Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. AYIN KARANLIK YÜZÜ

@k_blackfire

 

8. BÖLÜM

"Ayın Karanlık Yüzü"

 

 

𓆙

 

Bazı geceler bir daha hiç uyanamamak için tanrıya yalvardığımı hatırlıyorum.

 

Ona rağmen, ilaç kullanmadığım geceler asla uyuyamazdım.

 

O zamanlar, daha lisedeydim.

 

Hatırlıyordumda; herşeyin suçlusu olarak kendimi görüyordum. Hayattımın en kötü zamanlarıydı belki ama ben çocukluğumda olduğu gibi acı çekmiyordum.

 

Sadece bir boşluk vardı. Koca bir boşluk.

 

İçimde ki güzelliklerin katili olduğumu düşünüyordum mesela. Ya da gülüşlerimi solduran şeyin kendi zihnim olduğunu.

 

Ama sonra ablamın taziyesinde bir kadın bana hiç üzülmüşe benzemiyorsun dediğinde anladım; aslında benim yüzümde hiçbir zaman soldurulacak bir tebessümüm olmamış. Oda benim gibi sahteymiş, herşeyim gibi...

 

Yıllar sonra anladım; mutluluk, mutsuzlukla yer değiştirmiş.

 

Ve şimdi anlıyorum; benim kalbim iyilik tarafından çoktan terkedilmiş.

 

Benden tüm iyi niyetimi alıp götüren o şeytan ise bana yıllar önce şöyle fısıldamış; uyu Dilba, demiş ölüm gibi bir sesle. Bu dünya sana göre değilmiş.

 

Uyan.

 

Nefesime karışan kısık bir çığlıkla yataktan sıçradığımda aralanan gözlerimin odaklandığı tek şey karşıdaki duvardı. Donuk bakışlarımı o duvardan ayırmayana kadar üzerimdeki ince yorganı avuçlarımla ezdiğimin farkında değildim.

 

İçime çekemediğim ve boğazımda takılı kalan soluğum, zihnimin içindeki karmaşayla adeta bir savaş içerisindeydi.

 

Gözlerimin yaşardığını hissediyordum.

 

Yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp zorlukla yutkundum. Boğazımdan aşağı inen keskin acıyı bastırmak istesemde bu pek mümkün olmamıştı.

 

Beni rüyalarımda bile rahat bırakmıyordu.

 

Pencereden içeri sızan hafif gün ışığını gördüğümde bakışlarımı saate yönlendirdim. Kahvaltıya çok az kalmıştı ama ben kendimi o kadar kötü hissediyordum ki değil kahvaltı yapmak, odadan dahi çıkmak istemiyordum.

 

Gözlerimi yumup derin bir nefes almaya çalıştım. Zihnimin içi sisli, karmaşık ve fluydu. Buna rağmen duvarlarıma çektiğim kara perdeler bile o gorüntülerin hatırlanmasına engel olamıyordu. Zihnimde ki bulanıklığın içinde ki en net şey o görüntülerdi. Asla silemiyordum ve onu her silmeye çalıştığımda inatla tekrarlanıyordu.

 

Bu bana bırakılan en korkunç mirastı.

 

Ciğerlerimde hüküm giyen o derin nefesin dudaklarımdan firar etmesine izin verip, yumduğum gözlerimi araladım ve üzerimde ki yorganı sinirle çekip ayağa kalktım. Çıplak ayaklarım zemine değdiğinde, kendimi sersemlemiş gibi hissediyordum.

 

Banyoya girdiğimde aynada gördüğüm yansımamla gözlerimi devirdim. Kızarmış gözlerim ve donuk bakan bakışlarım gördüğüm kabusun üzerimde bıraktığı etkiyi en net haliyle gözler önüne seriyordu. Bakışlarımı aynadan ayırıp duşa kabine doğru yöneldiğimde beni kendime getirecek tek şeyin bir duş olduğunun farkındaydım. Üzerimdekilerden kurtulup akan ılık suyun üzerime akmasına izin verdim. Uzun bir duşun ardından biraz olsun ayıldığımı hissediyordum. Geceleri rahatça uyuyabildiğim günler çok nadirdi. Genelde hep kabuslarla uyanırdım ve bu duruma oldukça alışıktım.

 

Saçlarımı kurutup banyodan çıktığımda kıyafet dolabına doğru ilerleyip gözüme kestirdiğim bir kaç kıyafeti elime alıp hızlıca giyinmiştim. Saçlarımı düzleştirip salık bıraktığımda yüzümde gördüğüm kabustan kalma bir halsizlik yer edinmişti. Bu halsizlik görüntüsünü hafif bir makyajla yok edip işimi bitirdiğimde komidinin üzerinde ki telefonumu elime aldım. Kahvaltıya inmek istemiyordum ama bunun garip kaçacağının farkındaydım.

 

Hem Berşan Hanım'la konuşmam gerekiyordu.

 

Odadan çıktığımda avludan gelen sesleri işitmiştim. Konak kalabalıktı ve görünüşe göre aşağıda başka insanlarda vardı. Merdivenlere ulaştığımda bakışlarımı avluda gezdirdim. Evet tam olarak tanımadığım üç kişi daha avluda oturuyordu. Son basamaklara geldiğimde, onların bakışları üzerime dikilirken ben yüzümde ki soğukluğu gizleme gereği duymamıştım. Bugün gülümsemek bana çok uzak bir eylemdi.

 

"Ooo, maşallah, maşallah..." Tanımadığım bir adam bana bakıp otuz iki diş gülümseyerek bunu söylediğinde ifadesiz bakışlarımı adamın üzerinde gezdirdim. Adam ellili yaşlarında, bıyıklı, esmer bir adamdı. Adamın yanında benim yaşlarımda genç bir kız ve kırklı yaşlarında bir kadın oturuyordu.

 

"Bizde tam senden bahsediyorduk," Adam bunu söylerken ben ifadesiz bir suratla onları izliyordum.

 

Adamın yanında ki kadın adama ters ters baktı. "Bir sus Cenap," diye uyardı yanındaki adamı. Adının Cenap olduğunu öğrendiğim adam kadına taraf bakarken yüzünde ki gülümseme biraz daha artmıştı.

 

"Ne var canım," diye konuştu gereğinden fazla bir neşeyle. "Yeğenimiz gelmiş şurda, azıcık sevinmeyelim mi?"

 

Adamın laubali tavırları yüzünden gözlerimi devirmek istesemde kendime son anda hakim olmuştum. Sanırım bu insanlar dün Berşan Hanım'ın bahsettiği insanlardı.

