@k_blackfire
|
Yoğun istek üzerine, Yılanın Yavrusu kitabını buraya da yüklemeye karar verdim. Yeni bölüm gelene kadar diğer bölümleride buraya yüklemiş olurum.
Seviliyorsunuz ❤️
"Yılanın Yavrusu"
GİRİŞ
••• Yılanın yavrusu zehirsiz olmaz.
•••
Sahipsiz gidişlerin, şahitleri olmaz. Kendi kendinin katili olmak en kötü vazgeçiş, gecenin koynunda işlenen cinayetlerde, katil de kurban da tek kişidir. Bazı insanlar kendi ateşlerini kendileri yakarlar. İşte o vahşi ateşin yanması ufak bir kibrit çöpünün kendini feda etmesiyle başlar. Ta ki o ateş büyüyüp kendi var olma sebebini de ihanet ateşiyle yakana kadar. Sen sefanı keyfinle sürerken, onlar dili kesilmiş bir cellat gibi ihanetin yağlı urganını vefa diye boynuna dolarlar. Kabuslar gecelere misafir olur, gecelerin koynunda sabahlar ve o kabuslar vefa borcunu gecelere ihanetle öderler. İhanet ki, içine çekildiğin her an seni daha da çok zehirler. Bir anda gecelerin katili olur sabahlar ve o kolpa hayat seni içinde yaşadığın çöplükte ağırlar. Bir çöp gibi. "Asla bulamayacak," diyordu Dilba. "Ne yaparsa yapsın asla bulamayacak." Bunu derinden gelen bir iç güdüyle söylüyordu şüphesiz. Ablasıyla beraber yaşadığı evine varmasına iki sokak mesafe vardı. Gecenin bu saati Ankara'nın izbe sokaklarında yürürken yapacak tek şey öylece söylenmekti. Yanında yürüyen kişi bir ayyaşta olsa herhangi biriyle çene çalmak bu sokakları biraz daha çekilebilir hale getiriyordu. "Herif iyi gizleniyor," diye konuştu Dilba'nın yanında yürüyen adam. Dilba'yla aralarında bir kaç yaş vardı. Tek işi sabahtan akşama kadar barlarda içmek olsa da hayatın gerçek yüzüyle daha çocukken tanışmış ve yaşama hevesini daha o zamanlar bir kuytuda terketmiş, sadece nefes alan milyonlarca insanın arasına, sadece nefes alan bir ölü olarak girmişti. Saat gecenin üçüne geliyordu. Sokaklar, o köşe başlarına dikilmiş soluk lambaların aydınlatamayacağı kadar dardı. Bu saate buralarda sadece evsiz insanlar kalırdı. İçmekten çöp konteynerlarının yanına sızmış, her köşe başında yırtık kartonların üzerinde sabahlayan, sabah olunca, hiç var olmamış gibi ortalıktan kaybolan o hayalet insanlar... Bazı insanları sokaklar bile kabul etmiyordu. Aynı insanların sokakları kabullenemediği gibi. Dilba burnuna gelen keskin bir kokuyla yüzünü buruşturdu. "Anlamıyorum Volki," diye mırıldandı yol kenarında ölmüş bir kedinin cesedinin yanından geçerken. "Kendini paralıyor o adama ulaşabilmek için... Şimdi adam gelse ben senin babanım dese bir çocuk gibi boynuna atlar biliyor musun?" Volkan, bünyesine sızan alkolün etkisiyle düşecek gibi oldu ama düşmedi. "Benim babam çıkıp gelse," dedi ağır ağır yürürken. "Önce bıçağı ensesine takar, küçükken ekmek aradığım o çöplüğe atardım leşini..." Ayağının dibine gelen bir taşı tekmeledi. "Piç herif." Dilba'nın suratı asılmıştı. Zaten hep asıktı. Belli belirsiz kafasını salladı. "Yaren sen ben gibi değil," dedi buz gibi bir sesle. "Ama ilk defa bu sabah bana o adamdan bahsetmedi. Sanki yavaş yavaş vazgeçiyor gibiydi... Gözlerinde gördüm." Volkan sallana sallana yürürken iki adımda bir yalpalıyordu. "Vazgeçmesin," diye fısıldadı. "O adam bu kadar iyi saklanabiliyorsa bizim kızdan, demekki boş biri değil." Göz ucuyla Dilba'ya baktı sesi sıkıntılıydı. "Ben böyle adamları çok iyi bilirim kızım, öyle bir para akıtırlarki ölüsünü bile saklarlar adamdan. Bulsa belki bize de bir faydası dokunurdu..." "Sana neden faydası dokunsun?" diye