı. Kadın, kapıyı kapatacağı sırada Buke hızlı davranıp kapıyı sertçe tuttu ve kadını hafifçe iterek içeriye girdi.
"Adil," diye bağırdı, bedenimde derman kalmasa da sesi hâlâ korkusuzdu.
İlk önce, Lebriz Hanım indi aşağıya. Suratında ki öfke dolu ifade, nefretini bariz bir şekilde belli ederken onun hemen arkasından Ali Boranlı da odasından çıkıp avluya inmişti.
Lebriz Hanım, ileriye doğru adımlayıp tam Buke'nin karsısında durdu ve onu baştan aşağı süzdü. "Hangi yüzle geldin sen buraya?" diye sordu sertçe. "Kendi ailenin de, bizim ailemizin de başını yaktığın yetmedi mi?"
Buke, Lebriz Hanım'a bir an olsun bakmadan, "Adil," diye seslendi bir kez daha.
Adil odasında, pencerenin başında durmuş bakışlarını avluya dikmişti. Ne olursa olsun, aşağı inmeye cesareti yoktu. Bûke'nin haykırışlarıyla içi cayır cayır yanarken, elini yumruk yapıp öylece izlemeye devam etti. Tüm yolları kapanmıştı.
"Buke gelmiş," diye konuştu hemen arkasından Arzu. Gözlerini korkuyla kocasına dikerken, bir eliyle de karnını tutuyordu. Doğuma az kaldığı için yürümekte bile zorlanıyordu. Bu yüzden oturduğu yere gerisin geri usulca bıraktı kendini.
Adil bir müddet bekledi. Çıkıp çıkmamakta kararsızdı. Tam o anda, avluda Bûke'nin karşısında dikilen Ali Boranlı'nın pencereye doğru baktığını gördü. Adil'in perdenin arkasından onları izlediğini çok iyi biliyordu. Bakışları sert ve tehditkârdı. Adil ta buradan, Ali Boranlı'nın ne demek istediğini anlamıştı. Aşağı inmesini istiyordu.
Adil geriye doğru adımlayıp pencereden uzaklaştı. Bakışları anlık olarak Arzu'ya dönerken, Arzu hafifçe kafasını salladı. "O kadının karşısına çıkmayacaksın değil mi?"
Adil, beklemeden bir hışımla kapıya yöneldi. Arzu, arkasından ayaklansa da onu durdurmak için geç kalmıştı. Adil, kapıdan çıkar çıkmaz hızla merdivenlere yöneldi ve avluya indi. Daha fazla kaçamayacağının o da farkındaydı.
Bu gün bu iş bitmeliydi.
Sonuçlarını biliyordu. Buke'nin akıbetinin ne olacağının da farkındaydı. Canı yanıyordu ama bu işten kurtulmak, hatta Bukê'yi kurtarmanın bir yolu var mıydı onu bile bilmiyordu. Tek bildiği şey, başka bir çaresinin olmadığıydı.
Adil'in avluya inmesiyle beraber herkesin bakışları bir bir Adil'e döndü. Buke'nin bakışları ise adeta bir kor gibi yaktı geçti Adil'i. O gözlerde ilk nefreti gördü. Buke, sevdiği kadın... Ona öyle bir nefretle bakıyordu ki, o an herkes bu nefretin büyüklüğünü hissetti.
Ali Boranlı, Adil'e doğru ilerleyip tam karşısında durdu. Adil'in adımları olduğu yerde donup kalmıştı. Ali'nin bakışları, öfkeyle Adil'in üzerine dikilirken, Adil'in bakışları Buke'den ayrılmamıştı.
Ali, Adil'i omzundan sertçe sarstı ve bakışlarının kendisine dönmesini sağladı. "Yüzleşmeye de mi yüzün yok lan senin?" diye sordu. "Ne ara bu kadar duygusuz bir adam oldun sen?" Adil, sessiz kaldı. Verecek bir cevabı yoktu. Ali, eliyle Buke'yi gösterdi ve sadece Adil'in duyabileceği şekilde konuştu. "Şimdi git, adam gibi konuş."
Ali, Adil'in önünden çekildi. Tam bu sırada Ali'nin karısı Berşan koşarak avluya gelmişti. Çocukları odaya koymuş, apar topar aşağıya inmişti. Bukê'yi görüne ne olduğunu anladı. Bu işin geri dönüşü olmadığını herkes gibi, o da biliyordu.
Daha fazla sabrı kalmamış gibi bir adım öne çıktı Buke. "Babam bu sabah ölüm hükmümü verdi," diye bağırdı herkesin duymasını ister gibi. "Yarın kendi elleriyle alacak canımı," baş parmağını havaya kaldırdı ve göğü gösterdi. Bu sırada elindeki kumaş parçası yere düşmüştü. "Allah şahidim, ne ölümden ne de vereceği acıdan korkuyorum. Elini vicdanına koy ve söyle bana Adil," Gözleri doldu, ama ağlamaya niyeti yoktu. "Senin gönlün razı mı buna?"
Adil'in gözlerine şaşkınlık yerleşti. Sadece o değil, herkes Buke'nin bu söylediğine şaşırmıştı. En fazla evlendirilir diye düşünüyorlardı, nişan bozuldu diye ölüm hükmü verildiği görülmüş şey değildi. Lebriz Hanım, Buke'ye bakarak sorarcasına kafasını salladı. "Sen ne diyorsun?" diye sordu. "Nişan bozuldu diye ölüm hükmü vermek de ne demek oluyor? Ömrü hayatımda işitmedim ben böyle bir şey."
"Olmaz öyle şey," diye konuştu Adil zorlukla. "Böyle bir şeyi yapamazlar."
Buke güldü. Neşeden uzak, tamamen histeri dolu bir tebessümdü bu. Öyle ya, henüz onların haberi yoktu sorunun sadece nişan olmadığından. Buke bakışlarını herkesin üzerinde tek tek gezdirdi. En son bakışları Adil'in üzerinde durdu ve bir eli karnına gitti. "Sen söyle," diye konuştu. "Yaparlar mı?"
O an ne olduğunu sadece Adil anladı. Resmen gözleriyle onun çocuğunu taşıdığını haykırmıştı Bukê. Başka kimsenin bilmesini istemiyordu. Adil'in ne yapacağı umurunda olan tek şeydi, vazgeçerse önünde dağ olsa durmazdı bu konakta.
Adil, bir an nefessiz kaldı. Anlamıştı. Ne olduğunu o an anlamıştı. Çok şey söylemek istedi ama ağzından tek bir kelime bile dökülmedi. Ayakta durmakta bile zorluk çekiyordu. Bu çok ağırdı. Ama bu yükün, karşısındaki kadına yüklediği ağırlığın henüz farkında değildi.
Bukê bir cevap bekledi. En azından, bir zamanlar deli gibi aşık olduğu adam ölümüne göz yummaz diye düşünüyordu. Başına gelen her şeyin sorumlusu şu an karşısında duruyordu ama bunca şeye rağmen bu kadarını yapacağına inanmak istemiyordu. Ama içinde bitmek bilmeyen bu korkunç acının içinde, bir ses yapacak diyordu.
Senin ölümüne bile bile göz yumacak Buke...
Bukê bekledi. Herkes bekledi. Ama Adil ağzını açıp tek bir kelime dahi etmedi. Diğerleri suskundu. Bu suskunluğun sebebi, Buke'nin karnında taşıdığı candan bihaber olmalarıydı belki ama Adil bunu bile bile susuyordu. Söylemek istediği çok şey vardı. Bukê'yi böyle yüzüstü bırakmaktansa ölmeyi tercih ederdi bir zamanlar. Belki hâlâ öyleydi ama kader onun önüne öyle bir duvar dikmişti ki, kelimeleri dudaklarına mühürlenmiş ve o sadece sessiz kalmıştı.
Bukê o an anladı.
Varlığını, hayatını her şeyini adadığı adam tek bir kelimeyi bile çok görüyordu. Ruhu cayır cayır yanmaya başladığı günden beri içinde hâlâ bir umut vardı ama şimdi elinde olan tek şeyi de kaybetmişti. Bedenine korkunç bir soğukluk indi. Tırnaklarını avuç içlerine sertçe bastırdı. Elindeki yaralar kanamaya devam ederken canı yanmasına rağmen gözlerinden tek bir damla yaşın düşmesine izin vermedi.
Adil bakışlarını Bukê'den ayırdı. Artık yüzüne bakamayacak kadar düştüğünü biliyordu Bûke'nin gözünden. "Git buradan Bukê," diye konuştu titreyen bir sesle. Ardından öfkeyle sert bir nefes aldı ve elini yumruk yaparak dudaklarına bastırdı. "Benden sana hayır gelmez."
Bukê, Adil'e uzun uzun baktı. Dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrılırken, kabullenişin verdiği o buz gibi ifadeyle ağır ağır kafasını kaldırdı ve yukarıya, Adil'in odasına doğru baktı. Görmeyi beklediği kişiyle, yani Arzu'yla göz göze geldiler. Bukê, Arzu'ya öyle bir ifadeyle baktı ki, o an avluda ki herkes buz kesti. Arzu ise, Bukê'nin gözlerindeki o nefreti ilk kez bu kadar net hissetti.
Bir zamanlar, kardeşten öte oldukları o kıza son kez baktı.
O gün, Bukê'nin içindeki umut öldü ve yerine başka bir duygu doğdu.
Kin.
Bukê o gün o kapıdan tek başına çıktı. Ve o gün, kendi kaderini kendi çizeceğine and içti.
Ölmeyecekti.
•••
Dilba Sonay
Midyat'ın sarı, soluk taşlı evlerinin arasında yürürken, düşündüğüm tek şey içine düştüğüm durumun bilinmezliğiydi.
Evet, korkunç bir git gelin ortasında gibiydim ve hiçbir gerçek beni bunu düşünmekten alıkoyamıyordu. Bu şehre geliş sebebim, her defasında bana kendini hatırlatırken bazı şeyleri yaşamak için hakkım olup olmadığını bile bilmiyordum. Aklımda, odağımda olması gereken tek duygu, intikam olmalıydı. Ama her geçen gün içimde biraz daha büyüyen o duygu, bugüne kadar yaşadığım her duyguyu gölgede bırakacak kadar güçlüydü.
Zihnimi sürekli meşgul eden bu düşüncelerden biraz olsun sıyrılmak adına, ögleden sonra Ruken'e alışverişe çıkmayı teklif etmiştim ve o da hemen kabul etmişti. Çarşı, diğer günlere nazaran biraz daha kalabalık sayılırdı. Daha şimdiden üç mağaza gezmiştik ve hemen arkamızda ilerleyen Yusuf ve Volkan'ın elleri paketlerle doluydu.
"O değilde çarşı bugün epey kalabalık," Ruken bakışlarını etrafta gezdirirken, benim bakışlarım da Ruken'e doğru dönmüştü. "Herkesin alışveriş yapası tuttu herhalde bugün."
"Millettin arada bir alışverişe çıkası tutar, bizim Dilba'nın arada bir eve uğrayası tutardı Ankara'dayken," diye konuştu Volkan hemen arkamızdan. "Yani bunun canı dışarı çıkmak istiyorsa isterse dışarıda savaş olsun, yine de tutamazsın evde." Göz ucuyla Ruken'e baktı. "Gerçi senin de pek farkın yok ama..."
Ruken, hafifçe arkasını dönüp Volki'ye baktı. Bugün epey bir kaynaşmışlardı. "Ben bir kere hiç sevmem alışveriş falan," diye konuştuğunda, hafifçe omuz silkti. "Hem sevedebilirim yani ne olacak?"