 

Adamın yanındaki kadın, oturduğu yerden kalkıp kocasına susması için kısa bir bakış attıktan sonra, yüzüne hafif ama içten bir gülümseme yerleştirip bana doğru yürüdü. "O gün düğünde tanışmak nasip olmadı, evine hoşgeldin kızım." Kadın sıcak ve içten bir şekilde bana sarıldığında önce afallasamda sonra bozuntuya vermeden kadına karşılık verdim. Kısaca sarıldıktan sonra geri çekildiğimizde kadın beni baştan aşağı süzmüştü.

 

"Maşallah," dediğinde kocası çoktan kadının yanında bitmişti. "Gerçekten dedikleri kadar varmışsın." Kadın bunu dediğinde Berşan Hanım'ın yüzünde yapmacık bir gülümsemeyle yanımıza geldiğini farkettim. O yanımıza ulaştığında gözlerini önce benim sonrada karşımda ki kadının üzerinde gezdirmişti.

 

"Dilcan abla babanın kardeşi, Dilba." diye lafa girdiğinde baba kelimesinin üzerine yaptığı vurgu yüzümde alaycı bir gülümseme oluşturmuştu. "Halan yani."

 

Adının Dilcan olduğunu öğrendiğim kadının yüzündeki gülümseme büyürken kafasıyla Berşan Hanım'ı onayladı. Bu sırada Dilcan Hanım'ın yanındaki adam bir adım öne çıkıp önce Berşan Hanım'a sonrada bana baktı. "Bende Cenap enişten." dedi omuzlarını dikleştirip elinde tuttuğu siyah tespihi ağırca çekerken. "Cenap Ağa derler."

 

Adamın övünerek söylediği bu cümleden sonra, onun kendini beğenmiş bir adam olduğu konusunda ikna olmuştum. Dilcan Hanım ise oldukça dik duruşlu ve kendinden emin birine benziyordu lâkin kocasına benzemediği kesindi.

 

"Bende Fırat Can!" diye yüksek bir ses duyduğumda nereden çıktığını bilmediğim küçük bir kedinin üzerime atılmasıyla, dudaklarımdan ufak bir çığlık duyulmuştu. Mercan'ın küçük oğlu Fırat Can kıs kıs gülerek bana ve üzerime fırlattığı kediye bakarken kaşlarımın çatılmasını önleyememiştim.

 

"Fırat Ağa derler." Çocuk cümlesini tamamlayıp Cenap Ağa'yı taklit ederken üzerime attığı kedi korkup bu seferde Cenap Ağa'nın üzerine tırmandığında, Cenap Ağa'nın sinirle bağırması ve elleriyle kediyi üzerinden atmaya çalışması bir olmuştu.

 

"Ulan alın şu hayvanı üzerimden!" Cenap Ağa debelenirken kedi kafasının üzerinden atlayıp hızla kaçmaya başladığında etraftaki herkes gülmeye başlamıştı.

 

"Ne yaramaz çocuksun sen?" diye yapmacık bir sinirle çocuğa baktığımda, küçük çocuk gülme krizine girmişti. Yaptığı şaka hoşuna gitmiş olacak ki gülmekten konuşmaya fırsatı olmuyordu.

 

Cenap Ağa kaşları çatık bir şekilde Fırat Can'a baktığında kediden oldukça korkmuş görünüyordu. "Ulan eşek sıpası!" diye gülmeye başladığında bu laf Fırat Can'ın kahkahalarını daha da arttırmıştı. "Başka oyun mu bulamadın?"

 

"Ne var ya?" diye konuştu Fırat Can kahkahalar arasından. "Ben kediyi Dilba'cığıma atmıştım hem," dedi ve neşeyle zıpladı. "Ama sen daha çok korktun..." Çocuk bunu söyleyip tekrar kahkahalara boğulurken ayağa kalkıp avluda koşuşturmaya başladı. Mercan ise oğlunun peşine takılmış onu yakalamaya çalışıyordu.

 

Bu sırada, Cenap Ağa ve Dilcan Hanım'ın kızı olduğunu düşündüğüm kız oturduğu yerden kalktı ve bana bakarak hafifçe gülümsedi. "Bende Gaye," dedi samimiyetsiz bir sesle. "Kuzenin oluyorum."

 

Kız açık kahverengi, kıvırcık saçlarını arkadan at kuyruğu yapmıştı ve ela gözlerini üzerime dikmişti. Hafifçe gülümsedim. "Çok memnun oldum, bende Dilba," dedim aynı şekilde karşılık vererek. "Tanıyorsundur zaten."

 

Adının Gaye olduğunu öğrendiğim kız kafasını hafifçe salladı. "Tanımamak mümkün mü?" dedi imalı bir sesle ve ardından bize taraf gelen Ruken'e baktı. "Ha, geldi bizimki. Ruken? Hayırdır yüzünden düşen bin parça?"

 

Ruken yanımıza ulaştığında, kaşlarını çatarak Gaye'ye baktı. "Ne alakası var ya?" diye sordu. Pek iyi anlaşamadıkları açıkça belliydi. "Üzülmem gereken bir durum mu var yoksa?"

 

Gaye gözlerini abartıyla devirip alayla gülümsedi. "Yok canım," diye söylendiğinde gözlerine yapmacık bir hoşnutsuzluk yerleştirmişti. "Azat'ı göremiyoruz hiç yanında, bir sorun mu var diye merak ettim."

 

Bir huzursuzluk dalgası bedenimi esir aldığında, kafamın içi tekrar soru işaretleriyle doluydu. Ruken, Azat'ın onu aldattığını biliyor muydu? Bunu gerçekten merak ediyordum.

 

Bu arada herkes yemek masasına geçip oturmuştu ve şuan sadece ben, Gaye ve Ruken ayaktaydık. Azer ve Orkun ortalıklarda görünmüyorlardı ve bu gergin hissetmeme neden olmuştu. Volkan'ın nerede olduğunu bilmiyordum ve o adam eğer Volkan'ı konuşturursa hiç iyi şeyler olmayacağına emindim. En kısa zamanda Berşan Hanım'la bu konuyu konuşmam gerekiyordu.

 

Biz gidip masadaki yerlerimize oturduğumuzda Arzu'nun bakışlarını üzerimde hissetsemde bunu umursamadım. Adil Bey ise oldukça düşünceli görünüyordu. Sanki bedeni burda lâkin aklı başka yerdeydi ve geldiğimden beri Adil Bey'in durumu hep buydu.

 

Fırat Can, sandalyenin üzerinde zıplayıp ellerini çırpmaya başladığında, "Ay bu çocuğun şu sandalyeyle ne derdi var anlamadım," diye söylendi Mercan. "Kime çekti anlamadım ki."