sordu Dilba. Merak ettiğinden değil sadece laf olsun diye konuşuyordu. Volkan bir süre sessiz kaldı. Geçmekte oldukları sokak o kadar sessizdi ki, ayak sesleri bile bir müddet sonra gürültü gibi gelmeye başlamıştı. "Bu aralar işler tekin değil," dedi, ayakta duramayacak kadar sahoş olmasına rağmen sesinde ki endişe kendini bariz bir şekilde belli ediyordu. "Galericiden taşıdığım mal sahte çıktı kızım. Bedo, sağda solda konuşuyormuş... Yakında keserler nefesimi." Dilba, Volkan'a taraf baktı. "Bedo önce kendi façasını kurtarsın," dedi duygusuz bir sesle. "Kendi canının derdine düşeceğine seni mi kestirdi bu sefer gözüne?" "İş ciddi kızım," diye konuştu Volkan. Kendi üzerinde ki alkol kokusu başını döndürmeye başlamıştı. "Beni gömmek istiyorlar, Bedo yapmasa yancıları yapacak. Çok büyük para dönüyordu kızım ortada. Ya izimi kaybettireceğim, ya da parayı sayacağım önlerine. Başka kurtuluş yok." Dilba sustu. Evin olduğu sokağa gelmişlerdi. Başı ağrıyordu. Etraftaki koku midesini bulandırıyordu. Üzerinde korkunç bir yorgunluk vardı. Bir an önce eve gidip yatmak istesede, bir yanı bu gece uyuyamayacağı fısıldıyordu kulağına. "Korktuğumdan değil," dedi Volkan ağzında geveleyerek. Cebinden evinin anahtarını çıkarıp sallamaya başlamıştı. "Ama bu sefer harbiden suçsuzum, beni de oyuna getirdiler. Koyuyor kızım işte..." Volkan'ın evi Dilba'nın evinin hemen karşısındaydı. Evlerin bulunduğu bu sokak diğerleri gibi dar ve karanlık değildi. Burada çoğunlukla evler tek katlıydı ve en azından biraz daha yaşanılabilir bir çevresi vardı. Evin önüne geldiklerinde Volkan'ın adımları kesildi. O sırada Dilba'nın bakışları kendi evine doğru kaymıştı. Salonun lambası yanıyordu ve pencere açıktı. Dilba'nın kaşları çatıldı. Yeren bu saate asla uyanık kalamazdı. Volkan arkadan, "hayda..." diye söylendi. "Bu saate neden açık bu pencere?" Sonra aniden gülmeye başladı. "Yoksa bizim kız eve erkek mi attı? Vay Yaren'e bak sen." Dilba gözlerini açık olan camdan ayırmadı. "Senin o dilini koparırım Volki," dedi sert bir sesle. "Saçma sapan konuşma." Volkan gülmeyi kesti ve ellerini cebine koydu. "Tamam," dedi baygın bir sesle. "E gidip bakalım o zaman." Dilba, Volkan'a cevap verme gereği duymadan kapıya doğru ilerlemeye başladı. Esen hafif rüzgardan dolayı saçları ikide bir yüzüne geliyordu. Eli ufak çantasına gitti ve çantayı açarak içinde anahtarını aramaya başladı. Elinin titrediğini bile farkedememişti. En sonunda anahtarı bulup kapıya taktığında, tok bir sesle kapı açıldı. Dilba, içinde canlanan korkunç bir endişeyle bir an ne yapacağını bilemedi. Garip hissediyordu. Daha önce hissetmediği kadar garip... Volkan, Dilba'nın yanına geldi ve evin içine baktı. İkiside suskundu. Evde hiç ses yoktu. Dilba sersemlemiş bir şekilde içeri doğru yürümeye başladı ama Volkan ondan önce davranıp Dilba'nın önüne geçti ve içeri ilk o girdi. Çığlıklar duyuyor gibiydi Dilba. Hiç sesi olmayan sessiz çığlıklar. Bu garip sessizliğin içinde kulaklarını sağır eden bir gürültü var gibiydi. Kapı esen rüzgâr ile beraber duvara çarptı ve bu vahşi sükûneti bir bıçak gibi böldü. Dilba, uykudan uyanmışçasına hafifçe irkilir gibi oldu. Sonra Volkan'ın yanından sıyrılıp koridorda ilerledi ve salonun kapısının önünde durdu. İçeride kimse yoktu. Açık pencere, perdeyi bir cadının pelerini gibi uçuruyordu. İşte o zaman Dilba'nın zihnime bir korku düştü. İlk defa, ablası için bu denli meraklandığını