Volkan elinde tuttuğu poşetleri havaya kaldırdı. "Bu olacak," diye konuştu. "Yemin ederim ben hayatım boyunca bu kadar şey taşımadım ya. Tepeme güneş geçti."
"Ne abarttın ya," diye araya girdim. "Altı üstü iki üç parça bir şey aldık."
"İki üç parça mı?" diye ciyakladı Volki, yüzünü buruşturarak. "Kızım bu paketlerin her birinin içinde en az yirmi kilo kıyafet var. Beni sinir etmeyin, valla paketleri yolun ortasına bırakır kaçarım ha."
Yusuf, ters ters Volki'ye baktı. "Sen bırak kaç, seninkileri de ben taşıyayım öyle mi?" diye sordu, ardından yolun kenarında ki tahtaları gösterdi. "Öyle bir şey yap, gör bak nasıl kırıyorum şu takozu kafanda."
Volkan yandan yandan Yusuf'a baktı. "Ne cins bir herifsin sen lan? Gerçi beni niye senin yanına verdiler onu da anlamadım," dedi. "Sana şuradan bir uçarım görürsün takoz kimin kafasında patlıyormuş. Kıl herif."
Yusuf, elindeki poşetlerden birini Volki'ye doğru savurdu ama Volki son anda geriye çekilip sinir bozucu bir ifadeyle güldü. Tam bu sırada Ruken'in bakışları tekrar Volki'ye dönmüştü. "Ne çok söyleniyorsun sen öyle ya?" diye sordu ve keyifle güldü. "Hayır yani abim seni nasıl koruma diye aldı onu da anlamadım. Sende tam kaçakçı tipi var."
"Öyleyim zate__"
"Volki," diye konuşup onu son anda susturduğumda, gözlerimi kocaman açıp ona uyarı dolu bir bakış attım ve ardından Ruken'e doğru döndüm. "Neyse biz de şu magazaya mı baksak?"
Ruken bakışlarını Volki'den ayırıp, "Olur," diye konuştu.
İkimiz onları geride bırakarak mağazaya girdiğimizde, kapının girişine yakın bir yerde oturan kadın aniden ayaklanıp bize doğru yürümeye başlamıştı. "Ay hoşgeldiniz," diye konuşup bakışlarını üzerimide gezdirdi. "Kız Ruken, sen nerelerdesin Allah aşkına. Kaç aydır ortalıklarda yoksun. Gerçi sizin olaylar bitmek bilmiyor, hangi birinden fırsat bulacaksın öyle değil mi?" Oldukça meraklı bir ifadeyle Ruken'e yaklaştı. "Kız biraz anlatsana, Adil Bey'in kızının olaylarını duyduk. Doğru mu söylenenler? Senin abinin düğününü basmış, sonra da çat diye konağa yerleşmiş..."
"Hasibe abla biraz nefes mi alsan acaba?" diye konuştu Ruken ve ardından kafasıyla beni gösterdi. "Tanıştırayım, Adil amcamın kızı. Dilba."
Kadın bunu beklemiyor olacak ki,
gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Oldukça yapmacık ve sinir bozucu bir ifadeyle bir elimi kaldırarak hafifçe salladım. "Selam."
Kadın belli belirsiz kaşlarını kaldırdı ve beni baştan aşağı dikkatlice süzdü. Bir kaç saniye sonra toparlamak istercesine gülümsediğinde, "Ay çok pardon," diye konuştu. "Ben öyle konuştum ama. Kız valla benim laflarım değil bunlar, milletin söyledikleri. Yoksa der miyim hiç..."
Göz ucuyla kadını şöyle bir süzdüm ve dudaklarımın kenarı belli belirsiz kıvrıldı. "Deme zaten," diye konuştum imalı bir sesle. "Sen böyle her geleni soru yağmuruna tutuyorsan, yakında burayı da kapatırsın. Benden söylemesi."
Kadından bakışlarımı ayırıp mağazanın içinde gezinmeye başladım. Kıyefetlere göz gezdirirken, bir yandan da aklım annemdeydi. Otelden ayrıldıktan sonra hiç konuşmamıştık. Nasıl bir karar vermişti bilmiyorum ama eğer Berşan Hanım onu ikna etmeyi başaramadıysa, çok kötü şeyler yolda demekti. Eğer Adil Bey'in gerçek kızı olmadığım ortaya çıkarsa, tüm her şey boşa giderdi.
"Bak o elbise çok özel bir model," dedi kadın bakmakta olduğun elbiseyi göstererek. Aklım şu an elbisede olmadığından, gösterdiği elbisenin bile yeni farkına varmıştım. "Su kumaşı hiçbir mağazada bulamazsın sana öyle söyleyeyim," Kadın elbiseyi eline alıp ara vermeden konuşmaya devam ederken, benim bakışlarım mağazadan içeriye giren iki kişiye kaymıştı.
İkisinin yan yana ne işi vardı bilmiyorum ama Şilan ve o gün mekanda Azat'ın yanında gördüğüm kızı yan yana görmeyi beklemiyordum. Dudaklarıma alaycı bir tebessüm yayılırken, onların hemen arkasından iki kadın daha girdi içeri. Muhtemelen onlarla beraber gelmişlerdi.
"Bunlar da buraya gelecek zamanı buldu," diye konuştu Ruken hemen yanımdan kısıbir sesle. "Rica ediyorum olay çıkmasın yine."
Yapmacık bir tebessüm eşliğinde Şilan'a bakıp, "Şilan'cığım," diye seslendiğimde, Ruken'in bakışları ne yaptığımı anlamıyormuş gibi benim üzerime döndü. Şilan ve yanındaki diğer kadınlarında bakışları benim üzerime dönerken, oldukça yapmacık bir tavırla hafifçe elimi kaldırıp salladım.
Şilan ilk önce şaşırdı, ardından bakışlarını benim üzerimde gezdirerek, "Siz de mi buradaydınız?" diye sordu.
Onlar bizim olduğumuz tarafa doğru yürürlerken, o gün Azat'ın yanında gördüğümüz ve adının Sevde olduğunu öğrendiğim kız sorarcasına önce bana sonra Şilan'a baktı. "Siz tanışıyor muydunuz?"
Şilan göz ucuyla Sevde'ye baktı. "Asıl siz tanışıyor muydunuz?"
"Evet," dedi Sevde düz bir sesle. "Geçen Yaman'ın klüpte karşılaşmıştık, Dilba'ydı değil mi?"
"Ta kendisi," diye araya girdi Şilan, imalı bir ifadeyle.
Gözlerimi devirme isteğimi zorlukla bastırıp hafifçe gülümsediğimde, "Ee Sevde?" diye konuştum ve Sevde'ye çevirdim bakışlarımı. "Vurdun mu tekmeyi Azat'a?"
Pat diye sorduğum bu soruyla beraber Sevde bir kaç saniye duraksadı ve ardından hafifçe gülümseyerek kafasını salladı. "İşim olmaz bundan sonra," diye konuştu oldukça samimi bir ses tonuyla. "Zaten takılıyorduk sadece."
Ruken kollarını önünde bağlayarak, "Azat ne alaka?" diye sordu.
Göz ucuyla Ruken'e baktım. "Senin haberin yok tabi," diye konuştum. "Azat salağı bu sefer de Sevde'nin peşine takılmış. Neyse ki, büyük bir hatadan kurtardık."
Sevde kafasını sallayıp beni onayladı. Bu tür şeyleri kafaya takmadığı belliydi. Ruken'in ters bir tepki vermesini bekledim ama o alayla gülümseyip Sevde'ye baktı ve "Ucuz kurtulmuşsun," diye mırıldandı. "Keşke bende senin kadar erken anlayabilseydim."
Şilan, önce Ruken'e sonra da Sevde'ye baktı. "Bu arada Ruken'le, Azat eskiden nişanlıydı," diye konuştu.
"Biliyorum," diye konuştu Sevde düz bir sesle. "Azat anlatmıştı. Böyle bir adam olduğunu bilseydim yüzüne bile bakamazdım."
Bakışlarımı hepsinin üzerinde tek tek gezdirdim. "Bırakın şimdi Azat'ı," diye konuştum abartılı bir samimiyetle, ardından bakışlarımı Şilan'a çevirdim. "İyi gördüm seni Şilan," Sesime alaycı bir ima yerleşti. "En son baya bir mutsuz görünüyordun."
Şilan hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Evet," dedi hafiften imalı bir tavırla. "Çünkü en son beni gördüğünde geceyi kilitli bir tuvalette geçirmek zorunda kalmıştım."
Sesli bir şekilde gülerek dudaklarımı birbirine bastırdım. Diğer kadınlar birbirlerine bakıp hafifçe güldüklerinde, benim bakışlarım Şilan'ın üzerinde geziniyordu. "Ufak bir şakayı fazla ciddiye almışsın," diye konuştum, oltaya ilk yemi takarak. "Bu mesele biraz fazla uzadı, biraz daha uzatmaya gerek yok ha?"
Eğer tahmin ettiğim karakterde bir insansa, bu adımı asla geri çevirmeyecekti. Gereken dersi almıştı, benim için herhangi bir tehlike arz etmiyordu, hatta içimden bir ses bundan sonra işime bile yarayacağını söylüyordu. Hayatımın orta yerinde savaş çanları çalarken, yapmam gereken ilk şey dostundan düşmanına kadar herkesi göz hapsinde tutmaktı.
Şilan tam da tahmin ettiğim şeyi yaptı. İlk başta biraz bekledi ve ardından dudaklarına geniş bir tebessüm yerleştirdi. "Bence de," dedi belli belirsiz bir tereddüt eşliğinde. "Bence de uzatmaya gerek yok. Hem ben çok düşündüm, yanlış yaptığımı anladım."
Şilan dünden razı olacak ki, tahmin ettiğimden çok daha hevesli yaklaşmıştı. Belli belirsiz kafamı salladım, "Bak ne güzel işte," diye konuştum. "İkimizde aynı şeyi düşünüyormuşuz."
Şilan genişçe gülümsedi ve kafasını salladı. "Hem arkadaşlar arasında olur öyle şeyler."
Gözlerimi devirme isteğimi zorlukla bastırıp alaycı bir ifadeyle hafifçe güldüğümde, Ruken'in bakışları anlam veremeyen bir ifadeyle bana dönmüştü. "E yuh ama," diye konuştu sadece benim duyabileceğim bir sesle.
Bakışlarımı ondan ayırıp çantamdan telefonumu çıkardım ve Şilan'a taraf bakıp, "E yazın numaralarınızı o zaman," diye konuştum. "Konu tatlıya bağlandığına göre sık sık görüşürüz bundan sonra."
"Ay hemen," dedi Şilan ve telefonunu çıkardı.
Yaklaşık on dakika sonra hepsinin telefon numarasını teker teker almış ve kaydetmiştim. İşime yarayabilirdi. Abartılı bir samimiyet eşliğinde onlardan ayrılıp mağazadan çıktığımızda, hava neredeyse kararmak üzereydi. Elimizdeki paketleri Yusuf'a verip arabaya geçtiğimizde, Ruken'in bakışları benim üzerime dikilmişti. "Yani o kadar olaydan sonra şu Şilan'la arkadaş oldun ya, diyecek bir şey bulamıyorum."
Göz ucuyla Ruken'e baktım ve hafifçe omuz silktim. "Abartacak bir durum yok bence."
"Yani evet," diye konuştu alaycı bir tavırla. "Konu sen olunca artık garipsemiyorum. Ne yapacağın pek belli olmuyor malum."