 

Gülümseyerek önüme döndüğümde bu sefer konuşan Cenap Ağa olmuştu. "Eee?" dedi masaya göz gezdirerek. "Azer'i göremedim, nereye gitti sabah sabah?"

 

Berşan Hanım, Cenap Ağa'ya taraf baktı. "Şu ihaleyle satılan tarlaya bakmaya gitti," dedi oturduğu yerde dikleşerek. Cenap Ağa'yla konuşuyordu ama Arzu'ya nisbet yaptığı apaçık ortadaydı.

 

Cenap Ağa gözlerini kocaman açıp elindeki tesbihi sallamaya başladı. Bu konu dikkatini çekmişe benziyordu. "Evet bizde duyduk bir şeyler, hani şu ucu bucağı görünmeyen büyük tarla mı? Hani şu Midyat çıkışında ki?" diye sorduğunda Berşan Hanım onu kafasıyla onayaldı. Cenap Ağa kaşlarını kaldırdı. "İyide onun sahibi Adil'in hasmı değil mi yahu?"

 

Cenap Ağa'nın bu cümlesini duyduğumda Adil Bey'in bu ihale işinden neden memnun olmadığını daha iyi anlamıştım. Anlaşılan Azer, Adil Bey'in aleyhine iş yapıyordu. Buna şaşırmamıştım.

 

Adil Bey kafasını kaldırıp Cenap Ağa'ya baktı. "Eski bir mesele," dedi düz bir sesle. "Hem sadece buda değil, o arsaya bizim ortaklar da talip olmuşlar, bu ortaklığa zarar verebilir."

 

"Ama amca," diye lafa girdi Harun. "Abim çok emin konuşuyor, dünde söyledi zaten."

 

Adil Bey, derin bir nefes aldı. "Azer kafasına göre hareket edip hiçbirimizi dinlemiyor," dediğinde kaşları çatılmıştı. "O tarlanın sahibi beni günahı kadar sevmez, neden bize satsın ki?"

 

Lebriz Hanım, Adil Bey'e taraf kaşlarını kaldırarak baktı. "Sen Azer'in bir işi yarım bıraktığını ne zaman gördün Adil?" diye sordu katı bir sesle.

 

"Annem haklı," dedi Berşan Hanım Adil Bey'e bakarak. Gözleri alayla Adil Bey'e bakarken oğluna duyduğu güveni adeta gözleriyle haykırıyordu. "Tabii Adil Ağabeyin işle güçle bir alakası olmadığı için, yapılan doğru işi yanlış olarak görüyor. Hem senin hastaların falan yok mu Adil ağabey? Ne diye anlamadığın işlere karışıyorsun?"

 

Cenap Ağa arkasına yaslanarak derin bir nefes aldı. "Yav zaten Adil'in hasmı olsa ne yazar," diye konuştu heyecanlı bir sesle. "Kalkıp Azer ağaya düşman mı kesilecekler Allah aşkına?"

 

Adil Bey'in dudaklarından huzursuz bir nefes döküldü. Oldukça sıkıntılı görünüyordu. "Bu iş olmayacak, bunu ona da söyledim," diye mırıldandı. "Ama Azer bu, dinlemiyor ki..."

 

Adil Bey önüne dönüp bakışlarını tekrar önündeki tabağa sabitlediğinde bu sefer konuşan Gaye olmuştu. "Azer," dedi ve sonra üzerine çevrilen bakışlarla beraber biraz duraksadı. "Yani Azer abi," diye düzelttiğinde bakışları huzursuzca tabağına inmişti. "Bir işi yapacağım diyorsa yapar."

 

Ruken'in bakışları Gaye'ye döndü. Gaye ise söylediği şeye pişman olmuş gibiydi. Ruken gözlerini devirdi. "Bu iş mevzusu içini daralttı," diye mırıldandı düz bir sesle. "Neyse, biz yukarı çıkalım mı?" Ardından bakışlarını benim üzerime çevirdi. "Dilba?"

 

Bakışlarımı Ruken'e çevirdim. "Olur," dedim düz bir sesle. Yüzümde ki soğukluk kendini bariz bir şekilde belli ediyordu ve bu ifademi yumuşatmak gibi bir niyetim yoktu.

 

Ruken, Lebriz Hanım'a müsade istercesine baktığında, Lebriz Hanım'ın kafasını sallamasıyla beraber ben, Gaye ve Ruken ayağa kalkıp yukarı da ki büyük avluya çıkmıştık. Biz en üst kattaki avlunun uç tarafına konmuş, manzaraya bakan tekli koltuklara geçip oturduğumuzda Midyat'ın nefes kesen manzarası ve ona eşlik eden hafif rüzgar buraya çok güzel bir hava katıyordu. Bu güzel havaya rağmen benim içim o kadar kasvetliydi ki zihnim, huzurun zerresini içine kabul etmiyordu.

 

Gaye'nin rahatça arkasına yaslandığını gördüm. "Elvan pek sessizdi," diye söylendiğinde kafasını koltuğa yaslayıp gözlerini gökyüzüne dikmişti. "Yoksa düğünde çıkan olaylar yüzünden mi?"

 

"Onun derdi başka," Ruken bunu söylediğinde, Gaye kafasını kaldırmış ve gözlerini Ruken'e dikmişti.

 

"Neymiş derdi?" diye konuştu sanki bilmiyormuş gibi alayla. "Yoksa Azer Ağa kahvaltıda yoktu diye mi suratı beş karıştı?"

 

Ruken'in bakışları alayla Gaye'nin üzerinde gezindi. "Keşke abimin yokluğu sadece Elvan'ın canını sıksaydı," diye mırıldandığında hafifçe gülümsemişti. Sesinde ki imayı hepimiz hissetmiştik.

 

Gaye biraz duraksadı ve huzursuz bir nefes verdi. "Neyse," dedi gergin bir şekilde. "Hem sen gidip nişanlın ne haltlar karıştırıyor onu öğren. Kaç gündür ortalarda gözükmüyor."

 

Gaye bunu dediğinde Ruken'in yüzünün düştüğünü gördüm. Sırtına Yiğit'in hatırlattığı şeyin ağırlığı yüklenirken sıkıntılı bir nefes verip arkasına yaslandı. "Şaka bir yana," dedi huzursuz bir sesle. "Bende artık meraklanmaya başladım."

 

Bu cümlesiyle beraber, Azat'ın rezilliklerinden haberinin olmadığını anlamıştım. Bu konuyu bir an önce Azer'e sormalıydım.

 

"Nişanlın olduğunu bilmiyordum," diye sordum düz bir sesle.