hissetti. Öyle ya, genelde endişelenen taraf hep Yaren olurdu. Dilba salonun kapısından bir hışımla uzaklaştı ve koridorun sonundaki odaya doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Yaren'in odasına yaklaştığı her saniye biraz daha hızlandı nefes alış verişleri. Suratı buz gibiydi ama içinde dinmek bilmeyen garip bir his geçen her saniye içini kemiriyordu. Odanın kapısının önüne geldiği vakit, adımları bir bıçak gibi kesildi. Volkan'ın adım sesleri yaklaşırken, Dilba'nın gözleri önündeki kapıya sabitlenmişti. Elleri titriyordu. Daha kapıyı açmadan o kör alev düşmüştü içine. Hissediyordu bir şeyleri. Göremesede hissediyordu. Eli kapı kulpuna gitti. Aldığı nefeslerin önüne korkunun gardiyanları dikildiğinde, nefesi ciğerlerine bir türlü ulaşamadı. Bağırmak istedi, yapamadı. Dudaklarından kovamadığı çığlıkların elleri boğazına sarıldı. Neydi bu? Ne olmuştu da şimdi ölecek gibi hissediyordu? Kapıya hafif bir baskı uyguladı. Başı dönüyordu ama hâlâ ayaktaydı. Volkan'ın hemen arkasında olduğunu bilmesine karşın, kendini yalnız başına kalmış gibi hissetmeye başlamıştı. Kapı aralandığında, bir müddet önünde ki karanlıkla bakıştı. İlk bir kaç saniye hiçbir şey göremedi. İçeriye adım atamıyordu. Karanlık onu boğuyor gibiydi. Gözleri karanlığa alıştı. Sadece bir kaç saniyede her şey netleşti. "Siktir!" diye bağırdı Volkan arkadan. Bir iki adım daha ilerleyerek tam Dilba'nın yanında durdu. Önce Dilba'ya sonra tekrar odaya değdi bakışları. Dilba zorlukla, "Lambayı yak," diye fısıldadı. Volkan, ilk başta idrak edemedi. Yüzü bembeyaz olmuştu. Sonra Dilba bir kez daha, bu sefer bağırarak tekrarladı kelimelerini. "Volkan lambayı yak." Volkan irkildi ve bakışlarını Dilba'ya çevirdi. Kısa bir duraksamanın ardından odanın içine doğru adımladı ve elini kapının yanında ki duvarda gezdirerek düğmeyi aradı. Bir anda oda aydınlandığında, herşey dehşet verici bir açıklıkla serildi gözlerinin önüne. Dilba, Yaren'in cansız bedeniyle tam da o anda karşı karşıya kaldı. Buz gibi bir rüzgar bedenini aniden dondururken; gözleri ablasının saçlarında, omuzlarında sahipsizce boşluğa düşmüş ellerinde gezindi. Avizeye bağlanmış gergin ipe baktı adeta donmuş gibi. Sonra onun bir ip değil, Yaren'in kendi elleriyle ördüğü mor atkı olduğunu farketti. Yerde devrilmiş sandalye ve yırtılmış kağıt parçaları vardı. Küçük tahta masanın üzerinde iki kere katlanmış bir kağıt daha vardı sadece o yırtılmamıştı. Dünya Yaren'i kollarının arasından kovmuştu. Yaşatmamıştı. Dilba'nın adımları istemsizce geriye gitti. Dizlerinin bağı çözüldü ve hafifçe sendeledi. Tam düşecekti ki Volkan onu kollarından son anda yakaladı. Dilba'nın gözleri bir an olsun ablasının bembeyaz ölü suratından ayrılmadı. Titreyen elleriyle Volkan'ı itmeye çalıştı. "Yaren..." diye bağırdı yürek yakan bir haykırışla. Volkan ne yapacağını bilemedi. Sarhoşluğu birden uçup gitmişti ve bu dehşet verici manzara karşısında beyninden vurulmuşa dönmüştü. Dilba bir kere daha kollarını çekmeye çalıştığında, Volkan Dilba'yı daha sıkı tuttu. Dilba adeta delirmiş gibi kafasını sağa sola salladı. "Hayır," dedi titreyen bir sesle. "Ne yaptın sen Yaren?" Bir anda dudaklarından yüksek bir çığlık döküldü. Öyle bir haykırmıştı ki sesi tüm sokağı uyandırmaya yetti. Ablası gitmişti. Saat üçü kırkbeş geçe. Ablası gitmişti. Sadece bir ip ve bir sandalyeyle. Ablası gitmişti. Yaren gitmişti. Bu gürültülü şehirden.
Sessizce...
••• |
0% |