Aklıma gelen şeyle beraber anlık olarak duraksadım ve göz ucuyla arabayı çalıştırmakta olan Yusuf'a baktım. "Bir dakika," diye konuştum ve ardından Ruken'e döndüm. "İki dakikalık bir işim var, hemen dönerim."
Ruken, bir kaç saniye düşündü şaşırmış görünmüyordu. "Annene gideceksin değil mi?" Hafifçe kafamı sallayıp onu onayladığımda, "Tek gitme bari," diye konuştu.
"Volki'yle gider geliriz hemen," dedim hızlıca ve arabanın kapısını açtım tekrardan. "Hadi Volki."
Ben arabadan inip, kapıyı kapatırken Volki'de hemen inip peşime takılmıştı. Otel hemen yolun karşısınaydı. Hızlı adımlarla karşıya geçip, otelin ana giriş kapısına doğru yürümeye başladığımda Volki hızlanıp bana yetişti. "Ya kızım, o cadı ananla konuşup daha fazla sinirlendirmesen mi acaba?" diye söylendi. "Hayır yani seni görünce, birden gelip her şeyi anlatası tutmasın..."
"Konuşmazsam çatlarım," diye mırıldandım, otelin kapısından içeri girerken. "Ya ikna olmadıysa, o zaman ne yapacağız biz?"
"Oo kimleri görüyorum..." Volki'yle konuşurken, hemen yan taraftaki lobiden bize doğru seslenen Şahin'i görmem uzun sürmemişti. İkimizin de bakışları o tarafa doğru döndüğünde, Şahin elinde tuttuğu küçük kahve fincanını ağır ağır dudaklarına götürdü ve sinir bozucu bir ifadeyle bize bakmaya devam etti. "Paçalar tutuşmuş bakıyorum," diye konuştu elindeki fincanı önündeki sehpaya koyarken, ardından bakışlarını Volki'nin üzerine çevirdi. "Bu at hırsızını da yanında getirdiğine göre, baya bir korkmuşsunuz anlaşılan. Gerçi o Bedo muydu, Kado muydu her ne haltsa, seni çoktan vurmuştur diye düşünüyordum ben..."
Volki ters ters, Şahin'e baktı. "Sen mi söyledin lan Bedo'ya yerimizi?" diye sordu. "Ulan varya..."
Volki, Şahin'in üzerine doğru yürümeye basladığında onu güçlükle durdurup göz ucuyla Şahin'e baktım. "Annem nerede?" diye sordum buz gibi bir sesle.
Şahin alayla gülüp arkasına yaslandı. "Kendini odaya kilitledi," diye konuştu ağır ağır. "Feraye en son böyle yaptığında, neler olmuştu hatırlıyorsun değil mi?" Elini haftaya kaldırıp bir kez şıklattı. "Bombanın patlaması yakındır. Feraye Sonay'ın gazabına hazır ol kızım."
Gözlerimi devirdim, "Ya senin işin gücün yok mu Ankara'da?" diye sordum bıkkın bir sesle. "Neden hâlâ buradasın sen?"
Şahin, "Aşk olsun," dedi ve yapmacık bir ifadeyle kafasını salladı. "Sen bilmiyor musun, benim aileme ne kadar bağlı bir adam olduğumu? Ailem nerede, ben orada..." Bakışlarımı ondan ayırıp, arkamı döndüğümde, "Hiç boşuna yukarı çıkıp kendini yorma," diye konuştu arkamdan. "Seni görmek isteyeceğini hiç sanmıyorum. Zira ben bile geceyi başka odada geçirdim, bilmem anlatabiliyor muyum?"
"Ya senle ben bir miyiz..."
"Şahin Bey haklı, Dilba'cığım," diye bir ses duydum. Bu ses Canan'a aitti. Bize doğru yürürken, gözleri bir bana bir de Volki'ye kaydı. "Ben bile daha konuşamadım, sebebini bilmiyorum ama epey öfkeli görünüyordu."
Huzursuz bir nefes verdim ve ardından Volki'ye döndüm, "Dışarı çıkalım," diye konuştum ve göz ucuyla Şahin'e baktım. "Burası sinirlerimi bozuyor."
Canan'a bakıp hafifçe kafamı salladım ve o da, "Sonra görüşürüz canım," diye mırıldandı.
Onların yanından ayrılıp otelden çıktığımızda, gergin bir ifadeyle arabaya doğru yürümeye başladım bu sırada arabada bizi bekleyen Ruken'in bakışları da bize doğru dönmüştü. Geçip arabaya bindiğimizde, "Ne çabuk döndünüz?" diye sordu Ruken.
"Konuşmak için pek müsait bir zaman değilmiş anlaşılan," diye yanıtladım onu buz gibi bir sesle ve ardından önüme döndüm.
Biz komağa gidene kadar kimse tek kelime daha etmedi. Araba, konağın hemen önünde durduğunda beklemeden aşağı inip, Ruken'le beraber avluya girdik. Bizim avluya girmemizle beraber avluda oturan herkesin bakışları tek tek bizim üzerimize dönmüştü. Özellikle, akşam yemekleri Lebriz Hanım için çok önemli olduğundan, sabah çıkarken akşam yemeğine vaktinde yetişmemiz için uyarılmıştık ama anlaşılan o ki, yine Lebriz Hanım'dan azar işitecektik. Çünkü sofra çoktan kurulmuş herkes yerlerine geçmişti.
Gözlerim herkesin üzerinde tek tek gezinirken, yemeğe bizden başka katılmayan biri daha vardı.
Azer.
Onu yerinde görmememek içimde garip bir merak doğururken Ruken, "İyi akşamlar," diye konuşup sofraya doğru ilerlemeye başladı.
Lebriz Hanım, ilk önce Ruken'e sonra da bana baktı uzun uzun. "Sizi sabah uyardığımı zannediyordum hanımlar," diye konuştu otoriter bir ses tonuyla. "Ama anlaşılan bu pek dikkate alınmamış."
Yapmacık bir şekilde gülümseyerek Lebriz Hanım'a baktım, "Size afiyet olsun o zaman," diye konuştum. "Ben odama çıkıyorum, çok yorgunum."
Tam arkamı döneceğim sırada Lebriz Hanım, elini havaya kaldırarak beni durdurdu ve kafasıyla boş olan yerimizi gösterdi. "Derhal sofraya geç Dilba," diye konuştu, emir verir gibi. "Böyle şeylerden hiç hoşlanmadığımı öğrenemedin mi hâlâ küçük hanım?"
"Acaba diyorum bu gecelik o kuralı biraz..."
"Bence hiç uğraşma," diye konuştu biri arkamdan. Kulağıma dolan bu tanıdık erkek sesiyle beraber bakışlarım Azer'i buldu. Bunu sadece benim duyabileceğim bir şekilde söylemişti. Ne ara geldiğine anlam veremezken, bakışları çok kısa bir an beni buldu ve yanımdan geçip masaya doğru yürümeye başladı.
Ben onun arkasından bakakalırken, Lebriz Hanım'ın bakışları bizden hemen ayrılmış ve Azer'in üzerine sabitlenmişti. "Hoşgeldin oğlum, biz de seni bekliyorduk."
Lebriz Hanım'ın, Azer'i görmesiyle beraber adeta gözlerinin içi parlamıştı. Az önce ki o azarlayan tavrı hemen uçup gitmişti, anlaşılan bu evde kurallar sadece bize uygulanıyordu.
Azer geçip yerine oturduğunda, daha fazla ayakta dikilmeyi bırakıp Ruken'le beraber geçip yerlerimize oturduk bizde. "Yanlız bu baya baya çifte standart," diye mırıldandım göz ucuyla Ruken'e bakıp alayla gülerek.
Ruken keyifle güldü, "Babaannem öyle kolay kolay abime toz kondurmaz," dedi, fısıtıyla. "Abim onun kıymetlisidir."
Bakışlarım tekrar Azer'i buldu. Yüzü tabiri caizse beton gibiydi. Her zamanki ciddi tavrından farklı olarak bu sefer biraz sinirli görünüyordu. Bir şey mi olmuştu bilmiyordum ama bu meraklanmama sebep olmuştu. Bu tavrını farkeden tek kişi ben değildim. Öyle ki, Berşan Hanım'ın da gözleri oğlunun üzerine sabitlenmişti.
Berşan Hanım, ağzını açıp konuşacağı sırada Adil Bey'in bakışları Azer'in üzerine döndü ve "Hayırdır Azer?" diye sordu beklemediğim bir ifadeyle. "Gergin gördüm seni, bir sorun mu var?"
Azer'in bakışları Adil Bey'in üzerine döndü. Yüzünde mimik dahi oynamamıştı ama bakışlarında ki o küçümsemeyi görebiliyordum. "Olmasını mı isterdin?"
Adil Bey, bu cevabı beklediği için belli belirsiz gülümsedi ve ardından arkasına yaslandı. "Olsa şaşırmazdım diyelim," dedi sinir bozucu bir tavırla. "Mardin'in yarısıyla hasım olduk sayende."
Lebriz Hanım göz ucuyla Adil Bey'e baktı. "Şimdi bu konuları konuşmanın sırası değil," dedi düz bir sesle. "Gerginlik istemiyorum, birazdan konakta misafir ağırlayacağım. Birbirinize düşmenin ne vakti, ne zamanı..."
"Kim gelecek?" diye sordum Lebriz Hanım'a doğru bakarak.
"Aşiret reislerinin hanımları, çaya uğrayacaklarmış," dedi Lebriz Hanım düz bir sesle. "Uzun zamandır erteleyip duruyordum, malum sular bir türlü durulmuyor."
"O suların durulmama sebebini biz çok iyi biliyoruz da," diye araya girdi Arzu bakışlarını bana döndürerek, sesi imalıydı. "Neyse, konuşunca ben suçlu oluyorum."
Lebriz Hanım, uyarı dolu bir ifadeyle Arzu'ya baktı. "Ben ne diyorum sen ne diyorsun Arzu," diye konuştu. "Ne meraklısınız didişmeye?"
Lebriz Hanım'a doğru bakarak belli belirsiz gülümsedim. "Keşke Adil Bey'in yanında söylemeseydiniz misafir çağırdığınızı," Gözlerim imalı bir ifadeyle Adil Bey'e döndü. "Bu sefer Çibran'ların kadınlarını falan davet eder, geçen sefer yaptığı gibi. Alışık böyle şeylere."
Arzu, "Ne müsasebet," diye araya girdi bir kez daha ama ona bakma gereği duymadan alayla gülümsemeye devam ettim.
"Neden şaşırıyorsunuz ki?" diye konuşup belli belirsiz gülümsedim ve Adil Bey'e doğru döndüm. "E sen zaten o aileyle baya iyi anlaşıyorsun, yani senin için pek sıkıntı olmaz."
Adil Bey'in bakışları anlık olarak bana döndü, ardından hemen gözlerini benden ayırdı. "Daha geçen gün Çibran'ların mekânına gidip, olaya karışan sen mi söylüyorsun bana bunu?" diye konuştu buz gibi bir ifadeyle. "Senin de onlardan pek nefret ettiğin söylenemez. Mütemadiyen aralarındasın, üstelik kendi isteğinle."
Azer elinde tuttuğu bardağı sertçe masanın üzerine bıraktı ve bakışları bir şimşek gibi Adil Bey'in üzerine döndü. "Ne biçim konuşuyorsun lan sen?" diye konuştu oldukça sert bir sesle, ciddi anlamda sinirlenmiş gibiydi.
Herkesin bakışları onlara doğru dönerken, Adil Bey bu kadar sert bir tepki beklemediği için bir kaç saniye duraksamıştı. Lebriz Hanım, olayın ciddiyetini kavramış olacak ki, gözlerine yoğun bir gerginlik inmişti.