 

Ruken'in bakışları bana döndü. "Evet," dedi kafasıyla beni onaylarken. "Altı aydan fazla oluyor, tabii daha öncesinde de sözlüydük. Okul falan derken baya uzadı."

 

Anladığımı belirtircesine kafamı salladığımda esen rüzgar yüzünden yüzüme çarpan saçlarımı omzumun arkasına itip arkama yaslandım.

 

"Senin hayatında biri var mı?" diye sordu Ruken bakışlarını tekrar bana yönelterek. Ardından hafifçe gülümsedi. "Benimki de soru," dedi hâlâ gülümserken. "Olmaması mümkün mü acaba..."

 

Ruken'e sorarcasına baktım. "Olmaması mümkün mü derken ?" diye sordum düz bir sesle.

 

Gözlerim sorduğum sorunun cevabını talep ederken, Ruken'in yüzünde ki gulümseme azalmış olsa da tam olarak sönmemişti. "E şimdi hakkını yemeyelim," diye mırıldandı. "Erkeklerin hayır diyemeyeceği bir kızsın, e Ankara'da da başında bir ailende yokken..."

 

"Bir dakika," diye sözünü kesip alayla güldüm. Yüzümde ki alaycı gulümseme gözlerimde ki buz gibi ifadeyi asla gizlemiyordu. Ruken'e sorarcasına baktım. "Bana başıboş olduğumu mu ima ediyorsun?" diye sorduğumda sesimdeki buz gibi ses tonu Ruken'in yüzünde ki gülümsemeyi tamamen söndürmüştü.

 

"Başı boş demeyelim," diye mırıldandı oturduğu yerden dogrulup bana bakarken. "Ama açık konuşalım, aykırı ve cesur bir yapın olduğu aşikar, konağa geldiğin ilk gün bunu herkes anladı zaten."

 

Gözlerim Ruken'e bakmaya devam ederken yüzümde ki alaycı gülümsemeyi silmedim. "Yaşadığım hayat hakkında hiçbir şey bilmemene rağmen neden bu kadar emin konuşuyorsun?" diye sorduğumda gözlerimi Ruken'den ayırmamıştım.

 

Ruken'in gözleri üzerimde gezindi. "Evet bilmiyorum, doğru." dedi düz bir sesle. "Ama geldiği gün Adil amcamı tüm Midyat'ın önünde küçük düşüren, gece eve geç saatlerde gelen, açıkça ben kimseye hesap vermem havalarında gezen bir kız hakkında bunları düşünmem gayet normal değil mi?"

 

Kaşlarım havalandı. Söylediği kelimeler zihnimin ücra köşelerine sızıp acımasızlığım tarafından katledildiğinde duruşumu dikleştirip yüzümde ki alaycı gülümsemenin silinmesine izin verdim. "Adil Bey, söylediğim herşeyi hak etti," dedim kendimden emin bir tavırla. "Ayrıca yıllardır tanımadığım ve yüzünü dâhi görmediğim insanlara hesap vermemi beklemiyorsunuz, öyle değil mi?"

 

Ruken kafasını salladı. "Ama burada yaşıyorsan bu düzene alışman gerekiyor." O bunu dediğinde bakışlarımı onun üzerinden ayırmadım.

 

"Alışıp alışmayacağıma ben karar veririm." dedim gayet normal bir şekilde.

 

"Senin hakkında düşündüklerimi söylerken tamda bundan bahsediyordum işte." Ruken kaşlarını kaldırıp hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümseme neşeden tamamen uzaktı.

 

Gülümsedim. "Bunlar senin düşüncelerin," dediğimde hafifçe arkama yaslandım ve Ruken'e bakmayı sürdürdüm. "Ben de senin hakkında yeterince varsayım yapabilirim ama maalesef herhangi bir şey bilmeden yargılamayı kendime yakıştırmıyorum."

 

Ruken'in bakışlarına merak yerleşti. "Peki," diye mırıldandı durgun bir sesle. "Öyle olsun."

 

Ruken bunu dediğinde, merdivenlerden duyulan adım sesleri bakışlarımızın oraya dönmesine neden olmuştu. Elvan, yüzünde zoraki bir gülümsemeyle yanımıza gelirken Ruken'in gözlerini devirdiğini gördüm.

 

"Cenap Ağa, şu tarla mevzusunu bir türlü kapatmayınca aşağıda fenalık bastı herkese, bende kaçtım geldim." Elvan koltuklardan birine yavaşça oturduğunda gözleri sırayla hepimizi süzmüştü.

 

Ruken'nin seslice güldüğünü işittim. Eliyle gülüşünü bastırmaya çalışırken başka tarafa bakıyordu. Elvan yuzündeki gülümsemeyi silip Ruken'e sorarcasına baktı. "Ne oldu?" diye sorduğunda Ruken göz ucuyla Elvan'a baktı.

 

"Hiç," diye mırıldandı gözleri alayla Elvan'a dönerken. "Kaçtım deyince, komik geldi bir an."

 

Ruken'in cümlesinde barındırdığı ve ne olduğunu anlayamadığım ima Elvan'ın yüzünü düşürürken, gözlerine yerleşen bozulmuşluk kendini bariz bir şekilde belli etmişti.

 

Gaye, ilk önce Ruken'e sonra da Elvan'a baktı. "Seni de hiç soramadım Elvan," dedi buz gibi bir sesle. "Nasıl gidiyor evlilik?"

 

Gaye, Elvan'a yapmacık bir merakla bakarken, Elvan'ın huzursuzca nefes verdiğini işittim. Gözleri sürekli avludaydı ve birini bekliyormuş gibi bir hali vardı. "Çok iyi gidiyor," dedi zorlama bir abartıyla. "Hatta sana şöyle söyleyeyim, rüya gibi..."

 

Ruken'in bakışları bu sefer de Elvan'a döndü. "Hayırdır Gelin Hanım," dedi dalga geçercesine. "Ne bu duygu dolu laflar, yoksa kocanı mı özledin?"

 

Ruken bunu dediğinde Elvan düz bir şekilde Ruken'e baktı. Tam ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki içimde ki meraka mani olamayıp lafını kestim.

 

"Sizin aranızda bir sorun mu var?" diye sordum pat diye. Hepsinin dikkati benim üzerime çekildiğinde ben ifadesizdim. "Yani," diye mırıldandım. "Hiç öyle yeni evli çiftler gibi değilsiniz."

 

Elvan kaşlarını kaldırıp yüzüme baktı. Ruken'in alayla gülümsediğini görebiliyordum.

 

"Hayır," dedi garip bir ses tonuyla. "Bir sorun yok, ikimizde birbirimizi seviyoruz ama düğün günü olanlardan dolayı canım sıkılmadı değil." Bunu daha çok kendine inandırmak ister gibi söylüyordu. "Yani sonuçta özel bir gündü."

 

Hafifçe gülümsedim ama bu gülüşüm samimiyetten çok uzaktı. "Haklısın," diye mırıldandım soğuk bir sesle. "Ama bence senin düğününü bozan ben değildim."

 

Ruken'in kaşları havalandığında, ne demek istediğimi anlamıştı. Öyle ki, ben o düğünü bastığımda Azer karısının yanında bile değildi ve açık konuşmak gerekirse buna anlam veremiyordum.

 

Bir insan düğün günü karısını neden yalnız başına bırakırdı ki?

 

Ruken, sanki Elvan yalan söylüyormuş gibi imayla onun yüzüne bakarken Elvan'ın kurduğum cümle yüzünden morali bozulmuş gibiydi.

 

İlgilenmiyordum.

 

Gözlerimi karşımda ihtişamla uzayıp giden manzaraya dikip derin bir soluğu içime çektim. Zihnimde ise manzaranın aksine sonu görünmeyen uzun bir yol vardı ve benim o yolun sonunu kendim çizecek olmam bir o kadar garipti. Tek bir çizgi vardı ve o tek çizginin sonu binlerce yola çıkıyordu.

 

•••

 

 

Hayat, sonu gelmeyen bir melodiydi ve benim hayatım o melodinin en çarpıcı yeriydi.

 

Mutluluk ölü bir ruhun son nefesi gibiydi ve ben bitecek diye hiç bir zaman o nefesi veremedim.

 

Belki de o yüzdendir ki; ruhum güvenebileceğim tek insan tarafından katledildiğinde, bir daha kimseyi gerçekten sevemedim.

 

Hayallerim öldürülüp, damarlarımdan akan kana karıştırılmış, ardından o ölü hayalleri unutamamam için her gün damarlarımdan akmıştı. Onlar ölü olmalarına rağmen o kadar güçlüydüler ki kanıma karışacak en güçlü zehir bile onları yok edemezdi.

 

Ama hayallerim bile bana ihanet edecek kadar bencildiler.

 

Aynı ruhum gibi.

 

Herkes gibi.

 

Gözlerimi yumup zihnimin içindeki karmaşayı yok etmeye çalışıyordum ama başarılı olup olmadığım tam bir muammaydı. Odanın içinde yankılanan yabancı slow müzik kulağıma dolarken yatağın üzerinde sırtüstü uzanmış öylece tavanı izliyordum.

 

Başımda hafif bir ağrı vardı ama çok şiddetli olmadığı için onu şimdilik yok sayıyordum. Hava hafiften kararmaya başlamıştı. Sabah Gaye ve Ruken'le üst kattaki avluda bir kaç saat oturduktan sonra odama çıkmıştım. Dilcan Hanım'ların hâlâ aşağıda olduklarını biliyordum çünkü Cenap Ağa şu arsa meselesine kafayı fena takmıştı ve Azer'le konuşup olan biteni öğrenmeden gideceğe benzemiyordu. Azer'in gelip gelmediği hakkında bir fikrim yoktu.

 

Berşan Hanım'la Volkan mevzusunu konuşmam gerekiyordu ama sabahtan beri bir türlü fırsat bulamamıştım. Gerçi ona söylersem bile bir şeyin değişeceğini düşünmüyordum. Bulunduğumuz durum o kadar karmaşık ve tuzaklarla doluydu ki yapacağımız en ufak hata herşeyi mahvedebilirdi.

 

Çok dikkatli olmalıydım.

 

Gözlerimi açıp yattığım yerden doğruldum. Yanımda duran telefonumu elime alıp çalan müziği kapatığımda odanın içinde oluşan sessizlige aldırış etmeyip ayağa kalktım ve aynaya taraf yöneldim. Aynaya yansıyan görüntüme bir kaç saniye öylece baktım. Altımda yüksek bel, siyah bir kot ve üzerimde askılı beyaz bir bluz vardı. Dağılan bir kaç tutam saçı elimle düzelttikten sonra üzerime ince bir hırka aldım ve boş boş aynaya bakmayı bırakıp kapıya doğru yöneldim.

 

Dışarı çıkar çıkmaz tenime çarpan rüzgar saçlarımı tekrar yüzüme doğru savururken bakışlarım ileride ki merdivene takıldı. Yasemin, elinde tuttuğu tepsiyi sıkı sıkıya kavrayıp yukarıya çıkıyordu. Beni farkettiğinde gözlerini kocaman açıp gülümsedi. "Dilba Hanım," dedi gülümsemeyi sürdürürken. "Bende bunları bırakıp seni çağırmaya gelecektim."

 

Rüzgar inatla saçlarımı yüzüme çarparken onları yüzümden çekip Yasemin'e baktım. "Niye ki?" diye sorduğumda sesim düzdü.

 

Yasemin kafasıyla diğer konağı gösterdi. "Buyük Hanım'lar yan konağın terasındalar," dedi doğu aksanıyla. "Hanımım, git Dilba'yı da çağır dedi."

 

Hafifçe kafamı salladım. Yasemin gülümseyip yukarıya çıkmaya başladığında gözlerimi devirmeden edememiştim. Lebriz Hanım'ın beni çağırma sebebi gayet açıktı. İnsanların içinde bakın biz kendi kanımıza nasıl sahip çıkıyoruz imajı vermek istiyordu.

 

Şimdilik, istediği olsundu bakalım.

 

Adımlarımı merdivenlere yöneltip ağır adımlarla merdivenlerden çıkmaya başladım. Hafif bir rüzgar essede üşümüyordum ama rüzgar tenime her çarptığında baş ağrımın biraz daha arttığını hissediyordum.

 

Üst kattaki avluya vardığımda geniş avluya kısaca göz gezdirdim. Lebriz Hanım baştaki koltukta oturmuştu. Ruken, Lebriz Hanım'ın oturduğu koltuğun köşesine yaslanmıştı ve onun hemen yanında ki büyük koltukta ise Cenap Ağa ve karısı Dilcan Hanım ve Gaye vardı.

 

Gözlerim onların oturduğu koltuğun karşısında ki tekli koltuğa kaydığında göz göze geldiğim kişi içime ekilen garip bir gerginlige neden olsada bunu pek belli etmedim. Azer'in geceden daha karanlık bakışları üzerimde gezinirken bakışlarımı kaçırmak istesemde bunu yapmadım.

 

Üzerinde ki siyah gömleğin üsteki düğmeleri açıktı ve gömleğin kollarını hafifçe kıvırmıştı. Kollarını koltuğun iki yanına koymuş ve bu şekilde zaten belirgin olan kol kasları daha bir belirginleşmişti.