Adil Bey, "Bence bu konuya karışma Azer," diye konuştu en sonunda Azer'e doğru bakarak. "Sen hep unutuyorsun ama istersen bir kere daha hatırlatayım," Kendinden emin bir tavırla kafasını salladı. "Karşında bir Boranlı var, düşmanın değil. Ben böyle saygısızca bağırıp çağırabileceğin biri değilim."
Azer'in gece karanlığı bakışlarına yoğun bir öfke bulaşırken, boynundaki damarlar belirginleşmeye başladı. "Sen saygı duyulacak adam mısın lan?" diye sordu ve ardından bir elini yumruk yaparak masaya vurdu, öfkesini kontrol etmekte zorlanıyordu. "Kendi kızına babalık etmekten bile aciz bir herifsin sen."
"Abi," diye araya girdi Orkun, ama Adil Bey elini kaldırarak Orkun'u susturdu ve Azer'e baktı, öfkelendiği bariz bir şekilde ortadaydı.
"Sen benim babalığımı sorgulayacak son insan bile değilsin," diye çıkıştı, sesi sertti. "Benim de sabrımın bir sınırı var. Beni istemediğim şeyler konuşmak zorunda bırakma."
Azer, sertçe ayağa kalktığında, bakışları bir ok gibi Adil Bey'e sabitlendi. "Sen bir açık konuş," dedi dişlerinin arasından, bu hareketiyle beraber Adil Bey de ayaklanmıştı.
Harun ve Orkun da olayın büyümemesi için oturdukları yerden kalkıp onlara doğru hareketlendiler, şu an ikisi de o kadar öfkeliydi ki ne olacağını kestiremiyordum.
"Bu hareketlerini kime benzetiyorum biliyor musun Azer," dedi Adil Bey, Azer'in damarına basmak istercesine. "Babana," elini kaldırdı ve Azer'e doğrulttu. "O da böyle senin gibi fevriydi. Sende aynen Ali gibi durman gereken yeri asla bilmiyorsun."
Azer, hızlı bir hareketle arkasındaki sandalyeyi itti. Sandalye yere düşüp sert bir ses çıkarırken, o Adil Bey'in üzerine doğru yürümeye başladı. Bununla beraber ben dahil herkes ayaklanmıştı. Harun, Azer'in biraz önüne geçerek daha fazla ilerlemesini engel olmak istemişti ama Azer'in öfkesine mani olabileceğini zannetmiyordum.
Azer'in adımları duraksarken, yüzü öfkeyle kasıldı ve gece karası gözleri Adil Bey'in suratına sabitlendi. "Babamın adını sakın ağzına alma," Öfkesine hakim olmak istercesine boynunu hafifçe yana doğru kıtlattı. "Allah şahidim olsun daha fazla sabretmem."
Adil Bey, ağır ağır kafasını salladı. "İşte tam da bundan bahsediyorum," bir adım ilerleyip tam Azer'in karşısında durdu. "Öfken dağları aşmış ama dikkat et Azer," dedi ağır ağır. "Dikkat ette sonun baban gibi olmasın."
Adil Bey'in söylediği bu cümleden sonra her şey saniyeler içinde oldu. Bu cümle Azer'in sınırda olan öfkesini bir anda taşırdığında Azer, önünde dikilen Harun'u tek hamlede geriye doğru itti ve Adil Bey'in suratına sert bir yumruk geçirdi. Adil Bey, yumruğun etkisiyle yere düştüğünde etraftan bağırış sesleri duyuldu. Orkun, yere düşen Adil Bey'e doğru yönelirken Harun, tekrar koşup Azer'i tuttu. "Abi sakin!"
"Bırak lan beni," diye bağırdı Azer, ardından Adil Bey'e doğru bir kez daha atıldı. Orkun'da hızla ayağa kalkıp, Azer'i tutmaya çalıştı ama iki kişi bile zaptetmekte zorlanıyordu. Adil Bey, kanayan burnunu dokunup eline gelen kana baktı ve ardından kafasını kaldırıp Azer'e döndü. Bu Azer'i daha da öfkelendirmiş olacak ki, "Ödeteceğim lan bunu sana," diye bağırdı. "Senin o beş paralık şerefini, Midyat'ın ayağına sermezsem en adi şerefsizim. Duydun mu lan beni?"
Azer, Orkun ve Harun'u geriye doğru itti ve öfkeli adımlarla kapıya doğru yürümeye başladı. Azer yanımızdan uzaklaşırken Berşan Hanım, "Nereye oğlum?" diye sordu arkasından ama bir cevap alamadı.
"Bu da mı gelecekti başımıza," diye konuştu Lebriz Hanım, Azer'in arkasından bakarken. Ardından Adil Bey'e doğru döndü. "Söylenecek söz müydü o Allah aşkına? Nasıl yüreğin kaldırıyor senin o lafı?"
Arzu, Adil Bey'in kolundan tutup onu yerden kadırırken bakışları hızla Lebriz Hanım'a döndü. "Babası yaşındaki adama yumruk attı senin torunun Büyük Hanım," diye konuştu. "Bu durumda hâlâ Adil mi suçlu?"
"Bana bak Arzu," diye araya girdi Berşan Hanım sinirli bir sesle. "Sen dua et benim oğlum çekip vurmadı senin kocanı. O lafa az bile."
"Yeter," dedi Adil Bey ve ardından önce Berşan Hanım'a, sonra da Lebriz Hanım'a baktı. "Sana saygım sonsuz Büyük Hanım. Ama Azer'in bu yaptığı karşılıksız kalmayacak, haberiniz olsun."
Göz ucuyla kapıya doğru baktım ve ardından kimin ne düşüneceğini veya ne tepki vereceğini umursamadan kapıya doğru yürümeye başladım. Arkamdan baktıklarını hissetsemde herhangi bir tepki vermelerine fırsat kalmadan avludan çıkıp, koşar adımlarla garaja doğru ilerlemeye başladım. Açık konuşmak gerekirse olayların bu kadar büyüyeceğini tahmin etmemiştim.
Azer arabasına doğru ilerlerken, hızla ona doğru koştum. "Azer."
Sesimi duymasıyla beraber adımları duraksarken, bana doğru döndü. Tam karşısında durup bir müddet onu inceledim. Öfkesi hâlâ çok tazeydi, hatta öyle ki şu an bile öfkesine zor hakim olduğunu görebiliyordum ama bana bakınca bakışlarının bir nebze yumuşaması dikkatimden kaçmamıştı. "İçeri gir Dilba," diye konuştu, bakışlarını benden ayırıp arabaya doğru yürürken.
Ani bir refleksle elim koluna tutundu ve onu durdurdum. "Bekle," dedim, onun bakışları tekrar beni bulmuştu. "Kim bilir gidip öfkeni kimden çıkaracaksın bu halde?"
Bir kaç saniye gözlerini yumup sakinleşmek istercesine burdundan soludu, "İçeri girer misin Dilba," diye tekrarladı bir kez daha cümlesini. "Sen içeri girmeden gitmeyeceğim, hadi."
Sorarcasına ona bakıp belli belirsiz kafamı salladım. "Ne bu halin ya?" diye sordum anlam veremiyormuş gibi. "İçeri girerken de sinirliydin sen, ne oluyor?"
"Yok bir şey," diye konuştu ardından aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. "Ayrıca şu Yaman mevzusu canımı fazlasıyla sıkmaya başladı haberin olsun. Adil denen herif bile diline dolamış lan bu konuyu."
Gözlerime sorgulayıcı bir ifade indi ve buz gibi bir ifadeyle ona baktım. Sinirlenmeye başlıyordum. "Keşke konuya bir de benim gözümden baksan ha," diye mırıldandım, sesim mesafeliydi. Bunu hissetmiş olacak ki, hafifçe gözleri kısıldı. "Aynı konuyu açıp durmayacağım ama emin ol bu konakta bir şeylere canı sıkılan sadece sen değilsin."
"Niye bu kadar sabırsızsın?" diye sordu az öncekine nazaran daha sakin bir sesle.
Alayla güldüm. "Ona sabrım tükeniyor desek daha doğru olur," dedim. "Aramızda yok sayamayacağım bir şey var, doğru." Kafamı hafifçe kaldırıp onun yüzüne daha dikkatlice baktım. "Ama anlaşılan sen bir şeyleri bana anlatmak konusunda pek istekli değilsin."
"Yapma işte bunu," dedi Azer, bana biraz daha yaklaşarak. "Seni nasıl bir şeyin içine çektiğimi biliyorum. Bu saçma evlilik oyununu anlamsız bulduğunu da biliyorum, ama inan her şeyi öğreneceksin Dilba," Kafasını hafifçe salladı. "Sana anlatmak istediğim çok şey var, yalvarıyorum sadece bekle."
Kafası gerçekten çok dolu görünüyordu. Canını sıkan şey her neyse bunun bu kadar basit bir şey olduğunu düşünmüyordum. Başka bir şey vardı. Ona dokunma isteğim dayanılmaz bir hal alırken bir elimi kaldırıp onun sakallı çenesine dokundum. "Bahsettiğim tek şey evlilik oyununuz değildi ama peki," diye konuştum sakince. "Sırası değil zaten."
Azer'in bakışları yüzümde gezindi yavaşça. "Biliyor musun?" diye mırıldandı ve gece karası gözleri benim gözlerimi buldu. "Bazen düşünüyorum da sen o adamın kızı olamazsın."
İçimde bir şeylerin ağırlığını hissettim tekrar. Değilim zaten, demek istedim ama yapamadım. Yapamazdım.
"Ama sen babanın oğlusun," diye konuştum dudaklarımın kenarı belli belirsiz kıvrılırken. "Herkesin hâlâ daha övgüyle bahsettiği, gölgesi hâlâ bu konağın üzerinde olan o adamın oğlusun," Elimi sakallı çenesinde hafifçe gezdirdim. "Ve emin ol, ben Ali Boranlı'yı hiç tanımamama rağmen, senin gözlerine bakınca nasıl iyi bir baba olduğunu görebiliyorum."
Çenesine koyduğum elimi tuttu ve avucumun içini öptü. Bu hareketi ikinci defa yapıyordu ve ne zaman yapsa kalbim yerinden çıkacak gibi hissediyordum. Bana hafifçe yaklaşarak, kafasını biraz eğdi ve gözlerimin içine baktı. "Seninle bir ara şöyle güzel bir rakı masası kuralım," diye konuştu dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrılırken. "Yemin ediyorum dert tasa bırakmazsın adamda."
Güldüm, "Bunu yazdım bir kenara."
Onun bakışları yavaşça saçlarıma kaydı ve ardından bir eliyle hafifçe saçlarıma dokundu. "Saçlarının ne kadar güzel olduğunu söylemiş miydim ben sana?"
Yine bir iltifat.
Bakışlarımı ondan ayırmadan, bir müddet duraksadım. Onun bakışları ise benden ayrılmamıştı hâlâ. Bir kaç saniye boyunca ikimizde sustuk, dudaklarıma yayılan tebessüm eşliğinde hafifçe geriye çekildim ve ardından, "Ben içeriye giriyorum," diye mırıldandım.
Belli belirsiz gülümsediğinde bakışlarımı ondan ayırıp, avlu kapısıma doğru ilerlemeye başladım. Yüzüme inen sıcaklıkla beraber derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Bana ne zaman böyle şeyler söylese aynen böyle hissediyordum.
Kabul, yine utanmış olabilirdim.
•••
Odanın içini dolduran yüksek müzik sesi eşliğinde, makyaj masasına oturmuş ve az önce sürdüğüm ojelerimin kurumasını bekliyordum. Kafamı sandalyenin başlığına dayamış ve gözlerimi yummuştum. Aklım fazlasıyla doluydu ama düşünmemek için kendimi yeterince zorluyordum.
Adil Bey'i en son yukarı, odasına çıkarken görmüştüm. Herkesin morali bu akşam epey bir bozuktu. Kimse ufak bir tartışmanın bu denli büyüyeceğini beklemiyordu. Lebriz Hanım'ın şu an oldukça öfkeli ve gergin olduğunu tahmin edebiliyordum ama yinede bu akşamki planını iptal etmemişti. Yaklaşık yirmi dakika önce avluda duyulan seslerden dolayı Lebriz Hanım'ın misafirlerinin geldiğini anlamıştım.
Konakta her ne olursa olsun, bunu dışarıya göstermeme konusunda oldukça başarılıydı.
Masanın üzerinde duran buzlu su bardağını elime alıp, sudan bir kaç yudum aldığımda, odamın kapısı aniden açıldı. Bakışlarım ağır ağır kapıya doğru döndü. Odaya böyle destursuzca dalan kişi Hatice'den başkası değildi. Somurtgan bir ifadeyle beni baştan aşağı süzdüğünde ters ters ona bakıp sorarcasına kafamı salladım. "Sen niye bu odaya girerken kapıyı çalmıyorsun acaba?"
Hatice, "Kusura bakmayım, dalmışım," diye ağzında bir şeyler gevelediğinde müziğin sesini hafifçe kısıp tekrar ona döndüm. Hatice, bakışlarını kısaca odanın içinde gezdirdi ve tekrar bana baktı. "Lebriz Hanım, Dilba'ya söyle misafirlere bir görünsün dedi."
Umursamaz bir ifadeyle kafamı salladım. "Geliyorum birazdan," diye konuştum ve ardından Hatice'yi baştan aşağı süzdüm. "Bu arada sen herkesin odasına böyle pat diye dalıyor musun, yoksa bana özgü bir şey mi bu?"
Hatice bir kaç saniye duraksadı ve ardından, "Lebriz Hanım bekliyor," diye konuştu. "Büyük odadalar haberiniz olsun. Ha bu arada, yemekte olan olayı kesinlikle kimse duymayacak dedi Büyük Hanım. Ağzınızı sıkı tutsanız iyi edersiniz."
Hatice, kapıyı kapatıp odadan çıkarken bakışlarım o çıkana kadar onu takip etmişti. Bu kadından çok kötü bir enerji alıyordum nedense. Üzerinde garip bir sinsilik vardı.
Müziği tamamen kapatıp ayağa kalktım ve ardından bakışlarımı aynaya çevirip hafifçe saçlarımı düzelttim. Telefonumu yanıma alıp odanan çıktığımda, bir müddet etrafa bakınıp yürümeye devam ettim. Etrafta kimse görünmüyordu.
Diğer konağa geçip, ikinci kattaki büyük salona doğru ilerlemeye başladım. Çalışanlar ellerindeki tepsilerle salona girip çıkarlarken, daha salona girmeden içerisinin baya kalabalık olduğunu anlamıştım.
Çalışanların arasından sıyrılıp kapıdan içeri girdiğimde, içeride oturan kadınların neredeyse hepsinin bakışları birer birer benim üzerime dönmüştü.
"Gel kızım," Lebriz Hanım bana bakıp kafasıyla Gaye'nin yanındaki boş yeri gösterdi ve ardından diğer kadınlara baktı. "İşte Adil'in kızı Dilba."
Dilcan Hanım ve Gaye'nin de gelenlerin arasında olduklarını yeni farkederken bakışlarımı kadınların üzerinde tek tek gezdirdim ve ardından, "Herkese selam," diye konuştum yapmacık bir ifadeyle.
Gaye'nin yanındaki boş yere geçip oturduğum sırada Lebriz Hanım'ın hemen çaprazında oturan orta yaşlı bir kadının bakışları benim üzerime sabitlenmişti. "Maşallah," diye konuşup ağır ağır kafasını salladı. "Gerçi biz düğünde görmüştük ama tanışmak nasip olmamıştı, Asiye ben kızım."
Adının Asiye olduğunu öğrendiğim kadın bunu söyledikten sonra, diğerleri de tek tek kendilerini tanıtmış ve yaklaşık on dakika boyunca tanışma faslı bitmemişti. Fazlasıyla kalabalıktılar, daha şimdiden yarısının ismi kafamdan uçup gitmişti.
"Valla kırk yıl düşünsem, Adil Bey'in bir kızı olduğu aklımın ucundan geçmezdi," diye lafa girdi aralarından bir kadın, diğerlerine göre daha genç bir kadındı. "Gerçi biz bir şeyler daha duyduk ama ben ona pek ihtimal vermedim."
Lebriz Hanım, bakışlarını kadının üzerine dikerek hafifçe kafasını salladı. "Neymiş o duyduğun, söyle bakalım?"
Kadın tam konuşacağı sırada, bana ilk başta kendini tanıtan kadın araya girdi ve diğer kadının konuşmasına fırsat vermeden kendisi girdi lafa. "Aslı astarı var mı bilmiyorum ama Bukê geri dönmüş diye duyduk," Kadının bu söylediği şeyle beraber, Lebriz Hanım'ın yüzünde gergin bir ifade oluşurken kadın çekingen bir ifadeyle devam etti. "Ben duyunca olmaz öyle şey dedim. Bukê onca olandan sonra kalkacak Mardin'e gelecek öyle mi? Gözümle görsem yine inanmam öyle söyleyeyim."
Lebriz Hanım, bir müddet duraksadı. Bu sırada Arzu'nun yüzü bir hayli asılmıştı. Lebriz Hanım olanları dışarıdan tek bir kişinin dahi duymasını istemiyordu ve açılan konu onu bir hayli germiş gibiydi. Toparlamak adına, duruşunu dikleştirdi ve uyarı dolu bakışlarıyla herkesi teket teker süzdü. "Bakıyorum da, bu aralar pek konuşur oldunuz bu konuları," Gözlerini hafifçe kıstı. "Bu laflar beni bir hayli rahatsız etmeye başladı haberiniz olsun. O yüzden ne siz sordunuz, ne de ben duydum."
Lebriz Hanım'ın bu sert uyarısıyla beraber salonda kısa süreli bir sessizlik oldu. Annemin Mardin'e gelmesi gerçekten onların gözünde bu kadar imkansız mıydı bilmiyordum ama patlayacak bombanın ayak sesleri daha şimdiden duyulmaya başlamıştı. Annemin Mardin'de olduğu öğrenildiği an, kıyamet kopacaktı.
"Neyse canım," diye konuştu az önce konuyu açan kadın. "Zaten konuşacak konu çok, bu tatsız şeylere hiç gerek yok öyle değil mi?"
Adının az önce Havin olduğunu öğrendiğim genç kız göz ucuyla Elvan'a baktı ve hafifçe gülümsedi. "Ee Elvan, evlilik nasıl gidiyor?" diye sordu, konuyu dağıtmak adına. "Malum düğünden sonra pek karşılaşamadık."
Elvan sesli bir şekilde kıkırdadı ve Havin'e taraf çevirdi bakışlarını. "Valla çok iyi gidiyor," dedi cümleyi özellikle vurgulayarak. "Bakın o kadar olay oldu gram umurumda olmadı. Kocamın yanında olduktan sonra hiçbir şey beni üzmüyor açıkçası."
Lebriz Hanım'ın yanında oturan kadın ağır ağır kafasını salladı. "Allah nazarlardan saklasın."
Parmaklarımı ritmik bir şekilde divanın tahta kısmına vururken, bakışlarım Elvan'ın üzerinden ayrılmamıştı. Buz gibi bir ifadeyle ona bakmaya devam ederken, diğer kadınlardan biri lafa girdi tekrar.
"Valla yalan yok Azer Ağa'yla, Elvan evleniyormuş dediklerinde pek şaşırdım," Elvan, bir an duraksadığında kadın imalı bir tavır takınarak hafifçe güldü. "E Azer Ağa bu sonuçta, Mardin'de ki tüm kızlar gözünün içine bakıyor."
Elvan huzursuz bir tavırla derin bir nefes aldı ve göz ucuyla kadına baktı. Morali bozulmuş gibiydi. "Sonuca bakmak lazım değil mi Suzan," diye konuştu ters ters. Bir şey daha söylemeye niyeti vardı ama son anda kendine hakim olarak bakışlarını diğer tarafa çevirdi.
"Dilba," diye konuştu kadınlardan biri bana doğru dönerek. "Ee, senin var mı hayatında biri?"
Lebriz Hanım'ın yapmacık bir şekilde öksürdüğünü işittim. Ardından bakışları soruyu soran kadının üzerine döndü ve uyarı dolu bir ifadeyle kadına baktı. "Bu ne biçim soru Allah aşkına, yeri mi burası?"
Kadın hafifçe omuz silkti ve Lebriz Hanım'a baktı. "Hepimiz merak ettik ne yalan söyleyelim," Ardından keyifli bir ifadeyle bakışlarını diğer kadınların üzerinde gezdirdi. "Malum, bizim oğlanlar dillerinden düşürmüyorlar sizin kızı. Pek met eder oldular."
Kadının bu cümlesiyle beraber diğer kadınlar kıkırdamaya başladılar. Bu sırada az önce adının Suzan olduğunu öğrendiğim kadın diğer kadının dizine vurarak gülmeye devam etti. "Valla hayranı çok ben size söyleyeyim," dedi. "Benim kaynımın oğlu sizin bu ihale davetinde görmüş Dilba'yı. Anasını yollayacaktı da zor vazgeçirdik."
"Kız o çocuk geçen sene Ruken'e görücü gelmemiş miydi?" diye sordu Mercan.
Kadın kafasını salladı ve gülmeye devam etti. "Evet o işte," dedi. "Tam Ruken'den vazgeçirdik diye sevinirken bu seferde Dilba diye tutturdu. Gerçi sadece o olsa yine iyi, daha çok var sizin kızın talibi."
Lebriz Hanım'ın bakışları tekrar kadına döndü. "Öyle ulu orta konuşulacak konu mu bu?" diye sordu. "Sakın ola bizimkilerin kulağına gitmesin. Hele Adil hiç sevmez böyle görücü işlerini falan."
"Bence bir sakıncası yok," diye araya girdi Arzu, Lebriz Hanım'a bakarak. "Adil için Dilba, pek sorun teşkil etmiyor, biliyorsunuz."
Alayla güldüm ve göz ucuyla Arzu'ya bakıp kaşlarımı hafifçe kaldırdım. Mükemmel zamanlama. Divana vuran parmaklarım duraksarken elim yavaşça kolyeme gitti ve kolyenin zincirini parmağıma dolayarak oynamaya başladım. "Sizin haberiniz yok," diye konuştum bakışlarımı kadınların üzerinde tek tek gezdirerek. "Adil Bey dün sabah benim sadece tek bir evladım var deyip beni yok sayınca Arzu'nun başı göğe erdi tabi."
Kadınlar önce birbirlerine bakıp en sonunda Arzu'ya çevirdiler bakışlarını. Bazılarının bakışlarında bariz bir suçlayıcı tavır vardı. Ortam bir anda buz keserken, bir kaç kişi ağızlarında bir şeyler geveledi. Lebriz Hanım'ın bakışları ise bu söylediğim şeyle beraber benim üzerime dikilmişti. Adil Bey için özene bözene çizdiği o fedakar baba imajını zedelediğim için öfkelenmiş gibiydi.