 

"İyi akşamlar," diye mırıldandım gözlerimi ondan ayırırken. İnsanların bakışları bana döndüğünde Dilcan Hanım'ın genişçe gülümsediğini gördüm.

 

"İyi akşamlar kuzum," dedi sevgi dolu bir sesle. Bu tür sevgi sözcüklerine alışık olmadığım için garip hissetsemde bozuntuya vermeden yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirdim.

 

Dilcan Hanım yanında ki boş yeri gösterip, "Gel kızım." dediğinde bozuntuya vermeyip gösterdiği yere oturdum. O sırada Cenap Ağa bana bakıp otuz iki diş gülümsüyordu.

 

"Yav bizde gitmeden bir seni görelim dedik," dedi Cenap Ağa neşeli bir sesle.

 

Cenap Ağa'ya bakıp nezaketen gülümsedim. Bu sırada Lebriz Hanım otoriter tavrından ödün vermeden yerinde oturuyordu ama yüzünde burada olmamdan dolayı duyduğu memnuniyeti görebiliyordum.

 

Harun ve karısı Mercan ortalıklarda görünmüyorlardı ama aşağıdan bir yerlerden Fırat Can'ın sesi geliyordu. Muhtemelen yine eğlence aramakla meşguldü.

 

Cenap Ağa'nın yapmacıktan öksürdüğünü işittim. "Sabahtan beri soracağım ama bir türlü soramadım," dedi bana merakla bakarak. "Senin anan ne yapı__"

 

Dilcan Hanım öksürüp Cenap Ağa'nın sözünü kestiğinde gözlerine yerleşen sinirle kocasına baktı bir müddet. Cenap Ağa cümlesini tamamlayamamasına rağmen içimde bir nefret tohumunun tekrar yeşerdiğini hissettim. Birisi sanki kalbime tırnaklarını batırıyor ve onu göğsümden söküp almak istiyordu. Gözlerime o kelimeyi her duyduğumda olduğu gibi büyük bir nefret yerleştiğini biliyordum. O kelimeyi yıllar önce içimde öldürmüştüm ve nefesini kestiğim o uçurumda ki bedenin keskin çığlığı zihnimde delicesine yankılanıyordu.

 

Zihnimde ki uçurumun dibinde, katilimin cesedi vardı.

 

Zorlukla yutkundum.

 

Suratıma yerleşen buz gibi ifadeyle karşıma baktığımda Azer'in beni dikkatle izlediğini gördüm. Yüzü ve bakışları sertti ama o sert bakışlara yerleşen garip bir ifade kalbime bir kurşun yemişim gibi hissettirmişti. Sanki her an içimde akıp giden düşünceleri anlayacak, zihnimde delicesine yankılanan çığlığı duyacak gibi bakıyordu.

 

Boğazıma takılan soluğuma rağmen dik duruşumu bozmayıp Cenap Ağa'ya baktım. "Bilmem," dedim sanki çok normal bir şey söylüyormuşum gibi. "İyidir herhalde." Cenap Ağa'nın şaşırdığını görsemde umursamadım ve önüme döndüm.

 

Dilcan Hanım, kızgın bir suratla kocasına baktığında, Cenap Ağa ne oldu dercesine Dilcan Hanım'a bakıyordu. Dilcan Hanım kocasına bakmaya devam ederken huzursuz bir nefes verdi. "Biz kalkalım artık Cenap Ağa," dedi kızgınlığını belli edercesine.

 

Cenap Ağa, istemeye istemeye yerinden kalkarken, nezaketen de olsa ayağa kalkma gereği duymamıştım, şu an zihnim çok başka şeylerle meşguldü.

 

Dilcan Hanım, hafifçe gülümseyerek önce Lebriz Hanım'a sonra da Azer'e baktı. "İyi akşamlar," dediğinde merdivenlere taraf yürümeye başlamıştı.

 

Lebriz Hanım, "İyi akşamlar," diye Dilcan Hanım'ı yanıtladığında, sesi oldukça huzursuz çıkmıştı.

 

"İyi akşamlar," Azer, gözlerini benden ayırmadan, soğuk bir sesle bunu söylediğinde, bu Dilcan Hanım'ın dikkatini çekmişti ama fazla üzerinde durmadan tekrar önüne dönmüştü.

 

Cenap Ağa ise yüzüne tekrar büyük bir gülümseme yerleştirip Azer'e baktı. "Azer," dedi tespihini iki eliyle kavrarken. "Bu ihale işi hallolunca beni haberdar etmeyi unutma ha..."

 

Bu adam bir şeye taktı mı takıyordu gerçekten.

 

Azer, göz ucuyla Cenap Ağa'ya baktı. "Eyvallah," diye mırıldandı düz bir sesle.

 

Cenap Ağa, gülümseyerek kafasını salladı ve merdivenlere taraf yöneldi. "Hadi cümleten hayırlı akşamlar."

 

Yasemin, Dilcan Hanım ve Cenap Ağa'ya eşlik ederken, Lebriz Hanım'da ayaklanmıştı. Bastonunu sıkı sıkıya kavrayıp Azer'e baktığında yüzündeki o gurur ifadesini yine çok net görebilmiştim.

 

"Bu Cenap'da şu arsa işini duydu ya, daha sabah akşam çıkmaz buradan." diye mırıldandı Azer'e bakarken. "Hoş, önceden de çıkmıyordu ama..."

 

Lebriz Hanım, söylene söylene merdivenlere doğru yürürken hâlâ aşağıdan Fırat Can'ın sesi geliyordu.

 

"Ruken hala!" Fırat Can oldukça cırtlak bir sesle Ruken'i çağırırken, Ruken'in ofladığını işittim.

 

"Yine ne istiyor acaba..." diye söylendi gülerek. O sırada Fırat Can hâlâ çağırmaya devam ediyordu.

 

"Ruken, Ruken... Rukeeen..."

 

Azer arkasına yaslanıp Ruken'e baktı. "Ruken," dedi kafasını koltuğun başına yaslarken. "Git bak şu çocuğa."

 

Ruken kafasını hızla salladı. "Tamam abicim," dedi ayağa kalkarken. "Bakalım yine ne istiyor küçük beyimiz, hayır annesi nerede onu da anlamadım."

 

Ruken, gülümseyerek yanımızdan uzaklaştığında kafamı ellerimin arasına alıp gözlerimi yumdum. Zihnimdeki düşünceler başıma korkunç bir ağrı saplarken Azer'in beni izlediğini biliyordum.

 

"Annenden bu kadar çok nefret ettiğini bilmiyordum," Azer'in söylediği bu cümle kalbime keskin bir bıçağı saplarken ellerimi başımdan çekip, gözlerimi araladım ve bakışlarımı yavaşça ona doğru çevirdim.