Arzu bunu söylememi beklemiyormuş gibi bana doğru dönüp baktığında sinir bozucu bir ifadeyle gülüp alayla Arzu'ya baktım. "Ay kusura bakma ben böyle dan diye söyledim ama sen kırılmazsın bana biliyorum," dedim yapmacık bir ifadeyle ardından diğerlerine baktım. "Adil Bey biraz umursamazdır bu konularda, e kimse beklemiyor tabi hemen kabullenmesini."
Suzan göz ucuyla Arzu'ya baktı ve ters bir ifadeyle bakışlarını diğer tarafa çevirdi. "Pes yani," diye konuştu belli belirsiz.
Diğer kadınlardan biraz daha yaşlı olanı kafasını ağır ağır sallayarak Arzu'ya baktı. "Evlat mı ayırıyor senin kocan?" diye sordu imâ dolu bir sesle. "Tabi, çocuğu yaparken sorun yok. İş baba olmaya gelince..."
"Hanımlar biraz ayıp oluyor sanki ha," diye konuştu Arzu zoraki bir şekilde. "Kapatalım bu konuyu bence."
Alaycı bir tavırla Arzu'ya bakıp belli belirsiz gülümsedim. Kocasının söylediği o laflarım insanların arasında dile getirilmesi pek hoşuna gitmemişti. Gergin bir ifadeyle bana baktığında sinirlendiği her halinden belli oluyordu.
Lebriz Hanım konuyu dağıtmak ister gibi bastonunu hafifçe yere vurdu ve tüm bakışların kendisine dönmesini sağladı. "Hazır burada toplanmışken söyleyeyim," diye lafa girdi. "Haftaya aşiret toplantısı var. Konakta büyük bir davet vereceğim. Hepinizi bekliyorum haberiniz olsun."
Suzan hafifçe gülümseyerek Lebriz Hanım'a baktı ve kafasını salladı. "Ay bizde ne zamandandır bekliyorduk," diye konuştu keyifle ardından diğerlerine taraf döndü. "Büyük Hanım'ın davetleri meşhurdur bilirsiniz. Bu sefer arayı çok açınca özledik valla."
Göz ucuyla Gaye'ye bakıp, "Ne daveti bu?" diye sordum sadece ikimizin duyabileceği bir şekilde.
Gaye bana doğru hafifçe eğildi. "Büyük Hanım her ay böyle bir yemek veriyor," diye yanıtladı beni. "Aşiret toplantısı yapılıyor ya o yüzden."
Anladığımı belirtircesine kafamı salladım. Bu çok iyi olmuştu. Bu daveti kendi lehime kullanabilirdim. Ama ondan önce yapmam gereken çok önemli bir şey daha vardı.
"Ee, Çibran'lar katılacak mı bu sefer?" diye sordu başka bir kadın. "Nişanı attınız diye duyduk."
"Doğru duymuşsunuz," dedi Ruken araya girerek. Sesi kendinden emin çıkmıştı. "O aileyle herhangi bir münasebetimiz kalmadı."
Elvan'ın bakışları Ruken'i buldu. "Niye öyle diyorsun Ruken?" diye sordu. "Bir nişan atılır, bir bakmışsın başka bir nişan daha yapılmış. Belli mi olur bu işler..."
Bana baktığında, son cümlesiyle Yaman'ı ima ettiğini anlamıştım. Benim bir şey söylememe kalmadan Ruken'in sinirle Elvan'a baktığını gördüm. "Ne saçmalıyorsun sen ya?"
Elvan umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. "Ne var canım olamaz mı, Çibran'ların tek oğlu Azat mı sanki?" Göz ucuyla bana baktı. "Yaman'ın Dilba'ya alakası herkesin malumu..."
"Sende iyice meraklısın beni Yaman'la baş göz etmeye," diye konuştum dudaklarımın kenarı hafifçe kıvrılırken. "Dışarıdan biri duysa beni kendine rakip gördün sanır."
Bu söylediğim şeyle beraber odada kısa bir sessizlik hakim oldu. Birinin kıkırdadığını işittim ama kim olduğunu göremedim. İnsanların bakışları benim üzerime sabitlenirken arkama yaslandım ve alaycı bir tebessüm eşliğinde, "Bakmayın öyle," diye mırıldandım. "Şaka yapıyorum."
Kadınlar bunu bekliyormuş gibi gülmeye başladıklarında Suzan bana bakıp, "Kız alemsin valla," diye konuştu ama hâlâ ortamda ki gerginlik sönmüş değildi.
Elvan'ın bakışları bir dürbün gibi benim üzerimde gezinirken, dudaklarıma yerleşen alay eşliğinde bakışlarımı ona diktim. Benim sınırlarıma uzanan o içi boş laflara aldırış ettiğim yoktu ama bu buna daha fazla katlanacağım anlamına gelmiyordu.
"Dilba," Gaye'nin bana seslenmesiyle beraber bakışlarımı yavaşça Elvan'ın üzerinden çektim ve Gaye'ye baktım. "Biz acaba bir mutfağa mı insek?"
"Kızım ne istiyorsanız söyleyin getirsinler işte," dedi Lebriz Hanım'ın yanında oturan yaşlı kadın. "Aşağı inmenize ne gerek var."
Gaye yapmacık bir ifadeyle gülümsedi ve beni çekiştirerek ayağa kalktı. "Yok yok, biz kendimiz ineriz," dedi ardından bana kalkmam için ufak bir göz işareti yaptı.
Acele etmeden ayağa kalkıp Gaye ile birlikte salondan çıktığımızda, daha merdivenlere ulaşmadan, "Niye kalktık şimdi?" diye sordum.
Gaye'nin bakışları hızlıca bana döndü. "Kaldırmasaydım da ne yapsaydım pardon?" Merdivenleri hızlıca inerken bakışlarını benden ayırmamıştı. "Söylediğin o laftan sonra insanlar farklı bir durum var zannedecek şimdi?"
"Nasıl bir durum?" diye sorduğumda, belli belirsiz kafamı salladım ve sorarcasına Gaye'ye baktım. "Biraz açık konuş istersen ha."
Gaye bakışlarını kısaca etrafta gezdirdi ve ardından bir müddet duraksadı. Bakışlarına gergin bir ifade yerleşmişti. "Resmen Elvan'a beni kendine rakip mi görüyorsun dedin," Sesini biraz daha alçalttı. "Zaten Azer'le senin hakkında çıkan o dedikodudan dolayı, herkesin aklında bir şüphe var. Kusura bakma ama sende bu şüpheyi biraz güçlendirdin."
Yüzüme indirdiğim o görünmez maskenin ardından baktım bu sefer Gaye'ye. Dudaklarımdan kısık bir kahkaha dökülürken, ifademden hiçbir düşüncenin sızmasına izin vermedim. "Şüphe ha," diye konuştum alaycı bir sesle. "Hani buraya Adil Bey'in kızı olduğum için değil de, Azer için geldiğimi sanan bir kaç aptalın uydurduğu hikaye," Hafifçe gözlerimi kıstım. "Ha bir de ben Azer'in eski sevgilisiydim. Elvan'la evlenmesini kaldıramamış, anlık bir kıskançlık kriziyle düğünü basmıştım. Sonra da durumdan sıyrılmak için böyle bir yalan uydurmuştuk. Tam olarak böyle anlatıyorlardı öyle değil mi?"
Gaye gergin bir ifadeyle omuz silkti. "Evet saçma yani ama," diye konuştu, çabuk ikna olmuştu anlaşılan. "Ne bileyim işte, Elvan'ı zerre kadar sevmem ama yine de ortam daha fazla gerilmesin istedim. Yoksa bende ihtimal vermiyorum yani," Huzursuz bir nefes alıp bakışlarını kaçırdı. "Azer ve sen... Daha neler."
Bunu daha çok kendini ikna etmek için söylüyor gibiydi. Gözlerimi devirme isteğimi zorlukla bastırıp, yapmacık bir ifadeyle güldüm. "Ya," diye mırıldandım. "Daha neler."
Daha bir gün önce, dudak dudağa olduğum adam ve ben... Daha neler?
İçimdeki canavar buna kahkahalarla gülerken yüzümde en inandırıcı maskemi taşıyordum. Gaye de buna inanmak istiyor gibiydi zaten. Öyle ki bir kaç saniye duraksadı ve ardından, "Yani çok saçma," diye mırıldandı kendi kendine ardından bakışları bana döndü. "Olamaz da zaten..."
Bıkkın bir tavırla Gaye'ye bakıp, "Kendi kendine konuşman bittiyse ben bir su alacağım," diye konuştum ve ardından mutfak kapısını açarak içeri girdim. Gaye de hemen peşimden içeri girerken bakışlarımı mutfağın içinde kısaca gezdirdim.
Hatun'un ve Saniye'nin bakışları kısaca bize taraf döndü. İkisi tezgahın başında oturmuş, börek açıyorlardı. Hatice ve Yasemin ise, köşedeki masaya oturmuş karşılıklı olarak kahvelerini yudumluyorlardı.
Hatice istifini bozmadan beni baştan aşağı süzdüğünde, ona aynı şekilde karşılık verip ortadaki tezgahın üzerindeki cam sürahiye doğru yöneldim. Tam bu sırada Yasemin ayaklanmış ve buzluğu açarak, içindeki buz kalıbını bana doğru uzattı. "Buyrun," dedi ve ardından gülümsedi. "E alıştık artık."
Belli belirsiz gülümsedim. "Teşekkür ederim."
Bardağa doldurduğum suya buzları atarken, Gaye fırının hemen yanında duran tepsiye yöneldi ve tepsideki kurabiyelerden ufak bir ısırık aldı. "Yanlız Hatun abla, bunu senden iyi yapan yok..."
Gaye bunu söylerken mutfak kapısı bir kez daha açıldı. Elvan yanında iki kişiyle beraber mutfağa girdiğinde, ikimizin de bakışları onların üzerine dikilmişti. Yanında onunla aynı yaşlarda bir kadın daha vardı, hatırladığım kadarıyla adı Havin'di. Diğer kadın da, yukarıda durmadan konuşan Suzan'dı.
"Yardım edilecek bir şey var mı diye geldik?" dedi Elvan, Hatun'a doğru bakarak ardından bakışları benim üzerime döndü.
Hatun, olumsuz anlamda kafasını salladı. "Gerek yok, biz hallediyoruz," dediğinde Elvan'ın gözleri hâlâ benim üzerimdeydi.
Tezgahın üzerindeki bardağı elime alıp soğuk sudan bir yudum aldım ve Elvan'ı baştan aşağı süzdüm. "Hayırdır, niye öyle bakıyorsun?" diye sordum sinir bozucu bir ifadeyle. "Ay yoksa sen alındın mı yukarıda bana?"
Suzan'ın bakışları Elvan'a döndü. "Kız bunda alınacak ne var, şakaydı alt tarafı."
Elvan sinirli olduğunu belli etmemeye hafifçe gülümsedi. "Yok canım ne alınması," diye mırıldandı belli belirsiz. "Böyle bir şeye alınacak kadar özgüvensiz değilim."
"Kesin öyledir," diye ağzında geveledi Havin ters bir ifadeyle.
Elvan, göz ucuyla Havin'e baktı ve ardından, "Kesin olan tek bir şey var," dedi. Elini kaldırıp parmağındaki alyansı gösterdi. "Umarım anlatabilmişimdir."
"Bak alyansı gösterdin de aklıma geldi," dedi Gaye kollarını önünde bağlayıp mutfak tezgahına yaslanarak. "Azer abinin parmağında sadece bir iki kez falan gördüm ben alyansı. Ne o, yoksa takmak istemiyor mu?"
Elvan bir kaç saniye duraksadı. "Sende ne dikkatlisin ya," dedi en sonunda. "Sevmiyor işte alyans takmayı. Bu kadar basit."
"Neden her şeyi böyle ulu orta konuşuyorsun?" diye sordum dan diye, ardından sorarcasına kafamı salladım. "Hayır yani sürekli bir açıklama yapma çabasındasın, bence bu kadar uğraşma."
Elimdeki bardağı tezgaha geri bırakıp kapıya doğru ilerledim ve beklemeden çıktım mutfaktan. Huzursuz bir nefes alıp, serin havayı içime çektiğim sırada avlunun kapısının açıldığını işittim. Tam bu sırada Gaye, Elvan ve diğerleri de mutfaktan çıkmışlardı. Bakışlarım kapıdan içeri giren Orkun'u seçtiğinde kaşlarımı hafifçe çatarak onu baştan aşağı süzdüm.
Yorgun adımlarla avlunun ortasına doğru ilerlerken, yüzündeki kızarıklık ve adımlarındaki aksaklıktan zil zurna sarhoş olduğunu anlamıştım. Bunun yanında, yüzün de yer yer küçük yara izleri vardı. Yaraların üzerindeki hafif kan lekelerine bakılırsa yeni olmuş bir şeydi. Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
"Ne olmuş buna ya?" diye sordu Gaye hemen arkamdan.
Orkun, Adil Bey'in konağıma doğru bakarak, "Baba," diye bağırdı sertçe ve ardından kollarını iki yana açarak gülmeye başladı. "Eserini görmeye gelmeyecek misin?"
Suzan bir kaç adım ilerledi ve ardından şaşkınca Orkun'a baktı. "Anam bu zil zurna sarhoş olmuş ya?" diye konuştu kısık bir sesle. "Adil Bey'in oğlu değil mi bu çocuk?"
Orkun bağırmaya devam ederken, "Kavga etmiş herhalde," diye konuştu Gaye. "Baksanıza yüzüne."
Orkun bir kez daha, "Baba," diye seslendi. Misafirlerde dahil herkes aşağıya inmişti.
Lebriz Hanım, Orkun'u görür görmez gergin bir tavırla Arzu'ya kafasıyla bir işaret yaptı. Arzu, Orkun'a doğru ilerlerken, Orkun bas bas bağırmaya devam ediyordu.
Bu kadar içip dağıtacak ne olmuştu bilmiyordum ama gerçekten iyi görünmüyordu.
Bir kaç saniye sonra, Adil Bey'in merdivenlerden hızla indiğini gördüm. Tam bu sırada Orkun misafirlere doğru bakarak alayla gülmeye başladı.
"Vay vay vay..." Orkun alayla gülüp bakışlarını herkesin üzerinde ağır ağır gezdirdi. Kahkahaları konağın avlusunda yankılanırken kimseden çıt çıkmıyordu. "Şer birliği toplanmış bakıyorum," dediğinde Arzu eliyle susması için bir hareket yaptı ama Orkun bunu görmedi bile.
Misafirler birbirlerine bakıp fısır fısır bir şeyler konuştular. Orkun'un bu hâlde konağa gelmesini kimse beklemiyordu. Adil Bey'in gergin ve sinirli bir tavırla Orkun'a baktığını gördüğümde alayla gülüp arka cebimden telefonumu çıkardım ve kamerayı açarak video kaydını başlattım. Yarın çok eğlenecektik.
Kimsenin dikkati benim üzerimde olmadığı için herhangi bir sorun yoktu.
Adil Bey bir adım öne çıkarak Orkun'u baştan aşağı süzdü ve öfkeyle kaşlarını çattı. "Ne bu halin?" diye sorduğunda Orkun alayla gülmeye devam ediyordu. "Kavga mı ettin sen?"
"Adil Boranlı," dedi Orkun beklemeden, alkolün etkisiyle geriye doğru hafifçe sendeledi ve gülmeye devam etti. "Gören de ne düşünceli baba diyecek. Nereden nereye ha..."
"Daha fazla saçmalama," diye konuştu Adil Bey dişlerinin arasından. "İçeri gir gözüm görmesin seni. Bu saçmalığın hesabını vereceksin."
Arzu, Orkun'a doğru yürüyüp hafifçe koluna tutundu. "Hadi oğlum."
"Bırak," diye konuştu Orkun, kolunu çekip babasına doğru bir kaç adım atarak. "Rol kesmeyi bırak," Bir kez daha sendeledi ama hemen toparladı. "Bana akıl verecek son insan bile değilsin sen..."
"Kes sesini," diye sertçe çıkıştı Adil Bey, sinirlerine hakim olmakta oldukça zorlanıyordu. Baş parmağını kaldırıp Orkun'a doğru salladı. "Defol git gözümün önünden yoksa elimden bir kaza çıkacak."
Lebriz Hanım olayın büyüyeceğini anlamış olacak ki, Berşan Hanım'a bir göz işareti yaptı. Bununla beraber Berşan Hanım hemen hareketlendi ve misafirlere bir şeyler söyleyerek eliyle kapıyı gösterdi. Kadınlar istemeye istemeye konaktan çıkarlarken, Mercan ve Berşan Hanım da kapıya kadar onlara eşlik etmişlerdi.
"Çıkarım çıkarın," dedi Orkun misafirlerin arkasından bakarak. "Adil Bey'in hangi rezilliğini saklayabildiniz ki, bunu saklayasınız?"
Adil Bey daha fazla dayanamayıp sert bir yumruğu Orkun'un yüzüne geçirdiğinde Orkun geriye doğru sendeledi. Arzu eliyle ağzını kapatıp onlara bakarken, Orkun'un kaşının kenarından akan kırmızı sıvıya kaydı gözüm. Bu Orkun'u daha çok öfkelendirmiş olacak ki, bu sefer öfkeli bir tebessüm yayıldı dudaklarına. Eliyle kaşının kenarına dokundu ve parmaklarına bulaşan kana bakarak hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Bu kadar mısın Adil Boranlı?"
Adil Bey, öfkeden delirecek gibiydi. Öyle ki daha fazla tahammül edemeyerek hızla kapıya doğru ilerledi ve dışarı çıktı. Arzu, kocasının arkasından bir kaç saniye bakıp, Orkun'a doğru yöneldi ve kaşına bakmak için hafifçe çenesini tuttu. "Kaşın kanıyor oğlum, niye bu hale geldin sen?"
"Kocana sor." Orkun kafasını hızla çekerek, annesini geride bıraktı ve merdivenlere doğru yürüyüp gözden kayboldu.
Onun gitmesiyle beraber kaydı sonlandırıp telefonu cebime koyduğumda, Arzu'nun bakışları hızlıca Lebriz Hanım'a doğru döndü. "Sonunda baba ile oğlu da birbirine kırdırdılar," diye konuştu sitem edercesine.
"Orkun dediklerinde haklı," diye araya girdi Berşan Hanım, göz ucuyla Arzu'ya bakarak. "Senin kocan baba olmayı becerseydi, Dilba'yı onca sene babasız bırakıp ailesiyle sefa sürmezdi."
Arzu, "Allah seni bildiği gibi yapsın Berşan," diye konuştu sinirle. "Bilerek yaptın değil mi? Orkun'un bu hâlde olduğunu görünce misafirleri avluya bilerek indirdin?"
Berşan Hanım alayla gülüp Arzu'ya baktı. "Ana olsaydın da evladını bu hallere düşürmeseydin," dedi. "Kocanla oğlun birbirine düştüyse sorumlusu ben değilim."
Arzu öfkeyle bir kaç saniye duraksadı ve ardından bakışlarını Berşan Hanım'a dikti. "Sen benim analığıma laf edeceğine, kendi analığına bak," diye konuştu. "Kocanın öldüğü günden sonra, hırsından gözün kendi çocuklarını bile görmez oldu. Gördük bugün nasıl evlat yetiştirdiğini."
Berşan Hanım'ın yüzü öfkeyle kasıldı. Bu bardağı taşıran son cümleydi. Elini kaldırıp Arzu'ya sert bir tokat attığında Arzu geriye doğru sendeledi. Berşan Hanım ise öfkeyle bakışlarını Arzu'ya dikti. "Hadsiz," diye bağırdı sert bir sesle. "Sen benim aileme laf edecek son insan bile değilsin."
Lebriz Hanım sabrı tükenmiş gibi, "Allah için susun artık," diye bağırdı. "Ayakta duracak takatim kalmadı sayenizde."
Berşan Hanım öfkeyle Arzu'ya baktı ve ardından hızlı adımlarla büyük konağın merdivenlerine doğru yürüyüp gözden kayboldu. Arzu ise öfkeden delirmek üzereydi. Kıpkırmızı olmuş bir suratla Berşan Hanım'ın arkasından baktı ve ardından Lebriz Hanım'a doğru döndü. "Ödeteceğim ona bunu," diye konuştu oldukça yüksek bir sesle. "Artık gerçekten sabrım kalmadı."
Arzu, Lebriz Hanım'ın bir şey söylemesine fırsat vermeden hızlıca yanımızdan ayrıldığında Lebriz Hanım geriye doğru sendeledi. Yere düsmesini engelleyerek onu tuttuğumda eli her zaman yaptığı gibi kalbine gitti ve tekrar söylenmeye başladı. "Aynı çatı altında birbirlerine düşman kesildiler... Buda mı gelecekti başımıza?"
Lebriz Hanım'ın gerçekten haklılık payı vardı. Doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar olayın üst üste geleceğini bende beklemiyordum ama Adil Bey'e üzüldüğüm tabi ki de söylenemezdi.
Maalesef başına gelecek her şeyi hakediyordu.
•••
Gece Midyat'ın üzerine bir rüzgar misali eserken, odanın içinde bir o tarafa bir bu tarafa yürüyüp duruyordum. Lebriz Hanım, olanlardan sonra fenalık geçirmiş, yaklaşık bir saat boyunca onunla ilgilenmek zorunda kalmıştık.
Başım feci derecede ağrıyordu. Ağrı o kadar şiddetliydi ki, vücudumdaki tüm kaslar uyuşmuşta attığım her adımda bayılacakmışım gibi hissediyordum. Bu tür bir baş ağrısına oldukça alışıktım hele son bir kaç aydır gitgide daha çok artmaya başlamıştı.
Özellikle Yaren'den sonra.
Telefonum ikide bir çalıp duruyordu. Gelen aramaların çoğu Ankara'da ki arkadaşlarımdandı. Muhtemelen annemin ögrenmesiyle beraber haber hızlıca yayılmış olmalıydı. Yoksa gecenin bu saatinde aramalarının başka bir açıklaması olamazdı.
Huzursuz bir nefes alıp telefonu kökten kapattım ve yatağın bir ucuna fırlattım. "Bir bitmediniz ya."
Gergin adımlarla kapıya doğru yürüyüp odadan çıktım. İlaç almak istemiyordum ama başım çatlayacak gibiydi. Buna daha fazla dayanmak istemiyordum.
Başımdaki, korkunç ağrı eşliğinde merdivenlerden inip mutfağa yöneldiğimde konağın dışında gezinen korumalar dışında etrafta hiç kimse yoktu. Ağır adımlarla mutfak kapısını açıp içeri girdim ve bir süre boş boş etrafıma baktım. Konağın ışıkları içeriyi loş bir ışıkla aydınlattığı için lambayı açmaya gerek duymamıştım. Başımdaki ağrıyı daha fazla azdırmaya niyetim yoktu.
Sağ tarafta kalan ufak ecza dolabını yavaşça açıp içindeki ağrı kesici kutusunu elime aldım ve hemen yanında bulunan dolaptan cam bir bardak çıkararak su doldurdum. İlacı beklemeden ağzıma atıp, sudan bir kaç yudum aldığım sırada ufak bir tıkırtı doldu kulağıma.