 

Uçurumun dibindeki çığlık göğüs boşluğumda bir kez daha yankılanıp tüm hücrelerimi sağır ederken bakışlarımda ki buz gibi ifadeyi değiştirmeden Azer'e baktım. "Nefret ettiğimi kim söyledi?" diye mırıldandığımda sesimde ki soğukluk adeta bakışlarıma eşlik ediyordu.

 

Dudaklarının kenarı çok hafif kıvrıldı. Bu belli belirsiz alaycı gülümsemeye karşın bakışları oldukça karanlık ve sert bakıyordu.

 

"Gözlerin," diye yanıtladı beni. Bu kısa cevap nefesimi keser gibi olduğunda yüzümde bunu belli eden en ufak bir mimik dahi oynamamıştı.

 

"Gözler her zaman doğruyu söylemez," diye mırıldandım, sesim soğuktu. Azer, alayla gülüp ayağa kalktı ve bakışlarını benden ayırarak, balkonun taş parmaklıklarına doğru yürüdü. Ellerini cebine sokup gözlerini uzayıp giden manzaraya diktiğinde benim bakışlarım onun sırtında geziniyordu.

 

"Haklısın," dedi göz ucuyla bana bakarken. "Ama doğruyu görmek için bakmayı bilmen yeterlidir."

 

Kaşlarımı kaldırdım ve gözlerimi Azer'in yüzünde gezdirdim. "Her neyse," dedim konuyu değiştirmek adına. Bu konu canımı sıkıyordu ve Azer'in bunu gayet iyi bildiğini biliyordum, yüzündeki alaycı gülümseme bunun kanıtıydı. Gözlerim, sorarcasına karşımdaki adama baktı. "Dünden beri Volkan'dan bir haber alamıyorum," dediğimde sesimde sorgulayıcı bir tını vardı. "Ona ne yaptığını söyleyecek misin artık?"

 

Omzunun üzerinden hafifçe bana döndü. Gözlerinde ki ifade sert ama bir o kadarda umursamazdı. "Bana onu umursuyor ayakları yapma Dilba," dedi, sesi soğuktu. "Onu öldürsem umurunda bile olmaz."

 

Gözlerimi devirdim ve ayağa kalktım. "Ne demek istiyorsun?" diye sorduğumda kollarımı önümde bağlayıp ona doğru bir kaç adım yaklaşmıştım.

 

Bana doğru hafifçe döndü ve gözlerini gözlerimde bir kaç saniye gezdirdi. Dudaklarının kenarı tekrar kıvrıldı ama bu gülümsemenin neşeyle zerre alakası yoktu. "Şunu demek istiyorum," dedi sesindeki tehlikeli tınıyla. "O Volkan denen ite herşeyini anlatacak kadar aptal bir kız değilsin, ama onun senin hakkında bildiği ufak tefek şeyler bile seni tedirgin ediyor."

 

Gözlerini yüzümde gezdirip ifademi ölçmeye çalıştı. Gergin hissetmeme rağmen yüzüme rahat bir tavır yerleştirip, ona baktım. "Volkan'ın benim hakkımda ne söyleyeceği umurumda bile değil," dedim meydan okuyarak. "Ona istediğini sorabilirsin ama zarar verme."

 

Azer, bana iki adım yaklaşıp tam önümde durdu. Boyu benden uzun olduğu için kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda, gözlerim onun geceden daha karanlık bakan gözlerine takıldı. Yakın olduğumuz için burnuma dolan erkeksi parfüm kokusunu oldukça yoğun hissetmiştim. Doğruyu söylemek gerekirse; çok güzel kokuyordu ama konumuzun bu olmadığının farkındaydım.

 

"Emin ol," diye mırıldandı soğuk bir sesle. Sıcak nefesi alnıma çarparken gözleri hâlâ gözlerimdeki yerinden ayrılmamıştı. "Onun bildiği herşeyin fazlasını biliyorum."

 

Zihnimde gezinen yılanın zehri yavaşça kalbime damladı. Ciğerlerimde gezinen nefes dışarı çıkmamak için direnirken ifademi gizlemek için çaba sarfediyordum.

 

Neleri biliyordu?

 

Ruhum sıkıştığı kafesin demir parmaklarını şiddetle zorlarken, gözlerimi ondan ayırmadım. İçimde ki gerginliğe rağmen ifademin değişmediğini biliyordum. "Sana daha önce de söylemiştim," diye mırıldandım, gözlerime meydan okuyan bir tavır yerleştirirken. "Korkmam gereken bir durum yok," Yüzünde ki ifade değişmezken ben devam ettim. "Ama Volkan'ı rahat bırak, onun bir suçu yok."

 

Gözlerini kıstı ama bakışlarını benden ayırmadı. "Korkup korkmaman gerektiğini sonra göreceğiz," dedi kendinden emin bir tavırla. "Volkan mevzusuna gelirsek," diye konuştuğunda sesi hafiften sertleşmişti. "Onun suçu seni tehdit etmesiydi ve cezasını çekti."

 

Gözlerimi devirdim. "Cezasını çektiğine göre onu serbest bırakabilirsin o halde?" diye sorduğumda onun yüzündeki ifade zerre değişmemişti.

 

"Uğraşacağım kadar önemli biri değil," dedi kücümseyici bir tavırla. "Herifin ot çekmekten beyni uçmuş, ne biçim insanlarla takılıyorsun sen?"

 

"O beyni uçmuş dediğin çocuk en zor anımda bile yanımdaydı benim," diye konuştum, düz bir sesle.

 

Azer'in yüzüne tekrar o küçümseyici tavır yerleşti. "Gerçekten," dedi demirden bile daha soğuk bir sesle. "Bu kadar önemli mi o herif senin için?"

 

Meydan okuyarak kafamı salladım. "Evet," dedim maskemde ki hissizlik sesime damlarken. "Önemli."

 

Gözlerime bir süre öylece baktı. Ruhumun içindeki o karmaşık suretleri gözlerimin yansımasında taşırken, beni düşürecek hiçbir duygunun ifademde barınmasına izin vermedim. "Volkan'ı bir kenara bırakalım," dedim gözlerime sorgulayıcı bir ifade yerleştirirken. "Bende, Azat'a saldırma sebebini merak ediyorum."

 

Gözlerinde ki öfke tohumunun belirginleştiğini gördüm. Yüz hatları daha fazla sertleşirken gözlerini gözlerimden ayırıp tekrar manzaraya döndü. "Bilmen gereken bir şey değil," dedi, sesinde ki siniri hissedebilmiştim.

 

Gözlerimi devirdim ve yüzüme rahat bir tavır yerleştirdim. "Kardeşin biliyor mu, Azat'ın onu aldattığını?" dedim sırtımı taş parmaklıklara yaslarken.

 

Azer'in gözlerine sinir yerleşti ve bir kaç saniye boyunca gözlerime baktı. "Sakın," dedi tehditkar bir sesle. "Sakın bu işe karışayım deme."

 

Kaşlarım çatıldı. Beni bu olayın içine kendisi çekmişti zaten ve şimdi bana uzak durmam gerektiğini söylüyordu. "Sen en başta, Azat'ın Ruken'i benimle aldattığını düşündün," diye mırıldandım hafiften sinirli bir sesle. "Nasıl karışmayacağım?" Azer'in gözleri tekrar yüzümde gezinirken ben konuşmaya devam ettim. "Ve arkadaşım Azat için hâlâ endişeleniyor, Azat'ın yaptıklarını öğrenmek ikisinin de hakkı."

 

Azer'in çenesi kasıldı ve bana bakmaya devam etti. "Endişelensin zaten," dedi tehditkâr bir tavırla. Azer'in bakışları, Azat'la olan hesabının kapanmadığını açık bir şekilde ifade ederken, esen rüzgar üzerinde ki siyah gömleği tenine yapıştırıyor, yapılı vücudunu gözler önüne seriyordu. Gözlerini benden ayırdı ve tekrar manzaraya çevirdi bakışlarını. "Bu konuyu ben halledeceğim." Azer gözlerini hafifçe kısarak göz ucuyla bana bakarken, ben rüzgardan dolayı yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıyordum. "Bu arada," dedi, bakışlarını saçlarımda gezdirirken. "Sen de o Azat denen pezevenkle bir daha yan yana gelmeyeceksin."

 

Gözlerimi devirdim. "Emrin olur," diye konuştum alayla.

 

"Gelmeyeceksin Dilba," Yüzünü yüzüme yaklaştırıp tehditkar bir şekilde gözlerime baktı. "Bitti."

 

"Benim Azat'la bir alakam yok zaten," diye mırıldandım buz gibi bir sesle. "Ama bu senin her kafana estiğinde bana emirler yağdıracağın anlamına gelmiyor."

 

Bakışlarında ki ifade karanlık ve izbe bir sokak gibiydi ve beni gözleriyle o sokağa çekiyordu. Çenesi kasılırken ben ona meydan okuyan bir tavırla bakıyordum. Sabır dilercesine derin bir nefes aldı. "Emir değil Yılanın Yavrusu," dedi, sesi kısık ama bir o kadarda tehlikeli çıkmıştı. "Rica."

 

Göğsümdeki el kendini hatırlatmak istercesine daha çok bastırdı tırnaklarını kalbime. Ben o kelimeyi sözlükten silmek, yok etmek istiyorken bu adamın inatla bana bu şekilde hitap etmesi zihnimde ki çığlıkların çığrından çıkmasına neden olurken, başımda ki ağrı sanki daha fazla ağrıya bilirmiş gibi her geçen saniye şiddetini arttırıyordu.

 

Tırnaklarımı öfkeyle pantolonuma bastırırken ifademi sabit tutmaya çalışıyordum ama içimde ki çığlıklar o kadar şiddetliydi ki bu olağanüstü bir çaba gerektiriyordu.

 

Saç diplerimin sızladığını hissetim. Acımasız kelimeler, zihnime giden yolda idam edilirken bakışlarıma öfkenin yerleştiğini biliyordum. "Sana, bana ismimle hitap etmeni söylemiştim," diye mırıldandım sesime yerleşen siniri, soğuklugumla gizlemeye çalışarak. "Neden ısrarla o kelimeyi kullanıyorsun?"

 

Azer'in dudaklarının kenarı garip bir ifadeyle kıvrıldı. Bakışlarındaki acımasızlığı kendime o kadar benzetmiştim ki bir an afalladığımı hissetim. "Gerçek bu değil mi?" diye sordu aynı acımasızlıkla. "Duymaya alışacaksın öyleyse."

 

Zihnimin allak bullak olduğunu hissederken, içime çektiğim her nefes geçmişe duyduğum kin olarak dökülüyordu dudaklarımdan. Unutamadığım şey geçmişim değildi, kaderimdi. Alayla güldüğümde bu gülüşümün gözlerimde ki ifadeyi gizleyemediğinin farkındaydım. "Ben duymaya alışmayacağım," dedim merdivenlerden gelen adım seslerine aldırış etmeden. "Siz söylememeye alışacaksınız, Azer Ağa."

 

Azer'in yüzündeki ifade zerre değişmezken dudaklarında ki o alaycı gülümseme yerli yerindeydi. Gözlerimi devirip ondan uzaklaştım ve merdivenlere taraf yöneldim. Elvan ve Ruken o sırada yukarı çıkıyorlardı ve beni farkettikletinde gözleri üzerimde gezinmeye başlamıştı.

 

Ben onların yanından geçip merdivenleri inmeye başladığımda Ruken'in arkamdan seslendiğini işitmiştim.

 

"Nereye Dilba?" diye sorarken omzumun üzerinden Ruken'e baktım.

 

"Başım çatlıyor," diye yanıtladım onu, soğuk bir sesle. "Uzanacağım biraz."

 

Cevabını beklemeden merdivenlerden inip açık koridorun sonunda ki odama doğru ilerledim. Koskoca bir boşluğun içinde tıkılı kalmış gibi hissetmemin sebebi, Azer'in inatla o kelimeyi kullanmasıydı.

 

Bir kelimeyle yıkılacak kadar güçsüz değildim ama o kelimeyi hazmedecek kadar da kabullenmemiştim. Geçmişim geleceğimin arasına ince bir ip örmüştü ve o ipin üzerine basarak geleceğime sıçrıyordu, ve ben gecmiş ve geleceğin arasında ki o ipi koparıp atmak istiyordum.

 

Odamın kapısını aralayıp, ağır adımlarla içeri girerken yüzüme gelen bir tutam saçı gelişigüzel arkama attım. Katil düşüncelerim, zihnimin içinde ki keskin çığlıkları bir anda yuttuğunda, odanın içindeki derin sessizlikle başbaşa kalmıştım.

 

O derin sessizlik telefonumun titreşim sesiyle bölündüğün

de bakışlarım elefonumun ekranına indiğinde ekranda yazan kelime bir uyuşturucu misali zihnimi yokladı.

 

Annem arıyordu.

 

...

Bölüm Sonu.

 

Beni yorumlarınızdan mahrum bırakmayın lütfen 🤍

 

Loading...
0%