Daha doğrusu bir adım sesi.
Arkamı dönmeye fırsat kalmadan nefesini ensemde hissettiğimde, arkamdaki kişinin kim olduğunu hemen anlamıştım. Ona dönüp bakmadan ellerimi mermer tezgaha yasladım ve bakışlarımı karşıya diktim. Ve o an sırtım onun gögsüne temas etti. İçimdeki o duygu kabarıp beni yok edecek raddeye gelirken, bedenimdeki sıcaklık yavaş yavaş artmaya başlamıştı.
Kulağıma doğru hafifçe eğildiğini hissettim, sıcak nefesi bu sefer boynuma değdi. "Aklımı başımdan alıyorsun," Biraz daha eğildi ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Farkındasın değil mi?"
Bedenimin üzerime çöken yorgunluk eşliğinde, kalbimin ritminin değiştiğini farketsemde bunu ona belli etmeye niyetim yoktu. Ellerimi yavaşça tezgahtan çekip, bedenimi ona doğru döndürdüğümde gözlerimin uğradığı ilk yer onun gözleri olmuştu. Üzerindeki takım elbisenin ceketini çıkarmış, gömleğinin yakasını açık bırakmıştı. Nereden geliyordu bilmiyordum ama yorgun görünüyordu. Bakışlarım ilk önce, gömleğinin açıkta bıraktığı teninde, sonra da sakallı çenesinde gezindi ve ardından tekrar gözlerini buldu. "Odama çıkacağım," diye konuştum sesimden herhangi bir duygu sızmazken. "İzin verirsen."
Buna karşılık olarak, iki elini tezgaha yaslayarak beni kendi bedeni ve tezgah arasına hapsetti ve yüzüme doğru hafifçe eğilip gözlerimin içine baktı. "Ben sana o gece ne dedim Dilba?" diye sordu sesi hafiften ciddileşmişti. "Açık açık söyledim, benim için senden başkası yok dedim, ama senin gözlerinde hâlâ şüphe var öyle mi?"
Alayla güldüm ama bedenimde belirsiz bir öfkenin doğduğunu hissedebiliyordum. Kafamı hafifçe sallayıp, "Öyle," diye yanıtladım onu. "Farkında mısın bilmiyorum ama bu konakta senin karınmış gibi davranan bir kadın var. Ve üstelik ben bunun sebebini bile bilmiyorken."
Azer'in bakışları yüzümde yavaş yavaş gezindi. "Konuşacağız dedik," Belli belirsiz kafasını salladı. "Ama zamanı var," Sol elimi, avuçlarının içine alırken, gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmamıştı. "Sana söz veriyorum her şeyi anlatacağım, ama senden tek bir şey istiyorum," diye devam etti. "Bana böyle uzak bakma."
Kafamı hafifçe kaldırıp onun gözlerine baktım dikkatlice, onun bakışları ise anlık olarak dudaklarıma kaydı ve tekrar gözlerimi buldu. "Biri görecek," diye fısıldadım sakin bir tınıyla, ama bu ikimizin de umurunda değildi.
Azer belimden kavrayarak beni yavaşça kendine çekti. Dudaklarıma doğru eğildiğinde kalbim duracak gibiydi. Dudakları dudaklarıma değdiği an dışarıdan gelen sesle beraber geriye doğru çekildim ve kapıya doğru baktım hızlıca. Kimse yoktu ama hala ses gelmeye devam ediyordu.
"Çıkalım buradan," diye konuştum gergince
Azer'in eli, benim elimi sıkıca kavradı ve ardından, "Gel benimle," diye konuştu. Mutfağın sol tarafında kalan başka bir kapıyı açıp, dışarı çıktığında onun peşinden ilerledim ve etrafıma bakındım bir süre.
Büyük konağın merdivenlerinin önüne geldiğimizde, Azer beni hafifçe çekti ve zemin kattaki bir odaya girdik beraber. Mutfağın, arka tarafının buraya çıktığını yeni öğreniyordum.
Azer, kapıyı kapatıp tekrar bana döndüğünde üzerimden atamadığım bir gerginlikle kapıya doğru baktım. "Kimdi ya o?" diye konuştum sessizce. "Gördü mü sence bizi?"
Azer'in bakışları gözlerimi buldu bir kez daha. Benim aksime o oldukça rahattı. "Sanmıyorum," dedi düz bir sesle, ardından bana biraz daha yaklaşarak tam karşıma geçti. "Niye bu kadar gerildin sen?"
Huzursuz bir nefes alıp elimle boynumu tuttum ve odanın içinde bir kaç adım ilerledim. "Sence birinin ikimizi başbaşa görmesi normal bir şey mi?" diye sordum. "Üstelik beni öpmek üzereydin."
Azer, sorarcasına bana baktı ve rahat bir tavırla ellerini ceplerine koydu. "Ben bir sakınca göremiyorum, ama sen yine de rahat ol," dedi kendinden emin bir şekilde. "Bu evlilik meselesi sona erene kadar, senin saçma sapan ithamlara maruz kalmana izin vermeyeceğim."
Göz ucuyla ona baktım. "Söz ver," diye konuştum buz gibi bir sesle. "O dediğin şey olana kadar kimse bilmeyecek."
Yüzünde mimik dahi oynamadı. "Söz," dedi ve bana doğru bir kaç adım yaklaştı. Bedeni bedenime temas ederken, gözleri gözlerimden bir saniye olsun ayrılmamıştı. "Nasıl istersen öyle olacak," kafasını eğdi ve bir eliyle yüzüme dokundu nazikçe. "Ama emin ol, bu oyun bittiği an sakladığımız her şeyi bir bir dökeceğim önlerine."
O an, onunla bir geleceğimizin olup olamayacağını düşündüm. Kalbim o kadar çok nefret ve kinle doluydu ki, birinin beni gerçekten sevebileceği ihtimaline bir kaç hafta öncesine kadar asla inanmıyordum. Ama karşımda duran adam, bu zamana kadar hiç kimseden görmediğim bir ifadeyle bakıyordu bana. Sanki, benim için her şeyi yapabilecekmiş gibi.
Ama yalanlarla örülü bir hayatın içine hapsedilmişken, önümde gerçekten güzel bir hayat olduğuna asla inanmıyordum. Her zerreme kadar yalana batmıştım. Kalbim ve zihnim, şeytanın avuçlarının arasındaydı.
Bakışlarımı ondan ayırmadan, "Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsun?" diye sordum.
"Sen artık bir güven bana," diye konuştu kendinden emin bir sesle. "Emin ol seni bırakmaya hiç niyetim yok."
Belli belirsiz tebessüm ettim. Başımdaki ağrıdan eser kalmamıştı. Bana ne yapıyordu bilmiyordum ama yanında olunca iyi hissediyordum. Hayatımda hissetmediğim kadar, değerli.
Eli yavaşça saçlarıma gittiğinde, parmaklarının tokama temas ettiğini hissettim. Yavaşça tokayı çekip saçlarımın omuzuma dökülmesini sağladığında, diğer eli saçlarımın üzerinden yavaşça boynuma kaydı ve çenem ve boynum arasında bir yerde durdu. "Saklama bu güzel saçlarını," diye fısıldadı bakışları yüzümde ağır ağır gezinirken.
Kafamı biraz daha kaldırarak dikkatle onun gözlerine baktım. "Sen taktın bugün benim saçlarıma," dedim belli belirsiz bir tebessüm eşliğinde. "Pek bir ilgilisin bakıyorum."
"Ben direk bir kıza taktım kafayı da," Dudakları hafifçe kıvrılırken kafasını yana eğdi ve yüzüme doğru biraz daha yaklaştı. "Anlamamakta ısrar ediyor, canına yandığım."
Bakışlarım istemsizce dudaklarına kaydığında onun parmakları çenemden hafifçe yukarı çıkarak dudağımın kenarında gezinmeye başladı. Bu hareketiyle beraber bedenimdeki sıcaklık dozunu arttırırken, "Dikkat et ağam," diye fısıldadım. "O kız aklını başından almasın senin."
Güldü. Dudaklarına hızlıca yayılan tebessüm kalbimin hızını arttırmaya fazlasıyla yeterken gözleri gözlerimden bir saniye olsun ayrılmamıştı. Bir süre öylece beni izledi. "Belki de çoktan almıştır aklımı başımdan," diye konuştu en sonunda. "Almıştır da haberi yoktur." Elleri yavaş hareketlerle saçlarımı okşadı bir kez daha. "Uykun var," dedi düşünceli bir sesle ve ardından kulağıma doğru eğildi. "Eğer gidip uyumazsan seni bir kez daha odana taşımak zorunda kalacağım. Hem de memnuniyetle."
Bakışlarımı kaçırıp istemsizce gülümsedim ve ardından, "Gidiyorum ben," diye konuştum. "Sana o zevki yaşatmaya hiç niyetim yok."
Güldüğünü işitirken kapıya doğru yöneldim ve kimsenin olmadığına emin olduktan sonra çıktım odadan.
Kendi odama çıkana kadar kalbim hâlâ küt küt atıyordu. Üzerimde bıraktığı etki, ben onun yanından ayrılsam bile uzun süre geçmiyordu. Bu çok garip bir histi.
İçeri girip kapıyı kapattım ve yatağın köşesine oturarak bir süre aptal gibi etrafı izledim. Bu gün o kadar çok şey olmuştu ki, bedenim de zihnimde oldukça yorgundu.
Bedenimdeki uyuma isteği, gözlerimin ağırlaşmasına sebep oldu lakin bakışlarım anlık olarak telefonuma kaydığında bir süre duraksadım ve telefonu ellerime aldım. Odadan çıkmadan önce kapatmıştım ama sabaha kadar kapalı kalamazdı. Telefonu tekrar açtığımda onlarca bildirim tek tek ekranıma düştü.
Rastgele bir bildirimin üzerine tıkladım. Gelen mesaj, Ankara'da ki arkadaşlarımdan birinden gelmişti. Annemin ve Şahin'in aile dostlarından birinin kızıydı. Bir haber sayfasının ekran görüntüsünü atmış ve altına bir sürü soru işareti bırakmıştı.
Fotoğrafa dokunup haberdeki yazıyı okudum ve o an bedenime yoğun bir gerginlik çöktü.
Eski milletvekili ve ünlü iş adamı Şahin Sonay ve eşi Feraye Sonay'ın, Mardin'de oldukça pahalı bir konak satın aldıkları iddia ediliyor. Ayrıca Feraye Sonay'ın kendi adını taşıyan ünlü tekstil şirketinin yönetim ofisinin Mardin'e taşınacağı ve çalışanlara gönderilen mailler doğrultusunda, yönetici kadrosunun taşınması için ayrıca hazırlık yapıldığı da konuşulan güçlü iddialar arasında.
Çiftin bu kararı neden aldığı henüz bilinmiyor.
•••
BÖLÜM SONU
Evet, sonunda geldi. Bayramda da boş durmayıp diğer bölümü yazmaya başladığım içinde kendimi ayrıca tebrik ediyorum. Çünkü zaten geç bölüm geliyor, bu vesileyle arayı daha fazla açmamış olurum belki.
Bölüm hakkında yorumlarınızı bekliyorum. Oy ve yorumlarınız
benim için çok önemli, sizin yorumlarınızı okuyunca yazma isteğim dolup taşıyor. Beni bundan mahrum bırakmayın lütfen.
Hepinizi çok seviyorum, diğer bölümde görüsmek üzere.
Seviliyorsunuz ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 49.76k Okunma |
3.13k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |